SVERDLOV ÜNİVERSİTESİ'NDE VERİLEN
KONFERANSLAR
Nisan 1924
LENİNİZMİN TARİHSEL
KÖKLERİ
Leninizm, kapitalizmin çelişkilerinin en uç
noktaya kadar keskin-leşmiş olduğu, proleter devrimin pratiğin ivedi bir
sorunu haline gelmiş olduğu, işçi sınıfının devrime hazırlanma eski
döneminin yeni döneme, kapitalizme doğrudan saldırı dönemine gelip
dayandığı ve geçtiği emperyalizm koşulları altında gelişti ve
biçimlendi.
Lenin emperyalizmi "can çekişen kapitalizm" diye
niteledi. Niçin? Çünkü emperyalizm, kapitalizmin çelişkilerini, onun
ötesinde devrimin başladığı en yüksek seviyeye, en uç sınıra vardırır da
ondan. Bu çelişkiler arasında en önemlileri olarak görülmesi gereken üç
çelişki vardır.
Birinci çelişki, emek ile sermaye arasındaki
çelişkidir. Emperyalizm, sanayi ülkelerinde, tekelci tröst ve
birliklerin, bankaların ve mali oligarşinin mutlak egemenliği demektir.
Bu mutlak egemenliğe karşı mücadelede işçi sınıfının alışılmış
yöntemlerinin �sendikalar ve kooperatifler, parlamenter partiler ve
parlamenter mücadele� tamamıyla yetersiz kaldığı görülmüştür. Ya kendini
sermayenin insafına terkedeceksin, eskisi gibi sürüneceksin ve gittikçe
batacaksın, ya da yeni bir silaha sarılacaksın � işte emperyalizmin,
proletaryanın muazzam kitleleri önüne koyduğu alternatif budur.
Emperyalizm, işçi snıfını devrime götürür.
İkinci çelişki,
hammadde kaynaklarını, yabancı toprakları ele geçirme uğruna mücadele
eden çeşitli mali gruplar ve emperyalist güçler arasındaki çelişkidir.
Emperyalizm, hammadde kaynaklarına sermaye ihracıdır, bu hammadde
kaynaklarının tekelci sahipliği için çılgınca mücadeledir, halihazırda
paylaşılmış olan dünyanın yeniden paylaşılması uğruna mücadeledir,
ellerine geçirmiş olduklarına kene gibi sarılan eski grup ve güçlere
karşı, kendilerine "güneşin altında bir yer" edinmek isteyen yeni mali
gruplar ve güçler tarafından özellikle kıyasıya yürütülen bir
mücadeledir. Çeşitli kapitalist gruplar arasındaki bu çılgınca
mücadelenin dikkate değer yanı, bu mücadelenin emperyalist savaşları,
başkalarının topraklarını fethetmek için yapılan savaşları kaçınılmaz
bir unsur olarak içermesidir. Bu husus ise, emperyalistlerin
birbirlerini karşılıklı olarak zayıflatmasına, genel olarak kapitalizmin
pozisyonunun zayıflamasına, proleter devrim saatinin yakınlaşmasına ve
bu devrimin pratik bir zorunluluk haline gelmesine yol açması bakımından
dikkate değerdir.
Üçüncü çelişki, bir avuç hakim, "uygar"
ulus ile, dünyanın yüzlerce milyon sömürge ve bağımlı halkları
arasındaki çelişkidir. Emperyalizm, muazzam sömürgelerde ve bağımlı
ülkelerde yaşayan, sayıları
yüzlerce milyona varan halkların
en utanmazca sömürülmesi ve onlara en insanlık dışı zulüm demektir. Bu
sömürünün ve bu zulmün amacı, aşırı kâr* sızdırmaktır. Fakat
emperyalizm, bu ülkeleri sömürürken, buralarda demiryolları, fabrikalar
ve işletmeler inşa etmek, sanayi ve ticaret merkezleri kurmak
zorundadır. Bir proletarya sınıfının ortaya çıkması, yerli aydınların
oluşması, milli öz bilincin uyanması, kurtuluş hareketinin güçlenmesi �
bunlar bu "politika"nın kaçınılmaz sonuçlarıdır. Devrimci hareketin
istisnasız tüm sömürgelerde ve bağımlı ülkelerde güçlenmesi bu olguyu
açıkça kanıtlamaktadır. Bu husus, proletarya açısından, sömürgeleri ve
bağımlı ülkeleri emperyalizmin yedeklerinden, proleter devrimin
yedeklerine dönüştürerek kapitalizmin mevzilerini kökünden mayınladığı
için önemlidir.
İşte eski, "Gelişen" kapitalizmi can çekişen
kapitalizme dönüştüren emperyalizmin en önemli çelişkileri genel olarak
bunlardır.
On yıl önce patlak vermiş olan emperyalist savaşın
önemi, diğer şeylerin yanısıra, bütün bu çelişkileri bir tek düğümde
toplayarak teraziye vurması, böylece proletaryanın devrimci savaşlarını
hızlandırmış ve kolaylaştırmış olmasında yatar.
Başka bir
deyişle, emperyalizm, devrimi yalnızca pratik bir kaçınılmazlık haline
getirmekle kalmadı, aynı zamanda kapitalizmin kalelerine karşı dolaysız
saldın için de elverişli koşullan yarattı.
İşte Leninizmi
doğuran uluslararası durum buydu.
Bazıları diyebilir ki:
Bütün bunlar iyi, hoş da, emperyalizmin klasik bir ülkesi olmayan ve
olamayacak olan Rusya ile tüm bunların ne ilişkisi var? Tüm bunların,
her şeyden önce Rusya'da ve Rusya için çalışan Lenin ile ne ilişkisi
var? Tüm ülkeler içinde neden tam da Rusya, Leninizmin yurdu, proletarya
devriminin teorisi ve taktiğinin doğum yeri haline geldi?
*"Extraprofit" karşılığı olarak "aşırı kâr" kavramını kullandık.
Kastedilen, emperyalist - sömürge ilişkisi içinde ortaya çıkan 'özel'
(extra) bir kârdır. Bunun boyutu (oranı) 'normal' artı-değerden çok daha
fazla olduğu için bu tip kâra "Extraprofit" adı verilmektedir. �ÇN.
Çünkü Rusya, emperyalizmin tüm bu çelişkilerinin düğüm noktasıydı.
Çünkü Rusya, herhangi bir ülkeden daha fazla, devrime gebeydi, ve bu
nedenle yalnızca Rusya, bu çelişkileri devrimci yoldan çözecek
durumdaydı.
İlk olarak, Çarlık Rusyası, en insanlık dışı ve
barbar biçimiyle her türlü zulmün �gerek kapitalist, gerek askeri ve
sömürge zulmünün� ocağıydı. Rusya'da sermayenin mutlak egemenliğinin
Çarlık despotizmi ile kaynaştığını; Rus milliyetçiliğinin
saldırganlığının, Çarlığın Rus-olmayan halklara karşı cellatlığı ile;
koca koca alanların �Türkiye, İran, Çin� sömürülmesinin, bu alanların
Çarlık tarafından ele geçirilmesi ile, fetih savaşları ile birleştiğini
kim bilmez? Lenin, Çarlık "askeri-feodal bir emperyalizmdir" derken
haklıydı. Çarlık, emperyalizmin en olumsuz yanlarının kat kat
yoğunlaşmasıydı.
Devamla, Çarlık Rusyası, yalnızca, Rusya'nın
ulusal ekonomisinin yakıt sanayii ve metal sanayii gibi temel dallarını
kontrol eden yabancı sermayeye serbest giriş tanıması anlamında değil,
aynı zamanda batılı emperyalistlerin emrine milyonlarca asker sunması
anlamında da, Batı emperyalizminin muazzam bir yedeği idi.
İngiliz-Fransız kapitalistlerinin muazzam kârlarını korumak için
emperyalist cephelerde kanı dökülen ondört milyonluk Rus Ordusu'nu
anımsayınız.
Bundan başka, Çarlık Doğu Avrupa'da yalnızca
emperyalizmin bekçi köpeği olmakla kalmıyordu, aynı zamanda Paris ve
Londra'da, Berlin'de, Brüksel'de Çarlığa sağlanan borçlar için halkın
sırtından yüzlerce milyona varan faiz sızdırmakla görevli Batı
emperyalizminin bir acentasıydı.
Son olarak, Çarlık, Türkiye,
İran, Çin vb.nin paylaşılmasında Batı emperyalizminin en sadık
müttefikiydi. Emperyalist savaşın, Çarlık tarafından Antant (itilaf�ÇN)
emperyalistleri ile ittifak içinde yürütüldüğünü, Rusya'nın bu savaşın
esas unsurlarından biri olduğunu kirn bilmez?
Çarlığın ve
Batı emperyalizminin çıkarlarının içice geçmesi ve sonunda bir tek
emperyalist çıkarlar yumağı halinde kaynaşması işte bundan dolayıdır.
Batı emperyalizmi, Çarlığı savunmak ve ayakta tutmak amacıyla, Rusya'da
devrime karşı bir ölüm-kalım savaşı vermek için tüm güçlerini harekete
geçirmeden, eski Çarlık Rusyası, burjuva Rusya gibi Doğu'da bu kadar
güçlü bir desteği ve bu kadar zengin bir insan gücü ve kaynak yedeğini
yitirmeye razı olabilir miydi? Elbette olamazdı.
Ama bundan
şu sonuç çıkar ki: Kim Çarlığa vurmak istiyorsa, kaçınılmaz olarak
emperyalizme karşı el kaldırmak zorundaydı, kim Çarlığa karşı
ayaklanıyorsa, emperyalizme karşı da ayaklanmak zorundaydı; çünkü kim
Çarlığı devirmek istiyorsa, �gerçekten yalnızca Çarlığı yenmekle
kalmayıp, bilakis onu kökünden temizlemek istediği ölçüde� emperyalizmi
de devirmek zorundaydı. Böylece Çarlığa karşı devrim, emperyalizme karşı
devrime, proleter devrime varmak, ona geçmek zorundaydı.
Bu arada Rusya'da, başında dünyanın en devrimci proletaryasının durduğu,
ve Rusya'nın devrimci köylülüğü gibi önemli bir müttefike sahip bir
proletaryanın durduğu muazzam bir halk devrimi gelişiyordu. Böyle bir
devrimin yarı yolda duramayacağı, başarılı olduğu takdirde daha da
ilerleyip emperyalizme karşı isyan bayrağını kaldırması gerektiğini
tanıtlamanın gereği var mı?
İşte bunun için Rusya,
emperyalizmin çelişkilerinin odak noktası haline gelmek zorundaydı,
yalnızca bu çelişkilerin özellikle iğrenç ve özellikle dayanılmaz
niteliklerinin tam da Rusya'da en açık şekilde dışa vurması anlamında
değil; yalnızca Rusya, Batı'nın mali sermayesini Doğu'nun sömürgeleriyle
birleştiren Batı emperyalizminin son derece önemli bir dayanağı
olduğundan değil, bilakis, emperyalizmin çelişkilerini devrimci yoldan
çözebilecek gerçek güç yalnızca Rusya'da bulunduğundan ötürü de.
Ama bundan şu sonuç çıkar ki, Rusya'daki devrim kaçınılmaz olarak bir
proleter devrim haline gelmek zorundaydı, gelişmesinin daha ilk
günlerinde uluslararası bir niteliğe bürünmek, dolayısıyla kaçınılmaz
olarak dünya emperyalizmini temellerinden sarsmak zorundaydı.
Bu koşullar altında, Rus komünistleri çalışmalarını Rus devriminin dar
ulusal çerçevesi ile sınırlayabilirler miydi? Elbette hayır! Tam
tersine, gerek iç (derin devrimci bunalım) ve gerek dış (savaş) durumun
tümü, onları, bu çerçevenin dışına çıkmaya, mücadeleyi uluslararası
alana taşımaya, emperyalizmin yaralarını açığa çıkarmaya, kapitalizmin
çöküşünün kaçınılmazlığını tanıtlamaya, sosyal-şovenizmi ve
sosyal-pasifizmi paramparça etmeye ve son olarak kendi ülkesinde
kapitalizmi devirmeyi ve tüm ülkelerin proletaryasının kapitalizmi
devirmesini kolaylaştırmak için proletaryaya yeni bir mücadele silahı,
proletarya devriminin teorisi ve taktiğini kurmaya zorluyordu. Rus
komünistleri zaten başka türlü davranamazlardı; çünkü yalnızca bu yol,
Rusya'yı burjuva düzenin restorasyonuna karşı koruyabilecek uluslararası
alandaki belli değişiklikleri sağlayabilirdi.
İşte Rusya'nın,
Leninizmin yurdu ve Rus komünistlerinin önderinin, Lenin'in, onun
yaratıcısı olması bu yüzdendir.
Geçen yüzyılın kırklı
yıllarında Almanya'nın ve Marx-Engels'in başına gelen şey, yaklaşık
olarak Rusya ve Lenin'in de "başına geldi." O zamanlar Almanya, tıpkı
yirminci yüzyılın başında Rusya'nın durumunda olduğu gibi, burjuva
devrimine gebeydi. Marx o sıralar "Komünist Manifesto"da şöyle
yazıyordu:
"Komünistler esas dikkatlerini Almanya'ya
çeviriyorlar, çünkü Almanya bir burjuva devriminin arifesinde bulunuyor,
ve çünkü o bu devrimi genel olarak Avrupa uygarlığının daha ileri
koşullarında ve İngiltere'nin onyedinci ve Fransa'nın onsekizinci
yüzyıldaki proletaryasından çok daha gelişmiş bir proletarya ile
yaptığından, Alman burjuva devrimi bir proletarya devriminin
başlangıcından başka birşey olamaz"
Başka bir deyişle,
devrimci hareketin merkezi Almanya'ya kayıyordu.
Aktarılan
alıntıda Marx tarafından vurgulanan tam da bu hususun, tam da
Almanya'nın bilimsel sosyalizmin doğduğu ülke ve Alman proletaryasının
önderlerinin, Marx ve Engels'in, onun yaratıcıları haline gelmesinin
muhtemel sebebi olduğuna herhalde kuşku yoktur.
Ama aynı şey,
daha yüksek ölçüde, yirminci yüzyılın başındaki Rusya için de
geçerlidir. Rusya bu sırada burjuva devriminin arifesinde bulunuyordu,
bu devrimi Avrupa'daki daha da ileri koşullar altında ve Almanya'nın
ondokuzuncu yüzyılın kırklı yıllarındakinden (İngiltere ve Fransa'nın
sözünü bile etmiyorum) daha da gelişmiş bir proletarya ile yapacaktı,
bütün koşullar, bu devrimin proleter devrimin mayası ve başlangıcı
haline gelmek zorunda olduğunu gösteriyordu.
Lenin'in, Rus
devrimi rüşeym halinde iken, daha 1902'de de "Ne Yapmalı?" adlı
yapıtında şu kâhince sözleri yazması elbette bir rastlantı değildir:
"Tarih bizi (yani rus Marksistlerini �/. St.) şimdi, herhangi bir başka
ülkenin proletaryasının önündeki bütün ivedi görevlerin en devrimcisi
olan bir görevle karşı karşıya getirmiştir." "Bu görevin
gerçekleştirilmesi, yalnızca Avrupa gericiliğinin değil, bilakis (şimdi
diyebiliriz ki) Asya gericiliğinin de en güçlü kalesinin yıkılması, Rus
proletaryasını uluslararası devrimci proletaryanın öncüsü yapacaktır."
(Bkz. Lenin, Seçme Eserler, C. 2, s. 50. [s. 58. �İnter Yayınlan.])
Başka bir deyişle, devrimci hareketin merkezi Rusya'ya kaymak
zorundaydı.
Bilindiği gibi, Rusya'da devrimin seyri, Lenin'in
bu öngörüsünü tamamıyla doğrulamıştır.
Tüm bunlardan sonra,
böyle bir devrimi yapmış ve böyle bir proletaryaya sahip olan ülkenin,
proleter devrimin teorisi ve taktiğinin doğum yeri olmuş olmasına
şaşılabilir mi?
Rusya proletaryasının önderinin, Lenin'in,
aynı zamanda bu teorinin ve taktiğin yaratıcısı ve uluslararası
proletaryanın önderi haline gelmiş olmasına şaşılabilir mi?
LENİNİZMİN
TEMELLERİ ÜZERİNE