SVERDLOV ÜNİVERSİTESİ'NDE VERİLEN
KONFERANSLAR
Nisan 1924
ULUSAL SORUN
Bu
konudan iki ana soruyu ele alacağım:
a) sorunun konuluşu;
b) ezilen halkların kurtuluş hareketi ve proleter devrim.
l �
Sorunun konuluşu. Son yirmi yıl içinde ulusal sorun çok önemli bir dizi
değişikliklerden geçti. İkinci Enternasyonal dönemindeki ulusal sorun
ile Leninizm dönemindeki ulusal sorun bir ve aynı şey olmaktan çok
uzaktır. Bunlar yalnızca kapsamları bakımından değil, tam tersine iç
karakterleri bakımından da birbirinden temelden ayrılmaktadır.
Eskiden ulusal sorun genellikle, esas olarak "uygar" milliyetleri
ilgilendiren dar bir sorunlar çemberi içinde kalırdı. İrlandalılar,
Macarlar, Polonyalılar, Finliler, Sırplar ve bazı başka Avrupa
milliyetleri � işte İkinci Enternasyonal önderlerinin yazgılarıyla
ilgilendikleri, tam haklarına sahip olmayan halklar bunlardı. Ulusal
baskının en kaba ve en zalim biçimlerine uğrayan Asya ve Afrika'nın on
milyonlarca ve yüz milyonlarca halkı, genelde onların görüş alanı
dışında kalırdı. Beyazlar ile siyahları, "uygarlar" ile "uygar
olmayanlar"ı bir tutmaya bir türlü karar verilemiyordu. Sömürgelerin
kurtuluşu sorunundan dikkatle kaçınan iki-üç anlamsız, sudan karar �
İkinci Enternasyonal önderlerinin övünebildikleri her şey bundan
ibaretti. Bugün, ulusal sorundaki bu ikiliğe ve yarım-gönüllülüğe artık
son verilmiş gözüyle bakılmalıdır. Leninizm, bu açık uygunsuzluğu,
beyazlar ile siyahlar arasındaki, Avrupalılar ile Asyalılar arasındaki,
emperyalizmin "uygar" ve "uygar olmayan" köleleri arasındaki bu ayrım
duvarını yıktı ve böylece ulusal sorunu sömürgeler sorunuyla bağladı.
Böylece ulusal sorun özel bir sorun, bir devletin iç sorunu olmaktan
çıkıp, genel ve uluslararası bir sorun haline, bağımlı ülkelerin ve
sömürgelerin ezilen halklarının emperyalizmin boyunduruğundan kurtuluşu
dünya sorunu haline geldi.
Eskiden ulusal sorun,
reformist bir bakış açısıyla, ayrı, bağımsız bir sorun olarak;
sermayenin iktidarı, emperyalizmin devrilmesi, proleter devrim genel
sorunuyla bağlantısız bir sorun olarak ele alınırdı. Sömürgelerdeki
kurtuluş hareketiyle doğrudan ittifak olmaksızın Avrupa'da
proletaryanın zaferinin mümkün olduğu, ulusal sorunun ve sömürgeler
sorununun sessizce, "kendiliğinden", proleter devrimin anayolunun
dışında, emperyalizme karşı devrimci mücadele olmaksızın çözülebileceği
sessizce varsaydırdı. Şimdi bu devrim karşıtı görüşün maskesi düşürülmüş
olarak görülmelidir. Leninizm tanıtlamış ve emperyalist savaş ile
Rusya'daki devrim doğrulamıştır ki, ulusal sorun ancak proleter devrim
ile bağlantı içinde ve proleter devrimin zemini üzerinde çözülebilir;
Batı'daki devrimin zafer yolu, sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin
emperyalizme karşı kurtuluş hareketiyle devrimci ittifaktan geçer.
Ulusal sorun, proleter devrimi genel sorunun bir parçası, proletarya
diktatörlüğü sorunun bir parçasıdır.
Sorun şudur:
Ezilen ülkelerin devrimci kurtuluş hareketlerinin bağrında var olan
devrimci olanaklar artık tükenmiş midir, tükenmemiş midir, ve eğer
tükenmemişse, bu olanaklardan proleter devrim için yararlanmak, bağımlı
ve sömürge ülkeleri emperyalist burjuvazinin bir yedek gücü olmaktan
çıkarıp devrimci proletaryanın bir yedek gücü, onun müttefiki yapabilmek
için gerekçeli bir umut var mıdır?
Leninizm bu soruya
olumlu yanıt verir, yani ezilen ülkelerin ulusal kurtuluş
hareketlerinin bağrında devrimci potansiyelin var olduğu görüşünü
savunur ve bunlardan, ortak düşmanın devrilmesi için, emperyalizmin
devrilmesi için yararlanmanın mümkün olduğu görüşündedir. Emperyalizmin
gelişme mekaniği, emperyalist savaş ve Rusya'daki devrim, Leninizmin bu
konuda vardığı sonuçlan tamamıyla doğrular.
"Egemen"
ulusların proletaryasının, ezilen ve bağımlı halkların ulusal kurtuluş
hareketlerini destekleme, kararlılıkla ve aktif bir şekilde destekleme
zorunluluğu buradan çıkar.
Bu elbette ki, proletaryanın
her ulusal hareketi her zaman ve her yerde, tek tek bütün somut
durumlarda desteklemek zorunda olduğu anlamına gelmez. Burada sözkonusu
olan, emperyalizmi sağlamlaştırmaya ve sürdürmeye yönelik hareketler
değil, onu zayıflatmaya, devirmeye yönelik ulusal hareketlerin
desteklenmesidir. Tek tek ezilen ülkelerin ulusal hareketlerinin,
proletarya hareketinin gelişmesinin çıkarlarıyla çatıştığı durumlar
vardır. Kendiliğinden anlaşılır ki, böyle durumlarda bir destek
sözkonusu olamaz. Ulusların haklan sorunu, soyut, kendi içine kapalı
bir sorun değil, tam tersine proleter devrimi genel sorununun bir
parçası, bütüne tabi ve bütünün bakış açısından görülmek zorunda olan
bir sorundur. Geçen yüzyılın kırklı yıllarında Marx, Polonyalıların ve
Macarların ulusal hareketinden yana, Çeklerin ve Güney Slavların ulusal
hareketine ise karşıydı. Neden? Çünkü Çekler ve Güney Slavları o
sıralar "gerici halklar"dı, Avrupa'daki "Rus ön karakolları" idi, oysa
Polonyalılar ve Macarlar mutlakiyete karşı mücadele eden "devrimci
halklar" idi. Çünkü o sıralar Çeklerin ve Güney Slavlarımn ulusal
hareketinin desteklenmesi, Çarlığın, Avrupa'daki devrimci hareketin en
tehlikeli düşmanının dolaylı desteklenmesi demekti.
"Demokrasinin tek tek talepleri", diyor Lenin, "bunlardan biri olarak
kendi kaderini tayin hakkı, mutlak birşey değildir, tam tersine,
ge-nel-demokratik (şimdi: genel-sosyalist) dünya hareketinin küçük bir
parçasıdır. Tek tek somut durumlarda parçanın bütünle çelişmesi
mümkündür, o zaman parça atılmalıdır." (Bkz. Lenin, Bütün Eserler, C.
19, s. 319, Rusça.)
İşte tek tek ulusal hareketler
sorununda, bu hareketlerin mümkün olan gerici karakteri sorununda durum
budur; elbette ki yalnızca, biçimsel bakış açısından, soyut haklar
bakış açısından değil, somut olarak, devrimci hareketin çıkarları bakış
açısından bakıldığında.
Aynı şeyi, genelde ulusal
hareketlerin devrimci karakteri için de söylemek gerekir. Ulusal
hareketlerin muazzam çoğunluğunun kuşku götürmez devrimci karakteri,
tıpkı tek tek bazı ulusal hareketlerin mümkün gerici karakterinin göreli
ve kendine özgü olması gibi, göreli ve kendine özgüdür. Emperyalist
baskı koşullan altında ulusal hareketlerin devrimci karakteri,
harekette mutlaka proleter öğelerin yer alması gerektiğini; hareketin
devrimci ya da cumhuriyetçi bir programa,demokratik bir temele sahip
olması gerektiğini önşart koşmaz. Afganistan Emiri'nin Afganistan'ın
bağımsızlığı için mücadelesi, Emir'in ve mücadele arkadaşlarının
monarşisi görüşlerine rağmen, nesnel olarak devrimci bir mücadeledir;
çünkü bu mücadele emperyalizmi zayıflatmakta, parçalamakta ve onun
altını oymaktadır; oysa örneğin Kerenski ve Tsereteli, Renaudel ve
Scheidemann, Çernov ve Dan, Henderson ve Clynes gibi "çaresiz"
demokratların ve "sosyalistlerin", "devrimcilerin" ve cumhuriyetçilerin
emperyalist savaş sırasındaki mücadelesi gerici bir mücadele idi; çünkü
emperyalizmi şirin gösteriyor, sağlamlaştırıyor ve zafere götürmek
istiyordu. Aynı nedenlerle Mısırlı tüccarların ve burjuva aydınların
Mısır'ın bağımsızlığı için mücadelesi, Mısır ulusal hareketinin
önderlerinin burjuva kökenine ve burjuva toplumsal konumuna rağmen,
nesnel olarak devrimci bir mücadele iken; İngiliz "İşçi" hükümetinin
Mısır'ın bağımlı konumunu sürdürmek için mücadelesi, bu hükümetin
üyelerinin proleter kökeni ve proleter toplumsal konumuna rağmen,
bunların sosyalizmden "yana" olmalarına rağmen, aynı nedenlerden ötürü
gerici bir mücadeledir. Hindistan ve Çin gibi, kurtuluş yolunda her
adımları biçimsel demokrasinin taleplerine pek uymasa bile, emperyalizme
indirilen güçlü bir balyoz darbesi olan, yani hiç kuşkusuz devrimci bir
adım olan daha başka, daha büyük sömürge ve bağımlı ülkelerin ulusal
hareketinden söz bile etmiyorum.
Lenin, ezilen
ülkelerin ulusal hareketinin biçimsel demokrasi bakımından değil, tam
tersine emperyalizme karşı genel mücadele bilançosundaki gerçek
sonuçları bakımından değerlendirilmesi gerektiğini, yani "soyutlanarak
değil, tam tersine dünya ölçüsünde" değerlendirilmesi gerektiğini
söylerken haklıydı (Bkz. Lenin, Bütün Eserler, C. 19, s. 318, Rusça).
2 � Ezilen halkların kurtuluş hareketi ve proleter devrim. Ulusal sorunu
çözerken Leninizm şu önermelerden yola çıkar:
a) Dünya
iki kampa ayrılmıştır: mali sermayeyi ellerinde tutan ve dünya nüfusunun
muazzam çoğunluğunu sömüren bir avuç uygar ulusların kampı; ve bu
çoğunluğu oluşturan, sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin ezilen ve
sömürülen halklarının kampı;
b) mali sermaye tarafından
ezilen ve sömürülen sömürgeler ve bağımlı ülkeler, emperyalizmin çok
büyük bir yedek gücünü ve çok önemli bir güç kaynağını oluşturur;
c) bağımlı ve sömürge ülkelerdeki ezilen halkların emperyalizme karşı
devrimci mücadelesi, onların baskıdan ve sömürüden kurtulmalarının
biricik yoludur;
d) en önemli sömürge ve bağımlı ülkeler, şimdiden
ulusal kurtuluş yolunu tutmuşlardır; bu, kaçınılmaz olarak, dünya
kapitalizminin bunalımına yol açacaktır;
e) gelişmiş ülkelerdeki
proletarya hareketinin ve sömürgelerdeki ulusal kurtuluş hareketinin
çıkarları, devrimci hareketin bu iki türünün ortak düşmana karşı,
emperyalizme karşı bir ortak cephede birleşmesini gerektirmektedir;
f) ortak devrimci bir cephe oluşturulup sağlamlaştırılmadan, gelişmiş
ülkelerde işçi sınıfının zaferi ve ezilen halkların emperyalizmin
boyunduruğundan kurtuluşu olanaksızdır;
g) ortak devrimci bir
cephenin oluşturulması, ezilen halkların "anavatan" emperyalizmine karşı
kurtuluş mücadelesi; ezen ulusun proletaryası tarafından doğrudan ve
kararlılıkla desteklenmeksizin olanaksızdır, çünkü "başka halkları ezen
bir halk özgür olamaz" (En-gels);
h) bu destek, ulusların ayrılma
hakkı, bağımsız devlet olarak var olma hakkı şiarının yüce tutulması,
savunulması ve gerçekleştirilmesi demektir;
i) bu şiar
gerçekleştirilmeksizin, ulusların, tüm dünyada sosyalizmin zaferinin
maddi temelini oluşturan yekpare dünya pazarı içinde birleşmelerini ve
işbirliğini sağlamak olanaksızdır;
k) bu birlik, halkların
karşılıklı güveni ve kardeşçe ilişkileri temelinde oluşan yalnızca özgür
bir birlik olabilir.
Buradan, ulusal sorunda iki yan, iki eğilim
ortaya çıkar: emperyalist zincirlerden siyasi kurtuluş ve bağımsız
ulusal devlet kurma eğilimi �bu, emperyalist baskı ve sömürge sömürüsü
temelinde ortaya çıkan bir eğilimdir; ve ulusların iktisaden
birbirlerine yaklaşmaları eğilimi� bu, dünya pazarının ve dünya
iktisadının oluşmasından ortaya çıkan bir eğilimdir.
"Gelişmekte olan kapitalizm", der Lerıin, "ulusal sorunda iki tarihi
eğilim tanır. Birinci eğilim: Ulusal yaşantının ve ulusal hareketlerin
uyanışı, her türlü ulusal baskıya karşı mücadele, ulusal devletlerin
yaratılması. İkinci eğilim: Uluslararasmdaki çok çeşitli bağların
gelişmesi ve çoğalması, ulusal çitlerin yıkılması, sermayenin, genelde
iktisadi yaşamın, siyasetin, bilimin vs. uluslararası birliğin
yaratılması. Her iki eğilim de kapitalizmin evrensel yasasıdır.
Birincisi kapitalist gelişmenin başlangıç aşamasında ağır basar;
ikincisi olgunlaşmış, sosyalist topluma dönüşmeye doğru yol alan
kapitalizmi belirler." (Bkz. Lenin, Bütün Eserler, C. 18, s. 166,
Rusça.)
Emperyalizm açısından bu iki eğilim, uzlaşmaz
çelişkilerdir; çünkü emperyalizm, sömürgeleri sömürmeksizin ve onları
şiddet yoluyla "yekpare bütün"ün çerçevesi içinde tutmaksızın yaşayamaz;
çünkü emperyalizm yalnızca, onlar olmaksızın genelde düşünülemeyecek
olan ilhaklar ve sömürge fetihleri yoluyla ulusları birbirine
yaklaştırabilir.
Buna karşılık komünizm için ise bu iki
eğilim, bir ve aynı şeyin, ezilen halkların emperyalizmin
boyunduruğundan kurtuluşu davasının iki yönüdür; çünkü komünizm,
halkların yekpare dünya iktisadında birleştirilmelerinin ancak
karşılıklı güven ve özgür anlaşma temelinde mümkün olduğunu bilir,
halkların özgür bir birliğinin yaratılması yolunun, sömürgeleri
"yekpare" emperyalist "bütün"den ayrılmasından, onların bağımsız
devletlere dönüşmesinden geçtiğini bilir.
Egemen
ulusların (İngiltere, Fransa, Amerika, İtalya, Japonya vb.) kendi
emperyalist hükümetlerine karşı mücadele etmek istemeyen; "kendi"
sömürgelerinin ezilen halklarının baskıdan kurtulma, devlet olarak
ayrılma mücadelesini desteklemek istemeyen "sosyalistlerinin" büyük güç
şovenizmine karşı inatçı, sürekli ve kararlı mücadele zorunluluğu
bundan ötürüdür.
Bu mücadele olmaksızın, egemen ulusların
işçi sınıfını hakiki enternasyonalizm ruhuyla, bağımlı ülkelerin ve
sömürgelerin emekçi kitlelerine yakınlaşma ruhuyla, proletarya
devrimine gerçekten hazırlanma ruhuyla eğitmek düşünülemez. Eğer Rus
proletaryası, eski Rus imparatorluğunun ezilen halklarının sempatisine
ve desteğine sahip olmasaydı, Rusya'da devrim zafere ulaşmazdı ve
Kolçak ve Denikin yenilmezdi. Ama bu halkların sempati ve desteğini
kazanmak için o, her-şeyden önce, Rus emperyalizminin zincirlerini
parçalamak ve bu halkları ulusal baskıdan kurtarmak zorundaydı. Aksi
takdirde, Sovyet iktidarını sağlamlaştırmak, hakiki enternasyonalizmi
sağlamak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adını taşıyan ve
halkların yekpare bir dünya iktisadındaki gelecekteki birliğinin yaşayan
örneği olan, halkların işbirliğinin büyük örgütünü yaratmak olanaksız
olurdu.
Kendi ulusal dargörüşlülüklerini aşmak
istemeyen ve kendi ülkesinin kurtuluş hareketi ile egemen ülkelerin
proletarya hareketi arasındaki bağıntıyı kavramayan ezilen ülkelerin
sosyalistlerinin ulusal içe kapanıklığına, dargörüşlülüğüne ve
yalıtıklığına karşı mücadele zorunluluğu bundan ötürüdür.
Bu
mücadele olmaksızın, ezilen ulusların proletaryasının bağımsız bir
siyaset izleyebilmesi ve ortak düşmanın devrilmesi için mücadelede,
emperyalizmin devrilmesi için mücadelede egemen ülkelerin
proletaryasıyla sınıf dayanışmasını gerçekleştirebilmesi düşünülmezdi;
Bu mücadele olmaksızın, enternasyonalizm olanaksız olurdu.
Egemen ulusların ve ezilen ulusların emekçi kitlelerini devrimci
enternasyonalizm ruhunda eğitmenin yolu budur.
İşçilerin enternasyonalizm ruhunda eğitilmesine ilişkin komünizmin
ikili görevi hakkında Lenin şunları söylüyor:
"Bu
eğitim... büyük, ezen uluslar ve küçük, ezilen uluslar, ilhak eden ve
ilhak edilen uluslar için somut olarak birbirinin aynı olabilir mi?
Elbette ki olamaz. Ortak hedefe; tam hak eşitliğine, bütün ulusların en
sıkı yakınlaşmasına ve sonra da kaynaşmasına giden yol; örneğin tıpkı
bir kitap sayfasının ortasında bulunan bir noktaya giden yolun;
sayfanın bir kenarından sola doğru, karşı kenarından ise sağa doğru
gitmesi gibi, burada da elbette çeşitli somut yollardan geçecektir.
Büyük, ezen, ilhakçı bir ulusun bir sosyal-demokratı, bir yandan
genelde ulusların kaynaşmasını savunurken, 'kendi' Nikolaus H'sinin,
'kendi' Wilhelm, George, Poincare vs.sinin de küçük uluslarla (ilhaklar
yoluyla) kaynaşmasından yana olduğunu bir an bile unutursa, �Nikolaus II
Galiçya ile 'kaynaşmaktan' yanadır, Wilhelm II Belçika ile
'kaynaşmaktan' yanadır vs.�, böylesi bir sosyal-demokrat teoride gülünç
bir doktriner, pratikte ise emperyalizmin bir suç ortağı olur.
Ezen ülkelerdeki işçilerin enternasyonalist eğitiminin ağırlık
noktasında, kayıtsız koşulsuz, ezilen ülkelerin ayrılma özgürlüğünü
propaganda etmek ve savunmak zorundadır. Bu olmaksızın
enternasyonalizm olmaz. Bu propagandayı yapmayan bir ezen ulusun her
sosyal-demokratını, emperyalist ve alçak saymak hakkımız ve
görevimizdir. Sosyalizmin gerçekleşmesinden önce ayrılma olayı binde bir
olayda bile mümkün ve 'gerçekleştirilebilir' olsa da, bu mutlak bir
taleptir...
Öte yandan, küçük bir ulusun
sosyal-demokratı, ajitasyonunda ağırlık noktasını genel formülümüzün
ikinci kelimesine vermelidir: ulusların 'özgür birliği'. O, bir
enternasyonalist olarak yükümlülüklerini zedelemeksizin, hem kendi
ulusunun siyasi bağımsızlığından, hem de komşu devlet X, Y, Z, vs.ye
katılmasından yana olabilir. Ama o, her durumda, ulusal dargörüşlülüğe
içe kapanıklığa ve yalıtıklığa karşı, ve bütünün ve genelin hesaba
katılması, parçanın çıkarlarının, bütünün çıkarlarına tabi kılınması
için mücadele etmelidir.
Sorunu derinlemesine
incelememiş kişiler, ezen ulusların sosyal-demokratları 'ayrılma
özgürlüğü' üzerinde ısrar ederken, ezilen ulusların sosyal-demokratlarm
'birleşme özgürlüğü' üzerinde direnmelerinin 'çelişkili' olduğunu
düşünüyorlar. Ama üzerinde biraz düşününce, enternasyonalizme ve
ulusların kaynaşmasına giden bir başka yol, verili durumdan bu hedefe
giden bir başka yol olmadığı ve olamayacağı görülecektir." (Bkz. Lenin,
Bütün Eserler, C. 19, s. 324-326, Rusça.)
LENİNİZMİN
TEMELLERİ ÜZERİNE