Narodnizmin Ekonomik İçeriği ve Onun Bay Struve’nin Kitabındaki Eleştirisi
(Marksizmin Burjuva Yazınındaki Yansıması)
<<<< Onun Bay Struve’nin
Kitabındaki Eleştirisi
P. Struve. Rusya’nın Ekonomik Gelişmesi Konusunda Eleştirel Gözlemler. St.
Petesburg, 1894
Bay Struve’nin söz konusu kitabı Narodnizmin sistemli bir eleştirisidir.
Narodnizm bu kitapta geniş anlamda alınmış, yani en önemli ve iktisat
sorunlarına belirli bir çözüm getiren bir görüş ve bir “iktisadi siyaset
ilkeleri sistemi” olarak ele alınmıştır (s. VII). Bu sorunu ortaya koymak bile,
kitabı ilginç kılmağa yeterlidir, ama, daha da önemli olan eleştirinin kalkış
noktası olan görüştür. Bu görüş hakkında yazar Önsöz’de şöyle diyor:
“Bazı temel konularda, yazın ve yayın alanında daha önce öne sürülmüş olan
görüşlere katılmakla beraber, (yazar) kendini herhangi bir görüşe hiçbir zaman
bağlı saymamıştır. Ortodoslukla bulaşmamıştır”(s. IX).
Kitabın içeriği, “yazın ve yayın alanında daha önce öne sürülmüş görüşler”
sözlerinden Marksist görüşleri anlamak gerektiğini açıkça gösteriyor. Şu halde,
yazarın kabul ettiği bu birkaç “marksist” temel tez hangileri, reddettikleri
hangileridir? Bunları niçin ve ne ölçüde kabul ya da reddediyor? Bu soruya
doğrudan doğruya karşılık verilmiyor. Bu nedenle, bu kitapta Marksizme yüklenen
şeyin ne olduğunu —bu doktrinin yazarca kabul edilen tezleri nelerdir, bu
tezleri ne dereceye kadar doğru olarak uyguluyor, bu doktrinin hangi tezlerini
reddediyor ve bundan doğan sonuçlar nelerdir, bunları— aydınlatmak için, bu
eseri kılı kırk yararcasına tahlil etmek şarttır.
Eserin içeriği son derece çeşitlidir. Yazar, ilk önce bize halkçılar tarafından
benimsenen “sosyolojideki sübjektif (öznel) metodu” açıklıyor, bu metodu
eleştiriyor ve bunun karşısına “tarihsel ekonomik materyalizmi” metodunu
çıkarıyor. Sonra, bir yandan, “evrensel deneyime” (s. IX), öte yandan, Rusya’nın
iktisadî tarihinden ve Rus gerçeğinden alınan olaylara dayanarak, halkçılığın
iktisadî görüşünü eleştiriyor. Buna paralel olarak halkçılığın iktisat
siyasetini eleştirmeye çalışıyor. İncelenen konuların böyle çeşitli oluşu (sosyal
düşüncemizin en önemli akımlarından birini eleştiriye girişilince, bundan
katiyen kaçınılmaz), yapılacak tahlilin şeklini de tayin etmektedir. Yazarın öne
sürdüğü kanıtlardan her biri üzerinde durarak yaptığı açıklamaları adım adım
izlemek gerekiyor.
***
Ama, kitabın tahliline girişmeden önce, ayrıntılı bir açıklama yapmak bana
gerekli gibi göründü. Bu makalenin konusu, Bay Struve’nin kitabını (yalnız
“bazı” temel sorunlarda değil) “bütün ana sorunlar”da “yazın ve yayın alanında
daha önce öne sürülmüş görüşlere” katılan bir kimsenin görüşünden hareket
edilerek eleştirilmektedir.
Bu görüşler liberal ve halkçı gazetelerde —eleştirilmek için— önceleri birçok
defalar açıklanmış, ama bu açıklama bu görüşleri korkunç şekilde bulandırmıştı.
Bu da yetmiyormuş gibi, hegelciliği, “her memleketin kapitalizm safhasından
mutlaka geçmek zorunda olduğu inancı”nı, Novoye Vremya (Yeni zamanlar) dergisine
yaraşır daha birçok saçmalıkları gelişi güzel birbirine karıştırmakla, bu
açıklama bu görüşleri tanınmaz hale getirmiştir.
En çok bozulan, tanınmaz hale getirilen de, doktrinin pratik yönü, Rusya’ya
uygulanmasıyla ilgili olan yönüdür. Rus Marksizminin bambaşka bir Rus gerçeği
görüşünden hareket ettiğini anlamak istemeyen liberallerimiz ve halkçılarımız
doktrini, gerçeği bu eski tasavvur ediş tarzlarıyla karşılaştırmışlar;
vardıkları sonuçlar yalnız sağduyuya aykırı olmakla kalmamış, Marksistleri de en
gülünç suçlamalar altında bırakmıştır.
Onun için, halkçılık karşısındaki kendi tutumunu önceden iyice tayin etmeden,
Bay Struve’nin kitabını tahlile girişmek bana imkânsız gibi görünüyor. Bundan
başka, marksçılığm yalnız doktriner yüzüne bağlanıp, pratik sonuçları adeta
tamamıyla yüzüstü bırakan kitabın birçok kısımlarını anlaşılabilir hale getirmek
için, Narodnik ve Marksist görüşleri önceden karşılaştırmak şarttır.
Bu karşılaştırma, Narodnizm ile Marksizmdeki ortak hareket noktalarının neler
olduğunu, bu doktrinlerin temel olarak nerde birbirinden farklı olduğunu bize
gösterecektir. Onun için, eski Rus halkçılığından hareket etmek daha yerinde ve
daha uygun olur. Çünkü, önce, bu halkçılık Ruskoye Bogastsvo (Rus zenginliği -ç.n.)
soyundan basın organlarınca temsil edilen günümüzdeki halkçılıktan kat kat
üstündür; sonra da, halkçılığın en iyi taraflarını —ki, marksçılık da bazı
bakımlardan bunlara katılır— daha tam bir şekilde ortaya koymaktadır.
Eski Rus halkçılığının bu profession de foi‘larından [inanç, düşünce beyanı
anlamında Fransızca deyim - ç.n.] birini ele alalım, ve yazarı adım adım
izleyelim.
BİRİNCİ BÖLÜM
Narodnik bir Profession de Foi Üzerine Satır Satır Bir Yorum
Oteçestvenniye Zapiski‘nin [Vatan Haberleri - ç.n] CCXLII. cildinde “Narodnik
tarlada yeni biten sürgünler” adlı, Rus liberalizmi karşısında, Narodnizmin
ilerici taraflarını belirten imzasız bir makale var.
Yazar, “günümüzde halk içinden çıkmış ve toplumun en yüksek basamağına yükselmiş
insanlar” aleyhinde bulunmak “adeta bir ihanettir” diyerek söze başlıyor.
“Geçenlerde edebiyat alanında eşeğin biri, Zlatovratski’nin kitabı hakkında kısa
bir eleştiri yazısı için Oteçestvenniye Zapiski dergisine halk hakkında
beslediği karamsarlığından ötürü çifte attı; oysa, bu eleştiri yazısında,
genellikle, paranın yıpratıcı ve bozucu etkisi üstüne söylenmiş sözlerden başka
karamsar hiçbir şey yoktu. Daha sonra, Gleb Uspenski son denemelerine bir yorum
yazınca (Oteçestvenniye Zapiski, 1878, sayı 11), liberal bataklık, tıpkı
masaldaki gibi, dalgalandı; hiç beklenmediği halde, birden ortaya halkın öyle
çak savunucusu çıktı ki, halkın bu kadar dostu olduğunu öğrenip doğrusu biz de
şaşa kaldık… Köyden, delikanlıların ya da soylu denilen bayların, uşakların,
genç tacirlerin aşk masalı anlattıkları güzel kızdan söz eder gibi söz
edildiğini işitince., buna evet dememek elde mi?.. Köyün kusurlarını söylemek,
nasıl ona düşman olmak demek değilse, köye serenadlar söylemek ve “göz süzmek”
de, onu sevmek ya da beğenmek demek değildir. Uspenski’ye sorsanız, «geleceğin
teminatı olarak köye mi yoksa eski soylu rejime ve yeni burjuva rejimine mi
inanırsınız?” deseniz: “köye” diye cevap vereceğinden hiç tereddüt edilebilir
mi?”
Bu parça büyük bir önem taşıyor. İlk önce, halkçılığın özünü, yani köylünün,
küçük üreticinin görüşünden hareketle, Rusya’daki toprak köleliği rejimi ile
burjuva rejiminin şiddetle aleyhinde olduğunu açıkça göstermektedir. İkincisi,
tamamiyle düşüncede kalan bu şiddetle aleyhinde almanın, olaylara sırtını
çevirdiğini ortaya koyuyor.
“Köy”ün feodalite ya da burjuvazi dışında bir varlığı, hayatı, var mıdır? Köy,
her biri kendi hesabına hareket eden, bu iki rejim temsilcilerinin dün yarattığı
bir şey değil miydi, bugün de böyle değil midir? Köy, kesinlikle, hem «eski
feodaliteye, hem de yeni burjuvaziye bağlıdır. İmkânları dikkate almayıp, yalnız
gerçeğin basit bir gözlemi ile yetinirseniz (yapılan da zaten budur), onda
hiçbir üçüncü kuruluşu göremezsiniz. Halkçıların yalnız bir teşekkül bulmaları,
ağaçların ormanı görmelerine engel olmasından, türlü köy cemaatlarının toprak
mülkiyeti arkasında Rus toplumunun iktisadî teşkilâtını bütünü ile görmelerinden
ileri gelmektedir. Köylüyü ticaret eşyası (meta) üreticisi haline getiren bu
teşkilât, bu köylüden bir küçük burjuva, tek başına pazar hesabına çalışan küçük
bir patron yaratmaktadır. Ondan sonra ,bu teşkilât artık «geleceğin teminatı» nı
geride aramak imkânını ortadan kaldırır; bu teminatı, ileride aramaya zorlar.
Bu, «köyjde» aranamaz: Çünkü feodalite ile burjuvazinin birbiri içine girmesi,
köyde emeğin durumunu korkunç bir şekilde kötüleştirmekte ve bu iki rejim ile
emeğin menfaatlarç arasiındaki çatışma yeteri kadar belirmediğinden, emeğin «yeni
burjuva rejimi» nin güçlü kuvvetlerine karşı mücadele etmek imkânları ortadan
kalkmaktadır. Bu teminat ileride, ama, «yeni burjuva rejimi» içinde aranır;
çünkü, tamamıyla gelişmiş olan bu yeni rejim «eski feodalitelerin çekileceğini
ortadan kaldırıp, köyde henüz gizli ve tohum halinde bulunan sosyal zıtlığı
keskinleştirmek ve aydınlatmak suretile emeği sosyalleştirmiştir.
Şimdi hem halkçılığa, hem de marksçılığa götüren akideler arasındaki, bunların
Rus gerçeğini ve tarihini ele alış tarzları arasındaki teorik ayrılıklara işaret
etmemiz gerekiyor.
Biz yine yazarı izleyelim.
Yazar «asi ruhlara» güvenle söylüyor ki, Uspenski halkın yoksulluğu ile halkın
ahlâkı arasındaki münasebeti:
“Birçok köy hayranlarından daha iyi kavramıştır… Bu hayranlar için köy.,
günümüzde, zekâdan ve pratik anlayıştan yoksun olmayan bütün burjuvaların hemen
her zaman ellerinde bulundurdukları liberal pasaport gibi bir şeydir.”
“Geleceğin teminatı” diye bağlandığı şeyin “liberal pasaport” haline gelmesi,
emeğin çıkarlarını temsil etmek arzusunda cilan bir insan için üzücü ve keder
verici bir şeydir; Bay halkçı, geleceğin teminatı denilen şeyin liberal pasaport
haline gelmesini nasıl açıklayacaksınız? Bu gelecek, burjuvaziyi içinden
atacaktır. Ama, buna varmak için tuttuğunuz yol, «pratik anlayıştan ve zekâdan
yoksun olmayan burjuvalar» tarafından düşmanca karşılanmak şöyle dursun, aksine,
«pasaport» olarak seve seve karşılanmıştır.
“Geleceğin teminatı”nı, «pratik anlayıştan ve zekâdan yoksun olmayan
burjuvalarsın egemen oldukları rejimdeki sosyal zıtlıkların henüz az
geliştikleri, tohum halinde bulundukları yerde aramayıp da, bu zıtlıkların
sonuna kadar geliştiği yerde, geçici ve eksik tedbirlerin tabiî ki yetmediği
yerde, emekçilerin isteklerinin sömürülemeyeceği yerde, meselenin açıkça oraya
konduğu yerde arayacak olursanız, bu şaşkın davranışın gerçekten aklın alacağı
bir şey olacağını sanır mısınız?
Kendiniz de biraz aşağıda demiyor musunuz ki:
“Halkın eylemsiz dostları şu tek basit şeyi anlamak istemiyorlar : Toplumdaki
bütün güçler dağılıp birbirine karşıt iki güç haline gelir ve mücadeleye
katılmamış görünen eylemsiz güçler aslında, belli bir anda üstün gelen güce
yardım etmiş olur” (s. 132).
Bu nitelik köye de uygulanamaz mı, Köy «bu birbirine karşıt güçler» den, bu,
mücadeleden habersiz yaşayan ayrı bir âlem mi? Köyü, hiç tereddütsüz üstünlüğü
kazanan güce hizmet ediyor diye dikkate alamaz mıyız? Mücadele söz konusu olur
olmaz, bu karşıt güçleri birbirinden kesin olarak ayırmaya ve asıl düşmanı
görmeye engel olan bir sürü yabancı olanlar yüzünden bu mücadelenin karmaşık
hale geldiği yerden işe başlamak mantıklı olur mu? Makalenin sonunda yazar
tarafından öne sürülen programın son noktası —«halk sanayiinin
teşkilâtlandırılması»— yalnız mücadelenin var olduğunu kabul etmekle kalmayıp,
mücadelenin daha şimdiden zaferle sonuçlandığını bile kabul ettiğine göre, bu
programın —eğitim, köylü toprak mülkiyetinin genişletilmesi, vergilerin
azaltılması— zaferi kazanmış olanı ne olursa olsun etkilemeyeceği aşikâr değil
midir? Sizin bile inkâr edemediğiniz zıtlığı programınız reddetmektedir. Onun
için, bu program, «yeni burjuva rejiminin efendilerini korkutmak için
yaratılmamıştır. Bunun «liberal pasaport» hizmeti görmekten başka bir şeye
yaramaması da işte bundan ötürüdür.
«Köyü soyut bir kavram olarak alanlar, Rus köylüsünü kendi güzelliğine hayran
olarak kendi başına yaşayan bir kimse sayanlar, köyü göklere çıkaranlar ve
kendisine mahveden bütün etkilere karşı gayet iyi direnmesi gerekir, dedikleri
zaman, yanlış bir yola sapmış oluyorlar. Köy, kendisini her Allahın günü her
kapik uğrunda döğüşmeğe zorlayan şartlar içinde bulunur da, tefeciler tarafından
soyulur, kulaklar tarafından aldatılır, büyük toprak sahipleri tarafından
kendisine zulüm ve işkence edilir ve ara sıra nahiye idaresi binasında
kırbaçlanır da, bütün bunların maneviyatı üstünde hiç etkisi olmaz olur mu?
Ruble denilen şu kapitalizm avı ovalardaki manzarada ön plânda yer almışsa,
bütün bakışları, bütün düşünceleri ve bütün gönülleri kendine çekmişse, hayatın
amacı ve ferdî kabiliyetlerin ölçüsü haline gelmişse, hiç bu olay gizlenebilir
mi, Rus köylüsü her türlü çıkar endişesinden uzaktır, bu köylünün hiç paraya
ihtiyacı yoktur denebilir mi? Köy farklılaşmağa doğru giderken, semiren kulak en
zayıf köylülerini ziraat işçileri haline getirmek için köleleştirmeğe, ortak köy
ziraatı sistemini mahvetmeğe çalışırken, size soruyorum, hiç bu olaylar
gizlenebilir mi? Bu olayların daha geniş bir şekilde ve ayrıntılariyle
açıklanmasını arzu edebiliriz; bunları yoksulluğun insanı alçaltan şartlarile
izah edebiliriz (açlık insanı hırsızlık etmeğe, adam öldürmeğe, hatta insanları
birbirini yemeğe bile zorlar), ama, bu olayları gizlemek katiyen imkânsızdır.
Bunları gizlemek, üzücü olayların korkunç nispetlere varacağı güne kadar bugünkü
durumu savunmak, ünlü laissez faire, laissez aller(*)yi savunmak demektir.
Gerçeği süslemek püslemek hiçbir şeye yaramaz.
Yine tekrar edelim ki, köyün niteliği ne kadar güzel belirtiliyor, ama,
çıkarılan sonuçlar ne kadar cılız! Olaylar ne kadar sadakatla kavranmış, ama,
bunların açıklanması, yorumu ne kadar da zavallıca! İşte yine emeğin
savunmasıyla ilgili arzular ile bunları gerçekleştirme çareleri arasında derin
bir uçurum açılıyor; yazara göre, köyde kapitalizm «üzücü bir olgu» dan başka
birşey değildir. Kapitalizmi büyük çapta şehirde de gördüğü halde, kapitalizmin
yalnız bütün millî çalışma alanlarını kendine kul köle etmekle kalmayıp, kendini
halktan gösterip ve halk adına birtakım burjuva tedbirleri alınmasını teklif
eden «ilerici» edebiyatı bile kendine kul köle ettiğini gördüğü halde, bunda
toplum iktisadımızın özel bir teşkilâtı söz konusu olduğunu ka-
(*) Rusça metinde fransızca olan bu sözler liberal iktisadın ana prensibi olup «bırak
yapsın, bırak gitsin» manasına gelir, (çev.)
bul etmek istemiyor; bunun «insanı alçaltan şartlar» dan doğmuş üzücü bir
olgudan başka birşey almadığı düşüyle avunuyor. Hem de, eğer, diyor, devletin
karışmazlık (ademi müdahale) nazariyesine dört elle sarılmamış olsa, bu şartlar
pekâlâ ortadan kaldırılabilir! Evet, işimiz eğer’e kaldıysa, vay halimize!..
Oysa, Rusya’nın henüz karışmazlık siyaseti filân bildiği yok. Her zaman müdahale
var olmuştur Hem de burjuvazi yararına. Bay Struve’nin de dediği gibi, ancak «sakin
bir kuşluk uykusu» nun verdiği tatlı sükûn ve huzur, bu durumun «sınıflar
arasındaki güçler ilişkisinde bir değişiklik» olmaksızın değiştiğini görmek
umudunu doğurabilir.
«Unutuyoruz ki, toplumumuzun siyasî, medenî, v.b. bir ideale ihtiyacı vardır;
çünkü, bu ideale kavuşunca, artık hiçbir şey düşünmemek hakkını kazanacaktır.
Yine unutmayalım ki, toplum bu ideali gürbüz bir genç merakiyle aramaz, sakin
bir kuşluk uykusunun rahat ve huzuru içinde arar; bu ideale kavuşmak konusunda
beslediği hülyayı kaybetmez. Hiç değilse, büyük çoğunluğu ile, toplumumuzun hali
budur. Doğrusunu söylemek-gerekirse, toplumumuzun hiç ideale ihtiyacı yoktur;
çünkü, karnı iyice toktur, vücudunun fizyolojik görevleriyle bol bol
yetinmektedir.»
Şimdi kimin daha tutarlı olduğu sorulabilir: Bu «toplum» etrafında çoğalmağa ve
kendini göstermeğe devam eden, bu toplumu «yükselen» kapitalizmin yazarın
kullandığı deyimle, bu «tehdit edici hastalığın»
(*) Kim neyi tehdit ediyor? Vücudun fizyolojik görevlerini tehdit eden mi var?
Kapitalizm bu görevleri «tehdit etmek» şöyle dursun, aksine, en nefis ve en
görülmedik yemekler vade-diyor.
(*) dehşetlerini hatırlatarak eğlendiren, temsil-
çilerini «bizim» saptığımız yanlış yoldan ayrılmağa davet eden, v.b. halkçılar
mı, yaksa, toplumdan kesin olarak ayrılacak kadar «dar kafalı» olan, yalnız
vücudun fizyolojik görevleri ile «yetinmeyenlere» ve yetinemeyenlere, ve ideali
bir ihtiyaç sayıp, günlük yaşayışlarında idealsiz edemeyenlere başvurmanın
gerekli olduğuna hükmeden marksçılar mı daha tutarlı? özel bir yatılı okulda
okuyan bir genç kızın zihniyeti bu, diye devam ediyor yazar:
“Bu, düşünce ve duygunun kökünden bozulduğu anlamına gelir… Bu derece iyi
gizlenmiş, bu derece incelmiş, bu derece saf ve aynı zamanda da böyle köklü
ahlâk bozukluğu hiç görülmemiştir. Bu ahlâk bozukluğu tamamiyle çağdaş
tarihimizin, burjuva kültürünün (daha doğrusu, burjuva rejiminin, ya da
kapitalist rejimin, K.T. (**), derebeylik alanında, soylu duygululuğundan,
cahillikten ve tembellikten doğmuş kültürün bıraktığı mirastır. Burjuvazi hayata
kendi bilmini, kendi ahlâk anlayışını ve kendi safsatalarını getirmiştir.”
Yazar, biricik çıkar yolun hangisi olsuğunu anlayacak kadar, gerçeği kavramış
gibi gelecektir. Eğer, bütün kötülük bizim burjuva kültürümüzden geliyorsa,
demek ki, «geleceğin teminatı» ancak bu burjuvazinin «tam aksi olan şey» de
olabilir, çünkü, yalnız bu şey, bu «burjuva kültür» den tamamiyle ayrılmıştır.
Çünkü yalnız bu şey bu kültürün amansız düşmanıdır ve içinde «liberal
pasaportlar» in yer alabileceği bütün o uzlaşmalardan hiç birine yanaşmamaktadır.
(**) K.T. Lenin’in kullandığı takma adlardan biri olan K. Tulin’in ilk
harfleridir.
Ama, yok. İnsan kendini daha da hülyalara kaptırabilir. «Kültür», gerçekten, «burjuva
zihniyetinden,
ahlâk bozukluğundan başka birşey değildir. Ama, bu kültür -yalnız feodalizmden
doğmuş bir sonuç (bu kültürün çağdaş tarih, feodaliteyi yıkan bu tarih
tarafından yaratılmış olduğunu yazarın kendisi de demincek itiraf etmedi mi?),
tembellikten doğmuş bir sonuçtur; şu halde, bu kültür derin kökleri olmayan,
gelip geçici bir şeydir, v.b, v.b. Bundan sonra, yazarın olaylara sırtını
döndüğünü ve «birbirine karşıt güçlerin var olduğu gerçeğine gözlerini kapayarak,
birtakım duygulu hülyalara daldığını göstermekten başka anlamı olmayan birtakım
cümleler geliyor. İyisi mi, siz yazarın kendisini dinleyiniz :
«(Burjuvazinin) bunları (bilim, ahlâk kurallarını) üniversite kürsülerine,
edebiyata, mahkemelere ve hayatın bütün öteki alanlarına yerleştirmeğe ihtiyacı
vardır. (Yukarıda gördük ki, burjuvazi bunları köy kadar derin bir «hayat
alanına» çoktan yerleştirmiştir, K.T.). İlk önce, burjuvazi bu iş için yeteri
kadar yetkin insanlar bulamıyor, başka gelenekleri olan birtakım kimselere
başvurmak zorunda kalıyor (Rus burjuvazisi «insan bulamayacak» ha?! Bu iddia
çürütülmeğe bile değmez; çünkü, daha ileride yazar kendi kendini çürütecektir.
KT.) Bu kimseler (Rus kapitalistleri mi? K.T.) hiçbir yetenek sahibi değildirler,
tereddüt ederek adım atarlar, hareketleri acemicedir; (bu kimseler yüzde on ve
yüzde yüz kâr etmesini bilecek her yerde truck – system (1) i uygulamasını
bilecek kadar «kendilerine güvenleri» vardır; haklar koparmasını bilecek kadar «hünerledirler.
Böyle bir zevzeklik olsa olsa bu kimselerin yaptıkları baskıya doğrudan doğruya
maruz kalmamış bir insanın aklına bir küçük burjuvanın aklına gelebilir, K.T);
bunlar Avrupa burjuvazisini taklite özenirler, yabancı memleketlerden birtakım
kitaplar getirtirler, bilgi sahibi olurlar (bizde «burjuva kültürü» nün
cahillikten doğduğu hakkındaki kendi uydurduğu masalın zevzeklikten başka bir
şey olmadığını, bakınız, yazarın kendisi de itiraf etmek zorunda kalıyor. Bu
masal doğru değildir. 1861 reformundan sonra, Rusya’ya «fikir kültürünü», «edindiği
bilgiyi veren burjuva kültürünün ta kendisidir. «Gerçeği aldatıcı bir şekil
altında gizlemek», düşmanı güçsüz ve dayandığı temeli sallanır göstermek istemek,
«hiç bir zaman bir işe yaramamıştır», K.T). Bir bakarsınız, geçmişin hasretini
çekerler; bir bakarsınız, gelecekten endişe ederler; çünkü, burjuvazi sonradan
görme küstahın biridir, bilimsel eleştiri karşısında ayakta duramaz, ahlâk
kurallarının hiçbir değeri yoktur, diyen birtakım seslerin yükseldiğini
duymaktadırlar.»
Rus burjuvazisi mi «geçmişin hasreti» ni çekecek, bu burjuvazi mi «gelecekten
endişe edecek»? Haydi canım, siz de! Birtakım kimseler, «burjuvazinin ehliyet
sahibi almadığı» na dair yükselen seslerden burjuvazinin heyecana kapılacağını
iddia ederek, zavallı Rus burjuvazisine son derece yüklenmekten, iftira etmekten
zevk alıyorlar, diyeceği geliyor insanın! Oysa, gerçek bunun tam tersi değil mi?
Çok paylanınca, asıl şaşıran bu «sesler» dir, «gelecekten endişe etmeğe» asıl
kendilerini kaptıran bu seslerdir, demek daha doğru olmaz mı?…
Bu kimseler, bu hallerine bakmayıp, bir de kalkmış, hayrete düşmüş insan rolü
oynuyorlar ve kendilerine niçin romantik muamelesi edildiğini anlamazlıktan
geliyorlar!…
«Bununla beraber, insanın cankurtaran gibi bir
şeye de yapışması şart. Burjuvazi çalışmaya gitmeyi rica etmez, emreder, hem de
ölümle tehdit ederek. (*) Çalışmaya gitmezsen, ekmeksiz kalırsın. Ya sokak
ortasında durup. «Emekli yoksul bir yüzbaşıya merhamet ediniz!…» diye bağırmak
zorunda kalırsın, ya da açlıktan geberir gidersin. Bak, işte çalışma başlıyor.
Bir cızırtı, bir gıcırtı sesi duyuluyor. Karma karışık bir demir şangırtısıdır
gidiyor. Bir dakikacık gecikmeye kat-lanamıyan sıkı bir çalışma. Sonunda makina
işlemeğe başlıyor. Gıcırtı ve gürültü patırtı hafifler gibi oluyor, makinanın
bütün kısımları iyi işler gibi görünüyor, sakar bir kitlenin çatırtısından başka
bir şey duyulmaz oluyor. Asıl korkunç olanı, taban tahtaları daha çok çöküyor,
vidalar oynamağa başlıyor, insan «ha, şimdi hepsinin parçalanıp havaya uçtuğunu
göreceğim» diye bekliyor».
Bu parçanın büyük bir önemi var. Çünkü, Rusya halkçılarının bilimsel bir kalıba
dökmekten pek hoşlandıkları tahlil yazıları şemasını, üslûplaştırılmış bir
şekilde, gayet iyi belirtiyor Halkçılar, kapitalist rejimde zıtlıklar, zulüm ve
işkence, sefalet, işsizlik, v.b. bulunduğunu gösteren çürütülmesi imkânsız
olaylardan hareket edip, kapitalizmin çok kötü, «acemice» bir şey, parçalanıp
havaya uçması «beklenen» Dir kitle olduğunu ispat etmeğe çalışıyorlar.
(*) Aziz okuyucu, bunur bir kenara yazınız. Rusya’da bir halkçı: «Burjuvazi
çalışmağa gitmeği emreder» dedi mi, bu söz bir hakikat oluyor da, marksçılar: «Bizde
kapitalist üretim tarzı hâkimdir» dediler mi, Bay V.V.: «Bunlar halk rejimi
yerine kapitalist rejimi koymak istiyorlar» (aynen böyle söylüyor) diye
yaygarayı basıyor.
Yıllardır bekliyoruz, bekliyoruz; sonunda, görü-
yoruz ki, Rus halkına çalışmağa gitmesini emreden bu kuvvet büyümekte, daha
gürbüz hale gelmekte, güçlü Rusya’yı «ben yarattım» diye bütün Avrupa karşısında
övünmekte ve «vidaların mutlaka gevşeyeceğini» ilân etmekle «yetinen» birtakım
sesler işitilmesinden, tabiî ki, hoşlanmaktadır.
«Korkudan zayıfların yüreği buz kesiliyor. Kafasızlar «iyi ya» diyortar.
Burjuvazi de «iyi ya» diye tekrar ediyar. «Yabancı memleketlerden yeni bir
makinayı daha çabuk getirtmek, tahtaları ve öteki kaba kısımları memleketimizde
daha çabuk hazırlamak imkânını bulmuş oluruz; bu da bize usta makinistleri daha
çabuk yetiştirmek imkânını sağlar». Oysa, toplumun ahlâkı pek acınacak bir halde
bulunuyor Bazıları bu yeni faaliyetten zevk alıyor, güçlerinin üstünde bir çaba
ile çalışıyorlar; bazıları ise, geride kalıp hülyalarından oluyorlar.»
Zavallı Rus burjuvazisi! Hem, artık-değer elde edeceğim diye “gücünün üstünde”
bir çaba ile çalışıyor! Hem de, manevî bakımdan kendini huzursuzluk içinde
buluyor! (Unutmayınız ki, bundan önceki sayfalarda yazar bütün bu ahlâkı vücudun
fizyolojik görevlerine ve ahlâk bozukluğuna indirgemişti). Burada, artık
burjuvaziye karşı mücadele etmeğe —bilmem hangi sınıf mücadelesine de— ihtiyaç
kalma-yacağı meydandadır, burjuvazinin kendini zorlama-sna son vermesi için onu
iyice bir azarlamak elverir.
«Oysa, kimsenin halkı düşündüğü yok, Burjuvazinin kurallarına bakarsanız, herşey
halk için ve halkın iyiliği ve çıkan için yapılıyor Resmî makamları temsil eden
her insan, her yazar halkın iyiliği hakkında dil dökmeyi kendine ödev sayı-
yor… Bu hürriyetsever yosmalık bütün öteki eğilimlerden daha baskın çıktı .hepsini
bastırdı. Bu demokrasi yüzyılında, halka karşı olan sevgisini bağıra bağıra ilân
eden ve. «Her zaman sevdiğim bir şey varsa, o da halktır; ben bu aşkı ölünceye
kadar kalbimde taşıyacağım, ben de halk içinden çıktım» (bu, hiçbir şeyi ifade
etmez) diyen yalnız Bay Suvorin değildir; ama, Moskovskiye Viyedemosti dergisi
halkı bambaşka bir şekilde ele alıyor ve .halkın iyiliği ile, tabiî ki, kendine
göre ilgilenir görünüyor. Bugün rahmetli Vîest (2) gibi, yani halka açıkça
düşman bir tek gazete kalmamıştır. Oysa, açıkça düşmanlık hepsinden iyi bir
şeydir; çünkü, düşmanın ne olduğunu ovucunun içi gibi bilirsin; ne yandan,
budalanın ve sersemin biri, ne yandan kurnazın biri olduğunu kestirirsin. Bugün,
hepsi de hem dcet hem düşman, hepsi de iyice birbirine karışmış. Uspenski’ye
göre, halkın etrafını tecrübesiz insanı doğru yoldan saptıran ve insanın aklını
şaşırtan bir sis kaplamış gibidir. Oysa, halk önceleri suistimal ve kötü
muameleden başka birşey görmüyordu. Bugün ise, kendisine büyük toprak sahibinden
daha hür olduğu, kendi işlerini kendi gördüğü yokluktan kurtarıldığı, kendi
kanatlariyle uçmasına yardım edildiği söyleniyor. Gerçekte, halkın üstüne bu
titreme ve halka gösterilen bu titiz ilgi bir yalan ve ikiyüzlülük dokusu ile
sarmalanmıştır.»
Doğru söze ne denir!
“O zamanlar herkes kulakları teşvik eden ve hakikî yoksulları kredisiz bırakan
tasarruf ve ödünç para verme sandıkları kurmak işi ile uğraşıyordu.»
Kredi işinin burjuva niteliğini anlayan yazarın* ilk bakışta, bu burjuva
tedbirlerini kesin olarak reddedeceği sanılabiür. Oysa, küçük burjuyanın asıl ve
ayırıcı niteliği, burjuva zihniyetine karşı yine burjuva toplumundan gelme
vasıtalarla mücadele etmesidir. Onun için, genellikle, bütün halkçılar gibi,
yazar da daha geniş krediler, gerçek yoksullar için krediler istemek suretiyle
burjuva faaliyetini düzeltmeğe çalışmaktadır.
«… Yoğun bir tarıma gidilmenin zorunlu olduğundan hiç söz edilmemişti; çünkü,
tarlaların her yıl paylaşılması ve ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım kesimi
(?) buna engeldir. Nüfus başına alınan verginin pek ağır olduğu üstünde ısrar
edilmemiş, dolaylı vergilerin hiç lafını etmeyip, gelir üstünden vergi almak
teklif edilmemişti. Güya, gelir üzerinden alınacak vergi, uygulamada, yine bu
yoksul köylülerin sırtına yüklenen bir vergi haline gelirmiş. Köylülere büyük
toprak sahiplerinden son derece yüksek fiyatla toprak satın almak imkânını
verecek bir arazi kredisinin de hiç lâfı edilmemişti, v.b… Toplumda da böyle.
Halkın bu, kadar çok dostu oluşu karşısında, insan şaşırıp kalıyor… Nerdeyse,
rehin karşılığında ödünç para verenlerin ve meyhanecilerin halka sevgi
beslediklerinden dem vurduklarını da duyacağına inanası geliyor insanın.»
Burjuva zihniyetine karşı yapılan bu itiraz son derece güzel bir şey. Ama,
varılan, çıkarılan sonuçlar pek cılız. Burjuvazi toplumda üstün olduğu gibi,
hayatta da üstündür. Şu halde, topluma sırtını çevirip, burjuvazinin aksi ve
zıddı olan şeye doğru gitmek gerekliymiş gibi gelebilir insana.
Ama, yok, hayır. «Gerek yoksullara» kredi verilmesi lehinde propaganda yapmak
lâzımdın
«Bu acıklı durumdan edebiyat mı, yoksa toplum mu daha sorumludur, meselesini
halletmek, can sıkıcı, hatta üzücü bir şeydir, hem bunun hiçbir yararı da yok
zaten.»
Yazarın düşüncesi şu. Burjuva toplumu çürü-yüp dağılmaktadır. Şunu iyice
belirtelim ki, marks-çıların da asıl kalkış noktası budur
«Biz köyle cilveleştiğimiz, sırada, tarihin çarkı dönmekte, doğa güçleri
yapacağını yapmakta daha açık alarak söyleyelim, türlü türlü korsanlar ve
çapulcular hayata birer asalak olarak sarılmakta ve hayatı kendi işlerine
gelecek şekle sokmaktadırlar. Edebiyat köy ve ovalar üstünde, köylünün sakin
ruhu üstünde, bilgisizliği ve cahilliği üstünde tartışırken, yazarlar ortak
toprak tasarrufuna dayanan köy ve toprak mülkiyetini incelemek için kovalar
dolusu mürekkep harcarken, vergi komisyonu vergi ıslahatını tartışırken köyler
ve ovalar tamamiy-le mahvolmak için bol bol vakit bulacaktır.»
Bakın hele! «Biz lâf ederken, tarihin çarkı dönmekte, doğa güçleri yapacağını
yapmakta» ymıç!
Dostlarım, bunu ben söylesem, kimbilir ne büyük bir yaygara koparırdınız!
Marksçılar «tarihin çarkı» ndan, «doğa güçleri» nden söz edince, aynı zamanda,
bu «doğa güçleri» nin gelişme yolunda ilerleyen burjuvazinin güçleri olduğunu
inceden inceye açıklayınca, halkçı Baylar, bu «doğa güçleri» nin yükselişi «doğru
bir olay mıdır, değil midir; bu olay doğru olarak değerlendirilmiş midir,
değerlendirilmemiş midir» meselesinin hiç lâfını etmemeği yeğ buluyor ve «tarihin
çarkı», «doğa güçleri» sözlerini dillerine dolamağa cesaret eden birtakım «mistikler»
ve «metafizikçiler» hakkında bir sürü eşşekçe lâflar ediyorlar.
Bir halkçının bu pek açık ve kesin itirafı ile marksçıların tezleri arasındaki
biricik, ama, sen derece önemli fark şudur. Bu «güçler», halkçının gözünde, «hayata
asalak olarak sarılan» birtakım «korsanlar, çapulcular» olduğu halde, marksçmın
gözünde, kapitalist bir sosyal oluşumun tem.siicisi sosyal «hayat» in ürünü ve
ifadesi olan burjuva sınıfı içinde doğmuştur, canlanmıştır, ya tesadüfen ya da
dışardan «hayata asalak olarak sarılmamış» tır. Kredileri, vergileri, toprak
mülkiyeti şekillerini, toprakların yeniden dağılışını, v.b. yüzeysel bir şekilde
inceleyen halkçı, burjuvazinin Rus üretim ilişkileri içine saldığı derin kökleri
elbette ki göremez; onun için de, birtakım «korsanlarla, çapulcularla» başı
dertte olduğu hülyasiyle avunur. Bu noktadan bakılınca, yani sadece «korsanları,
çapulcuları» ortadan kaldırmak söz konusu olunca, sınıf mücadelesinin burada ne
iş gördüğü, pek haklı olarak, katiyen anlaşılamaz. Marksçıların bu mücadele ile
ilgili olarak yaptıkları birçok ısrarlı çağrılara halkçı Baylar, pek tabiî
olarak, ortada sınıf değil, sadece birtakım «korsanlar ve çapulcular» gören
kimselerin anlaşılmaz susuşu ile cevap vermektedirler
Bir sınıfa karşı, ancak düşmanından mutlaka bütünüyle «ayrılmış» ve bu düşmana
tamamiyle karşıt başka bir sınıf mücadele edebilir. Oysa, söylemeğe gerek yok, «korsanlara,
çapulculara» karşı mücadele etmek için, polis, daha olmazsa, «toplum» ve «devlet»
yeter
Ama, halkçının tanımladığı gibi, bu korsanların, çapulcuların ne olduklarını
biraz, sonra göreceğiz.
Nerelere kadar kök saldıklarını, sosyal görevlerinin ne kadar engin olduğunu
göreceğiz.
«Halkın eylemsiz, seyirci kalan dostları» na ayrılan bu parçadan sonra, yazar
lâfı şuraya getiriyor.
«Siyasette silâhlı tarafsızlık kötünün kötüsü bir şeydir. Kötünün kötüsü. Çünkü,
böylelikle, her zaman en kuvvetli olana etkin bir yardımda bulunulmuş oluyor
Eylemsiz ve seyirci kalan dostun beslediği duygular ne kadar samimi olursa olsun,
siyasî hayattaki mücadele alanında işgal etmeğe çalıştığı durum ne kadar
alçakgönüllü olursa alsun, yine de dostlarına zararlı olacaktır…»
«… Halkı samimî olarak seven az çok namuslu ve dürüst kimseler (*) için, bu
durum kendilerini sonunda bunları sevmemeğe ve bunlardan iğrenmeğe kadar götürür.
Bu kimseler çalışma odalarında, kibar salonlarda, meyhanelerde bir içki şişesi
başında hareketsiz her allahın günü tekrarlanan, tazelenen o bitip tükenmez «ilânı
aşk» lan duymaktan artık iğrenir ve utanç duyar hale gelirler. İşte onun içindir
ki, bu yavan şeylerin hepsini sonunda fırlatıp atmağa kadar varırlar.»
(*) Halkçıları «eylemsiz, seyirci kalan dostlar» dan ayıran nitelikler burada ne
kadar müphem görünüyor! Bu halkçılar da «namuslu ve dürüst» bir karakter sahibi
olabilir, ve hiç şüphesiz, «halkı samimî olarak severler». Bu yaklaştırmıadan şu
sonuç çıkıyor: Eylemsiz ve seyirci kalanların karşısına «muhalif» sosyal
kuvvetler mücadelesine katılanları çıkarmalı. Hier liegt der Hund begraben işin
can alıcı noktası burasıdır, Çev.)
Eski Rus halkçılarının liberallere karşı takındıkları tavrın bu özelliği,
marksçıların bugünkü
halkçılara karşı takındıkları tavıra da uygulanabilir. Krediler, toprak satın
almalar, tekniğin mükem-melleştirilmesi, arteller, ortak ziraat, vb. (**)
aracılığıyla «halka» yardım etmek lâflarını duymaktan marksçılar da «iğrenmek»
tedirler. «Halk» la beraber olmak değil, hayır, ama burjuvazinin çalışmağa
gitmelerini emrettiği kimselerle beraber olmak arzusunda olanlardan marksçılar
da bütün a liberal– halkçı yavan şeylerin hepsini toptan fırlatıp atmalarını
ısrarla istemektedirler. Halk sanayiinin bütün kollarında sermaye hükmünü
yürürtürken ve menfaatler birbirleriyle gizli gizli çatışırken, mücadeleyi
gizlemek değil, mücadelenin yüzündeki perdeyi kaldırmak lâzım gelirken; «iyisi
mi, mücadeleden vazgeçmek» (***) hülyalarına dalmak değil, mücadeleyi daha
şiddetli, daha sürekli, daha tutarlı, hele fikir alanında daha da zengin hale
getirmek için, geliştirmek lâzım gelirken, Rusya için tutulacak yolları’ bulup
çıkarmak üstünde, «tehdit edici» kapitalizmin sebep olduğu yıkımlar üstünde, «halk
sanayiinin ihtiyaçları» üstünde dil dökmeyi marksçılar «iğrenç» bir ikiyüzlülük
saymaktadırlar.
«İşte bunun içindir ki, sonunda, bazı medenî emirlerin, bazı kesin ve namuslu
ısrarlı isteklerin, sert ve hatta bazan çok ciddî haklı isteklerin ortaya
çıktığı görülüyor. Hele istekleri değerli kılan şey de, büyük çaptaki
liberallerimizin fikirlerine çok yakın oluşudur.»
Mükemmel! Asıl lâzım olan da, «sert» ve «ciddî» haklı isteklerdir.
(**) Bay Yujakof, Ruskoye Bogastsvo, 1894, sayı 7.
(***) Bay Struve’nin «şiddetli sosyal sınıf mücadelesi» hakkındaki
sözlerine verdiği cevapta Bay Kriveoko’nun kullandığı ifade
(Bk. Ruskoye Bogastsvo, No. 10).
İşin kötüsü şu ki, halkçıların bütün bu iyi niyetleri birer «sofuca dilek»
olmaktan öteye gidemiyor. Bu haklı isteklerin zorunlu olduğunu gayet iyi
anladıkları halde, bunları rahat rahat gerçekleştirecek zaman bulmaları mümkün
olduğu halde, bu istekleri bugüne kadar bir hale yola koymamışlardır. Bir sürü
şekil değiştirmelerle hep liberal Rus toplumu ile karışmışlar, bugüne kadar da
karışmakta devam etmişlerdir. (*)
Şu halde, şimdi marksçılar bunlara karşı gerçekten çok «sert» ve çok «ciddî)
birtakım haklı istekler öne sürüyorlarsa, yalnız ve yalnız bir sınıfa (en çok «hayatın
akışı ile farklı ve ayrı hale gelen sınıfa») hizmet etmelerini, bu sınıfın
muhtar gelişmesine ve bağımsız düşüncesine hizmet etmelerini, «namuslu Rus
burjuvalarının medenî namusluluğu» ile tamamiy’le ilişkilerini kesmelerini
istiyorlarsa, kendilerine kızsınlar, kabahati kendilerinde arasınlar.
«Gerçekten, bu emirler ayrıntılarda ne kadar ciddî ve sıkı olursa olsun, bu
genel haklı isteğe karşı söylenecek söz bulunamaz. «Şu iki
(*) Saflıklarından kendi kendilerini mahkûm ettiklerini anlamı-yan bazı bön
halkçılar, liberal Rus toplumu ile karışmakla övünecek kadar ileri gidiyorlar.
Bay V.V.: Bay Struve’ye karşı şunları yazmaktadır:
«Genellikle, aydınlarımız, özellikle edebiyatımız, hattâ en burjuva akımların
temsilcileri bile, denebilir ki, halkçı damgası taşımaktadırlar» (Nedelya, 1894,
sayı 4, s. 1506). Nasıl ki, küçük müstahsil haytta bir sürü şekil değiştirmeler
sonunda burjuvazi ile karışırsa, edebiyatta da, hlkçdann en sofuca dilekleri,
vücudunun fizyolojik görevlerile ilgilenen kimseler için, bir «liberal pasaport»
haline gelir.
şıktan biri. Ya hakikî dostlar haline gelirsiniz, ya da açıkça birer düşman
kesilirsiniz.»
«Bugün pek büyük bir kapsamı olan tarihî bir oluşum işe karışmaktadır, yani
üçüncü bir güç oluşmaktadır. Hayatı yönetmeğe ve bu gücü güçlendirmeğe
hazırlanan yeni bir sosyal güç temsilcilerinin bir seçme yaptıklarına tanık
oluyoruz.»
Bu güç yalnız «hazırlanmak» la mı kalıyor? Ya yöneten kim? Öteki «sosyal güç»
hangisidir?
Yoksa, Viest soyundan gazetelerde kendini gösteren güç olmasın? İmkânı yok.
Çünkü, 1894 yılında değiliz, 1879 yılında, «kalbin diktatörlük etmeğe» (3)
başladığı günler arifesindeyiz. Makaleye imzasını atanın dediğine göre, o
günlerde, «aşırı muhafazakârlar sokakta parmakla gösterilir», bunlara «kahkahalarla
gülünür» dü.
Sakın, bu, halk, emekçiler olmasın? — Bütün makale buna olumsuz bir cevap
vermektedir.
Artık, bundan sonra da «bu gücün yönetmeğe hazırlandığından» hâlâ dem
vurulabilir mi? Hayır. Bu güç hazırlanalı çok oldu, çoktanberidir de «yönetmektedir.»
Yalnız halkçılar Rusya için en iyi yalları seçmeğe yeni yeni «hazırlanıyorlar»
ve hiç şüphe yok ki, sınıf zıtlıklarının mantıklı gelişmesi bu gelişmeden
ayrılanları fırlatıp atacağı güne kadar da hazırlanmağa devam edeceklerdir.
«Bizden çok daha önce, Avrupa’da başlayan bu oluşum, birçok devletlerde son
haddine varmıştır (*); başka bir deyişle, derebeyliği kalıntı-lari ve işçi
sınıflarının muhalefeti yüzünden, bu oluşum geri kalmıştır; ama burada da,
tarihin çarkı bu kalıntıları her geçen yıl daha da ezip. toz haline getirmekte
ve yeni bir rejimin iktidara gelmesi için yolu düzletmektedir.»
(*) «Son haddine varmış» ta ne demek? Yoksa, «yeni güç» yeni yeni
teşkilâtlanırken bu gücün daha şimdiden sonu geldiği mi görülüyor? Ama, o zaman
da, bu güç bizde de son haddine varmış olur. Yoksa orada üçüncü güç yaratılmıyor
mu artık? Yanlış; çünkü, bir avuç burjuvayı ve bir işçi kitlesini doğuran küçük
üreticiler orada yine vardır.
Halkçılarımızın Batı Avrupa işçi hareketini ne kadar anlamadıkları işte bu
sözlerden de anlaşılmaktadır. Görüyorsunuz ya, Batı Avrupa işçi hareketi
kapitalizmi «geciktiriyor» ve bu harekete de, tıpkı derebeylik gibi, bir «kalıntı»,
bir «döküntü» gözü ile bakılıyor!.
Bu da açıkça ispat ediyor ki .halkçılarımız yalnız Rusya’da değil, Avrupa’da da
kapitalizme karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini anlayacak kabiliyette
değildirler. Çünkü, kapitalizmle, gelişmesini «geciktirerek» değil, aksine, bu
gelişmeyi «hızlandırarak»; arkadan çelme takarak değil, cepheden göğüs göğüse;
gerici bir tarzda değil, ilerici bir tarzda, mücadele edilir ve ancak böyle
sonuç alınır.
«Bu oluşum, genel çizgileriyle, şöyledir. Soylular ile halk arasında, bir kısmı
tepeden inme, bir kısmı da aşağıdan gelme olup, aynı ağırlığa sahip gibi görünen
unsurlardan meydana gelen yeni bir sosyal tabaka oluşmaktadır; bu unsurlar
birbirleriyle sıkı sıkı kaynaşır, bir bütün haline gelir ,içten derin bir
değişikliğe uğrar, alt ve üst tabakaları değiştirmeye başlayıp, bunları kendi
ihtiyaçlarına uydururlar. Bu oluşum pek ilgi çekicidir, ama bunun özellikle
bizim için pek büyük bir önemi var. Bu münasebetle birçok meselelerin ortaya
çıktığını görüyoruz. Üçüncü gücün egemenliği her halk için kaçınılmaz ve
önlenmesi imkânsız bir aşama mıdır?
Bu saçma sapan sözler ne oluyor? Bu «önlen-
31
mesi imkânsız kaçınılmaz oluş» da nereden çıkıyor? Bunun burada işi ne? Yazar
üçüncü gücün bizde, kutsal Rusya’da 1870 yıllarındaki egemenliğini kendisi
tasvir etmedi mi, bunu daha ileride de tasvir etmeyecek mi?
Açıkça görülen bir şey varsa, o da şu ki: Yazarın başvurduğu nazarî delillerin
ardında bizim burjuvazi temsilcileri mevzilenmiştir.
Rica ederim, bu herzeleri doğru diye kabul eden, bu «nazarî» lâf ebeliklerinin
arkasında birtakım çıkarların, iyi bir şekilde değerlendirilen toplum
çıkarlarının, burjuvazi çıkarlarının bulunduğunu anlamayan bir zekâ, hayal
peşinde koşan yüzeysel bir zekâ değil de nedir?
Çıkarlara karşı mantık oyunlariyie mücadele etmenin mümkün olduğunu olsa olsa
yalnız romantik bir kimse düşünebilir.
«… Haddinden fazla ileriyi gören dar kafalıların her an rüyalarında gördükleri
tehlikeli sıçramaları yapmadan da devlet bir merhaleden ötekine doğrudan doğruya
geçemez mi? Yine devlet, tarihte üçüncü gücün egemenliğini devlet için —tıpkı
insan için ihtiyarlığın ya da gençliğin önlenememesi gibi— önlenemeyecek kadar
bir düzen olarak gören kadercileri dinlemeden bir merhaleden ötekine geçemez
mi?».
İşte, bakınız, halkçılarımız Rus gerçeğini ne kadar derin o!arak
kavramaktadıVlar! Kapitalizmin gelişmesine devletin yardım etmesi, burjuvazinin
halkı «çalışmağa gönderecek» ve siyaseti kendi çıkarı yönüne çevirecek maddî
güce sahip olmasından değilmiş. Katiyen Sadece, Verdanski, Çiçerin,
Mendeleyef, v.b. gibi bilginlerin kaçınılmaz düzen
hakkındaki yanlış nazariyelere dayanmalarından,
devletin de bunlara «boyun eğmesinden» ötürüy-müş.
«… Özetle, kurulmakta olan düzenin olumsuz yönleri hafifletilemez mi, bu düzen
herhangi bir şekilde değiştirilemez mi, ya da egemenlik süresi kısaltılamaz mı?
Devlet bu derece güçsüz, iradesiz, kendi kaderi üstünde etki yapmaktan ve bu
kaderi değiştirmekten aciz bir şey mi hakikaten? Devlet kader tarafından
fırlatılıp, yalnız belli bir yolda sadece belli bir zaman dönen, ancak belli
sayıda devir yapan bir topaç, ya da sınırlı bir iradesi olan bir çeşit organizma
mı gerçekten? Yoksa, devlet mutluluğa götürecek en kestirme yolları insana
bulmak cesaretini gösteren gözü pek kimseyi ezmeye hazır çok büyük bir demir
çark tarafından mı yönetiliyor acaba?»
Bu son derece ilgi çekici parça, Rus halkçıları tarafından dün de, hâlâ bugün de
ortaya konan üreticilerin çıkarları tasavvuru» nun gerici, küçük burjuva
niteliğini bütün açıklığı ile göstermektedir. Kapitalizme düşman alan küçük
üreticileri burjuvaziye pek yakın bir geçiş sınıfını temsil ederler. Onun için,
kendilerini şiddetle reddeden büyük kapitalizmin arızî bir şey olmayıp,
birbirine karşıt sosyal güçler arasındaki mücadeleden doğmuş olan bugünkü
iktisadî ve hukukî) rejimin tümünün doğrudan doğruya bir varisi olduğunu
anlayabilecek durumda değildirler. Bu olay iyi bilinmeyince, tabiî ki, devlete
başvurmak gibi mutlak bir saçmalığa sürüklenilmiş olur: Sanki siyasî düzen
iktisadî düzen içine kök salmamış, sanki iktisadî düzeni açıklamıyor ve buna
hizmet etmi-yormuş gibi.
Kendi çıkarları karşısında devletin gerçekten acaip bir şekilde kayıtsız ve
vurdum duymaz olduğunu görmekten üzüntü duyan küçük üretici. «Devlet hakikaten
uyuşuk ve kayıtsız bir şey midir?» diye sormaktadır.
Bu küçük üreticiye şu karşılığı verebiliriz: Hayır,, devlet hiçbir suretle
uyuşuk ve kayıtsız birşey değildir ,her zaman hareket halindedir, her zaman
birşey-ler yapar, çok gayretlidir ve etki yapmaktan geri durmaz, her zaman
eylemlidir.- Devletin bu yoğun faaliyetini, bu faaliyetin burjuva niteliğini,
verdiği meyvaları yazarın kendisi de bundan önceki sayfada izah etmişti. Yazarın
başlıca kusuru, devletin faaliyetinin bu niteliği ile Rus sceyal iktisadının
kapitalist teşkilâtı arasında ilişki görmek istemesidir.
Kleinbürger (*), «çark» in kendi isteğinden bambaşka bir şekilde döndüğünü
görerek. Devlet gerçekten bir topaç, demirden bir çark mıdır? diye soruyor.
Bu küçük burjuvaya şu cevabı verebiliriz: Devlet ne bir çarktır, ne bir topaçtır,
ne kaderin bir kanunudur, ne de tanrının iradesidir; yaşayan birtakım fertler, «üstün
sosyal kuvvete bağlı», «yaşayan birtakım fertler» (meselâ, küçük üreticilerin ya
da eski soyluların temsilcilerinin direnci gibi) bir sürü «engeller» arasında bu
çarkı döndürürler (**). Onun için,
(*) Rusça metindeki bu almanca kelime «küçük burjuva» manasına gelir (çev.)
(**) Bay Struve’nin kitabının 8. sayfasında Bay Alihaylovski şöyle diyor: «Yaşıyan
fert bütün düşünceleri ve bütün duygulari-le, bütün sonuçlara katlanan, tarihî
bir etken haline gelir. Tarihe hedef gösteren ve, tabiatın ilkel unsurları ile
birtakım tarihî şartların çıkardığı bir sürü engeller arasından, olayları bu
hedefe doğru iten herhangi bir mistik kuvvet değil, işte bu «yaşıyan fert» tir.»
34
bu çarkı ters yöne döndürmekte, «yaşayan fertler» le (yani, herhangi bir fikrî
faaliyetten doğmuş değil de, doğrudan doğruya günlük iktisadî çıkarları ifade
eden sosyal unsurlarla) karşı karşıya gelmek isteniyorsa, başka «yaşayan
fertlere» başvurmak; bir sınıfla karşı karşıya gelmek için, başka bir sınıfa
başvurmak gereklidir. «En kısa, en kestirme yolları» bulmak şeklindeki iyi ve
sofuca dilekleri öne sürmekle iş bitmez; bunun için, «sınıflar arasındaki güçler
ilişkisini değiştirmek» gereklidir, mücadeleden uzak duran küçük üreticileri
değil, savaşın göbeğinde bulunan ve burjuva toplumundan «hayatın akışıyla
ayrılmış ve farklı hale gelmiş» olan kimsenin fikir sözcüsü almak lâzımdır. «İnsanoğlunu
mutluluğa götüren yol», biricik yol, bu sebeple de, en kısa ve kestirme olan yol
işte budur. Bu yol tutulunca, yalnız bugünkü rejimin olumsuz yönleri
hafifletilmiş olmakla, daha hızlı bir gelişme ile süresi kısaltılmış olmakla
kalınmaz, (artık devlet kuvvetlerinin değil, sosyal kuvvetlerin) «çark» ını
bambaşka yönde döndürterek, bu rejjme de bir son verilmiş olur.
«… Bizi ilgilendiren şey, en çok üçüncü düzenin teşkilâtlanma oluşumu, ve hattâ
yalnız, halk çevrelerinden çıkıp da bu gücün saflarına katılan insanlardır. Bu
insanlar san derece önemli birtakım sosyal hizmetler görürler ve burjuva
rejiminin gücü de doğrudan doğruya bunlara bağlıdır. Bu düzenin yerleştiği
hiçbir ülkede bu insanlardan vazgeçilememiştir Bir memlekette bunlar yoksa, ya
da sayıları pek azsa, bunları halk içinden alıp yetiştirmek lâzımdır. Halk
hayatı içinde, bunların doğmalarına, yetişmelerine yardım edecek şartlan
yaratmak, güçlenmeye kadar bunları korumak, yetişmelerini hızlandırmak
gereklidir. Burada şartları her fırsatta
35
kendi çıkarları için kullanan en cerbezeli kimselerin tarihin kaderi üstünde
doğrudan doğruya yaptıkları bir müdahale ile karşılıyoruz. Şartlar da, en başta
sanayiin ilerlemesi (ferdî üretim yerine atelyeyi, atelye yerine de fabrikayı
koymak; tarlalara daha rasyonel olan başka bir tarım tarzı getirmek)
zorunluluğuna dayanır; bu olmadıkça, nüfusu epey yoğun hale gelmiş, uluslararası
ilişkileri oldukça gelişmiş bir devlet yaşayamaz. Yine bu şartlar, iktisadî
etkenlerden ileri geldiği gibi, fikirlerin ilerlemesinden de ileri gelen siyasî
ve manevî anlaşmazlıklarla da vücuda gelir. Genellikle, hünerli kimseler
devletin hayatındaki bu gerekli ve kaçınılmaz değişmeleri kendi kişiliklerine ve
belli bir rejime bağlarlar; hiç şüphe yok ki, bu rejim, çok zeki ve pek
cerbezeli başka insanlar gelince, yerini başka bir rejime bırakmağa her zaman
uygundur.
Burjuvazinin «önemli sosyal görevleri» olduğunu, kısaca halkın çalışmasını ve
emeğini kendine bağlamak, halkı yönetmek ve bunun yaptığı üretimi artırmak
şeklinde tanımlanabilen görevler gördüğünü artık yazar itiraf etmemezlik edemez.
İktisadî ilerlemenin fiilen bu unsurlara «bağlı» olduğunu, yani burjuvazimizin
gerçekten iktisadî, daha doğrusu teknik ilerlemeyi beraber getirdiğini yazar
artık anlamamaz-lık edemez.
Küçük üreticinin fikir sözcüsü ile marksçı arasındaki temel ve ana fark da işte
buradan başlar. Halkçı bu olayı (burjuvazinin teknikle beraber yürüdüğü olayını),
«hünerli kimseler», «şartları her fırsatta kendi çjıkarlarına kullanırlar»
diyterek izah etmektedir Başka bir deyişle ,bunda tesadüfün etkisi bulunduğuna
inanır ve saf bir cüretle, bundan
şu sonucu çıkarır: «Hiç şüphe yok ki, bu kimselerin yerini, her zaman (!)
ilerlemeyi, ama, burjuva olmayan ilerlemeyi getiren başka kimseler alabilir».
Marksçı bu olayı, maddî değerlerin üretiminde insanlar arasında mevcut
ilişkilerle, ticarî iktisada yerleşip, emeği bir ticaret eşyası haline getiren,
bunu sermayeye kul köle edip, üretimi arttıran ilişkilerle açıklar. Bunda, bir
tesadüfü değil, sosyal ik-tisadımızdaki kapitalist teşkilâtın zorunlu verisini
görür. Onun için, çıkar yolu, burjuvaların yerini alacak kimselerin «şüphesiz ne
yapabildikleri» (çünkü, önce burjuvaların yerini almak söz konusudur; bunun için,
sözle ya topluma ya da devlete çağrıda bulunmak henüz yetmez) üstünde söylenen
boş lâflarda değil, belli bir iktisadî rejimin sınıf zıtlıklarının gelişmesinde
arar.
Herkes kolayca anlar ki, bu iki yorum birbirine taban tabana zıttır; bundan
birbirini reddeden iki eylem sistemi doğar. Burjuvaziye gelip geçici ve arızî
birşey diye bakan halkçı, burjuvaziyi devlete bağlayan bağları görmez, «saf bir
Rus köylüsü» saflığı He tam da gidip bu burjuvazinin çıkarlarını savunan
kimseden (devletten) medet umar. Böylelikle, halkçının faaliyeti, kendini
insansever gösteren o vesveselj ve temkinli resmî liberal faaliyete indirgenmiş
olur; çünkü, bu faaliyet, bu türlü faaliyetlerden hiç korkusu olmayan «çıkarlar»
a ciddî olarak dokunmaz. Marksçı bu her şeyi birbirine karıştırmaya son verir, «geleceğin
teminatı» şiddetli sınıf mücadelesi»nden başka bir yerde olamaz, aranamaz, der.
Anlaşılıyor ki, eyiem sistemleri arasındaki bu farkların, doğrudan dcğruya ve
zorunlu olarak, burjuvazimizin egemenliğini yorumlamalar arasındaki farktan
doğması da, marksçının, nazarî tartışmalar-sa (sosyal iktisadın bugünkü
teşkilâtı bilindiğine göre) burjuvazinin zorunlu ve kaçınılmaz (Bay Struve’nin
kitabında da yapılan budur) olduğunu ispat etmekle yetinmesinden ileri
gellmektedir Halkçının bu yorum tarzı farklarını ustaca bertaraf edip, tarih
felsefesi ve «ferde edilen gaddarlık» (*) üstünde dil dökmeğe kendini vermesi
ise, güçsüzlüğünün iyice göze çarpan bir delilidir.
«Üçüncü düzenin Avrupa’da son derece uzun süren bir tarihî vardır». Kadercilerin
akidesi ne derse desin, biz elbette ki bütün bu tarihi tekrar edecek, yeni
baştan yaşayacak değiliz; hiç şüphe yok ki, üçüncü düzenimizin temsilcileri de,
hedeflerine varmak için, vaktiyle kullanılmış bütün araçları kullanmayacaklardır;
bu vasıtalardan ancak en elverişli olanlarını, zemin ve zamana en uygun
olanlarını benimseyeceklerdir. Köylünün elinden toprağı almak ve bir sanayi
işçileri sınıfı yaratmak için vahşi askerî gücü ya da mükllerin vahşice gözden
geçirilmesi silâhını, elbette ki, kullanmayacaklardır.»
«Kullanmayacaklar ha!» Tatlı dilli bir iyimserliğin nazariyecileri hakikaten
öyle kimselerdir ki, bunlar hem dünün ve bugünün «evet» dedikleri olaylarını
bile bile unuturlar, hem de gelecekte toz pembe bir umut belirince buna da «hayır»
demekten çekinmezler. Tabiî ki, bu da düpedüz yalan
«… Ama ,ortak tcprak tasarrufuna dayanan köyün toprak mülkiyetini yıkmağa, büyük
çiftlik sahiplerinden ibaret ve sayıca az bir hali vakti yerinde sınıf yaratmağa
(**) çalışacaklar ve ge-
(*) Bay Mihaylovski, Ruskoye Bogastsvo, 1894, sayı 10.
(**) Bu, ortak toprak tasarrufuna dayanan köyü yıkmadan da pekâlâ olabilir;
zamtsvo istatistiklerinin de gösterdiği gibi, köylü sınıfı içinde bir
farklılaşmanın gelişmesine de hiç bir zaman engel olmaz.
38
nellikle, iktisadî bakımdan zayıf olanı mahva sürüklemek gibi vasıtaları
kullanacaklardır. Şimdi zanaat loncaları kurmayacaklar, ama, kredi birlikleri,
ham madde satın alma birlikleri, üretim ve tüketim birlikleri kuracaklardır
Herkese mutluluk vadeder gibi görünen bu şeyler, aslında, kuvvetli olanların
daha kuvvetlenmelerine, zayıf olanların da daha zayıf düşmelerine yardım
edecektir. Bir ücret mahkemesi kurulmasını teşvik etmeyecekler, ama, işe sıkı
devam etmeyi, kanaati ve eğitimi, yalnız genç burjuvazinin kullanacağı her şeyi
getirecek bir kanunun çıkmasına önayak olacaklardır. Çünkü, halk kitlesi içki
içip sarhoş olmakta devam edecek, cahil kalacak ve başkası hesabına çalışacaktır.»
Bütün o kredi birlikleri, ham madde satın alma birlikleri, daha başka birlikler
ve işe sıkı devamı, kanaati ve eğitimi teşvik etmeğe çalışan bütün o tedbirler,
Ruskoye Bogastsvo da dahi!, bugünkü bütün liberal – halkçı gazetelerin dokunaklı
bir sevgi gösterdikleri bütün şeyler burada ne kadar da güzel tarif edilmiş.
Marksçıya da söylenenleri belirtmekten, hakikatte, bütün bunların üçüncü düzenin
çıkarlarını tasvir ettiğini kabul etmekten ve bunun sonucu olarak da, bunlarla
uğraşan kimselerin hepsinin de birer küçük burjuva olduklarını söylemekten başka
yapacak birşey kalmıyor.
Marksçıların bu türlü tedbirleri hor ve hakir gördüklerini söyleyip, bundan,
bunların kollarını kavuşturup «seyirci» kalmak istedikleri sonucunu çıkaran
bugünün halkçılarına bu parça yeteri kadar cevap vermektedir. Gerçekten,
marksçılar burjuva faaliyetine hiçbir zaman karışmayacak, bu faaliyet karşısında
her zaman «seyirci» kalacaklardır.
I
«Burjuva ordusunun gözetleme postalarını, ateş hattını ve öncüsünü teşkil eden (halktan,
küçük burjuvaziden gelmiş bu insanların) bu sınıfın oynadığı rol tarihçileri ve
iktisatçıları, ne yazık ki, pek az uğraştırmıştır; oysa, bu rol, yine tekrar
edelim ki, son derece önemlidir Ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım
toplulukları yıkılıp, köylülerin elinden toprakları alındığı zaman, bu işi
yapanlar yalnız lardlar ve şövalyeler değildir; aynı lordun adamları, yani
halktan gelmiş olup, ayrıca pratik bir sağduyuya sahip her şeye razı olan,
efendisinden güleryüz gören, bulanık suda balık avlıyan ya da yağma ve çapul
sayesinde biraz sermaye edinen, hasılı, üstün tabakaların ve kanunların el
uzattıkları bütün bu unsurlar da bu işin başarılmasına katılmışlardı. Bunlar
halkın en çalışkan, en yetenekli ve en kanaatkar unsurları diye
vasıflandırılmıştır…»
Bu tahlil, olaylar bakımından, çok doğrudur. Köylülerin toprakları, fiilen, en
çok «aynı lordun adamları», küçük burjuvalar tarafından alınmıştı. Ama,
halkçılar bu olayı yeteri kadar anlamamışlardır. Birbirine zıt iki sınıfı, yani
derebeyler ile burjuvaziyi, eski soylular ile yeni burjuva temsilcilerini
birbirinden ayırt edemiyorlar, birbirinden farklı iktisadî teşkilât sistemleri
arasındaki farkı anlayamıyorlar. Burjuvazinin derebeyliğe oranla ilerici bir
değer taşıdığını iyice göremiyorlar. Birinci nokta işte bu. İkinci nokta da
şudur: Burjuvazinin gelişmesini, halkçılar yağmaya ve çapula, hileye .boyun
eğdirmeye, uşak haline getirmeye, vb. bağlıyorlar, ticarî üretim rejiminde küçük
işletmenin en kanaatkar, en çalışkan köylüyü küçük burjuva haline getirdiğini
görmüyorlar; oysa, bu köylü «para biriktirmekte», çevredeki
ilişkiler de biriktirilen bu parayı sermaye haline getirmektedir Halkçı
edebiyatçılarımızın küçük sanatlar (zanaatlar) ve köy iktisadı üstüne bu konuda
söyledikleri şeyleri okuyunuz.
«… Bu, hatta bir avcı hattı, bir öncü değil de, burjuva ordusunun bütün
kuvvetidir, yüksek subaylardan ve kurmay subaylardan, birlik kumandanlarından ve
siyasî yazarlardan, hatiplerden ve ilim adamlarından (*) kurulu bir genel kurmay
tarafından kumanda edilen müfrezeler halindeki muntazam savaş askerleridir Böyle
bir ordu olmadıkça, burjuvazi hiçbir şey yapamayacaktır. Çiftçiler olmasaydı,
sayıları 30.000′i bulan İngiliz toprak sahipleri on milyonu bulan aç insan
kitlesini idare edebiiir miydi? Çiftçi siyasî bakımdan, tecrübeli bir asker;
iktisadî bakımdan, tecrübeli bir asker; iktisadî bakımdan da, «köylünün elindeki
toprağı yeyip yutan» küçük bir hücredir… Çiftçilerin toprakta gördükleri bu işi
fabrikada işçibaşları ve işçibaşı yardımcıları görür, bunlar çok iyi para
alırlar. Yalnız çok ehliyet isteyen bir iş yapmakla kalmazlar. Aynı zamanda,
işçileri göz altında bulundururlar, makina başından en sonra bunlar ayrılırlar,
işçilerin ya fazla ücret istemelerini ya da çalışma saatini indirmek için
uğraşmalarını önlerler ve patronların kendilerini gösterip, «bakın, çalışıp,
bize faydalı olanlara ne kadar para ödüyoruz?» demelerine hak kazanırlar
Patronlarla ve fabrika ideriyle çok sıkı ilişkileri olan esnaf da, ticaretevi
memurları da, her soydan bekçiler de, damarlarında hâlâ birazcık işçi kanı
bulunmakla beraber, çoktanberi ruhunda kayıtsız şartsız sermaye yer etmiş bütün
o ufak tefek insanlar da bu işi görmektedirler (tama-miyle doğru, K.T.).
İngiltere’de gördüğünüz şeyi tabiî ki, Fransa’da da, Almanya’da da, başka
memleketlerde de görebiliriz (tamamiyle doğru, hatta Rusya’da bile, K.T). Duruma
göre belki ayrıntılarda bazı değişiklikler olabilir; hatta, ayrıntıların çoğu da
değişmez, olduğu gibi kalır. Geçen yüzyılda, Fransız burjuvazisi, soyluları
yendikten, daha doğrusu halkın kazandığı zaferden faydalandıktan sonra, küçük
burjuvaziyi halktan ayırdı. Bu küçük burjuvazi halkın soyulmasına yardım ettiği
gibi, halkı kendisi de soydu, macera düşkünlerinin eline teslim etti… Edebiyatta
Fransız halkına büyüklüğünü, ruh yüceliğini ve hürriyet aşkını göklere çıkaran
marşlar terennüm edilirken; bütün bu günlük kokusu bütün Fransa’yı bulut gibi
sararken, burjuva kedi pilici iştihla yeyip yutmuş, halka yalnız kuru bir kemik
bırakmıştı Ünlü halk toprak mülkiyetinin ancak mikroskopla görülebilecek kadar
küçük olduğu farkedildi. Metre ile ölçülen bu toprak mülkiyeti sırtına yüklenen
vergiye bile dayanabilecek durumda değildi.»
(*) Buna idareci, bürokratları da eklemelidir.
Şimdi burada duralım.
İlk önce, halkçılara: «Toprak köleliğinin, feodalitenin yenilmesinden bizde kim.
faydalandı?» diye sarmak ilgi çekici olur Yazarın da demincek söylediği gibi, «edebiyat
halka türküler söylerken», halka, halk sevgisi, halkın ruh büyüklüğü, ortaklığın
erdemleri, ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu içindeki «karşılıklı
sosyal uyum kabiliyeti ve dayanışma şeklindeki faaliyet» için türküler
söylenirken; bütün Rusya’nın geniş bir kooperatiften başka birşey olmadığı,
tarım âleminde düşünce ve faaliyet olarak ne varsa hepsinin» ortak toprak
tasarrufuna dayanan tarım kesiminde var olduğu, v.b. söylenirken; bu türküler «kırık
dökük bir sesie de olsa) liberal ve halkçı gazetelerin sütunlarında hâlâ
söylenirken, halk arasında neler olup bitiyordu? Elbette ki, köylülerin elinden
toprakları alınmamış, burjuva kedi pilici yeyip bitirmemiş, «ünlü halkın toprak
mülkiyeti» nin «mikroskopla görülecek kadar küçük olduğu» meydana çıkmamış,
ödenen paralar alınan şeylerin değerini çok aşmamıştı (*). Hay’ır, yalnız «mistikler
ve metafizikçiler» bunu söyleyebilir, buna olmuş bitmiş birşey gözü ile
bakabilir, bizim işlerimiz hakkında verdikleri hükümlerin ve «vatan için hiçbir
zaman başka yollar» arama-yıp, çoktandır iyice çizilen kapitalist yolda çalışmak
hedefini güden faaliyetlerinde bu olayı hareket noktası olarak alabilirler.
İkincisi, yazarın kullandığı metodu marksçıların kullandıkları metodla
kıyaslamak ilgi çekici olur. Somut muhakemeler, aradaki farkı, soyut fikirlerden
daha iyi yakalamak imkânını verecektir. Yazar niçin, Fransız burjuvazisi geçen
yüzyılda soyluları yendi, diyor? En başta ve hatta tamamile aydınlara ait
faaliyete niçin burjuva faaliyeti adını veriyor? Hem sonra, köylülerin elinden
tekrar toprağı alan, sırtlarına ağır vergiler yükleyen, v.b. hükümet değil miydi?
En son, bu kişiler halk sevgisinden, eşitlikten ve herkesin mutlu olmasından söz
etmemişler miydi? Tıpkı Rus liberallerinin ve halkçılarının dün de, hâlâ bugün
de yaptıkları gibi Öyleyse, bütün bu işlerde sadece «burjuvazi» nin parmağını
görmek
doğru olur mu? Siyasî hareketler ile fikir hareketlerini Plusmacherei (*) a
indirgeyen bu görüş tarzı haddinden fazla dar değil mi? Siz de pekâlâ
görüyorsunuz ki, Rus marksçıları bizim köylü ıslahatından (ki, bunda ancak «ayrıntılarda»
bazı farklar görüyorlar) ve genellikle, toprak köleliğinin kaldırılmasından
sonraki Rusya’dan aynı tarzda söz ettikleri zaman, onları da hep bu soru
yağmuruna tutup susturuyorlar. Yine tekrar edeyim, ben burada görüşümüzün pratik
doğruluğundan söz etmiyorum, böyle bir durumda halkçı tarafından kullanılan
metodun lâfını ediyorum. Bu halkçı sonuçları (haık toprak mülkiyetinin pek küçük
olduğu, kedinin pilici «yeyip bitirdiği», «meydana çıkmıştır»), hem de fazla
olarak, yalnız ve yalnız iktisadî sonuçları ölçü (kıstas) olarak kullanmaktadır.
(*) Hem de Fransa da olduğu gibi, «çoğu zaman» değil; genel olarak şunu da
kaydedelim ki, bu fazlalık yalnız % 10′u bulmakla kalmamış) % 100′e kadar
yükselmiştir.
O zaman şu sorulabilir: Bu halkçı bu metodu yalnız Fransa hakkında kullanıyor da,
neden Rusya için kullanmak istemiyor? Oysa, metod her yerde aynıdır. Fransa’da,
hükümetin ve aydınların faaliyeti arkasında birtakım çıkarlar arıyorsunuz da,
kutsal Rusya söz konusu olunca, neden bu çıkarları aramıyorsunuz? Halk toprak
mülkiyetinin Fransa’da «meydana çıkış» şeklini bu mülkiyetin mahiyetinin ölçüsü
olarak alıyorsunuz da, neden bu mülkiyetin Rusya’da «meydana çıkabileceği» şekli
mahiyetinin ölçüsü olarak almıyorsunuz? Orada «kedinin pilici yeyip yutması»,
halk ve halkın ruh yüceliği hakkında söylenen cümleler sizde haklı olarak nefret
uyandırdığı halde, «karşılıklı sosyal intibak kabiliyeti», «halktaki ortaklık
eğilimleri», «halk sanayiinin ihtiyaçları» ve buna benzer daha başka
zevzeklikler edenlere, burjuva filozoflara sırtını döndügünüz gibi neden burada
sırtınızı dönmüyorsunuz? Oysa, siz de söylüyorsunuz ki, bizde de «pilici yeyip
bitiren bir kedi» bulunduğu su götürmez bir hakikattir.
Buna verilecek bir tek cevap işte şudur: Çünkü, siz küçük burjuvazinin fikir
sözcüsüsünüz; çünkü, fikirleriniz Petrcfhun, İvan’ın, Mihail’in fikirleri değil,
genellikle, hajkçıların malı olan fikirleriniz «saf ve halis düşüncelerin» (*)
ürünü olmak şöyle dursun, küçük burjuvanın çıkarlarını ve görüşlerini
yansıtmaktadır.
«Bu bakımdan, bizim için özellikle yararlı örnek, tıpkı bizim gibi, burjuva
ıslahatını geç tanıyan, bunun sonucu olarak, öteki milletlerin tecrübesinden,
tabiî olumsuz anlamda faydalanan Almanya’dır. Yazar, Vasilçikof’un sözlerini
yorumlayarak der ki: Almanya’da köylülerin yapısı ayrılık göstermez. Köylüler
ellerindeki toprak parçasının genişliğine göre, hakça ve mülkiyetçe
birbirlerinden ayrılmışlardı. Bütün bu oluşum bir «köylü aristokrasisbnin, «soylu
kökü olmayan bir küçük toprak sahipleri kastı» nın oluşmasına, «mülk sahibi
köylüler kitlesi» nin «ırgat» haline gelmesine yol açtı. En sen, yarı aristokrat,
yarı burjuva olup .ancak soylulara ve hali vakti yerinde burjuvaziye seçim hakkı
tanıyan 1849 Anayasası gelip hepsinin üstüne tüy dikti: İşçilerin durumunu iyiye
doğru götürecek kanunî yolların hepsini kesti.» Acaip bir muhakeme doğrusu.
Anayasa kanunî yollan «kesmiş» ha? Bu da Rus halkçılarının o iyiköhne
nazariyesinin bir yankısıdır. Bu nazariyeye göre, «aydınlar» özgürlüğü feda»
etmeğe davet edilmişlerdi. Çünkü, bu özgürlük ancak aydınların işine yarayacak,
halkı «hali vakti yerinde» olan burjuvazinin eline teslim edeceklerdi. Bu saçma
ve gerici nazariye üstünde tartışacak değiliz. Çünkü, genellikle, bugünün
halkçıları ve özellikle en yakın hasımlarımız olan Ruskoye Bogastsvo’nun siyasî
yazarları bu nazariyeden vazgeçmişlerdir. Ama, şu noktayı kaydetmekten kendimizi
alamayacağız: Bu fikirden vazgeçip, Rusya’nın mevcut yollarını açıkça kabul
etmeğe doğru adım. atarken, bu halkçılar, başka yolların mümkün olduğu üstünde
konuşacak ve incelemeler yapacak yerde, bunda da küçük burjuvalıklarını
göstermişlerdir. Çünkü, sınıf mücadelesini hic ajılamayıp, ufak tefek burjuva
ıslahatı üzerinde ısrar etmeleri, bunları liberallerin yanına koymuş ve söz
konusu iyiliklerinin hedefi olan «muhalefetin« karşısına çıkarmıştır.
(*) Rusça metinde almanca olarak geçen bu kelime «kazanç peşinde koşma, kâr
zihniyeti» manasına gelir.
(*) Bay V.V.’nin kullandığı ifade için bk. EğiKmJerimiz ve Ne-delya,, 1894, sayı
4749.
«Q zamanlar Almanya’da da, kurtuluş umudu ile on yıl, yirmi yıl, otuz yıl coşan
birçok kimseler oldu. Gericiliğin ekmeğine yağ sürüleceğini iyice anlayıp,
ıslahata karşı beslenen her türlü şüpheciliği, hoşnutsuzluğu lânetliyen
kimselerdi bunlar. Bu kimseler arasında, halkı başı boş olup tekrar ahıra
tıkılacak ve kcşturulacak bir at sayan safdil olanlar da vardı Ama, bunlar
arasında halkı pohpohlayan ve sinsi sinsi başka bir yol tutturan düzenbazlar;
halkı iyi niyetle seven, her şeye aldanan enayilere balta olmağa çalışan
düzenbazlar da vardır. Ah, bu iyi niyetli enayiler yok mu! Mücadele başladığı
zaman, herkes buna hazırlanmamıştır, herkes buna katılacak kabiliyette de
değildir.»
Eski Rus halkçılığının en iyi geleneklerini gayet iyi özetleyen güzel sözler.
Biz bu sözleri Rus marksçı-larının bugünün Rus halkçılığı karşısındaki tutumunu
nitelendirmekte kullanabiliriz. Bunu yapmak için, zaten, fazla bir değişiklik
yapmağa lüzum yak. Çünkü her iki ülkedeki (*) kapitalist gelişme oluşumu
birbirine pek benzediği gibi, bu oluşumu yansıtmış olan siyasî ve sosyal
fikirler de birbirine pek benzemektedir.
Bizdeki «ileri» edebiyatta da, «bizim köylü ıslahatımız ile Avrupa ıslahatı
arasındaki farklar» üstünde, «halk üretimini kabul etme» (aynen böyle), büyük
çaptaki «toprak parçalan dağıtımı» (her halde, parasını verip kölelikten
kurtulma olacak!) üstünde dil dökenler, v.b. ve bunun sonucu olarak, resmî
makamlardan «emeğin sosyalleştirilmesi» denilen bir mucize bekleyenler, bunu
«on, yirmi, otuz yıldır» bekleyenler egemendir. Bu arada, demincek sözünü
ettiğimiz kedi pilici yemekte ve vatan için başka bir yol seçmenin
zorunluluğundan, «tehdit edici» kapitalizmin ettiği zarardan, krediler,
kooperatifler, ortak ziraat ve daha başka masum zevzekliklerle halka yardım
etmek için alınacak tedbirlerden dem. vuran «iyi niyetli enayilere» kamı tok ve
rahat bir hayvanın tatlı bakışlariyle bakmaktadır. «Ah, bu iyi niyetli enayiler
yok mu!»
«Şimdi, en başta köylülerimiz olmak üzere, biz de bü üçüncü düzenin oluşumu
yoluna girmiş bulunuyoruz. Rusya bu konuda bütün Avrupa’dan, hatta okul arkadaşı
Almanya’dan bile geri kalmaktadır. Avrupa’nın her yerinde, üçüncü düzenin en
başta gelen otlağı ve filizlendiği yer şehirlerdi. Bizde ise, aksine, şehir
halkı nüfu-
<*) Almanya ve R»sya (Çer).
sun daha az kalabalık bir bölümünü teşkil eder.. Bu farkın başlıca sebebini
nüfusu köyde ve ovada tutan bizim, halk tcprak mülkiyetinde aramalıdır.
Avrupa’da şehir nüfusunun artması, halkın topraklarını kaybetmesine ve
kapitalist üretim şartları içinde fazla ucuz elemeği arzına ihtiyacı olan
sanayiin gelişmesine sıkı sıkıya bağlıdır. Köylerden ve ovalardan kovulan Avrupa
köylüleri ekmek parası kazanmak için şehirlere akın ettikleri halde, bizim
köylüler toprağa daha sıkı sıkı sarılmaktadırlar. Halkın toprak mülkiyeti
başlıca stratejik noktadır, köylü durumunun asıl can alıcı noktasıdır; bunun
değerini gayet iyi anlayan burjuvazi elebaşıları bütün marifetlerini ve bütün
kuvvetlerini bu tarafa yöneltmektedirler. Ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım
topluluğuna karşı girişilen hücumlar, rasyonel bir tarım tekniği adına, sanayiin
serilip serpilmesi adına, milletin jlerlemesi, şan ve şerefi adına köylülerin
topraklarını devrettirmeK için yapılan hadsiz hesapsız tasarılar hep bundan
ileri gelmektedir.»
«Başka yollar» hayal ederek, gerçeği tamamiyle yanlış olarak değerlendiren
halkçı nazariyenin sathî niteliği burada açıkça meydana çıkmaktadır. Gerçekten,
bu nazariye «esaslı olan şeyi», (meselâ ortak ya da aile başına) köylü toprak
mülkiyeti şekilleri gibi, temel rolü oynamayan hukukî kurumlarda görmektedir.
Bizim küçük köy iktisadımızda özel bir şeyler görüyor: Sanki bu iktisat —iktisadî
ve siyasî teşkilât tipine göre— Batı Avrupa zanaatçılarının ve köylülerinin
iktisadına mutlak surette benzeyen basit bir küçük üreticiler iktisadı değilmiş
de, bir çeşit «halk» toprak müiKiyeti (?!) imiş gibi. Liberal halkçı
gazetelerimizin her zaman kullandıkları terime göre, «halkla
ilgili» kelimesi emekçinin sömürülmesini reddeden bir terimdir; bizim köy
iktisadımızda, ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım, topluluğu dışında egemen
olan aynı artık – değeri kendine mal etmenin, başkası hesabına yapılan aynı
çalışmanın var olduğu (kesin) olayını düpedüz gizlemektedir; bunu yapmakla,
yazar duygulu ve yapmacık bir ikiyüzlülüğe kapıları ardına kadar açmış oluyor.
«Toprak bakımından yoksul ve vergiler altında ezilen bugünkü ortak toprak
tasarrufuna dayanan tarım topluluğu bence pek büyük bir teminat değildir.
Köylülerin önce de çok topraklan yoktu; nüfusun artması ve üründe verimin
düşmesi yüzünden toprakları daha da azalmıştır. Köylerde ve ovalarda yaşamak o
kadar güçleş-miştir ki, köylüler, kadınlar ve çocukları evde bırakıp köycek
uzaklarda ekmek parası getirecek iş aramağa gidiyorlar. Böyle boşalmış pek çok
kazalar var… Bu zor geçim ve yaşama şartlarının etkisi altında, bir yandan
köylülerin içinden özel bir sınıfın, genç burjuvazinin doğduğu görülmektedir. Bu
burjuvazi başka yerden toprak satınalmak ve ticaret, tefecilik ve kendi idare
edeceği işçi kooperatifleri kurmak gibi başka işlere girişmek istediği gibi
parça başına işçi çalıştırmak ve buna benzer daha birçok ufak tefek işler yapmak
istiyor.» Bu parça üstünde uzun uzun durulmağa değer.
Burada, en başta, «köylüler köyden ve ovadan kaçıyor» gibi üç – beş kelime ile
ifade edilebilecek kesin birtakım olayların gözlemi var; ikincisi, bu olayların
(olumsuz) bir değerlendirilmesi; üçüncüsü, bunların izahı yer alıyor. Bu izahtan,
derhal burada ortaya konmayan, ama, pek bilinen bir program (toprak
parçalarını büyütmek, vergileri azaltmak ve zanaatçı sanayiini «yükseltmek», «geliştirmek»)
doğmaktadır. Şunu belirtelim ki, marksçılara göre, birinci ve ikinci nokta
tamamiyle doğrudur (yalnız, biraz aşağıda göreceğimiz gibi, bu noktalar pek
doyurucu sayılmayacak bir şekilde izah edilmiştir). Üçüncü noktaya gelince,
aksine bunun hiç mi hiç bir değeri yoktur. (*)
Fikrimizi izah edelim. Birinci nokta doğrudur. Bizim, ortak toprak tasarrufuna
dayanan tarım topluluğunun bir teminat olmadığı, köylülerin toprakları bırakıp,
köyden ve ovadan kaçtıkları bir gerçektir. Ama, bunun yerine malsız mülksüz
bırakılmışlardır, demek gerekirdi. Çünkü, köylüler (özel mülkiyet olarak) bazı
üretim araçlarına (ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım toplulukları
tarafından parasını verip kurtarılmış ve yine özel bir şekilde işletmek imkânını
veren özel bir hukuk sayesinde toprağa) sahiptiler; çünkü, şimdi bu araçları
kaybetmek üzeredirler. Zanaatçı sanayiinin «çökmeğe yüz tuttuğu», yani burada
köylülerin mal ve mülklerinden oldukları, üretim âlet ve araçlarını
kaybettikleri, evde yapılan dokumacılığı bırakıp, demiryolları inşaatında
ücretli işçi olarak, yapı işçisi olarak, ırgat olarak, v.b. iş aramağa
gittikleri doğrudur. Köylülerden alınan üretim araçları küçücük bir azınlığın
eline geçmekte ve işçi gücünün sermaye tarafından sömürülmesinde birer kaynak
hizmetini görmektedir. Şu halde, bu istihsal vasıtalarına sahip olanlar «burjuvazi»
halinde, yani, kapitalist sosyal iktisat tarzında teşkilâtlandığına gö-
<*) Marksçılık nazariyecilerinin, halkçılara karşı giriştikleri mücadelede
objektif taraf üstünde, olayları izah etmek ve anlamak zorunluluğu üstünde bu
kadar ısrar etmelerinin sebebi işte budur.
re, «halk» emeğini ellerinde tutan bir sınıf haline geldiklerini söylemekte,
yazar, tamamiyle haklıdır. Bütün bu olaylar gayet doğru olarak gözlenmiş ve
emekçinin sömürülmesinde bunların oynadıkları rai yine doğru olarak
değerlendirilmiştir.
Ama, okuyucu daha evvelce de söylenenden anlamıştır ki, marksçı bu olayları
büsbütün başka bir şekilde izah etmektedir. Halkçı bu olayların sebebini «toprak
bulunmamasında», vergi yükünde, «ek ücretler» in düşmesinde, yani toprak, vergi
ve sanayi siyasetinin özelliklerinde görüyor; bu türlü bir siyaseti doğuran «istihsalin
sosyal teşkilâtı» na ait özelliklerde aramıyor.
Halkçılar: Topraksızlık var, bu topraksızlık gittikçe artıyor, diye düşünüyorlar
(Ben yazarın bu kesin ifadesine pek bağlanmıyorum, düpedüz halkçı görüşün genel
tezini ele alıyorum). Bu düşünce tamamiyle doğru, ama, neden yalnız
topraksızlığın sözünü ediyorsunuz da, ardından, «toprak az satılıyor» diye
eklemiyorsunuz? Çünkü bizde köylülerin kendi toprak parçalarını toprak
sahiplerinden (kölelikten kurtulmak üzere) para ile (ya da tazminat vererek)
satın aldıklarını siz de bilmez değilsiniz. Şu halde, niçin bütün dikkatinizi
topraksız kalma üstünde topluyor-sunuz da, toprak satınalmak cilayı ile hiç
uğraşmıyorsunuz?.
Satışın, parasını verip satın almanın var olması; olayı emekçileri, az satılsın
çok satılsın, üretim âletlerinden mutlaka yoksun kılacak ilkelerin (para ile
üretim araçları edinme) egemen olduğunu gösterir. Bu olayı gizlemekle, bu
satışın yapılabildiği biricik alan olan kapitalist üretim tarzını gizlemiş
oluyorsunuz. Bu olayı gizlemekle, burjuva toplumu alanında daha şimdiden yer
almış ve az mı yoksa çok mu toprak satmalı, meselesi üstünde dil döken basit bir
siyasetçi haline gelmiş oluyorsunuz. Görmüyor musuinuz ki, kendi özel
çıkarlarının baskısı ile o «büyük» ıslahat işini becerenlerin ruhlarına
sermayenin çok-tanberi yerleşmiş olduğunu, (kölelikten kurtulmak için toprak
parçacığını para ile satınalmak olayı bile bunu tek başına ispat etmektedir. Bu,
yine ispat ediyor ki, ıslahat tarafından kurulmuş rejime dayanan ve bu rejimde
yapılacak düzeltmeler üstünde boşuna kafa yoran bütün o halkçı – liberal «kibar
sosyetesi» ne ışık veren «kapitalist mehtabı» ndan başkası değildir. Temelinde
büsbütün farklı ilkeler alanında sıkı bir şekilde tutunanlara karşı halkçının bu
derece hırçınca savaşmasının sebebi işte budur. Marksçılar halkla hiç
kaygılanmıyorlar, köylülerin elinden toprağı almak istiyorlar, diye çığlığı
basan işte yine bu halkçıdır!…
Halkçı, halkla elbette ki, kaygılanır. Köylülerin elinden toprağı alınmasın,
bunlara daha çok toprak verilsin (satılsın) ister. Namuslu bir esnafın düşüncesi
bu. Doğrusu ya, bu halkçı toprak bedava verilmesin, satılsın demeyi unutuyor.
Ama, bir dükkânda ticaret eşyasına para ödemek gereğinin hiç önüne geçilebilir
mi? Allah Allah, bunu kim bilmez!.
Bu esnaf toplumundan çok «farklı hale» gelmiş, Mihaylovski’lerin ve
Yujakof’ların pek özel ve küçük burjuva deyimlerini kullanarak söyleyelim (*),
bu toplumdan «aforoz edilmiş» kimselere, yalnız bu kimselere başvurmak lâzım
geldiğini savunan marks-çılara bu halkçının niçin kin beslediği artık
anlaşılmaktadır.
(*) Toprak parçasını (kölelikten kurtulmak için) para ile satınal-manın
kapitalist niteliğini anlamayıp bu konuda hiç bir şey söylemiyen halkçılar,
köylülerdeki «topraksızlığın», «eski soylular teşekkülü» temsilcilerinin en iyi
toprak paırçalarım ete geçirmeleri şeklinde tamamlandığı olayı hakkında da
tevazu gösterip, hiç bir şey söylememektedirler.
Devam edelim. «Zanaatçı sanayii az» : Halkçının zanaatçılık hakkındaki görüşü
işte böyledir Yine burada da, bu sanayiin teşkilâtlandırmış tarzı hakkında
hiçbir şey söylemez, susar. «Çökmekte olanların» da, «tam bir gelişme içinde
olanların» da, her ikisinin de kapitalist tarza göre, emeği ikinci elden
satanların tacirlerin, v.b. sermayesine tam, bir şekilde kul köle ederek
teşkilâtlandırıldığı olayına büyük gönül rahatlığı içinde gözlerini yumar ve
ilerleme, düzeltme, kooperatifler, v.b. gibi küçük burjuva isteklerini öne
sürmekle yetinir: Sanki, bu türlü tedbirler sermayenin fiili egemenliğini
sarsabilirmiş gibi. Hafif sanayi alanında olduğu gibi, tarım alanında da, halkçı
bunların bugünkü teşkilâtları alanında yer alır ve bu teşkilâtlara karşı değil
de, bu teşkilâtların türlü kusurlarına, eksikliklerine karşı savaşır. Vergiler
konusunda ise, halkçı halkçılığın, niteleyici ve ayırıcı vasfı olan o «uzlaşmalara
elverişli eğilimi»ni ortaya dökerek kendi kendini çürütür Demincek kendisi de
söylemiştir ki, artık-değeri kendine mal etmek rejiminde her vergi (hatta gelir
üzerinden alınan vergi bile) işçilerin sırtına yüklenmektedir. Ama, yine de
öyleyken, vergiler yüksek mi değil mi meselesini anlamak konusunda liberallerle
tartışmaktan, vergiler dairesine «medenî bir namuslulukla» bol bol öğütler
vermekten hiç çekinmez.
Marksçıya göre ise/sebep bir kelime ile ne siyasette, ne devlette, ne de «toplum»
da aranabilir; sebebi Rusya’nın bugünkü iktisadî teşkilâtlanmasında aramak
gerekir. Esas mesele, «marifetli insanlarsın ya da «düzenbazların» bulanık suda
balık avlamaları değil, «halk» in birbirini reddeden birbirine zıt iki güçten
oluşmasıdır. «Toplumda faaliyet halinde bulunan hareket halindeki bütün güçler
birbirine zıt iki güce ayrılır.»
«Burjuva rejiminin kurulmasında çıkarı olan kimseler, tasarılarının yıkıldığını
(*) gördükleri halde, yine bildiklerinden şaşmıyorlar, kabahatin tamamiyle ortak
toprak tasarrufuna dayanan zincirleme kefalette, tarlaların yeniden dağıtımında
ve düzenbazlara, sarhoşlara elini uzatatt ortaklık rejiminde olduğunu köylülere
tekrar edip duruyorlar. Hali vakti yerinde köylüler için ödünç para veren
tasarruf birlikleri kuruyorlar; varlıklı kimseler için küçük tarım kredisi rica
ediyorlar, şehirlerde hali vakti yerinde kimselerin çocuklarını okutan teknik,
meslekî, v.b. okulları açıyorlar; oysa, halk kitlesi okulun yüzünü görmez;
sergiler, mükâfatlar vasıtasiyle, değerli aygırlar getirtmek suretiyle, v.D.
zengin köylülerin hayvanlarını ıslah etmelerine yardım ediyorlar. Bütün bu ufak
tefek çabalar, sonunda, köy topluluğu üstünde kötü ve bozucu bir etki ya-
(*) Şu halde, ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım toplulı*-ğunu yıkmak
tasarısının iflâsı, «burjuva rejimin kurulması» çıkarlarına karşı kazanılmış bir
zaferle aynı anlamda oluyor, demek!…
«Ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu» ndan bir küçük burjuva
ütopyası yaratan halkçı, kendi hülyasına kapılıp ( sonunda yöneltilen tasarıda
düpedüz burjuva rejiminin kuruluşunu görecek kadar gerçekten habersiz hale
geliyor. Oysa, bunda çoktan kesin olarak kurulmuş bulunan burjuva rejimi
alanında çevrilmiş basit bir siyaset oyunundan başka bir şey yok.
Halkçı için, marksçıya karşı en kesin delil, mutlak bir zafer edasile ona şu
soruyu sormaktır: Haydi bakalım, söyleyin bana, siz ortak toprak tasarrufuna
dayanan tarım topluluğunu yıkmak mı, yoksa yıkmamak mı istiyorsunuz? Evet mi.
hayır mı? Onca, bütün mesele, bütün «kuruluş» bunda Marksçı görüşe göre «kuruluş»
geri alınması, ortadan kaldırılması mümkün olmayan çoktan kazanılmış bir olaydır;
ne tarım toppan, köylüleri gün geçtikçe ikiye bölen önemli bir güç haline gelmiş
oluyor.»
«Ufak tefek çabalar» in bu özelliği mükemmel bir şey. (Ruskoye Bogastsvo’nun ve
halkçı liberal bütün gazetelerimizin büyük bir hararetle savundukları) bütün bu
ufak tefek şeylerin kapitalist rejimde işe karıştığı, bu rejimi izah ettiği ve
geliştirdiği hakkında yazarın öne sürdüğü düşünce tamamiyle doğrudur.
Marksçıların bu türlü çabaları kabul (ve tasvip) etmemelerinin nedeni de budur
zaten. Bu «çabalar» in küçük üreticilerin inkâr edilmez günlük ihtiyaçlarını
teşkil etmesi, marksçılara, kendi ana tezlerinin, yani köylüye emekçinin
ideolojisinin temsilcisi gözü ile bakılamayacağının doğru olduğunu ispat
etmektedir; çünkü, iktisadın kapitalist teşkilâtı köylüyü bir küçük burjuva
kıldığından, bunun sonucu olarak köylü, bu rejim alanında yer almış ve hayatının
(ve fikirlerini^ bazı yüzleri vasıtasiyle burjuvazi ile temasa gelmiş oluyor.
Bu parçadan faydalanıp, şu aşağıdaki noktayı belirtmek iyi olur: Halkçı Baylar
marksçıların «ufak tefek çabaları» tasvip etmemelerini yermektedirler.
Kendilerine nereden geldiklerini hatırlatarak şunu göstermek isteriz ki,
halkçıların işi bambaşka şekii-
luluğunun yıkılması ne de kuvvetlendirilmesi bu olayı sarsabilir; tıpkı bunu
toprak mülkiyetine bağlı köyler ile aile başına toprak mülkiyetine bağlı
köylerde de görülen sermaye egemenlisini sarsamıyacağı gibi: Halkçı bunu katiyen
anlamak istemiyor.
Bu «kuruluş» aleyhine edilmiş kuvvetli bir itirazla karşılaşınca, halkçı bu
itirazı bu kuruluşun bir övgüsü olarak göstermeğe çalışıyor. Tevekkeli
dememişler, boğulmakta olan insan bulduğu tahta parçacığına sıkı sıkı yapışır,
diye.de ele aldıkları, uzlaşmaları bu derece seve seve ve I büyük bir hararetle
kabul etmişlerdi), bütün bu çaba- | ların burjuva mahiyetini —anladıkları,
demiyeyim, ] ama— hiç olmazsa hissettikleri ve bu çabaları inkâr i etmenin ancak
pek safdil liberaller tarafından «halk hakkında kötümserlik beslemek» le
damgalandığı bir devir oldu.
Halkçı bayların, «toplum» un temsilcileri, diye liberallerle mesut bir şekilde
kaynaşmaları bugün
meyvalarnı gözle görünecek şekilde vermiş bulunuyor, j
Burjuva ilerlemesinin «ufak tefek çabaları» ile j
yetinmesini bilmemek, kısmî ıslahatı hiçbir şekilde !
inkâr etmek demek değildir. Marksçılar bu tedbirle- j
rin (pek azıcık da olsa) bir dereceye kadar yararı ol- |
duğuna itiraz etmezler. Bu tedbirler işçinin durumu- i
nu (birazcık da oisa) bir dereceye kadar düzeltebilir;
özellikle, sermayenin, tefeciliğin, köleliğin, v.b. geri
kalmış şekillerinin ortadan kalkmasını hızlandırır;
bunların Avrupa kapitalizminde görülen daha modern
ve daha insanî şekillere geçmelerini kamçılar. Şu
halde marksçılara. Bu tedbirler alınmalı mı, alınma
malı mı, diye sorulduğu zaman, alınacak cevap elbet
te ki, olumludur. Ama, yine bu marksçılar aynı za
manda, bu tedbirler vasıtasiyle düzeltilmek istenilen
bu rejim hakkındaki toplu görüşlerini de ortaya ko
yacaklar ve bu tedbirleri kabul etmelerinin, bu reji
min gelişmesini, sonra da sona ermesini hızlandır
mak arzusundan ileri geldiğini söyleyeceklerdir. (*)
«Köylülerin, Almanya’da olduğu gibi, bizde de haklarına ve mülkiyetine göre, (devlet
köylüie-
(*) Bu, «teknik ve öteki okullar» için köylülerin ve zanaatçıların teknik
ilerlemesi için doğru olduğu gibi, «köylü toprak mülkiyetinin genişlemesi», «kredi»
vb. için de doğrudur.
ri, toprağa bağışlanmış köylüler, bazıları bütün toprak parçaları almış, yarım
toprak parçaları almış eski senyörlük köylüleri, ya da çeyrek toprak parçalan
almış eski hizmetkâr toprak köleleri gibi) birbirinden farklı kategorilere
ayrıldıklarını, ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu rejiminin bizde
genel olarak kabul edilmemiş olduğunu, ferdî mülkiyete raslanılan güney – batıda
koşum hayvanlarına sahip köylüler bulunduğu gibi, koşum hayvanı olmayan köylüler
de bulunduğunu (**), sebze tarımı yapanlar, tarım işçileri, bir kısmı 100 ve
daha fazla desiyatin (***) toprağa sahip oldukları halde, bir kısmı hiç toprak
sahibi olmayan çinçevik-ler (****) bulunduğunu, Baltık eyaletlerindeki taprak
rejiminin Alman toprak rejiminin sadık bir kopyası olduğunu, v.b dikkate alacak
olursak, bizde de burjuvazi için elverişli bir alan var olduğu görülecektir.»
Burada, halkçıların ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu değerini
hayali bir şekilde abarttıklarını belirtmenin önemi vardır. Yazar, sanki «bu
tarım topluluğu rejimi» burjuvaziyi reddedermiş, köylülerin tabakalara
bölünmelerini reddedermiş gibi konuşuyor! Oysa, bunu yapmakla gerçeğin tam
aksini söylemiş oluyor!.
(**) Bu konu için bk. Lenin, Yeni iktisadî değişiklikler, ds. Le-nin, Eserler,
c. I. Paris — Moskova, 1968, s. 53-54.
(***) Desiyatin, 1.0925 hektar değerinde olan Rus arazi ölçüsâ birimi (çev.)
(****) Çarlık Rusyası devrinde, özellikle, Polonya’da, Litvanya’da, büyük
Rusya’da, Ukrayna’nın Karadeniz kıyısındaki bölgelerinde adeta değişmez
mükellefiyetlere tâbi olan ve sen-yör topraklarını babadan oğula miras kalan
işletme hakkı ile işliyen köylülere çinçeyik denirdi (Çev.)
Herkes bilir ki, ortak toprak tasarrufuna daya-nan tarım topluluğu köylüleri
haklarına ve ellerindeki toprak parçalarına göre birbirlerinden ayrılmışlardır;
bu topluluğa en bağlı köylerde köylüler yine de hem «haklarına göre (topraksız,
küçük toprak sahibi, eski hizmetkâr toprak köleleri, toprak parçalarını özel
ödemelerle tekrar satın alıp kölelikten kurtulan, toprağa bağlı olan köylüler,
v.b., v.b.), hem de «mülklerine göre» ayrılmışlardır, onlar da şunlardır: Toprak
parçalarını icara veren köylüler, ya vergilerini vaktinde ödemedikleri için ya
da ekip biçmedikleri ve ihmâl ettikleri için toprakları haczedilen köylüler,
icarla taprak kiralayan köylüler ya «ötedenberi» toprakları olan ya da her yıl
birkaç desiyatin toprak satın alan köylüler, en son ne evi ne de herhangi bir
hayvanı olanlar, hiç beygiri olmayan ve birçok beygiri olan köylüler. Yine
herkes bilir ki, bu iktisadî bölünme ve ticarî iktisat rejimi, tefeci
kapitalizmin ve köleliğin en bereketli çiçeklerini bütün şekilleriyle
yetiştirmektedir. Halkçılar ise, sözüm ona bir «ortak toprak tasarrufuna dayanan
«tarım topluluğu rejimi» nin gül pembe masallarnı hâlâ anlatıp durmaktadırlar!.
«Genç burjuvazi, bizde, günden güne değil, sa-attan saate fiilen büyümekte,
sayıca çoğalmaktadır. Hem yalnız yahudi çevrelerinde değil, Rusya içinde de. Bu
konuda birtakım sayılar vermek henüz güç ise de, toprak sahiplerinin, verilen
patentaların, kulaklar ve kan emiciler hakkında köylerden gelen şikâyetlerin
artmasına, daha başka birçok belirtilere bakarak (*;,
(*) Burada, köylü bankacılığı aracılığıyla yapılan satınalmalar, ve tekniğin ve
tarımın yetkinleştirilmesi, iyi aletler kullanılması, hayvanlara yedirilen
otların yetiştirilmesi, küçük kre-
daha şimdiden nüfuz ve itibar kazanan bu burjuvazinin sayıca önemli olduğu
düşünülebilir.»
Tamamile doğru! «1879 yılı için doğru, hele 1895 yılı için çok daha doğru cilan
bu olaylar, Rus gerçeğini marksçı olarak görüşün temellerinden birini teşkil
etmektedir.
Yazar gibi biz de bu olayları beğenmiyoruz. Bunların küçük üreticilerin
çıkarlarına aykırı olduğunu kabul etmekte anlaşıyoruz, ama biz bu olayları
büsbütün farklı bir şekilde anlıyoruz. Bu farkın nazarî yüzünü daha yukarıda
tarif etmiştim. Şimdi de, pratik yüzüne geçelim.
Halkçı, burjuvazi, hele toprak burjuvazisi bizde henüz zayıftır, yeni yeni
doğmaktadır, diyor Burjuva eğilim henüz pek az belirdiğinden henüz geriye
dönülebilir. Geriye dönmenin de tam zamanıdır
(Pratikte, ödlek bir gerici romantik haline gelen) bir metafizikçi sosyolog
ancak böyle düşünebilir. Toprak burjuvazisinin «zayıf oluşu», kuvvetli
unsurlarının, yüksek tabakalarının şehirlere doğru çekilmesiyle, «genel kurmay»
in çoktan şehirlerde yerleşip köylerde ve ovalarda yalnız «askerlerin»
kalma-siyle izah edildiğini hesaba katmayıp, olayların halkçılar tarafından göz
göre göre böyle tahrif edilmesini bir yana bırakıyorum. Bu muhakemede, bu
muhakemeyi metafizik hale getiren başka bir hata daha var.
Köy ve ova küçük burjuvazisi (zengin köylü, is-tifçi, esnaf, kulak, kan emici,
v.b.) ile, tabiî ki, «başkası hesabına» çalışan «emekçi» köylü arasındaki belli
bir sosyal ilişki karşısındayız.
dinin gelişmesi ve zanaatçılar için sürüm pazarları kurulması r vb. gibi «köy
iktisadındaki ilerici eğilimler» de eklenmelidir.
Bu ilişkiye sık sık rastlandığını halkçı da inkâr edemez. Ama, onca bu ilişki
zayıftr, onun için de, bu ilişki henüz düzeltilebilir.
Biz bu halkçıya, tarih «yaşıyan fertler» tarafından yaratılır, diyeceğiz, bize
sunduğu yemek tabağını biz yine kendisine sunacağız. Sosyal ilişkileri düzeltmek,
değiştirmek, tabiî ki, mümkün olan bir şeydir. Ama, yalnız, bu teşebbüs, bu
düzeltilecek ya da değiştirilecek sosyal ilişkilerin kendilerinde gerçek hale
geldiği kimselere ait olduğu zaman. Bu, gün gibi açık olan bir.gerçektir «Emekçi»
köylü bu ilişkiyi değiştirebilir mi değiştiremez mi? Meselesini bilmek söz
konusudur. Bu ilişki neye dayanır? İki küçük üreticinin ticarî üretim rejiminde
üretim yapmalarına, bu ticarî iktisadın bunları birbirinden ayırmasına, bu
iktisadın birine sermaye vermesine, ötekini de «başkası hesabına» çalıştırmasına
dayanır.
Emekçi köylümüzün bir ayağı tam da değiştirilmesi lâzım gelen alanda bulununca,
onun bu ilişkiyi değiştirmesini nasıl istersiniz? Bu köylü tek başına olup,
pazar için kârı da zararı da kendine ait üretim yapınca; bu yaşama şartları
kendisinde pazar için tek başına çalışan herhangi bir kimseye has «düşünceleri
ve duyguları» doğurunca; başkalarından maddî şartlarla ve işletmesinin genişliği
ve niteliği ile ayrılınca, bu nedenle de, kendisi ile sermaye arasındaki zıtlık
burada yalnız birtakım, «korsanlar» ve düzenbazlar değil de, sermaye söz konusu
olduğunu anlayabilmesine imkân vermeyecek kadar az gelişmiş olunca, bu köylü tek
başına olmanın ve ticarî üretimin beş para etmediğini nasıl anlayabilir?.
Bu sosyal ilişkinin (bu önemli noktaya dikkatinizi çekeriz) sonuna kadar
geliştiği yere, küçük üreticiler olup kendileri de kesin olarak «farklılaşmış»
ve burjuva rejminden «aforoz» edilmiş ve bu sosyal ilişkinin kendilerinde gerçek
hale geldiği kimselerin bu-
lundukları yere, bu zıtlığın göze çarpacak şekilde iyice geliştiği yere,
meseleyi artık hayali ve sakat bir şekilde ortaya koymanın mümkün olmadığı yera
başvurulması iüzumu apaçık meydanda değil midir? Bu şartlar içinde bulunan küçük
üreticiler burjuva «hayatının dışına» atıldıklarını yalnız olaylar vasıta-siyle
anlamakla kaimayıp, bilinçleriyle anlayınca köylüler de «nasıl hareket
edileceğini» anlayacaklar ve «başkaları hesabına,» çalışan arkadaşlarına
katılacaklardır.
«Bizde köylüler tarafından satınalınan toprakların sözü edildiği zaman, bu
satınalmaların ferdî olarak ve crtak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu
tarafından yapıldığı izab edildiği zaman, tarım topluluğu tarafından yapılmış
satınalmaların ferdî satınalmalar gene kuralı içinde pek seyrek rastlanan
küçücük bir istisna teşkil ettiğini hemen hemen hiç söylemezler.»
Daha sonra, 1861″de 103.158 oian ferdî mülkiyet sayısının (1860 yılları
istatistiğine göre) 313.529′a yükseldiğini gösterdikten, ikinci istatistiğin
toprak köleliği zamanında hesaba katılmamış olan küçük toprak sahibi köylüleri
de kapsadığını izah ettikten sonra, yazar devam edip şöyle diyor.
«Küçük toprak soylularına yakından temas eden ve bunlara katılan bizim genç
toprak burjuvazimiz işte budur.»
Buna doğru, hele burjuvazinin, «yakından temas edişine» ve «katılışına tamamiyle
doğru;, diye cevap-vereceğiz! Onun için, «köylü tcprak mülkiyetinin
genişletilmesi» ne (küçük üreticilerin çıkarı ile ilgili olarak) büyük bir önem
veren küçük burjuva ideologla-rı safında, yani s 152′de bunun sözünü eden
yazarın safında yer alıyoruz.
Ferdî satınalmalar ya da ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğunun
satınalmaları meselesini, burjuva rejiminin «kuruluşunun» ne tarzda olursa olsun
bunlara bağlı olduğuna inandıracak şekilde inceleyen kimselere biz sadece
birtakım politikacılar gözü ile bakıyoruz Bizce, her iki halde de birtakım
burjuva ilişkileri söz konusudur; çünkü, her iki halde de satmalına satınalmadır,
para paradır; yani, ister «karşılıklı bir sosyal uyum. ve bir birlik faaliyeti
düşüncesi» ile ziraî komün tarafından birleştirilmiş olsun, ister ferdî
toprakların tasarrufu ile bölünmüş olsun, küçük burjuvanın eline geçen şey bir
ticaret malıdır. (*).
«Zaten, bu da genç tcprak burjuvazisini tama-miyle tarif etmekten henüz uzaktır.
«Kan emici» kelimesi, hiç şüphe yok ki, yeni bir kelime değildir; ama, bugün
kazandığı mânayı hiçbir zaman ifade ettiği olmamıştı; tarif ettiği kimsenin köy
ve ovalardaki hemşerilerine hiç bugünkü kadar kuvvetle çullandığı olmamıştı. Bir
zamanlarki kan emici bugünkü kan emiciye kıyasla, tarım komünün kuralını her
zaman kabul etmiş bir çeşit pederşahî kişiydi; bazan, kazanç peşinde pek fazla
koşmayan düpedüz bir çapulcuydu. Bugün ise ,kan emici kelimesinin bambaşka bir
anlamı vardır Artık eyaletlerde nispeten az kullanılmaktadır, kulak, «koştan»,
tacir, meyhaneci, «koşatnik», müteahhit, rehinle ödünç para
(*) Söylemeğe hacet yok, burada sadece gerekli istihlâk maddelerini edinmekte
kullanılan para söz konusu değildir; istihsal vasıtaları satınalmak için bir
kenara konabilen hazır para söz konusudur.
veren; v.b. gibi başka kelimeler bunun yerini almıştır. Bir kelimenin
parçalanmasiyle teşekkül eden kelimelerden bazıları yeni değildir; bazıları ise,
yeni kelimelerdir» hiç değilse, köylülerin konuşma diliride bunlara evvelce
rastlanmıyordu. Bu da gösteriyor ki halkın sömürülmesinde her şeyden önce bir iş
bölümü meydana gelmiş, yağma da, yağmada uzmanlaşma da büyük çapta dal budak
salmıştır. Hemen her kasabada ve her köyde but sömürücülerden biri ya da bir
çoğu bulunabilir.»
Yağmanın yaygın bir şekil almasını böyle canlt bir şekilde yakalayıp ortaya
koymaya edilecek hiçbir itiraz yoktur. Yalnız, bütün halkçılar gibi, yazarın do
hatası, bu olaylara rağmen, kulaklar tarafından yapılan (hatta iş bölümü bile
olan) bu sistemli, genel, düzenli sömürmenin kapitalizmin ziraattaki bir
belirtisi olduğunu anlamak istememesidir. Bu, sermayenin, ilkel şekiller
altındaki egemenliği; bir yandan, halkçıların arızî birşey diye baktıkları şehir,
banka kapitalizmini, genellikle, Avrupa kapitalizmini doğuran; öte yandan da, bu
kapitalzm tarafından desteklenen ve beslenen sermayenin egemenliğidir. Bir
kelime ile, Rus millî iktisadındaki kapitalist teşekkülün yüzlerinden biri işte
budur.
Bundan başka, kan emicinin niteliğindeki «tekâmül» bize halkçıyı bu defa da
utandırmak imkânını verecektir.
Halkçı halk istihsalinin teminatın 1861 yılı ıslahatında’ görür. Bu ıslahatın
Batı ıslahatından büyük, farklarla ayrıldığını kabul eder.
Bugün alınmasını arzuladığı tedbirler de ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım
topluluğu, v.b. hedef tutan bu türlü bir «teminata», «toprak parçaları»ve
genellikle istihsal vastaları vermelere indirgenebilir.
Şu halde. Bay halkçı «(kapitalist üretimi değil halk üretimini» kanunla
müeyyideleştiren ıslahat, nasıl oldu da, «pederşahi düzenbazı» nispeten daha
canlı kanlı ve daha uygar bir yırtıcı haline getirmekten, Batıdaki büyük
ıslahatların yaptığı gibi, yağma şekillerini değiştirmekten başka bir sonuca
varmadı?
Sonradan alınan (köylünün toprak mülkiyetini genişletme, iç göçler, toprakların
düzenli olarak kiralanması ve daha başka inkâr edilmesi imkânsız, ama katıksız
burjuva olan ilerlemeler şeklinde tama-miyle mümkün) «teminat» tedbirlerinin,
bütün bu tedbirlerin sonunda yeni bir şekil değiştirmeden, sermayenin daha büyük
çapta Avrupalılaşmasından bu sermayenin ticaret sermayesi iken üretim sermayesi,
Orta Çağ sermayesi iken modern sermaye haline gelmesinden başka bir şeye
varacağını nasıl olur da düşünebilirsiniz?
Başka türlü olamaz. Sebebi de gayet basit: Bu -türlü tedbirler sermayeye, yani
bir kısmı (ticarî iktisat rejimi tarafndan teşkilâtlandırılan sosyal emeğin
ürünü) para biriktiren, öbür kısmı da önceki kategoride biriken mahsulden yoksun
bırakılmak manâsında, yalnız «kolları» hür (*) olan insanlar arasındaki
münasebete hiç dokunmaz.
«… (Bu kulaklar, v.b. arasında) sermayesi olmayan ufak tefek iş adamı,
genellikle, kendisine ya kredi temin eden ya da kendi hesaplarına sa-tınalmalar
yaptıran büyük tacirlere bağlanır; bu
(*) Halk kitlesi, eskiden olduğu gibi,… yine başkası hesabına
çalışacaktır. (Adı geçin makale, s. 135): Bu ikille fiilen hür olmasaydı; (çünkü,
kanunen küçük «bir toprak parçasına» saf hip olabilir), böyle bir şey, tabiî ki
olamazdı.
ufak tefek iş adamları içinde en hali vakti yerinde olanları kendi işlerini
kendileri çevirirler, büyük ticaret şehirleriyle ve büyük limanlarla ilişkiye
girişirler, buralara kendi hesaplarına vagon gönderirler, aranılan ticaret
mallarını gidip yerinden satınalırlar. Hangi trene binerseniz bininiz, üçüncü
mevkide (pek seyrek olarak, ikinci mevkide) kendi işleri için yolculuk eden bu
adamlardan bir çoğuna hemen her zaman rastlarsınız. Bu ufak tefek iş adamların
giyinişlerinden, teklifsiz ve kaba hareketlerinden, ya da ekmek parası aramağa
giden, ayağında hasırdan örme çarıklar, «okuması yazması» olmayan küçük bir
köylü görünce, kaba kaba gülüşünden tanırsınız. Bu insanları konuşmalarından
tanırsınız. Genellikle, koyun postlarının, zeytinyağının, derinin, darının, v.b.
lâfını ederler. Yaptıkları hileleri hiç utanmadan anlattıklarını işitirsiniz.
Örneğin, fabrikanın birine kokmuş tuzlu balık yutturmuşlardır; onlara göre, «herkes
çaya boya katabilir, yeter ki bu işin nasıl yapıldığını bir kere görsün;» «müşteri
görmeden, bir buçuk kilo su katıp kelle şekerinin ağırlığını artırabilir, v.b.
Bütün bunlar dobra dobra ve hiç sıkılmadan söylenir. İşi bu dereceye vardıran bu
adamların büfelerden kaşık çalmamaları ya da istasyon-lardaki havagazı
lâmbalarını sökmemeieri, her halde hapishaneyi boylamak korkusundan olsa gerek.
Bu yeni insanların ahlâkı filân umursa-dıkları yoktur Bu ahlâk tamamiyle ruble
üstüne kurulmuştur, özdeyişleri de meselâ şunlardır: «İyi avcı avını bulur, iyi
avcı tavşanı uyanıkken yakalar, ihtiyatlı olmak her zaman iyidir, yere düşeni
topla, kimsenin bulunmayışından yararlanmağa bak, zayıf kimselere acıma,
gerektiğinde boyun eğmesini ve küçülmesini bil». Sonra,
gazetelerde de yayımlanan bir habere geçilir, büyük bir sigorta pirimi koparmak
için evini yakan meyhaneci ve tefeci Volkof örnek olarak anlatılır. «O yerin
öğretmeni ve papazı bu adamı çok takdir ediyorlarmış; öğretmenin biri, bir
bardak şaraba, bu adamın hileli dâva dilekçelerini yazarmış», «o nahiye
idaresinin kâtibi buna Mordve’ların hepsini dayaktan geçireceğim, diye söz
vermiş». «Aynı zamanda eyalet meclisi üyesi olan bir zemstva temsilcisi bunun
eski bir evini 1.000 rubleye sigorta etmiş» v.b. Volkof gelişi güzel alınmış bir
misal değil, tipik bir misaldir. Bu Volkofların bulunmadığı, köylüleri yağma
etmek ve köle haline getirmek hikâyelerinden başka, pirim kopartmak için bile
bile yakılan evlerin hikâye edilmediği hiçbir köy, hiçbir nahiye gösterilemez…»
«… Peki, köylülerin bu soydan kimseler hakkındaki tutumu nedir? Bu kimseler,
Volkof gibi, budala, kaba, gaddar ve hasis iseler, köylüler bunları sevmezler
bunlardan korkarlar; çünkü, ellerinden her türlü kötülük gelir; oysa, köylüler
hiçbir şey yapamazlar. Çünkü, bu kimselerin evleri sigortalıdır, iyi beygirleri
vardır, kapılarının sürgüleri sağlamdır, azgın köpekleri vardır, resmî
makamlarla araları çok iyidir Oysa, bu kimseler Volkaf’tan daha zeki ve daha
kurnaz oldukları halde, köylüleri soymakta ve köleleştirmekte yeni yeni usuller
buldukları halde, yarım şişe içki ya da bir ölçek darı için bütün bir köyü ateşe
verdikleri halde, bunlar köylülerden itibar görürler, sözleri can kulağı ile
dinlenir, köylüleri besleyen baba, düşkünlere yardım eden hayırsever insanlar
sayılır. Bu ufak tefek iş adamları, köylülerin gözünde, zeki insanlardır, hatta
çocuklar bunların yanına, çırak olarak verilir ve bu çocuğun çıraklığa kabulü
köylü aile-since bir şeref sayılır.bu suretle adam olacağı kabul edilir.»
Rus iktisadî teşkilâtının burjuva olduğunu öne süren tezin tamamile aleyhinde
olan bir kimsenin genç burjuvazimizi nasıl vasıflandırdığını göstermek
m.aksadiyle, yazarın ortaya attığı delillerin bir çoğunu kasten buraya aldım. Bu
vasıflandırmanın tahlili Rus marksçılığı nazariyesinin birçok noktalarını bize
açıkladığı gibi, çağdaş halkçılığın bu nazariyeye sık sık yönelttiği hücumların
mahiyetinin de ne olduğunu gösterecektir.
Bu burjuvazinin derin köklerini, «kendisile yakından ilişki kuran» küçük
burjuvazinin büyük burjuvazi ile, «çocuklarını yanına çırak olarak veren»
köylülerle olan ilişkilerini, yazar ilk başta anlamış gibi gelir; ama, verdiği
örnekler onun bu olayın önemini değerlendirmekten uzak olduğunu göstermektedir.
Verdiği örneklerde adî suçlardan, düzenbazlıklardan, dolandırıcılıklardan,
çıkarılan yangınlardan, v.b. söz ediyor Yazarın bu dediklerine bakarsanız,
köylülerin «soyulmaları ve köle -haline getirilmeleri» tesadüften dağmuş bir
sonuçtur; (yazarın daha yukarıda da söylediği gibi) hayatın güç şartlarından, «ahlâkî
fikirlerin kabalığından», «kültürün halk arasında yayılmasını» engelleyen
kösteklerden (s. 152), v.b. doğmuş bir sonuçtur; yani.bütün bunlar, mutlaka
iktisadımızın modem teşkilâtından ileri gelmemektedir
Marksçı ise, bunun tamamile aksi bir düşüncededir. Onca, bu durum bir tesadüfün
sonucu değildir, bugün Rusya’ya hâkim olan kapitalist üretim tarzından ileri
gelen bir zorunluluktur. Köylü ticaret eşyası üreticisi haline geldiğine göre (köylülerin
hepsi de çoktan bu hale gelmişlerdir, zaten), «ahlâkı» da mutlaka ve zorunlu
olarak «para üstüne kurulmuş»
olacaktır. Hayat şartları köylüyü binlerce dalavereli ticarî tedbirler
vasıtasiyle para avcılığı İtmeğe zorladığına göre, bu «ahlâkın» sorumluluğu onun
sırtına yüklenemez. (*) Demek ki, köylüler suç istemeksizin, uşaklık etmeksizin,
hilekârlık etmeksizin zengin köylü ve yoksul köylü diye ikiye ayrılmaktadırlar.
Bir zamanların eşitliği, pazarın istikrarsızlıkları, iniş çıkışları karşısında
artık tutunamaz, ayakta duramaz. Bu, bir muhakemeden doğmuş bir sonuç değildir;
bir olaydır, bir olup bittidir. Bir azınlığın elindeki «servetin, zenginliğin»,
bu şartlar altında, sermaye haline gelmesi de, halk kitlelerindeki «yoksulluğun»
bu kitleleri kollarını satmağa, başkaları hesabına çalışmağa zorlaması da bir
olaydır. Şu halde, rrnarksçı görüşe göre, kapitalizm, artık yalnız kuvvetle
yerleşmekle teşekkül etmekle ve fabrika sanayiinse kendini göstermekle kalmamış,
Rusya’nın her yerinde olduğu gibi, köylere ve ovalara da yerleşmiş, buraları da
sarmıştır.
Köy ve ovalarda görülen bu «pek üzücü olgular» m sebebi ne siyasettir, ne
topraksızlıktır, ne derebeylik mükelleflikleridir, ne de «fertlerin» ettikleri
kötülüklerdir; bütün bunların sebebi kapitalizmdir; burjuvazinin hâkimiyeti
altında, kapitalist üretim rejiminde bütün bunlar zorunludur, bunlardan hiçbir
suretle ka-çînılamaz, diyen marksçıya karşı, halkçının kalkıp da, marksçılar
köylülerin ellerinden toprakların almak istiyorlar, işçiyi «bağımsız» köylüden «üstün»
tutuyorlar, Bay Mihaylovski’nin Bay Struve’ye verdiği çocukça cevapta dediği
gibi, marksçılar «ferde hakaret ediyorlar, gaddar davranıyorlar» diye yaygara
koparması, Bay halkçıların ne türlü bir zihniyete sahip olduklarının en açık
delilidir.
Bir hasım tarafından çizildiği için ilgi çekici olan
(*) Kars. Uspenski (4). 68
bu köy ve ova tablosu, bu kimselerin marksçılara karşı öne sürdükleri olaylara
aykırı itirazların ne kadar saçma ve uydurma olduğunu aydın bir şekilde
anlamamıza imkân vermektedir. Hem de, hayal ve uzlaşma üstüne kurulmuş
nazariyelerini coûte que coûte (*) kurtarmak için daha evvelce söylediklerini
unutarak. Bereket versin ki, bu nazariyeleri artık hiç bir kuvvet kurtaramaz.
Marksçılar, Rusya’da kapitalizmin sözünü ederlerken, hazırlop birtakım şemaları
cılduğu gibi kopya ederler ve büsbütün başka şartlara körü körüne uygulanmış
tezleri değişmez bir görüş gibi, tekrar eder dururlar. Gelişmesi ve önemi
bakımından çok zayıf olan Rusya’daki kapitalist üretim (atelyelerimizde ve
fabrikalarımızda topu topu 1.400.000 işçi çalışır), marksçılar hâlâ toprağı
tasarruf eden köylü kitlesine de yayarlar. Liberal halkçı grubun en gözde
itirazlarından biri de işte budur
Oysa, yazarın çizdiği köy ve ova tablosu bize gösteriyor ki, halkçı «ortak
toprak tasarrufuna dayanan «topluluk» ve «bağımsız» köylüler rejimini
hatırlatırken bu burjuvazi kategorisinin, soyut şemalardan ve değişmez yabancı
görüşlerden kurulmuş olan bu kategorinin varlığını gizleyemiyor. Bu kategorinin,
bağımsız bir olay değil de, bir köylü ve ovalı tipi teşkil ettiğini,
şehirlerdeki büyük burjuvaziye kuvvetli birtakım bağlarla bağlı bulunduğunu,
aynı zamanda «çocuklarını kendisine çırak olarak veren» köylülere de bağlı
olduğunu, bu genç burjuvazinin köylü kitlesi içinden çıktığını gözlemekten de
kendini alamıyor. Şu halde, görüyoruz ki, bu genç burjuvazi bizim «ortak toprak
tasarrufuna dayanan topluluk» içinden çıkmaktadır, dışından gelmiyor, bu
burjuvazi ticaret
(*) Rusça metinde fransızca olan bu sözler «ne pahasına olursa olsun» manasına
gelir (Çev.)
69
eşyası ücretleri haline gelen köylüler arasındaki sosyal ilişkiler tarafndan
vücuda getirilmiştir. Yine görüyoruz ki sermaye hesabına ve sermayenin «idaresi»
ne tâbi olarak çalışanlar yalnız «1.400.000» kişi değildir, bütün Rus köylü
kitlesi de sermaye hesabına .sermayenin idaresinde çalışmaktadır. O halde, «boş
şeylere» inanmış «mistik ve metafizikçi» herhangi bir marksçı tarafından değil
de, Rus şartlarının özel niteliklerini değerlendirmesini bilen halkçı tarafından
gözlenen bu alaylardan daha doğru sonuçlar çıkaran kim? Sanki yürünecek yolu
sermaye çoktan seçmemiş gibi, daha iyi bir yol seçmenin sözünü eden, «toplum» ve
«devlet» tarafından, yani sermayenin seçtiği yoldan ve sermayenin
ihtiyaçlarından başlayarak gelişen birtakım unsurlar tarafından başka bir rejime
doğru götürülmesi umulan gelişimin sözünü eden halkçı mı, yoksa başka yollar
hayal etmeyi çocukça bir romantizmin delili sayan marksçı mı bu olaylardan daha
doğru sonuç çıkarmasını biliyor? Çünkü, gerçek bütün çıplaklığı ile gösteriyor
ki, yürünecek yal çoktan seçilmiştir, sermayenin egemenliği kesin bir olaydır ve
bir olup bittidir; bunu inkâr etmek, bundan sızlanmak boşunadır, hiçbir şeye
yaramaz; muhakkak olan birşey varsa, o da şudur. Bu olay üreticilerin asıl
hesaba katmak zorunda oldukları ciddî bir olaydır.
Sık sık tekrarlanan bir yergi de şudur. Marks-çılar Rusya’daki büyük kapitalizme
ilerici bir olgu gözü ile bakmaktadırlar. Bunu yapmakla işçiyi «bağımsız»
köylüden üstün tutmuş oluyorlar; hem halkın elinden toprağın alındığını kabul
ediyorlar, hem de işçilerin üretim araçlarını ele geçirmelerini bir ideal olarak
sunan nazariyeden hareket ederek işçi i!e üretim araçları arasında bir ayırma
yapmış, yani çözümlenmesi mümkün olmayan bir zıtlığa düşmüş oluyorlar.
Gerçekten marksçılar büyük kapitalizme ilerici bir olay gözü ile bakarlar:
Bağımsızlık yerine «bağımlılığı» getirdiğinden ötürü değil elbette, bu
bağımlılığın ortadan kaldırılması için gerekli şartları yarattığından ötürü.
Köylünün «bağımsızlığı» na gelince, bu, halkçıların uydurdukları masaldan başka
birşey değildir. Gerçek hayatta böyle bir bağımsızlık yoktur. Zaten, köylülerin
iktisadî durumu hakkında yazılmış bütün incelemelerde olduğu gibi, yukarıda sözü
edilen tabloda da bunun böyle olduğu (gerçek hayatta böyle bir bağımsızlık
bulunmadığı) anlaşılmaktadır; işçiler gibi, köylüler de «başkası hesabına»
çalışırlar. Eski Rus halkçıları da bunu görmüşler, kabul etmişlerdi Ama
bağımlılığın ne sebebini, ne de mahiyetini anlamışlardı. Bunun da kapitalizmin
az gelişmesi yüzünden, kapitalizmin birçok Orta Çağ, yarı derebeylik şekilleri
yüzünden, şehirdeki bağımlılıktan farklı hale gelmiş kapitalist soydan bir
bağım-iılk olduğunu, bundan başka birşey olmadığını anlamışlardı. Meselâ,
halkçılarn bize çizdiği tablodaki köy ve ova ile fabrikayı birbiriyle
karşılaştıralım. Bağımsızlık kcınusundaki fark, köyde «ufak tefek iş adamı» nı,
fabrikada «büyük iş adamı» ni; ötede, ayrı ayrı fertlerin birtakım yarı
derebeylik yöntemleriyle sömürülmesini, beride kitlelerin tam kapitalist
sömürmenin daha ilerleyici olduğu inkâr edilemez. Köyde ve ovada gelişemeyen, bu
yüzden tefecilikle, v.b. bulaşan aynı kapitalizm fabrikada gelişmiştir; köyde ve
ovada mevcut aynı çıkar çatışması fabrikada mutlak bir aydınlıkla ifade
edilmiştir, iş bölümü de tamdır. Onun için, meseleyi küçük üreticinin (kendi
fikir sözcüsü ile birlikte) ortaya koyduğu tarzda, yani bulanık bir tarzda
koyamayız; çünkü, bu küçük üretici, kapitalizme homurdandığı, atıp tuttuğu, bu
rejimi lâ-
netlediği halde, yine bu kapitalizmin alanından (*), ona hizmet edenlere
güvenmekten, o eşi bulunmaz Bay Krivenko’nun dediği gibi, «en iyisi, mücadeleyi
bertaraf etmek» gibi gül pembe hülyalardan vazgeçemez. Fabrikada, artık hayaller
kurmak imkânsızdır; bu ise, ileri doğru atılmış büyük bir adımdır; burada, gücün
hangi tarafta olduğu bütün çıplaklığı ile görülmektedir; bu sebeple, «başka bir
yol bulmak ve seçmek» üstünde gevezelik etmek imkânsızdır; çünkü, her şeyden
önce, bu gücü ele alıp bir hesaplaşmaya, yeni bir dağıtıma gitmek lâzımdır, bu
apaçık meydanda.
Bay Struve halkçılığı «samimi olmayan tatlı bir iyimserlik» diye vasıflandırır.
Çok doğru. Halkçılık iyimserlik demektir; çünkü, sermayenin köylerde ve
ovalardaki mutlak egemenliğini bilmemezlikten gelmek, buna bir tesadüf gözü ile
bakılmak istenir; çünkü, bütün bu «kulaklar, tacirler, meyhaneciler,
müteahhitler, rehin karşılığında ödünç para verenler, v.b.» sanki bütün bu genç
burjuvazi «her köyü» çoktan «avuçlarının içine almamışlar» gibi, krediler,
kooperatifler, tarlaları toplu olarak sürüp ekmeler teklif edilir. Halkçılığın
samimi olmayan tatlı bir dili vardır; çünkü, mücadele, sessiz, bilinçsiz,
aydınlanmamış olmakla beraber, çoktan başladığı halde, bu
(*) Her türlü yanlış anlamayı ortadan kaldırmak için, kapitalizmin «alanı»
sözünden sosyal ilişkiyi anladığım! söylemeliyim; kapitalist toplumda bu sosyal
ilişki türlü şekillerde hükmünü yürütür. Karl Marx ta bunu: «para – ticaret
eşyası – para ve artık – diğer» formülü ile ifade etmiştir. Halkçıların salık
verdikleri tedbirler bu ilişkiye hiç bir suretle dokunmaz: Bu tedbirler ne özel
kişilerin eline (sosyal emeğin mahsulü olan) parayı veren ticaret eşyasının
ürltimi üstünde, ne de «halkı» parayı elinde bulunduranlar ve yoksullar diye
ikiye ayrılan bölünme üstünde etki yapar.
halkçılar 10, 20, hatta 30 yıldanberi durmadan «en iyisi mücadeleyi bertaraf
etmektir» derler.
«Aziz okuyucu, şimdi şehre gelelim. Burada çe
şitli ve sayıca daha da kalabalık genç bir bur
juvazi bulacaksınız. Bütün okuma yazma bilen
ler, şerefli bir iş görmek kaabiliyetinde aldukla-
“• rina inananlar, basit köylünün acınacak kade-
rinden daha iyi bir kadere lâyık olduklarına inananlar, hasılı, bu şartlar
içinde köyde kendilerine bir yer bulamayanlar, bütün bu insanlar şimdi şehirlere
göçmek emelini beslemektedirler…»
Yine de öyleyken, halkçı Baylar şehirlerdeki kapitalizmin «yapay» bir şey
olduğunu, birazcık bakılmayınca solup gidiveren «sıcak bir limonlukta
yetiştirilmiş bir bitki» olduğunu, v.b. geveler dururlar Bu «yapay» burjuvaziyi
vücuda getirenlerin, şehirlere gelip yerleşerek, basit köylüyü elverişli fiyatla
satın alıp daha pahalıya satmağa zorlayan «kapitalist mehtap» la aydınlanmış bir
alanda tamam.iyle kendiliğinden büyüyen o köy «kan emicileri» olduğunu anlamak
için, olaylara bir bakıvermek yeter.
«… Şehirde tüccar kâtipleri, müstahdemler küçük parakendeciler, işportacılar, (alçı
işi yapan, doğramacı, dülger, duvarcı ustası, v.b. gibi) her soydan teşebbüs
sahipleri, sürücüler, odabaşıları, belediye çavuşları, borsa komisyoncuları,
taşıma işi müteahhitleri, koltuk meyhanesi ve han işletenler, imalâthane
patrcnları, işçi-başıları, v.b bulacaksınız. Hakiki genç burjuvazi dedikleri şey
bu ayırıcı vasıflariyle işte budur. Bu burjuvazinin ahlâk kuralları burada da
pek az genişlemiştir; gösterdiği bütün faaliyet, yap-
tığı bütün işler emeğin sömürülmesine dayanır (*); hayatının bir tek amacı
vardır ki, o da, baş vakitlerini budalaca eğlenceler içinde geçirmek için, büyük
küçük bir sermaye sahibi olmaktır» … «Gayet iyi biliyorum ki, birçok kimseler bu
insanları görmekten hoşlanırlar; bunlarda zekâ, teşebbüs zihniyeti bulunduğunu
kabul ederler; bunları halkın en ilerleyici unsuru sayarlar; ulusal uygarlığın
bunlarda dolaysız ve tabiî bir şekilde ilerlediğini görürler, bu ilerlemeden
doğan eşitsizlikler de zamanla silinecektir. Aal… Ötedenberi bilirim, ki, bizde
okumuş kimselerden, tacirlerden, ya 1861 yılı buhranına direnemeyip mahvolan ya
da zamanın zihniyetini kavrayan soylulardan teşekkül etmiş yüksek bir burjuvazi
vardır; bu burjuvazi üçüncü düzenin kadrolarını daha şimdiden kurmuştur; bu
üçüncü düzenin bir eksiği varsa, o da, halktan gelme (kendisinin de hoşlandığı)
unsurlardır; çün-
(*) Bu sözler doğru değildir. Küçük burjuvayı büyük burjuvadan ayıran şey, yazar
tarafından sayılan kategorilerin yaptıkları gibi küçük burjuvanın kendisinin de
çalışmasıdır. Sörnürtme, elbette ki, yine var, ama, küçük burjuvanın kazancı
sadece sömürmeden ibaret değildir.
Bir itirazımız daha var: Basit bir köylünün kaderi ile yetinmek istemiyenllrin
hayatta güttükleri amaç, sermaye sahibi olmaktır. Halkçı (zihni aydınlık olduğu
zaman) böyle konuşur. Marksçı ise Rus köylüsü ortaik toprak tasarrufa rejimine
doğru değil, küçük burjuva rejimine doğru gitmektedir, der.
Bu iki tez arasındaki fark nedir? O fark şudur: Birinci tez hayatın deneysel bir
gözlemini ihtiva ettiği haldi, ikinci tez (gerçek ve «yaşıyan fertler» in gerçek
«düşüncelerini ve duygularını» ifade eden) gözlenmiş olayları geneılllştirip,
bundan iktisat ilminin bir kanununu çıkarmağa çalışır.
kü, bu unsurlar olmadan hiçbir şey yapamaz…»
«Bal şeker akan iyimserliğe» yine burada da açık kapı bırakılmıştır; büyük
burjuvazinin «bir eksiği varsa», o da halktan gelme burjuva unsurları
bu-lunmamasıymışL Peki ama, büyük burjuvazi halktan çıkmamıştır da, nereden
çıkmıştır?. Yazar «tüccarlarımızı» köylere bağlayan bağların varlığını inkâr mı
edecek yoksa?.
Burada, genç burjuvazinin bu gelişmesini arızî bir şeymiş, .bir siyasetin
sonucuymuş gibi, v.b. göstermek eğilimi seziliyor. Olgunun köklerini toplumun
iktisadî yapısında aramayan bu yüzeysel görüş, küçük burjuvazinin çeşitli
hiziplerini birer birer saymakla bağdaşıyor, ama, köylünün ve zanaatçının küçük
bağımsız iktisadının, bugünkü iktisadî rejimde, hiçbir şekilde bir «halk»
iktisadı olmayıp, bir küçük burjuva iktisadı olduğunu anlayamıyor. Bu
anlayışsızlık, halkçılarda her zaman rastlanan o tipik yüzeysel görüşten ileri
gelmektedir
«… Biliyorum ki, eski ailelerden gelen birçok kimseler şarapçılığa ve
meyhaneciliğe, demiryolu inşası imtiyazlarına ve maden aratma işlerine şimdiden
büyük bir ilgi göstermektedirler; banka anonim şirketlerinin idare meclislerinde
üyedirler, edebiyata sokulmuşlardır ve şimdi yeni şarkılar söylemektedirler
Biliyorum ki, bu edebî şarkıların çoğu son derece dokunaklı ve duyguludur,
bunlarda halkın ihtiyaçlarından ve emellerinden söz edilmektedir, ama, yine
biliyorum ki, namuslu ve dürüst edebiyat, halka ekmek yerine bir taş sunmak
niyetlerini belirtmeyi kendine ödev saymaktadır.»
Bu ne tatlı sözler! Hâlâ sunmak «niyeti» nden
başka bir şeyin sözü edilmiyor?
Yazar hem. burjuvazinin «çoktanberi» teşekkül ettiğini «biliyor», hemde hep
burjuvaziyi yaratmak «niyetini belirtmeyi» kendine görev sayıyor: Bu sözler
birbiriyle nasi bağdaşabilir?
Çoktan seferber olmuş bir ordu, çoktanberi teşekkül eden bir «genel kurmay»
etrafında toplanmış, sıralanmış askerler karşısında, çoktan ortaya dökülmüş bir
çıkar mücadelesinin sözünü etmeyip de, hâlâ «niyeti belirtmekten» dem vuran
kimselerin bu haline düpedüz «gönül rahatlığı» denir.
«… Fransız burjuvazisi de kendini halkla bir saymış, birçok dâvalarını her zaman
halk adına öne sürmüştür, ama, her seferinde de halkı aldatmıştı. Öyle sanıyoruz
ki, toplumumuzun şu son yıllarda benimsediği burjuva eğilimi halkın ahlâkı için
de, refahı ve mutluluğu için de zararlı ve tehlikelidir»
Yazarın küçük burjuva niteliğini en iyi ortaya kayan cümlelerden biri belki de
budur. Yazar, burjuva eğilim halkın ahlâkı için, refah ve mutluluğu için «zararlı
ve tehlikeli» dir, diyor! Peki ama, saygıdeğer ahlâkçı, siz hangi «halk» in
sözünü ediyorsunuz? Toprak köleliği devrinde derebey hesabına çalışan, «aile
yuvasını», «emeğin yerleşik hale gelmesini ve kutsal ödevini» (*) sağlamiaştıran
halkın mı, yoksa daha sonraları, kölelikten kurtulmak için ödediği parayı
kazanmaya çabalayan halkın mı siz de pekâlâ bilirsiniz ki «kölelikten kurtulmak»
için bu parayı ödemek mutlaka şarttı, köylü de parayı ancak Bay Coupon (5) da
bulabilirdi. Bu Bay Coupon’un nasıl astığı astık, kestiği kestik bir kimse
olduğunu,
(*) Bay Yııjakof tarafından kullanılan terimler.
«burjuvazinin kendi bilmini, kendi ahlâk kurallarını, kendi safsatalarını nasıl
hayata kabul ettirdiğini», burjuvazinin «zekâsını, teşebbüs zihniyetini ve
cerbezesini» öven ve göklere çıkaran bu edebiyatın nasıl teşekkül ettiğini siz
kendiniz göstermiş değil misiniz? İyice görülüyor ki, bu işte iki sosyal
teşekkülün birbirini izlemesi yani birbiriyle halef selef olması söz konusudur:
Toprağa bağlı tcprak kölelerinin artık – emeğini kendine mal etme sistemi toprak
köleliği ahlâkını yaratmış; «hür çalışma» sistemi de, bunun yerine, burjuva
ahlâkını yaratmıştır.
Ama, küçük burjuva nesnelere ve olaylara cepheden bakmaktan, bunları kendi
adlariyle ağıza almaktan korkar. Bu itiraz edilmesi imkânsız, bu su götürmez
olaylardan yüz döndürüp, birtakım hayallere dalar. Yalnız ve yalnız bağımsız
küçük iktisadî (bunun pazar hesabına çalıştığını gizlice hasıraltı edip) yalnız
bunu «ahlâkî» sayar, ücretli çalışmaya «ahlâksız» damgasını basar. Bu iki şeyin
birbirine bağlı olduğunu —ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğunu— anlamaz burjuva
ahlâkını, ticaret eşyası üretiminden (küçük burjuvanın bu üretime karşı
söyleyecek hiçbir sözü yoktur) doğmuş olan burjuva rejiminin doğrudan doğruya
bir ürünü olarak değil de, bir çeşit arızî ve gelip geçici bir hastalık diye
kabul eder. İşte onun içindir ki, «bu rejim zararlı ve tehlikelidir…» gibi saçma
sapan kocakarı lâfları etmeğe başlar.
Sömürmenin modern şeklini, bundan önceki toprak köleliği devrindeki sömürme
şekliyle kıyaslamaz; bu sömürme şeklinin üretimi yapan ile üretim araçlarına
sahip olan arasındaki ilişkilerde sebep olduğu değişiklikleri hesaba katmaz; bu
şekli, saçma bir küçük burjuva hülyasiyle kıyaslar; bir ticarî iktisat
olduğundan dolayı, bu saçma hülyanın vardığı yere varmayacak bir «bağımsız küçük
iktisat» ile kıyaslar
(Daha yukarıya bakınız. «Kulak olmak eğilimleri pek bol olarak gelişmekte ve en
zayıfları ücretli birer ziraat emekçisi haline getirmek için bunları
köleleştirmek hedefini gütmektedir», v.b.). Onun içindir ki, kapitalizme karşı
edilen itiraz (itiraz olarak, tamamiy-le doğru ve geçerli olan bu itiraz) gerici
bir sürü «ah vah» çığlığı haline gelmektedir.
Yine bu küçük burjuva anlamıyor ki, emekçileri toprağa bağlayan sömürme şekli
yerine, bunları memleketin ötesine berisine dağıtan ve saçan başka bir sömürme
şekli getirmekle, «burjuva eğilim» iyi bir iş yapmıştır. Fazla ürünü kendine mal
etmeyi, sömüren ile üretim yapan arasındaki kişisel ilişkilerle, karşılıklı
medenî ve siyasî mükellefiyetler oyunu ile, v.b. gizleyen sömürme şekli yerine,
«peşin para ile ödemeyi» getirmekle ve emek gücünü herhangi bir nesne gibi
ticaret eşyası haline sokmakla, «burjuva eğilim» sömürmeyi çırçıplak ortaya
koymuş ve kendisini saran bütün bulutları, bütün boş hayalleri dağıtmıştır.
Sömürmeyi çırçıplak ortaya koymanın büyük bir değeri vardır.
Hem sonra, şu sözlere bakınız. Burjuva eğilimi toplumumuz ancak «şu son yıllarda»
benimsemiştir. Yalnız «şu son yllarda» mı benimsemiş? Bu eğilim 1860 yıllarında
tamamiyle aydın bir şekilde kendini göstermemiş miydi? 1870 yılları boyunca da
tamamiyle egemen olmamış mıydı?
Küçük burjuva olayları ve yılları bu defa da gölgelemek ve köleliğin ortadan
kaldırılmasından sonraki bütün devrede «toplumumuza» has edan burjuva mahiyeti
gelip geçici aşırı bir çeşit rağbetle, bir moda ile açıklamak istiyor. Ağaçlar
bu insanın ormanr görmesini engelliyor: Küçük burjuva düşüncesinin belli başlı
özelliği işte budur. Toprak köleliği aleyhindeki öfkeli hücumlar ve itirazlar
küçük burjuvazi ideologunun burjuva niteliği görmesine engel oluyor;
çünkü, bu öfkeli çığlıklar ortasında yerleşmiş olan rejimin iktisadî temellerine
cepheden bakmağa cesaret edemiyor. Liberal çevrelerle pek sıkı fıkı bir dostluk
kurmuş olan bütün ileri gazetelerin (s. 129) kredileri, tasarruf ve ödünç para
verme birlikleri, ağır vergi yükleri, teprak mülkiyetinin genişletilmesi ve daha
başka halka yardım etmek hedefini giden tedbirler hakkındaki sözlerinin
arkasında yalnız «şu son yılların» burjuva eğilimini farkediyor da, «gericilik»
hakkındaki şikâyetler arkasında, «1860 yıllarının» ağlamaklı hasreti arkasında,
bütün bunların burjuva mahiyetini hiç mi hiç görmüyor; onun için de, gittikçe bu
«toplum» la daha çok kaynaşıyor.
Gerçekte, toprak köleliğinin ortadan kaldırılmasından sonra gelip geçen üç
kuşakta da, bizim köylü ideologu her zaman bu «toplum» un yanında bulunmuş ve
hep onunla beraber olmuştur. Hem de bu burjuva mahiyete ettiği itirazı bu «teplum»
un değersiz hale getirdiğini ve kendisini çaresiz ya birtakım hayallere ya da
acınacak birtakım küçük burjuva uzlaşmalarına mahkûm ettiğini anlamadan.
(«Prensip olarak» Liberalizme düşman olan) halkçılığımızın liberal toplumla olan
bu yakınlığı birçok kimseleri yumuşatmış, hatta bugüne kadar da yumuşatmağa
devam etmektedir. Bundan, burjuva aydınlarımızın zayıf oldukları ya da var
olmadıkları sonucu çıkarılabilir. Kapitalizmin Rusya’da kendine elverişli bir
alan bulmadığını göstermek için sarfe-dilen gayret bunun delilidir. Oysa, bunun
aksi doğrudur, yani kapitalizm Rusya’da kendine elverişli bir alan bulmuştur. Bu
yakınlık, halkçılık aleyhindeki en büyük delildir, bu halkçının küçük burjuva
niteliğini doğrudan doğruya kuvvetlendiren birşeydir. Nasıl ki, hayatta, küçük
burjuva pazar için kendi başına ticaret eşyası üretimi sayesinde, kendi yolunda
yürüyüp büyük işletmeci seviyesine yükselme şansları saye-
79
sinde burjuvazi ile birleşiyorsa, küçük üreticinin fikir sözcüsü de, kredi
meseleleri, kooperatifler, v.b. üstünde liberalle tartıştığı zaman, aynı şekilde
onunla birleşmiş oluyor. Burjuvaziye karşı mücadele edecek güçte ve yetenekte
olmayan küçük üretici bütün umutların vergilerin indirilmesine, toprak parçasını
büyütmeğe, v.b. bağladığı gibi, halkçı da liberal «toplum» a ve bu toplumun «halk»
hakkındaki gevezeliklerine, «sonsuz bir yalandan ve iki yüzlülükten başka birşey
olmayan lafazanlıklarna kanar ve güvenir. Bu «topluma» ana sıra atıp tuttuğu
olursa da, hemen ardından, yalnız «şu son yıllarda» bozuldu, yoksa, genellikle,
hiç de «kötü bir toplum değildir» lâfını yapıştırmayı unutmaz.
«Bizde toprak köleliğinin kaldırılmasından sonra teşekkül eden yeni iktisadî
sınıfı şu sen günlerde ele alan Sovremenniye İzvaestiya dergisi bu sınıfı güzel
bir şekilde tasvir etmektedir: «Alçakgönüllü ve sakallı, kirii paslı çizmeler
giyen, en küçük polis memurunun yanından süklüm büklüm geçen eski zaman
milyoneri, birden göğsünde nişanları ve yüksek bir mevkii olan, hatta pervasız
ve küstah, kibar tavırlı serbest bir Avrupalı teşebbüs sahibi haline
gelivermiştir. Bu birden ortaya çıkıveren kibar alemini yakından görünce,
bugünkü yıldızlardan çoğunun dünkü meyhaneciler, müteahhitler ve tüccar
kâtipleri olduğunu anlayınca, insan şaşırıp kalıyor. Bu yeni gelenler şehir
hayatını canlandırmışlar, ama, bu hayatı iyiye doğru götürmemişlerdir. Şehre bir
kaynaşma, bir hareket, aynı zamanda da bir fikirler karmaşası getirmişlerdir
İşlerin çoğalması ve sermaye talebi teşebbüs kurumlarındaki faaliyeti son derece
artırmış, bu ise bir kumar salgını haline gelmiştir Birçok servet-
lerin birden ortaya çıkıvermesi, kazanç hırsını en yüksek noktasına vardırmıştır,
v.b: Bu insanların halkın ahlâkı üstünde çok kötü ve çak zararlı bir etki
yaptıkları muhakkak (işte asıl felâket burada, yani örf ve adetlerin
bozul-masındadır, kapitalist üretim ilişkilerinde değil! K.T.). Şehir
işçilerinin ahlâkça köy ve ova işçilerinden daha fazla bozulduklarına hiç şüphe
yok. Bunun da sebebi, şehir işçilerinin bu türlü insanlara daha yakın olmaları,
aynı havayı solumaları ve yine bu insanların yarattıkları hayat içinde
yaşamalarıdır»
Bu sözler Bay Struve’nin halkçılığın gerici mahiyeti hakkındaki fikrini iyice
kuvvetlendirmektedir. Şehir işçilerinin «ahlâkça bozulmaları» küçük burjuvayı
korkutmaktadır. Küçük burjuva (kayınpederin ve gelinin nikâhsız yaşamalcriyle,
sopasiyle) «aile ocağını» (aptallaştırması ve vahşiliği ile) aynı yerdeki
yerleşik hayat tabiî ki, daha çok ister; «çeki hayvanı» içinde insanoğlunun
uyanışı, edilen bütün fedakârlıkları haklı gösteren bu uyanış, genellikle,
kapitalizmin, özellikle, Rus kapitalizminin şartları içinde mutlaka sert ve
haşin şekillere bürünecektir: Küçük burjuva bunu anlamıyor.
«Rus toprak beyi vahşi bir kimse ise de, ondaki Tatar cibilliyeti meydana
çıkarmak için biraz kazımak yeterse de, Rus burjuvasını hiç kazımağa lüzum
yoktur. Eski Rus tüccar bir karanlıklar âlemi yaratmıştı; oysa, bugünün tüccarı
yeni burjuvazi ile birlikte öyle koyu karanlıklar yaratacaktır ki, her düşünce,
her insanlık duygusu bu karanlıklar içinde mahvolup gidecektir.»
Yazar korkunç şekilde yanılıyor. O burada geçmiş zaman sığasını kullanmalıydı,
gelecek zaman sı-
81
gasını değil. Hattâ bu gelecek zaman sığasını 1870 yılları için, o devir için
bile kullanamaz.
«Birçok yeni fatih çeteleri her gittikleri yerde hiçbir dirençle
karşılaşmıyorlar. Toprak sahipleri bunları sevinçle karşılıyor ve koruyor,
zem-stvoların ziraat idarecileri bunlara büyük sigorta pirimleri veriyor, okul
öğretmenleri bunların hileli dâva mektuplarını yazıyor, papazlar ziyaretlerine
gidiyor, nahiye idaresindeki kâtip bunların Mordvoları dayaktan geçirmelerine
yardım ediyorlar.»
Tamamile doğru bir tasvir! «Bunlar gittikleri yerlerde hiçbir dirençle
karşılaşmadıktan başka», üstelik yazarın adlarını birer birer saydığı «toplum»
ve «devlet» temsilcilerinden yardım bile görüyorlar. Bu sebeple, işlerin rengini,
gidişini değiştirmek için, başka bir yol seçilmesi öğüdünü vermek, hem de bu
öğüdü «toplum» a ve «devlet» e vermek lâzımdır, şeklindeki düşünce düpedüz tuhaf
bir mantıktır.
«Öyleyse, bu insanlara karşı ne yapmalı?» «…— Sömürücülerin ahlâkî ve siyasî
bakımdan olduğu gibi, adalet bakımından da —ki, devlet bu değerler yanında yer
alacaktır— fikirce gelişmelerini ve kamu oyunun gençleşmesini ummak imkânsızdır.»
Hele şu sözlere bakın: Devlet «ahlâkî ve siyasî görüş» te yer alacakmış! Yine bu
defa da düpedüz lâf ebeliği, portreleri çizilen devlet temsilcileri ve memurları
(nahiye idaresi kâtiplerinden başlayarak, en yüksek mevkilere kadar yükselen
temsilciler) «siyasî» memurları (nahiye idaresi kâtiplerinden başlayarak,
görüşte (karşı yukarıda: Çok hoşlanırlar. Bunları halkın
82
en ilerleyen unsuru sayarlar; bunlarda ulus uygarlığının dolaysız ve dcğal
ilerlemesini görürler») ve «ahlâkî» görüşte (aynı yerde: «zekâ, cerbeze,
teşebbüs zihniyeti») çoktan yer almamışlar mı? Şu halde, hayatta «yeni filizler»
«burjuvazinin çalışmaya gitmek emrini verdiği» kimselere ne kadar düşmansa,
birbirine o kadar düşman olan ahlâkî ve siyasî fikirler arasındaki m,ak
zorundadır, yapacaktır da. Çünkü, sınıflar arasındaki mücadelenin üst yapısından
başka bir şey olmayan bu fikirler arasındaki mücadeleyi niçin gizliyorsunuz?.
Bu gizleme, küçük burjuva görüşünden doğan doğal ve kaçınılmaz bir sonuçtur.
Küçük üretici bugünkü rejimden çok ıstırap çeker, ama, sert ve keskin zıtlıkları
görmek istemez; bu zıtlıklardan korkar ve safdil, gerici birtakım hayallerle
avunur; bu hayallere göre, «devlet ahlâkî görüşte yer almaktadır, daha doğrusu,
küçük üreticinin ahlâk görüşünde yer almaktadır.
Hayır, yanılıyorsunuz, hata ediyorsunuz. Başvurduğunuz devlet, bugünkü çağdaş
devlet büyük burjuvazinin ahlâk görüşünde yer alacaktır; bunu yapmak zorundadır,
yapacaktır da. Çünkü, sınıflar arasındaki güçler ilişkisine uygun olan budur.
Kızmışsınız, öfkelenmişsiniz. Bu «ödevi», bu zorunluluğu kabul etmekle, marksçı,
burjuvaziyi savunma işini üstüne almış oluyor, diye yaygara koparmağa
başlıyorsunuz.
Yalan bu. Olayların aleyhinizde olduğunu anlayıp, kaçamak yollar aramağa
çalışıyorsunuz. Olaylara dayanıp, burjuvazinin egemenliğine dayanıp, burjuvazisi
olmayan başka bir yol seçmek hakkındaki küçük burjuva hayallerinizi çürütenlere;
burjuvazinin toplumun iktisadî yapısı içine derin bir şekilde kök saldığını
hatırlatarak, «toplum» un ve «devlet» in temelini teşkil eden sınıflar
arasındaki iktisadî mücadeleyi
hatırlatarak, burjuvazi aleyhindeki küçük cılız tedbirlerinizin etkinliğini
inkâr edenlere emekçi sınıfın ideologlarından bu unsurlarla tamamiyle
ilişkilerini kesmelerini ve yalnız ve yalnız burjuva toplum hayatından sürüp
çıkarılmış olanlara hizmet etmelerini ısrarlı ve haklı olarak isteyenlere
burjuvaları savunmak arzusunu yüklüyorsunuz.
«Edebiyatın hiçbir etkisi olmayacağına, elbette ki, inanmış değiliz. Ama,
edebiyatın bir etkisi olabilmesi için, en başta, görevinin ne olduğunu gayet iyi
anlaması ve sadece kulakları eğitmekle (aynen böyle deniyor!…) kalmaması kamu
oyunu da uyandırmağa çalışması lâzımdır.»
İşte hölis muhlis petit bourgeois (*) diye buna derler! Edebiyatın kulakları
eğitmesi, görevini yanlış ve kötü anlamasından ileri geliyormuş! Bu baylar
kendilerine safdil insan gözü ile bakılmasına, romantik damgası basılmasına hâlâ
daha şaşmaktadırlar!.
Aziz- dostum Halkçı, oysa, iş tamamiyle aksi. Edebiyatı eğitenler, ona (zekâ,
cerbeze, teşebbüs zihniyeti, ulusal uygarlığın doğal ilerlemesi gibi) fikirler
veren ve yine ona maddî (gelir) kaynakları sağlayanlar asıl kulaklardır (*),
Birbiriyle karşılaşmış iki düşman ordudan biri çıkıp düşman ordusu mareşalinin
emir subayından alçakgönüllü bir eda ile «hareketlerini daha iyi düzene
sokmalarını» rica etmesi ne kadar gülünçse, sizin bu yaptığınız da o kadar
gülünç.
«Kamu oyunu uyandırmak» hakkındaki dileğiniz için de aynı şey söylenebilir. «İdeali
rahat ve sakin bir kuşluk uykusuna dalmakta arayan» bir toplumun
(*) Rusça metinde fransızca olan bu terim «küçük burjuva»
manasına gelir (Çev.) (*) Bu terimin çok dar bir manası var. «Burjuvazi» demek
daha
doğru ve daha yerinde olur.
kamuoyunu uyandırmak ha? Eee, doğrusu ya, halkçı Bayların ötedenberi alıştıkları,
«10 yıldır, 20 yjldır, 30 yıldır» büyük bir başarı ile devam ettikleri bir uğraş
bu.
Birazcık daha gayret edin, Baylar! Daldığı kuşluk uykusunun bol bol tadını
çıkaran toplum, kulaklara karşı hareketlerini bir düzene sokmağa hazırlandığını
söylemek için, belki ara sıra böğürdüğü olur. Haydi, onunla konuşmanıza. AHez
Toujours! (**)
«… İkincisi de, edebiyat geniş bir söz ve halkla ilişki hürriyetinden
faydalanmalıdır.»
Çok güzel ve yerinde bir dilek. «Toplum» bu «ideale» büyük bir yakınlık gösterir
Ama, toplum bu ideali rahat ve sakin bir kuşluk uykusunda «aradığından», dünyada
en çok korktuğu şey de bu huzur ve sükûnun bozulması olduğundan, o halde… o
halde, toplum öyle ağır davranır, öyle bir bilgelikle ilerler ki, yıllar
geçtikçe kendini geriye doğru atılmış bulur. Halkçı Baylar bunun bir tesadüf
olduğunu, kuşluk uykusunun pek yakında sona ereceğini ve hakikî ilerlemenin
başlayacağını düşünürler. İşiniz yoksa bekleyin durun bakalım :
«Eğitimin ve öğretimin de etkisi olduğuna inanmıyor değiliz. Ama, her şeyden
önce düşünüyoruz ki: 1°. Eğitimden yalnız çevrelerinden koparılıp birer kulak
haline getirilen kimseler faydalanmakla kalmamalı, bundan herkes faydalanmalı.»
«Herkes faydalanmalı».. Marksçıların da istediği işte budur. Ama, marksçılar
düşünüyorlar ki. Bugünkü iktisadî ve sosyal ilişkiler alanında herkesin eği-
(**) Rusça metinde fransızca olan bu sözler «ne duruyorsunuz, haydi» manasına
gelir (Qev.)
timden faydalanması imkânsızdır. Çünkü, eğitim bedava ve zorunlu olsa bile, yine
parayı zorunlu kılar; oysa, bu para ancak «halk içinden çıkmış olan» unsurlarda
vardır. Bunun sonucu olarak, marksçılar düşünüyorlar ki. Bu alanda da «sosyal
sınıflar arasındaki şiddetli mücadele» dışında bir hal şekli var olacağı kabul
edilemez.
«… 2°. Halk okullarındaki öğretim yalnız papazların, emekli olmuş memurların,
her soydan bir sürü aylağın eline bırakılmamalı; hakikaten namuslu, halkı
gerçekten seven insanların eline bırakılmalıdır.»
Doğrusu, pek dokunaklı sözler! Ama, «zekâyı, teşebbüs zihniyetini, cerbezeyi», «halk
içinden çıkmış olan» unsurlarda görenler de (hem. her zaman samimî olmayarak da
değil) «halkı sevdiklerini» temin ediyorlar, içlerinden çoğu da gerçekten
namuslu» insanlardır. O halde, kim hüküm verecek? Eleştirsel bir zekâya ve
yüksek bir ahlâka sahip olan kimseler mi? Oysa, yazarın kendisi de. «Hor ve
hakir görmenin, küçümsemenin bu insanlara karşı hiçbir yararı almaz» demedi mi?
(*).
Dönüp dolaşıp, yine halkçlığın ta baştanberi rastladığımız ana özelliklerine
geliyoruz ki, o özellik olaylara arkasını dönmektir.
Herhangi bir halkçı olayları ortaya koyunca, gerçeğin sermayeye ait olduğunu,
geçirdiğimiz gerçek tekâmülün kapitalist bir tekâmül olduğunu, kuvvetin
burjuvazinin elinde olduğunu her zaman kabul etmek
(*) S. 151: «…Bunlar kendilerini hor ve hakir görecek, kiiçüm-siyecek olanları,
daha önceden (bu «önceden» sözü üstünde durunuz) hor ve hakir görmüyorlar mı,
küçümsemiyorlar mı?»
86
zorundadır. Meselâ, makalesini yorumlamakta olduğumuz yazarın da yaptığı şey
budur Bizde bir «burjuva kültürü» nün teşekkül ettiğini, halka çalışmağa gitmek
emrini verenin burjuvazi olduğunu, burjuva toplumun kendini vücudunun fizyolojik
görevlerine terk ettiğini ve rahat bir kuşluk uykusuna daldığını, «burjuvazi»
nin hatta bir burjuva bilmi, bir burjuva ahlâkı, bir burjuva edebiyatı,
siyasette de birtakım, burjuva safsatalar yarattığını bile kendisi de söylemiş
değil midir?.
Ama, yine de öyleyken, halkçı dil dökmelerinin hem de her zaman şu aykırı
faraziyeye dayanmaktadır. Kuvvet burjuvazi tarafında değil, halk tarafında-dır.
Halkçı (bugünkü yolun kapitalist bir mahiyeti olduğunu bile bile) bir yol seçme
üstünde, (bugün burjuvazinin yönetimine tâbi olan) emeğin sosyalleştirilmesi
üstünde dil döker; Devlet ahlâkî ve siyasî görüşte yer almalıdır, halka gerekli
eğitimi verecek olanlar halkçılardır, v.b. der: Sanki kuvvet daha şimdiden
emekçiler ya da emekçilerin ideologları tarafında imiş de, iş bu kuvvetin «hemen»,
«rasyonel», v.b. kullanılması yollarını göstermeğe kalmış gibi.
Bütün bunlar bir sürü iğrenç yalandan başka bir-şey değil. Prusya Regierungsrat
(6) inin Rusya’da «ortak toprak tasarrufuna dayanan ziraî cemaatı» keşfettiği
devirde, bundan elli yıl önce, bu türlü hülyaların raison d’etre(*)i olabilirdi,
ama, atuz yıldan fazla süren «hür» bir çalışmadan sonra, bugün, bu, artık acı
bir alaydan, bir ikiyüzlülükten başka birşey olamaz.
Yazarının iyi niyeti, vicdanının temizliği ne olursa olsun, marksçılığın esasiı
nazarî görevi bu yalanı yıkmak, böyle düşüncelerin yalanlarını yüzlerine vur-
(*) Rusça metinde fransızca olan bu sözler «haklı olabilirdi, bir manası
olabilirdi» manasına gelmektedir. (Çev.)
maktır. «İnsanoğlunu mutluluğa götürecek yolları» arayanların birinci ödevi,
kendilerini aldatmamak, bu işin ne olduğunu açıkça öğrenmek ve anlamak
cesaretini göstermektir.
Emekçi sınıfın ideologları bunu iyice anlayıp kavrayacakları zaman da, «ideal»
in daha iyi ve daha kestirme yollar bulmak olamayacağını, belki kapitalist
toplumdia gözlerimiz önünde olup biten a «şiddetli sınıf mücadelesinin
görevlerini ve hedeflerini ifade etmek olacağını; emellerinin başarıya ulaşma
ihtimalinin, «toplum» a ve «devlet» e verilen öğütlerle ölçülmeyip, bu idealin
toplumun belli bir sınıfı içinde yayılma derecesiyle ölçüleceğini; ideal,
iktisadî mü-cadeleye asıl katılanların çıkarlarıyla iyice kaynaş-mamışsa,
halkçının tumturaklı sözlerle küçümsediği, örneğin, «emeğe âdil ve hakkaniyete
dayanan bir ücret verilmesi» gibi, ilgili sınıfın günlük hayatındaki «küçük»
meselelerle kaynaşmamışsa, bu idealin en yüksek ideal olsa bile, beş para
etmeyeceğini görüp kabul edeceklerdir
«Ama, bukadarı da yetmez. Fikrî gelişme —ne yazık ki, her adımda karşılaştığımız
gibi yırtıcı içgüdülere ve emellere karşı henüz bir teminat teşkil etmemektedir.
Bu sebeple, köyleri ve ovalar yağma edilmekten korumak için, insanoğlunun
yaratılışındaki manevî ve ahlâkî kusurları düzeltmeğe yardım eden tcplu hayat
şekli olarak, her şeyden önce, ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım
topluluğumuzu korumak için acele edip birtakım tedbirler alnmaiıdır. Ortak
toprak tasarrufuna dayanan toprak topluluğunun varlığı, ne pahasına olursa olsun,
güven altına alınmalıdır. Ama, bu da yetmez Ortak toprak tasarrufuna dayanan
tarım topluluğu sırtına yüklenen vergilerle, bugünkü iktisadî şartlar
altında yaşayamaz. Şu halde, köylünün toprak mülkiyetini genişletecek, vergileri
azaltacak, halk sanayiini teşkilâtlandıracak birtakım tedbirler almak lâzımdır.»
«Kulaklara karşı mücadelede başvurulacak çareler işte bunlardır Her namuslu
edebiyat birleşmiş bir kitle haline gelip bu çareleri savunmalıdır. Bu söz
konusu çareler, elbette ki, yeni şeyler değildir, ama, bu işi görecek yegâne
tedbirlerdir Oysa, herkesin buna kanaat getirmesi için, daha çok şey ister.»
(Son).
Bu lâf ebesi halkçının programı işte budur! Gördük ki, ortaya konan olaylar
iktisadî çıkarlar arasındaki mutlak zıtlığın her yerde var oiduğunu, yalnız
köyde olduğu gibi şehirde de, ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu
içinde cılduğu gibi dışında da, «halk» sanayiinde olduğu gibi küçük ve büyük
fabrikalarda da, görülen anlamda değil, her yerde, iktisadî olayların yanı sıra
da, yani edebiyatta da, «toplum» da, ahlâkî siyasî hukukî v.b. fikirle.r
âleminde de var olduğunu göstermiştir Bizim kahraman şövalye Kleinbürger (*) bir
de kalkmış, «köyü ve ovayı korumak için hemen acele tedbirler almalıdır» diye
çığlığı basıp, acı göz yaşlar döker. Olayları yüzeysel anlamak ve uzlaşmaları
kabul etmekte acele etmek gibi küçük burjuvaya has olan özellikler burada bütün
çıplaklığı ile kendini göstermektedir Gördük ki, köyde ve ovada da bölünme ve
mücadele vardır; buralarda da karşıt çıkarların oynadığı oyun görülmektedir.
Oysa, halkçı hastalığın kökünü bu oynanan oyunda görmez de ayrıntıda işlenmiş
olan hatalarda görür. Ortaya koyduğu prcgram da gözünün önünde olup biten
mücadeleyi bir fikir aracılığıyla aydınlat-
(*) Rusça metinde almanca.
mağa çalışmaz. Köyü ve ovayı dışarıdan arızî olarak, gelmiş, «yağmacı ve
çapulcular» dan korumak düşüncesindedir. İyi güzel, ama, pek sevgili romantik,
bu koruma tedbirlerini kim alacak? Asıl korunması gereken insanların zararına
olarak vücudunun fizyolojik görevleriyle yetinen toplum mu? Artık – değerin bir
parçasiyle geçinen, bu sebeple de, gördüğümüz gibi, bu yağmacılara direnç değil,
tam aksine, elden gelen bütün yardımı yapan zemstvoların, o kantonların ve başka
şeylerin temsilcileri mi?
Halkçı bunu üzücü bir ihtimalden, bir tesadüften başka bir gözle görmez; işi bu
ihtimâlin, tesadüfün «oynadığı rolün kötü olarak anlaşılmasına» yorar; bütün bu
unsurları «saptıkları yanlış yol» dan kurtarmak için «hareketlerini iyi bir
şekilde düzenlemeğe» davet etmek yeter. İktisadî ilişkilerde bir Plumache-rei
(*) sistemi kurulup kurulmadığını görmek istemez. Böyle bir sistem.de eğitim
görmek için yalnız «halk içinden» çıkmış kimseler gerekli imkânlara ve boş
vakitlere sahiptirler; halk kitleleri ise, «cahil kalmak ve başkası hesabına
çalışmak» zorundadır; bu rejimden doğrudan doğruya doğmuş bir sonuç olarak «kibar
toplum» a girecek talihliler yalnız «halk içinden çıkmış» unsurlardır Halkçı
bunları görmek istemez. Kanton idaresi kâtipleri, zemstvo memurları, v.b. işte
bu «toplum» içinden ve «halk içinden çıkmış» bu unsurlar arasından seçilir; oysa,
halkçı, saflık edip, iktisadî ilişkilerden ve sınıf ilişkilerinden üstünde diye,
bunlara iktisadî ilişkilerin ve sınıf ilişkilerinin üstünde yer almış diye bakar.
Onun için, «korumaya» çağrı davetiyesi tama-miyle yanlış bir adrese
gönderilmiştir. ,. Halkçı (ya tasarruf ve ödünç para verme birliklerini .kredileri,
sıkı çalışmayı ve eğitimi teşvik eden
(*) Rusça metinde almanca. 90
kanunlarla kulaklarla mücadele etmek; arazi kredisi ve toprak satın almalarla
köylünün toprak mülkiyetini büyütmek; gelir üzerinden alınan vergi aracılığıyla
vergi yüklerini hafifletmek gibi küçük burjuvalara yaraşan yarım yamalak
çarelerle) ya da ortaokul kızlarına yaraşan «halk sanayiini teşkilâtlandırmak»
şeklindeki gül pembe hayallerle yetinir daha doğrusu
ayunur.
Peki ama, bu sanayi çoktan teşkilâtlanmış değil mi? Bu genç burjuvazi bu «halk
sanayii»ni kendine göre, burjuva biçimine göre çoktan teşkilâtlandırmış değil
mi? Bunu yapmamış olsaydı, «her köyü nasıl ovucunun içinde tutabilirdi?» Halka «çalışmağa
gitmeğe nasıl emredebilir» ve artık – değeri nasıl kendine mal edebilirdi?.
Halkçı burada ahlâkçi öfkenin en yüksek noktasına varır. Kapitalizmin üretimde
anarşi üstüne, iktisadî buhranlar üstüne, halk kitlelerindeki sürekli, normal ve
gittikçe vahimleşen işsizlik üstüne, emekçilerin kaderinin son derece
kötüleşmesi üstüne kurulmuş bir «teşkilât» olduğunu söylemek ahlâksızlıktır,
diye haykırır.
Oysa, tamamiyle aksine, asıl ahlâksızlık hakikati gizlemek, köleliğin ortadan
kaldırılmasından sonra gelişen Rusya’yı vasıflandıran rejimi tesadüfen gelmiş,
arızî birşey olarak göstermek istemektir. Her kapitalist millet, teknik
ilerlemeyi ve üreticileri sakat hale getiren «emeğin sosyalleştirilmesi»
oluşumunu getirmektedir. Bu, ötedenberi bilinen bir olay, bir gerçektir. Ama, bu
olayı «toplum» sözünü kullanarak ahlâkî bir vaaz konusu haline getirmek ve olup,
biten mücadeleye gözlerini kapayıp, kaygısız bir huzur içinde: «Koruyunuz», «sağlayınız»,
«teşkilâtlandırınız», diye gevelemek düpedüz bir romantik, safdil ve gerici bir
romantik olup çıkmak demektir.
91
Okuyucu bu yorumun Bay Struve’nin kitabını tahlil etmekle hiçbir ilişkisi yok,
sanabilir. İlk bakışta böyle bir ilişki yok gibi görünürse de, sanırım, dikkatle
bakılınca, bu ilişki kolayca görülebilir.
Bay Struveînin kitabı Rus marksçılığını hiç anlamamıştır. Sadece, daha önce
ortaya atılmış birtakım nazariyeleri (*) ilk defa olarak basınımıza getirmiş
bulunuyor. Önce de işaret edildiği gibi, liberal halkçı basın marksçılığı bu
kitap çıkmadan önce de şiddetle eleştirmiştir.
Bu eleştiriye karşılık vermeden, meselenin bugünkü durumunu ele almağa, sonra da
Bay Struve’nin kitabının niteliğini ve oynadığı rolü anlamağa imkân yoktur.
Bu cevabı vermek için, eski bir tarihte yazılmış halkçı bir makaleyi ele aldık;
çünkü, hem ilkeleri ifade eden, hem. de fazla olarak marksçılk için büyük bir
değer taşıyan eski Rus halkçılığının hiç olmazsa esaslı birkaç kuralını kapsayan
bir makaleye gerek vardı.
Bu yorumda, alışılmış halkçı – liberal kalem tartışmalarının ne kadar yapay ve
saçma olduğunu göstermeğe çalıştık. Marksçılık hegelciliğin bir çeşidi(**) imiş;
olaylarla kontrol edilmeyen akidelere ve şemalara, her memleketin kapitalzm
safhasından mutlaka geçmesi zorunluğuna inanmaya bağlıymış, gibi sözler boş
birer gevezelikten başka birşey değildir.
Marksçılık gerçeğin ölçüsünü (kıstasını), sosyal sınıfların ve iktisadî
çıkarların gözlerimiz önünde gi-
riştikleri mücadelenin ifade edilmesinde ve teorik açıklamasında aramaktadır.
Marksçılık yalnız ve yalnız Rus tarihinin ve gerçeğinin alaylarına dayanır.
Marksçılık da emekçi sınıfının fikir sistemini temsil eder, ama, Rus
kapitalizminin gelişmesini ve başarılı gidişini, bu pek bilinen olayları
büsbütün başka bir şekilde açıklar, bizim gerçeğimizin bugünkü üreticilere fikir
sözcülüğü edenlerin önüne koyduğu görevleri büsbütün başka bir şekilde kavrar ve
anlar. Onun için, bir marksçı, Rus kapitalizmi zorunludur, ilerleyicidir, bu
kapitalizmin memlekette yerleşmesi ve gelişmesi kaçınılmaz bir olaydır, dediği
zaman, iyice yerleşmiş olup, bir yenilik ve moda cazibesi olmadığından ötürü her
zaman anılmayan olaylardan hareket ederek işe başlar. Halkçı edebiyatın
defalarca anlatıp anlatıp tekrarladığı şeylerin hepsini büsbütün başka bir
şekilde yorumlar. Bütün bunlara cevap olarak, marksçı olayları tanımak istemiyor,
diye halkçı feryadı bastığı zaman kendisini derhal susturmak için, 1870
yıllarında yazılmış ve esaslı bir ilkeye dayanan herhangi bir halkçı makaleyi
kendisine hatırlatmak yeter
Şimdi Bay Struve’nin kitabını tahlil etmek işine girişelim.
(*) Bak. V.V. Naza>î iktisat ilmi üstüne bir deneme, Petersburg. 1895, s.
257-258 (7).
(**) Söyleme gerek yok, ben burada marksçılığm tarihî kaynağından söz etmiyorum^
yalnız bugünkü muhtevasının sözünü ediyorum.
Bay Struve’nin Kitabındaki
Eleştirisi