KÜTÜPHANE | LENIN | Lenin: Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları

Narodnizmin Ekonomik İçeriği ve Onun Bay Struve’nin Kitabındaki Eleştirisi
(Marksizmin Burjuva Yazınındaki Yansıması)

P. Struve. Rusya’nın Ekonomik Gelişmesi Konusunda Eleştirel Gözlemler. St. Petesburg">

KÜTÜPHANE | LENIN | Lenin: Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları

Narodnizmin Ekonomik İçeriği ve Onun Bay Struve’nin Kitabındaki Eleştirisi
(Marksizmin Burjuva Yazınındaki Yansıması)

P. Struve. Rusya’nın Ekonomik Gelişmesi Konusunda Eleştirel Gözlemler. St. Petesburg, 1894

Narodnizmin Ekonomik İçeriği ve Onun Bay Struve’nin Kitabındaki Eleştirisi
BİRİNCİ BÖLÜM


Narodnik bir Profession de Foi Üzerine Satır Satır Bir Yorum



Oteçestvenniye Zapiski‘nin [Vatan Haberleri - ç.n] CCXLII. cildinde “Narodnik tarlada yeni biten sürgünler” adlı, Rus liberalizmi karşısında, Narodnizmin ilerici taraflarını belirten imzasız bir makale var.


Yazar, “günümüzde halk içinden çıkmış ve toplumun en yüksek basamağına yükselmiş insanlar” aleyhinde bulunmak “adeta bir ihanettir” diyerek söze başlıyor.

“Geçenlerde edebiyat alanında eşeğin biri, Zlatovratski’nin kitabı hakkında kısa bir eleştiri yazısı için Oteçestvenniye Zapiski dergisine halk hakkında beslediği karamsarlığından ötürü çifte attı; oysa, bu eleştiri yazısında, genellikle, paranın yıpratıcı ve bozucu etkisi üstüne söylenmiş sözlerden başka karamsar hiçbir şey yoktu. Daha sonra, Gleb Uspenski son denemelerine bir yorum yazınca (Oteçestvenniye Zapiski, 1878, sayı 11), liberal bataklık, tıpkı masaldaki gibi, dalgalandı; hiç beklenmediği halde, birden ortaya halkın öyle çak savunucusu çıktı ki, halkın bu kadar dostu olduğunu öğrenip doğrusu biz de şaşa kaldık… Köyden, delikanlıların ya da soylu denilen bayların, uşakların, genç tacirlerin aşk masalı anlattıkları güzel kızdan söz eder gibi söz edildiğini işitince., buna evet dememek elde mi?.. Köyün kusurlarını söylemek, nasıl ona düşman olmak demek değilse, köye serenadlar söylemek ve “göz süzmek” de, onu sevmek ya da beğenmek demek değildir. Uspenski’ye sorsanız, «geleceğin teminatı olarak köye mi yoksa eski soylu rejime ve yeni burjuva rejimine mi inanırsınız?” deseniz: “köye” diye cevap vereceğinden hiç tereddüt edilebilir mi?”



Bu parça büyük bir önem taşıyor. İlk önce, halkçılığın özünü, yani köylünün, küçük üreticinin görüşünden hareketle, Rusya’daki toprak köleliği rejimi ile burjuva rejiminin şiddetle aleyhinde olduğunu açıkça göstermektedir. İkincisi, tamamiyle düşüncede kalan bu şiddetle aleyhinde almanın, olaylara sırtını çevirdiğini ortaya koyuyor.



“Köy”ün feodalite ya da burjuvazi dışında bir varlığı, hayatı, var mıdır? Köy, her biri kendi hesabına hareket eden, bu iki rejim temsilcilerinin dün yarattığı bir şey değil miydi, bugün de böyle değil midir? Köy, kesinlikle, hem «eski feodaliteye, hem de yeni burjuvaziye bağlıdır. İmkânları dikkate almayıp, yalnız gerçeğin basit bir gözlemi ile yetinirseniz (yapılan da zaten budur), onda hiçbir üçüncü kuruluşu göremezsiniz. Halkçıların yalnız bir teşekkül bulmaları, ağaçların ormanı görmelerine engel olmasından, türlü köy cemaatlarının toprak mülkiyeti arkasında Rus toplumunun iktisadî teşkilâtını bütünü ile görmelerinden ileri gelmektedir. Köylüyü ticaret eşyası (meta) üreticisi haline getiren bu teşkilât, bu köylüden bir küçük burjuva, tek başına pazar hesabına çalışan küçük bir patron yaratmaktadır. Ondan sonra ,bu teşkilât artık «geleceğin teminatı» nı geride aramak imkânını ortadan kaldırır; bu teminatı, ileride aramaya zorlar. Bu, «köyjde» aranamaz: Çünkü feodalite ile burjuvazinin birbiri içine girmesi, köyde emeğin durumunu korkunç bir şekilde kötüleştirmekte ve bu iki rejim ile emeğin menfaatlarç arasiındaki çatışma yeteri kadar belirmediğinden, emeğin «yeni burjuva rejimi» nin güçlü kuvvetlerine karşı mücadele etmek imkânları ortadan kalkmaktadır. Bu teminat ileride, ama, «yeni burjuva rejimi» içinde aranır; çünkü, tamamıyla gelişmiş olan bu yeni rejim «eski feodalitelerin çekileceğini ortadan kaldırıp, köyde henüz gizli ve tohum halinde bulunan sosyal zıtlığı keskinleştirmek ve aydınlatmak suretile emeği sosyalleştirmiştir.



Şimdi hem halkçılığa, hem de marksçılığa götüren akideler arasındaki, bunların Rus gerçeğini ve tarihini ele alış tarzları arasındaki teorik ayrılıklara işaret etmemiz gerekiyor.



Biz yine yazarı izleyelim.



Yazar «asi ruhlara» güvenle söylüyor ki, Uspenski halkın yoksulluğu ile halkın ahlâkı arasındaki münasebeti:

“Birçok köy hayranlarından daha iyi kavramıştır… Bu hayranlar için köy., günümüzde, zekâdan ve pratik anlayıştan yoksun olmayan bütün burjuvaların hemen her zaman ellerinde bulundurdukları liberal pasaport gibi bir şeydir.”

“Geleceğin teminatı” diye bağlandığı şeyin “liberal pasaport” haline gelmesi, emeğin çıkarlarını temsil etmek arzusunda cilan bir insan için üzücü ve keder verici bir şeydir; Bay halkçı, geleceğin teminatı denilen şeyin liberal pasaport haline gelmesini nasıl açıklayacaksınız? Bu gelecek, burjuvaziyi içinden atacaktır. Ama, buna varmak için tuttuğunuz yol, «pratik anlayıştan ve zekâdan yoksun olmayan burjuvalar» tarafından düşmanca karşılanmak şöyle dursun, aksine, «pasaport» olarak seve seve karşılanmıştır.



“Geleceğin teminatı”nı, «pratik anlayıştan ve zekâdan yoksun olmayan burjuvalarsın egemen oldukları rejimdeki sosyal zıtlıkların henüz az geliştikleri, tohum halinde bulundukları yerde aramayıp da, bu zıtlıkların sonuna kadar geliştiği yerde, geçici ve eksik tedbirlerin tabiî ki yetmediği yerde, emekçilerin isteklerinin sömürülemeyeceği yerde, meselenin açıkça oraya konduğu yerde arayacak olursanız, bu şaşkın davranışın gerçekten aklın alacağı bir şey olacağını sanır mısınız?



Kendiniz de biraz aşağıda demiyor musunuz ki:

“Halkın eylemsiz dostları şu tek basit şeyi anlamak istemiyorlar : Toplumdaki bütün güçler dağılıp birbirine karşıt iki güç haline gelir ve mücadeleye katılmamış görünen eylemsiz güçler aslında, belli bir anda üstün gelen güce yardım etmiş olur” (s. 132).

Bu nitelik köye de uygulanamaz mı, Köy «bu birbirine karşıt güçler» den, bu, mücadeleden habersiz yaşayan ayrı bir âlem mi? Köyü, hiç tereddütsüz üstünlüğü kazanan güce hizmet ediyor diye dikkate alamaz mıyız? Mücadele söz konusu olur olmaz, bu karşıt güçleri birbirinden kesin olarak ayırmaya ve asıl düşmanı görmeye engel olan bir sürü yabancı olanlar yüzünden bu mücadelenin karmaşık hale geldiği yerden işe başlamak mantıklı olur mu? Makalenin sonunda yazar tarafından öne sürülen programın son noktası —«halk sanayiinin teşkilâtlandırılması»— yalnız mücadelenin var olduğunu kabul etmekle kalmayıp, mücadelenin daha şimdiden zaferle sonuçlandığını bile kabul ettiğine göre, bu programın —eğitim, köylü toprak mülkiyetinin genişletilmesi, vergilerin azaltılması— zaferi kazanmış olanı ne olursa olsun etkilemeyeceği aşikâr değil midir? Sizin bile inkâr edemediğiniz zıtlığı programınız reddetmektedir. Onun için, bu program, «yeni burjuva rejiminin efendilerini korkutmak için yaratılmamıştır. Bunun «liberal pasaport» hizmeti görmekten başka bir şeye yaramaması da işte bundan ötürüdür.



«Köyü soyut bir kavram olarak alanlar, Rus köylüsünü kendi güzelliğine hayran olarak kendi başına yaşayan bir kimse sayanlar, köyü göklere çıkaranlar ve kendisine mahveden bütün etkilere karşı gayet iyi direnmesi gerekir, dedikleri zaman, yanlış bir yola sapmış oluyorlar. Köy, kendisini her Allahın günü her kapik uğrunda döğüşmeğe zorlayan şartlar içinde bulunur da, tefeciler tarafından soyulur, kulaklar tarafından aldatılır, büyük toprak sahipleri tarafından kendisine zulüm ve işkence edilir ve ara sıra nahiye idaresi binasında kırbaçlanır da, bütün bunların maneviyatı üstünde hiç etkisi olmaz olur mu? Ruble denilen şu kapitalizm avı ovalardaki manzarada ön plânda yer almışsa, bütün bakışları, bütün düşünceleri ve bütün gönülleri kendine çekmişse, hayatın amacı ve ferdî kabiliyetlerin ölçüsü haline gelmişse, hiç bu olay gizlenebilir mi, Rus köylüsü her türlü çıkar endişesinden uzaktır, bu köylünün hiç paraya ihtiyacı yoktur denebilir mi? Köy farklılaşmağa doğru giderken, semiren kulak en zayıf köylülerini ziraat işçileri haline getirmek için köleleştirmeğe, ortak köy ziraatı sistemini mahvetmeğe çalışırken, size soruyorum, hiç bu olaylar gizlenebilir mi? Bu olayların daha geniş bir şekilde ve ayrıntılariyle açıklanmasını arzu edebiliriz; bunları yoksulluğun insanı alçaltan şartlarile izah edebiliriz (açlık insanı hırsızlık etmeğe, adam öldürmeğe, hatta insanları birbirini yemeğe bile zorlar), ama, bu olayları gizlemek katiyen imkânsızdır. Bunları gizlemek, üzücü olayların korkunç nispetlere varacağı güne kadar bugünkü durumu savunmak, ünlü laissez faire, laissez aller(*)yi savunmak demektir. Gerçeği süslemek püslemek hiçbir şeye yaramaz.



Yine tekrar edelim ki, köyün niteliği ne kadar güzel belirtiliyor, ama, çıkarılan sonuçlar ne kadar cılız! Olaylar ne kadar sadakatla kavranmış, ama, bunların açıklanması, yorumu ne kadar da zavallıca! İşte yine emeğin savunmasıyla ilgili arzular ile bunları gerçekleştirme çareleri arasında derin bir uçurum açılıyor; yazara göre, köyde kapitalizm «üzücü bir olgu» dan başka birşey değildir. Kapitalizmi büyük çapta şehirde de gördüğü halde, kapitalizmin yalnız bütün millî çalışma alanlarını kendine kul köle etmekle kalmayıp, kendini halktan gösterip ve halk adına birtakım burjuva tedbirleri alınmasını teklif eden «ilerici» edebiyatı bile kendine kul köle ettiğini gördüğü halde, bunda toplum iktisadımızın özel bir teşkilâtı söz konusu olduğunu ka-



(*) Rusça metinde fransızca olan bu sözler liberal iktisadın ana prensibi olup «bırak yapsın, bırak gitsin» manasına gelir, (çev.)



bul etmek istemiyor; bunun «insanı alçaltan şartlar» dan doğmuş üzücü bir olgudan başka birşey almadığı düşüyle avunuyor. Hem de, eğer, diyor, devletin karışmazlık (ademi müdahale) nazariyesine dört elle sarılmamış olsa, bu şartlar pekâlâ ortadan kaldırılabilir! Evet, işimiz eğer’e kaldıysa, vay halimize!.. Oysa, Rusya’nın henüz karışmazlık siyaseti filân bildiği yok. Her zaman müdahale var olmuştur Hem de burjuvazi yararına. Bay Struve’nin de dediği gibi, ancak «sakin bir kuşluk uykusu» nun verdiği tatlı sükûn ve huzur, bu durumun «sınıflar arasındaki güçler ilişkisinde bir değişiklik» olmaksızın değiştiğini görmek umudunu doğurabilir.


«Unutuyoruz ki, toplumumuzun siyasî, medenî, v.b. bir ideale ihtiyacı vardır; çünkü, bu ideale kavuşunca, artık hiçbir şey düşünmemek hakkını kazanacaktır. Yine unutmayalım ki, toplum bu ideali gürbüz bir genç merakiyle aramaz, sakin bir kuşluk uykusunun rahat ve huzuru içinde arar; bu ideale kavuşmak konusunda beslediği hülyayı kaybetmez. Hiç değilse, büyük çoğunluğu ile, toplumumuzun hali budur. Doğrusunu söylemek-gerekirse, toplumumuzun hiç ideale ihtiyacı yoktur; çünkü, karnı iyice toktur, vücudunun fizyolojik görevleriyle bol bol yetinmektedir.»


Şimdi kimin daha tutarlı olduğu sorulabilir: Bu «toplum» etrafında çoğalmağa ve kendini göstermeğe devam eden, bu toplumu «yükselen» kapitalizmin yazarın kullandığı deyimle, bu «tehdit edici hastalığın»

(*) Kim neyi tehdit ediyor? Vücudun fizyolojik görevlerini tehdit eden mi var? Kapitalizm bu görevleri «tehdit etmek» şöyle dursun, aksine, en nefis ve en görülmedik yemekler vade-diyor.


(*) dehşetlerini hatırlatarak eğlendiren, temsil-
çilerini «bizim» saptığımız yanlış yoldan ayrılmağa davet eden, v.b. halkçılar mı, yaksa, toplumdan kesin olarak ayrılacak kadar «dar kafalı» olan, yalnız vücudun fizyolojik görevleri ile «yetinmeyenlere» ve yetinemeyenlere, ve ideali bir ihtiyaç sayıp, günlük yaşayışlarında idealsiz edemeyenlere başvurmanın gerekli olduğuna hükmeden marksçılar mı daha tutarlı? özel bir yatılı okulda okuyan bir genç kızın zihniyeti bu, diye devam ediyor yazar:

“Bu, düşünce ve duygunun kökünden bozulduğu anlamına gelir… Bu derece iyi gizlenmiş, bu derece incelmiş, bu derece saf ve aynı zamanda da böyle köklü ahlâk bozukluğu hiç görülmemiştir. Bu ahlâk bozukluğu tamamiyle çağdaş tarihimizin, burjuva kültürünün (daha doğrusu, burjuva rejiminin, ya da kapitalist rejimin, K.T. (**), derebeylik alanında, soylu duygululuğundan, cahillikten ve tembellikten doğmuş kültürün bıraktığı mirastır. Burjuvazi hayata kendi bilmini, kendi ahlâk anlayışını ve kendi safsatalarını getirmiştir.”

Yazar, biricik çıkar yolun hangisi olsuğunu anlayacak kadar, gerçeği kavramış gibi gelecektir. Eğer, bütün kötülük bizim burjuva kültürümüzden geliyorsa, demek ki, «geleceğin teminatı» ancak bu burjuvazinin «tam aksi olan şey» de olabilir, çünkü, yalnız bu şey, bu «burjuva kültür» den tamamiyle ayrılmıştır. Çünkü yalnız bu şey bu kültürün amansız düşmanıdır ve içinde «liberal pasaportlar» in yer alabileceği bütün o uzlaşmalardan hiç birine yanaşmamaktadır.

(**) K.T. Lenin’in kullandığı takma adlardan biri olan K. Tulin’in ilk harfleridir.


Ama, yok. İnsan kendini daha da hülyalara kaptırabilir. «Kültür», gerçekten, «burjuva zihniyetinden,
ahlâk bozukluğundan başka birşey değildir. Ama, bu kültür -yalnız feodalizmden doğmuş bir sonuç (bu kültürün çağdaş tarih, feodaliteyi yıkan bu tarih tarafından yaratılmış olduğunu yazarın kendisi de demincek itiraf etmedi mi?), tembellikten doğmuş bir sonuçtur; şu halde, bu kültür derin kökleri olmayan, gelip geçici bir şeydir, v.b, v.b. Bundan sonra, yazarın olaylara sırtını döndüğünü ve «birbirine karşıt güçlerin var olduğu gerçeğine gözlerini kapayarak, birtakım duygulu hülyalara daldığını göstermekten başka anlamı olmayan birtakım cümleler geliyor. İyisi mi, siz yazarın kendisini dinleyiniz :

«(Burjuvazinin) bunları (bilim, ahlâk kurallarını) üniversite kürsülerine, edebiyata, mahkemelere ve hayatın bütün öteki alanlarına yerleştirmeğe ihtiyacı vardır. (Yukarıda gördük ki, burjuvazi bunları köy kadar derin bir «hayat alanına» çoktan yerleştirmiştir, K.T.). İlk önce, burjuvazi bu iş için yeteri kadar yetkin insanlar bulamıyor, başka gelenekleri olan birtakım kimselere başvurmak zorunda kalıyor (Rus burjuvazisi «insan bulamayacak» ha?! Bu iddia çürütülmeğe bile değmez; çünkü, daha ileride yazar kendi kendini çürütecektir. KT.) Bu kimseler (Rus kapitalistleri mi? K.T.) hiçbir yetenek sahibi değildirler, tereddüt ederek adım atarlar, hareketleri acemicedir; (bu kimseler yüzde on ve yüzde yüz kâr etmesini bilecek her yerde truck – system (1) i uygulamasını bilecek kadar «kendilerine güvenleri» vardır; haklar koparmasını bilecek kadar «hünerledirler. Böyle bir zevzeklik olsa olsa bu kimselerin yaptıkları baskıya doğrudan doğruya maruz kalmamış bir insanın aklına bir küçük burjuvanın aklına gelebilir, K.T);



bunlar Avrupa burjuvazisini taklite özenirler, yabancı memleketlerden birtakım kitaplar getirtirler, bilgi sahibi olurlar (bizde «burjuva kültürü» nün cahillikten doğduğu hakkındaki kendi uydurduğu masalın zevzeklikten başka bir şey olmadığını, bakınız, yazarın kendisi de itiraf etmek zorunda kalıyor. Bu masal doğru değildir. 1861 reformundan sonra, Rusya’ya «fikir kültürünü», «edindiği bilgiyi veren burjuva kültürünün ta kendisidir. «Gerçeği aldatıcı bir şekil altında gizlemek», düşmanı güçsüz ve dayandığı temeli sallanır göstermek istemek, «hiç bir zaman bir işe yaramamıştır», K.T). Bir bakarsınız, geçmişin hasretini çekerler; bir bakarsınız, gelecekten endişe ederler; çünkü, burjuvazi sonradan görme küstahın biridir, bilimsel eleştiri karşısında ayakta duramaz, ahlâk kurallarının hiçbir değeri yoktur, diyen birtakım seslerin yükseldiğini duymaktadırlar.»



Rus burjuvazisi mi «geçmişin hasreti» ni çekecek, bu burjuvazi mi «gelecekten endişe edecek»? Haydi canım, siz de! Birtakım kimseler, «burjuvazinin ehliyet sahibi almadığı» na dair yükselen seslerden burjuvazinin heyecana kapılacağını iddia ederek, zavallı Rus burjuvazisine son derece yüklenmekten, iftira etmekten zevk alıyorlar, diyeceği geliyor insanın! Oysa, gerçek bunun tam tersi değil mi? Çok paylanınca, asıl şaşıran bu «sesler» dir, «gelecekten endişe etmeğe» asıl kendilerini kaptıran bu seslerdir, demek daha doğru olmaz mı?…



Bu kimseler, bu hallerine bakmayıp, bir de kalkmış, hayrete düşmüş insan rolü oynuyorlar ve kendilerine niçin romantik muamelesi edildiğini anlamazlıktan geliyorlar!…

«Bununla beraber, insanın cankurtaran gibi bir



şeye de yapışması şart. Burjuvazi çalışmaya gitmeyi rica etmez, emreder, hem de ölümle tehdit ederek. (*) Çalışmaya gitmezsen, ekmeksiz kalırsın. Ya sokak ortasında durup. «Emekli yoksul bir yüzbaşıya merhamet ediniz!…» diye bağırmak zorunda kalırsın, ya da açlıktan geberir gidersin. Bak, işte çalışma başlıyor. Bir cızırtı, bir gıcırtı sesi duyuluyor. Karma karışık bir demir şangırtısıdır gidiyor. Bir dakikacık gecikmeye kat-lanamıyan sıkı bir çalışma. Sonunda makina işlemeğe başlıyor. Gıcırtı ve gürültü patırtı hafifler gibi oluyor, makinanın bütün kısımları iyi işler gibi görünüyor, sakar bir kitlenin çatırtısından başka bir şey duyulmaz oluyor. Asıl korkunç olanı, taban tahtaları daha çok çöküyor, vidalar oynamağa başlıyor, insan «ha, şimdi hepsinin parçalanıp havaya uçtuğunu göreceğim» diye bekliyor».

Bu parçanın büyük bir önemi var. Çünkü, Rusya halkçılarının bilimsel bir kalıba dökmekten pek hoşlandıkları tahlil yazıları şemasını, üslûplaştırılmış bir şekilde, gayet iyi belirtiyor Halkçılar, kapitalist rejimde zıtlıklar, zulüm ve işkence, sefalet, işsizlik, v.b. bulunduğunu gösteren çürütülmesi imkânsız olaylardan hareket edip, kapitalizmin çok kötü, «acemice» bir şey, parçalanıp havaya uçması «beklenen» Dir kitle olduğunu ispat etmeğe çalışıyorlar.

(*) Aziz okuyucu, bunur bir kenara yazınız. Rusya’da bir halkçı: «Burjuvazi çalışmağa gitmeği emreder» dedi mi, bu söz bir hakikat oluyor da, marksçılar: «Bizde kapitalist üretim tarzı hâkimdir» dediler mi, Bay V.V.: «Bunlar halk rejimi yerine kapitalist rejimi koymak istiyorlar» (aynen böyle söylüyor) diye yaygarayı basıyor.


Yıllardır bekliyoruz, bekliyoruz; sonunda, görü-
yoruz ki, Rus halkına çalışmağa gitmesini emreden bu kuvvet büyümekte, daha gürbüz hale gelmekte, güçlü Rusya’yı «ben yarattım» diye bütün Avrupa karşısında övünmekte ve «vidaların mutlaka gevşeyeceğini» ilân etmekle «yetinen» birtakım sesler işitilmesinden, tabiî ki, hoşlanmaktadır.



«Korkudan zayıfların yüreği buz kesiliyor. Kafasızlar «iyi ya» diyortar. Burjuvazi de «iyi ya» diye tekrar ediyar. «Yabancı memleketlerden yeni bir makinayı daha çabuk getirtmek, tahtaları ve öteki kaba kısımları memleketimizde daha çabuk hazırlamak imkânını bulmuş oluruz; bu da bize usta makinistleri daha çabuk yetiştirmek imkânını sağlar». Oysa, toplumun ahlâkı pek acınacak bir halde bulunuyor Bazıları bu yeni faaliyetten zevk alıyor, güçlerinin üstünde bir çaba ile çalışıyorlar; bazıları ise, geride kalıp hülyalarından oluyorlar.»



Zavallı Rus burjuvazisi! Hem, artık-değer elde edeceğim diye “gücünün üstünde” bir çaba ile çalışıyor! Hem de, manevî bakımdan kendini huzursuzluk içinde buluyor! (Unutmayınız ki, bundan önceki sayfalarda yazar bütün bu ahlâkı vücudun fizyolojik görevlerine ve ahlâk bozukluğuna indirgemişti). Burada, artık burjuvaziye karşı mücadele etmeğe —bilmem hangi sınıf mücadelesine de— ihtiyaç kalma-yacağı meydandadır, burjuvazinin kendini zorlama-sna son vermesi için onu iyice bir azarlamak elverir.



«Oysa, kimsenin halkı düşündüğü yok, Burjuvazinin kurallarına bakarsanız, herşey halk için ve halkın iyiliği ve çıkan için yapılıyor Resmî makamları temsil eden her insan, her yazar halkın iyiliği hakkında dil dökmeyi kendine ödev sayı-



yor… Bu hürriyetsever yosmalık bütün öteki eğilimlerden daha baskın çıktı .hepsini bastırdı. Bu demokrasi yüzyılında, halka karşı olan sevgisini bağıra bağıra ilân eden ve. «Her zaman sevdiğim bir şey varsa, o da halktır; ben bu aşkı ölünceye kadar kalbimde taşıyacağım, ben de halk içinden çıktım» (bu, hiçbir şeyi ifade etmez) diyen yalnız Bay Suvorin değildir; ama, Moskovskiye Viyedemosti dergisi halkı bambaşka bir şekilde ele alıyor ve .halkın iyiliği ile, tabiî ki, kendine göre ilgilenir görünüyor. Bugün rahmetli Vîest (2) gibi, yani halka açıkça düşman bir tek gazete kalmamıştır. Oysa, açıkça düşmanlık hepsinden iyi bir şeydir; çünkü, düşmanın ne olduğunu ovucunun içi gibi bilirsin; ne yandan, budalanın ve sersemin biri, ne yandan kurnazın biri olduğunu kestirirsin. Bugün, hepsi de hem dcet hem düşman, hepsi de iyice birbirine karışmış. Uspenski’ye göre, halkın etrafını tecrübesiz insanı doğru yoldan saptıran ve insanın aklını şaşırtan bir sis kaplamış gibidir. Oysa, halk önceleri suistimal ve kötü muameleden başka birşey görmüyordu. Bugün ise, kendisine büyük toprak sahibinden daha hür olduğu, kendi işlerini kendi gördüğü yokluktan kurtarıldığı, kendi kanatlariyle uçmasına yardım edildiği söyleniyor. Gerçekte, halkın üstüne bu titreme ve halka gösterilen bu titiz ilgi bir yalan ve ikiyüzlülük dokusu ile sarmalanmıştır.»

Doğru söze ne denir!



“O zamanlar herkes kulakları teşvik eden ve hakikî yoksulları kredisiz bırakan tasarruf ve ödünç para verme sandıkları kurmak işi ile uğraşıyordu.»





Kredi işinin burjuva niteliğini anlayan yazarın* ilk bakışta, bu burjuva tedbirlerini kesin olarak reddedeceği sanılabiür. Oysa, küçük burjuyanın asıl ve ayırıcı niteliği, burjuva zihniyetine karşı yine burjuva toplumundan gelme vasıtalarla mücadele etmesidir. Onun için, genellikle, bütün halkçılar gibi, yazar da daha geniş krediler, gerçek yoksullar için krediler istemek suretiyle burjuva faaliyetini düzeltmeğe çalışmaktadır.

«… Yoğun bir tarıma gidilmenin zorunlu olduğundan hiç söz edilmemişti; çünkü, tarlaların her yıl paylaşılması ve ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım kesimi (?) buna engeldir. Nüfus başına alınan verginin pek ağır olduğu üstünde ısrar edilmemiş, dolaylı vergilerin hiç lafını etmeyip, gelir üstünden vergi almak teklif edilmemişti. Güya, gelir üzerinden alınacak vergi, uygulamada, yine bu yoksul köylülerin sırtına yüklenen bir vergi haline gelirmiş. Köylülere büyük toprak sahiplerinden son derece yüksek fiyatla toprak satın almak imkânını verecek bir arazi kredisinin de hiç lâfı edilmemişti, v.b… Toplumda da böyle. Halkın bu, kadar çok dostu oluşu karşısında, insan şaşırıp kalıyor… Nerdeyse, rehin karşılığında ödünç para verenlerin ve meyhanecilerin halka sevgi beslediklerinden dem vurduklarını da duyacağına inanası geliyor insanın.»

Burjuva zihniyetine karşı yapılan bu itiraz son derece güzel bir şey. Ama, varılan, çıkarılan sonuçlar pek cılız. Burjuvazi toplumda üstün olduğu gibi, hayatta da üstündür. Şu halde, topluma sırtını çevirip, burjuvazinin aksi ve zıddı olan şeye doğru gitmek gerekliymiş gibi gelebilir insana.



Ama, yok, hayır. «Gerek yoksullara» kredi verilmesi lehinde propaganda yapmak lâzımdın

«Bu acıklı durumdan edebiyat mı, yoksa toplum mu daha sorumludur, meselesini halletmek, can sıkıcı, hatta üzücü bir şeydir, hem bunun hiçbir yararı da yok zaten.»

Yazarın düşüncesi şu. Burjuva toplumu çürü-yüp dağılmaktadır. Şunu iyice belirtelim ki, marks-çıların da asıl kalkış noktası budur

«Biz köyle cilveleştiğimiz, sırada, tarihin çarkı dönmekte, doğa güçleri yapacağını yapmakta daha açık alarak söyleyelim, türlü türlü korsanlar ve çapulcular hayata birer asalak olarak sarılmakta ve hayatı kendi işlerine gelecek şekle sokmaktadırlar. Edebiyat köy ve ovalar üstünde, köylünün sakin ruhu üstünde, bilgisizliği ve cahilliği üstünde tartışırken, yazarlar ortak toprak tasarrufuna dayanan köy ve toprak mülkiyetini incelemek için kovalar dolusu mürekkep harcarken, vergi komisyonu vergi ıslahatını tartışırken köyler ve ovalar tamamiy-le mahvolmak için bol bol vakit bulacaktır.»

Bakın hele! «Biz lâf ederken, tarihin çarkı dönmekte, doğa güçleri yapacağını yapmakta» ymıç!

Dostlarım, bunu ben söylesem, kimbilir ne büyük bir yaygara koparırdınız!

Marksçılar «tarihin çarkı» ndan, «doğa güçleri» nden söz edince, aynı zamanda, bu «doğa güçleri» nin gelişme yolunda ilerleyen burjuvazinin güçleri olduğunu inceden inceye açıklayınca, halkçı Baylar, bu «doğa güçleri» nin yükselişi «doğru bir olay mıdır, değil midir; bu olay doğru olarak değerlendirilmiş midir, değerlendirilmemiş midir» meselesinin hiç lâfını etmemeği yeğ buluyor ve «tarihin çarkı», «doğa güçleri» sözlerini dillerine dolamağa cesaret eden birtakım «mistikler» ve «metafizikçiler» hakkında bir sürü eşşekçe lâflar ediyorlar.

Bir halkçının bu pek açık ve kesin itirafı ile marksçıların tezleri arasındaki biricik, ama, sen derece önemli fark şudur. Bu «güçler», halkçının gözünde, «hayata asalak olarak sarılan» birtakım «korsanlar, çapulcular» olduğu halde, marksçmın gözünde, kapitalist bir sosyal oluşumun tem.siicisi sosyal «hayat» in ürünü ve ifadesi olan burjuva sınıfı içinde doğmuştur, canlanmıştır, ya tesadüfen ya da dışardan «hayata asalak olarak sarılmamış» tır. Kredileri, vergileri, toprak mülkiyeti şekillerini, toprakların yeniden dağılışını, v.b. yüzeysel bir şekilde inceleyen halkçı, burjuvazinin Rus üretim ilişkileri içine saldığı derin kökleri elbette ki göremez; onun için de, birtakım «korsanlarla, çapulcularla» başı dertte olduğu hülyasiyle avunur. Bu noktadan bakılınca, yani sadece «korsanları, çapulcuları» ortadan kaldırmak söz konusu olunca, sınıf mücadelesinin burada ne iş gördüğü, pek haklı olarak, katiyen anlaşılamaz. Marksçıların bu mücadele ile ilgili olarak yaptıkları birçok ısrarlı çağrılara halkçı Baylar, pek tabiî olarak, ortada sınıf değil, sadece birtakım «korsanlar ve çapulcular» gören kimselerin anlaşılmaz susuşu ile cevap vermektedirler

Bir sınıfa karşı, ancak düşmanından mutlaka bütünüyle «ayrılmış» ve bu düşmana tamamiyle karşıt başka bir sınıf mücadele edebilir. Oysa, söylemeğe gerek yok, «korsanlara, çapulculara» karşı mücadele etmek için, polis, daha olmazsa, «toplum» ve «devlet» yeter

Ama, halkçının tanımladığı gibi, bu korsanların, çapulcuların ne olduklarını biraz, sonra göreceğiz.


Nerelere kadar kök saldıklarını, sosyal görevlerinin ne kadar engin olduğunu göreceğiz.

«Halkın eylemsiz, seyirci kalan dostları» na ayrılan bu parçadan sonra, yazar lâfı şuraya getiriyor.

«Siyasette silâhlı tarafsızlık kötünün kötüsü bir şeydir. Kötünün kötüsü. Çünkü, böylelikle, her zaman en kuvvetli olana etkin bir yardımda bulunulmuş oluyor Eylemsiz ve seyirci kalan dostun beslediği duygular ne kadar samimi olursa olsun, siyasî hayattaki mücadele alanında işgal etmeğe çalıştığı durum ne kadar alçakgönüllü olursa alsun, yine de dostlarına zararlı olacaktır…»

«… Halkı samimî olarak seven az çok namuslu ve dürüst kimseler (*) için, bu durum kendilerini sonunda bunları sevmemeğe ve bunlardan iğrenmeğe kadar götürür. Bu kimseler çalışma odalarında, kibar salonlarda, meyhanelerde bir içki şişesi başında hareketsiz her allahın günü tekrarlanan, tazelenen o bitip tükenmez «ilânı aşk» lan duymaktan artık iğrenir ve utanç duyar hale gelirler. İşte onun içindir ki, bu yavan şeylerin hepsini sonunda fırlatıp atmağa kadar varırlar.»


(*) Halkçıları «eylemsiz, seyirci kalan dostlar» dan ayıran nitelikler burada ne kadar müphem görünüyor! Bu halkçılar da «namuslu ve dürüst» bir karakter sahibi olabilir, ve hiç şüphesiz, «halkı samimî olarak severler». Bu yaklaştırmıadan şu sonuç çıkıyor: Eylemsiz ve seyirci kalanların karşısına «muhalif» sosyal kuvvetler mücadelesine katılanları çıkarmalı. Hier liegt der Hund begraben işin can alıcı noktası burasıdır, Çev.)

Eski Rus halkçılarının liberallere karşı takındıkları tavrın bu özelliği, marksçıların bugünkü
halkçılara karşı takındıkları tavıra da uygulanabilir. Krediler, toprak satın almalar, tekniğin mükem-melleştirilmesi, arteller, ortak ziraat, vb. (**) aracılığıyla «halka» yardım etmek lâflarını duymaktan marksçılar da «iğrenmek» tedirler. «Halk» la beraber olmak değil, hayır, ama burjuvazinin çalışmağa gitmelerini emrettiği kimselerle beraber olmak arzusunda olanlardan marksçılar da bütün a liberal– halkçı yavan şeylerin hepsini toptan fırlatıp atmalarını ısrarla istemektedirler. Halk sanayiinin bütün kollarında sermaye hükmünü yürürtürken ve menfaatler birbirleriyle gizli gizli çatışırken, mücadeleyi gizlemek değil, mücadelenin yüzündeki perdeyi kaldırmak lâzım gelirken; «iyisi mi, mücadeleden vazgeçmek» (***) hülyalarına dalmak değil, mücadeleyi daha şiddetli, daha sürekli, daha tutarlı, hele fikir alanında daha da zengin hale getirmek için, geliştirmek lâzım gelirken, Rusya için tutulacak yolları’ bulup çıkarmak üstünde, «tehdit edici» kapitalizmin sebep olduğu yıkımlar üstünde, «halk sanayiinin ihtiyaçları» üstünde dil dökmeyi marksçılar «iğrenç» bir ikiyüzlülük saymaktadırlar.

«İşte bunun içindir ki, sonunda, bazı medenî emirlerin, bazı kesin ve namuslu ısrarlı isteklerin, sert ve hatta bazan çok ciddî haklı isteklerin ortaya çıktığı görülüyor. Hele istekleri değerli kılan şey de, büyük çaptaki liberallerimizin fikirlerine çok yakın oluşudur.»

Mükemmel! Asıl lâzım olan da, «sert» ve «ciddî» haklı isteklerdir.

(**) Bay Yujakof, Ruskoye Bogastsvo, 1894, sayı 7.

(***) Bay Struve’nin «şiddetli sosyal sınıf mücadelesi» hakkındaki

sözlerine verdiği cevapta Bay Kriveoko’nun kullandığı ifade

(Bk. Ruskoye Bogastsvo, No. 10).

İşin kötüsü şu ki, halkçıların bütün bu iyi niyetleri birer «sofuca dilek» olmaktan öteye gidemiyor. Bu haklı isteklerin zorunlu olduğunu gayet iyi anladıkları halde, bunları rahat rahat gerçekleştirecek zaman bulmaları mümkün olduğu halde, bu istekleri bugüne kadar bir hale yola koymamışlardır. Bir sürü şekil değiştirmelerle hep liberal Rus toplumu ile karışmışlar, bugüne kadar da karışmakta devam etmişlerdir. (*)

Şu halde, şimdi marksçılar bunlara karşı gerçekten çok «sert» ve çok «ciddî) birtakım haklı istekler öne sürüyorlarsa, yalnız ve yalnız bir sınıfa (en çok «hayatın akışı ile farklı ve ayrı hale gelen sınıfa») hizmet etmelerini, bu sınıfın muhtar gelişmesine ve bağımsız düşüncesine hizmet etmelerini, «namuslu Rus burjuvalarının medenî namusluluğu» ile tamamiy’le ilişkilerini kesmelerini istiyorlarsa, kendilerine kızsınlar, kabahati kendilerinde arasınlar.

«Gerçekten, bu emirler ayrıntılarda ne kadar ciddî ve sıkı olursa olsun, bu genel haklı isteğe karşı söylenecek söz bulunamaz. «Şu iki

(*) Saflıklarından kendi kendilerini mahkûm ettiklerini anlamı-yan bazı bön halkçılar, liberal Rus toplumu ile karışmakla övünecek kadar ileri gidiyorlar. Bay V.V.: Bay Struve’ye karşı şunları yazmaktadır:

«Genellikle, aydınlarımız, özellikle edebiyatımız, hattâ en burjuva akımların temsilcileri bile, denebilir ki, halkçı damgası taşımaktadırlar» (Nedelya, 1894, sayı 4, s. 1506). Nasıl ki, küçük müstahsil haytta bir sürü şekil değiştirmeler sonunda burjuvazi ile karışırsa, edebiyatta da, hlkçdann en sofuca dilekleri, vücudunun fizyolojik görevlerile ilgilenen kimseler için, bir «liberal pasaport» haline gelir.

şıktan biri. Ya hakikî dostlar haline gelirsiniz, ya da açıkça birer düşman kesilirsiniz.»

«Bugün pek büyük bir kapsamı olan tarihî bir oluşum işe karışmaktadır, yani üçüncü bir güç oluşmaktadır. Hayatı yönetmeğe ve bu gücü güçlendirmeğe hazırlanan yeni bir sosyal güç temsilcilerinin bir seçme yaptıklarına tanık oluyoruz.»

Bu güç yalnız «hazırlanmak» la mı kalıyor? Ya yöneten kim? Öteki «sosyal güç» hangisidir?

Yoksa, Viest soyundan gazetelerde kendini gösteren güç olmasın? İmkânı yok. Çünkü, 1894 yılında değiliz, 1879 yılında, «kalbin diktatörlük etmeğe» (3) başladığı günler arifesindeyiz. Makaleye imzasını atanın dediğine göre, o günlerde, «aşırı muhafazakârlar sokakta parmakla gösterilir», bunlara «kahkahalarla gülünür» dü.

Sakın, bu, halk, emekçiler olmasın? — Bütün makale buna olumsuz bir cevap vermektedir.

Artık, bundan sonra da «bu gücün yönetmeğe hazırlandığından» hâlâ dem vurulabilir mi? Hayır. Bu güç hazırlanalı çok oldu, çoktanberidir de «yönetmektedir.» Yalnız halkçılar Rusya için en iyi yalları seçmeğe yeni yeni «hazırlanıyorlar» ve hiç şüphe yok ki, sınıf zıtlıklarının mantıklı gelişmesi bu gelişmeden ayrılanları fırlatıp atacağı güne kadar da hazırlanmağa devam edeceklerdir.

«Bizden çok daha önce, Avrupa’da başlayan bu oluşum, birçok devletlerde son haddine varmıştır (*); başka bir deyişle, derebeyliği kalıntı-lari ve işçi sınıflarının muhalefeti yüzünden, bu oluşum geri kalmıştır; ama burada da, tarihin çarkı bu kalıntıları her geçen yıl daha da ezip. toz haline getirmekte ve yeni bir rejimin iktidara gelmesi için yolu düzletmektedir.»

(*) «Son haddine varmış» ta ne demek? Yoksa, «yeni güç» yeni yeni teşkilâtlanırken bu gücün daha şimdiden sonu geldiği mi görülüyor? Ama, o zaman da, bu güç bizde de son haddine varmış olur. Yoksa orada üçüncü güç yaratılmıyor mu artık? Yanlış; çünkü, bir avuç burjuvayı ve bir işçi kitlesini doğuran küçük üreticiler orada yine vardır.


Halkçılarımızın Batı Avrupa işçi hareketini ne kadar anlamadıkları işte bu sözlerden de anlaşılmaktadır. Görüyorsunuz ya, Batı Avrupa işçi hareketi kapitalizmi «geciktiriyor» ve bu harekete de, tıpkı derebeylik gibi, bir «kalıntı», bir «döküntü» gözü ile bakılıyor!.

Bu da açıkça ispat ediyor ki .halkçılarımız yalnız Rusya’da değil, Avrupa’da da kapitalizme karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini anlayacak kabiliyette değildirler. Çünkü, kapitalizmle, gelişmesini «geciktirerek» değil, aksine, bu gelişmeyi «hızlandırarak»; arkadan çelme takarak değil, cepheden göğüs göğüse; gerici bir tarzda değil, ilerici bir tarzda, mücadele edilir ve ancak böyle sonuç alınır.

«Bu oluşum, genel çizgileriyle, şöyledir. Soylular ile halk arasında, bir kısmı tepeden inme, bir kısmı da aşağıdan gelme olup, aynı ağırlığa sahip gibi görünen unsurlardan meydana gelen yeni bir sosyal tabaka oluşmaktadır; bu unsurlar birbirleriyle sıkı sıkı kaynaşır, bir bütün haline gelir ,içten derin bir değişikliğe uğrar, alt ve üst tabakaları değiştirmeye başlayıp, bunları kendi ihtiyaçlarına uydururlar. Bu oluşum pek ilgi çekicidir, ama bunun özellikle bizim için pek büyük bir önemi var. Bu münasebetle birçok meselelerin ortaya çıktığını görüyoruz. Üçüncü gücün egemenliği her halk için kaçınılmaz ve önlenmesi imkânsız bir aşama mıdır?

Bu saçma sapan sözler ne oluyor? Bu «önlen-



31



mesi imkânsız kaçınılmaz oluş» da nereden çıkıyor? Bunun burada işi ne? Yazar üçüncü gücün bizde, kutsal Rusya’da 1870 yıllarındaki egemenliğini kendisi tasvir etmedi mi, bunu daha ileride de tasvir etmeyecek mi?

Açıkça görülen bir şey varsa, o da şu ki: Yazarın başvurduğu nazarî delillerin ardında bizim burjuvazi temsilcileri mevzilenmiştir.

Rica ederim, bu herzeleri doğru diye kabul eden, bu «nazarî» lâf ebeliklerinin arkasında birtakım çıkarların, iyi bir şekilde değerlendirilen toplum çıkarlarının, burjuvazi çıkarlarının bulunduğunu anlamayan bir zekâ, hayal peşinde koşan yüzeysel bir zekâ değil de nedir?

Çıkarlara karşı mantık oyunlariyie mücadele etmenin mümkün olduğunu olsa olsa yalnız romantik bir kimse düşünebilir.

«… Haddinden fazla ileriyi gören dar kafalıların her an rüyalarında gördükleri tehlikeli sıçramaları yapmadan da devlet bir merhaleden ötekine doğrudan doğruya geçemez mi? Yine devlet, tarihte üçüncü gücün egemenliğini devlet için —tıpkı insan için ihtiyarlığın ya da gençliğin önlenememesi gibi— önlenemeyecek kadar bir düzen olarak gören kadercileri dinlemeden bir merhaleden ötekine geçemez mi?».

İşte, bakınız, halkçılarımız Rus gerçeğini ne kadar derin o!arak kavramaktadıVlar! Kapitalizmin gelişmesine devletin yardım etmesi, burjuvazinin halkı «çalışmağa gönderecek» ve siyaseti kendi çıkarı yönüne çevirecek maddî güce sahip olmasından değilmiş. Katiyen Sadece, Verdanski, Çiçerin,



Mendeleyef, v.b. gibi bilginlerin kaçınılmaz düzen
hakkındaki yanlış nazariyelere dayanmalarından,
devletin de bunlara «boyun eğmesinden» ötürüy-müş.

«… Özetle, kurulmakta olan düzenin olumsuz yönleri hafifletilemez mi, bu düzen herhangi bir şekilde değiştirilemez mi, ya da egemenlik süresi kısaltılamaz mı? Devlet bu derece güçsüz, iradesiz, kendi kaderi üstünde etki yapmaktan ve bu kaderi değiştirmekten aciz bir şey mi hakikaten? Devlet kader tarafından fırlatılıp, yalnız belli bir yolda sadece belli bir zaman dönen, ancak belli sayıda devir yapan bir topaç, ya da sınırlı bir iradesi olan bir çeşit organizma mı gerçekten? Yoksa, devlet mutluluğa götürecek en kestirme yolları insana bulmak cesaretini gösteren gözü pek kimseyi ezmeye hazır çok büyük bir demir çark tarafından mı yönetiliyor acaba?»

Bu son derece ilgi çekici parça, Rus halkçıları tarafından dün de, hâlâ bugün de ortaya konan üreticilerin çıkarları tasavvuru» nun gerici, küçük burjuva niteliğini bütün açıklığı ile göstermektedir. Kapitalizme düşman alan küçük üreticileri burjuvaziye pek yakın bir geçiş sınıfını temsil ederler. Onun için, kendilerini şiddetle reddeden büyük kapitalizmin arızî bir şey olmayıp, birbirine karşıt sosyal güçler arasındaki mücadeleden doğmuş olan bugünkü iktisadî ve hukukî) rejimin tümünün doğrudan doğruya bir varisi olduğunu anlayabilecek durumda değildirler. Bu olay iyi bilinmeyince, tabiî ki, devlete başvurmak gibi mutlak bir saçmalığa sürüklenilmiş olur: Sanki siyasî düzen iktisadî düzen içine kök salmamış, sanki iktisadî düzeni açıklamıyor ve buna hizmet etmi-yormuş gibi.
 

Kendi çıkarları karşısında devletin gerçekten acaip bir şekilde kayıtsız ve vurdum duymaz olduğunu görmekten üzüntü duyan küçük üretici. «Devlet hakikaten uyuşuk ve kayıtsız bir şey midir?» diye sormaktadır.

Bu küçük üreticiye şu karşılığı verebiliriz: Hayır,, devlet hiçbir suretle uyuşuk ve kayıtsız birşey değildir ,her zaman hareket halindedir, her zaman birşey-ler yapar, çok gayretlidir ve etki yapmaktan geri durmaz, her zaman eylemlidir.- Devletin bu yoğun faaliyetini, bu faaliyetin burjuva niteliğini, verdiği meyvaları yazarın kendisi de bundan önceki sayfada izah etmişti. Yazarın başlıca kusuru, devletin faaliyetinin bu niteliği ile Rus sceyal iktisadının kapitalist teşkilâtı arasında ilişki görmek istemesidir.

Kleinbürger (*), «çark» in kendi isteğinden bambaşka bir şekilde döndüğünü görerek. Devlet gerçekten bir topaç, demirden bir çark mıdır? diye soruyor.

Bu küçük burjuvaya şu cevabı verebiliriz: Devlet ne bir çarktır, ne bir topaçtır, ne kaderin bir kanunudur, ne de tanrının iradesidir; yaşayan birtakım fertler, «üstün sosyal kuvvete bağlı», «yaşayan birtakım fertler» (meselâ, küçük üreticilerin ya da eski soyluların temsilcilerinin direnci gibi) bir sürü «engeller» arasında bu çarkı döndürürler (**). Onun için,

(*) Rusça metindeki bu almanca kelime «küçük burjuva» manasına gelir (çev.)

(**) Bay Struve’nin kitabının 8. sayfasında Bay Alihaylovski şöyle diyor: «Yaşıyan fert bütün düşünceleri ve bütün duygulari-le, bütün sonuçlara katlanan, tarihî bir etken haline gelir. Tarihe hedef gösteren ve, tabiatın ilkel unsurları ile birtakım tarihî şartların çıkardığı bir sürü engeller arasından, olayları bu hedefe doğru iten herhangi bir mistik kuvvet değil, işte bu «yaşıyan fert» tir.»

34



bu çarkı ters yöne döndürmekte, «yaşayan fertler» le (yani, herhangi bir fikrî faaliyetten doğmuş değil de, doğrudan doğruya günlük iktisadî çıkarları ifade eden sosyal unsurlarla) karşı karşıya gelmek isteniyorsa, başka «yaşayan fertlere» başvurmak; bir sınıfla karşı karşıya gelmek için, başka bir sınıfa başvurmak gereklidir. «En kısa, en kestirme yolları» bulmak şeklindeki iyi ve sofuca dilekleri öne sürmekle iş bitmez; bunun için, «sınıflar arasındaki güçler ilişkisini değiştirmek» gereklidir, mücadeleden uzak duran küçük üreticileri değil, savaşın göbeğinde bulunan ve burjuva toplumundan «hayatın akışıyla ayrılmış ve farklı hale gelmiş» olan kimsenin fikir sözcüsü almak lâzımdır. «İnsanoğlunu mutluluğa götüren yol», biricik yol, bu sebeple de, en kısa ve kestirme olan yol işte budur. Bu yol tutulunca, yalnız bugünkü rejimin olumsuz yönleri hafifletilmiş olmakla, daha hızlı bir gelişme ile süresi kısaltılmış olmakla kalınmaz, (artık devlet kuvvetlerinin değil, sosyal kuvvetlerin) «çark» ını bambaşka yönde döndürterek, bu rejjme de bir son verilmiş olur.

«… Bizi ilgilendiren şey, en çok üçüncü düzenin teşkilâtlanma oluşumu, ve hattâ yalnız, halk çevrelerinden çıkıp da bu gücün saflarına katılan insanlardır. Bu insanlar san derece önemli birtakım sosyal hizmetler görürler ve burjuva rejiminin gücü de doğrudan doğruya bunlara bağlıdır. Bu düzenin yerleştiği hiçbir ülkede bu insanlardan vazgeçilememiştir Bir memlekette bunlar yoksa, ya da sayıları pek azsa, bunları halk içinden alıp yetiştirmek lâzımdır. Halk hayatı içinde, bunların doğmalarına, yetişmelerine yardım edecek şartlan yaratmak, güçlenmeye kadar bunları korumak, yetişmelerini hızlandırmak gereklidir. Burada şartları her fırsatta



35



kendi çıkarları için kullanan en cerbezeli kimselerin tarihin kaderi üstünde doğrudan doğruya yaptıkları bir müdahale ile karşılıyoruz. Şartlar da, en başta sanayiin ilerlemesi (ferdî üretim yerine atelyeyi, atelye yerine de fabrikayı koymak; tarlalara daha rasyonel olan başka bir tarım tarzı getirmek) zorunluluğuna dayanır; bu olmadıkça, nüfusu epey yoğun hale gelmiş, uluslararası ilişkileri oldukça gelişmiş bir devlet yaşayamaz. Yine bu şartlar, iktisadî etkenlerden ileri geldiği gibi, fikirlerin ilerlemesinden de ileri gelen siyasî ve manevî anlaşmazlıklarla da vücuda gelir. Genellikle, hünerli kimseler devletin hayatındaki bu gerekli ve kaçınılmaz değişmeleri kendi kişiliklerine ve belli bir rejime bağlarlar; hiç şüphe yok ki, bu rejim, çok zeki ve pek cerbezeli başka insanlar gelince, yerini başka bir rejime bırakmağa her zaman uygundur.

Burjuvazinin «önemli sosyal görevleri» olduğunu, kısaca halkın çalışmasını ve emeğini kendine bağlamak, halkı yönetmek ve bunun yaptığı üretimi artırmak şeklinde tanımlanabilen görevler gördüğünü artık yazar itiraf etmemezlik edemez. İktisadî ilerlemenin fiilen bu unsurlara «bağlı» olduğunu, yani burjuvazimizin gerçekten iktisadî, daha doğrusu teknik ilerlemeyi beraber getirdiğini yazar artık anlamamaz-lık edemez.

Küçük üreticinin fikir sözcüsü ile marksçı arasındaki temel ve ana fark da işte buradan başlar. Halkçı bu olayı (burjuvazinin teknikle beraber yürüdüğü olayını), «hünerli kimseler», «şartları her fırsatta kendi çjıkarlarına kullanırlar» diyterek izah etmektedir Başka bir deyişle ,bunda tesadüfün etkisi bulunduğuna inanır ve saf bir cüretle, bundan



şu sonucu çıkarır: «Hiç şüphe yok ki, bu kimselerin yerini, her zaman (!) ilerlemeyi, ama, burjuva olmayan ilerlemeyi getiren başka kimseler alabilir».

Marksçı bu olayı, maddî değerlerin üretiminde insanlar arasında mevcut ilişkilerle, ticarî iktisada yerleşip, emeği bir ticaret eşyası haline getiren, bunu sermayeye kul köle edip, üretimi arttıran ilişkilerle açıklar. Bunda, bir tesadüfü değil, sosyal ik-tisadımızdaki kapitalist teşkilâtın zorunlu verisini görür. Onun için, çıkar yolu, burjuvaların yerini alacak kimselerin «şüphesiz ne yapabildikleri» (çünkü, önce burjuvaların yerini almak söz konusudur; bunun için, sözle ya topluma ya da devlete çağrıda bulunmak henüz yetmez) üstünde söylenen boş lâflarda değil, belli bir iktisadî rejimin sınıf zıtlıklarının gelişmesinde arar.

Herkes kolayca anlar ki, bu iki yorum birbirine taban tabana zıttır; bundan birbirini reddeden iki eylem sistemi doğar. Burjuvaziye gelip geçici ve arızî birşey diye bakan halkçı, burjuvaziyi devlete bağlayan bağları görmez, «saf bir Rus köylüsü» saflığı He tam da gidip bu burjuvazinin çıkarlarını savunan kimseden (devletten) medet umar. Böylelikle, halkçının faaliyeti, kendini insansever gösteren o vesveselj ve temkinli resmî liberal faaliyete indirgenmiş olur; çünkü, bu faaliyet, bu türlü faaliyetlerden hiç korkusu olmayan «çıkarlar» a ciddî olarak dokunmaz. Marksçı bu her şeyi birbirine karıştırmaya son verir, «geleceğin teminatı» şiddetli sınıf mücadelesi»nden başka bir yerde olamaz, aranamaz, der.

Anlaşılıyor ki, eyiem sistemleri arasındaki bu farkların, doğrudan dcğruya ve zorunlu olarak, burjuvazimizin egemenliğini yorumlamalar arasındaki farktan doğması da, marksçının, nazarî tartışmalar-sa (sosyal iktisadın bugünkü teşkilâtı bilindiğine göre) burjuvazinin zorunlu ve kaçınılmaz (Bay Struve’nin kitabında da yapılan budur) olduğunu ispat etmekle yetinmesinden ileri gellmektedir Halkçının bu yorum tarzı farklarını ustaca bertaraf edip, tarih felsefesi ve «ferde edilen gaddarlık» (*) üstünde dil dökmeğe kendini vermesi ise, güçsüzlüğünün iyice göze çarpan bir delilidir.

«Üçüncü düzenin Avrupa’da son derece uzun süren bir tarihî vardır». Kadercilerin akidesi ne derse desin, biz elbette ki bütün bu tarihi tekrar edecek, yeni baştan yaşayacak değiliz; hiç şüphe yok ki, üçüncü düzenimizin temsilcileri de, hedeflerine varmak için, vaktiyle kullanılmış bütün araçları kullanmayacaklardır; bu vasıtalardan ancak en elverişli olanlarını, zemin ve zamana en uygun olanlarını benimseyeceklerdir. Köylünün elinden toprağı almak ve bir sanayi işçileri sınıfı yaratmak için vahşi askerî gücü ya da mükllerin vahşice gözden geçirilmesi silâhını, elbette ki, kullanmayacaklardır.»

«Kullanmayacaklar ha!» Tatlı dilli bir iyimserliğin nazariyecileri hakikaten öyle kimselerdir ki, bunlar hem dünün ve bugünün «evet» dedikleri olaylarını bile bile unuturlar, hem de gelecekte toz pembe bir umut belirince buna da «hayır» demekten çekinmezler. Tabiî ki, bu da düpedüz yalan

«… Ama ,ortak tcprak tasarrufuna dayanan köyün toprak mülkiyetini yıkmağa, büyük çiftlik sahiplerinden ibaret ve sayıca az bir hali vakti yerinde sınıf yaratmağa (**) çalışacaklar ve ge-

(*) Bay Mihaylovski, Ruskoye Bogastsvo, 1894, sayı 10.

(**) Bu, ortak toprak tasarrufuna dayanan köyü yıkmadan da pekâlâ olabilir; zamtsvo istatistiklerinin de gösterdiği gibi, köylü sınıfı içinde bir farklılaşmanın gelişmesine de hiç bir zaman engel olmaz.

38



nellikle, iktisadî bakımdan zayıf olanı mahva sürüklemek gibi vasıtaları kullanacaklardır. Şimdi zanaat loncaları kurmayacaklar, ama, kredi birlikleri, ham madde satın alma birlikleri, üretim ve tüketim birlikleri kuracaklardır Herkese mutluluk vadeder gibi görünen bu şeyler, aslında, kuvvetli olanların daha kuvvetlenmelerine, zayıf olanların da daha zayıf düşmelerine yardım edecektir. Bir ücret mahkemesi kurulmasını teşvik etmeyecekler, ama, işe sıkı devam etmeyi, kanaati ve eğitimi, yalnız genç burjuvazinin kullanacağı her şeyi getirecek bir kanunun çıkmasına önayak olacaklardır. Çünkü, halk kitlesi içki içip sarhoş olmakta devam edecek, cahil kalacak ve başkası hesabına çalışacaktır.»

Bütün o kredi birlikleri, ham madde satın alma birlikleri, daha başka birlikler ve işe sıkı devamı, kanaati ve eğitimi teşvik etmeğe çalışan bütün o tedbirler, Ruskoye Bogastsvo da dahi!, bugünkü bütün liberal – halkçı gazetelerin dokunaklı bir sevgi gösterdikleri bütün şeyler burada ne kadar da güzel tarif edilmiş. Marksçıya da söylenenleri belirtmekten, hakikatte, bütün bunların üçüncü düzenin çıkarlarını tasvir ettiğini kabul etmekten ve bunun sonucu olarak da, bunlarla uğraşan kimselerin hepsinin de birer küçük burjuva olduklarını söylemekten başka yapacak birşey kalmıyor.

Marksçıların bu türlü tedbirleri hor ve hakir gördüklerini söyleyip, bundan, bunların kollarını kavuşturup «seyirci» kalmak istedikleri sonucunu çıkaran bugünün halkçılarına bu parça yeteri kadar cevap vermektedir. Gerçekten, marksçılar burjuva faaliyetine hiçbir zaman karışmayacak, bu faaliyet karşısında her zaman «seyirci» kalacaklardır.
I

«Burjuva ordusunun gözetleme postalarını, ateş hattını ve öncüsünü teşkil eden (halktan, küçük burjuvaziden gelmiş bu insanların) bu sınıfın oynadığı rol tarihçileri ve iktisatçıları, ne yazık ki, pek az uğraştırmıştır; oysa, bu rol, yine tekrar edelim ki, son derece önemlidir Ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım toplulukları yıkılıp, köylülerin elinden toprakları alındığı zaman, bu işi yapanlar yalnız lardlar ve şövalyeler değildir; aynı lordun adamları, yani halktan gelmiş olup, ayrıca pratik bir sağduyuya sahip her şeye razı olan, efendisinden güleryüz gören, bulanık suda balık avlıyan ya da yağma ve çapul sayesinde biraz sermaye edinen, hasılı, üstün tabakaların ve kanunların el uzattıkları bütün bu unsurlar da bu işin başarılmasına katılmışlardı. Bunlar halkın en çalışkan, en yetenekli ve en kanaatkar unsurları diye vasıflandırılmıştır…»

Bu tahlil, olaylar bakımından, çok doğrudur. Köylülerin toprakları, fiilen, en çok «aynı lordun adamları», küçük burjuvalar tarafından alınmıştı. Ama, halkçılar bu olayı yeteri kadar anlamamışlardır. Birbirine zıt iki sınıfı, yani derebeyler ile burjuvaziyi, eski soylular ile yeni burjuva temsilcilerini birbirinden ayırt edemiyorlar, birbirinden farklı iktisadî teşkilât sistemleri arasındaki farkı anlayamıyorlar. Burjuvazinin derebeyliğe oranla ilerici bir değer taşıdığını iyice göremiyorlar. Birinci nokta işte bu. İkinci nokta da şudur: Burjuvazinin gelişmesini, halkçılar yağmaya ve çapula, hileye .boyun eğdirmeye, uşak haline getirmeye, vb. bağlıyorlar, ticarî üretim rejiminde küçük işletmenin en kanaatkar, en çalışkan köylüyü küçük burjuva haline getirdiğini görmüyorlar; oysa, bu köylü «para biriktirmekte», çevredeki



ilişkiler de biriktirilen bu parayı sermaye haline getirmektedir Halkçı edebiyatçılarımızın küçük sanatlar (zanaatlar) ve köy iktisadı üstüne bu konuda söyledikleri şeyleri okuyunuz.

«… Bu, hatta bir avcı hattı, bir öncü değil de, burjuva ordusunun bütün kuvvetidir, yüksek subaylardan ve kurmay subaylardan, birlik kumandanlarından ve siyasî yazarlardan, hatiplerden ve ilim adamlarından (*) kurulu bir genel kurmay tarafından kumanda edilen müfrezeler halindeki muntazam savaş askerleridir Böyle bir ordu olmadıkça, burjuvazi hiçbir şey yapamayacaktır. Çiftçiler olmasaydı, sayıları 30.000′i bulan İngiliz toprak sahipleri on milyonu bulan aç insan kitlesini idare edebiiir miydi? Çiftçi siyasî bakımdan, tecrübeli bir asker; iktisadî bakımdan, tecrübeli bir asker; iktisadî bakımdan da, «köylünün elindeki toprağı yeyip yutan» küçük bir hücredir… Çiftçilerin toprakta gördükleri bu işi fabrikada işçibaşları ve işçibaşı yardımcıları görür, bunlar çok iyi para alırlar. Yalnız çok ehliyet isteyen bir iş yapmakla kalmazlar. Aynı zamanda, işçileri göz altında bulundururlar, makina başından en sonra bunlar ayrılırlar, işçilerin ya fazla ücret istemelerini ya da çalışma saatini indirmek için uğraşmalarını önlerler ve patronların kendilerini gösterip, «bakın, çalışıp, bize faydalı olanlara ne kadar para ödüyoruz?» demelerine hak kazanırlar Patronlarla ve fabrika ideriyle çok sıkı ilişkileri olan esnaf da, ticaretevi memurları da, her soydan bekçiler de, damarlarında hâlâ birazcık işçi kanı bulunmakla beraber, çoktanberi ruhunda kayıtsız şartsız sermaye yer etmiş bütün o ufak tefek insanlar da bu işi görmektedirler (tama-miyle doğru, K.T.). İngiltere’de gördüğünüz şeyi tabiî ki, Fransa’da da, Almanya’da da, başka memleketlerde de görebiliriz (tamamiyle doğru, hatta Rusya’da bile, K.T). Duruma göre belki ayrıntılarda bazı değişiklikler olabilir; hatta, ayrıntıların çoğu da değişmez, olduğu gibi kalır. Geçen yüzyılda, Fransız burjuvazisi, soyluları yendikten, daha doğrusu halkın kazandığı zaferden faydalandıktan sonra, küçük burjuvaziyi halktan ayırdı. Bu küçük burjuvazi halkın soyulmasına yardım ettiği gibi, halkı kendisi de soydu, macera düşkünlerinin eline teslim etti… Edebiyatta Fransız halkına büyüklüğünü, ruh yüceliğini ve hürriyet aşkını göklere çıkaran marşlar terennüm edilirken; bütün bu günlük kokusu bütün Fransa’yı bulut gibi sararken, burjuva kedi pilici iştihla yeyip yutmuş, halka yalnız kuru bir kemik bırakmıştı Ünlü halk toprak mülkiyetinin ancak mikroskopla görülebilecek kadar küçük olduğu farkedildi. Metre ile ölçülen bu toprak mülkiyeti sırtına yüklenen vergiye bile dayanabilecek durumda değildi.»
(*) Buna idareci, bürokratları da eklemelidir.
Şimdi burada duralım.

İlk önce, halkçılara: «Toprak köleliğinin, feodalitenin yenilmesinden bizde kim. faydalandı?» diye sarmak ilgi çekici olur Yazarın da demincek söylediği gibi, «edebiyat halka türküler söylerken», halka, halk sevgisi, halkın ruh büyüklüğü, ortaklığın erdemleri, ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu içindeki «karşılıklı sosyal uyum kabiliyeti ve dayanışma şeklindeki faaliyet» için türküler söylenirken; bütün Rusya’nın geniş bir kooperatiften başka birşey olmadığı, tarım âleminde düşünce ve faaliyet olarak ne varsa hepsinin» ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım kesiminde var olduğu, v.b. söylenirken; bu türküler «kırık dökük bir sesie de olsa) liberal ve halkçı gazetelerin sütunlarında hâlâ söylenirken, halk arasında neler olup bitiyordu? Elbette ki, köylülerin elinden toprakları alınmamış, burjuva kedi pilici yeyip bitirmemiş, «ünlü halkın toprak mülkiyeti» nin «mikroskopla görülecek kadar küçük olduğu» meydana çıkmamış, ödenen paralar alınan şeylerin değerini çok aşmamıştı (*). Hay’ır, yalnız «mistikler ve metafizikçiler» bunu söyleyebilir, buna olmuş bitmiş birşey gözü ile bakabilir, bizim işlerimiz hakkında verdikleri hükümlerin ve «vatan için hiçbir zaman başka yollar» arama-yıp, çoktandır iyice çizilen kapitalist yolda çalışmak hedefini güden faaliyetlerinde bu olayı hareket noktası olarak alabilirler.

İkincisi, yazarın kullandığı metodu marksçıların kullandıkları metodla kıyaslamak ilgi çekici olur. Somut muhakemeler, aradaki farkı, soyut fikirlerden daha iyi yakalamak imkânını verecektir. Yazar niçin, Fransız burjuvazisi geçen yüzyılda soyluları yendi, diyor? En başta ve hatta tamamile aydınlara ait faaliyete niçin burjuva faaliyeti adını veriyor? Hem sonra, köylülerin elinden tekrar toprağı alan, sırtlarına ağır vergiler yükleyen, v.b. hükümet değil miydi? En son, bu kişiler halk sevgisinden, eşitlikten ve herkesin mutlu olmasından söz etmemişler miydi? Tıpkı Rus liberallerinin ve halkçılarının dün de, hâlâ bugün de yaptıkları gibi Öyleyse, bütün bu işlerde sadece «burjuvazi» nin parmağını görmek
doğru olur mu? Siyasî hareketler ile fikir hareketlerini Plusmacherei (*) a indirgeyen bu görüş tarzı haddinden fazla dar değil mi? Siz de pekâlâ görüyorsunuz ki, Rus marksçıları bizim köylü ıslahatından (ki, bunda ancak «ayrıntılarda» bazı farklar görüyorlar) ve genellikle, toprak köleliğinin kaldırılmasından sonraki Rusya’dan aynı tarzda söz ettikleri zaman, onları da hep bu soru yağmuruna tutup susturuyorlar. Yine tekrar edeyim, ben burada görüşümüzün pratik doğruluğundan söz etmiyorum, böyle bir durumda halkçı tarafından kullanılan metodun lâfını ediyorum. Bu halkçı sonuçları (haık toprak mülkiyetinin pek küçük olduğu, kedinin pilici «yeyip bitirdiği», «meydana çıkmıştır»), hem de fazla olarak, yalnız ve yalnız iktisadî sonuçları ölçü (kıstas) olarak kullanmaktadır.

(*) Hem de Fransa da olduğu gibi, «çoğu zaman» değil; genel olarak şunu da kaydedelim ki, bu fazlalık yalnız % 10′u bulmakla kalmamış) % 100′e kadar yükselmiştir.

O zaman şu sorulabilir: Bu halkçı bu metodu yalnız Fransa hakkında kullanıyor da, neden Rusya için kullanmak istemiyor? Oysa, metod her yerde aynıdır. Fransa’da, hükümetin ve aydınların faaliyeti arkasında birtakım çıkarlar arıyorsunuz da, kutsal Rusya söz konusu olunca, neden bu çıkarları aramıyorsunuz? Halk toprak mülkiyetinin Fransa’da «meydana çıkış» şeklini bu mülkiyetin mahiyetinin ölçüsü olarak alıyorsunuz da, neden bu mülkiyetin Rusya’da «meydana çıkabileceği» şekli mahiyetinin ölçüsü olarak almıyorsunuz? Orada «kedinin pilici yeyip yutması», halk ve halkın ruh yüceliği hakkında söylenen cümleler sizde haklı olarak nefret uyandırdığı halde, «karşılıklı sosyal intibak kabiliyeti», «halktaki ortaklık eğilimleri», «halk sanayiinin ihtiyaçları» ve buna benzer daha başka zevzeklikler edenlere, burjuva filozoflara sırtını döndügünüz gibi neden burada sırtınızı dönmüyorsunuz? Oysa, siz de söylüyorsunuz ki, bizde de «pilici yeyip bitiren bir kedi» bulunduğu su götürmez bir hakikattir.

Buna verilecek bir tek cevap işte şudur: Çünkü, siz küçük burjuvazinin fikir sözcüsüsünüz; çünkü, fikirleriniz Petrcfhun, İvan’ın, Mihail’in fikirleri değil, genellikle, hajkçıların malı olan fikirleriniz «saf ve halis düşüncelerin» (*) ürünü olmak şöyle dursun, küçük burjuvanın çıkarlarını ve görüşlerini yansıtmaktadır.

«Bu bakımdan, bizim için özellikle yararlı örnek, tıpkı bizim gibi, burjuva ıslahatını geç tanıyan, bunun sonucu olarak, öteki milletlerin tecrübesinden, tabiî olumsuz anlamda faydalanan Almanya’dır. Yazar, Vasilçikof’un sözlerini yorumlayarak der ki: Almanya’da köylülerin yapısı ayrılık göstermez. Köylüler ellerindeki toprak parçasının genişliğine göre, hakça ve mülkiyetçe birbirlerinden ayrılmışlardı. Bütün bu oluşum bir «köylü aristokrasisbnin, «soylu kökü olmayan bir küçük toprak sahipleri kastı» nın oluşmasına, «mülk sahibi köylüler kitlesi» nin «ırgat» haline gelmesine yol açtı. En sen, yarı aristokrat, yarı burjuva olup .ancak soylulara ve hali vakti yerinde burjuvaziye seçim hakkı tanıyan 1849 Anayasası gelip hepsinin üstüne tüy dikti: İşçilerin durumunu iyiye doğru götürecek kanunî yolların hepsini kesti.» Acaip bir muhakeme doğrusu. Anayasa kanunî yollan «kesmiş» ha? Bu da Rus halkçılarının o iyiköhne nazariyesinin bir yankısıdır. Bu nazariyeye göre, «aydınlar» özgürlüğü feda» etmeğe davet edilmişlerdi. Çünkü, bu özgürlük ancak aydınların işine yarayacak, halkı «hali vakti yerinde» olan burjuvazinin eline teslim edeceklerdi. Bu saçma ve gerici nazariye üstünde tartışacak değiliz. Çünkü, genellikle, bugünün halkçıları ve özellikle en yakın hasımlarımız olan Ruskoye Bogastsvo’nun siyasî yazarları bu nazariyeden vazgeçmişlerdir. Ama, şu noktayı kaydetmekten kendimizi alamayacağız: Bu fikirden vazgeçip, Rusya’nın mevcut yollarını açıkça kabul etmeğe doğru adım. atarken, bu halkçılar, başka yolların mümkün olduğu üstünde konuşacak ve incelemeler yapacak yerde, bunda da küçük burjuvalıklarını göstermişlerdir. Çünkü, sınıf mücadelesini hic ajılamayıp, ufak tefek burjuva ıslahatı üzerinde ısrar etmeleri, bunları liberallerin yanına koymuş ve söz konusu iyiliklerinin hedefi olan «muhalefetin« karşısına çıkarmıştır.

(*) Rusça metinde almanca olarak geçen bu kelime «kazanç peşinde koşma, kâr zihniyeti» manasına gelir.

(*) Bay V.V.’nin kullandığı ifade için bk. EğiKmJerimiz ve Ne-delya,, 1894, sayı 4749.


«Q zamanlar Almanya’da da, kurtuluş umudu ile on yıl, yirmi yıl, otuz yıl coşan birçok kimseler oldu. Gericiliğin ekmeğine yağ sürüleceğini iyice anlayıp, ıslahata karşı beslenen her türlü şüpheciliği, hoşnutsuzluğu lânetliyen kimselerdi bunlar. Bu kimseler arasında, halkı başı boş olup tekrar ahıra tıkılacak ve kcşturulacak bir at sayan safdil olanlar da vardı Ama, bunlar arasında halkı pohpohlayan ve sinsi sinsi başka bir yol tutturan düzenbazlar; halkı iyi niyetle seven, her şeye aldanan enayilere balta olmağa çalışan düzenbazlar da vardır. Ah, bu iyi niyetli enayiler yok mu! Mücadele başladığı zaman, herkes buna hazırlanmamıştır, herkes buna katılacak kabiliyette de değildir.»



Eski Rus halkçılığının en iyi geleneklerini gayet iyi özetleyen güzel sözler. Biz bu sözleri Rus marksçı-larının bugünün Rus halkçılığı karşısındaki tutumunu nitelendirmekte kullanabiliriz. Bunu yapmak için, zaten, fazla bir değişiklik yapmağa lüzum yak. Çünkü her iki ülkedeki (*) kapitalist gelişme oluşumu birbirine pek benzediği gibi, bu oluşumu yansıtmış olan siyasî ve sosyal fikirler de birbirine pek benzemektedir.

Bizdeki «ileri» edebiyatta da, «bizim köylü ıslahatımız ile Avrupa ıslahatı arasındaki farklar» üstünde, «halk üretimini kabul etme» (aynen böyle), büyük çaptaki «toprak parçalan dağıtımı» (her halde, parasını verip kölelikten kurtulma olacak!) üstünde dil dökenler, v.b. ve bunun sonucu olarak, resmî makamlardan «emeğin sosyalleştirilmesi» denilen bir mucize bekleyenler, bunu «on, yirmi, otuz yıldır» bekleyenler egemendir. Bu arada, demincek sözünü ettiğimiz kedi pilici yemekte ve vatan için başka bir yol seçmenin zorunluluğundan, «tehdit edici» kapitalizmin ettiği zarardan, krediler, kooperatifler, ortak ziraat ve daha başka masum zevzekliklerle halka yardım etmek için alınacak tedbirlerden dem. vuran «iyi niyetli enayilere» kamı tok ve rahat bir hayvanın tatlı bakışlariyle bakmaktadır. «Ah, bu iyi niyetli enayiler yok mu!»

«Şimdi, en başta köylülerimiz olmak üzere, biz de bü üçüncü düzenin oluşumu yoluna girmiş bulunuyoruz. Rusya bu konuda bütün Avrupa’dan, hatta okul arkadaşı Almanya’dan bile geri kalmaktadır. Avrupa’nın her yerinde, üçüncü düzenin en başta gelen otlağı ve filizlendiği yer şehirlerdi. Bizde ise, aksine, şehir halkı nüfu-

<*) Almanya ve R»sya (Çer).

sun daha az kalabalık bir bölümünü teşkil eder.. Bu farkın başlıca sebebini nüfusu köyde ve ovada tutan bizim, halk tcprak mülkiyetinde aramalıdır. Avrupa’da şehir nüfusunun artması, halkın topraklarını kaybetmesine ve kapitalist üretim şartları içinde fazla ucuz elemeği arzına ihtiyacı olan sanayiin gelişmesine sıkı sıkıya bağlıdır. Köylerden ve ovalardan kovulan Avrupa köylüleri ekmek parası kazanmak için şehirlere akın ettikleri halde, bizim köylüler toprağa daha sıkı sıkı sarılmaktadırlar. Halkın toprak mülkiyeti başlıca stratejik noktadır, köylü durumunun asıl can alıcı noktasıdır; bunun değerini gayet iyi anlayan burjuvazi elebaşıları bütün marifetlerini ve bütün kuvvetlerini bu tarafa yöneltmektedirler. Ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğuna karşı girişilen hücumlar, rasyonel bir tarım tekniği adına, sanayiin serilip serpilmesi adına, milletin jlerlemesi, şan ve şerefi adına köylülerin topraklarını devrettirmeK için yapılan hadsiz hesapsız tasarılar hep bundan ileri gelmektedir.»

«Başka yollar» hayal ederek, gerçeği tamamiyle yanlış olarak değerlendiren halkçı nazariyenin sathî niteliği burada açıkça meydana çıkmaktadır. Gerçekten, bu nazariye «esaslı olan şeyi», (meselâ ortak ya da aile başına) köylü toprak mülkiyeti şekilleri gibi, temel rolü oynamayan hukukî kurumlarda görmektedir. Bizim küçük köy iktisadımızda özel bir şeyler görüyor: Sanki bu iktisat —iktisadî ve siyasî teşkilât tipine göre— Batı Avrupa zanaatçılarının ve köylülerinin iktisadına mutlak surette benzeyen basit bir küçük üreticiler iktisadı değilmiş de, bir çeşit «halk» toprak müiKiyeti (?!) imiş gibi. Liberal halkçı gazetelerimizin her zaman kullandıkları terime göre, «halkla



ilgili» kelimesi emekçinin sömürülmesini reddeden bir terimdir; bizim köy iktisadımızda, ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım, topluluğu dışında egemen olan aynı artık – değeri kendine mal etmenin, başkası hesabına yapılan aynı çalışmanın var olduğu (kesin) olayını düpedüz gizlemektedir; bunu yapmakla, yazar duygulu ve yapmacık bir ikiyüzlülüğe kapıları ardına kadar açmış oluyor.

«Toprak bakımından yoksul ve vergiler altında ezilen bugünkü ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu bence pek büyük bir teminat değildir. Köylülerin önce de çok topraklan yoktu; nüfusun artması ve üründe verimin düşmesi yüzünden toprakları daha da azalmıştır. Köylerde ve ovalarda yaşamak o kadar güçleş-miştir ki, köylüler, kadınlar ve çocukları evde bırakıp köycek uzaklarda ekmek parası getirecek iş aramağa gidiyorlar. Böyle boşalmış pek çok kazalar var… Bu zor geçim ve yaşama şartlarının etkisi altında, bir yandan köylülerin içinden özel bir sınıfın, genç burjuvazinin doğduğu görülmektedir. Bu burjuvazi başka yerden toprak satınalmak ve ticaret, tefecilik ve kendi idare edeceği işçi kooperatifleri kurmak gibi başka işlere girişmek istediği gibi parça başına işçi çalıştırmak ve buna benzer daha birçok ufak tefek işler yapmak istiyor.» Bu parça üstünde uzun uzun durulmağa değer.

Burada, en başta, «köylüler köyden ve ovadan kaçıyor» gibi üç – beş kelime ile ifade edilebilecek kesin birtakım olayların gözlemi var; ikincisi, bu olayların (olumsuz) bir değerlendirilmesi; üçüncüsü, bunların izahı yer alıyor. Bu izahtan, derhal burada ortaya konmayan, ama, pek bilinen bir program (toprak
parçalarını büyütmek, vergileri azaltmak ve zanaatçı sanayiini «yükseltmek», «geliştirmek») doğmaktadır. Şunu belirtelim ki, marksçılara göre, birinci ve ikinci nokta tamamiyle doğrudur (yalnız, biraz aşağıda göreceğimiz gibi, bu noktalar pek doyurucu sayılmayacak bir şekilde izah edilmiştir). Üçüncü noktaya gelince, aksine bunun hiç mi hiç bir değeri yoktur. (*)

Fikrimizi izah edelim. Birinci nokta doğrudur. Bizim, ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğunun bir teminat olmadığı, köylülerin toprakları bırakıp, köyden ve ovadan kaçtıkları bir gerçektir. Ama, bunun yerine malsız mülksüz bırakılmışlardır, demek gerekirdi. Çünkü, köylüler (özel mülkiyet olarak) bazı üretim araçlarına (ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım toplulukları tarafından parasını verip kurtarılmış ve yine özel bir şekilde işletmek imkânını veren özel bir hukuk sayesinde toprağa) sahiptiler; çünkü, şimdi bu araçları kaybetmek üzeredirler. Zanaatçı sanayiinin «çökmeğe yüz tuttuğu», yani burada köylülerin mal ve mülklerinden oldukları, üretim âlet ve araçlarını kaybettikleri, evde yapılan dokumacılığı bırakıp, demiryolları inşaatında ücretli işçi olarak, yapı işçisi olarak, ırgat olarak, v.b. iş aramağa gittikleri doğrudur. Köylülerden alınan üretim araçları küçücük bir azınlığın eline geçmekte ve işçi gücünün sermaye tarafından sömürülmesinde birer kaynak hizmetini görmektedir. Şu halde, bu istihsal vasıtalarına sahip olanlar «burjuvazi» halinde, yani, kapitalist sosyal iktisat tarzında teşkilâtlandığına gö-

<*) Marksçılık nazariyecilerinin, halkçılara karşı giriştikleri mücadelede objektif taraf üstünde, olayları izah etmek ve anlamak zorunluluğu üstünde bu kadar ısrar etmelerinin sebebi işte budur.

re, «halk» emeğini ellerinde tutan bir sınıf haline geldiklerini söylemekte, yazar, tamamiyle haklıdır. Bütün bu olaylar gayet doğru olarak gözlenmiş ve emekçinin sömürülmesinde bunların oynadıkları rai yine doğru olarak değerlendirilmiştir.

Ama, okuyucu daha evvelce de söylenenden anlamıştır ki, marksçı bu olayları büsbütün başka bir şekilde izah etmektedir. Halkçı bu olayların sebebini «toprak bulunmamasında», vergi yükünde, «ek ücretler» in düşmesinde, yani toprak, vergi ve sanayi siyasetinin özelliklerinde görüyor; bu türlü bir siyaseti doğuran «istihsalin sosyal teşkilâtı» na ait özelliklerde aramıyor.

Halkçılar: Topraksızlık var, bu topraksızlık gittikçe artıyor, diye düşünüyorlar (Ben yazarın bu kesin ifadesine pek bağlanmıyorum, düpedüz halkçı görüşün genel tezini ele alıyorum). Bu düşünce tamamiyle doğru, ama, neden yalnız topraksızlığın sözünü ediyorsunuz da, ardından, «toprak az satılıyor» diye eklemiyorsunuz? Çünkü bizde köylülerin kendi toprak parçalarını toprak sahiplerinden (kölelikten kurtulmak üzere) para ile (ya da tazminat vererek) satın aldıklarını siz de bilmez değilsiniz. Şu halde, niçin bütün dikkatinizi topraksız kalma üstünde topluyor-sunuz da, toprak satınalmak cilayı ile hiç uğraşmıyorsunuz?.

Satışın, parasını verip satın almanın var olması; olayı emekçileri, az satılsın çok satılsın, üretim âletlerinden mutlaka yoksun kılacak ilkelerin (para ile üretim araçları edinme) egemen olduğunu gösterir. Bu olayı gizlemekle, bu satışın yapılabildiği biricik alan olan kapitalist üretim tarzını gizlemiş oluyorsunuz. Bu olayı gizlemekle, burjuva toplumu alanında daha şimdiden yer almış ve az mı yoksa çok mu toprak satmalı, meselesi üstünde dil döken basit bir siyasetçi haline gelmiş oluyorsunuz. Görmüyor musuinuz ki, kendi özel çıkarlarının baskısı ile o «büyük» ıslahat işini becerenlerin ruhlarına sermayenin çok-tanberi yerleşmiş olduğunu, (kölelikten kurtulmak için toprak parçacığını para ile satınalmak olayı bile bunu tek başına ispat etmektedir. Bu, yine ispat ediyor ki, ıslahat tarafından kurulmuş rejime dayanan ve bu rejimde yapılacak düzeltmeler üstünde boşuna kafa yoran bütün o halkçı – liberal «kibar sosyetesi» ne ışık veren «kapitalist mehtabı» ndan başkası değildir. Temelinde büsbütün farklı ilkeler alanında sıkı bir şekilde tutunanlara karşı halkçının bu derece hırçınca savaşmasının sebebi işte budur. Marksçılar halkla hiç kaygılanmıyorlar, köylülerin elinden toprağı almak istiyorlar, diye çığlığı basan işte yine bu halkçıdır!…

Halkçı, halkla elbette ki, kaygılanır. Köylülerin elinden toprağı alınmasın, bunlara daha çok toprak verilsin (satılsın) ister. Namuslu bir esnafın düşüncesi bu. Doğrusu ya, bu halkçı toprak bedava verilmesin, satılsın demeyi unutuyor. Ama, bir dükkânda ticaret eşyasına para ödemek gereğinin hiç önüne geçilebilir mi? Allah Allah, bunu kim bilmez!.

Bu esnaf toplumundan çok «farklı hale» gelmiş, Mihaylovski’lerin ve Yujakof’ların pek özel ve küçük burjuva deyimlerini kullanarak söyleyelim (*), bu toplumdan «aforoz edilmiş» kimselere, yalnız bu kimselere başvurmak lâzım geldiğini savunan marks-çılara bu halkçının niçin kin beslediği artık anlaşılmaktadır.

(*) Toprak parçasını (kölelikten kurtulmak için) para ile satınal-manın kapitalist niteliğini anlamayıp bu konuda hiç bir şey söylemiyen halkçılar, köylülerdeki «topraksızlığın», «eski soylular teşekkülü» temsilcilerinin en iyi toprak paırçalarım ete geçirmeleri şeklinde tamamlandığı olayı hakkında da tevazu gösterip, hiç bir şey söylememektedirler.

Devam edelim. «Zanaatçı sanayii az» : Halkçının zanaatçılık hakkındaki görüşü işte böyledir Yine burada da, bu sanayiin teşkilâtlandırmış tarzı hakkında hiçbir şey söylemez, susar. «Çökmekte olanların» da, «tam bir gelişme içinde olanların» da, her ikisinin de kapitalist tarza göre, emeği ikinci elden satanların tacirlerin, v.b. sermayesine tam, bir şekilde kul köle ederek teşkilâtlandırıldığı olayına büyük gönül rahatlığı içinde gözlerini yumar ve ilerleme, düzeltme, kooperatifler, v.b. gibi küçük burjuva isteklerini öne sürmekle yetinir: Sanki, bu türlü tedbirler sermayenin fiili egemenliğini sarsabilirmiş gibi. Hafif sanayi alanında olduğu gibi, tarım alanında da, halkçı bunların bugünkü teşkilâtları alanında yer alır ve bu teşkilâtlara karşı değil de, bu teşkilâtların türlü kusurlarına, eksikliklerine karşı savaşır. Vergiler konusunda ise, halkçı halkçılığın, niteleyici ve ayırıcı vasfı olan o «uzlaşmalara elverişli eğilimi»ni ortaya dökerek kendi kendini çürütür Demincek kendisi de söylemiştir ki, artık-değeri kendine mal etmek rejiminde her vergi (hatta gelir üzerinden alınan vergi bile) işçilerin sırtına yüklenmektedir. Ama, yine de öyleyken, vergiler yüksek mi değil mi meselesini anlamak konusunda liberallerle tartışmaktan, vergiler dairesine «medenî bir namuslulukla» bol bol öğütler vermekten hiç çekinmez.

Marksçıya göre ise/sebep bir kelime ile ne siyasette, ne devlette, ne de «toplum» da aranabilir; sebebi Rusya’nın bugünkü iktisadî teşkilâtlanmasında aramak gerekir. Esas mesele, «marifetli insanlarsın ya da «düzenbazların» bulanık suda balık avlamaları değil, «halk» in birbirini reddeden birbirine zıt iki güçten oluşmasıdır. «Toplumda faaliyet halinde bulunan hareket halindeki bütün güçler birbirine zıt iki güce ayrılır.»


«Burjuva rejiminin kurulmasında çıkarı olan kimseler, tasarılarının yıkıldığını (*) gördükleri halde, yine bildiklerinden şaşmıyorlar, kabahatin tamamiyle ortak toprak tasarrufuna dayanan zincirleme kefalette, tarlaların yeniden dağıtımında ve düzenbazlara, sarhoşlara elini uzatatt ortaklık rejiminde olduğunu köylülere tekrar edip duruyorlar. Hali vakti yerinde köylüler için ödünç para veren tasarruf birlikleri kuruyorlar; varlıklı kimseler için küçük tarım kredisi rica ediyorlar, şehirlerde hali vakti yerinde kimselerin çocuklarını okutan teknik, meslekî, v.b. okulları açıyorlar; oysa, halk kitlesi okulun yüzünü görmez; sergiler, mükâfatlar vasıtasiyle, değerli aygırlar getirtmek suretiyle, v.D. zengin köylülerin hayvanlarını ıslah etmelerine yardım ediyorlar. Bütün bu ufak tefek çabalar, sonunda, köy topluluğu üstünde kötü ve bozucu bir etki ya-

(*) Şu halde, ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım toplulı*-ğunu yıkmak tasarısının iflâsı, «burjuva rejimin kurulması» çıkarlarına karşı kazanılmış bir zaferle aynı anlamda oluyor, demek!…

«Ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu» ndan bir küçük burjuva ütopyası yaratan halkçı, kendi hülyasına kapılıp ( sonunda yöneltilen tasarıda düpedüz burjuva rejiminin kuruluşunu görecek kadar gerçekten habersiz hale geliyor. Oysa, bunda çoktan kesin olarak kurulmuş bulunan burjuva rejimi alanında çevrilmiş basit bir siyaset oyunundan başka bir şey yok.

Halkçı için, marksçıya karşı en kesin delil, mutlak bir zafer edasile ona şu soruyu sormaktır: Haydi bakalım, söyleyin bana, siz ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğunu yıkmak mı, yoksa yıkmamak mı istiyorsunuz? Evet mi. hayır mı? Onca, bütün mesele, bütün «kuruluş» bunda Marksçı görüşe göre «kuruluş» geri alınması, ortadan kaldırılması mümkün olmayan çoktan kazanılmış bir olaydır; ne tarım toppan, köylüleri gün geçtikçe ikiye bölen önemli bir güç haline gelmiş oluyor.»

«Ufak tefek çabalar» in bu özelliği mükemmel bir şey. (Ruskoye Bogastsvo’nun ve halkçı liberal bütün gazetelerimizin büyük bir hararetle savundukları) bütün bu ufak tefek şeylerin kapitalist rejimde işe karıştığı, bu rejimi izah ettiği ve geliştirdiği hakkında yazarın öne sürdüğü düşünce tamamiyle doğrudur.

Marksçıların bu türlü çabaları kabul (ve tasvip) etmemelerinin nedeni de budur zaten. Bu «çabalar» in küçük üreticilerin inkâr edilmez günlük ihtiyaçlarını teşkil etmesi, marksçılara, kendi ana tezlerinin, yani köylüye emekçinin ideolojisinin temsilcisi gözü ile bakılamayacağının doğru olduğunu ispat etmektedir; çünkü, iktisadın kapitalist teşkilâtı köylüyü bir küçük burjuva kıldığından, bunun sonucu olarak köylü, bu rejim alanında yer almış ve hayatının (ve fikirlerini^ bazı yüzleri vasıtasiyle burjuvazi ile temasa gelmiş oluyor.

Bu parçadan faydalanıp, şu aşağıdaki noktayı belirtmek iyi olur: Halkçı Baylar marksçıların «ufak tefek çabaları» tasvip etmemelerini yermektedirler. Kendilerine nereden geldiklerini hatırlatarak şunu göstermek isteriz ki, halkçıların işi bambaşka şekii-

luluğunun yıkılması ne de kuvvetlendirilmesi bu olayı sarsabilir; tıpkı bunu toprak mülkiyetine bağlı köyler ile aile başına toprak mülkiyetine bağlı köylerde de görülen sermaye egemenlisini sarsamıyacağı gibi: Halkçı bunu katiyen anlamak istemiyor.

Bu «kuruluş» aleyhine edilmiş kuvvetli bir itirazla karşılaşınca, halkçı bu itirazı bu kuruluşun bir övgüsü olarak göstermeğe çalışıyor. Tevekkeli dememişler, boğulmakta olan insan bulduğu tahta parçacığına sıkı sıkı yapışır, diye.de ele aldıkları, uzlaşmaları bu derece seve seve ve I büyük bir hararetle kabul etmişlerdi), bütün bu çaba- | ların burjuva mahiyetini —anladıkları, demiyeyim, ] ama— hiç olmazsa hissettikleri ve bu çabaları inkâr i etmenin ancak pek safdil liberaller tarafından «halk hakkında kötümserlik beslemek» le damgalandığı bir devir oldu.

Halkçı bayların, «toplum» un temsilcileri, diye liberallerle mesut bir şekilde kaynaşmaları bugün
meyvalarnı gözle görünecek şekilde vermiş bulunuyor, j
Burjuva ilerlemesinin «ufak tefek çabaları» ile j
yetinmesini bilmemek, kısmî ıslahatı hiçbir şekilde !
inkâr etmek demek değildir. Marksçılar bu tedbirle- j
rin (pek azıcık da olsa) bir dereceye kadar yararı ol- |
duğuna itiraz etmezler. Bu tedbirler işçinin durumu- i
nu (birazcık da oisa) bir dereceye kadar düzeltebilir;
özellikle, sermayenin, tefeciliğin, köleliğin, v.b. geri
kalmış şekillerinin ortadan kalkmasını hızlandırır;

bunların Avrupa kapitalizminde görülen daha modern

ve daha insanî şekillere geçmelerini kamçılar. Şu

halde marksçılara. Bu tedbirler alınmalı mı, alınma

malı mı, diye sorulduğu zaman, alınacak cevap elbet

te ki, olumludur. Ama, yine bu marksçılar aynı za

manda, bu tedbirler vasıtasiyle düzeltilmek istenilen

bu rejim hakkındaki toplu görüşlerini de ortaya ko

yacaklar ve bu tedbirleri kabul etmelerinin, bu reji

min gelişmesini, sonra da sona ermesini hızlandır

mak arzusundan ileri geldiğini söyleyeceklerdir. (*)

«Köylülerin, Almanya’da olduğu gibi, bizde de haklarına ve mülkiyetine göre, (devlet köylüie-

(*) Bu, «teknik ve öteki okullar» için köylülerin ve zanaatçıların teknik ilerlemesi için doğru olduğu gibi, «köylü toprak mülkiyetinin genişlemesi», «kredi» vb. için de doğrudur.



ri, toprağa bağışlanmış köylüler, bazıları bütün toprak parçaları almış, yarım toprak parçaları almış eski senyörlük köylüleri, ya da çeyrek toprak parçalan almış eski hizmetkâr toprak köleleri gibi) birbirinden farklı kategorilere ayrıldıklarını, ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu rejiminin bizde genel olarak kabul edilmemiş olduğunu, ferdî mülkiyete raslanılan güney – batıda koşum hayvanlarına sahip köylüler bulunduğu gibi, koşum hayvanı olmayan köylüler de bulunduğunu (**), sebze tarımı yapanlar, tarım işçileri, bir kısmı 100 ve daha fazla desiyatin (***) toprağa sahip oldukları halde, bir kısmı hiç toprak sahibi olmayan çinçevik-ler (****) bulunduğunu, Baltık eyaletlerindeki taprak rejiminin Alman toprak rejiminin sadık bir kopyası olduğunu, v.b dikkate alacak olursak, bizde de burjuvazi için elverişli bir alan var olduğu görülecektir.»

Burada, halkçıların ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu değerini hayali bir şekilde abarttıklarını belirtmenin önemi vardır. Yazar, sanki «bu tarım topluluğu rejimi» burjuvaziyi reddedermiş, köylülerin tabakalara bölünmelerini reddedermiş gibi konuşuyor! Oysa, bunu yapmakla gerçeğin tam aksini söylemiş oluyor!.

(**) Bu konu için bk. Lenin, Yeni iktisadî değişiklikler, ds. Le-nin, Eserler, c. I. Paris — Moskova, 1968, s. 53-54.

(***) Desiyatin, 1.0925 hektar değerinde olan Rus arazi ölçüsâ birimi (çev.)

(****) Çarlık Rusyası devrinde, özellikle, Polonya’da, Litvanya’da, büyük Rusya’da, Ukrayna’nın Karadeniz kıyısındaki bölgelerinde adeta değişmez mükellefiyetlere tâbi olan ve sen-yör topraklarını babadan oğula miras kalan işletme hakkı ile işliyen köylülere çinçeyik denirdi (Çev.)

Herkes bilir ki, ortak toprak tasarrufuna daya-nan tarım topluluğu köylüleri haklarına ve ellerindeki toprak parçalarına göre birbirlerinden ayrılmışlardır; bu topluluğa en bağlı köylerde köylüler yine de hem «haklarına göre (topraksız, küçük toprak sahibi, eski hizmetkâr toprak köleleri, toprak parçalarını özel ödemelerle tekrar satın alıp kölelikten kurtulan, toprağa bağlı olan köylüler, v.b., v.b.), hem de «mülklerine göre» ayrılmışlardır, onlar da şunlardır: Toprak parçalarını icara veren köylüler, ya vergilerini vaktinde ödemedikleri için ya da ekip biçmedikleri ve ihmâl ettikleri için toprakları haczedilen köylüler, icarla taprak kiralayan köylüler ya «ötedenberi» toprakları olan ya da her yıl birkaç desiyatin toprak satın alan köylüler, en son ne evi ne de herhangi bir hayvanı olanlar, hiç beygiri olmayan ve birçok beygiri olan köylüler. Yine herkes bilir ki, bu iktisadî bölünme ve ticarî iktisat rejimi, tefeci kapitalizmin ve köleliğin en bereketli çiçeklerini bütün şekilleriyle yetiştirmektedir. Halkçılar ise, sözüm ona bir «ortak toprak tasarrufuna dayanan «tarım topluluğu rejimi» nin gül pembe masallarnı hâlâ anlatıp durmaktadırlar!.

«Genç burjuvazi, bizde, günden güne değil, sa-attan saate fiilen büyümekte, sayıca çoğalmaktadır. Hem yalnız yahudi çevrelerinde değil, Rusya içinde de. Bu konuda birtakım sayılar vermek henüz güç ise de, toprak sahiplerinin, verilen patentaların, kulaklar ve kan emiciler hakkında köylerden gelen şikâyetlerin artmasına, daha başka birçok belirtilere bakarak (*;,

(*) Burada, köylü bankacılığı aracılığıyla yapılan satınalmalar, ve tekniğin ve tarımın yetkinleştirilmesi, iyi aletler kullanılması, hayvanlara yedirilen otların yetiştirilmesi, küçük kre-



daha şimdiden nüfuz ve itibar kazanan bu burjuvazinin sayıca önemli olduğu düşünülebilir.»

Tamamile doğru! «1879 yılı için doğru, hele 1895 yılı için çok daha doğru cilan bu olaylar, Rus gerçeğini marksçı olarak görüşün temellerinden birini teşkil etmektedir.

Yazar gibi biz de bu olayları beğenmiyoruz. Bunların küçük üreticilerin çıkarlarına aykırı olduğunu kabul etmekte anlaşıyoruz, ama biz bu olayları büsbütün farklı bir şekilde anlıyoruz. Bu farkın nazarî yüzünü daha yukarıda tarif etmiştim. Şimdi de, pratik yüzüne geçelim.

Halkçı, burjuvazi, hele toprak burjuvazisi bizde henüz zayıftır, yeni yeni doğmaktadır, diyor Burjuva eğilim henüz pek az belirdiğinden henüz geriye dönülebilir. Geriye dönmenin de tam zamanıdır

(Pratikte, ödlek bir gerici romantik haline gelen) bir metafizikçi sosyolog ancak böyle düşünebilir. Toprak burjuvazisinin «zayıf oluşu», kuvvetli unsurlarının, yüksek tabakalarının şehirlere doğru çekilmesiyle, «genel kurmay» in çoktan şehirlerde yerleşip köylerde ve ovalarda yalnız «askerlerin» kalma-siyle izah edildiğini hesaba katmayıp, olayların halkçılar tarafından göz göre göre böyle tahrif edilmesini bir yana bırakıyorum. Bu muhakemede, bu muhakemeyi metafizik hale getiren başka bir hata daha var.

Köy ve ova küçük burjuvazisi (zengin köylü, is-tifçi, esnaf, kulak, kan emici, v.b.) ile, tabiî ki, «başkası hesabına» çalışan «emekçi» köylü arasındaki belli bir sosyal ilişki karşısındayız.

dinin gelişmesi ve zanaatçılar için sürüm pazarları kurulması r vb. gibi «köy iktisadındaki ilerici eğilimler» de eklenmelidir.

Bu ilişkiye sık sık rastlandığını halkçı da inkâr edemez. Ama, onca bu ilişki zayıftr, onun için de, bu ilişki henüz düzeltilebilir.

Biz bu halkçıya, tarih «yaşıyan fertler» tarafından yaratılır, diyeceğiz, bize sunduğu yemek tabağını biz yine kendisine sunacağız. Sosyal ilişkileri düzeltmek, değiştirmek, tabiî ki, mümkün olan bir şeydir. Ama, yalnız, bu teşebbüs, bu düzeltilecek ya da değiştirilecek sosyal ilişkilerin kendilerinde gerçek hale geldiği kimselere ait olduğu zaman. Bu, gün gibi açık olan bir.gerçektir «Emekçi» köylü bu ilişkiyi değiştirebilir mi değiştiremez mi? Meselesini bilmek söz konusudur. Bu ilişki neye dayanır? İki küçük üreticinin ticarî üretim rejiminde üretim yapmalarına, bu ticarî iktisadın bunları birbirinden ayırmasına, bu iktisadın birine sermaye vermesine, ötekini de «başkası hesabına» çalıştırmasına dayanır.

Emekçi köylümüzün bir ayağı tam da değiştirilmesi lâzım gelen alanda bulununca, onun bu ilişkiyi değiştirmesini nasıl istersiniz? Bu köylü tek başına olup, pazar için kârı da zararı da kendine ait üretim yapınca; bu yaşama şartları kendisinde pazar için tek başına çalışan herhangi bir kimseye has «düşünceleri ve duyguları» doğurunca; başkalarından maddî şartlarla ve işletmesinin genişliği ve niteliği ile ayrılınca, bu nedenle de, kendisi ile sermaye arasındaki zıtlık burada yalnız birtakım, «korsanlar» ve düzenbazlar değil de, sermaye söz konusu olduğunu anlayabilmesine imkân vermeyecek kadar az gelişmiş olunca, bu köylü tek başına olmanın ve ticarî üretimin beş para etmediğini nasıl anlayabilir?.

Bu sosyal ilişkinin (bu önemli noktaya dikkatinizi çekeriz) sonuna kadar geliştiği yere, küçük üreticiler olup kendileri de kesin olarak «farklılaşmış» ve burjuva rejminden «aforoz» edilmiş ve bu sosyal ilişkinin kendilerinde gerçek hale geldiği kimselerin bu-



lundukları yere, bu zıtlığın göze çarpacak şekilde iyice geliştiği yere, meseleyi artık hayali ve sakat bir şekilde ortaya koymanın mümkün olmadığı yera başvurulması iüzumu apaçık meydanda değil midir? Bu şartlar içinde bulunan küçük üreticiler burjuva «hayatının dışına» atıldıklarını yalnız olaylar vasıta-siyle anlamakla kaimayıp, bilinçleriyle anlayınca köylüler de «nasıl hareket edileceğini» anlayacaklar ve «başkaları hesabına,» çalışan arkadaşlarına katılacaklardır.

«Bizde köylüler tarafından satınalınan toprakların sözü edildiği zaman, bu satınalmaların ferdî olarak ve crtak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu tarafından yapıldığı izab edildiği zaman, tarım topluluğu tarafından yapılmış satınalmaların ferdî satınalmalar gene kuralı içinde pek seyrek rastlanan küçücük bir istisna teşkil ettiğini hemen hemen hiç söylemezler.»

Daha sonra, 1861″de 103.158 oian ferdî mülkiyet sayısının (1860 yılları istatistiğine göre) 313.529′a yükseldiğini gösterdikten, ikinci istatistiğin toprak köleliği zamanında hesaba katılmamış olan küçük toprak sahibi köylüleri de kapsadığını izah ettikten sonra, yazar devam edip şöyle diyor.

«Küçük toprak soylularına yakından temas eden ve bunlara katılan bizim genç toprak burjuvazimiz işte budur.»

Buna doğru, hele burjuvazinin, «yakından temas edişine» ve «katılışına tamamiyle doğru;, diye cevap-vereceğiz! Onun için, «köylü tcprak mülkiyetinin genişletilmesi» ne (küçük üreticilerin çıkarı ile ilgili olarak) büyük bir önem veren küçük burjuva ideologla-rı safında, yani s 152′de bunun sözünü eden yazarın safında yer alıyoruz.

Ferdî satınalmalar ya da ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğunun satınalmaları meselesini, burjuva rejiminin «kuruluşunun» ne tarzda olursa olsun bunlara bağlı olduğuna inandıracak şekilde inceleyen kimselere biz sadece birtakım politikacılar gözü ile bakıyoruz Bizce, her iki halde de birtakım burjuva ilişkileri söz konusudur; çünkü, her iki halde de satmalına satınalmadır, para paradır; yani, ister «karşılıklı bir sosyal uyum. ve bir birlik faaliyeti düşüncesi» ile ziraî komün tarafından birleştirilmiş olsun, ister ferdî toprakların tasarrufu ile bölünmüş olsun, küçük burjuvanın eline geçen şey bir ticaret malıdır. (*).

«Zaten, bu da genç tcprak burjuvazisini tama-miyle tarif etmekten henüz uzaktır. «Kan emici» kelimesi, hiç şüphe yok ki, yeni bir kelime değildir; ama, bugün kazandığı mânayı hiçbir zaman ifade ettiği olmamıştı; tarif ettiği kimsenin köy ve ovalardaki hemşerilerine hiç bugünkü kadar kuvvetle çullandığı olmamıştı. Bir zamanlarki kan emici bugünkü kan emiciye kıyasla, tarım komünün kuralını her zaman kabul etmiş bir çeşit pederşahî kişiydi; bazan, kazanç peşinde pek fazla koşmayan düpedüz bir çapulcuydu. Bugün ise ,kan emici kelimesinin bambaşka bir anlamı vardır Artık eyaletlerde nispeten az kullanılmaktadır, kulak, «koştan», tacir, meyhaneci, «koşatnik», müteahhit, rehinle ödünç para

(*) Söylemeğe hacet yok, burada sadece gerekli istihlâk maddelerini edinmekte kullanılan para söz konusu değildir; istihsal vasıtaları satınalmak için bir kenara konabilen hazır para söz konusudur.



veren; v.b. gibi başka kelimeler bunun yerini almıştır. Bir kelimenin parçalanmasiyle teşekkül eden kelimelerden bazıları yeni değildir; bazıları ise, yeni kelimelerdir» hiç değilse, köylülerin konuşma diliride bunlara evvelce rastlanmıyordu. Bu da gösteriyor ki halkın sömürülmesinde her şeyden önce bir iş bölümü meydana gelmiş, yağma da, yağmada uzmanlaşma da büyük çapta dal budak salmıştır. Hemen her kasabada ve her köyde but sömürücülerden biri ya da bir çoğu bulunabilir.»

Yağmanın yaygın bir şekil almasını böyle canlt bir şekilde yakalayıp ortaya koymaya edilecek hiçbir itiraz yoktur. Yalnız, bütün halkçılar gibi, yazarın do hatası, bu olaylara rağmen, kulaklar tarafından yapılan (hatta iş bölümü bile olan) bu sistemli, genel, düzenli sömürmenin kapitalizmin ziraattaki bir belirtisi olduğunu anlamak istememesidir. Bu, sermayenin, ilkel şekiller altındaki egemenliği; bir yandan, halkçıların arızî birşey diye baktıkları şehir, banka kapitalizmini, genellikle, Avrupa kapitalizmini doğuran; öte yandan da, bu kapitalzm tarafından desteklenen ve beslenen sermayenin egemenliğidir. Bir kelime ile, Rus millî iktisadındaki kapitalist teşekkülün yüzlerinden biri işte budur.

Bundan başka, kan emicinin niteliğindeki «tekâmül» bize halkçıyı bu defa da utandırmak imkânını verecektir.

Halkçı halk istihsalinin teminatın 1861 yılı ıslahatında’ görür. Bu ıslahatın Batı ıslahatından büyük, farklarla ayrıldığını kabul eder.

Bugün alınmasını arzuladığı tedbirler de ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu, v.b. hedef tutan bu türlü bir «teminata», «toprak parçaları»ve genellikle istihsal vastaları vermelere indirgenebilir.

Şu halde. Bay halkçı «(kapitalist üretimi değil halk üretimini» kanunla müeyyideleştiren ıslahat, nasıl oldu da, «pederşahi düzenbazı» nispeten daha canlı kanlı ve daha uygar bir yırtıcı haline getirmekten, Batıdaki büyük ıslahatların yaptığı gibi, yağma şekillerini değiştirmekten başka bir sonuca varmadı?

Sonradan alınan (köylünün toprak mülkiyetini genişletme, iç göçler, toprakların düzenli olarak kiralanması ve daha başka inkâr edilmesi imkânsız, ama katıksız burjuva olan ilerlemeler şeklinde tama-miyle mümkün) «teminat» tedbirlerinin, bütün bu tedbirlerin sonunda yeni bir şekil değiştirmeden, sermayenin daha büyük çapta Avrupalılaşmasından bu sermayenin ticaret sermayesi iken üretim sermayesi, Orta Çağ sermayesi iken modern sermaye haline gelmesinden başka bir şeye varacağını nasıl olur da düşünebilirsiniz?

Başka türlü olamaz. Sebebi de gayet basit: Bu -türlü tedbirler sermayeye, yani bir kısmı (ticarî iktisat rejimi tarafndan teşkilâtlandırılan sosyal emeğin ürünü) para biriktiren, öbür kısmı da önceki kategoride biriken mahsulden yoksun bırakılmak manâsında, yalnız «kolları» hür (*) olan insanlar arasındaki münasebete hiç dokunmaz.

«… (Bu kulaklar, v.b. arasında) sermayesi olmayan ufak tefek iş adamı, genellikle, kendisine ya kredi temin eden ya da kendi hesaplarına sa-tınalmalar yaptıran büyük tacirlere bağlanır; bu

(*) Halk kitlesi, eskiden olduğu gibi,… yine başkası hesabına

çalışacaktır. (Adı geçin makale, s. 135): Bu ikille fiilen hür olmasaydı; (çünkü, kanunen küçük «bir toprak parçasına» saf hip olabilir), böyle bir şey, tabiî ki olamazdı.



ufak tefek iş adamları içinde en hali vakti yerinde olanları kendi işlerini kendileri çevirirler, büyük ticaret şehirleriyle ve büyük limanlarla ilişkiye girişirler, buralara kendi hesaplarına vagon gönderirler, aranılan ticaret mallarını gidip yerinden satınalırlar. Hangi trene binerseniz bininiz, üçüncü mevkide (pek seyrek olarak, ikinci mevkide) kendi işleri için yolculuk eden bu adamlardan bir çoğuna hemen her zaman rastlarsınız. Bu ufak tefek iş adamların giyinişlerinden, teklifsiz ve kaba hareketlerinden, ya da ekmek parası aramağa giden, ayağında hasırdan örme çarıklar, «okuması yazması» olmayan küçük bir köylü görünce, kaba kaba gülüşünden tanırsınız. Bu insanları konuşmalarından tanırsınız. Genellikle, koyun postlarının, zeytinyağının, derinin, darının, v.b. lâfını ederler. Yaptıkları hileleri hiç utanmadan anlattıklarını işitirsiniz. Örneğin, fabrikanın birine kokmuş tuzlu balık yutturmuşlardır; onlara göre, «herkes çaya boya katabilir, yeter ki bu işin nasıl yapıldığını bir kere görsün;» «müşteri görmeden, bir buçuk kilo su katıp kelle şekerinin ağırlığını artırabilir, v.b. Bütün bunlar dobra dobra ve hiç sıkılmadan söylenir. İşi bu dereceye vardıran bu adamların büfelerden kaşık çalmamaları ya da istasyon-lardaki havagazı lâmbalarını sökmemeieri, her halde hapishaneyi boylamak korkusundan olsa gerek. Bu yeni insanların ahlâkı filân umursa-dıkları yoktur Bu ahlâk tamamiyle ruble üstüne kurulmuştur, özdeyişleri de meselâ şunlardır: «İyi avcı avını bulur, iyi avcı tavşanı uyanıkken yakalar, ihtiyatlı olmak her zaman iyidir, yere düşeni topla, kimsenin bulunmayışından yararlanmağa bak, zayıf kimselere acıma, gerektiğinde boyun eğmesini ve küçülmesini bil». Sonra,

gazetelerde de yayımlanan bir habere geçilir, büyük bir sigorta pirimi koparmak için evini yakan meyhaneci ve tefeci Volkof örnek olarak anlatılır. «O yerin öğretmeni ve papazı bu adamı çok takdir ediyorlarmış; öğretmenin biri, bir bardak şaraba, bu adamın hileli dâva dilekçelerini yazarmış», «o nahiye idaresinin kâtibi buna Mordve’ların hepsini dayaktan geçireceğim, diye söz vermiş». «Aynı zamanda eyalet meclisi üyesi olan bir zemstva temsilcisi bunun eski bir evini 1.000 rubleye sigorta etmiş» v.b. Volkof gelişi güzel alınmış bir misal değil, tipik bir misaldir. Bu Volkofların bulunmadığı, köylüleri yağma etmek ve köle haline getirmek hikâyelerinden başka, pirim kopartmak için bile bile yakılan evlerin hikâye edilmediği hiçbir köy, hiçbir nahiye gösterilemez…»

«… Peki, köylülerin bu soydan kimseler hakkındaki tutumu nedir? Bu kimseler, Volkof gibi, budala, kaba, gaddar ve hasis iseler, köylüler bunları sevmezler bunlardan korkarlar; çünkü, ellerinden her türlü kötülük gelir; oysa, köylüler hiçbir şey yapamazlar. Çünkü, bu kimselerin evleri sigortalıdır, iyi beygirleri vardır, kapılarının sürgüleri sağlamdır, azgın köpekleri vardır, resmî makamlarla araları çok iyidir Oysa, bu kimseler Volkaf’tan daha zeki ve daha kurnaz oldukları halde, köylüleri soymakta ve köleleştirmekte yeni yeni usuller buldukları halde, yarım şişe içki ya da bir ölçek darı için bütün bir köyü ateşe verdikleri halde, bunlar köylülerden itibar görürler, sözleri can kulağı ile dinlenir, köylüleri besleyen baba, düşkünlere yardım eden hayırsever insanlar sayılır. Bu ufak tefek iş adamları, köylülerin gözünde, zeki insanlardır, hatta çocuklar bunların yanına, çırak olarak verilir ve bu çocuğun çıraklığa kabulü köylü aile-since bir şeref sayılır.bu suretle adam olacağı kabul edilir.»

Rus iktisadî teşkilâtının burjuva olduğunu öne süren tezin tamamile aleyhinde olan bir kimsenin genç burjuvazimizi nasıl vasıflandırdığını göstermek m.aksadiyle, yazarın ortaya attığı delillerin bir çoğunu kasten buraya aldım. Bu vasıflandırmanın tahlili Rus marksçılığı nazariyesinin birçok noktalarını bize açıkladığı gibi, çağdaş halkçılığın bu nazariyeye sık sık yönelttiği hücumların mahiyetinin de ne olduğunu gösterecektir.

Bu burjuvazinin derin köklerini, «kendisile yakından ilişki kuran» küçük burjuvazinin büyük burjuvazi ile, «çocuklarını yanına çırak olarak veren» köylülerle olan ilişkilerini, yazar ilk başta anlamış gibi gelir; ama, verdiği örnekler onun bu olayın önemini değerlendirmekten uzak olduğunu göstermektedir.

Verdiği örneklerde adî suçlardan, düzenbazlıklardan, dolandırıcılıklardan, çıkarılan yangınlardan, v.b. söz ediyor Yazarın bu dediklerine bakarsanız, köylülerin «soyulmaları ve köle -haline getirilmeleri» tesadüften dağmuş bir sonuçtur; (yazarın daha yukarıda da söylediği gibi) hayatın güç şartlarından, «ahlâkî fikirlerin kabalığından», «kültürün halk arasında yayılmasını» engelleyen kösteklerden (s. 152), v.b. doğmuş bir sonuçtur; yani.bütün bunlar, mutlaka iktisadımızın modem teşkilâtından ileri gelmemektedir

Marksçı ise, bunun tamamile aksi bir düşüncededir. Onca, bu durum bir tesadüfün sonucu değildir, bugün Rusya’ya hâkim olan kapitalist üretim tarzından ileri gelen bir zorunluluktur. Köylü ticaret eşyası üreticisi haline geldiğine göre (köylülerin hepsi de çoktan bu hale gelmişlerdir, zaten), «ahlâkı» da mutlaka ve zorunlu olarak «para üstüne kurulmuş»


olacaktır. Hayat şartları köylüyü binlerce dalavereli ticarî tedbirler vasıtasiyle para avcılığı İtmeğe zorladığına göre, bu «ahlâkın» sorumluluğu onun sırtına yüklenemez. (*) Demek ki, köylüler suç istemeksizin, uşaklık etmeksizin, hilekârlık etmeksizin zengin köylü ve yoksul köylü diye ikiye ayrılmaktadırlar. Bir zamanların eşitliği, pazarın istikrarsızlıkları, iniş çıkışları karşısında artık tutunamaz, ayakta duramaz. Bu, bir muhakemeden doğmuş bir sonuç değildir; bir olaydır, bir olup bittidir. Bir azınlığın elindeki «servetin, zenginliğin», bu şartlar altında, sermaye haline gelmesi de, halk kitlelerindeki «yoksulluğun» bu kitleleri kollarını satmağa, başkaları hesabına çalışmağa zorlaması da bir olaydır. Şu halde, rrnarksçı görüşe göre, kapitalizm, artık yalnız kuvvetle yerleşmekle teşekkül etmekle ve fabrika sanayiinse kendini göstermekle kalmamış, Rusya’nın her yerinde olduğu gibi, köylere ve ovalara da yerleşmiş, buraları da sarmıştır.

Köy ve ovalarda görülen bu «pek üzücü olgular» m sebebi ne siyasettir, ne topraksızlıktır, ne derebeylik mükelleflikleridir, ne de «fertlerin» ettikleri kötülüklerdir; bütün bunların sebebi kapitalizmdir; burjuvazinin hâkimiyeti altında, kapitalist üretim rejiminde bütün bunlar zorunludur, bunlardan hiçbir suretle ka-çînılamaz, diyen marksçıya karşı, halkçının kalkıp da, marksçılar köylülerin ellerinden toprakların almak istiyorlar, işçiyi «bağımsız» köylüden «üstün» tutuyorlar, Bay Mihaylovski’nin Bay Struve’ye verdiği çocukça cevapta dediği gibi, marksçılar «ferde hakaret ediyorlar, gaddar davranıyorlar» diye yaygara koparması, Bay halkçıların ne türlü bir zihniyete sahip olduklarının en açık delilidir.

Bir hasım tarafından çizildiği için ilgi çekici olan

(*) Kars. Uspenski (4). 68



bu köy ve ova tablosu, bu kimselerin marksçılara karşı öne sürdükleri olaylara aykırı itirazların ne kadar saçma ve uydurma olduğunu aydın bir şekilde anlamamıza imkân vermektedir. Hem de, hayal ve uzlaşma üstüne kurulmuş nazariyelerini coûte que coûte (*) kurtarmak için daha evvelce söylediklerini unutarak. Bereket versin ki, bu nazariyeleri artık hiç bir kuvvet kurtaramaz.

Marksçılar, Rusya’da kapitalizmin sözünü ederlerken, hazırlop birtakım şemaları cılduğu gibi kopya ederler ve büsbütün başka şartlara körü körüne uygulanmış tezleri değişmez bir görüş gibi, tekrar eder dururlar. Gelişmesi ve önemi bakımından çok zayıf olan Rusya’daki kapitalist üretim (atelyelerimizde ve fabrikalarımızda topu topu 1.400.000 işçi çalışır), marksçılar hâlâ toprağı tasarruf eden köylü kitlesine de yayarlar. Liberal halkçı grubun en gözde itirazlarından biri de işte budur

Oysa, yazarın çizdiği köy ve ova tablosu bize gösteriyor ki, halkçı «ortak toprak tasarrufuna dayanan «topluluk» ve «bağımsız» köylüler rejimini hatırlatırken bu burjuvazi kategorisinin, soyut şemalardan ve değişmez yabancı görüşlerden kurulmuş olan bu kategorinin varlığını gizleyemiyor. Bu kategorinin, bağımsız bir olay değil de, bir köylü ve ovalı tipi teşkil ettiğini, şehirlerdeki büyük burjuvaziye kuvvetli birtakım bağlarla bağlı bulunduğunu, aynı zamanda «çocuklarını kendisine çırak olarak veren» köylülere de bağlı olduğunu, bu genç burjuvazinin köylü kitlesi içinden çıktığını gözlemekten de kendini alamıyor. Şu halde, görüyoruz ki, bu genç burjuvazi bizim «ortak toprak tasarrufuna dayanan topluluk» içinden çıkmaktadır, dışından gelmiyor, bu burjuvazi ticaret

(*) Rusça metinde fransızca olan bu sözler «ne pahasına olursa olsun» manasına gelir (Çev.)

69



eşyası ücretleri haline gelen köylüler arasındaki sosyal ilişkiler tarafndan vücuda getirilmiştir. Yine görüyoruz ki sermaye hesabına ve sermayenin «idaresi» ne tâbi olarak çalışanlar yalnız «1.400.000» kişi değildir, bütün Rus köylü kitlesi de sermaye hesabına .sermayenin idaresinde çalışmaktadır. O halde, «boş şeylere» inanmış «mistik ve metafizikçi» herhangi bir marksçı tarafından değil de, Rus şartlarının özel niteliklerini değerlendirmesini bilen halkçı tarafından gözlenen bu alaylardan daha doğru sonuçlar çıkaran kim? Sanki yürünecek yolu sermaye çoktan seçmemiş gibi, daha iyi bir yol seçmenin sözünü eden, «toplum» ve «devlet» tarafından, yani sermayenin seçtiği yoldan ve sermayenin ihtiyaçlarından başlayarak gelişen birtakım unsurlar tarafından başka bir rejime doğru götürülmesi umulan gelişimin sözünü eden halkçı mı, yoksa başka yollar hayal etmeyi çocukça bir romantizmin delili sayan marksçı mı bu olaylardan daha doğru sonuç çıkarmasını biliyor? Çünkü, gerçek bütün çıplaklığı ile gösteriyor ki, yürünecek yal çoktan seçilmiştir, sermayenin egemenliği kesin bir olaydır ve bir olup bittidir; bunu inkâr etmek, bundan sızlanmak boşunadır, hiçbir şeye yaramaz; muhakkak olan birşey varsa, o da şudur. Bu olay üreticilerin asıl hesaba katmak zorunda oldukları ciddî bir olaydır.

Sık sık tekrarlanan bir yergi de şudur. Marks-çılar Rusya’daki büyük kapitalizme ilerici bir olgu gözü ile bakmaktadırlar. Bunu yapmakla işçiyi «bağımsız» köylüden üstün tutmuş oluyorlar; hem halkın elinden toprağın alındığını kabul ediyorlar, hem de işçilerin üretim araçlarını ele geçirmelerini bir ideal olarak sunan nazariyeden hareket ederek işçi i!e üretim araçları arasında bir ayırma yapmış, yani çözümlenmesi mümkün olmayan bir zıtlığa düşmüş oluyorlar.



Gerçekten marksçılar büyük kapitalizme ilerici bir olay gözü ile bakarlar: Bağımsızlık yerine «bağımlılığı» getirdiğinden ötürü değil elbette, bu bağımlılığın ortadan kaldırılması için gerekli şartları yarattığından ötürü. Köylünün «bağımsızlığı» na gelince, bu, halkçıların uydurdukları masaldan başka birşey değildir. Gerçek hayatta böyle bir bağımsızlık yoktur. Zaten, köylülerin iktisadî durumu hakkında yazılmış bütün incelemelerde olduğu gibi, yukarıda sözü edilen tabloda da bunun böyle olduğu (gerçek hayatta böyle bir bağımsızlık bulunmadığı) anlaşılmaktadır; işçiler gibi, köylüler de «başkası hesabına» çalışırlar. Eski Rus halkçıları da bunu görmüşler, kabul etmişlerdi Ama bağımlılığın ne sebebini, ne de mahiyetini anlamışlardı. Bunun da kapitalizmin az gelişmesi yüzünden, kapitalizmin birçok Orta Çağ, yarı derebeylik şekilleri yüzünden, şehirdeki bağımlılıktan farklı hale gelmiş kapitalist soydan bir bağım-iılk olduğunu, bundan başka birşey olmadığını anlamışlardı. Meselâ, halkçılarn bize çizdiği tablodaki köy ve ova ile fabrikayı birbiriyle karşılaştıralım. Bağımsızlık kcınusundaki fark, köyde «ufak tefek iş adamı» nı, fabrikada «büyük iş adamı» ni; ötede, ayrı ayrı fertlerin birtakım yarı derebeylik yöntemleriyle sömürülmesini, beride kitlelerin tam kapitalist sömürmenin daha ilerleyici olduğu inkâr edilemez. Köyde ve ovada gelişemeyen, bu yüzden tefecilikle, v.b. bulaşan aynı kapitalizm fabrikada gelişmiştir; köyde ve ovada mevcut aynı çıkar çatışması fabrikada mutlak bir aydınlıkla ifade edilmiştir, iş bölümü de tamdır. Onun için, meseleyi küçük üreticinin (kendi fikir sözcüsü ile birlikte) ortaya koyduğu tarzda, yani bulanık bir tarzda koyamayız; çünkü, bu küçük üretici, kapitalizme homurdandığı, atıp tuttuğu, bu rejimi lâ-

netlediği halde, yine bu kapitalizmin alanından (*), ona hizmet edenlere güvenmekten, o eşi bulunmaz Bay Krivenko’nun dediği gibi, «en iyisi, mücadeleyi bertaraf etmek» gibi gül pembe hülyalardan vazgeçemez. Fabrikada, artık hayaller kurmak imkânsızdır; bu ise, ileri doğru atılmış büyük bir adımdır; burada, gücün hangi tarafta olduğu bütün çıplaklığı ile görülmektedir; bu sebeple, «başka bir yol bulmak ve seçmek» üstünde gevezelik etmek imkânsızdır; çünkü, her şeyden önce, bu gücü ele alıp bir hesaplaşmaya, yeni bir dağıtıma gitmek lâzımdır, bu apaçık meydanda.

Bay Struve halkçılığı «samimi olmayan tatlı bir iyimserlik» diye vasıflandırır. Çok doğru. Halkçılık iyimserlik demektir; çünkü, sermayenin köylerde ve ovalardaki mutlak egemenliğini bilmemezlikten gelmek, buna bir tesadüf gözü ile bakılmak istenir; çünkü, bütün bu «kulaklar, tacirler, meyhaneciler, müteahhitler, rehin karşılığında ödünç para verenler, v.b.» sanki bütün bu genç burjuvazi «her köyü» çoktan «avuçlarının içine almamışlar» gibi, krediler, kooperatifler, tarlaları toplu olarak sürüp ekmeler teklif edilir. Halkçılığın samimi olmayan tatlı bir dili vardır; çünkü, mücadele, sessiz, bilinçsiz, aydınlanmamış olmakla beraber, çoktan başladığı halde, bu

(*) Her türlü yanlış anlamayı ortadan kaldırmak için, kapitalizmin «alanı» sözünden sosyal ilişkiyi anladığım! söylemeliyim; kapitalist toplumda bu sosyal ilişki türlü şekillerde hükmünü yürütür. Karl Marx ta bunu: «para – ticaret eşyası – para ve artık – diğer» formülü ile ifade etmiştir. Halkçıların salık verdikleri tedbirler bu ilişkiye hiç bir suretle dokunmaz: Bu tedbirler ne özel kişilerin eline (sosyal emeğin mahsulü olan) parayı veren ticaret eşyasının ürltimi üstünde, ne de «halkı» parayı elinde bulunduranlar ve yoksullar diye ikiye ayrılan bölünme üstünde etki yapar.



halkçılar 10, 20, hatta 30 yıldanberi durmadan «en iyisi mücadeleyi bertaraf etmektir» derler.

«Aziz okuyucu, şimdi şehre gelelim. Burada çe

şitli ve sayıca daha da kalabalık genç bir bur

juvazi bulacaksınız. Bütün okuma yazma bilen

ler, şerefli bir iş görmek kaabiliyetinde aldukla-

“• rina inananlar, basit köylünün acınacak kade-

rinden daha iyi bir kadere lâyık olduklarına inananlar, hasılı, bu şartlar içinde köyde kendilerine bir yer bulamayanlar, bütün bu insanlar şimdi şehirlere göçmek emelini beslemektedirler…»

Yine de öyleyken, halkçı Baylar şehirlerdeki kapitalizmin «yapay» bir şey olduğunu, birazcık bakılmayınca solup gidiveren «sıcak bir limonlukta yetiştirilmiş bir bitki» olduğunu, v.b. geveler dururlar Bu «yapay» burjuvaziyi vücuda getirenlerin, şehirlere gelip yerleşerek, basit köylüyü elverişli fiyatla satın alıp daha pahalıya satmağa zorlayan «kapitalist mehtap» la aydınlanmış bir alanda tamam.iyle kendiliğinden büyüyen o köy «kan emicileri» olduğunu anlamak için, olaylara bir bakıvermek yeter.

«… Şehirde tüccar kâtipleri, müstahdemler küçük parakendeciler, işportacılar, (alçı işi yapan, doğramacı, dülger, duvarcı ustası, v.b. gibi) her soydan teşebbüs sahipleri, sürücüler, odabaşıları, belediye çavuşları, borsa komisyoncuları, taşıma işi müteahhitleri, koltuk meyhanesi ve han işletenler, imalâthane patrcnları, işçi-başıları, v.b bulacaksınız. Hakiki genç burjuvazi dedikleri şey bu ayırıcı vasıflariyle işte budur. Bu burjuvazinin ahlâk kuralları burada da pek az genişlemiştir; gösterdiği bütün faaliyet, yap-


tığı bütün işler emeğin sömürülmesine dayanır (*); hayatının bir tek amacı vardır ki, o da, baş vakitlerini budalaca eğlenceler içinde geçirmek için, büyük küçük bir sermaye sahibi olmaktır» … «Gayet iyi biliyorum ki, birçok kimseler bu insanları görmekten hoşlanırlar; bunlarda zekâ, teşebbüs zihniyeti bulunduğunu kabul ederler; bunları halkın en ilerleyici unsuru sayarlar; ulusal uygarlığın bunlarda dolaysız ve tabiî bir şekilde ilerlediğini görürler, bu ilerlemeden doğan eşitsizlikler de zamanla silinecektir. Aal… Ötedenberi bilirim, ki, bizde okumuş kimselerden, tacirlerden, ya 1861 yılı buhranına direnemeyip mahvolan ya da zamanın zihniyetini kavrayan soylulardan teşekkül etmiş yüksek bir burjuvazi vardır; bu burjuvazi üçüncü düzenin kadrolarını daha şimdiden kurmuştur; bu üçüncü düzenin bir eksiği varsa, o da, halktan gelme (kendisinin de hoşlandığı) unsurlardır; çün-

(*) Bu sözler doğru değildir. Küçük burjuvayı büyük burjuvadan ayıran şey, yazar tarafından sayılan kategorilerin yaptıkları gibi küçük burjuvanın kendisinin de çalışmasıdır. Sörnürtme, elbette ki, yine var, ama, küçük burjuvanın kazancı sadece sömürmeden ibaret değildir.

Bir itirazımız daha var: Basit bir köylünün kaderi ile yetinmek istemiyenllrin hayatta güttükleri amaç, sermaye sahibi olmaktır. Halkçı (zihni aydınlık olduğu zaman) böyle konuşur. Marksçı ise Rus köylüsü ortaik toprak tasarrufa rejimine doğru değil, küçük burjuva rejimine doğru gitmektedir, der.

Bu iki tez arasındaki fark nedir? O fark şudur: Birinci tez hayatın deneysel bir gözlemini ihtiva ettiği haldi, ikinci tez (gerçek ve «yaşıyan fertler» in gerçek «düşüncelerini ve duygularını» ifade eden) gözlenmiş olayları geneılllştirip, bundan iktisat ilminin bir kanununu çıkarmağa çalışır.



kü, bu unsurlar olmadan hiçbir şey yapamaz…»

«Bal şeker akan iyimserliğe» yine burada da açık kapı bırakılmıştır; büyük burjuvazinin «bir eksiği varsa», o da halktan gelme burjuva unsurları bu-lunmamasıymışL Peki ama, büyük burjuvazi halktan çıkmamıştır da, nereden çıkmıştır?. Yazar «tüccarlarımızı» köylere bağlayan bağların varlığını inkâr mı edecek yoksa?.

Burada, genç burjuvazinin bu gelişmesini arızî bir şeymiş, .bir siyasetin sonucuymuş gibi, v.b. göstermek eğilimi seziliyor. Olgunun köklerini toplumun iktisadî yapısında aramayan bu yüzeysel görüş, küçük burjuvazinin çeşitli hiziplerini birer birer saymakla bağdaşıyor, ama, köylünün ve zanaatçının küçük bağımsız iktisadının, bugünkü iktisadî rejimde, hiçbir şekilde bir «halk» iktisadı olmayıp, bir küçük burjuva iktisadı olduğunu anlayamıyor. Bu anlayışsızlık, halkçılarda her zaman rastlanan o tipik yüzeysel görüşten ileri gelmektedir

«… Biliyorum ki, eski ailelerden gelen birçok kimseler şarapçılığa ve meyhaneciliğe, demiryolu inşası imtiyazlarına ve maden aratma işlerine şimdiden büyük bir ilgi göstermektedirler; banka anonim şirketlerinin idare meclislerinde üyedirler, edebiyata sokulmuşlardır ve şimdi yeni şarkılar söylemektedirler Biliyorum ki, bu edebî şarkıların çoğu son derece dokunaklı ve duyguludur, bunlarda halkın ihtiyaçlarından ve emellerinden söz edilmektedir, ama, yine biliyorum ki, namuslu ve dürüst edebiyat, halka ekmek yerine bir taş sunmak niyetlerini belirtmeyi kendine ödev saymaktadır.»


Bu ne tatlı sözler! Hâlâ sunmak «niyeti» nden

başka bir şeyin sözü edilmiyor?

Yazar hem. burjuvazinin «çoktanberi» teşekkül ettiğini «biliyor», hemde hep burjuvaziyi yaratmak «niyetini belirtmeyi» kendine görev sayıyor: Bu sözler birbiriyle nasi bağdaşabilir?

Çoktan seferber olmuş bir ordu, çoktanberi teşekkül eden bir «genel kurmay» etrafında toplanmış, sıralanmış askerler karşısında, çoktan ortaya dökülmüş bir çıkar mücadelesinin sözünü etmeyip de, hâlâ «niyeti belirtmekten» dem vuran kimselerin bu haline düpedüz «gönül rahatlığı» denir.

«… Fransız burjuvazisi de kendini halkla bir saymış, birçok dâvalarını her zaman halk adına öne sürmüştür, ama, her seferinde de halkı aldatmıştı. Öyle sanıyoruz ki, toplumumuzun şu son yıllarda benimsediği burjuva eğilimi halkın ahlâkı için de, refahı ve mutluluğu için de zararlı ve tehlikelidir»

Yazarın küçük burjuva niteliğini en iyi ortaya kayan cümlelerden biri belki de budur. Yazar, burjuva eğilim halkın ahlâkı için, refah ve mutluluğu için «zararlı ve tehlikeli» dir, diyor! Peki ama, saygıdeğer ahlâkçı, siz hangi «halk» in sözünü ediyorsunuz? Toprak köleliği devrinde derebey hesabına çalışan, «aile yuvasını», «emeğin yerleşik hale gelmesini ve kutsal ödevini» (*) sağlamiaştıran halkın mı, yoksa daha sonraları, kölelikten kurtulmak için ödediği parayı kazanmaya çabalayan halkın mı siz de pekâlâ bilirsiniz ki «kölelikten kurtulmak» için bu parayı ödemek mutlaka şarttı, köylü de parayı ancak Bay Coupon (5) da bulabilirdi. Bu Bay Coupon’un nasıl astığı astık, kestiği kestik bir kimse olduğunu,

(*) Bay Yııjakof tarafından kullanılan terimler.



«burjuvazinin kendi bilmini, kendi ahlâk kurallarını, kendi safsatalarını nasıl hayata kabul ettirdiğini», burjuvazinin «zekâsını, teşebbüs zihniyetini ve cerbezesini» öven ve göklere çıkaran bu edebiyatın nasıl teşekkül ettiğini siz kendiniz göstermiş değil misiniz? İyice görülüyor ki, bu işte iki sosyal teşekkülün birbirini izlemesi yani birbiriyle halef selef olması söz konusudur: Toprağa bağlı tcprak kölelerinin artık – emeğini kendine mal etme sistemi toprak köleliği ahlâkını yaratmış; «hür çalışma» sistemi de, bunun yerine, burjuva ahlâkını yaratmıştır.

Ama, küçük burjuva nesnelere ve olaylara cepheden bakmaktan, bunları kendi adlariyle ağıza almaktan korkar. Bu itiraz edilmesi imkânsız, bu su götürmez olaylardan yüz döndürüp, birtakım hayallere dalar. Yalnız ve yalnız bağımsız küçük iktisadî (bunun pazar hesabına çalıştığını gizlice hasıraltı edip) yalnız bunu «ahlâkî» sayar, ücretli çalışmaya «ahlâksız» damgasını basar. Bu iki şeyin birbirine bağlı olduğunu —ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğunu— anlamaz burjuva ahlâkını, ticaret eşyası üretiminden (küçük burjuvanın bu üretime karşı söyleyecek hiçbir sözü yoktur) doğmuş olan burjuva rejiminin doğrudan doğruya bir ürünü olarak değil de, bir çeşit arızî ve gelip geçici bir hastalık diye kabul eder. İşte onun içindir ki, «bu rejim zararlı ve tehlikelidir…» gibi saçma sapan kocakarı lâfları etmeğe başlar.

Sömürmenin modern şeklini, bundan önceki toprak köleliği devrindeki sömürme şekliyle kıyaslamaz; bu sömürme şeklinin üretimi yapan ile üretim araçlarına sahip olan arasındaki ilişkilerde sebep olduğu değişiklikleri hesaba katmaz; bu şekli, saçma bir küçük burjuva hülyasiyle kıyaslar; bir ticarî iktisat olduğundan dolayı, bu saçma hülyanın vardığı yere varmayacak bir «bağımsız küçük iktisat» ile kıyaslar

(Daha yukarıya bakınız. «Kulak olmak eğilimleri pek bol olarak gelişmekte ve en zayıfları ücretli birer ziraat emekçisi haline getirmek için bunları köleleştirmek hedefini gütmektedir», v.b.). Onun içindir ki, kapitalizme karşı edilen itiraz (itiraz olarak, tamamiy-le doğru ve geçerli olan bu itiraz) gerici bir sürü «ah vah» çığlığı haline gelmektedir.

Yine bu küçük burjuva anlamıyor ki, emekçileri toprağa bağlayan sömürme şekli yerine, bunları memleketin ötesine berisine dağıtan ve saçan başka bir sömürme şekli getirmekle, «burjuva eğilim» iyi bir iş yapmıştır. Fazla ürünü kendine mal etmeyi, sömüren ile üretim yapan arasındaki kişisel ilişkilerle, karşılıklı medenî ve siyasî mükellefiyetler oyunu ile, v.b. gizleyen sömürme şekli yerine, «peşin para ile ödemeyi» getirmekle ve emek gücünü herhangi bir nesne gibi ticaret eşyası haline sokmakla, «burjuva eğilim» sömürmeyi çırçıplak ortaya koymuş ve kendisini saran bütün bulutları, bütün boş hayalleri dağıtmıştır. Sömürmeyi çırçıplak ortaya koymanın büyük bir değeri vardır.

Hem sonra, şu sözlere bakınız. Burjuva eğilimi toplumumuz ancak «şu son yıllarda» benimsemiştir. Yalnız «şu son yllarda» mı benimsemiş? Bu eğilim 1860 yıllarında tamamiyle aydın bir şekilde kendini göstermemiş miydi? 1870 yılları boyunca da tamamiyle egemen olmamış mıydı?

Küçük burjuva olayları ve yılları bu defa da gölgelemek ve köleliğin ortadan kaldırılmasından sonraki bütün devrede «toplumumuza» has edan burjuva mahiyeti gelip geçici aşırı bir çeşit rağbetle, bir moda ile açıklamak istiyor. Ağaçlar bu insanın ormanr görmesini engelliyor: Küçük burjuva düşüncesinin belli başlı özelliği işte budur. Toprak köleliği aleyhindeki öfkeli hücumlar ve itirazlar küçük burjuvazi ideologunun burjuva niteliği görmesine engel oluyor;



çünkü, bu öfkeli çığlıklar ortasında yerleşmiş olan rejimin iktisadî temellerine cepheden bakmağa cesaret edemiyor. Liberal çevrelerle pek sıkı fıkı bir dostluk kurmuş olan bütün ileri gazetelerin (s. 129) kredileri, tasarruf ve ödünç para verme birlikleri, ağır vergi yükleri, teprak mülkiyetinin genişletilmesi ve daha başka halka yardım etmek hedefini giden tedbirler hakkındaki sözlerinin arkasında yalnız «şu son yılların» burjuva eğilimini farkediyor da, «gericilik» hakkındaki şikâyetler arkasında, «1860 yıllarının» ağlamaklı hasreti arkasında, bütün bunların burjuva mahiyetini hiç mi hiç görmüyor; onun için de, gittikçe bu «toplum» la daha çok kaynaşıyor.

Gerçekte, toprak köleliğinin ortadan kaldırılmasından sonra gelip geçen üç kuşakta da, bizim köylü ideologu her zaman bu «toplum» un yanında bulunmuş ve hep onunla beraber olmuştur. Hem de bu burjuva mahiyete ettiği itirazı bu «teplum» un değersiz hale getirdiğini ve kendisini çaresiz ya birtakım hayallere ya da acınacak birtakım küçük burjuva uzlaşmalarına mahkûm ettiğini anlamadan.

(«Prensip olarak» Liberalizme düşman olan) halkçılığımızın liberal toplumla olan bu yakınlığı birçok kimseleri yumuşatmış, hatta bugüne kadar da yumuşatmağa devam etmektedir. Bundan, burjuva aydınlarımızın zayıf oldukları ya da var olmadıkları sonucu çıkarılabilir. Kapitalizmin Rusya’da kendine elverişli bir alan bulmadığını göstermek için sarfe-dilen gayret bunun delilidir. Oysa, bunun aksi doğrudur, yani kapitalizm Rusya’da kendine elverişli bir alan bulmuştur. Bu yakınlık, halkçılık aleyhindeki en büyük delildir, bu halkçının küçük burjuva niteliğini doğrudan doğruya kuvvetlendiren birşeydir. Nasıl ki, hayatta, küçük burjuva pazar için kendi başına ticaret eşyası üretimi sayesinde, kendi yolunda yürüyüp büyük işletmeci seviyesine yükselme şansları saye-

79

sinde burjuvazi ile birleşiyorsa, küçük üreticinin fikir sözcüsü de, kredi meseleleri, kooperatifler, v.b. üstünde liberalle tartıştığı zaman, aynı şekilde onunla birleşmiş oluyor. Burjuvaziye karşı mücadele edecek güçte ve yetenekte olmayan küçük üretici bütün umutların vergilerin indirilmesine, toprak parçasını büyütmeğe, v.b. bağladığı gibi, halkçı da liberal «toplum» a ve bu toplumun «halk» hakkındaki gevezeliklerine, «sonsuz bir yalandan ve iki yüzlülükten başka birşey olmayan lafazanlıklarna kanar ve güvenir. Bu «topluma» ana sıra atıp tuttuğu olursa da, hemen ardından, yalnız «şu son yıllarda» bozuldu, yoksa, genellikle, hiç de «kötü bir toplum değildir» lâfını yapıştırmayı unutmaz.

«Bizde toprak köleliğinin kaldırılmasından sonra teşekkül eden yeni iktisadî sınıfı şu sen günlerde ele alan Sovremenniye İzvaestiya dergisi bu sınıfı güzel bir şekilde tasvir etmektedir: «Alçakgönüllü ve sakallı, kirii paslı çizmeler giyen, en küçük polis memurunun yanından süklüm büklüm geçen eski zaman milyoneri, birden göğsünde nişanları ve yüksek bir mevkii olan, hatta pervasız ve küstah, kibar tavırlı serbest bir Avrupalı teşebbüs sahibi haline gelivermiştir. Bu birden ortaya çıkıveren kibar alemini yakından görünce, bugünkü yıldızlardan çoğunun dünkü meyhaneciler, müteahhitler ve tüccar kâtipleri olduğunu anlayınca, insan şaşırıp kalıyor. Bu yeni gelenler şehir hayatını canlandırmışlar, ama, bu hayatı iyiye doğru götürmemişlerdir. Şehre bir kaynaşma, bir hareket, aynı zamanda da bir fikirler karmaşası getirmişlerdir İşlerin çoğalması ve sermaye talebi teşebbüs kurumlarındaki faaliyeti son derece artırmış, bu ise bir kumar salgını haline gelmiştir Birçok servet-


lerin birden ortaya çıkıvermesi, kazanç hırsını en yüksek noktasına vardırmıştır, v.b: Bu insanların halkın ahlâkı üstünde çok kötü ve çak zararlı bir etki yaptıkları muhakkak (işte asıl felâket burada, yani örf ve adetlerin bozul-masındadır, kapitalist üretim ilişkilerinde değil! K.T.). Şehir işçilerinin ahlâkça köy ve ova işçilerinden daha fazla bozulduklarına hiç şüphe yok. Bunun da sebebi, şehir işçilerinin bu türlü insanlara daha yakın olmaları, aynı havayı solumaları ve yine bu insanların yarattıkları hayat içinde yaşamalarıdır»

Bu sözler Bay Struve’nin halkçılığın gerici mahiyeti hakkındaki fikrini iyice kuvvetlendirmektedir. Şehir işçilerinin «ahlâkça bozulmaları» küçük burjuvayı korkutmaktadır. Küçük burjuva (kayınpederin ve gelinin nikâhsız yaşamalcriyle, sopasiyle) «aile ocağını» (aptallaştırması ve vahşiliği ile) aynı yerdeki yerleşik hayat tabiî ki, daha çok ister; «çeki hayvanı» içinde insanoğlunun uyanışı, edilen bütün fedakârlıkları haklı gösteren bu uyanış, genellikle, kapitalizmin, özellikle, Rus kapitalizminin şartları içinde mutlaka sert ve haşin şekillere bürünecektir: Küçük burjuva bunu anlamıyor.

«Rus toprak beyi vahşi bir kimse ise de, ondaki Tatar cibilliyeti meydana çıkarmak için biraz kazımak yeterse de, Rus burjuvasını hiç kazımağa lüzum yoktur. Eski Rus tüccar bir karanlıklar âlemi yaratmıştı; oysa, bugünün tüccarı yeni burjuvazi ile birlikte öyle koyu karanlıklar yaratacaktır ki, her düşünce, her insanlık duygusu bu karanlıklar içinde mahvolup gidecektir.»

Yazar korkunç şekilde yanılıyor. O burada geçmiş zaman sığasını kullanmalıydı, gelecek zaman sı-

81



gasını değil. Hattâ bu gelecek zaman sığasını 1870 yılları için, o devir için bile kullanamaz.

«Birçok yeni fatih çeteleri her gittikleri yerde hiçbir dirençle karşılaşmıyorlar. Toprak sahipleri bunları sevinçle karşılıyor ve koruyor, zem-stvoların ziraat idarecileri bunlara büyük sigorta pirimleri veriyor, okul öğretmenleri bunların hileli dâva mektuplarını yazıyor, papazlar ziyaretlerine gidiyor, nahiye idaresindeki kâtip bunların Mordvoları dayaktan geçirmelerine yardım ediyorlar.»

Tamamile doğru bir tasvir! «Bunlar gittikleri yerlerde hiçbir dirençle karşılaşmadıktan başka», üstelik yazarın adlarını birer birer saydığı «toplum» ve «devlet» temsilcilerinden yardım bile görüyorlar. Bu sebeple, işlerin rengini, gidişini değiştirmek için, başka bir yol seçilmesi öğüdünü vermek, hem de bu öğüdü «toplum» a ve «devlet» e vermek lâzımdır, şeklindeki düşünce düpedüz tuhaf bir mantıktır.

«Öyleyse, bu insanlara karşı ne yapmalı?» «…— Sömürücülerin ahlâkî ve siyasî bakımdan olduğu gibi, adalet bakımından da —ki, devlet bu değerler yanında yer alacaktır— fikirce gelişmelerini ve kamu oyunun gençleşmesini ummak imkânsızdır.»

Hele şu sözlere bakın: Devlet «ahlâkî ve siyasî görüş» te yer alacakmış! Yine bu defa da düpedüz lâf ebeliği, portreleri çizilen devlet temsilcileri ve memurları (nahiye idaresi kâtiplerinden başlayarak, en yüksek mevkilere kadar yükselen temsilciler) «siyasî» memurları (nahiye idaresi kâtiplerinden başlayarak, görüşte (karşı yukarıda: Çok hoşlanırlar. Bunları halkın

82



en ilerleyen unsuru sayarlar; bunlarda ulus uygarlığının dolaysız ve dcğal ilerlemesini görürler») ve «ahlâkî» görüşte (aynı yerde: «zekâ, cerbeze, teşebbüs zihniyeti») çoktan yer almamışlar mı? Şu halde, hayatta «yeni filizler» «burjuvazinin çalışmaya gitmek emrini verdiği» kimselere ne kadar düşmansa, birbirine o kadar düşman olan ahlâkî ve siyasî fikirler arasındaki m,ak zorundadır, yapacaktır da. Çünkü, sınıflar arasındaki mücadelenin üst yapısından başka bir şey olmayan bu fikirler arasındaki mücadeleyi niçin gizliyorsunuz?.

Bu gizleme, küçük burjuva görüşünden doğan doğal ve kaçınılmaz bir sonuçtur. Küçük üretici bugünkü rejimden çok ıstırap çeker, ama, sert ve keskin zıtlıkları görmek istemez; bu zıtlıklardan korkar ve safdil, gerici birtakım hayallerle avunur; bu hayallere göre, «devlet ahlâkî görüşte yer almaktadır, daha doğrusu, küçük üreticinin ahlâk görüşünde yer almaktadır.

Hayır, yanılıyorsunuz, hata ediyorsunuz. Başvurduğunuz devlet, bugünkü çağdaş devlet büyük burjuvazinin ahlâk görüşünde yer alacaktır; bunu yapmak zorundadır, yapacaktır da. Çünkü, sınıflar arasındaki güçler ilişkisine uygun olan budur.

Kızmışsınız, öfkelenmişsiniz. Bu «ödevi», bu zorunluluğu kabul etmekle, marksçı, burjuvaziyi savunma işini üstüne almış oluyor, diye yaygara koparmağa başlıyorsunuz.

Yalan bu. Olayların aleyhinizde olduğunu anlayıp, kaçamak yollar aramağa çalışıyorsunuz. Olaylara dayanıp, burjuvazinin egemenliğine dayanıp, burjuvazisi olmayan başka bir yol seçmek hakkındaki küçük burjuva hayallerinizi çürütenlere; burjuvazinin toplumun iktisadî yapısı içine derin bir şekilde kök saldığını hatırlatarak, «toplum» un ve «devlet» in temelini teşkil eden sınıflar arasındaki iktisadî mücadeleyi

hatırlatarak, burjuvazi aleyhindeki küçük cılız tedbirlerinizin etkinliğini inkâr edenlere emekçi sınıfın ideologlarından bu unsurlarla tamamiyle ilişkilerini kesmelerini ve yalnız ve yalnız burjuva toplum hayatından sürüp çıkarılmış olanlara hizmet etmelerini ısrarlı ve haklı olarak isteyenlere burjuvaları savunmak arzusunu yüklüyorsunuz.

«Edebiyatın hiçbir etkisi olmayacağına, elbette ki, inanmış değiliz. Ama, edebiyatın bir etkisi olabilmesi için, en başta, görevinin ne olduğunu gayet iyi anlaması ve sadece kulakları eğitmekle (aynen böyle deniyor!…) kalmaması kamu oyunu da uyandırmağa çalışması lâzımdır.»

İşte hölis muhlis petit bourgeois (*) diye buna derler! Edebiyatın kulakları eğitmesi, görevini yanlış ve kötü anlamasından ileri geliyormuş! Bu baylar kendilerine safdil insan gözü ile bakılmasına, romantik damgası basılmasına hâlâ daha şaşmaktadırlar!.

Aziz- dostum Halkçı, oysa, iş tamamiyle aksi. Edebiyatı eğitenler, ona (zekâ, cerbeze, teşebbüs zihniyeti, ulusal uygarlığın doğal ilerlemesi gibi) fikirler veren ve yine ona maddî (gelir) kaynakları sağlayanlar asıl kulaklardır (*), Birbiriyle karşılaşmış iki düşman ordudan biri çıkıp düşman ordusu mareşalinin emir subayından alçakgönüllü bir eda ile «hareketlerini daha iyi düzene sokmalarını» rica etmesi ne kadar gülünçse, sizin bu yaptığınız da o kadar gülünç.

«Kamu oyunu uyandırmak» hakkındaki dileğiniz için de aynı şey söylenebilir. «İdeali rahat ve sakin bir kuşluk uykusuna dalmakta arayan» bir toplumun

(*) Rusça metinde fransızca olan bu terim «küçük burjuva»

manasına gelir (Çev.) (*) Bu terimin çok dar bir manası var. «Burjuvazi» demek daha

doğru ve daha yerinde olur.



kamuoyunu uyandırmak ha? Eee, doğrusu ya, halkçı Bayların ötedenberi alıştıkları, «10 yıldır, 20 yjldır, 30 yıldır» büyük bir başarı ile devam ettikleri bir uğraş bu.

Birazcık daha gayret edin, Baylar! Daldığı kuşluk uykusunun bol bol tadını çıkaran toplum, kulaklara karşı hareketlerini bir düzene sokmağa hazırlandığını söylemek için, belki ara sıra böğürdüğü olur. Haydi, onunla konuşmanıza. AHez Toujours! (**)

«… İkincisi de, edebiyat geniş bir söz ve halkla ilişki hürriyetinden faydalanmalıdır.»

Çok güzel ve yerinde bir dilek. «Toplum» bu «ideale» büyük bir yakınlık gösterir Ama, toplum bu ideali rahat ve sakin bir kuşluk uykusunda «aradığından», dünyada en çok korktuğu şey de bu huzur ve sükûnun bozulması olduğundan, o halde… o halde, toplum öyle ağır davranır, öyle bir bilgelikle ilerler ki, yıllar geçtikçe kendini geriye doğru atılmış bulur. Halkçı Baylar bunun bir tesadüf olduğunu, kuşluk uykusunun pek yakında sona ereceğini ve hakikî ilerlemenin başlayacağını düşünürler. İşiniz yoksa bekleyin durun bakalım :

«Eğitimin ve öğretimin de etkisi olduğuna inanmıyor değiliz. Ama, her şeyden önce düşünüyoruz ki: 1°. Eğitimden yalnız çevrelerinden koparılıp birer kulak haline getirilen kimseler faydalanmakla kalmamalı, bundan herkes faydalanmalı.»

«Herkes faydalanmalı».. Marksçıların da istediği işte budur. Ama, marksçılar düşünüyorlar ki. Bugünkü iktisadî ve sosyal ilişkiler alanında herkesin eği-

(**) Rusça metinde fransızca olan bu sözler «ne duruyorsunuz, haydi» manasına gelir (Qev.)
timden faydalanması imkânsızdır. Çünkü, eğitim bedava ve zorunlu olsa bile, yine parayı zorunlu kılar; oysa, bu para ancak «halk içinden çıkmış olan» unsurlarda vardır. Bunun sonucu olarak, marksçılar düşünüyorlar ki. Bu alanda da «sosyal sınıflar arasındaki şiddetli mücadele» dışında bir hal şekli var olacağı kabul edilemez.

«… 2°. Halk okullarındaki öğretim yalnız papazların, emekli olmuş memurların, her soydan bir sürü aylağın eline bırakılmamalı; hakikaten namuslu, halkı gerçekten seven insanların eline bırakılmalıdır.»

Doğrusu, pek dokunaklı sözler! Ama, «zekâyı, teşebbüs zihniyetini, cerbezeyi», «halk içinden çıkmış olan» unsurlarda görenler de (hem. her zaman samimî olmayarak da değil) «halkı sevdiklerini» temin ediyorlar, içlerinden çoğu da gerçekten namuslu» insanlardır. O halde, kim hüküm verecek? Eleştirsel bir zekâya ve yüksek bir ahlâka sahip olan kimseler mi? Oysa, yazarın kendisi de. «Hor ve hakir görmenin, küçümsemenin bu insanlara karşı hiçbir yararı almaz» demedi mi? (*).

Dönüp dolaşıp, yine halkçlığın ta baştanberi rastladığımız ana özelliklerine geliyoruz ki, o özellik olaylara arkasını dönmektir.

Herhangi bir halkçı olayları ortaya koyunca, gerçeğin sermayeye ait olduğunu, geçirdiğimiz gerçek tekâmülün kapitalist bir tekâmül olduğunu, kuvvetin burjuvazinin elinde olduğunu her zaman kabul etmek

(*) S. 151: «…Bunlar kendilerini hor ve hakir görecek, kiiçüm-siyecek olanları, daha önceden (bu «önceden» sözü üstünde durunuz) hor ve hakir görmüyorlar mı, küçümsemiyorlar mı?»

86



zorundadır. Meselâ, makalesini yorumlamakta olduğumuz yazarın da yaptığı şey budur Bizde bir «burjuva kültürü» nün teşekkül ettiğini, halka çalışmağa gitmek emrini verenin burjuvazi olduğunu, burjuva toplumun kendini vücudunun fizyolojik görevlerine terk ettiğini ve rahat bir kuşluk uykusuna daldığını, «burjuvazi» nin hatta bir burjuva bilmi, bir burjuva ahlâkı, bir burjuva edebiyatı, siyasette de birtakım, burjuva safsatalar yarattığını bile kendisi de söylemiş değil midir?.

Ama, yine de öyleyken, halkçı dil dökmelerinin hem de her zaman şu aykırı faraziyeye dayanmaktadır. Kuvvet burjuvazi tarafında değil, halk tarafında-dır. Halkçı (bugünkü yolun kapitalist bir mahiyeti olduğunu bile bile) bir yol seçme üstünde, (bugün burjuvazinin yönetimine tâbi olan) emeğin sosyalleştirilmesi üstünde dil döker; Devlet ahlâkî ve siyasî görüşte yer almalıdır, halka gerekli eğitimi verecek olanlar halkçılardır, v.b. der: Sanki kuvvet daha şimdiden emekçiler ya da emekçilerin ideologları tarafında imiş de, iş bu kuvvetin «hemen», «rasyonel», v.b. kullanılması yollarını göstermeğe kalmış gibi.

Bütün bunlar bir sürü iğrenç yalandan başka bir-şey değil. Prusya Regierungsrat (6) inin Rusya’da «ortak toprak tasarrufuna dayanan ziraî cemaatı» keşfettiği devirde, bundan elli yıl önce, bu türlü hülyaların raison d’etre(*)i olabilirdi, ama, atuz yıldan fazla süren «hür» bir çalışmadan sonra, bugün, bu, artık acı bir alaydan, bir ikiyüzlülükten başka birşey olamaz.

Yazarının iyi niyeti, vicdanının temizliği ne olursa olsun, marksçılığın esasiı nazarî görevi bu yalanı yıkmak, böyle düşüncelerin yalanlarını yüzlerine vur-

(*) Rusça metinde fransızca olan bu sözler «haklı olabilirdi, bir manası olabilirdi» manasına gelmektedir. (Çev.)

maktır. «İnsanoğlunu mutluluğa götürecek yolları» arayanların birinci ödevi, kendilerini aldatmamak, bu işin ne olduğunu açıkça öğrenmek ve anlamak cesaretini göstermektir.

Emekçi sınıfın ideologları bunu iyice anlayıp kavrayacakları zaman da, «ideal» in daha iyi ve daha kestirme yollar bulmak olamayacağını, belki kapitalist toplumdia gözlerimiz önünde olup biten a «şiddetli sınıf mücadelesinin görevlerini ve hedeflerini ifade etmek olacağını; emellerinin başarıya ulaşma ihtimalinin, «toplum» a ve «devlet» e verilen öğütlerle ölçülmeyip, bu idealin toplumun belli bir sınıfı içinde yayılma derecesiyle ölçüleceğini; ideal, iktisadî mü-cadeleye asıl katılanların çıkarlarıyla iyice kaynaş-mamışsa, halkçının tumturaklı sözlerle küçümsediği, örneğin, «emeğe âdil ve hakkaniyete dayanan bir ücret verilmesi» gibi, ilgili sınıfın günlük hayatındaki «küçük» meselelerle kaynaşmamışsa, bu idealin en yüksek ideal olsa bile, beş para etmeyeceğini görüp kabul edeceklerdir

«Ama, bukadarı da yetmez. Fikrî gelişme —ne yazık ki, her adımda karşılaştığımız gibi yırtıcı içgüdülere ve emellere karşı henüz bir teminat teşkil etmemektedir. Bu sebeple, köyleri ve ovalar yağma edilmekten korumak için, insanoğlunun yaratılışındaki manevî ve ahlâkî kusurları düzeltmeğe yardım eden tcplu hayat şekli olarak, her şeyden önce, ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğumuzu korumak için acele edip birtakım tedbirler alnmaiıdır. Ortak toprak tasarrufuna dayanan toprak topluluğunun varlığı, ne pahasına olursa olsun, güven altına alınmalıdır. Ama, bu da yetmez Ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu sırtına yüklenen vergilerle, bugünkü iktisadî şartlar



altında yaşayamaz. Şu halde, köylünün toprak mülkiyetini genişletecek, vergileri azaltacak, halk sanayiini teşkilâtlandıracak birtakım tedbirler almak lâzımdır.»

«Kulaklara karşı mücadelede başvurulacak çareler işte bunlardır Her namuslu edebiyat birleşmiş bir kitle haline gelip bu çareleri savunmalıdır. Bu söz konusu çareler, elbette ki, yeni şeyler değildir, ama, bu işi görecek yegâne tedbirlerdir Oysa, herkesin buna kanaat getirmesi için, daha çok şey ister.» (Son).

Bu lâf ebesi halkçının programı işte budur! Gördük ki, ortaya konan olaylar iktisadî çıkarlar arasındaki mutlak zıtlığın her yerde var oiduğunu, yalnız köyde olduğu gibi şehirde de, ortak toprak tasarrufuna dayanan tarım topluluğu içinde cılduğu gibi dışında da, «halk» sanayiinde olduğu gibi küçük ve büyük fabrikalarda da, görülen anlamda değil, her yerde, iktisadî olayların yanı sıra da, yani edebiyatta da, «toplum» da, ahlâkî siyasî hukukî v.b. fikirle.r âleminde de var olduğunu göstermiştir Bizim kahraman şövalye Kleinbürger (*) bir de kalkmış, «köyü ve ovayı korumak için hemen acele tedbirler almalıdır» diye çığlığı basıp, acı göz yaşlar döker. Olayları yüzeysel anlamak ve uzlaşmaları kabul etmekte acele etmek gibi küçük burjuvaya has olan özellikler burada bütün çıplaklığı ile kendini göstermektedir Gördük ki, köyde ve ovada da bölünme ve mücadele vardır; buralarda da karşıt çıkarların oynadığı oyun görülmektedir. Oysa, halkçı hastalığın kökünü bu oynanan oyunda görmez de ayrıntıda işlenmiş olan hatalarda görür. Ortaya koyduğu prcgram da gözünün önünde olup biten mücadeleyi bir fikir aracılığıyla aydınlat-

(*) Rusça metinde almanca.
mağa çalışmaz. Köyü ve ovayı dışarıdan arızî olarak, gelmiş, «yağmacı ve çapulcular» dan korumak düşüncesindedir. İyi güzel, ama, pek sevgili romantik, bu koruma tedbirlerini kim alacak? Asıl korunması gereken insanların zararına olarak vücudunun fizyolojik görevleriyle yetinen toplum mu? Artık – değerin bir parçasiyle geçinen, bu sebeple de, gördüğümüz gibi, bu yağmacılara direnç değil, tam aksine, elden gelen bütün yardımı yapan zemstvoların, o kantonların ve başka şeylerin temsilcileri mi?

Halkçı bunu üzücü bir ihtimalden, bir tesadüften başka bir gözle görmez; işi bu ihtimâlin, tesadüfün «oynadığı rolün kötü olarak anlaşılmasına» yorar; bütün bu unsurları «saptıkları yanlış yol» dan kurtarmak için «hareketlerini iyi bir şekilde düzenlemeğe» davet etmek yeter. İktisadî ilişkilerde bir Plumache-rei (*) sistemi kurulup kurulmadığını görmek istemez. Böyle bir sistem.de eğitim görmek için yalnız «halk içinden» çıkmış kimseler gerekli imkânlara ve boş vakitlere sahiptirler; halk kitleleri ise, «cahil kalmak ve başkası hesabına çalışmak» zorundadır; bu rejimden doğrudan doğruya doğmuş bir sonuç olarak «kibar toplum» a girecek talihliler yalnız «halk içinden çıkmış» unsurlardır Halkçı bunları görmek istemez. Kanton idaresi kâtipleri, zemstvo memurları, v.b. işte bu «toplum» içinden ve «halk içinden çıkmış» bu unsurlar arasından seçilir; oysa, halkçı, saflık edip, iktisadî ilişkilerden ve sınıf ilişkilerinden üstünde diye, bunlara iktisadî ilişkilerin ve sınıf ilişkilerinin üstünde yer almış diye bakar.

Onun için, «korumaya» çağrı davetiyesi tama-miyle yanlış bir adrese gönderilmiştir. ,. Halkçı (ya tasarruf ve ödünç para verme birliklerini .kredileri, sıkı çalışmayı ve eğitimi teşvik eden

(*) Rusça metinde almanca. 90



kanunlarla kulaklarla mücadele etmek; arazi kredisi ve toprak satın almalarla köylünün toprak mülkiyetini büyütmek; gelir üzerinden alınan vergi aracılığıyla vergi yüklerini hafifletmek gibi küçük burjuvalara yaraşan yarım yamalak çarelerle) ya da ortaokul kızlarına yaraşan «halk sanayiini teşkilâtlandırmak» şeklindeki gül pembe hayallerle yetinir daha doğrusu

ayunur.

Peki ama, bu sanayi çoktan teşkilâtlanmış değil mi? Bu genç burjuvazi bu «halk sanayii»ni kendine göre, burjuva biçimine göre çoktan teşkilâtlandırmış değil mi? Bunu yapmamış olsaydı, «her köyü nasıl ovucunun içinde tutabilirdi?» Halka «çalışmağa gitmeğe nasıl emredebilir» ve artık – değeri nasıl kendine mal edebilirdi?.

Halkçı burada ahlâkçi öfkenin en yüksek noktasına varır. Kapitalizmin üretimde anarşi üstüne, iktisadî buhranlar üstüne, halk kitlelerindeki sürekli, normal ve gittikçe vahimleşen işsizlik üstüne, emekçilerin kaderinin son derece kötüleşmesi üstüne kurulmuş bir «teşkilât» olduğunu söylemek ahlâksızlıktır, diye haykırır.

Oysa, tamamiyle aksine, asıl ahlâksızlık hakikati gizlemek, köleliğin ortadan kaldırılmasından sonra gelişen Rusya’yı vasıflandıran rejimi tesadüfen gelmiş, arızî birşey olarak göstermek istemektir. Her kapitalist millet, teknik ilerlemeyi ve üreticileri sakat hale getiren «emeğin sosyalleştirilmesi» oluşumunu getirmektedir. Bu, ötedenberi bilinen bir olay, bir gerçektir. Ama, bu olayı «toplum» sözünü kullanarak ahlâkî bir vaaz konusu haline getirmek ve olup, biten mücadeleye gözlerini kapayıp, kaygısız bir huzur içinde: «Koruyunuz», «sağlayınız», «teşkilâtlandırınız», diye gevelemek düpedüz bir romantik, safdil ve gerici bir romantik olup çıkmak demektir.

91



Okuyucu bu yorumun Bay Struve’nin kitabını tahlil etmekle hiçbir ilişkisi yok, sanabilir. İlk bakışta böyle bir ilişki yok gibi görünürse de, sanırım, dikkatle bakılınca, bu ilişki kolayca görülebilir.

Bay Struveînin kitabı Rus marksçılığını hiç anlamamıştır. Sadece, daha önce ortaya atılmış birtakım nazariyeleri (*) ilk defa olarak basınımıza getirmiş bulunuyor. Önce de işaret edildiği gibi, liberal halkçı basın marksçılığı bu kitap çıkmadan önce de şiddetle eleştirmiştir.

Bu eleştiriye karşılık vermeden, meselenin bugünkü durumunu ele almağa, sonra da Bay Struve’nin kitabının niteliğini ve oynadığı rolü anlamağa imkân yoktur.

Bu cevabı vermek için, eski bir tarihte yazılmış halkçı bir makaleyi ele aldık; çünkü, hem ilkeleri ifade eden, hem. de fazla olarak marksçılk için büyük bir değer taşıyan eski Rus halkçılığının hiç olmazsa esaslı birkaç kuralını kapsayan bir makaleye gerek vardı.

Bu yorumda, alışılmış halkçı – liberal kalem tartışmalarının ne kadar yapay ve saçma olduğunu göstermeğe çalıştık. Marksçılık hegelciliğin bir çeşidi(**) imiş; olaylarla kontrol edilmeyen akidelere ve şemalara, her memleketin kapitalzm safhasından mutlaka geçmesi zorunluğuna inanmaya bağlıymış, gibi sözler boş birer gevezelikten başka birşey değildir.

Marksçılık gerçeğin ölçüsünü (kıstasını), sosyal sınıfların ve iktisadî çıkarların gözlerimiz önünde gi-



riştikleri mücadelenin ifade edilmesinde ve teorik açıklamasında aramaktadır.

Marksçılık yalnız ve yalnız Rus tarihinin ve gerçeğinin alaylarına dayanır. Marksçılık da emekçi sınıfının fikir sistemini temsil eder, ama, Rus kapitalizminin gelişmesini ve başarılı gidişini, bu pek bilinen olayları büsbütün başka bir şekilde açıklar, bizim gerçeğimizin bugünkü üreticilere fikir sözcülüğü edenlerin önüne koyduğu görevleri büsbütün başka bir şekilde kavrar ve anlar. Onun için, bir marksçı, Rus kapitalizmi zorunludur, ilerleyicidir, bu kapitalizmin memlekette yerleşmesi ve gelişmesi kaçınılmaz bir olaydır, dediği zaman, iyice yerleşmiş olup, bir yenilik ve moda cazibesi olmadığından ötürü her zaman anılmayan olaylardan hareket ederek işe başlar. Halkçı edebiyatın defalarca anlatıp anlatıp tekrarladığı şeylerin hepsini büsbütün başka bir şekilde yorumlar. Bütün bunlara cevap olarak, marksçı olayları tanımak istemiyor, diye halkçı feryadı bastığı zaman kendisini derhal susturmak için, 1870 yıllarında yazılmış ve esaslı bir ilkeye dayanan herhangi bir halkçı makaleyi kendisine hatırlatmak yeter

Şimdi Bay Struve’nin kitabını tahlil etmek işine girişelim.



(*) Bak. V.V. Naza>î iktisat ilmi üstüne bir deneme, Petersburg. 1895, s. 257-258 (7).

(**) Söyleme gerek yok, ben burada marksçılığm tarihî kaynağından söz etmiyorum^ yalnız bugünkü muhtevasının sözünü ediyorum.