Şimdi">
KÜTÜPHANE
|
STALIN
Diyalektik
ve Tarihsel Materyalizm
Jozef Stalin
Şimdi, geriye şu soruya açıklığa kavuşturmak
kalıyor: Tarihsel materyalizm açısından son çözümlemede, toplumun
görünüşünü, düşünlerini, görüşlerini, politik kurumlarını vb. belirleyen
"toplumun maddi yaşam koşulları"yla ne anlatılmak isteniyor? "Toplumun maddi
yaşam koşulları" ne demektir, bunların ayırdedici nitelikleri nelerdir?
Kuşkusuz bir şeydir ki, "toplumun maddi yaşam koşulları" kavramı, her şeyden
önce, toplumun maddi yaşamının en vazgeçilmez ve değişmezlerinden biri olan,
toplumsal gelişmeyi haliyle etkileyen coğrafi ortamı, toplumu çevreleyen
doğayı kapsamaktadır. Peki, coğrafi ortamın toplumsal gelişmedeki rolü
nedir? Coğrafi ortam, toplumun görünüşünü, insanların sosyal sisteminin
niteliğini, bir sistemden ötekine geçişini belirleyen ana etken midir?
Tarihsel materyalizm bu soruya olumsuz karşılık
verir.
Coğrafi ortam, hiç kuşkusuz, toplumun değişmez
ve vazgeçilmez koşullarından biridir. Ve elbette ki, toplumun gelişmesini
etkiler: bu gelişmeyi hızlandırır ya da yavaşlatır. Ama, mademki toplumdaki
gelişme ve değişmeler coğrafi ortamdaki gelişmelerden karşılaştırılamıyacak
kadar bir hızla ilerliyor, öyleyse, bu etki belirleyici bir etki değildir.
Üç bin yıllık bir sürede, Avrupa'da birbiri ardısıra üç ayrı sistem
gelmiştir: ilkel komünal sistem, kölecilik ve feodal sistem. Doğu Avrupa'da,
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği toprağı üzerinde ardarda dört ayrı
sosyal sistem geçmiştir. Oysa, bu süre içinde Avrupa'daki coğrafi koşullar
ya hiç değişmemiştir ya da coğrafyada kaydedilemiyecek kadar az değişiklik
olmuştur. Bu anlaşılır bir şeydir. Coğrafi ortamda az çok önemli bir değişme
olması için milyonlarca yılın geçmesi gerekli olduğu halde, insanların
toplumsal sisteminde hatta çok önemli bir değişikliğin olabilmesi için
birkaç yüzyıl ya da iki bin şu kadar yıl yeter.
Bundan da anlaşılıyor ki, coğrafi ortam sosyal
gelişmenin ana nedeni, belirleyicisi olamaz. Çünkü onbinlerce yıllık bir
süre içinde hemen hemen değişmeden kalan bir şey, birkaç yüzyılda köklü
değişikliklere uğrayan bir şeyin gelişmesinde temel neden olamaz.
Kuşkusuz bir şeydir ki, "toplumun maddi yaşam
koşulları" kavramı, nüfus artışını, şu ya da bu kadar olan nüfus yoğunluğunu
da kapsar. Çünkü insan, toplumun maddi yaşam koşullarının zorunlu
öğelerinden biridir. Belli bir insan sayısı tabanına erişilmedikçe toplumun
herhangi bir maddi yaşamı olamaz. Öyleyse, nüfus artışı, insanoğlunun sosyal
sisteminin niteliğini belirleyen temel bir güç müdür? Tarihsel materyalizm
bu soruya da olumsuz karşılık verir.
Kuşkusuz, nüfus artışı toplumdaki gelişmeyi
etkiler, bu gelişmeyi hızlandırır ya da yavaşlatır; ama toplumun
gelişmesinde asıl güç olamaz ve toplumun gelişmesi üstüne olan etkisi
belirleyici nitelikte bir etki değildir. çünkü, nüfus artışı tek başına bir
sosyal sistemin yerini, neden başkasına değil de, tam şu biçimde bir sosyal
sisteme bıraktığını, neden ilkel komünal sistemin ardından kesinlikle köleci
sistemin, onun ardından feodal sistemin, onun ardından da burjuva sisteminin
gelip bir başka sistemin gelmediğini açıklayabilecek ipuçları veremez.
Nüfus artışı toplumsal gelişmenin belirleyici
gücü olsaydı, daha fazla bir nüfus yoğunluğu, zorunlu olarak, buna bağlı
daha yüksek biçimde bir sosyal sistem doğururdu. Ama durumun böyle
olmadığını görüyoruz. Çin'deki nüfus yoğunluğu Amerika Birleşik
Devletleri'ndekinden dört kat daha fazladır. Sosyal gelişme sırasında
Amerika Birleşik Devletleri Çin'den önde gelir. Çünkü Çin'de hâlâ
yarı-feodal bir sistem hüküm sürmektedir. Oysa Amerika Birleşik Devletleri
kapitalist gelişmenin en yüksek aşamasına erişeli çok oluyor. Belçika'daki
nüfus yoğunluğu Amerika Birleşik Devleri'ndekinden 19, Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetleri Birliği'ndekinden 26 kat fazladır. Ama yine de, Amerika
Birleşik Devletleri sosyal gelişme sırasında Belçika'dan ilerdedir. Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'ne gelince, Belçika'yı tüm bir tarih
döneminin gerisinde bırakmıştır. Çünkü Belçika'da kapitalist sistem hüküm
sürdüğü halde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği daha şimdiden
kapitalizmle işini bitirmiş ve sosyalist bir sistem kurmuştur.
Bunlar gösteriyor ki, nüfus artışı, toplumsal
gelişmenin temel gücünü, sosyal sistemin temel niteliğini ve toplumun
görünüşünü belirleyen güç değildir, olamaz da.
a) Peki ama, toplumun maddi yaşam koşulları
düzeni içinde, toplumun görünüşünü, sosyal sistemin niteliğini, toplumun bir
sistemden ötekine gelişmesini belirleyen temel güç öyleyse nedir?
Tarihsel materyalizme göre, bu güç, insanın
varoluşu için gerekli olan yaşama araçlarının elde ve ediliş ve biçimi;
toplumun yaşayabilmesi ve gelişebilmesi için zorunlu olan yiyecek, elbise,
ayakkabı, ev, yakacak, üretim aletleri vb. gibi maddi malların üretim
biçimidir.
İnsanların yaşamak için yiyeceğe, giyeceğe,
ayakkabıya, barınağa, yakacağa vb. sahip olmaları, bu maddi mallara sahip
olmak için de onları üretmeleri gerekir; ve, bunları üretmek için insanların
yiyecek, giyecek, ayakkabı, barınak, yakacak vb. üretebilecekleri üretim
aletlerine sahip olmaları, bu aletleri üretebilmeleri, kullanabilmeleri
gerekir.
Maddi değerlerin üretilmesinde kullanılan üretim
aletleri, belirli bir üretim deneyimi ve iş becerisi sayesinde bu üretim
aletlerini kullanan ve maddi değerler üretimini sürdüren insanlar, işte
bütün bu öğeler hep birlikte toplumun üretim güçlerini oluştururlar. Ama
üretim güçleri, üretimin yalnızca bir yanı, üretim biçiminin yalnızca bir
yönü, yani insanla maddi değer üretiminde yararlanılan şeyler ve doğa
güçleri arasındaki ilişkileri anlatan bir yönüdür. Üretimin, üretim
biçiminin başka bir yanı da, üretim sürecinde insanın insanla olan
ilişkileri, yani insanlar arasındaki üretim ve ilişkileridir. İnsanlar
doğaya karşı olan savaşımlarını sürdürürlerken ve maddi değerlerin
üretiminde doğadan yararlanırlarken birbirlerinden tecrit edilmiş ve
birbirlerinden ayrı kişiler olarak değil, birlik halinde, grup halinde,
topluluk halinde bulunurlar. Bundan dolayı, üretim, her zaman ve her koşul
altında sosyal bir üretimdir. Maddi değerlerin üretiminde insanlar, üretim
içinde şu ya da bu biçimde aralarında karşılıklı ilişkiler, şu ya da bu
biçimde üretim ilişkileri kurarlar. Bu ilişkiler, sömürüden kurtulmuş özgür
insanlar arasında işbirliği ve karşılıklı yardımlaşma biçiminde olabilir,
egemenlik ve boyuneğme ilişkileri biçiminde olabilir ya da bir üretim
ilişkisi biçiminden öteki üretim ilişkisi biçimine geçiş biçiminde olabilir.
Ama, üretim ilişkilerinin niteliği ne olursa olsun, her zaman ve her
sistemde, aynen toplumun üretim güçleri gibi, üretimin zorunlu öğelerinden
biridir.
Marx, şöyle diyor: "Üretim içinde insanlar,
yalnızca doğaya değil, birbirlerine de etki yaparlar. Ancak belli bir
biçimde işbirliği ve faaliyetlerini mübadele ederek üretimde bulunurlar.
Üretim yapabilmek için birbirleriyle belli bağıntılar kurarlar ve ilişkilere
girerler, ve ancak, bu sosyal bağıntı ve ilişkiler içinde doğa üzerindeki
eylemleri, yani üretim, gerçekleşir." (Ücretli Emek ve Sermaye)
Sonuç olarak, üretim ve üretim biçimi, hem
toplumun üretim güçlerini hem de insanların üretim ilişkilerini kapsar; bu
yüzden de, bunların maddi değerler üretimi sürecindeki birliğinin bir
anlatımıdır.
b) Üretimin ilk özelliği, bir noktada asla uzun
bir süre kalmaması ve sürekli bir değişme ve gelişme halinde olmasıdır.
Ayrıca, üretim biçimindeki değişmeler, kaçınılmaz olarak, sosyal sistemin
tümünde, sosyal düşünlerde, politik görüş ve politik kurumlarda da bir
değişmeyi gerektirir; üretim biçiminin değişmesi sosyal ve politik sistemin
tümünün yeniden kurulmasını zorlar. Değişik gelişme derecelerinde, insanlar
değişik üretim araçları kullanırlar, ya da daha kabaca söylersek, değişik
yaşama biçimleri sürdürürler. İlkel komünde bir üretim biçimi, kölecilikte
başka bir üretim biçimi, feodalizmde de daha başka bir üretim biçimi vardır
vb.... Buna bağlı olarak, insanların sosyal sistemleri, ruhsal yaşamları,
politik görüş ve politik kurumları da bu üretim biçimlerine göre değişikliğe
uğrar.
Üretim biçimi nasılsa, toplumun kendisi,
toplumdaki düşün ve teoriler, politik görüş ve politik kurumlar da esas
olarak öyledirler. Ya da, sorunu daha kabaca koyarsak, insanın yaşama biçimi
nasılsa, düşünme biçimi de öyledir.
Bu demektir ki, toplumun gelişme tarihi, her
şeyden önce, üretimin gelişme tarihi, yüzyıllar boyunca birbirini izleyen
üretim biçimleri tarihi, üretim güçlerindeki ve insanların üretim
ilişkilerindeki gelişmenin tarihidir. Bu yüzden, sosyal gelişme tarihi, aynı
zamanda, maddi değerleri üretenlerin, üretim süreci içinde temel güç olan ve
toplumun varlığı için gerekli olan maddi değerlerin üretimini sürdüren
emekçi yığınların tarihidir.
Bu yüzden, tarih bilimi, gerçek bir bilim
olacaksa, artık sosyal gelişme tarihini kralların, generallerin
davranışlarına, o devletteki "fatihlerin" ve "galiplerin" yaptıklarına
indirgemekten kurtulmalı, bu bilim, her şeyden önce, maddi değerleri
üretenlerin tarihi, emekçi yığınların tarihi, halkın tarihi olma yoluna
girmelidir.
Bu yüzden, toplum tarihi yasalarının
incelenmesinde, anahtar olarak, insanların aklını, toplumun görüş ve
düşünlerini değil, herhangi bir tarih döneminde toplumun uyguladığı üretim
biçimini, toplumun ekonomik yaşamını almamız gerekir.
Bu yüzden, tarih biliminin birinci görevi,
üretimin yasalarını, üretim güçlerinin ve üretim ilişkilerinin gelişme
yasalarını incelemek ve ortaya çıkarmaktır.
Bu yüzden, proletarya partisi, gerçek bir parti
olacaksa, her şeyden önce, üretimin gelişme yasalarını ve toplumun ekonomik
gelişme yasalarını kavramalı ve bilmelidir.
Bu yüzden, proletarya partisi, politikasında
hata yapmamak için, programını saptarken olsun pratik yaşamında olsun, esas
olarak, üretimin gelişme yasalarına, toplumun ekonomik gelişme yasalarına
dayanmalıdır.
c) Üretimin ikinci özelliği de şudur: Üretimdeki
değişme ve gelişmeler, daima, üretim güçlerinde ve her şeyden önce, üretim
aletlerinde olan değişme ve gelişmelerle başlar. Bundan dolayı, üretim
güçleri, üretimin en hareketli ve en devrimci öğesidir. İlkin toplumun
üretim güçleri değişir ve gelişir; sonra da, bu gelişmelere bağlı ve uygun
olmak üzere, insanlar arasındaki üretim ilişkileri, onların ekonomik
ilişkileri değişikliğe uğrar. Ama bu, üretim ilişkilerinin, üretim
güçlerinin gelişmesi üstünde etkili olmadığı, ve, üretim güçlerinin üretim
ilişkilerine bağlı olmadığı anlamına gelmez. Gelişmeleri üretim güçlerinin
gelişmesine bağlı bulunan üretim ilişkileri de, aynı biçimde, üretim
güçlerinin gelişmesi üstünde etkili olur, bu gelişmeyi hızlandırır ya da
yavaşlatır. Ayrıca, şunu da belirtelim ki, üretim ilişkileri, çok uzun süre
üretim güçlerindeki gelişmenin gerisinde kalamaz ve bu gelişmeyle çatışma
halinde bulunamaz; çünkü, üretim ilişkilerinin üretim güçlerinin niteliğine
ve durumuna uygun düşmesiyle ve üretim güçlerinin gelişmesine eksiksiz bir
ortam yaratmasıyladır ki, üretim güçleri ancak o zaman tam olarak
gelişebilir. Bundan dolayı, üretim ilişkileri, üretim güçlerindeki
gelişmenin ne kadar gerisinde kalırsa kalsın, eninde sonunda, üretim
güçlerindeki gelişme düzeyine ve üretim güçlerinin niteliğine uygun duruma
gelmek zorundadır; ve, gerçekte de böyle olur. Yoksa üretim güçleriyle
üretim ilişkilerinin üretim sistemindeki birliği temelden bozulabilir,
üretim tümüyle sarsıntıya uğrayabilir, Üretim krizi ve üretim güçlerinin
yıkımı gibi bir durum çıkabilir ortaya.
Üretim araçları üzerindeki kapitalist özel
mülkiyetin üretim sürecinin toplumsal niteliği ve üretim güçlerinin
niteliğiyle apaçık bir çelişme halinde bulunduğu kapitalist ülkelerdeki
ekonomik krizler, üretim ilişkileriyle üretim güçlerinin nitelikleri
arasındaki uyuşmazlığın, üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki
çatışmanın bir örneğidir. Üretim güçlerinin tahribi sonucunu veren ekonomik
krizler, bu uyuşmazlığın sonucudur; ayrıca, bu uyuşmazlık, kurulu üretim
ilişkilerini yıkmak ve üretim güçlerinin niteliğine uygun yeni ilişkiler
kurmakla görevli sosyal devrimin ekonomik temelini oluşturur.
Tersine, üretim araçları üzerindeki toplumsal
mülkiyetin üretim sürecinin toplumsal niteliğiyle tam bir uyumluluk halinde
bulunduğu, dolayısıyla ne ekonomik krizlerin ne de üretim güçlerinin
tahribinin sözkonusu olduğu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği
sosyalist ekonomisi, üretim ilişkileriyle üretim güçlerinin nitelikleri
arasındaki tam uyumluluğun bir örneğidir.
Sonuç olarak, üretim güçleri, üretimin yalnızca
en hareketli ve en devrimci öğesi değil, aynı zamanda, üretimdeki gelişmenin
belirleyici öğesidir.
Üretim güçleri nasılsa, üretim ilişkileri de
öyle olmak zorundadır.
Üretim güçlerinin durumu bir soruyu, insanların
gereksinimleri olan maddi değerleri ne gibi üretim aletleriyle ürettikleri
sorusunu yanıtlarken; üretim ilişkilerinin durumu da bir başka soruyu,
üretim ve araçları (toprak, ormanlar, sular, maden kaynakları, hammaddeler,
üretim aletleri, işletme binaları, ulaşım ve haberleşme araçları vb.) kimin
elindedir, bu üretim araçları kimin denetimi altındadır, toplumun tümünün
mü, yoksa bu araçları öteki bireyleri, grupları, sınıfları sömürmek için
kullanan tek başına bireylerin, grupların ya da sınıfların mı sorusunu,
yanıtlar.
İşte üretim güçlerinin en eski zamanlardan
günümüze dek gelişmesinin şematik bir tablosu: Yontmataş aletlerden ok ve
yaya geçiş, ve bununla birlikte, avcılık yaşamından hayvanların
evcilleştirilmesine ve ilkel hayvancılığa geçiş, taş aletlerden maden
aletlere (demir balta, demir uçlu geliştirilmiş saban vb.) geçiş; ve buna
ilişkin olarak da bitki ekimine ve tarıma geçiş; madenlerin işlenmesine
yarayan madeni aletlerin daha da gelişmesi, demirci körüğünün, çömlekçiliğin
icadı ve bunlara bağlı olarak el zanaatlarının gelişmesi, el zanaatlarının
tarımdan ayrılması, bağımsız el zanaatlarının ve sonra manüfaktürün
gelişmesi, el zanaatı aletlerinden makineye geçiş, el zanaatı ve
manüfaktürün makineleşmiş sanayiye dönüşmesi, makine sistemine geçiş ve
modern makineleşmiş büyük sanayinin doğuşu — işte, insanlık tarihi boyunca
toplumun üretim güçlerindeki gelişmenin, tam değilse bile, genel çizgisi
böyledir. Açıkça anlaşılıyor ki, üretim aletlerindeki gelişme ve ilerlemeler
üretimle ilişkili olan insanlar tarafından meydana getirilmiş, insanlardan
bağımsız kalmamışlardır. Bunun sonucu, üretim aletlerinin değişmesiyle
birlikte, üretim güçlerinin esas öğesi olan insanlar da değişmiş ve
gelişmişlerdir, insanların üretim deneyimleri, çalışma alışkanlıkları,
üretim aletlerini kullanma yetenekleri değişmiş ve gelişmiştir.
|