KÜTÜPHANE |
STALIN
| ULUSAL SORUN
MARKSİZM VE ULUSAL SORUN
IV
ULUSAL-KÜLTÜREL ÖZERKLİK
Yukarıda, Avusturya ulusal programının formel yanından, Rus Marksistlerinin
Avusturya Sosyal-Demokrasisini örnek alıp, onların programını kendi programları
olarak benimsemelerini olanaksız kılan yöntemsel temellerden sözettik.
Şimdi de programın kendisinden, onun özünden sözedelim. Bu iki sözcükle ifade
edilebilir: ulusal-kültürel özerklik.
Bu birinci olarak, özerkliğin, nüfusun çoğunluğunu Çeklerin ve Polonyalıların
oluşturduğu Bohemya ve Polonya için değil, fakat üzerinde yaşadıkları topraktan
bağımsız olarak —Avusturya'nın hangi bölgesinde bulunurlarsa bulunsunlar— Çekler
ve Polonyalılar için öngörüldüğü anlamına gelmektedir.
Bundan ötürü özerklik, bölgesel özerklik değil, ulusal özerklik adını almaktadır.
Bu ikinci olarak, Avusturya'nın her yanına dağılmış Çeklerin, Polonyalıların,
Almanların vb. birey olarak, tek tek kişiler olarak alındıklarında, bir ulus
oluşturdukları ve bir ulus olarak Avusturya devleti içinde yer aldıkları
anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda Avusturya, özerk bölgelerin birliği
değil, topraktan bağımsız olarak yapılanmış özerk milliyetlerin oluşturduğu bir
birlik olacaktır.
Bu üçüncü olarak, Polonyalılar, Çekler vb. için yaratılacak olan genel ulusal
kurumların "siyasi" sorunlarla değil, sadece "kültürel" sorunlarla ilgileneceği
anlamına gelmektedir. Özgül siyasi sorunlar bütün Avusturya parlamentosunda (Reichsrat'ta)
yoğunlaşacaktır.
Bundan ötürü bu özerklik, bir de kültürel özerklik, ulusal-kültürel özerklik
adını almaktadır.
İşte Avusturya Sosyal-Demokrasisi tarafından Brünn Kongresi'nde '(1899) kabul
edilen programın metni.[9]
Program, "ulusal çatışmaların Avusturya'nın siyasi ilerlemesini... felce
uğrattığını", "milliyetler sorununun nihayet çözüme bağlanmasının... her şeyden
önce bir kültürel zorunluluk olduğunu", "ve bu sorunun çözümünün, ancak genel,
eşit ve dolaysız seçim hakkı temelinde, gerçekten demokratik bir ortamda mümkün
olduğunu" açıkladıktan sonra şöyle devam eder:
"Bütün Avusturya halklarının ulusal özelliklerinin[10] korunması ve
geliştirilmesi, ancak eşit haklar ve her türlü baskıdan kaçınılması temelinde
mümkündür. Bunun için her şeyden önce, her türlü bürokratik devlet
merkeziyetçiliği gibi, eyaletlerin feodal ayrıcalıkları da reddedilmelidir.
Avusturya'da ulusal kavgaların yerini ulusal düzenin alabilmesi, aşağıdaki
temel ilkelerin tanınması koşulu altında ve ancak bu koşul altında mümkündür.
1— Avusturya, demokratik çok uluslu bir federal devlet biçiminde yeniden
örgütlenmelidir.
2— Tarihsel krallıklar yerine, ulusal sınırlı özyönetim organları oluşturulur;
bunların yasama ve yönetimi genel, eşit ve dolaysız seçim hakkı temelinde
seçilen ulusal meclisler tarafından yerine getirilir.
3— Bir ve aynı ulusu meydana getiren bütün özyönetim bölgeleri, kendi ulusal
meselelerinde tamamen özerk olan bir ulusal birlik oluşturur.
Ulusal azınlıkların hakkı, imparatorluk parlamentosu tarafından çıkarılacak özel
bir yasa ile korunacaktır."
Ve program, Avusturya'nın tüm uluslarının dayanışmasına çağrı ile son bulur.[11]
Bu programda "bölgecilik"ten hâlâ bazı izler kaldığını sezmek pek zor olmasa
gerek, ama sözkonusu program genelde ulusal özerkliğin bir formülasyonudur. Bu
programın ulusal kültürel özerkliğin baş ajitatörü Springer tarafından coşkuyla
karşılanması boşuna değildir.[12] Bauer de ulusal özerkliğin "teorik zaferi"[13]
olarak nitelendirdiği bu programdan yanadır; fakat meselenin daha fazla açıklık
kazanması için, okul ve diğer kültür işlerinin idaresi amacıyla 4. noktayı, "her
özerk bölge içindeki ulusal azınlıkları kamu tüzel kurumları biçiminde
örgütleme" zorunluluğundan sözeden bir formülle değiştirmeyi önerir.[14]
Avusturya Sosyal-Demokrasisinin ulusal programı işte böyledir.
Şimdi de bu programın bilimsel temellerini inceleyelim.
Avusturya Sosyal-Demokrasisinin propagandasını yaptığı ulusal-kültürel özerkliği
nasıl gerekçelendirdiğini görelim.
Ulusal-kültürel özerkliğin teorisyenleri Springer ve Bauer'e başvuralım.
Ulusal özerkliğin çıkış noktasını, ulusun, belirli bir topraktan bağımsız olan
bir bireyler topluluğu olduğu anlayışı oluşturur.
Springer'e göre "Milliyetin toprakla esas olarak bir ilişkisi yoktur"; milliyet
"özerk bir bireyler birliğidir"[15]
Bauer de ulustan, "belirli bir bölgede tek başına [inhisarî —ÇN] egemenliğe"
sahip olması gerekli olmayan bir "bireyler topluluğu" olarak söz etmektedir.[16]
Ama, bir ulusu oluşturan kişiler her zaman kapalı bir kütle halinde yaşamazlar,
çoğu zaman gruplara bölünürler ve bu yolla yabancı ulusal organizmalara
bulaşırlar. Onları ekmeklerini kazanmak için çeşitli bölgelere ve kentlere
süren, kapitalizmdir. Yabancı ulusal bölgelere ve kentlere süren, kapitalizmdir.
Yabancı ulusal bölgelerde bulunan ve oralarda azınlıklar oluşturan bu gruplar,
bölgedeki ulusal çoğunluk tarafından, dilleri, okulları ve benzer diğer
kurumları zorla engellenerek baskılanırlar. Ulusal çatışmaların nedeni budur.
Bölgesel özerkliğin "işe yaramazlığının" nedeni budur. Bauer ve Springer'in
görüşüne göre, bu durumdan tek çıkar yol, devletin çeşitli bölgelerine dağılmış
sözkonusu milliyetin azınlığını genel ve bütün sınıfları kapsayacak bir ulusal
birlikte örgütlemektir. Onlara göre, ulusal azınlıkların kültürel çıkarlarını
ancak bu tür bir birlik koruyabilir, ancak böyle bir birlik ulusal kavgaya bir
son verebilir.
"Bundan", diyor Springer, "milliyetleri örgütleme, onları haklar ve
sorumluluklarla donatma zorunluluğu çıkıyor...[17] Evet, "yasa koymak kolaydır,
fakat bu yasa istenilen etkiyi yapacak mıdır..." "Ulus için bir yasa koyulmak
isteniyorsa, önce ulusun oluşturulması gerekir..."[18] "Milliyetleri
oluşturmaksızın, ulusal hukuk ve anlaşmazlıklara son vermek... mümkün değildir.[19]
"Azınlıkların kişilik ilkesi temelinde kamu tüzel kurumlan biçiminde
örgütlenmesi "ni "işçi sınıfının talebi"[20] olarak ileri sürerken Bauer de aynı
anlayıştadır.
Ancak uluslar nasıl örgütlenmelidir? Tek tek kişilerin şu ya da bu ulusa dahil
olduğu nasıl saptanmalıdır?
"Milli mensubiyet", diyor Springer, "kütüklerde saptanmıştır. İl bölgesinde
oturan herkes, ildeki herhangi bir milliyete dahil olduğunu açıklamak
zorundadır.[21]
"Kişilik ilkesi", diyor Bauer, "nüfusun milliyetlere göre ayrılmasını varsayar...
Ergin vatandaşların kendilerinin özgürce bir milliyetini açıklaması temelinde
ulusal kadastrolar oluşturulmalıdır."[22]
Devam.
"Ulusal bakımdan homojen illerdeki bütün Almanlar", diye devam ediyor Bauer, "bundan
başka, çifte illerdeki
[iki milliyetin yaşadığı illerdeki — ÇN] ulusal kadastroya kayıtlı tüm Almanlar,
Alman ulusunu oluştururlar ve ulusal meclisi seçerler."[23]
Çekler, Polonyalılar vb. için de aynı şeyler geçerlidir.
"Bu Ulusal meclis", Springer'e göre, "ulusun kültür parlamentosudur, temel
ilkeleri oluşturmak ve ulusal öğretim, ulusal edebiyat, sanat ve bilimin
korunması, akademiler, müzeler, galeriler, tiyatrolar vb. kurmak için gerekli
olan kaynakları onaylamak onun görevidir."[24]
Ulusun örgütlenmesi ve onun merkezi kurumu bu türdendir.
Bütün sınıfları kapsayan bu tür kurumların meydana getirilmesi ile Avusturya
Sosyal-Demokrasisi, Bauer'in görüşüne göre, "ulusal kültürü... tüm halkın malı
haline getirmek ve böylece ulusun tüm üyelerini bir ulusal kültür topluluğunda
birleştirmek" [25] amacındadır (altını biz çizdik).
Tüm bu söylenenlerin yalnızca Avusturya ile ilgili olduğu düşünülebilir. Ancak
Bauer bunu kabul etmiyor. O kesinlikle, ulusal özerkliğin Avusturya gibi birçok
milliyetlerden oluşmuş diğer devletler için de kaçınılmaz olduğunu iddia ediyor.
Bauer'e göre "Çok uluslu devletlerde bütün milletlerin işçi sınıfı, varlıklı
sınıfların ulusal güç politikasına karşı ulusal özerklik talebini koyar."[26]
Bauer, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı yerine, belli etmeden ulusal
özerkliği geçirerek sonra şöyle devam ediyor:
"Böylece ulusal özerklik, ulusların kendi kaderini tayinlerini, zorunlu olarak,
çok uluslu devlette yaşayan bütün milletlerin 'işçi sınıfının anayasal programı
haline gelecektir."[27]
Ama o daha da ileriye gidiyor. Kendisi ve Spirnger tarafından "kurulan", bütün
sınıflan kapsayan "ulusal birlikler"in gelecekteki sosyalist toplumun bir tür
prototipi olacağına kesinlikle inanıyor. Çünkü Bauer, "sosyalist toplum
düzeninin insanlığı ulusal bakımdan sınırlı topluluklar halinde düzenleyeceğini"[28],
sosyalizmde "insanlığın özerk ulusal topluluklara ayrılmasının
gerçekleşeceğini[29], böylece "sosyalist toplumun kuşkusuz, ulusal kişiler
birliğinin ve bölge kurumlarının renkli bir tablosunu arzedeceğini"[30]
bildiğini sanır ve şu sonuca varır. "Sosyalist milliyet ilkesi, milliyetler
ilkesinin ve ulusal özerkliğin daha üst bir birliğidir."[31]
Yeter sanırım...
Bauer ve Springer yapıtlarında, ulusal-kültürel özerkliği böyle
gerekçelendiriyorlar.
Öncelikle dikkati çeken şey, bütünüyle anlaşılmaz olan ve hiçbir şey tarafından
haklı çıkarılmayan, ulusal özerkliğin ulusların kendi kaderini tayini yerine
konmasıdır, iki şeyden biri: Bauer ya ulusların kendi kaderlerini tayinini
kavramamıştır, ya da bunu kavramıştır ama, herhangi bir nedenden ötürü bilerek
kısıtlamaktadır. Çünkü: a) ulusal-kültürel özerklik çok uluslu devletin
bütünlüğünü şart koşarken, kendi kaderini tayinin bu bütünlük çerçevesi dışına
çıktığına; b) ulusun kendi kaderim tayininin, ulusa tüm haklarını kazandırırken,
ulusal özerkliğin salt "kültürel" hakları kazandırdığına hiç şüphe yoktur. Bu
birincisi.
İkinci olarak, gelecekte şu ya da bu milletin çok uluslu devletten, diyelim ki
Avusturya'dan ayrılma kararı verebileceği iç ve dış konjonktürlerin biraraya
gelmesi mümkündür. Rutenya Sosyal-Demokratları, Brünn Kongresi'nde, kendi
halkının "her iki kısmını" bir bütünde birleştirmeye hazır olduklarını
açıklamadılar mı?[32] O halde, "bütün ulusların işçi sınıfı için zorunlu olan"
ulusal özerklik de ne oluyor? Ulusları mekanik olarak devletin bütünlüğü
Prokrustes yatağına[33] zorlayan sorunun bu "çözümü" nasıl bir çözümdür?
Devam. Ulusal özerklik, ulusların bütün gelişimine ters düşmektedir. O,
ulusların örgütlenmesi şiarını yayar, fakat yaşam, iktisadi gelişme, onlardan
birçok grupları koparırsa, çeşitli bölgelere serpiştirirse, ulusları yapay
olarak kaynaştırmak mümkün müdür? Kapitalizmin ilk gelişme evrelerinde
ulusların biraraya geldiklerine hiç şüphe yoktur. Fakat kapitalizmin daha üst
evrelerinde, ulusların parçalanma sürecinin başladığı, çalışmak için başka
yerlere taşınan ve sonra da devletin başka bölgelerine yerleşen çok sayıda
grupları uluslardan ayıran bir sürecin başladığı da kuşku götürmez; bu durumda
göçmenler eski bağları yitirirler, yeni yerleşim yerlerine yenileri gelir,
kuşaktan kuşağa yeni âdetler, alışkanlıklar ve belki de yeni bir dil benimserler.
Böyle birbirinden kopmuş grupları yekpare bir ulusal birlikte birleştirme imkanı
var mıdır? Birleşmezleri birleştirebilecek o tılsımlı halkalar nerede? Örneğin
Baltık ve TransKafkasya Almanlarını "bir ulus halinde birleştirmek"
düşünülebilir mi? Eğer bütün bunlar düşünülemez ve olanaksız ise, ulusal
özerkliği tarihin tekerleğini geriye çevirmek için uğraşan eski milliyetçilerin
ütopyasından ayıran nedir?
Ama ulusun birliği sadece göçler sonucu parçalanmaz. O içten, sınıf savaşının
keskinleşmesi sonucu da parçalanır. Kapitalizmin ilk evrelerinde proletaryanın
ve burjuvazinin bir "kültür birliği"nden sözedilebilir. Ne var ki büyük
sanayinin gelişimi ve sınıf savaşımının keskinleşmesi ile bu "birlik" erimeye
başlar. Bir ve aynı ulusun patronları ve işçileri birbirini anlamamaya
başladıklarında, ulusun "kültür birliği"nden ciddi olarak sözedilemez. Burjuvazi
savaşa can atarken, proletarya "Savaşa karşı savaş" ilân ettiğinde hangi "kader
birliği"nden sözedilebilir? Böyle karşıt öğelerden, yekpare, bütün sınıflan
kapsayan bir ulusal birlik oluşturulabilir mi? Tüm bunlardan sonra, "bir ulusun
tüm üyelerinin bir ulusal kültür birliğinde birleştirilmesi"nden[34]
sözedilebilir mi? Bundan, ulusal özerkliğin sınıf mücadelesinin tüm gidişine
ters düştüğü açık sonucu çıkmaz mı?
Bir an için "Ulusu örgütleyin" sloganının gerçekleştirilebilir olduğunu
varsayalım. Daha fazla oy koparmak için bir ulusu "örgütlemeye" çabalayan
burjuva milliyetçi parlamenterleri anlayabiliriz. Fakat Sosyal-Demokratlar ne
zamandan beri ulusları "örgütleme", ulusları "kurma", ulusları "yaratma" ile
uğraşıyorlar?
Sınıf mücadelesinin en fazla keskinleştiği çağda, bütün sınıflan kapsayan
ulusal birlikler örgütleyen bu Sosyal-Demokratlar nasıl şeylerdir? Şimdiye kadar
her Sosyal-Demokrasi gibi, Avusturya Sosyal-Demokrasisinin de tek görevi vardı:
Proletaryayı örgütlemek. Fakat görülüyor ki, bu görev artık "eskidi". Springer
ve Bauer şimdi "yeni", daha ilginç bir görev koyuyorlar: Ulusu "yaratmak", "örgütlemek".
Zaten mantık zorunlu sonuca götürür: Kim ulusal özerkliği kabul ediyorsa, bu "yeni"
görevi de kabullenmek zorundadır — ama bunu kabul etmek sınıf pozisyonunu
terketmek ve milliyetçilik yolunu tutmak demektir.
Bauer ve Springer'in ulusal-kültürel özerkliği, milliyetçiliğin inceltilmiş bir
türüdür.
Avusturya Sosyal-Demokrasisi programının "bütün halkların ulusal özelliklerinin
korunması ve geliştirilmesi" için çaba harcama görevinden sözetmesi de tesadüf
değildir. Düşünün: Trans-Kafkasyalı Tatarların "Muharrem" törenlerinde kendi
kendilerim kırbaçlama gibi "ulusal özellikleri"nin "korunması". Gürcülerin "öç
alma hakkı" gibi "ulusal özellikleri"nin "geliştirilmesi"!...
Böyle bir madde bütünüyle burjuva-milliyetçi bir programa yaraşır ve biz böyle
bir maddeyi Avusturya Sosyal-Demokratlarının programlarında görüyorsak, bunun
nedeni, ulusal özerkliğin bu tür maddelerle uyuşması, onlara ters düşmemesidir.
Fakat içinde bulunduğumuz dönem için işe yaramaz olan ulusal özerklik, gelecek
için, sosyalist toplum için daha da işe yaramazdır.
Bauer'in "insanlığın ulusal bakımdan sınırlı topluluklar halinde düzenleneceği"
üzerine kehanetleri, modern insanlığın tüm gelişim seyri tarafından
yalanlanmıştır. Ulusal duvarlar sağlamlaşmıyor, tersine parçalanıp yıkılıyor.
Marx daha 1840'larda şöyle yazıyordu: "Ulusal içe kapanıklılık ve halklar
arasındaki karşıtlıklar gitgide kayboluyor", "proletaryanın iktidarı bunları
büsbütün ortadan silecektir."[5] İnsanlığın, kapitalist üretimin muazzam
büyümesi, milliyetlerin hallaç pamuğu gibi birbirine karışması ve insanların
gittikçe daha geniş bölgelerde biraraya gelmesi ile birlikte gelişimi, Marx'ın
düşüncesini kesin olarak doğrular.
Bauer'in sosyalist toplumu, "ulusal bireyler birliğinin ve bölgesel kurumların
alaca resmi" olarak ortaya koyma isteği, sosyalizmin Marksist anlayışı yerine
Bakunin'in reformdan geçmiş anlayışını geçirmek için çekingen bir uğraştır.
Sosyalizmin tarihi bu tür uğraşların kendi içlerinde kaçınılmaz yıkımın
öğelerini taşıdıklarını göstermektedir.
Görüşümüze göre, sınıf mücadelesi sosyalist ilkesi yerine burjuva "milliyet
ilkesini" geçirmek anlamına gelen, Bauer tarafından kutsanmış o belirsiz "sosyalist
milliyet ilkesinin" sözünü bile etmiyoruz. Ulusal özerklik böyle şüpheli bir
ilkeden yola çıktığına göre, işçi sınıfına ancak zarar getirebileceğini teslim
etmek gerekir.
Bu milliyetçilik elbette içyüzü kolayca anlaşılabilen bir şey değil, çünkü
sosyalist laflarla ustaca maskelenmiştir, ama bu yüzden proletaryaya verdiği
zarar bir o kadar büyüktür. Açık bir milliyetçilikle her zaman başka çıkılabilir:
onu tanımak zor olmaz. Maskelenmiş ve maskeli haliyle tanınmaz olan bir
milliyetçilikle mücadele etmek çok daha zordur. Çünkü koruma yeleği olarak
sosyalizmi kullandığından, o daha az yaralanabilirdir ve daha fazla dayanıklılık
gösterir. Bu, işçiler arasında nerede görülürse orada karşılıklı güvensizlik
düşüncesini ve çeşitli milliyetlerden işçilerin ayrılması yolunda zararlı
düşünceleri yayarak havayı zehirler.
Fakat ulusal özerkliğin zararlılığı bununla bitmez. O sadece ulusların
birbirlerinden ayrılmasına değil, fakat aynı zamanda yekpare işçi hareketinin
parçalanmasına da zemin hazırlar. Ulusal özerklik düşüncesi, yekpare işçi
partisinin tek tek milliyetlere göre inşa edilmiş partilere ayrılması için
psikolojik önkoşulları yaratır. Parti gibi sendikalar da parçalanır ve tam bir
ayrışma meydana gelir. Yekpare sınıf hareketi, tek tek ulusal dereciklere işte
böyle bölünür.
Avusturya, "ulusal özerklik"in anavatanı, bu görüngünün en üzücü örneklerini
verir. Önceleri yekpare olan Avusturya Sosyal-Demokrat Partisi, daha 1897'de (Wimberg
Kongresi'nde [6] ayrı partilere bölünmeye başlamıştı, ulusal özerkliği kabul
eden Brünn Kongresi'nden (1899) sonra parçalanma daha da güçlendi. Nihayet öyle
bir yere varıldı ki, yekpare bir uluslararası parti yerine, şimdi 6 ulusal parti
bulunmaktadır ve bunlardan Çek Sosyal-Demokrat Partisi Alman Sosyal-Demokrasisi
ile hiçbir ilişkide bulunmak bile istememektedir.
Sendikalar ise partilere bağlıdır. Avusturya'da sendikalardaki esas çalışma da,
partilerde olduğu gibi, aynı Sosyal-Demokrat işçiler tarafından yürütülür. Bunun
için partideki ayrılıkçılığın sendikalar içinde de ayrılıkçılığa yol açacağından,
sendikaların da bölüneceğinden korkuluyordu. Öyle de oldu: sendikalar da
milliyetlere göre ayrıldılar. Şimdi artık Çek işçilerin Alman işçilerin grevini
kırdıklarına, veya belediye seçimlerinde Çek burjuvazisi ile birlikte Alman
işçilere karşı çıkmalarına bile sık sık rastlanır.
Buradan, ulusal sorunun, ulusal-kültürel özerklik ile çözülemeyeceği görülüyor.
Dahası: Ulusal-kültürel özerklik, sorunu keskinleştiriyor ve işçi hareketinin
birliğinin yıkılması için, işçilerin milliyetlere göre ayrılması için, işçiler
arasında güçlü sürtüşmeler için elverişli bir zemin hazırlayarak sorunu
karmaşıklaştırıyor.
Ulusal özerklik tohumu işte böyle uç veriyor.
[1] Güney Slavları Sosyal-Demokrasisi Avusturya'nın güneyinde faaliyettedir
[2] V. Kossovski, "Milliyet Sorunları", 1907, s. 16-17.
[3] R. Springer, a.g.e., s. 14.
[4] O. Bauer, a.g.e., s. 399.
[5] Aynı yerde, s. 422.
[6] R. Springer, a.g.e., s. 281-282.
[7] A.g.e., s. 36.
[8] O.Bauer,a.g.e..s.401.
[9] Güney Slavları Sosyal-Demokrat Partisi'nin temsilcileri de bu programı
onaylamışlardır. Bkz. "Brünn Parti Kongresi'nde Ulusal Sorun Üzerine Tanınmalar",
1906, s. 72.
[10] M. Panin'in Rusça tercümesinde (bkz. Bauer'in kitabının Panin tarafından
Rusça çevirisi) "ulusal özellikler" yerine "ulusal kişilikler" denmektedir.
Panin burayı yanlış çevirmiştir. Almanca metinde "Individualitat" sözcüğü yoktur,
orada "nationalen Eigenart"tan [Bu iki sözcük Stalin'de Almancadır], yani
özelliklerden sözedilmektedir, ki bunlar bir ve aynı şey olmaktan uzaktır.
[11] "Brünn Tüm Fani Kongresi'ndeki Görüşmeler", 1899.
[12] R. Springer, a.g.e., s. 286.
[13] O. Bauer, a.g.e., s. 549.
[14] Aynı yerde, s. 555.
[15] R. Spirnger, a.g.e., s. 19.
[16] O. Bauer, a.g.e., s. 286.
[17] R. Springer. a.g.e., s. 74.
[18] Aynı yerde, s. 88-89.
[19] Aynı yerde, s. 89.
[20] O. Bauer, a.g.e., s. 552.
[21] R. Springer, a.g.e., s. 226.
[22] O. Bauer, a.g.e., s. 368.
[23] Aynı yerde, s. 375.
[24] R. Springer, a.g.e., s. 234.
[25] O. Bauer, a.g.e., s. 553
[26] Aynı yerde, s. 337.
[27] Aynı yerde, s. 333.
[28] Aynı yerde, s. 555.
[29] Aynı yerde, s. 556.
[30] Aynı yerde, s. 543.
[31] Aynı yerde, s. 542.
[32] "Brünn Parti Kongresi'nde Ulusal Sorun Üzerine Tartışmalar", s. 48.
[33] Prokrustes: Eski Attika'da yolcuları işkence yatağına çekip onları geren
ünlü bir haydut; Prokrustes yatağı: (mecazi anlamda) herhangi bir şeyi keyfince,
zorla birşeye sokma, sakatlama; herhangi birşeyi, görüşü, yöne¬limi "maksada
uydurma". —ÇN
[34] O. Bauer, a.g.e., s. 553.
|