MARKSİZM VE ULUSAL SORUN
J.V.Stalin
Rusya'da karşı-devrim dönemi
beraberinde yalnız "gökgürültüsü ve şimşek" değil, fakat hareket hakkında hayal
kırıklığı, ortak güçlere inançsızlık da getirdi. Önceleri "aydınlık geleceğe"
inanılmış ve bu nedenle hangi milliyetten olunursa olunsun ortak mücadele
edilmişti: Herşeyden önce ortak sorunlar! Gönüllere kuşku sızdı ve ayrışmalar
başladı. Herkes kendi ulusal meclisciğine: Herkes sadece kendine güvensin!
Herşeyden önce "ulusal sorun"!
Bu
arada ülkede iktisadi yaşamda önemli ve hızlı bir değişiklik meydana geldi.
1905 yılı beyhude yaşanmamıştı: sertlik düzeninin kalıntıları bir darbe daha
almıştı. Açlık yıllarından sonra, bir dizi iyi hasat yıllan ve bunu izleyen
sınai kalkınma, kapitalizmi geliştirdi. Bu, özellikle kenar bölgeler için
geçerlidir. Bu durum ise Rusya milliyetlerinin iktisadi pekişme sürecini
hızlandırmak zorundaydı. Bu milliyetler harekete geçmek zorundaydı...
Bu
dönemde kendisini kabul ettirmiş olan "anayasal rejim" de bu doğrultuda,
milliyetçiliğin uyanması doğrultusunda etkide bulunuyordu. Gazetelerin ve
genelde yazın'ın gelişmesi, belirli bir basın ve kültürel kuruluş özgürlüğü,
halk tiyatroları ve
benzerlerinin sayısındaki artış, hiç kuşkusuz "ulusal duygular"ın güçlenmesine
yardımcı oldu. Seçim kampanyası ve siyasi grupları ile Duma, ulusların
canlanması için yeni olanaklar ve onların seferber edilmesi için yeni, geniş
bir arena sundu.
Yukarıdan gelen militan
milliyetçilik dalgası, "özgürlük sevgileri"nden dolayı kenar bölgelerden öç
almak isteyen "iktidar sahiplerinin" yaptığı bir dizi baskılar, bazen vahşi bir
şovenizme varan tabandan bir milliyetçi karşı-dalgaya sebep oldu. Yahudiler
arasında Siyonizmin121 güçlenmesi, Polonya'da artan şovenizm,
Tatarlar arasında Panislamizm, Ermeniler, Gürcüler ve Ukraynalılar arasında
milliyetçiliğin güçlenmesi, küçük-burjuvaların anti-semitizme genel eğilimleri —
tüm bunlar herkesçe bilenen olgulardır.
Milliyetçilik dalgası gittikçe
güçlenerek yaklaşıyor ve işçi kitlelerini de sarma tehlikesi gösteriyordu.
Kurtuluş hareketi gerilediği ölçüde, milliyetçilik çiçekleri bir o kadar bol
açıyordu.
Bu zor dönemde Sosyal-Demokrasiye
yüce bir görev düşüyordu — milliyetçiliğe karşı durmak, kitleleri genel "salgın"dan
korumak. Bunu yapabilecek durumda olan, Sosyal-Demokrasi, ve yalnızca
Sosyal-Demokrasi idi, çünkü o, milliyetçiliğe karşı, sınanmış enternasyonalizm
silahını, sınıf mücadelesinin birliği ve bölünmezliğini koyuyordu. Ve
milliyetçilik dalgası ne kadar güçlü yaklaşırsa, Rusya'nın tüm milliyetlerinden
proleterlerin birliği ve kardeşliği için Sosyal-Demokrasinin sesi o ölçüde
yükselmek zorundaydı. Burada, milliyetçi hareketle dolaysız karşı karşıya gelen
kenar bölgelerin Sosyal-Demokratları için özel bir sağlamlık gerekiyordu.
Ancak, Sosyal-Demokratların tümü
bu görevin seviyesinde değillerdi, öncelikle de kenar bölgelerin
Sosyal-Demokratları. Önceleri ortak görevleri vurgulamış olan "Bund", artık
kendi özel, salt milliyetçi hedeflerini ön plana getirmeye başlıyor ve
bunda "Sabbath”
kutlanması"nı ve "Yahudi dilinin tanınması"nı seçim kampanyasının mücadele
noktalarından biri olarak ilan edecek kadar ileri gidiyordu.
"Bund"u Kafkasya izliyordu: Önceleri diğer Kafkasyalı Sosyal-Demokratlarla
birlikte "ulusal-kültürel özerklik"i reddetmiş olan Kafkasyalı
Sosyal-Demokratların belirli bir bölümü, bu sorunu bugün aktüel bir talep
olarak ileri sürüyor.
Milliyetçi yalpalamaları diplomatik biçimde kutsamış olan tasfiyeciler
konferansının ise sözünü bile etmiyoruz.
Bundan
şu sonuç çıkıyor: Rusya Sosyal-Demokrasisinin ulusal sorun üzerine görüşü, bütün
Sosyal-Demokratlar için açık değildir.
Ulusal
sorunun ciddi ve her yanıyla aydınlatılmasının acilen gerekli olduğu görülüyor.
Tutarlı Sosyal-Demokratlar, nereden gelirse gelsin milliyetçilik dumanına karşı
tek adammışçasına ve yorulmak bilmeksizin çalışmak zorundadırlar.
I
ULUS
Ulus nedir?
Ulus herşeyden önce bir topluluk,
belirli bir insan topluluğudur.
Bu topluluk bir ırk ve bir
aşiret topluluğu değildir. Bugünkü İtalyan ulusu Romalılardan, Germenlerden,
Etrüsklerden, Yunanlılardan, Araplardan vb.; Fransız ulusu Galyalılardan,
Romalılardan,
Britanyalılardan, Germenlerden vb. oluşmuştur. Aynı şey, çeşitli ırk ve
aşiretlerden insanların bir ulusa biçimlendikleri İngilizler ve Almanlar vb.
için de geçerlidir.
Demek ki ulus, bir ırk ve bir
aşiret topluluğu değil, fakat tarihi olarak meydana gelmiş bir insan
topluluğudur.
Öte
yandan, tarihi olarak meydana gelmiş ve çeşitli aşiret ve ırklardan oluşmuş
olmalarına rağmen, bir Keyhüsrev'in veya bir İskender'in büyük devletleri
kuşkusuz ulus olarak adlandın-lamaz. Bunlar ulus değil, fakat şu ya da bu
fatihin zafer veya yenilgisine göre birleşip ayrılan rasgele ve gevşek biçimde
birleşmiş gruplar topluluğudur.
Demek ki ulus, rasgele ve geçici
bir topluluk değil, fakat istikrarlı bir insan topluluğudur.
Ancak
hep istikrarlı topluluk bir ulus değildir. Avusturya ve Rusya da istikrarlı
topluluklardır, fakat hiç kimse bunları ulus olarak adlandırmaz. Ulusal
topluluğu devlet topluluğundan ayıran nedir? Diğer şeylerin yanısıra, ulusal
topluluk ortak bir dil olmaksızın düşünülemezken, devlet için ortak bir dilin
mutlaka gerekli olmaması. Avusturya'da Çek ulusu ve Rusya'da Polonya ulusu, her
biri ortak bir dile sahip olmaksızın varolamazlardı, fakat Rusya'da ve
Avusturya'da bir dizi dillerin varlığı, bu devletlerin bütünlüğüne [Integritat]
halel getirmez. Tabii ki burada yönetimlerin resmi dilleri değil, halkın
konuştuğu diller sözkonusudur.
Demek ki dil birliği, ulusun
karakteristik belirtilerinden biridir.
Bu, çeşitii ulusların her zaman ve
her yerde farklı diller konuştuğu veya bir ve aynı dili konuşan herkesin
mutlaka bir ulus oluşturduğu anlamına gelmez elbette. Her ulus için
ortak bir dil; fakat çeşitli uluslar için mutlaka ayrı diller değil! Aynı zamanda
çeşitli diler konuşan bir ulus yoktur, fakat bu, aynı dili konuşan iki
ulusun olamayacağı anlamına gelmez! İngilizler ve Kuzey Amerikalılar aynı
dili konuştukları halde, tek ulus oluşturmazlar. Aynı şey Norveçliler ve
Danimarkalılar, İngilizler ve İrlandalılar için de geçerlidir.
Fakat örneğin, ortak bir dil
konuştukları halde İngilizler ve Amerikalılar neden tek ulus
oluşturmazlar?
Herşeyden önce, birlikte değil,
ayrı topraklar üzerinde yaşadıkları için. Bir ulus ancak uzun süreli ve düzenli
ilişkiler sonucunda, insanların kuşaktan kuşağa birarada yaşamaları sonucunda
oluşur. Ne var ki, ortak bir toprak olmaksızın uzun süreli birarada yaşama
olanaksızdır. İngilizler ve Amerikalılar önceleri aynı toprak üzerinde,
İngiltere'de yaşıyorlardı ve bir ulus oluşturuyorlardı. Sonra
İngilizlerin bir kısmı, İngiltere'den yeni bir toprağa, Amerika'ya göç ederek,
bu yeni toprak üzerinde zamanla yeni bir ulusu, Kuzey Amerikan ulusunu
oluşturdu. Toprak ayrılığı, ayn ulusların oluşmasına yol açtı.
Demek ki, toprak birliği
ulusun karakteristik belirtilerinden biridir.
Fakat
hepsi bu değil. Tek başına toprak birliği henüz bir ulus oluşturmaz. Bunun için,
ulusun tek tek bölümlerini bir bütünde birleştiren bir iç iktisadi bağ da
gereklidir. İngiltere ve Kuzey Amerika arasında böyle bir bağ olmadığından,
bunlar iki ayrı ulus oluştururlar. Ancak, Kuzey Amerika'nın tek tek köşe ve
bucakları, aralarında varolan işbölümü, ulaşım yollarının gelişmesi vb.
sayesinde kendi aralarında iktisadi bir bütünde birleşmeselerdi, Kuzey
Amerikalılar da bir ulus adına hak kazanamazlardı.
Örneğin
Gürcüleri alalım. Reform öncesi dönemde Gürcüler ortak bir toprak üzerinde
yaşıyorlar ve aynı dili konuşuyorlardı, buna rağmen kelimenin tam
anlamıyla bir ulus oluşturmuyorlardı;
çünkü birbirinden ayrı bir sürü prensliklere bölünmüş olduklarından, ortak bir
iktisadi yaşantı sürdüremiyorlar, yüzyıllardan beri birbirleriyle savaşıyorlar,
birbirlerini yıkıma uğratıyorlar ve birbirlerine karşı İranlıları ve Türkleri
kışkırtıyorlardı. Bazen talihli bir hükümdarın gerçekleştirdiği, prensliklerin
kısa süreli ve rastlantılar soncunda birleşmeleri, en iyi halde sadece yüzeysel
yönetim alanını kapsıyor, en kısa zamanda da prenslerin huysuzlukları ve
köylülerin ilgisizliği yüzünden yıkılıyordu. Gürcistan'ın iktisadi
parçalanmışlığı içinde başka türlü de olamazdı zaten... Gürcistan ulus olarak;
19. yüzyılın ikinci yansında serfliğin kaldırılması, ülkenin iktisadi
yaşantısının ilerlemesi, ulaşım yollarının gelişmesi ve kapitalizmin doğuşu
Gürcistan'ın çeşitli bölgeleri arasında bir işbölümü yarattığı, prensliklerin
iktisadi içe kapanıklığını kesin olarak yıkıp onları bir bütün içinde
birleştirdiğinde ortaya çıktı.
Demek ki iktisadi yaşantı
birliği, iktisadi bağlılık, ulusun karakteristik belirtilerinden biridir.
Fakat bu da henüz hepsi değildir.
Bütün söylenenler dışında, bir ulus içinde birleşmiş insanların ruhi şekillenme
özellikleri de göz önünde tutulmalıdır. Uluslar, sadece yaşam koşulları
bakımından değil, fakat ulusal kültür özelliklerinde ifadesini bulan ruhi
şekillenmeleri bakımından da birbirinden ayrılırlar. Eğer aynı
dili konuşan İngiltere, Kuzey Amerika ve İrlanda, buna rağmen üç ayrı ulus
oluşturuyorlarsa, bunda birbirinden farklı yaşam koşullan sonucu kuşaktan kuşağa
meydana gelmiş olan bu özgül ruhi şekillenmenin rolü az değildir.
Ruhi
şekillenme, veya başka sözcüklerle söylenildiği gibi, "ulusal karakter",
gözlemci için kavranılmaz birşeydir elbette; fakat bu şekillenme, bir ulusun
ortak kültür özgünlüğünde ifadesini bulduğu ölçüde kavranılabilirdir ve gözardı
edilemez.
"Ulusal
karakter"in tüm zamanlar için sabit birşey değil, fakat yaşam koşullan ile
değişen birşey olduğunu söylemeye gerek yok; ama her verili anda varolduğu için,
ulusun fizyonomisine damgasını vurur.
Demek ki bir kültür birliğinde
ifadesini bulan ruhi şekillenme birliği, ulusun karakteristik
belirtilerinden biridir.
Böylece ulusun tüm belirtilerinden
söz ettik.
Ulus, tarihi olarak oluşmuş, dil,
toprak, iktisadi yaşantı birliği, ve kültür birliğinde ifadesini bulan ruhi
şekillenme birliği temelinde oluşmuş istikrarlı bir insan topluluğudur.
Burada, her tarihi görüngü gibi,
ulusun da değişme yasasına tabi olduğu ve bir tarihe, bir başlangıca ve bir sona
sahip bulunduğu kendiliğinden anlaşılır.
İleri sürülen belirtilerden
hiçbirinin, tek başına alındığında, ulus kavramını belirlemeye yetmediğini
vurgulamak gereklidir. Dahası var: Bu belirtilerden sadece bir tanesi yoksa, bir
ulus ulus olmaktan çıkar.
Ortak "ulusal karakter"e sahip
insanlar düşünülebilir, fakat bu insanlar iktisadi bakımdan birbirinden ayrı
iseler, ayrı topraklarda yaşıyorlarsa, ayrı dilleri konuşuyorlarsa vb.,
bunların bir ulus oluşturdukları söylenemez. Örneğin, bu bizce yekpare bir ulus
oluşturmayan Rus, Galiçyalı, Amerikan, Gürcü Yahudileri ve
Kafkaslardaki Yahudiler için geçerlidir.
Ortak bir toprak üzerinde yaşayan
ve ortak bir iktisadi yaşantı sürdüren insanlar düşünülebilir, ancak ortak bir
dile ve "ulusal karakter"e sahip olmayan bu insanlar gene de bir ulus
oluşturmazlar. Bu, örneğin Baltık bölgelerindeki Almanlar ve Lehler için
geçerlidir.
Nihayet
Norveçliler ve Danimarkalılar aynı dili konuştukları halde, diğer
belirtiler eksik olduğundan bir ulus oluşturmazlar.
Ancak
tüm belirtilerin varlığı bir ulusu meydana getirir.
Diğer belirtilerin aslında
ulusun belirtileri değil, sadece onun gelişiminin koşulları olduğu,
"ulusal karakter"in ise belirtilerden biri değil, fakat ulusun biricik
özsel belirtisi olduğu düşünülebilir. Örneğin Avusturya'da ulusal
sorunun tanınmış teorisyenleri R. Springer ve özellikle O. Bauer bu görüşteler.
Bunların
ulus teorilerini inceleyelim.
Springer'e göre, "ulus aynı
biçimde düşünen ve aynı biçin,-de konuşan kişilerin bir birliği, artık
toprağa bağlı olmayan modern insanların bir kültür topluluğudur.
(altını biz çizdik).
Demek
ki, birbirinden ne kadar ayrı olsalar da, nerede yaşasalar da aynı biçimde
düşünen ve aynı biçimde konuşan insanlar "birliği".
Bauer daha da ileri gidiyor:
"Ulus nedir?", diye soruyor. "İnsanları
ulus biçiminde birleştiren dil birliği midir? Fakat İngilizler ve İrlandalılar...
aynı dili konuşuyorlar ve buna rağmen tek bir halk oluşturmuyorlar; Yahudilerin
ortak dilleri yoktur, fakat buna rağmen bir ulusturlar.
Peki ulus nedir?
"Ulus, görece bir karakter
birliğidir."
O halde karakter, bu durumda ulusal karakter nedir?
Ulusal karakter demek, "bir
milliyetten insanları, bir başka milliyetten insanlardan ayırt eden belirtilerin
toplamı, bir ulusu
diğer ulustan ayırt eden fiziksel
ve zihinsel belirtilerin bütünü demektir."
Bauer, ulusal karakterin gökten
düşmediğini biliyor elbette ve bunun için ekliyor:
"İnsanların karakteri...
kaderlerinden başka hiç birşey tarafından belirlenmez"... "Ulus, bir kader
birliğinden başka bir şey değildir", bu [kader birliği —ÇN] ise "insanların
geçim kaynaklarını ürettikleri ve emeklerinin ürünlerini paylaştıkları koşullar"
tarafından belirlenir.
Böylece ulus kavramının,
Bauer'in söylediği gibi, "eksiksiz" tanımına varmış bulunuyoruz.
"Ulus, kader birliği tarafından
bir karakter birliği içinde birleştirilmiş insanların tümüdür.
Demek ki, toprak dil ve iktisadi
yaşantı birliği ile mutlak bağıntı dışında alınan, kader birliği bazında bir
ulusal karakter birliği.
Fakat bu durumda ulustan geriye
ne kalır? İktisadi bakımdan birbirinden ayrılmış olan, ayrı topraklar üzerinde
yaşayan ve kuşaktan kuşağa ayrı diller konuşan insanlar arasında hangi ulusal
topluluktan söz edilebilir?
auer, "ortak bir dile sahip
olmadıkları"
halde, Yahudilerden ulus olarak söz ediyor, fakat birbirinden tamamen ayrılmış
olan, ayrı topraklar üzerinde yaşayan ve ayrı diller konuşan, diyelim ki Gürcü,
Dağıstan, Rus ve Amerikan Yahudilerinin hangi kader birliğinden ve ulusal
bağından sözedilebilir?
Söz
konusu Yahudiler, kuşkusuz Gürcüler, Dağıstanlılar, Ruslar ve Amerikalılar ile
ortak bir kültür atmosferi içinde, ortak bir iktisadi ve siyasi yaşantı
sürdürüyorlar; bu, onların ulusal karakterinde zorunlu olarak iz bırakır; eğer
aralarında ortak bir şey kalmışsa, bu da dinleri, ortak kökenleri ve bir ulusal
karakterin bazı kalıntılarıdır. Bunların tümü kuşku götürmez. Fakat kemikleşmiş
dinsel törenlerin ve yok olan psikolojik kalıntıların, söz konusu Yahudilerin "kader"lerini,
onların içinde yaşadıkları canlı sosyo-ekonomik ve kültürel çevreden daha güçlü
etkilediği ciddi olarak nasıl iddia edilebilir? Zaten, Yahudilerden yekpare bir
ulus olarak söz etmek, ancak bu varsayıma dayanır.
Fakat bu durumda, Bauer'in
ulusunu spiritüalistlerin mistik ve kendi kendine yeten "ulusal ruh"undan ayıran
şey nedir?
Bauer,
ulusun "ayırıcı belirtisi" (ulusal karakter) ile, onun yaşam "koşulları" arasına,
bunları birbirinden ayırarak aşılmaz bir uçurum açmaktadır. Fakat ulusal
karakter, yaşam koşullarının bir yansıması, insanların içinde yaşadıkları
çevreden elde ettikleri izlenimlerin yoğunlaşması değil de nedir? Onu kendisini
yaratan zeminden kopararak, onu ayırarak, sadece ulusal karakterle nasıl
yetinilebilir?
Ayrıca:
18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarında İngiliz ulusunu, daha Kuzey
Amerika "Yeni İngiltere" olarak adlandırılırken, Kuzey Amerikan ulusundan ayırt
eden şey neydi? Ulusal karakter değil elbette, çünkü Kuzey Amerikalılar
İngiltere'den geldiler; beraberlerinde Amerika'ya İngiliz dili dışında, İngiliz
ulusal karakterini de getirdiler ve yeni koşulların etkisiyle elbette onlarda
kendilerine özgü ayrı bir karakter oluşmaya başladığı halde, beraberlerinde
getirdikleri İngiliz ulusal karakterini o kadar çabuk kaybedemezlerdi. Ve onlar
o zaman, az veya çok karakter birliğine rağmen, İngiltere'den farklı bir ulus
oluşturuyorlardı! Açıktır ki o zaman ulus olarak "Yeni İngiltere", ulus olarak
İngiltere'den, ayrı bir ulusal karakter bakımından değil, veya ulusal
karakterden çok, İngiltere'den farklı çevre ve yaşam koşullan bakımından
ayrılıyordu.
Bununla,
gerçeklikte ulusun bir tek ayırıcı belirtisi olmadığı açıklık kazanmış oluyor.
Sadece, uluslar karşılaştırıldığında, aralarında bazen birinin (ulusal karakter),
bazen ikincisinin (dil), bazen de üçüncüsünün (toprak ve iktisadi koşullar) göze
çarptığı bir belirtiler toplamı vardır. Ulus, birlikte alınmış tüm belirtilerin
bir bileşimidir.
Ulusu,
ulusal karakterle özdeşleştiren Bauer’in görüşü, ulusu toprağından koparır ve
onu, görülmez, kendi kendine yeten bir güç haline dönüştürür. Böylece bu, artık
yaşayan ve etkin bir ulus değil, mistik, kavranamaz ve öte yana ait bir şeydir.
Çünkü yukarıda söylendiği gibi, örneğin Gürcü, Dağıstanlı, Rus, Amerikan ve
başka ulusların Yahudilerinden oluşmuş, mensupları birbirini anlamayan (ayrı
diller konuşan), dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan, birbirlerini hiçbir
zaman görmeyecek, hiçbir zaman, ne barışta ne de savaşta birlikte davranamayacak
olan şu Yahudi ulusu nasıl bir şeydir?!
Hayır.
Sosyal-Demokrasi, ulusal programını böyle kâğıttan "uluslar" için inşa etmez. O
sadece, davranan, hareket eden ve bu nedenle de başkalarını kendini hesaba
katmaya zorlayan gerçek ulusları göz önünde tutabilir.
Açıktır
ki Bauer, tarihi bir kategori olan ulusu, etnografik bir kategori
olan aşiret ile karıştırıyor.
Zaten Bauer kendi pozisyonunun
güçsüzlüğünü kendisi hisseder görünüyor. Kitabının başında Yahudilerden
kesinlikle ulus olarak
söz ederken, kitabın sonunda kendi kendini düzeltiyor ve şunu iddia ediyor: "..
.kapitalist toplum Yahudilerin ulus olarak varlıklarına izin vermez",
onları diğer uluslar tarafından asimile ettirir. Bunun nedeni ise "Yahudilerin
kapalı bir yerleşim bölgeleri olmaması"dır,
oysa Bauer'e göre ulus olarak varlıklarını sürdürecek olan Çekler böyle bir
bölgeye sahiptir.
Kısaca: Bunun nedeni toprak
yokluğunda yatmaktadır.
Bauer
böyle bir akıl yürüterek, ulusal özerklik talebinin Yahudi işçilerin talebi
olamayacağını
kanıtlamak istiyordu, fakat bununla, farkında olmaksızın, toprak birliğinin
ulusun belirtilerinden biri olduğunu yadsıyan kendi teorisini yıkmış bulunuyor.
Ancak Bauer daha da ileri gidiyor.
Kitabının başında kesinlikle: "Yahudiler ortak bir dile sahip değiller,
ve buna rağmen bir ulus oluştururlar"
derken, daha 130. sayfaya geldiğinde cepheyi değiştirmiştir ve yine aynı
kesinlikle: "ortak bir dil olmaksızın ulus olmaz"
der (altını biz çizdik).
Bauer
burada "dilin insanlar arası ilişkilerin en önemli aracı"
olduğunu kanıtlamak istiyordu; fakat aynı zamanda farkında olmaksızın,
kanıtlamaya hiç niyeti olmadığı halde, dil birliğinin önemini yadsıyan kendi
ulus teorisinin savunulamazlığını kanıtlamış bulunuyor.
İdealist ipliklerle dokunmuş bir
teori kendi kendisini böyle çürütüyor işte.
ULUSAL HAREKET
[1] Yahudilerde dinlenme günü; bu günde çalışmak "günah"tır—ÇN.
[2] “Bund'un IX. Konferansı Üzerine Rapor"
[3] "Ağustos Konferansı'nın Bildirisi"
[4] Aynı yerde.
[5] R. Springer, "Ulusal Sorun", "Obşçestvennaya Polsa" Yayınevi, 1909, s. 43.
[6] O. Bauer, "Milliyetler Sorunu ve Sosval-Demokrasi", "Serp" Yayınevi,
1909,s.l-2.
[7] A.g.e.. s. 6.
[8] A.g.e., s. 2.
[9] A.ge., s. 2
[10] A.g.e., s. 24-25.
[11] A.g.e., s. 139.
[12] A.g.e., s. 2.
[13] A.g.e., s. 389
[14] A.g.e., s. 388.
[15] A.g.e., s. 396
[16] A.g.e., s. 2.
[17] A.g.e., s. 130.
[18] A.g.e., s. 130.
[19] J. Strasser, İşçi ve Ulus", 1912, s. 33.
[20] O. Bauer, a.g.e.,s. 166.