MARKSİZM VE ULUSAL SORUN
VI
KAFKASYALILAR,
TASFİYECİLERİN KONFERANSI
Yukarıda,
milliyetçilik "salgınına" dayanamayan Kafkasya Sosyal-Demokratlarının bir
bölümünün sallantılarından sözetmiştik. Bu sallantılar, sözkonusu
Sosyal-Demokratların —ne kadar tuhaf görünse de— "Bund"un ayak izlerinden
yürümeleri ve ulusal-kültürel özerkliği ilan etmiş olmalarında ifadesini
bulmuştur.
Tüm
Kafkasya için bölgesel özerklik ve Kafkasya sınırları içinde yaşayan uluslar
için ulusal-kültürel özerklik — bu talep, bu Sosyal-Demokratlar tarafından —geçerken
söyleyelim ki, bunlar aynı zamanda Rus tasfiyecilere katılmaktadırlar— böyle
formüle edilmektedir.
Bunların tanınmış lideri ünlü
N.'yi dinleyelim:
"Herkesin bildiği gibi Kafkasya,
merkezi bölgelerden, gerek nüfusun ırksal bileşimi bakımından, gerekse toprak ve
tarımsal kültür bakımından farklıdır. Böyle bir bölgenin açılması ve maddi
gelişimi, bölgesel özelilkleri tanıyan, bu bölgenin iklimine ve kültürüne
alışkın olan insanların, bölge halkının işgücünü gerektirmektedir. Bu ülkenin
gelişimi için bütün yasalar bu bölgede hazırlanmalı ve bölge halkı tarafından
uygulanmalıdır. Buna göre bölgesel sorunlar üzerine yasalar çıkarmak, Kafkasya
özyönetiminin merkezi kurulunun yetki alanına dahil olacaktır. .. Böylece
Kafkasya merkezinin fonksiyonu, bölgesel toprağın gelişmesini, bölgenin maddi
zenginliğini amaçlayan yasalar çıkarmak olacaktır."
Yani
Kafkasya için bölgesel özerklik.
N.'nin karmakarışık ve birbirine
uymayan gerekçesi gözönüne alınmazsa, vardığı sonucun doğru olduğunu kabul etmek
gerekir. Kafkasya'nın bileşiminin ve yaşam koşullarının özellikleri gözönünde
tutulduğunda, Kafkasya'nın genel olarak devletin anayasal çerçevesi içinde
etkili olan bir bölgesel özerkliği gerçekten de gereklidir. Bunu N. de
reddetmiyor.
II. Parti Kongresi'nde, "asıl
Rus bölgelerinden yaşam koşulları ve nüfus bileşimi bakımından farklı olan bütün
kenar bölgeler için bölgesel özyönetimin tanınmasını" ilan eden Rusya
Sosyal-Demokrasisi de bu durumu kabul etmişti.
II.
Kongre'de bu konuyu tartışmaya açan
Martov, bunu "Rusya'nın muazzam genişliği ve merkezi yönetiminden edinilen
deneyimlerin, bizi Finlandiya, Polonya, Litvanya ve Kafkasya
gibi büyük birimler için
bölgesel özyönetimin gerekliliği ve amaca uygunluğu sonucuna vardırdığı" ile
gerekçelendirmiştir.
Fakat
bundan, bölgesel özyönetimin bölgesel özerklik
demek olduğu sonucu çıkmaktadır.
Ne var ki N. daha ileriye
gider. Ona göre Kafkasya'nın bölgesel özerkliği "sorunun sadece bir yanı"dır.
"Şimdiye kadar, bölgesel
yaşantının sadece maddi gelişiminden söz ettik. Fakat bir bölgenin iktisadi
gelişimi sadece iktisadi faaliyetle olmaz, bunun yanısıra ruhi ve kültürel
faaliyetler de gereklidir"... "Kültürel bakımdan güçlü bir ulus, iktisadi
alanda da güçlüdür"... "Ne var ki ulusların kültürel gelişimi ancak milli dilde
mümkündür"... "Bunun için anadille bağıntılı tüm sorunlar, ulusal-kültürel
sorunlardır. Bunlar halk eğitimi, adliye, kilise, edebiyat, sanat, bilim,
tiyatro vb. sorunlardır. Eğer bölgenin maddi gelişimi -ulusları birleştiriyorsa,
ulusal-kültürel meseleler her ulusu ayrı bir çalışma alanına yerleştirdiği için,
ayırıcı nitelikte olur. Birinci türden faaliyet belli bir toprağa bağlıdır"...
"Ulusal-kültürel meselelerde durum değişiktir. Bu meseleler belirli bir toprağa
değil, fakat belirli bir ulusun varlığına bağlıdır. Gürcücenin kaderi, bir
Gürcüyü nerede yaşıyor olursa olsun aynı biçimde ilgilendirir. Gürcü kültürünün
sadece Gürcistan'da oturan Gürcüleri ilgilendirdiğini söylemek büyük bir
cahillik olurdu. Örneğin, Ermeni kilisesini alalım. Bu kilisenin işlerinin
yürütülmesine, çeşitli bölgelerde ve devletlerde bulunan Ermeniler
katılmaktadırlar. Burada toprak hiçbir rol oynamaz. Veya bir Gürcü müzesinin
kurulması ile Tiflis'teki Gürcüler kadar, Baku'da, Kutais'de, Petersburg'da
oturan Gürcüler de ilgilenirler. Demek ki, tüm ulusal-kültürel meselelerde
idare ve yönetimi, bu meselelerle ilgili ulusun kendisine vermek gerekmektedir.
Biz Kafkasya'daki milliyetler için ulusal-kültürel özerkliği ilan ediyoruz."
Kısaca:
Kültür toprak, toprak da kültür olmadığından, ulusal-kültürel özerklik
gerekmekteir. N.'ninbu konu yararına söyleyebildiklerinin hepsi budur
işte.
Bir
kez daha ulusal-kültürel özerkliği genel olarak ele almak istemiyoruz: yukarıda
onun olumsuz niteliğinden sözetmiştik. Burada, genel olarak olumsuz
ulusal-kültürel özerkliğin, Kafkasya koşullarında daha da saçma ve budalaca
olduğunu belirtmek istiyoruz.
Bunun
nedeni şudur.
Ulusal-kültürel
özerklik, az-çok gelişmiş milliyetleri, gelişmiş kültür ve edebiyatları olan
milliyetleri şart koşar. Bu önkoşullar olmaksızın sözkonusu özerklik tüm
anlamını yitirir, an-lamsızlaşır. Oysa Kafkasya'da ilkel bir kültürü, ayrı bir
dili olan, fakat kendi edebiyatına sahip olmayan bir dolu halk yaşamaktadır. Ve
bu halklar bir de geçiş aşamasında bulunmaktadırlar; kısmen asimile olmakta,
kısmen de gelişmektedirler. Ulusal-kültürel özerklik bunlara nasıl
uygulanacaktır? Bu halklara ne olacaktır? Bunlar ulusal-kültürel özerklik için
şüphesiz önkoşul olan ayrı ulusal-kültürel birliklerde nasıl "örgütlenecek”lerdir?
Ayrı
ayrı diller konuşan, fakat kendi edebiyatlarına sahip olmayan Mingrellerin,
Abazaların, Acarların, Svanların, Lezginlerin vb. durumları ne olacaktır? Hangi
ulusa sayılacaktır bunlar? Bunları ulusal birliklerde "örgütlemek" mümkün müdür?
Bunlar hangi "kültür meseleleri" adına "örgütlenecektir"?
Osetlerin —ki bunlardan Trans-Kafkasyalı
Osetler Gürcüler tarafından asimile edilmektedir (ancak henüz tamamen asimile
olmamışlardır), Ön-Kafkasya'da yaşayan Osetler ise kısmen Ruslar tarafından
asimile edilmekte, diğer kısmı ise öz edebiyatlarını yaratarak gelişmektedirler—
durumu ne olacaktır?
Bunlar yekpare bir ulusal birlikte
nasıl "örgütlenecekler"?
Gürcüce
konuşan, fakat Türk kültürüne sahip ve müslüman Acarlar hangi ulusal birliğe
sayılacak? Yoksa onları dini meseleler bazında Gürcülerden ayrı ve
diğer kültür meseleleri bazında Gürcülerle birlikte mi "örgütlemeli"? Ya
Kobuletler, İnguşlar, İngiloidler?
Bir dolu halkı listeden çıkaran bu
özerklik nasıl bir özerkliktir?
Hayır, bu ulusal sorunun çözümü
değil, boş bir fantezinin ürünüdür.
Fakat yine de düşünülmezi düşünüp,
N.'nin ulusal-kültürel özerkliğinin gerçekleştiğini varsayalım. Nereye
varacak, hangi sonuçlan verecektir bu? Örneğin çok düşük okuma-yazma oranı ile,
herşeye kadir mollaların başı çektiği okulları ile, dinsel inançlarla işlenmiş
kültürleri ile Trans-Kafkasya Tatarlarını alalım... Bunları bir ulusal-kültürel
birlik biçiminde örgütlemenin, mollaları başlarına oturtmak, onları eti ve
kemiğiyle mollalara teslim etmek, Tatar kitlelerin baş düşmanları tarafından
manevi köleleştirilmesi için yeni kaleler meydana getirmek anlamına geleceğini
kavramak zor değildir.
Fakat
Sosyal-Demokratlar ne zamandan beri gericilerin değirmenine su taşıyorlar?
En kötü gericilere kitleleri köle
olarak teslim etmeye yarayan, Trans-Kafkasyalı Tatarların bir ulusal-kültürel
birlik biçiminde ayrılması — Kafkasyalı tasfiyeciler "ilan edecek" daha iyi
birşey bulamadılar mı?...
Hayır, ulusal sorunun çözümü bu
değildir.
Kafkasya'da ulusal sorunun çözümü
ancak, geç kalmış ulusların ve halkların, gelişmiş kültürün genel cereyanı
içine çekilmesi doğrultusunda mümkündür. Ancak böyle bir çözüm ilerici
olabilir ve Sosyal-Demokrasi tarafından kabul edilebilir.
Ve
Kafkasya'nın bölgesel özerkliği tam da bunun için; geç kalmış ulusları genel
kültürel gelişim içine çektiği, onlara küçük milliyetlerin tecrit kabuğundan
çıkmalarına yardımcı olduğu, onları ileriye ittiği ve gelişmiş kültürün
nimetlerinden yararlanmalarını sağladığı için kabul edilebilir olmaktadır. Oysa
ulusal-kültürel özerklik tam aksi yönde etki yapmaktadır; çünkü o ulusları eski
kabuğu içine kapatır, onları kültürün alt aşamalarında tutar ve daha yüksek
kültür aşamalarına varmalarını engeller.
Böylece ulusal özerklik, bölgesel
özerkliğin olumlu yanlarını felce uğratır, bunları sıfırlar.
İşte bunun için, ulusal-kültürel
özerkliği bölgesel özerklikle birleştiren, N.'nin önerdiği özerkliğin bu
karma tipi de işe yaramaz. Doğaya aykırı olan bu kombinasyon, durumu
iyileştirmez, bilakis kötüleştirir, çünkü geç kalmış ulusların gelişimini
engellemekle kalmaz, aynı zamanda bölgesel özerkliği, ulusal birlikler halinde
örgütlenmiş ulusların çatışma alanı haline getirir.
Böylece
genel olarak işe yaramaz olan ulusal-kültürel özerklik, Kafkasya'da anlamsız
gerici bir girişime bürünür!
N.'nin
ve onun Kafkasyalı düşünce arkadaşlarının ulusal-kültürel özerkliği işte budur.
Kafkasyalı tasfiyecilerin "bir
adım ileriye" atarak örgüt sorununda da "bund"u izleyip izlemeyeceklerini zaman
gösterecektir. Şimdiye kadar Sosyal-Demokrasi tarihinde örgüt federalizmi her
zaman programda ulusal özerklikten önce gelmiştir. Avusturya sosyal-demokratları
daha 1897'den başlayarak örgütsel federalizmi uyguluyorlardı ve ancak iki yıl
sonra (1899) ulusal özerkliği kabul ettiler. Bundçular ulusal özerklik üzerine
işitilebilir bir şekilde konuşmaya ilk olarak 1901'de başladılar, ancak
örgütsel federalizmi 1897'den beri uyguluyorlardı.
Kafkasyalı tasfiyeciler sondan,
ulusal özerklikten başladılar. Eğer "Bund"un ayak izlerinden yürümeye devam
ederlerse, önce doksanlı yılların sonunda enternasyonallik temelinde kurulmuş
olan mevcut örgüt yapısının tamamını yıkmak zorunda kalacaklardır.
Ancak
bir zamanlar işçiler için anlaşılmaz olan ulusal özerkliğin yanında yer almak ne
kadar kolay oduysa, Kafkasya'daki tüm milliyetlerin işçileri tarafından yıllar
süren çalışma sonucu böylesine büyük bir özen ve sevgiyle inşa edilmiş olan,
böylesine korunan bu yapıyı yıkmak o ölçüde zor olacaktır. İşçilerin gözlerinin
açılması ve ulusal-kültürel özerkliğin milliyetçi niteliğini görmeleri için
sadece böyle bir Herostrat
adımı atmak yeterli olacaktır.
Kafkasyalılar
ulusal sorunu sözlü münazara ve edebi tartışma yoluyla, alışılmış biçimde
çözmeye çalışırlarken, tasfiyecilerin Tüm-Rusya Konferansı hiç alışılmamış bir
yöntem keşfetti. Basit ve kolay bir yöntem. Dinleyin:
"...ulusal-kültürel
özerklik talebini ileri sürme zorunluluğu üzerine... Kafkasya delegasyonunun
bildirimini dinledikten sonra, Konferans, bu talebin özüne ilişkin tavır
takınmaksızın, her milliyete kendi kaderini tayin hakkını tanıyan Parti
programı maddesinin böyle bir yorumunun, Parti programının tam anlamına ters
düşmediğini saptar."
Yani
önce, bu sorunun "özüne ilişkin tavır takınmamak", sonra da "saptamak". Orjinal
bir yöntem...
Bu orijinal konferans neyi "saptıyor"?
Ulusal-kültürel
özerklik "talebinin", ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını tanıyan "programın
tam anlamına ters il ütmediğini" saptıyor.
Bu
tezi inceleyelim.
Kendi kaderini tayin maddesi,
ulusların haklarından söze-der. Bu maddeye göre uluslar, sadece özerklik hakkına
değil, fakat ayrılma hakkına da sahiptirler. Burada sözkonusu olan, siyasi
bakımdan kendi kaderini tayin etmedir. Tüm uluslararası Sosyal-Demokrasi içinde
uzun zamandan bu yana saptanmış olan ulusların siyasi bakımdan kendi kaderlerini
tayin etme hakkına olur-olmaz anlamlar yüklemeye çalışarak kimi aldatmak
istiyorlardı tasfiyeciler?
Yoksa tasfiyeciler işin içinden
sıyrılıp, şöyle bir sofizmin arkasına mı saklanmak isteyecekler: Ulusal-kültürel
özerklik zaten ulusların haklarına "ters düşmez" ki? Yani herhangi bir
devletin bütün ulusların yaşamlarını ulusal-kültürel özerklik ilkelerine göre
kurma isteğinde olurlarsa, bu belirli uluslar bu hakka sahiptirler ve hiç
kimsenin onlara politik yaşamın başka bir biçimini zorla kabul ettirmeye
hakkı yoktur. Yeni olduğu kadar da açıkgöz bir düşünce! Buna, genelde
ulusların anayasalarım kaldırmaya, yerine bir istibdat rejimi getirmeye, eski
düzeni tekrar yerleştirmeye haklan olduğunu eklemek mümkün değil midir? Çünkü
uluslar, ve yalnızca uluslar kendi kaderlerim tayin etme hakkına sahiptirler.
Tekrarlıyoruz: Meseleyi böyle alırsak, ne ulusal-kültürel özerklik, ne de
herhangi bir ulusal gericilik, ulusların haklarına "ters düşmez".
Saygıdeğer konferans bunu mu
söylemek istiyordu acaba? Hayır, bunu değil. O doğrudan doğruya ulusal-kültürel
özerkliğin, ulusların haklarına değil, programın "tam anlamına" "ters
düşmediğini" söylüyor. Burada sözkonusu olan, ulusların hakları değil,
programdır.
Bu anlaşılırdır da. Herhangi bir
ulus, Konferansa başvur-saydı, Konferans o ulusun ulusal-kültürel özerklik
hakkına sahip olduğunu açıkça saptayabilirdi. Ancak Konferans'a bir ulus değil,
Kafkasya Sosyal-Demokratlarının bir "delegasyonu" başvurdu; kötü
Sosyal-Demokratlar olmakla birlikte, ne de olsa Sosyal-Demokratlar. Ve bunlar,
ulusların hakların değil, fakat ulusal-kültürel özerkliğin
Sosyal-Demokrasinin ilkeleriyle çelişip çelişmediğini,
Sosyal-Demokrasinin programının "tam anlamına" "ters düşüp düşmediğini"
sordular.
Demek
ki ulusların hakları ve Sosyal-Demokrasinin programının "tam
anlamı" bir ve aynı şey değildir.
Görülüyor
ki, ulusların haklarına ters düşmeksizin, programın "tam anlamına" ters
düşebilen talepler vardır.
Bir
örnek, Sosyal-Demokratiann programlannda dini inanç özgürlüğü üzerine bir madde
bulunuyor. Bu maddeye göre, her bireyler grubu, istediği herhangi bir dini kabul
etme hakkına sahiptir:
Katoliklik,
Ortodoksluk vb. Sosyal-Demokrasi her türlü dini baskıya karşı, ortodoksların,
katoliklerin, protestanların takibata uğratılmasına karşı mücadele edecektir.
Fakat bu, katolikliğin, protestanlığın vb. "programın tam anlamına ters
düşmediği" anlamına mı gelmektedir? Hayır, kesinlikle değil. Sosyal-Demokrasi
her zaman katolikliğin, protestanlığın takibata uğratılmasını protesto edecek,
her zaman ulusların istedikleri dini kabul etmeleri hakkını savunacaktır; fakat
aynı zamanda Sosyal-Demokrasi, proletaryanın çıkarlarından yola çıkarak,
sosyalist dünya görüşünü zafere götürmek için katolikliğe, protestanlığa,
Ortodoksluğa karşı ajitasyon yürütecektir.
Ve
bunu, protestanlığın, katolikliğin, Ortodoksluğun vb. hiç kuşkusuz programın
"tam anlamına", yani proletaryanın iyice anlaşılan çıkarlarına "ters düştüğü"
için yapacaktır.
Ulusların
kendi kaderlerini tayini için de aynı şeyler söylenmelidir. Uluslar istedikleri
gibi örgütlenme hakkına sahiptirler; unlar ulusal kurumlarından her birini —yararlı
olanlar gibi zararlıları da— koruma hakkına sahiptirler, kimse ulusların
yaşamlarına zorla müdahale edemez (kimse bu hakka sahip değildir!). Fakat
bu henüz, Sosyal-Demokrasinin ulusların zararlı kurumlarına karşı, ulusların
amaca uygun olmayan taleplerine karşı mücadele etmeyeceği ve ajitasyon
yapmayacağı anlamına gelmez. Tam tersine Sosyal-Demokrasinin görevi, kendisini
proletaryanın çıkarlarına en uygun biçimde örgütlemesi doğrultusunda ulusun
iradesini etkilemek, bu doğrultuda ajitasyon yapmaktır. İşte bunun için
Sosyal-Demokrasi, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı uğruna mücadelesinde,
gerek Tatarların ayrılmasına karşı, gerekse Kafkasya uluslarının ulusal-kültürel
özerkliğine karşı aynı zamanda ajitasyon yapacaktır; çünkü her ikisi de bu
ulusların hakları ile ters düşmeksizin, programın "tam anlamına",
yani Kafkasya proletaryasının çıkarlarına ters düşmektedir.
Görülüyor
ki, "ulusların hakları" ile programın "tam anlamı" bambaşka iki düzlemdir.
Programın "tam anlamı", proletaryanın programında onun çıkarlarının bilimsel
formülasyonunu ifade ederken, ulusların hakları çeşitli sınıfların — burjuvazi
gibi, aristokrasi gibi, ruhban sınıfı gibi sınıfların güçleri ve etkilerine
göre — çıkarlarını ifade edebilir. Orada sözkonusu olan Marksistlerin
yükümlülüğü, burada ise çeşitli sınıflardan oluşan ulusların haklarıdır.
Ulusların hakları ile Sosyal-Demokratizmin ilkeleri arasında, örneğin Keops
piramidinin tasfiyecilerin ünlü konferansına ters düştüğü ölçüde ayrılık vardır.
Bu iki şeyi birbiriyle karşılaştırmak olanaksızdır.
Bundan
şu sonuç çıkar ki, saygıdeğer konferans, affedilmeyecek bir biçimde, iki çok
farklı şeyi birbirine karıştırmıştır. Çıkan sonuç, ulusal sorunun çözümü değil,
fakat anlamsızlıktır; öyle ki, ulusların hakları ile Sosyal-Demokrasinin
ilkeleri birbirine "ters düşmez" — dolayısıyla bir ulusun her talebi
proletaryanın çıkarlarıyla bağdaştırılabilir, dolayısıyla kendi kaderini tayin
etmek isteyen ulusların hiçbir talebi programın "tam anlamına" "ters düşmez"!
Onların mantıkla işleri yok:
Tasfiyeciler
konferansının ulusal-kültürel özerklik talebinin programın "tam anlamına" "ters
düşmediği" yolundaki ünlü kararı da bu anlamsızlıktan çıkmıştır.
Fakat
tasfiyeciler konferansı sadece mantık kurallarına karşı gelmekle kalmaz.
Ulusal-kültürel
özerkliği tasdik ve kabul etmekle bu konferans, Rusya Sosyal-Demokrasisine
karşı yükümlülüğünü de ihlâl etmektedir. Programın "tam anlamını" açıkça ihlâl
etmektedir. Çünkü bilindiği gibi, bu programı kabul etmiş olan
II.
Parti Kongresi, ulusal-kültürel
özerkliği kesinlikle reddetmiştir. Bu kongrede, sözü edilen konu
üzerine şunlar söylenmiştir:
"Goldblatt (Bundçu):... ben,
milliyetlerin kültürel gelişim özgürlüğünü güvenceleyecek özel kuruluşların
oluşturulmasını gerekli görüyorum ve bunun için 8. maddeye şunun eklenmesini
öneriyorum: 've onlara tam bir kültürel gelişim özgürlüğü güvenceleyecek
kurumların oluşturulması' (bu bilindiği gibi, ulusal-kültürel özerkliğin
Bundçu formülasyonudur. — J. St.).
Martinov,
genel kuruluşların
özel çıkarları da güvenceleyecek biçimde oluşturulması gerektiğine işaret eder.
Milliyetlerin kültürel gelişim özgürlüğünü güvenceleyecek herhangi bir özel
kurum meydana getirmenin olanaksızlığını ileri sürer.
Yegorov:
Milliyetler sorununda biz sadece
olumsuz önerileri kabul edebiliriz, yani biz milliyetlere herhangi bir halel
getirilmesine karşıyız. Fakat Sosyal-Demokratlar olarak şu ya da bu milliyetin,
milliyet olarak gelişip gelişmeyeceği bizi ilgilendirmez. Bu derinden işleyen
bir sürecin işidir.
Koltsov:
'Bund' delegeleri,
milliyetçilikleri üzerine konuşmaya başlandığı anda kırılıyorlar. Oysa 'Bund'
delegesinin getirdiği değişiklik önerisi salt milliyetçi niteliktedir. Bizden,
yitip gitmekte olan milliyetlerin bile desteklenmesi için hücum önlemleri
isteniyor!"
...
Sonuç, "Goldblatt'm önerisi çoğunluk tarafından, üç oya karşı, reddedilir".
Yani
tasfiyeciler konferansının, programın "tam anlamına" "ters" hareket ettiği
açıktır. O programı ihlal etmiştir.
Şimdi
de tasfiyeciler, ulusal-kültürel özerkliği güya onayladığını iddia ettikleri
Stockholm Parti Kongresi'ne dayanarak kendilerim haklı çıkarmaya çalışıyorlar.
VI.
Kossovski şöyle yazıyor:
"Bilindiği gibi, Stockholm Parti
Kongresi'nde kabul edilmiş olan sözleşmeye göre, (genel parti kongresinde ulusal
sorun karara bağlanıncaya kadar) 'Bund'a ulusal programını muhafaza izni
verilmişti. Bu kongre, ulusal-kültürel özerkliğin en azından genel parti
programıyla çelişmediğim kabul etmiştir."*
Ne
var ki tasfiyecilerin çabaları boşunadır. Stockholm Parti Kongresi "Bund"un
programını onaylamayı aklından bile geçirmemiştir. Sadece, bu sorunu şimdilik
açık bırakmaya hazır olduğunu açıklamıştır. Yiğit Kossovski, doğrunun tümünü
söylemek için gerekli cesaretten yoksundur. Olguları izaha ne gerek var. İşte
olgular:
"Galin
tarafından bir değişiklik önerisi getirilir: 'Parti Kongresi konuyu
görüşmediği için, ulusal program sorunu açık bırakılmıştır' (lehte 50
oy, aleyhte 32 oy).
Bir ses:
'Açık bırakılmıştır' ne demektir?
Başkan:
Ulusal sorunun açık kaldığını
söylüyorsak, bu 'Bund'un bu sorun üzerine aldığı kararı önümüzdeki Parti
"Naşa Zarya", 1912, No. 9-10, s.
120.
Kongresi'ne
kadar muhafaza edebileceği demektir"* (altını biz çizdik. —J.St.).
Görüldüğü gibi Parti Kongresi, "Bund"un
ulusal program sorununu "görüşmemiştir" bile, onu sadece "açık" bırakmış ve yele
çek genel parti kongresine kadar programının kaderi üzerine kendisinin karar
vermesi için "Bund"u serbest bırakmıştır. Başka sözlerle: Stockholm Parti
Kongresi, ulusal-kültürel özerklik hakkında şu ya da bu yönde bir yargıya
varmaksızın bu sorunu atlamıştır.
Buna
karşılık tasfiyecilerin konferansı en belirli biçimde sorunun yargılanmasına
girişiyor, ulusal-kültürel özerkliği kabul edilebilir olarak tanıyor ve Parti
programı adına bunu onaylıyor.
Aradaki fark göze batmaktadır.
Böylece tasfiyeciler konferansı,
bütün hile ve kurnazlıklara rağmen ulusal sorunu bir adım bile ileriye
götüremedi.
"Bund"un ve Kafkasyalı
ulusal-tasfiyecilerin önünde laf ebeliği yapmak — konferansın becerebildiği tek
şey bu oldu.