ANARŞİSTLER proleter sosyalizmine nasıl
bakıyorlar?
Her şeyden önce, proleter sosyalizminin, sadece felsefi bir doktrin
olmadığını bilmeliyiz. O, proleter yığınlarının doktrini, onların bayrağıdır;
dünyanın her yerindeki proleterler ona saygı duyuyor, ona "tapınırcasına" sevgi
gösteriyorlar. Dolayısıyla, Marx ve Engels, yalnızca felsefi bir "okulun"
kurucuları değil; her geçen gün (sayfa 59) büyüyen ve güç kazanan, yaşayan
proletarya hareketinin, yaşayan önderleridir. Her kim onların doktrinine karşı
savaşır, onları "devirmek" isterse, eşit olmayan bir mücadelede kafasını
kırmaktan sakınmak için, bunların tümünü aklında çok iyi tutması gerekir.
Anarşist Baylar bunun pekala farkındalar. İşte, bu yüzden, Marx ve Engels'le
savaşırken, en alışılmamış ve, bir bakıma, yeni bir silah kullanıyorlar.
Bu yeni silah nedir? Kapitalist üretim üzerinde yeni bir araştırma mı?
Marx'ın Kapital'inin çürütülmesi mi ? Tabii ki değil! Yoksa "yeni gerçekler" ve
"tümevarım" yöntemiyle kendilerini silahlandırarak, sosyal-demokrasinin
"İncilini" -Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'sunu- "bilimsel olarak"
çürütmek mi? Gene hayır! O halde, bu olağanüstü silah nedir?
Bu, Marx ve Engels'in "intihale" başvurduğu suçlamasıdır! İnanır mısınız?
Görünüşe göre, Marx ve Engels, orijinal hiç bir şey yazmamışlardır, bilimsel
sosyalizm tamamen uydurmadır, çünkü Marx ve Engels'in Komünist Manifestosu,
baştan sona, "Victor Considérant'ın Manifesto'sundan çalınmıştır."[61] Bu
tamamen gülünç kuşkusuz, ama anarşistlerin "eşsiz önderi" V. Çerkezişvili, bu
eğlendirici hikayeyi öyle bir kendine güvenle anlatıyor, Pierre Romus adlı
Çerkezişvili'nin salak bir "havarisi" ve bizim yerli anarşistlerimiz, bu buluşu
öyle bir şevkle tekrarlıyorlar ki, bu "hikaye" ile hiç olmazsa kısaca uğraşmaya
değer. Bakın Çerkezişvili ne diyor: "Komünist Manifesto'nun bütün teorik kısmı;
yani birinci ve ikinci bölümleri ... V. Considérant'dan alınmıştır. Dolayısıyla
Marx ve. Engels'in Manifesto'su -legal devrimci demokrasinin bu incili-,
Considérant'ın Manifesto'sunun beceriksizce bir aktarmasından başka bir şey
değildir. Marx ve Engels, yalnızca Considérant'ın Manifesto'nunun içeriğine el
koymakla kalmamışlar ... onun bazı bölüm (sayfa 60) başlıklarını bile
almışlardır."[62]
Bu hikaye, bir başka anarşist tarafından, Pierre Romus
tarafından da tekrarlanıyor: "Kesinlikle ileri sürüle bilir ki, onların (Marx ve
Engels'in) temel yapıtı (Komünist Manifesto) sadece bir hırsızlık (bir intihal),
utanmazca bir hırsızlıktır; ama adi hırsızların yaptığı gibi, kelimesi
kelimesine kopya edilmemiş, yalnızca fikirleri ve teoriler çalınmıştır".[63]
Bunu, Nobati, Muşa[64], Hıma[65] ve öteki gazetelerdeki bizim
anarşistlerimiz de tekrarlıyorlar.
Böylece, görünüşe göre, bilimsel
sosyalizm ve onun teorik ilkeleri, Considérant'ın Manifesto'sundan
"çalınmıştır".
Bu iddianın hiç bir temeli var mıdır?
Kimdir Victor
Considérant?
Kimdir Karl Marx?
1893'te ölmüş olan Considérant, ütopyacı Fourier'in[66] bir öğrencisi idi
ve "Fransa'nın kurtuluşu"nu, sınıfların uzlaşmasına bağlamış olan, iflah olmaz
bir ütopyacı olarak kaldı.
1883'te ölen Karl Marx, ütopyacıların bir düşmanı, bir materyalistti.
Üretici güçlerin gelişmesine ve sınıflar arasındaki mücadeleye, insanlığın
kurtuluşunun güvencesi olarak bakardı.
Aralarında hiç bir ortak yan var mıdır?
Bilimsel sosyalizmin teorik temeli, Marx ve Engels'in materyalist
teorisidir. Bu teoriye göre, toplumsal hayatın gelişmesi, bütünüyle, üretici
güçlerin gelişmesiyle belirlenir. Eğer feodal toprak beyliği sisteminin yerini,
burjuva sistem almışsa, bunun "kabahati", burjuva sistemin ortaya çıkışını
kaçınılmaz kılan üretici güçlerin gelişmesinde yatar. Ve gene, bugünkü burjuva
sistemin yerini, kaçınılmaz olarak, sosyalist sistem alacaksa, nedeni, bunu,
modern üretici güçlerin gelişmesinin gerekli kılmasıdır. (sayfa 61) Bundan,
kapitalizmin yıkılması ve sosyalizmin kurulması [biçimindeki] tarihi zorunluluk
doğar. Bundan, ülkülerimizi insanların kafalarında değil, üretici güçlerin
gelişmesinin tarihinde aramamız gerektiği marksist önerme doğar
İşte Marx
ve Engels'in Komünist Manifesto'sunun teorik temeli budur.[67]
Considérant'ın Demokratik Manifesto'su hiç böyle bir şeyden söz ediyor mu?
Considérant, materyalist görüş açısını kabul ediyor muydu?
Biz iddia
ediyoruz ki, ne Çerkezişvili, ne Romus, ne de bizim Nobaticiler, Considérant'ın
Demokratik Manifesto'sundan, Considérant'ın bir materyalist olduğunu ve
toplumsal yaşamın evrimini, üretici güçlerin gelişmesine dayandırdığını
kanıtlayan, tek bir cümle ya da bir tek sözcük aktaramazlar. Tam tersine, çok
iyi biliyoruz ki, Considérant, sosyalizmin tarihinde, idealist bir ütopyacı
olarak tanınmaktadır. [68]
Öyleyse, bu aylak gevezelikler, ne idiğü belirsiz bu "eleştiriler" nereden
çıkmıştır? Daha idealizmi materyalizmden ayırt etmesini bile bilmezken, Marx ve
Engels'i niçin eleştirmeye girişmişlerdir? Yalnızca insanları eğlendirmek için
mi?..
Bilimsel sosyalizmin taktiksel temeli, uzlaşmaz sınıf mücadelesi öğretisi
olmasıdır, bu yüzden de proletaryanın sahip bulunduğu en iyi silahtır.
Proletaryanın sınıf mücadelesi, proletaryanın siyasi gücü ele geçireceği ye
sonra da sosyalizmi kurmak için burjuvaziyi mülksüzleştireceği silahtır.
Marx ve Engels'in Manifesto'larında yorumlanan bilimsel sosyalizmin taktiksel
temeli işte böyledir.
Considérant'ın Demokratik Manifesto'su, buna benzer
bir şey söylemekte midir? Considérant, sınıf mücadelesine, proletaryanın sahip
olduğu en iyi silah gözü ile bakmış mıdır?
Çerkezişvili ve Romus'un (yukarda belirtilen sempozyumunu görünüz)
makalelerinde de açıkça görüldüğü gibi; Considérant'ın Manifestosu'nda bu konuda
tek bir sözcük yoktur. O, sınıf mücadelesini üzüntü verici bir gerçek olarak
kaydediyor sadece. Considérant, Manifesto'sunda, sınıf mücadelesini, kapitalizmi
yoketme aracı olarak, şöyle anlatıyor:
"Sermaye, emek ve yetenek - üretimin üç temel unsuru, servetin üç kaynağı,
sanayi makinesinde üç dişlidir." Bunları temsil eden üç sınıfın "ortak
çıkarları" vardır; onların işlevleri "kapitalistler ve halk için imalat
yapmak"tır. Önlerindeki ... büyük hedef "sınıf topluluklarını birleşik ulus
içinde örgütlemektir."[69]
Bütün sınıflar, birleşin! Considérant'ın
Demokratik Manifesto'sunda ilan ettiği slogan budur.
Böylesine, sınıf
uzlaştırma taktikleri ile, bütün ülkelerin işçileri, işçilere karşıt olan bütün
sınıflar karşısında, birleşiniz, yürekli çağrısını yapan Marx ve Engels
tarafından savunulan uzlaşmaz sınıf mücadelesi taktikleri arasındaki ortak yan
nedir?
Kuşkusuz, aralarında ortak bir şey yoktur. Öyleyse, Çerkezişvili Bayların
aptal izleyicileri böylesine neden zırvalamaktadır? Bizleri ölü mü sanıyorlar?
Bizim onları sürükleyip gün ışığına çıkarmayacağımızı mı sanıyorlar?
Ve nihayet, bir başka ilginç nokta [daha]
var. Considérant, 1893'e kadar yaşadı. Demokratik Manifesto'sunu 1843'te
yayınladı. Marx ve Engels, 1847'de, Komünist Manifesto'larını yayınladılar. Daha
sonra, Marx ve Engels'in Manifesto'ları, bütün Avrupa dillerinde tekrar tekrar
yayınlandı. Herkes bilir ki, Marx ve Engels'in Manifesto'ları yeni çağ açan bir
belgedir. Durum böyleyken, Considérant ya da dostları, Marx ve Engels, hayatta
bulunurlarken, (sayfa 63) bunların, "sosyalizmi", Considérant'ın
Manifesto'sundan çalmış olduklarını söylememişlerdir. Okurlar, bu garip değil
midir?
Öyleyse, bu "ilkel" zıpçıktıları -"bilginler", özür dilerim- bu
türlü zırvalara iten nedir? Kimin adına konuşuyor bunlar? Considérant'ın
Manifesto'sunu, Considérant'ın kendisinden daha mı iyi biliyorlar? Yoksa,
Considérant ve taraftarlarının Komünist Manifesto'yu okumamış olabileceklerini
mi sanıyorlar?
Ama yeter... Yeter, çünkü anarşistlerin kendileri de, Romus
ve Çerkezişvili tarafından yapılan Donkişotvari cihat saldırısını, ciddiye
almıyorlar. Bu maskaraca cihadın utanç verici sonu çok açık olduğundan, pek
üstünde durmaya değmez..
Asıl eleştiri üzerinde ilerlemeye devam edelim.
Anarşistler, belirli bir hastalıktan muzdariptirler: kendilerine karşı
olan partileri "eleştirmekten" çok hoşlanırlar, ama bu partileri birazcık olsun
tanımak için kendilerini sıkıntıya sokmazlar. Gördük ki, anarşistler,
Sosyal-Demokratların diyalektik yöntemini ve materyalist teorisini
"eleştirirken" tamamen böyle davranmaktadırlar (Birinci ve İkinci Bölüm). Onlar,
Sosyal-Demokratlar tarafından savunulan, bilimsel sosyalizmin teorisi ile
uğraşırlarken de aynı yolda davranmaktalar.
Örneğin, aşağıdaki gerçeği alalım. Sosyalist-Devrimciler[70] ile
Sosyal-Demokratlar[71] arasında var olan temel anlaşmazlıkları kim bilmez?
Birincilerin, marksizmi, marksizmin materyalist teorisini, onun diyalektik
yöntemini, programını ve sınıf mücadelesini reddederlerken; Sosyal-Demokratların
tümüyle marksizmden yana olduklarını kim bilmez? Bu temel anlaşmazlıklar,
Revolutsionnaya Rossiya[72] (Sosyalist-Devrimcilerin organı) ile İskra[73]
(Sosyal-Demokratların organı) arasındaki tartışmadan biraz olsun haberi olan,
fısıltıyı bite duyan herhangi (sayfa 64) bir kimseye çok açık olması gerek. Ama,
ikisinin arasındaki bu farklılığı görmek yeteneğinden yoksun,
Sosyalist-Devrimciler ve Sosyal-Demokratların her ikisinin de marksist olduğu
şamatasını yapan böyle "eleştiriler" hakkında ne diyeceksiniz? Böylece, örneğin,
anarşistler hem Revolutsionnaya Rossiya ve hem de İskra'nın marksist olduğunu
ileri sürüyorlar.[74]
Bu, anarşistlerin, Sosyal-Demokrasi ilkeleriyle ne
denli "tanışık" olduğunu gösteriyor!
İşte, onların "bilimsel
eleştiri"lerinin gerçekliği ortadadır...
Bu "eleştiriyi" inceleyelim. Anarşistlerin başlıca "suçlamaları" şu ki,
onlar, Sosyal-Demokratları gerçek sosyalist olarak görmüyorlar - sizler
sosyalist değilsiniz, sizler sosyalizmin düşmanısınız, deyip duruyorlar.
Bu oyunda Kropotkin'in yazdıkları işte şudur: "Sosyal-Demokrat okulun,
ekonomistlerinin çoğunluğu tarafından ulaşılan sonuçlardan farklı sonuçlara
ulaşıyoruz. ... Sosyalistlerin [Sosyal-Demokratları da kastediyor - Yazar]
çoğunluğu devlet kapitalizmine ve kolektivizme varırken, biz ... özgür komünizme
ulaşıyoruz."[75]
Sosyal-Demokratların, bu "devlet kapitalizmi" ve
"kolektivizmi" nedir?
Bununla ilgili olarak Kropotkin'in yazdıkları şöyledir. "Alman
sosyalistleri diyor ki, bütün birikmiş servet, işçi birliklerinin yönetimine
ulaştıracak, üretim ve değişimi örgütleyecek ve toplumun yaşam ve emeğini
denetleyecek olan devletin elinde toplanmalıdır."[76]
Ve dahası: "Onların
planlarında ... kolektivistler, iki katlı bir hatanın ... suçlusudurlar.
Kapitalist sistemi yıkmak istiyorlar, ama bu sistemin temellerini oluşturan iki
kurumu koruyorlar: temsili hükümet ve ücretli iş."[77] "Kolektivizm, çok iyi
bilindiği gibi ... ücretli işi ... korumaktadır. (sayfa 65) Sadece ... temsili
hükümet ... patronun yerini almaktadır." "Bu hükümetin temsilcileri, üretimden
sağlanan artı-değerin tümünün yararlarını kullanma hakkına elkoyar. Ayrıca, bu
sistemde, basit emekçinin işi ile yetenekli zanaatçının işi ... arasında ayırım
yapılmaktadır: kolektivistlerin düşüncelerinde, tecrübesiz işçinin emeği basit
emek iken, tecrübeli zanaatçı, mühendis, bilim adamı ve benzerlerinin emeğini,
Marx, karmaşık emek olarak adlandırmaktadır ve bunlar, daha yüksek ücret
haketmektedirler."[78] Böylece, işçiler, kendileri için gerekli olan ürünleri,
gereksinmelerine göre değil de, "topluma sunmuş oldukları hizmetle orantılı
olarak"[79] alacaklardır.
Gürcü anarşistler de aynı şeyi söylemektedirler,
ama daha büyük güvenle. Özellikle, bunların arasında, pervasız önermeleriyle
tanınan Bay Bâton'dur. Şöyle yazıyor:
"Sosyal-Demokratların kolektivizmi nedir? Kolektivizm, ya da daha doğrusu,
devlet kapitalizmi, aşağıdaki ilkeye dayanmaktadır: herkes istediği kadar
çalışmak zorundadır, ya da devletin belirlediği kadar çalışacak, ve emeğinin
değerinin karşılığını mal biçiminde alacaktır." Bunun sonucu olarak, burda, "bir
yasama meclisine gerek vardır ... (aynı zamanda) bir yönetici güce ihtiyaç
vardır, yani bakanlara, her türden yöneticilere, jandarmalara ve casuslara ve,
belki de, eğer hoşnut olmayanların sayısı pek çok ise, birliklere de."[80]
Anarşist Bayların, Sosyal-Demokrasiye savurdukları ilk "suçlama" işte
böyledir.
Böylece anarşistlerin tezlerinden şu çıkar: (1)
Sosyal-Demokratların düşüncesinde, işçileri kiralayacak ve kuşkusuz "bakanları,
... jandarmaları, casusları olacak" tam bir efendi gücünde bir hükümet
olmaksızın, sosyalist toplum olanaksızdır. (2) Sosyalist toplumda,
Sosyal-Demokratların düşüncesinde, "kirli" iş ile "temiz" iş arasındaki ayırım
(sayfa 66) kalacak, "herkese gereksinmelerine göre" ilkesi reddedilecek, ve bir
başka ilke, yani "herkese hizmetine göre" ilkesi, egemen hale gelecektir.
Anarşistlerin, Sosyal-Demokratlara karşı "suçlama"larının temeli olan iki
noktadır bu.
Anarşist Baylar tarafından ileri sürülen bu "suçlama"nın
herhangi bir temeli var mıdır?
Biz, bu konu ile ilgili olarak,
anarşistlerin söyledikleri her şeyin, ya bir aptallık sonucu, ya da alçakça bir
iftira olduğunu iddia ediyoruz.
İşte gerçekler. Karl Marx'ın ta 1846'da
dediği gibi: "İşçi sınıfı, gelişim çizgisinde, eski burjuva toplumun yerine,
sınıfları ve onların düşmanlıklarını ayıklayıp atacak bir birlik koyacak ve
artık politik güç diye adlandırılacak olan şey olmayacaktır. "[81]
Bir yıl
sonra, Marx ve Engeıs, aynı fikri, Komünist Manifesto' da ifade ettiler. [82]
1887'de Engels, "Devletin, kendini, bir tüm olarak toplumun gerçek temsilcisi
sayması, -toplum adına üretim araçlarının sahipliğini alarak- aynı zamanda,
onun, devlet olarak en son bağımsız işidir. Toplumsal ilişkilere devlet
müdahalesi, birer birer, her alanda gereksiz hale gelir ve daha sonra kendini
tüketir. Devlet 'ortadan kaldırılmamıştır', çözülüp yokolmuştur."[83] diye
yazıyordu.
1884'te aynı Engels, "Bu nedenle, devlet, ta sonsuzluktan beri vardı
denemez. Hiç bir devlet veya devlet gücü kavramına sahip olmayan, devletsiz
yürüyebilen toplumlar olmuştur. Toplumun sınıflara ayrılmasını zorunlu kılan
iktisadi gelişmenin belli bir aşamasında devlet de bir zorunluluk oldu. ...
Şimdi, üretimin gelişmesinde, bu sınıfların varlığının, sadece zorunluluk
olmaktan çıkmakla kalmayıp, aynı zamanda da, üretim için kesin bir engel (sayfa
67) haline geldikleri bir döneme hızla yaklaşıyoruz. Bu sınıflar, bir zamanlar
nasıl doğdularsa, aynı biçimde kaçınılmaz olarak, yok olacaklardır Devlet de,
kaçınılmaz olarak, onlar!a birlikte yok olur. Üreticilerin özgür ve eşit birliği
temeli üzerinde, üretimi yeniden örgütleyen toplum, bütün devlet mekanizmasını,
o zaman, layık olduğu yere atacaktır - eski eserler müzesine, çıkrık ve tunç
baltanın yanına"[84] (İtalikler bana ait [J. St.] ) diye yazıyordu
Engels,
aynı şeyi, 1891'de tekrarladı.[85]
Gördüğünüz gibi, Sosyal-Demokratların düşüncesinde, sosyalist toplum
içersinde, bakanlarıyla, valileriyle, jandarmasıyla, polis ve askeriyle devlet,
siyasi güç denilen şey için yer bulamayacak olan bir toplumdur Devletin
varlığının en son evresi, proletaryanın, burjuvazinin nihai yıkımı için, siyası
gücü ele geçireceği ve kendi yönetimini (diktatörlüğünü) kuracağı zaman,
sosyalist devrim dönemi olacaktır Ama burjuvazi ortadan kaldırıldığı zaman,
sınıflar ortadan kaldırıldığı zaman, sosyalizm iyiden iyiye yerleştiği zaman,
herhangi bir siyasi güce gerek kalmayacak ve devlet denilen şey tarih alanına
çekilecektir
Gördüğünüz gibi, anarşistlerin yukarda
belirtilmiş olan "suçlamaları", temelden tümüyle yoksun tam bir dedikodudur.
"Suçlama"nın ikinci noktası açısından Karl Marks, bununla ilgili olarak
şunları söylüyor "Komünist [yani sosyalist [J. St.]] toplumun daha yüksek bir
aşamasında, işbölümü altındaki bireyin kölece boyun eğmesi ve bununla birlikte
kafa ve kol emeği arasındaki antitez yok olduktan sonra; emek, yaşamın basit bir
aracı halinden [çıkıp] yaşamın bizzat temel bir zorunluluğu haline geldikten
sonra üretici güçler de bireyin her yönden gelişmesiyle artıktan sonra ... ancak
o zaman, burjuva hukukunun dar ufku tümüyle arkada bırakılabilir ve toplum,
bayrağının üzerine şunları yazabilir: herkesten yeteneğine göre, (sayfa 68)
herkese gereksinmelerine göre."[86]
Gördüğünüz gibi, Marx'ın düşüncesinde, komünist
(yani sosyalist) toplumun daha yüksek aşaması, işbölümünün "kirli" ve "temiz" ve
kafa ve kol emeği arasındaki ayırımın tümüyle ortadan kalkacağı, işin eşit, ve
toplumda herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre, gerçek komünist
ilkenin yerleşeceği bir istem olacaktır. Burada ücretli işin yeri yoktur.
Görülüyor ki, bu "suçlama" da temelden yoksundur. İki şeyden biri: ya
Anarşist Baylar, Marx ve Engel'in yukarda belirtilen eserlerini hiç
görmemişlerdir ve söylentilere dayanarak "eleştiri"ye kendilerini
kaptırmışlardır; ya da bunlar, Marx ve Engels'in bu eserlerini biliyorlar ve
açıkça yalan söylüyorlar.
Birinci "suçlama"nın yazgısı böyledir.
Anarşistlerin ikinci "suçlaması", Sosyal-Demokratların devrimci olduklarını
görmezlikten gelmeleridir. Sizler devrimci değilsiniz, sizler şiddet devrimini
reddedersiniz, siz sosyalizmi yalnızca oy pusulaları yoluyla kurmak
istiyorsunuz, diyorlar Anarşist Baylar.
Şuna kulak verin:
"Sosyal-Demokratlar ... "devrim", "devrimci mücadele", "elde silah dövüş"
sözlerini tekrarlamaktan hoşlanırlar. ... Ama eğer siz, bütün iyi niyetinizle,
onlardan silah isteyecek olsanız, onlar, size büyük bir ciddiyetle seçimlerde
kullanmak için oy pusulası uzatacaklardır." "Devrimciler için uygun olan
taktiklerin, yalnızca, kapitalizme, kurulu iktidara ve mevcut burjuva sisteminin
tümüne bağlılık yemini ile barışçı ve legal parlamentarizm olduğunu"[87] iddia
etmektedirler.
Tabii ki, Gürcü anarşistler de, hatta daha da büyük bir güvenle aynı şeyi
söylüyorlar. Örneğin, aşağıdaki sözlerin sahibi, Bâton'u[88] alalım.
"Sosyal-Demokrasinin tümü ... açıkça, tüfeklerin ve silahların yardımıyla
savaşmanın bir burjuva devrim (sayfa 69) yöntemi olduğunu, partilerin yalnızca
oy pusulaları, yalnızca genel seçimler aracılığıyla iktidarı ele
geçirebileceğini, ve sonra da parlamenter çoğunluk ve yasama yoluyla toplumu
yeniden örgütleyeceğini iddia ediyor."
Anarşist Bayların marksizm için söyledikleri işte budur.
Bu
"suçlama"nın hiç bir temeli var mıdır?
Biz, burada da, anarşistlerin,
cehaletlerini ve hırslarını iftira ile açığa vurduklarını iddia ediyoruz.
İşte gerçekler:
Daha 1847'nin sonlarında Karl Marx ve Friedrich Engels, şöyle yazıyordu:
"Komünistler görüşlerini ve amaçlarını gizlemeye tenezzül etmezler. Amaçlarına,
ancak bütün mevcut toplumsal koşulların zorla devrilmesiyle ulaşılabileceğini
açıkça ilan ederler. Bırakın, egemen sınıflar, bir komünist devrimiyle
titresinler. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur. Ama
kazanacakları bir dünya vardır. Dünyanın bütün işçileri, birleşiniz!"[90]
(İtalikler benimdir. [J. St.] )
1850'de, Almanya'da yeni bir patlama
bekleyen Karl Marx, o zamanki Alman yoldaşlara, şunları yazıyordu: "Silahlar ve
cephaneler hiç bir bahane ile, teslim edilmemelidir. ... İşçiler, kendilerini,
bir kumandana ... .ve bir genel kurmaya sahip bir proletarya muhafızı halinde
bağımsız olarak örgütlemelidirler. ..." Ve bunu "gelecekteki ayaklanma sırasında
ve sonrasında gözönünde bulundurmanız gerekir".[91] (İtalikler benimdir. [J.
St.])
1851-52'de Marx ve Engels, şöyle yazıyordu: "Ayaklanmaya bir kere
başlanınca, en büyük kararlılıkla ve saldırı durumunda hareket edilir. Savunma
her silahlı ayaklanmanın ölümüdür. Düşmanlarınızı, güçleri dağılmışken şaşırtın,
küçük de olsa her gün yeni başarılar hazırlayın. ... Düşmanlarınızı, size karşı
güçlerini toplayamadan geri çekilmeye zorlayın; bugüne kadar bilinen (sayfa 70)
en büyük devrimci siyaset ustası Danton'un dediği gibi: l'audace, de l' audace,
encore de l'audace!"
Sanırız, burada, "oy pusulalarının" ötesinde bir şey kastediliyor.
Nihayet, Paris Komününün tarihini hatırlayınız. Paris'teki zaferle yetinen ve
Versailles'a, karşı-devrimin bu fesat yuvasına saldırmaktan kaçınan Komünün
nasıl barışçı bir biçimde hareket ettiğini hatırlayınız. O zamanlar Marx'ın ne
dediğini bilir misiniz? Paris işçilerinin oy sandığı başına gitmesi için çağrıda
mı bulunmuştu? Paris işçilerinin uysallığını onaylamış mıydı (Paris'in tümü,
işçilerin elindeydi), yenilen Versailles'a karşı gösterdikleri iyi niyeti
onaylamış mıydı? Marx'ın söylediklerini dinleyin:
"Ne [büyük bir] esneklik, ne [büyük bir] özveri yeteneği [var] bu
Parislilerde! Altı aylık açlıktan sonra ... Prusya süngülerinin altında
ayaklanıyorlar. Tarihte böyle bir büyüklüğün örneği yoktur. Eğer yenilirlerse,
kabahat, yalnızca "iyi niyetlerinde" olacak. Önce Vinoy, sonra da Paris Ulusal
Muhafızının gerici kesimi, geri çekildikten sonra, derhal Versailles'a
yürümeleri gerekirdi. [ltalikler benimdir. [J. St.]] Vicdani nedenler yüzünden,
en uygun an kaçırıldı. Sanki haylaz garabet Thiers, Paris'i silahsızlandırmaya
kalkışmasıyla, iç savaşı başlatmamış gibi, iç savaşı başlatmak istemediler."[93]
İşte Karl Marx ve Friedrich Engels böyle düşündüler, böyle davrandılar.
İşte Sosyal-Demokratlar böyle düşünür, böyle davranır.
Ama anarşistler tekrarlamaya devam ediyorlar: Marx ve Engels ve onların
izleyicileri yalnızca oylarla ilgileniyorlar - şiddet kullanılan devrimci eylemi
reddediyorlar.
Gördüğünüz gibi, bu "suçlama" da, anarşistlerin, marksizmin
özü konusundaki cehaletlerini açığa vuran (sayfa 71) bir iftiradır.
İşte
ikinci "suçlama"nın da sonu bu
ANARŞİSTLERİN üçüncü
"suçlama"sı şudur: Anarşistler, Sosyal-Demokrasinin bir halk hareketi olduğunu
yadsırlar, Sosyal-Demokratları bürokrat olarak tanımlarlar ve
Sosyal-Demokrasinin proletarya diktatörlüğü planının devrim için ölüm demek
olduğunu, Sosyal-Demokratlar bu diktatörlükten yana olduklarına göre, onların,
aslında proletaryanın diktatörlüğünü değil, proletarya üzerine kendi
diktatörlüklerini kurmak istediklerini iddia ederler.
Bay Kropotkin'i dinleyelim: "Biz anarşistler, diktatörlük için son hükmü
verdik. ... Biz biliyoruz ki, niyetleri ne kadar dürüst olursa olsun, her
diktatörlük devrimin ölümüne yol açacaktır. Biz biliyoruz ki ... diktatörlük
düşüncesi ... her zaman köleliği sürdürmeye çabalamış olan ... hükümet
fetişizminin tehlikeli bir ürününden başka bir şey değildir."[94]
Sosyal-Demokratlar, yalnızca, devrimci diktatörlüğü kabul etmekle kalmazlar,
üstelik de, "proletarya üzerinde diktatörlüğü savunurlar. ... İşçiler, ancak
kendi denetimleri altında disiplinli bir ordu oldukları sürece, onlar için önem
taşır. ... Sosyal-Demokrasi, proletarya aracılığıyla, devlet mekanizmasını ele
geçirmeye çalışır."
Gürcü anarşistler de aynı şeyi söylüyorlar: "Proletarya diktatörlüğü,
sözcüğün dolaysız anlamıyla, kesinlikle olanaksızdır, çünkü diktatörlüğü
savunanlar devlet adamlarıdır ve onların diktatörlüğü, proletaryanın tümünün
özgür faaliyeti değil, bugün var olan aynı temsili hükümetin, toplumun başına
oturtulması olacaktır:"[96] Sosyal-Demokratlar, diktatörlüğü, proletaryanın
kurtuluşunu kolaylaştırmak için değil, ... "Kendi yönetimleriyle yeni bir
liderlik kurmak" için savunuyorlar.[97]
İşte Anarşist Bayların üçüncü "suçlama"sı budur.
Anarşistlerin, okuyucularını aldatmak için ortaya attıkları her zamanki
iftiralardan biri olan bu ["suçlamayı"] teşhir etmek için, çok büyük çaba
gerekmez
Burada, her diktatörlüğün, devrimin ölümü demek olduğunu iddia
eden Kropotkin'in, tümüyle yanlış olan görüşünü incelemeyeceğiz. Bunu, daha
sonra, anarşistlerin taktiklerini tartışırken, ele alacağız. Şimdi, yalnızca,
"suçlamanın kendisine değineceğiz.
Daha 1847'nin sonunda, Karl Marx ve Friedrich Engels, sosyalizmi kurmak
için proletarya, siyasi diktatörlüğü gerçekleştirmelidir, öyle ki, bu
diktatörlüğün yardımıyla burjuvazinin karşı-devrimci saldırılarını
püskürtebilsin, onu üretim araçlarından yoksun edebilsin; bu diktatörlük, birkaç
kişinin diktatörlüğü değil, bir sınıf olarak bütün proletaryanın diktatörlüğü
olmalıdır diyorlardı. "Proletarya siyasi üstünlüğünü, bütün sermayeyi,
burjuvaziden derece derece çekip almak, bütün üretim aletlerini, yönetici sınıf
olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde toplamak için kullanacaktır:"[98]
Yani, proletarya diktatörlüğü, bir sınıf olarak bütün proletaryanın,
burjuvazi üzerinde diktatörlüğü olacaktır, birkaç kişinin proletarya üzerindeki
egemenliği değil
Sonraları, işte bu düşünceyi, hemen hemen bütün
yapıtlarında tekrarladılar, örneğin Louis Bonaparte'ın Onsekizinci Bruınaire'i,
Fransa'da Sınıf Mücadeleleri, Fransa'da İç Savaş, Almanya: Devrim ve
Karşı-Devrim, Anti-Dühring ve diğerleri.
Dahası var. Marx ve Engels'in proletarya diktatörlüğünü nasıl
anladıklarını, bu diktatörlüğe ne dereceye kadar olabilir gözü ile baktıklarını
anlayabilmek için, Paris Komününe karşı tutumlarının ne olduğuna bakmak çok
ilginç olacaktır. Sorun şudur: proletarya diktatörlüğünü, yalnızca anarşistler
değil, kasaplar ve meyhaneciler de (sayfa 73) dahil olmak üzere, şehir
küçük-burjuvazisi, Marx ve Engels'in darkafalı adını verdiği bütün herkes
suçluyor. Engels, bu darkafalılara seslenirken, proletarya diktatörlüğü hakkında
şunları söylüyor:
"Son zamanlarda, Alman darkafalısı, şu sözlerden dolayı, bir kez daha
esaslı bir korkuya kapılmakta: Proletarya Diktatörlüğü. Pekala beyler, bu
diktatörlüğün nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istemez misiniz? Paris Komününe
bakın. İşte o, proletarya diktatörlüğüydü."[99]
Gördüğünüz gibi, Engels,
proletarya diktatörlüğünü, Paris Komünü biçiminde anlamaktadır.
Açıktır ki, marksistlerin anladığı biçimde proletarya diktatörlüğünün ne
olduğunu iyi öğrenmek isteyen herkes, Paris Komününü incelemelidir. Eğer, Paris
Komününün, gerçekten de, birkaç kişinin proletarya üzerindeki diktatörlüğü
olduğu ortaya çıkarsa, o zaman - kahrolsun marksizm, kahrolsun proletarya
diktatörlüğü! Ama Paris Komününün gerçekten de proletaryanın burjuvazi
üzerindeki diktatörlüğü olduğunu bulursak, o zaman, marksizme karşı
mücadelelerinde, iftira uydurmaktan başka çareleri olmayan anarşistlerin
iftiralarına ağız dolusu güleceğiz.
Paris Komününün tarihi, iki döneme ayrılabilir: Paris'teki işlerin ünlü
Merkez Komitesi tarafından denetlendiği birinci dönem ve Merkez Komitesinin
yetkileri sona erdikten sonra, işlerin denetiminin yeni seçilen Komüne
devredildiği, ikinci dönem. Bu Merkez Komitesi neydi, bileşimi nasıldı?
Önümüzde, Arthur Arnould'un bu sorunun cevabını kısaca veren, Paris Komününün
Basit Tarihi adlı eseri duruyor. 300.000 Parisli işçi, bölükler ve taburlar
halinde örgütlendikleri ve saflarından delegeler seçtikleri sırada, mücadele
daha henüz başlamıştı. Merkez Komitesi, bu yolla kuruldu.
Arnould şöyle diyor: "Bölükleri ve taburlarınca kısmi (sayfa 74) seçimler
sırasında seçilmiş olan bütün bu yurttaşlar [Merkez Komitesi üyeleri], yalnızca,
delegeleri oldukları küçük gruplar tarafından biliniyorlardı. Kimdi bu adamlar,
ne biçim insanlardı ve ne yapmak istiyorlardı? Bu "hemen hemen tamamen, dörtte
üçünün adı, sokakları veya işyerleri dışında bilinmeyen, sıradan işçiler ve
küçük memurlardan oluşan isimsizlerin bir hükümetiydi. ... Gelenekler altüst
olmuştu. Beklenmedik bir şey olmuştu dünyada. Aralarında egemen sınıflardan bir
tek kişi yoktu. Bir tek avukat, mebus, gazeteci veya general tarafından bile
temsil edilmeyen bir devrim patlak vermişti. Bunlar yerine, Creusot'dan bir
madenci, bir ciltçi, bir aşçı ve başkaları bulunuyordu."
Arthur Arnould anlatmaya devam ediyor: "Merkez Komitesi üyeleri şöyle
diyorlardı: "Biz tanınmamış kişiler, saldırıya uğrayan halkın mütevazı
araçlarıyız. ... Biz, burada, halkın iradesinin araçları olarak onun sesi olmak,
onun zaferini gerçekleştirmek için bulunuyoruz. Halk bir Komün istiyor ve biz
Komünün seçimini gerçekleştirmek için kalacağız." Tam tamına böyle. Bu
diktatörler, kendilerini, ne yığınlarının üstünde, ne de uzağında tutuyorlar.
İnsan hissediyor ki, onlar, yığınlarla birlikte, yığınların içinde ve yığınlar
sayesinde yaşıyorlar, her an onlara danışıyorlar, onları dinliyor ve üçyüzbin
insanın düşüncesini, ... işittikleri her şeyi, özlü bir biçimde iletiyorlar."
Paris Komünü, varlığının birinci döneminde böyle davrandı.
İşte
Paris Komünü buydu. İşte proletarya diktatörlüğü budur. Şimdi, Merkez Komitesi
yerine Komünün işleri yürüttüğü döneme, Komünün ikinci dönemine geçelim. İki ay
süren bu iki dönemden söz ederken, Arnould heyecanla, bunun, halkın gerçek
diktatörlüğü olduğunu ilan (sayfa 75) ediyor. Dinleyin:
"Bu halkın, o iki
ay boyunca sunduğu muhteşem manzara, ... geleceğe bakarken içimizi güç ve ümitle
dolduruyor. Bu iki ay boyunca, Paris'te gerçek bir diktatörlük, bir tek adamın
değil -duruma tek egemen olan- bütün halkın en tam ve tartışma kabul etmez
diktatörlüğü vardı. ... Bu diktatörlük, 18 Marttan 22 Mayısa [1871] kadar, iki
aydan fazla, kesintisiz devam etti." Kendi başına "Komün, yalnızca bir moral
güçtü ve ... yurttaşların genel sempatisinden başka maddi bir güce sahip
değildi; halk, yönetici, tek yönetici idi; kendileri, kendi polislerini ve kendi
yargıçlık sistemlerini kurmuşlardı"[102]
İşte Komünün bir üyesi olan ve onun göğüs göğüse mücadelelerine aktif
olarak katılan Arthur Arnould, Paris Komününü böyle anlatıyor.
Paris
Komünü, üyelerinden bir başkası ve aynı ölçüde aktif bir savaşçısı olan
Lissagaray tarafından da aynı biçimde tanımlanıyor."[103] "Tek yönetici olarak"
halk, "bir adamın değil, bütün halkın diktatörlüğü" - işte Paris Komünü buydu
Engels, darkafalılar öğrensin diye, "Paris Komününe bakın. İşte o,
proletarya diktatörlüğüydü." diye sesleniyor.
Marx ve Engels'in anladığı
biçimde proletarya diktatörlüğü budur.
Gördüğünüz gibi, aziz okuyucu, siz ve ben, Çinceyi ne kadar anlıyorsak,
Anarşist Baylar da o çok "eleştirdikleri" proletarya diktatörlüğünü, Paris
Komününü ve marksizmi o kadar anlıyorlar.
Açıktır ki, iki tür diktatörlük vardır. Birincisi, halkı hedef alan,
azınlığın diktatörlüğü, bir küçük grubun diktatörlüğü, Treporların[104] ve
İgnatyerlerin[105] diktatörlüğü. Bu tür diktatörlüğün başında, genellikle, gizli
kararlar alan ve halkın çoğunluğunun boynundaki ipi daraltan bir (sayfa 76)
danışmanlar grubu bulunur. Marksistler böyle bir diktatörlüğün düşmanıdırlar ve
böyle bir diktatörlüğe karşı, bizim gürültücü anarşistlerimizden çok daha
kararlı bir şekilde ve özveri ile savaşırlar.
Bir başka tür diktatörlük ise, burjuvaziyi, azınlığı hedef alan proleter
çoğunluğun diktatörlüğü, yığınların diktatörlüğüdür. Bu diktatörlüğün başında,
yığınlar bulunur. Burada ne bir danışmanlar grubuna, ne de gizli kararlara yer
vardır, burada her şey açıkça, sokaklarda, toplantılarda yapılır - çünkü bu,
sokağın, yığınların diktatörlüğüdür, bütün ezenleri hedef alan bir
diktatörlüktür.
Maksistler böyle bir diktatörlüğe "dört elle" sarılırlar, çünkü böyle bir
diktatörlük, büyük sosyalist devrimin görkemli başlangıcıdır.
Anarşist
Baylar, bu birbirlerini karşılıklı olarak yadsıyan iki diktatörlüğü
karıştırdılar: ve gülünç duruma düştüler. Marksizmle değil, kendi yarattıkları
hayallerle savaşıyorlar, Marx ve Engels'le değil, rahmetli Don Kişot'un kendi
zamanında yaptığı gibi, yel değirmenleriyle savaşıyorlar.
İşte üçüncü
"suçlama"nın sonu da budur.