TAM gelişmiş proletaryada bütün insaniliğin,
hatta insaniliğin görünüşünün soyutlanması pratik olarak tamamlanmıştır;
çünkü proletaryanın yaşam koşullarında bugünkü toplumun bütün yaşam koşulları,
en gayri insani yanlarıyla kapsanır, çünkü proletaryada insan kendisini yitirmiş,
ama aynı zamanda bu yitiğin yalnız teorik bilincini kazanmakla kalmamıştır,
artık sakınılmaz, artık özürsüz, kesinlikle başat olan yoksulluk
-zorunluğun pratik dışavurumu- ile de bu gayri insaniliğe dolaysız
başkaldırmaya zorlanır, bundan ötürü proletarya kendi kendini kurtarabilir ve
kurtarmalıdır. Ama kendi öz yaşam koşullarını ortadan kaldırmadan kendisini
kurtaramaz. Bugünkü toplumun kendi durumunda kapsanmış gayri insani bütün yaşam
koşullarını ortadan (sayfa 13) kaldırmadan kendi öz yaşam
koşullarını ortadan kaldıramaz. İşin o çetin, ama çelikleştiren okulundan geçmek
boşuna değildir. Şu ya da bu proleterin ya da bütün proletaryanın kendisinin bir
an için neyi amaç olarak tasarladığı söz konusu değildir. Proletaryanın
ne olduğu ve bu olma gereğince tarihsel olarak ne yapmaya zorlanacağı
söz konusudur. Proletaryanın amacı ve tarihsel öz eylemi, bugünkü burjuva
toplumun bütün örgütlenmesinde olduğu gibi, kendi yaşam durumunda da açıkça,
geri dönüşsüz olarak gösterilmiştir. İngiliz ve Fransız proletaryasının büyük
bir kesiminin kendi tarihsel görevini artık bildiğini ve bu bilinci en
tam açıklığa kavuşturmak için sürekli çalıştığını burada ortaya koymaya gerek
yoktur.
Marks-Engels, Die heilige
Familie,
Marks-Engels, Werke, Bd. 2, Berlin
1975, s. 38.
K. Marks-F. Engels, Kutsal Aile,
Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 62-63.
*
Burjuvazinin feodalizmi yere sermekte
kullandığı silahlar, şimdi burjuvazinin kendisine yönelmiştir.
Ama burjuvazi kendisine ölümü getiren
silahları türetmekle kalmadı, bu silahları kullanacak insanları -modern işçileri,
proleterleri- de yarattı.
Ancak iş bulduğu sürece, emeği sermayeyi
artırdığı zaman yaşayan proletarya, modern işçi sınıfı, burjuvazinin, yani
sermayenin geliştiği aynı oranda gelişiyor. Kendilerini parça parça satmak
zorunda olan bu işçiler, öbür her ticari nesne gibi bir metadırlar ve
dolayısıyla rekabetin bütün değişmelerine ve pazarın bütün dalgalanmalarına
açıktırlar.
Proleterin işi, makinelerin yaygınlaşması ve
işbölümü ile bütün bağımsızlığını ve onunla birlikte işçi için bütün
özen-diriciliğini yitirdi. Kendisinden yalnızca en basit, en usandırıcı ve en
kolay edinilen el becerisi istenen proleter, makinenin sıradan bir eklentisi
oluyor. Dolayısıyla, işçinin yol açtığı giderler, nerdeyse yalnızca kendi
beslenmesi ve soyunun çoğalması için gereksinme duyduğu geçim araçlarıyla
sınırlanıyor. Ama bir metanın, dolayısıyla emeğin fiyatı, onun üretim
(sayfa 14) giderlerine eşittir. Bu yüzden, işin iğrençliği arttıkça ücret
azalıyor. Üstelik, makineler ve işbölümü hangi oranda artıyorsa, ister çalışma
saatlerinin uzatılmasıyla, ister belirli bir zamanda çıkarılması istenen işin
hızlandırılmasıyla, ister makinelerin hızının artırılmasıyla vb. olsun, işin
ağırlığı da aynı oranda artıyor.
Modern sanayi ataerkil ustanın küçük işliğini
sınai kapitalistin büyük fabrikasına dönüştürdü. Fabrikaya doluşmuş işçi
yığınları askerler gibi örgütleniyor. Bayağı sanayi erleri olarak yetkin bir
astsubaylar ve subaylar hiyerarşisinin gözetimine sokuluyorlar. Yalnız burjuva
sınıfın, burjuva devletin uşakları değiller, makinelerce, gözeticilerce ve her
şeyden önce tek tek imalatçı burjuvalarca her gün ve her saat
uzaklaştırılıyorlar. Bu despotluk, kazancı en son amacı olarak ne kadar açıkça
bildiriyorsa, o kadar bayağı, tiksinç, öfkelendirici oluyor.
El emeği ne kadar az beceri ve güç harcamayı
gerektiriyorsa, yani modern sanayi ne kadar gelişiyorsa, kadın emeği erkek
emeğinin yerini o kadar çok alıyor. Cins ve yaş farklarının işçi sınıfı için
artık hiçbir toplumsal geçerliği yoktur. Yalnızca, yaş ve cins farklarına göre
farklı giderlere yolaçan emek araçları vardır.
Marks-Engels, Manifest der
Kommunistischen Partei,
Marks-Engels, Werke, Bd. 4. Berlin
1959, s. 468-469.
Marks-Engels, Komünist Manifesto ve
Komünizmin İlkeleri
Sol Yayınları, Ankara 1991, s. 117-119.
*
Analık hukukunun çökmesi, kadın cinsinin
dünya tarihindeki yenilgisi idi. Erkek evde de yönetimi ele alıyor, kadın
aşağılanıyor, uşaklaştırılıyor, erkeğin arzularının kölesi ve yalnızca çocuk
yetiştirme aracı oluyordu. Kadının bu aşağılaştırılmış durumu, özellikle
kahramanlık çağı ve daha çok da klasik çağ Yunanlılarında açıkça görüldüğü gibi
allanıp pullandı ve gözlerden gizlendi. Zaman zaman da sevimli biçimlere
büründürüldü; asla ortadan kaldırılmadı.
Erkeklerin artık kurulmuş olan tartışmasız
egemenliğinin ilk etkisi, o sırada ortaya çıkan ataerkil ailenin arabiçiminde
(sayfa 15) kendini gösterdi.
F. Engels, Der Ursprung der
Familie, des
Privateigentums und des Staats,
Marks-Engels, Werke, Band 21,
Berlin 1962, s. 61.
Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin
ve Devletin Kökeni,
Sol Yayınları, Ankara 1990, s. 66.
*
Bütün bu çelişkileri içeren ve kendisi
ailedeki kaba işbölümüne ve toplumun tek tek ve birbirine karşıt ailelere
ayrılmasına dayanan işbölümü ile, aynı zamanda işbölümünün ve ürünlerinin
paylaşımı, üstelik hem nitel ve hem de nicel eşitsiz paylaşımı, ve
kadının ve çocukların erkeğin kölesi olduğu ailede çekirdeği, ilk biçimi bulunan
mülkiyet doğdu. Ailede henüz elbette çok kaba, gizli olan kölelik, ilk
mülkiyettir, üstelik burada modern ekonominin mülkiyet tanımına uymaktadır; bu
tanıma göre mülkiyet yabancı emek-gücüne buyurmadır. Ayrıca işbölümü ve özel
mülkiyet özdeş terimlerdir - birinde etkinlikle ilgili olarak bildirilen aynı
şey, öbüründe etkinliğin ürünüyle ilgili olarak bildirilmektedir.
Bundan başka, işbölümü ile, aynı zamanda
birbirleriyle ilişkili tek tek bireyler ya da tek tek aileler ve bütün bireyler
arasındaki ortak çıkar sağlanmaktadır.
Marks-Engels, Die deutsche
Ideologie,
Werke, Band 3, Berlin 1959, s. 32-33,
K. Marks-F. Engels, Alman ideolojisi
[Feuerbach],
Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 54.
*
İngiltere'de çalışan sınıfların tarihi, geçen
yüzyılın son yarısında, buhar makinesinin ve pamuk işleyen makinelerin bulunması
ile başlar. Bilindiği gibi, bu buluşlar sınai bir devrimi, aynı zamanda bütün
burjuva toplumu değiştiren ve dünya tarihindeki anlamı ancak şimdi tanınmaya
başlanan bir devrimi başlatıyordu. İngiltere, gürültüsüz olduğu kadar zorlu olan
bu devrimin klasik yeridir, ve İngiltere, bundan (sayfa 16)
ötürü, onun başlıca sonucunun, proletaryanın gelişimi için de klasik ülkedir.
Proletarya yalnız İngiltere'de bütün ilişkileri içinde ve bütün yanlarıyla
incelenebilir.
Burada, şimdilik, bu devrimin tarihiyle,
bugün ve gelecek için büyük anlamıyla ilgilenmiyoruz. Bunun ortaya konması,
ileriye, geniş kapsamlı bir çalışmaya bırakılmak gerekir. Şu anda İngiliz
proletaryasının bugünkü durumunun anlaşılması için gerekli olan ardışan
olguların anlaşılmasıyla, az ile yetinmeliyiz.
Makinelerin yaygınlaşmasından önce
hammaddenin eğirilmesi ve dokunması işçinin evinde oluyordu. Erkeğin dokuduğu
veya aile babası kendisi işlemiyorsa sattıkları ipliği kadın ve kız çocuklar
eğiriyorlardı. Bu dokumacı aileler çoğunlukla kırda, kentlerin yakınlarında
yaşıyordu, ve ücretleriyle çok iyi geçinebiliyordu, çünkü yerli pazar henüz
kumaş talep eder durumdaydı, hatta hemen hemen biricik pazardı ve rekabetin
yabancı pazarların ele geçirilmesiyle, ticaretin genişlemesiyle daha sonra
birdenbire doğan gücü işçi ücretini henüz duyulur ölçüde etkilemiyordu. Onun
için yerli pazarda nüfusun yavaş yavaş çoğalmasına ayak uyduran ve bütün
işçilere iş sağlayan sürekli bir talep artması oluyor, ve bir de, işçilerin
konutlarının kırsal dağınıklığı yüzünden birbirleriyle sert bir rekabete
girmeleri olanaksızlaşıyordu. Dolayısıyla, dokumacı çoğunlukla biraz para
biriktirecek ve boş zamanlarında -ve istediğinden çok boş zamanı vardı, çünkü
dilediği zaman ve dilediği sürece dokuyabiliyordu- işleyeceği küçük bir arazi
kiralayabilecek durumdaydı. Elbette kötü bir çiftçiydi ve tarım işletmesini
ilgisizce ve fazla gerçek-gelir sağlamaksızın yönetiyordu; ama gene de hiç
değilse bir proleter değildi, bir İngilizin dediği gibi, anayurdunun toprağında
dikili bir kazığı vardı, yerleşikti ve toplumda şimdiki İngiliz işçisinden bir
basamak daha yukarda bulunuyordu.
İşçiler bu tarzda pek rahat bir varlık içinde
bitki gibi yaşıyor ve tam dindarlık ve saygınlık içinde namuslu ve erinçli bir
ömür geçiriyorlardı, maddi durumları ardıllarınınkinden çok daha iyiydi; fazla
çalışmayı gereksinmiyorlar, dilediklerinden çoğunu yapmıyorlardı, ve gene de
gereksindikleri şeyi kazanıyorlardı, bahçelerinde ya da tarlalarında sağlık
içinde çalışmak için boş zamanları, kendileri için artık dinlence
(sayfa 17) olan bir işleri vardı, ve bundan başka komşularının
dinlencelerine ve eğlencelerine de katılabiliyorlardı; ve bütün bu eğlenceler,
kiy (Kegel), top oyunu vb., vücutlarının sağlıklı kalmasına ve
kuvvetlenmesine yardım ediyordu. Çoğunlukla kuvvetli, vücutlarında köylü
komşularınınkinden az fark görülen ya da hiç fark görülmeyen iyi gelişmiş
kişilerdi. Çocukları temiz kır havasında yetişiyor, ve çalışma sırasında
ana-babalarına yardım edebildikleri zaman bu yardım bile arada bir oluyor, ve
sekiz ya da oniki saatlik bir işgününden sözedilmiyordu.
Bu sınıfın ahlaki ve zihnî karakterinin ne
olduğu kestirilebilir. İplik ve kumaş ücretin ödenmesi karşılığında gezici
aracılara verildiği için asla içine adım atmadıkları kentlerden yalıtılmışlardı,
öyle yalıtılmışlardı ki, kentlerin pek yakınında oturan yaşlı kişiler, sonunda
makinelerle kazançlarından yoksun bırakılıncaya ve kentlerde kendilerine iş
aramak zorunda kalıncaya kadar asla kente adım atmıyorlardı; onlar,
kiraladıkları küçük araziler dolayısıyla zaten çoğunlukla dolaysız bağlı
oldukları kır insanlarının ahlaki ve zihnî aşamasında bulunuyorlardı. Sguire'lerine
-yörenin en büyük toprak beyine- doğal üstleri gözüyle bakıyor, ondan öğüt
istiyor, küçük anlaşmazlıkların çözümü için ona başvuruyor ve bu ataerkil
ilişkinin birlikte getirdiği bütün onuru ona veriyorlardı. "Saygıdeğer" kişiler
ve iyi aile babaları idiler, ahlaksız olmak için hiçbir neden bulunmadığından
ahlaklı yaşıyorlardı, çünkü yakınlarında hiç bir meyhane ve kötü ev yoktu, ve
çünkü arada bir yanında ağız kuruluğunu giderdikleri hancı da saygı-değer bir
adamdı ve, çoğunlukla, iyi biraya, iyi düzene ve işini erken bitirmeye önem
veren büyük bir çiftçiydi. Çocukları bütün gün evde, yanlarındaydı ve onları
eslek (muti) ve Tanrı korkusu içinde yetiştiriyorlardı; çocuklar kendileri evli
olmadıkları sürece ataerkil aile ilişkisi bozulmadan kalıyordu; gençler,
evleninceye kadar, kırsal yaşamın yalınlığı ve oyun arkadaşlarının güveni içinde
yetişiyorlardı, ve evlilikten önce cinsel ilişki hemen hemen genellikle oluyor
idiyse de, bu gene de, ancak evliliğin ahlaki yükümleri her iki tarafça
tanındığı zaman oluyordu, ve bunu izleyen evlenme her şeyi gene aynı duruma
getiriyordu. Sözün kısası, o zamanki İngiliz sanayi işçileri, Almanya'da şurada
burada hâlâ görüldüğü gibi, ruhsal (sayfa 18) etkinlik
göstermeksizin ve yaşam durumlarında zorlu çalkantılar olmaksızın, yalıtılmışlık
ve yalnızlık içinde, aynı tarzda yaşıyor ve düşünüyorlardı. Az okuyabiliyor ve
daha da az yazabiliyor, aksatmadan kiliseye gidiyor, politika yapmıyor, dedikodu
etmiyor, düşünmüyor, bedensel işlerden hoşlanıyor, ata kalıtı vecdle okunan
incili dinliyor ve yetingen alçakgönüllülükleriyle toplumun saygın sınıflarıyla
çok güzel geçinip gidiyorlardı. Ama bu yüzden ruhça ölüydüler, yalnız küçük özel
çıkarları, dokuma tezgâhları ve bahçecikleri için yaşıyor ve dışarıda insanlığın
geçirmekte olduğu büyük kaygı üzerine hiçbir şey bilmiyorlardı. O sessiz
bitkisel yaşamlarında rahatlarına bakıyorlardı ve sınaî devrim olmasaydı bu
kuşkusuz çok romantik-hoş, ama bir insana yaraşmayan varlıktan asla
sıyrılmazlardı. Pek insan değillerdi, tersine, o zamana kadar tarihe yön vermiş
az sayıda aristokratın hizmetinde çalışan bayağı makinelerdi; sınaî devrim de
yalnızca sonucu tamamladı: işçileri düpedüz makineler haline getirdi ve bağımsız
çalışmanın son kalıntısını da onların elinden çekip aldı, ama böylelikle onları,
düşünmeye ve insanca bir yer istemeye de özendirdi. Fransa'da politika nasıl
idiyse, İngiltere'de sanayi ve [bu] sonuncuları batan sınıfların genel insani
çıkarları karşısında duygusuzluk içinde tarihin akını ısına fırlatan burjuva
toplumun davranışı da kesinlikle öyleydi.
F. Engels, Die Lage der
arbeittenden Klasse in England,
K. Marks-F. Engels, Werke, Bd. 2,
Berlin 1957, s. 237-239.
*
Makinelerin yaygınlaşmasıyla proletaryanın
nasıl yaşama çağrıldığını yukarda gördük. Sanayinin çabuk genişlemesi insan
gerektiriyordu; emek ücreti yükseldi, ve bundan ötürü tarımsal bölgelerden
kentlere doğru işçi alayları yürüyordu. Nüfus hızla çoğalıyordu ve hemen hemen
her artma, proleterler sınıfını büyütüyordu. Onun için İrlanda'da daha 18.
yüzyılın başlarından beri sınıflaştırıcı bir durum ortaya çıkmıştı; İngiliz
barbarlığı yüzünden çıkan eski ayaklanmalarda onda-birinden çoğu kırılmış olan
nüfus, özellikle sanayinin çok sayıda İrlandalıyı İngiltere'ye çekme atılımı
başlayalıberi, burada da hızla artıyordu. Böylece Britanya (sayfa
19) devletinin büyük fabrika ve ticaret kentleri doğuyordu, ve oralarda
nüfusun en az dörtte-üçü işçi sınıfındandı ve küçük-burjuvazi ancak bakkallardan
ve çok çok az sayıda zanaatçılardan oluşuyordu. Çünkü yeni sanayi önce nasıl
avadanlıkları makinelere ve işlikleri (atölyeleri) fabrikalara -ve böylelikle
çalışan orta-sınıfı çalışan proletaryaya, şimdiye kadarki büyük tacirleri
fabrikacılara dönüştürdü ve böylelikle önemli olduysa; burada da artık küçük
orta-sınıf nasıl yerinden oldu ve nüfus işçiler ve kapitalistler karşıtlığına
indirgendiyse, aynı şey, dar anlamda sanayinin dışındaki alanda, zanaatlarda ve
hatta ticarette oluyordu. Bir zamanların ustalarının ve kalfalarının yerini,
büyük kapitalistler ve kendi sınıflarının yukarısına çıkma umudu asla bulunmayan
işçiler alıyordu; işlikler fabrika boyutlarına çıkarılıyor, işbölümü tam
anlamıyla uygulanıyor ve büyük kurumlara karşı rekabet edemeyen küçük ustalar
proleterlerin sınıfına düşürülüyordu. Ama aynı zamanda, şimdiye kadarki işlik
düzeninin ortadan kaldırılmasıyla, küçük-burjuvazinin yıkımıyla, işçinin elinden
bütün burjuvalaşma olanakları alınıyordu. Şimdiye kadar onun herhangi bir işte
yerleşik usta olmak, daha sonra belki kalfalar edinebilmek umudu her zaman
vardı; ama şimdi, ustanın kendisini büyük fabrikacıların yerinden ettiği yerde,
bağımsız bir işlik çalıştırmanın büyük sermaye gerektirdiği yerde, proletarya,
eskiden çoğunlukla burjuvaziye yalnız bir geçit iken, artık nüfusun gerçek,
kalımlı bir sınıfı oluyordu. Bununla birlikte şimdi proletarya ilk olarak
bağımsız davranışlara girişebilecek durumdaydı.
F. Engels, aynı yapıt, s.
250-251.
*
Her büyük kentte çalışan sınıfın yığıldığı
bir ya da birçok "kötü semt" vardır. Yoksulluk, sapa sokakçıklarda sık sık
zenginlerin saraylarıyla özgürce yanyana oturmakta ise de, ona, genellikle,
mutlu sınıfların gözlerinden uzakta, elinden geldiğince kendi başının çaresine
bakabileceği ayrı bir yer gösterilmiştir. Bu kötü semtler İngiltere'de bütün
kentlerde oldukça eşit yerleştirilmiştir - en kötü evler, kentin en kötü
kesimindedir; çoğu, belki bodrumlarında da oturulan (sayfa 20)
ve her yerde düzensiz kurulmuş iki ya da tek katlı tuğla yapılar uzun sıralar
halindedir. Bu üç-dört odalı ve tek mutfaklı evcikler yazlık evler diye anılır
ve bütün İngiltere'de - Londra'nın birkaç kesimi ayrı tutulursa -çalışan sınıfın
genel konutlarıdır. Caddeler alışılageldiği üzere kaldırmışız, eğri-büğrü, pis,
bitkisel ve hayvansal artıklarla dolu akıntısız ya da lağımsızdır, onun için de
sürekli, pis kokulu çirkef çukurlarıyla doludur. Bu yüzden bütün mahallelerin
kötü, karmakarışık yapılışı havalanmayı güçleştirir ve burada dar bir alanda
birçok insan yaşadığı için, bu işçi çevrelerinde nasıl bir havanın ağır bastığı
kolayca kestirilebilir. Caddeler ayrıca, güzel havalarda çamaşır kurutmaya
yarar; evden eve karşılıklı ipler bağlanır ve ıslak çamaşırlar onlara asılır.
Bu kötü semtlerin birkaçını inceleyelim.
Londra ve Londra'da şimdi, sonunda, bir çift geniş caddeyle açılmak ve yıkılmak
zorunda kalman ünlü "Kargalık" (rookery), St. Giles, başta gelir.[2]
Bu St. Giles, kentin en kalabalık, Londra'nın güzel dünyasının aktığı gözalıcı,
geniş caddelerle kuşatılmıştır, Oxford Street'e, ve Negent Street'e, Trafalgar
Meydanına ve Strand'a pek yakın kesiminin ortasındadır. Yüksek, üç-dört katlı
evlerden, dar eğri-büğrü ve pis caddelerden düzensiz bir yığındır; bu caddelerde
en az kentin anayollarındaki kadar canlılık vardır; yalnız, St. Giles'te görülen
insanların hepsi çalışan sınıftandır. Caddelerde pazar kurulur, sepetlerle sebze
ve meyve, elbette hepsi kötü ve yenilmez halde, geçişi daha da güçleştirir, ve
onlardan, kasap dükkanlarından olduğu gibi, iğrenç bir koku yayılır. Bodrumdan
tavanarasına kadar oturulan evler, dıştan da içten de pistir, ve içlerinde hiç
kimse oturamaz gibi görünür. Ama bu, caddeler arasında kalan, evler arasındaki
örtülü geçitlerden girilen ve pisliğin ve yıkıntının bütün tasarlamaları aştığı
dar avlulardaki ve sokakçıklardaki konutlara göre hiç bir şey değildir - hemen
hemen hiçbir pencere camı görülmez, duvarlar dökülmektedir, kapı pervazları ve
pencere çerçeveleri kırık ve bağlantısızdır, eski tahta kapılar birbirine
(sayfa 21) çakılmıştır ya da hiç kapı yoktur - burada, bu hırsızlar
semtinde kapı da gereksizdir, çünkü çalınacak hiç bir şey yoktur. Her yerde
pislik ve kül yığınları vardır, ve kapı önüne dökülen pis sıvılar iğrenç kokulu
çirkef çukurlarında toplanır. Burada yoksulların en yoksulları, en düşük ücretli
işçiler hırsızlarla, dolandırıcılarla ve fuhuş kurbanları ile birlikte
karmakarışık yaşarlar - çoğu İrlandalıdır ya da İrlandalıların torunlarıdır, ve
kendilerini kuşatan ahlaki çöküntüye henüz düşmemiş olanlar da günden güne
batmakta, yoksulluğun, pisliğin ve kötü çevrenin ahlaksızlaştırıcı etkilerine
karşı koyma gücünü günden güne yitirmektedirler.
Ama St. Giles, Londra'nın biricik "kötü
semt"i değildir. O korkunç caddeler ağında evleri henüz insana yaraşır
konutlarda oturma olanağı bulunan herkes için kötü olan yüzlerce ve binlerce
gizli sokak ve sokakçık vardır - çoğu zaman zenginlerin gözalıcı evlerinin hemen
yanıbaşında en acı yoksulluğun, sığındığı böyle köşeler bulunur. Nitekim kısa
bir süre önce, Portman Square'in, çok seçkin bir meydanının yanıbaşındaki bir
bölge, kuşkulu bir ölümün soruşturulması dolayısıyla, "pislikten ve yoksulluktan
ahlaksızlaşmış bir İrlandalılar sürüsünün" barınağı olarak niteleniyordu. Modaya
uygun olmamakla birlikte gene de seçkin olan Long Acre vb. caddelerde,
içlerinden hastalıklı çocukların ve yarı aç, pejmürde kadınların gün ışığına
çıktıkları bir sürü bodrum-konut bulunur. Drury Lane Tiyatrosunun -Londra'nın
ikinci tiyatrosu- hemen yanıbaşında, bütün kentin en kötü caddelerinden birkaçı
-Charles, King ve Parker Street- vardır; bu caddelerdeki evlerde
bile, bodrumlardan tavanaralarına kadar, pek yoksul aileler oturmaktadır.
Westminster'deki St. John ve St. Margaret kilise bölgelerinde
1840'ta, İstatistik Derneğinin dergisine göre, 5.294 konutta -onlara bu ad
yaraşırsa- 5.366 işçi ailesi oturmaktadır - erkekler, kadınlar ve çocuklar,
toplam 26.830 kişi, yaş ya da cins farkı gözetilmeden bir araya yığılmıştır, ve
yukarıdaki aile sayısının dörtte-üçünün yalnız bir tek odası vardır. Aristokrat
St. George kilise bölgesinde, Hanover Square'de, gene aynı kaynağa göre,
1.465 işçi ailesi, toplam 6.000 kişi, aynı koşullarda yaşamaktadır - burada da
toplam ailelerin üçte-ikisinden çoğu birer odaya tıkılmıştır. Ve kendilerinde
hırsızların bile (sayfa 22) çalınacak hiçbir şey bulmadığı
bu mutsuzların yoksulluğu mülk sahibi sınıflarca yasal yollardan nasıl da
sömürülmektedir! Hemen yukarda anılan Drury Lane yakınındaki iğrenç konutlar
için şu kiralar ödenmektedir: haftada, iki bodrum-konut 3 şilin (1 Taler), bir
oda, zeminde 4 şilin, bir kat yukarda 4½ şilin, iki kat yukarda 4 şilin,
tavanarasında 3 şilin - dolayısıyla, açlıktan kıvranan kiracılar, yalnız Charles
Street'te evsahiplerine yılda 2.000 sterlin (14.000 Taler) haraç, ve
Westminster'de, anılan 5,366 aile, hep birlikte, yılda 40.000 sterlin (270.000
Taler) kira ödemektedir.
En büyük işçi çevresi, Tower'in doğusunda,
Londra işçilerinin ana kitlesinin toplandığı Whitechapel ile Benthnal
Green'de bulunmaktadır. Benthnal Green'de St. Philip Rahibi bay G.
Alston'un kendi kilise bölgesinin durumu üzerine söylediklerini dinleyelim.
"2.795 ailenin ya da yaklaşık 12.000 kişinin
barındığı 1.400 ev vardır. Bu kalabalık nüfusun oturduğu alan 400 yarda (1.200
ayak) kareden daha azdır, ve böyle bir aşırı kalabalıkta, bir erkeği, karısı,
dört-beş çocuğu ve bazan dede ve nine ile birlikte içinde çalıştıkları,
yedikleri ve uyudukları on-oniki ayak karelik [9-10 metre karelik], bir tek
odada görmek alışılmamış bir şey değildir. İnanıyorum ki, Londra piskoposu bu
son derece yoksul cemaate dikkati çekmeden önce, kentin batı ucundaki insanlar
onları Avustralya ya da Güneydenizi-adaları yerlilerinden daha az biliyorlardı.
Ve bu mutsuzların acılarını bir kez kendi gözlerimizle görürsek, onları yoksul
sofralarının başında gizlice dinlersek ve hastalıktan ya da işsizlikten
kıvranırlarken görürsek, öyle bir çaresizlik ve yoksunluk ile karşılaşacağız ki,
bizimki gibi bir ulus böyle şeylerin olabilmesinden utanç duymak gerekir.
Fabrikaların en kötü durumda olduğu üç yıl boyunca Huddersfield yakınında
rahiptim; ama yoksulların Benthnal Green'dekinden daha derin bir çaresizliğini
asla görmedim. Bütün çevrede on aile babasından birinin bile iş
giysisinden başka giyeceği yoktur, o da olabildiğince kötü ve yırtık pırtıktır;
hatta çoğunun geceleri bu paçavralardan başka yorganı ve ot ve talaş dolu bir
çuvaldan başka döşeği yoktur."
Bu konutların iç görünüşünün nasıl olduğunu
da yukarıdaki betimlemeden anlıyoruz. Ama, yolları arada bir bu proleter
konutlarından birkaçına düşen İngiliz devlet görevlilerini (sayfa
23) gene de izleyelim.
Görevli bay Carter'in 16 Kasım 1834'te Ann
Galway'ın cesedi üzerinde yaptığı bir kuşkulu ölüm araştırması vesilesiyle
gazeteler ölünün konutu üzerine şunları yazıyor: Ann Galway Londra, Bermondsey
Street, White Lion Court 3 numarada, kocası ve 19 yaşındaki oğluyla birlikte,
içinde ne karyola, ne yatak, ne de başka bir mobilya bulunmayan küçük bir odada
yaşıyordu. Oğlunun yanında, hemen hemen çıplak olan vücuduna serpiştirilmiş bir
tüy yığınının üzerinde -çünkü ne yorgan vardı, ne de yatak çarşafı-ölmüş,
yatıyordu. Tüyler bütün vücuduna öylesine yapışmıştı ki, hekim onlar
temizlenmeden cesedi inceleyemedi, ve sonunda cesedi kupkuru ve asalak böcek
ısırıkları içinde buldu. Odada döşemenin bir kesimi sökülmüştü ve aile o deliği
ayakyolu olarak kullanıyordu.
15 Ocak 1844 Pazartesi günü, Londra, Worship
Street polis mahkemesine iki oğlan getirildi; çünkü oğlanlar açlık yüzünden bir
dükkândan yarı-pişmiş bir sığır ayağı çalmış ve hemen yemişlerdi. Yargıç olayı
daha çok aydınlatmak gereğini duydu, ve görevli polislerden aşağıdaki bilgiyi
aldı: Oğlanların anası, sonradan polis olan bir eski askerden dul kalmıştı ve
kocasının ölümünden beri dokuz çocuğu ile çok güç geçiniyordu. Pool's Place,
Quaker Street, Spitalfields, n°2'de pek büyük bir yokluk içinde yaşıyordu.
Görevli polis geldiği zaman, onu çocuklarından altısıyla birlikte, oturmalıksız
iki hasır sandalye sayılmazsa mobilyasız, iki bacağı kırık bir masa, kırık bir
fincan ve küçük bir tabak bulunan küçük bir arka odada, tam anlatıldığı gibi
buldu. Ocakta bir kıvılcımlık ateş bile yoktu, ve köşede bir kadının önlüğünü
doldurabilecek büyüklükte, ama bütün aileye yatak olan pek eski bir yığın
paçavra vardı. Yorgan olarak üstlerinden dökülen giysilerinden başka hiçbir
şeyleri yoktu. Zavallı kadın, ona, yiyecek almak için geçen yıl yatağını satmak
zorunda kaldığını söyledi; yatak çarşaflarını biraz yiyecek için bakkala rehin
etmiş, sözün kısası yalnız ekmek almak için her şeyi satması gerekmişti. Yargıç
kadına sadaka kutusundan önemlice bir yardım sağladı.
1844 Şubatında altmış yaşında bir dul kadın,
Theresa Bishop, 26 yaşındaki hasta kızıyla, Marlborough Street polis
mahkemesinin merhametine sığındı. Grosvenor Square, (sayfa 24)
Brown Street, n°5'te bir dolaptan daha büyük olmayan, içinde bir tek mobilya
bulunmayan küçük bir arka odada oturuyordu. Bir köşede üzerinde ikisinin de
yatıp uyuduğu birkaç paçavra vardı; bir sandık hem masa hem de sandalye işini
görüyordu. Ana, oda temizleyerek bir şeyler kazanıyordu; ev-sahibinin
anlattığına göre, 1843 Mayısından beri bu durumda yaşıyorlardı; ellerinde kalan
her şeyi parça parça satmışlar ya da rehine koymuşlardı, ve böyle olduğu halde
asla kiralan ödememişlerdi. Yargıç sadaka kutusundan onlara bir İngiliz lirası
verdirdi.
Londralı bütün işçilerin yukarıdaki üç
aile kadar yoksulluk içinde yaşadıklarını öne sürmüyorum; çok iyi biliyorum ki,
birinin toplumca böylesine kıyasıya ayaklar altına alındığı yerde, onun durumu
daha iyidir - ama, çalışkan ve namuslu Londra'nın bütün zenginlerinden daha
namuslu ve saygıdeğer binlerce ailenin bu bir insana yaraşmayan durumda
bulunduğunu ve her proleterin, hiç istisnasız, kendi suçu olmadan ve bütün
çabalarına karşın aynı talihsizliğe uğrayabileceğini öne sürüyorum....
F. Engels, aynı yapıt, s.
259-263.
*
... bundan ötürü fabrika işçilerine o kadar
çok verilmelidir ki, çocuklarını olağan iş için yetiştirebilsinler - ama daha
fazlası da verilmemelidir ki, çocuklarının ücretinden vazgeçmesinler ve
çocukları bayağı işçiden başka bir şey olmasınlar. Burada da sınır, en düşük
ücret, görelidir (relative); ailedeki herkes çalışınca, bir tek kişinin
geçimi için daha az gereksinir; ve ücreti büyük ölçüde düşürmede yararlanmak
için burjuvazinin makinelerde çalıştırdığı kadınları ve çocukları işlendirme ve
onların emeklerim kârlılaştırma fırsatı vardır. Elbette her ailede herkes
çalışacak güçte değildir, ve böyle bir aile tümüyle, çalışacak güçte olan bir
aileye göre hesaplanan en düşük ücretle çalışmak isteseydi, geçinmekte güçlük
çekerdi; onun için ücret burada bir ortalama oluşturur, bu ortalama ücretle
tümüyle çalışacak güçte olan aile epeyce iyi geçinirken, çalışacak güçteki
üyeleri daha az olan epeyce kötü geçinir. (sayfa 25)
F. Engels, aynı yapıt, s. 308.
*
İspirtolu içkilere düşkünlüğün yanında
seksüel ilişkilere düşkünlük birçok İngiliz işçisinin başlıca kusurudur. Ama bu
da, bu özgürlükten yararlanma aracı olmayan, kendi haline bırakılmış bir sınıfın
durumundan zorunlu olarak doğan bir sonuçtur. Burjuvazi onlara bir yığın
yorgunluk ve acı yüklerken, yalnız bu iki hazzı bırakmıştır, ve bunun sonucu,
işçilerin yaşamdan bir şeyler almak için, bütün hırslarını bu iki hazda
yoğunlaştırmaları ve kendilerini onlara aşın ve eh kuralsız tarzda vermeleridir.
İnsanlar ancak hayvana yaraşabilecek bir duruma düşürülürse, onlara
başkaldırmaktan ya da hayvanlaşmaktan başka hiçbir şey kalmaz. Ve üstelik
burjuvazinin namuslu kesimi bile orospuluğun dolaysız artmasına yardım ederse
-her akşam Londra caddelerini dolduran 40.000 zevk kadınından[3]
kaçı erdemli burjuvalarla yaşıyor?- bu orospuların kaçı, yaşamak için
vücutlarını yoldan geçenlere satmak zorunda olmalarını, bir burjuvanın baştan
çıkarmasına borçludur? Demek ki, onların hiç değilse işçileri seksüel
kabalıklarından ötürü kınamaya elbette hakları vardır.
F. Engels, aynı yapıt, s. 355.
*
Toplumsal düzenin nimetlerinden
yararlanmaksızın onun bütün sakıncalarını göğüslemek zorunda olan bir sınıftan,
bu toplumsal düzenin yalnızca düşmanlığını gören bir sınıftan, bu toplumsal
düzeni sayması hâlâ istenmeli midir? Bu, gerçekten çok şey istemek olur. Ama
işçi sınıfı, bu toplumsal düzen varoldukça ondan kurtulamaz ve birey işçi ona
başkaldırırsa, en büyük zararı görür. Böylece toplumsal düzen aile yaşamını işçi
için hemen hemen olanaksızlaştırır; gece barınmaya elverişsiz, kötü döşenmiş ve
çoğu zaman damı akan ve ısıtılmayan, oturulmaz, pis bir ev, insan dolu odada
nemli bir hava; erkek, belki kadın ve büyük çocuklar da, hepsi bütün gün ayrı
yerlerde çalışmakta, birbirlerini yalnız sabahları ve akşamları görmekte -
konyak içmeye (sayfa 26) sürekli ayartılma bu yüzdendir; bu
koşullarda aile yaşamı olabilir mi? İşçi gene de ailesini bırakamaz, ailesiyle
yaşamak zorundadır, ve bunun sonuçları yetişkinlerin de çocuklarının da en büyük
ölçüde ahlaksızlaşmasına yolaçan, ardı arası kesilmeyen aile dertleri ve evsel
anlaşmazlıklardır. Bütün evsel ödevlerin savsaklanması, özellikle çocukların
yüzüstü bırakılması, İngiliz işçileri arasında çok fazla yaygındır ve toplumun
varolan kurumlarınca zorla yaratılmaktadır. Ve böyle yabanıl bir tarzda,
ana-babalarına olduklarından daha çok ilgili oldukları ahlaksızlaştırıcı ortamda
yetişen çocuklar daha sonra hâlâ iyi ahlaklı olabilirler mi? Kendini beğenmiş
burjuvanın işçiden istediği gerçekten bönce değil mi?
F. Engels, aynı yapıt, s. 356.
*
Elbette, burjuvazi, belirli, genel sınai
gelişmeye elverişli koşullarda hammaddenin ucuzladığı her meta fiyatı
düşmesinde, tüketimin çok arttığını ve yeni fabrikaların kurulduğunu söylerken
haklıdır; ama bunun dışındaki her sözü bir yalandır. Fiyat düşümünün bu
sonuçlarının görülmesine, yeni fabrikaların kurulmasına kadar uzun yıllar
geçtiğini hiç hesaba katmıyor, makinelerdeki bütün iyileştirmelerin, gerçek,
yorucu işi makineye gittikçe daha çok yüklediğini ve böylece yetişkin erkeklerin
işinin, zayıf bir kadının veya bir çocuğun bile yarı ya da üçte-bir ücretle
pekâlâ yapılabileceği basit bir gözetime dönüştüğünü susarak geçiştiriyor.
F. Engels, aynı yapıt, s. 362.
*
Makinelerin yetişkin erkek emeğinin yerini
gittikçe daha çok alması olgusunu biraz daha yakından görelim. Makine başındaki
emek, eğirmede de dokumada da, aslında kopan iplikleri bağlamaktan başka bir şey
değildir, çünkü makine bütün öbür işleri yapar; bu iş, kuvvet gerektirmez, ama
daha büyük parmak kıvraklığı gerektirir. Erkekler bu iş için yalnızca gereksiz
de değildir, tersine, ellerinin kuvvetli kas ve (sayfa 27)
kemik gelişimi dolayısıyla kadınlardan ve çocuklardan daha da az uygundurlar ve
pek doğal olarak bu türlü işlerde yerlerini onlara kaptırmaktadırlar. Ellerin
etkinliği, kuvvet kullanımı, su ve buhar gücüyle işleyen makinelere ne kadar çok
geçerse, o kadar az erkek çalıştırmak gerekir, ve kadınlar ve çocuklar zaten
daha ucuz oldukları ve, söylendiği gibi, bu iş dallarında erkeklerden daha iyi
çalıştıkları için, onlara iş verilir. İplik fabrikalarında, eğirme makinelerinin
başında yalnız kadınlar ve kızlar, çıkrık makinelerinin başında yetişkin bir
erkek (ki onun da yerini gelişmiş çıkrıklar almaktadır) ve pek çoğu çocuk
veya kadın, bazan da 18-20 yaşlarında genç erkekler olan birçok iplik bağlayıcı,
şurada burada da ekmeğinden olmuş yaşlı bir iplikçi görülür.[4]
Dokuma tezgahlarının başında çoğunlukla 15-20 yaşlarında ve daha yaşlı, ama
seyrek olarak yirmi bir yaşını aşıncaya kadar işbaşında kalan kadınlar çalışır.
Kaba eğirme makinelerinde bile yalnız kadınlar, gerekli ise havalandırma
makinelerini bilemek ve temizlemek için birkaç erkek çalışmaktadır. Bütün
bunlardan başka fabrikalarda makaraları (bobinleri) takıp çıkarmak için birtakım
çocuklar (doffer'ler) ve odaları gözetmek için birkaç yetişkin erkek, buhar
makinesi, marangozluk, kapıcılık, vb. için bir mekanikçi ve bir makineci vb.
çalıştırılmaktadır. Ama asıl işi kadınlar ve çocuklar yapmaktadır. Fabrikacılar
bunu da yalanlamaktadırlar ve geçen yıl, makinelerin erkeklerin yerini
almadığını kanıtlamak amacıyla anlamlı tablolar yayımlamışlardır. Bu
tablolardan, bütün fabrika işçilerinin yarıdan biraz çoğunun (%52) kadın ve
yaklaşık %48'inin erkek olduğu, ve bu işçilerin yarıdan çoğunun 18 yaşın
üzerinde bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Bu kadarı çok iyi. Ama sayın fabrikacılar
yetişkinlerin kaçının erkek ve kaçının kadın olduğunu bize söylemekten
kaçınmaktadırlar. Önemli nokta da budur. Bundan başka besbelli mekanikçileri,
marangozları ve fabrikaları ile herhangi bir ilişkisi bulunan yetişkin
erkekleri, belki de yazıcıları vb. birlikte saymakta, ve gene de bütün
(sayfa 28) gerçeği söyleme cesaretini göstermemektedirler. Bu bildiriler
genellikle yanlışlıklarla doludur ve uzmanlar için çok şey kanıtlayan ve uzman
olmayanlar için hiçbir şey kanıtlamayan hileli ifadeleri ve ortalama hesapları
içermektedir, en önemli noktaları gizlemekte ve yalnız bu fabrikacıların
körlüğünü ve namussuzluğunu kanıtlamaktadır. Lord Ashley'in 15 Mart 1844'te Avam
kamarasında on saatlik [çalışma] önergesiyle ilgili konuşmasından birkaç alıntı
yapalım. Lord Ashley burada çalışanların yaş ve seks ilişkisi üzerinde
durmaktadır ve verileri zaten İngiliz fabrika sanayiinin bir kesimiyle ilgili
olan fabrikacılar şimdiye kadar bunları yalanlamamışlardır. Britanya
İmparatorluğunun 419.590 fabrika işçisinden (1839'da) 192.887'si, nerdeyse
yarısı, 18 yaşından küçüktü ve 242.296'sı kadındı ve bunların da 112.192'si 18
yaşın altındaydı. Demek ki, geri kalan 80.695 erkek işçi 18 yaşın altındaydı ve
96.599 yetişkin erkek işçi vardı ya da bunların toplamı % 23 -genel toplamın
tam dörtte-biri bile değil- idi. Pamuklu fabrikalarında işçilerin %56¼'ü,
yünlü fabrikaların da %69½'si, ipekli fabrikalarında %70½'si, keten
iplikhanelerinde %70½'si kadın ve kızdı. Bu sayılar yetişkin erkek işçilerin
işten çıkarıldığını belgelemek için sunulmuştur. Ama bunu kanıtlanmış görmek
için yalnızca yakındaki en iyi fabrikaya gitmek yeter. Bundan ötürü, işçiler
için en yıkıcı sonuçlara yolaçan, onlara zorla kabul ettirilen kurulu toplumsal
düzenin değiştirilmesi gerekir. Kadınların çalışması her şeyden önce aile
bağlanın koparır; çünkü kadın günde 12-13 saatini fabrikada geçirirken ve erkek
de aynı ya da başka bir yerde çalışırken, dışarıdaki çocukların hali ne olur?
... Annelerin çalışmasıyla genel küçük çocuk ölümlerinin arttığı besbellidir ve
olgularla, bütün kuşkuların ötesinde, kanıtlanmıştır. Kadınlar doğumdan üç-dört
gün sonra gene fabrikaya dönmekte ve çocuklarını elbette evde bırakmakta; yemek
saatlerinde çocuk emzirmek ve o arada kendileri de bir şeyler atıştırmak için
evlere koşmak zorunda kalmaktadırlar - çocukların nasıl emzirilmek gerektiği
bellidir.
F. Engels, aynı yapıt. s.
366-368.
*
Bundan başka, fabrika kulluğunun patrona her
kulluk gibi, ve hatta daha çok, Jus primae noctis[5]
bağışladığı bellidir. (sayfa 29) Bu ilişkide fabrikacı,
kadın işçilerinin vücutları ve albenileri üzerinde efendidir. îşten kovma, el
değmemiş kalmak için zaten önemli hiçbir gerekçesi olmayan kızların ... bütün
direncini kırmak için yeterli cezadır. Fabrikacı yeterince aşağılık ise ...
fabrikası aynı zamanda haremidir; ve bütün fabrikacıların haklarını
kullanmaması, kızların durumunu asla değiştirmez. Fabrika sanayiinin
başlangıçlarında, fabrikacıların pek çoğu toplumsal ikiyüzlülüğü bilmeyen ve
dikkate almayan yeni türediler iken, hiçbir şeyin "kazanılmış" haklarının
kullanımını engellemesine izin vermediler.
Fabrika işinin kadının fiziksel durumundaki
etkilerini anlamak için, önce çocukların işini ve işin niteliğim göz önünde
bulundurmak gerektir. Yeni sanayinin başlangıcından beri, çocuklar fabrikalarda
çalıştırıldı; önceleri aşağı yukarı yalnızca daha sonra büyütülen makineler
küçük olduğu için çalıştırıldılar; ve hatta fabrikacıların uzun yıllar için
"çırak" olarak alay alay kiraladıkları çocuklar ıslahevlerinden alındı. Çocuklar
topluca barındırılıp giydirildiler ve elbette kendilerine en büyük kayıtsızlık
ve barbarlıkla davranan patronlarının tam anlamıyla köleleri idiler. Daha
1796'da, insanı isyan ettiren bu sisteme gösterilen açık hoşnutsuzluğu Dr.
Percival ve Sir R. Peel (şimdiki bakanın babası ve pamuk fabrikacısı) öylesine
etkili dile getirdiler ki, parlamentodan bir Apprentice-bül (çıraklar
yasası), çıktı, böylece en çok tepki uyandıran kötüye kullanımlar durduruldu.
Giderek özgür işçi rekabeti doğdu ve bütün çıraklık sistemini geçersizleştirdi.
Fabrikalar da giderek daha çok kentlerde kuruldu, makineler büyütüldü ve
işyerleri daha havalanır ve sağlıklı hale getirildi; yetişkin ve genç kimseler
de giderek daha çok iş buldular, ve böylece çalışan çocukların oransal sayısı
biraz azaldı, ve işe başlama yaşı biraz büyüdü. 8-9 yaşından küçük çocukların
çalıştırılması gittikçe azaldı. Daha sonra, göreceğimiz gibi, yasama erki
çocukları burjuvazinin para hırsından korumak için birçok kez işe karıştı.
İşçi ve özellikle fabrika işçisi çocukları
arasındaki ölümlerin çokluğu, onların ilk yaşlarda karşılaştıkları durumun
elverişsizliğine yeterli kanıttır... (sayfa 30)
F. Engels, aynı yapıt, s.
373-374.
*
Fabrika işinin kadın vücuduna etkisi de
tümüyle kendine özgüdür. Uzun çalışma zamanının yolaçtığı biçim bozulmaları
kadınlarda çok daha ciddi olmaktadır; kısmen yanlış, oturuşun ve leğen kemiğinin
kendi gelişiminin, kısmen de omurganın alt kesiminin eğrilmesinin yolaçtığı
kalça çarpılmaları bu nedenlerden ötürü sık sık görülmektedir.
Dr. Loudon raporunda diyor ki: "Bir kalça
çarpılması ve başka birkaç hastalık örneği ile karşılaşmadı isem de, bu şeyler
her hekimin böyle uzun bir çalışma zamanının çocuklardaki olası sonuçlarına
örnek göstermesi gereken çeşittendir, ve ayrıca en güvenilir tıp adamlarınca
doğrulanmaktadır."
Kadın fabrika işçilerinin öbür kadınlardan
daha güç doğum yaptıklarına, sık sık da çocuk düşürdüklerine birçok ebe ve doğum
yardımcısı tanıklık etmektedir, örneğin Dr. Hawkins, evid., s. 11 ve 13.
Bu yetmiyormuş gibi, bütün fabrika işlerindeki kadınlar topluca genel zafiyet
çekmekte ve, gebe iken, doğma saatine kadar fabrikalarda çalışmaktadırlar
-elbette, çalışmayı daha önce bırakırlarsa yerlerinin kapılmasından ve işlerine
son verilmesinden ve ücretlerini yitirmekten korkmaktadırlar. Ertesi sabah doğum
yapan kadınların akşam hâlâ çalıştıkları sık sık görülmektedir, fabrikalarda
makinelerin arasında doğurmaları bile hiç de seyrek görülen bir durum değildir.
Ve burjuva beyler bunda olağanüstü hiçbir şey görmüyorlarsa da, gebe bir kadını
doğuracağı güne kadar günde oniki-onüç (eskiden daha çok) saat ayakta durup sık
sık eğilerek çalışmaya dolaylı olarak zorlamanın bir zalimlik, alçakça bir
barbarlık olduğunu karıları herhalde kabul edeceklerdir. Ama hepsi bu kadar da
değil. Doğumdan sonra ondört gün çalışmaları gerekmeyen kadınlar bundan pek
memnun kalmakta ve bu süreyi uzun saymaktadırlar. Kimileri daha sekiz, hatta
üç-dört gün sonra, bütün çalışma zamanını tamamlamak için, gene fabrikaya
gelmektedirler - birinde bir fabrikacının bir gözcüye şöyle sorduğunu işittim:
Falanca ve filanca kadınlar işe hâlâ başlamadı mı? - Hayır. - Doğuralı kaç gün
oluyor? - Sekiz gün. - Ama çoktan işe başlayabilirdi. Şuradaki kadın yalnız üç
gününü evde geçirdi. - Elbette; işten çıkarılma korkusu, (sayfa
31) açlık korkusu, onu halsizliğine karşın, acılarına karşın fabrikaya
sürüklüyor; işçisinin hastalık yüzünden evde kalmasına fabrikacının çıkarı
gözyummaz, işçiler hasta olamaz, loğusa yatağına sığınamaz - yoksa fabrikacının
makinelerini durdurması ya da o yüce başının geçici bir değişme yüzünden
ağrıması gerekir; ve bunu yapmaz, rahatsızlanmaya kalkışınca işçilerine yol
verir. Dinleyiniz (Cowell, evid., s. 77):
"Bir genç kız kendini çok hasta hissediyor,
işini güçlükle yapabiliyor - Neden eve gitmek için izin istemiyor? - Ah, beyim,
'patron' bu bakımdan çok bencil; çeyrek gün işbaşında bulunmazsak, kovulmayı
göze almışız demektir."
Ya da (Sir D. Barry, evid., s. 44);
İşçi Thomas MacDurt'un hafif ateşi var, "hiç değilse dört gün evde kalamıyor,
çünkü işini yitirmekten korkuyor".
... Böyle kadınlardan, özellikle
gebeliklerinde çalışmak zorunda olanlardan doğan çocuklar sağlıklı olamaz.
Tersine, Manchester'le ilgili raporda, çok cılız oldukları bildirilmektedir, ve
yalnız Barry sağlıklı olduklarını öne sürmekte - ama denetlediği İskoçya'da
hemen hiçbir evli kadının çalışmadığını da söylemektedir; onun için orada
fabrikaların pek çoğu, Glasgow ayrı tutulursa, kırdadır, ve bu, çocukların
sağlıklı olmasına pek çok yardım etmektedir. Manchester'in yakın çevresindeki
işçi çocuklarının hemen hepsi şen ve sağlıklıdır, oysa kenttekiler solgun ve
sıracalı görünmektedir; ama dokuz yaşına basar basmaz, fabrikaya gönderildikleri
için, renkleri soluvermekte, ve artık kent çocuklarından ayırt
edilememektedirler.
Ama fabrika işinde bir de özellikle yan
etkileri olan birkaç çalışma kolu daha vardır. Pamuk ve keten ipliği
fabrikalarındaki birçok odada, özellikle havlama ve tarama odalarında göğüs
darlığına yolaçan bir yığın lifli toz uçuşmaktadır. Buna bazı bünyeler dayanır,
öbürleri dayanmaz. Ama işçinin seçme hakkı yoktur, göğsü sağlıklı olsa da olmasa
da, nerede iş bulursa o odada çalışmak zorundadır. Solunan bu tozun bilinen
sonuçları kan tükürme, güç ve ıslıklı soluma, göğüste ağrılar, öksürük,
uykusuzluk, kısaca en kötü durumlarda akciğer veremiyle biten astımın bütün
belirtileridir. (Karşılaştırınız: Stuart, s. 13, 70, 101, Mackintosh, s. 24 vb.,
Power'ın Nottingham, Leeds, Cowell üzerine raporu, s. 60 vb., Barry, s. 12 [bir
fabrikada beş], s. 17, 44, (sayfa 32) 52, 60 vb.; Loudon,
s. 13 vb.). Ama sağlığa özellikle zararlı olan, ketenin genç kızlar ve
çocuklarca yapılan ıslak eğirilmesidir. İğlerden üzerlerine su sıçrar, öyle ki
giysilerinin ön kesimi derinlerine kadar sürekli ıslaktır ve zeminde her zaman
su vardır. Bu, pamuk fabrikalarının iplik katlama odalarında da biraz böyledir,
ve bunun sonucu sık soğuk algınlıkları ve göğüs yangılandır. Kısık, boğuk bir
ses bütün fabrika işçilerinde, ama hepsinden çok da ıslak eğiricilerde ve
katlayıcılarda yaygındır. Stuart, Mackintosh ve Sir D. Barry bu işin sağlığa
aykırılığından ve pek çok fabrikacının bununla az ilgilenmesinden en etkileyici
deyimlerle söz etmektedirler. Keten eğirmenin başka bir etkisi omuzun kendine
özgü çarpılması, özellikle sağ kürek kemiğinin işin doğasından ötürü çıkıntı
yapmasıdır. Bu türlü eğirme, çıkrıkla eğirme gibi, kopan ipliklerin bağlanması
sırasında iği durdurmak için kullanılan diz kapaklarında da sık sık hastalıklara
yol açmaktadır. Bu iki işte makinelerin alçak olması ve sık sık eğilmek
gerekmesi yüzünden vücudun gelişmesi genellikle aksamaktadır. Manchester'da
görevli olduğum pamuk fabrikasının eğirme odasında iyi gelişmiş, boylu poslu bir
tek kız gördüğümü anımsamıyorum; hepsi ufak tefekti, kötü gelişmişti ve
şişmandı, vücut biçimleri kesinlikle çirkindi. Ama bütün bu hastalıklardan ve
kötü biçimlenmelerden başka, işçilerin kemikleri başka türlü de zarar
görmektedir. Makineler arasında çalışmak bir sürü kazaya yolaçmakta ve
dolayısıyla işçiler kısmen ya da tümüyle işlerini yapamaz hale gelmektedirler.
F. Engels, aynı yapıt, s.
383-386.
*
Bir yığın hastalık yalnızca burjuvazinin
iğrenç para hırsından doğmaktadır! Kadınlar doğuramaz hale gelmekte, çocuklar
çarpık-çurpuk gelişmekte, erkekler zayıf düşmekte, kollar ve bacaklar ezilmekte,
bütün kuşaklar bozulmakta, ve bütün bunlar yalnızca burjuvazi kesesini doldursun
diye olmaktadır! Ve gözeticilerin çocukları yataklarından nasıl çırılçıplak
çıkardıkları, çocukların, giysileri kollarında, tekme tokat nasıl fabrikalara
koşturulduğu (örneğin Stuart, s. 39 (sayfa 33) ve
başkaları), tokatlanarak nasıl uyandırıldığı, buna karşın işbaşında nasıl
uyuyakaldığı, uyuklayaduran zavallı bir çocuğun gözetici bağırınca sıçrayıp,
durmuş olan makinesini kapalı gözlerle nasıl çalıştırdığı okunursa; eve
gidemeyecek kadar yorgun düşen çocukların uyumak için kurutma odasındaki
pamukların altına nasıl gizlendiği, ve ancak kayışlarla dövülerek fabrikadan
çıkarılabildiği, yüzlerce çocuğun uykusuzluktan ve iştahsızlıktan akşam yemeği
yemeyecek kadar bitkin bir halde her akşam eve nasıl döndüğü, ana-babalarının
onları yataklarının yanında dua ederken diz çökmüş durumda uyuyakalmış bulduğu
okunursa; bütün bunlar ve hepsi de yeminle doğrulanan, birçok tanığı olan,
komiserlerin bile inanılır saydığı adamların bildirdiği daha başka yüzlerce
alçaklık ve rezillik bu bir tek raporda okunursa; bunun "liberal" bir rapor,
Tory'lerin ilk raporunu gerçekleşsizleştirmek için düzenlenmiş bir burjuva rapor
olduğu, komiserlerin bile burjuvaziden yana olduğu ve her şeyi istemeyerek rapor
ettiği düşünülürse - insanseverliği ve fedakârlığı ile çalım satan, oysa biricik
amacı kesesini d tout prix[6]
doldurmak olan bu sınıfa içerlememek, öfkelenmemek elde mi?
F. Engels, aynı yapıt, s.
388-389.
*
Eğirme işlemi katı bir işbölümü ile çok
karışık bir hale getirilmiştir ve bir yığın dalı vardır. Önce iplik eğrilir;
bunu ondört yaşından büyük kızlar (winders) yapar; ... sonra erkek işçi,
makineden enli bir kumaş gibi çıkan uçları büker ve çok küçük çocuklar birleşik
iplikleri çekerek birbirinden ayırır. ... Eğiricilerin de threader'lar
gibi belirli bir çalışma zamanı yoktur, çünkü bir makinenin makaraları dolar
dolmaz oraya çağrılırlar; ve çünkü erkek işçiler geceleri de uç büker, onun için
her zaman fabrikaya ya da bükücüler odasına çağrılabilirler. Bunun sonucu olan
çalışma kuralsızlığı, sık sık gece çalışmak, düzensiz yaşamak, fiziksel ve moral
bir yığın hastalığa yolaçar. (sayfa 34)
F. Engels, aynı yapıt, s.
410-411.
*
Eğirme işleminin başka bir dalı, dantelâ
örme, tarımla da uğraşılan Northampton, Oxford, Bedford ve Buckingham
kontluklarında ve pek çoğu çocuk ve genç yaşta olan, kötü beslenmekten
genellikle sızlanan ve pek seyrek et yiyebilen kimselerce yapılır. İşin kendisi
sağlığa son derece aykırıdır. Çocuklar küçük, kötü havalandırılan, nemli
odalarda, sürekli oturarak ve dantelâ yastıklarına eğilerek çalışırlar. Vücudu
bu yorucu durumda desteklemek için kızlar tahta balinalı bir korse kullanırlar
ki, bu balinalar kemikleri henüz çok yumuşak olan çocuk yaştaki pek çok kimsede,
eğilmiş durumda iken göğüs kemiğinin ve kaburgaların konumunu tümüyle bozmakta
ve dar-göğüslülüğe yolaçmaktadır. Pek çoğu, bu yüzden, oturarak çalışmasının ve
kötü havanın sonucu olan sindirimsizliğin en acı verici etkilerine bir süre
dayandıktan sonra, veremden ölmektedir. Hemen hiç eğitimsizdirler, pek azı
ahlaki eğitim görmüştür, hepsi de süslenmeye düşkündür. Bunlardan ötürü ahlaki
durumları çok kötüdür ve aralarında orospuluk etmeyen yok gibidir. (Ch. Empl.
Com., Burns, Report.)
Burjuvazinin güzel hanımlarına dantelâlarla
bezenme sevincini yaşatmak için toplumun ödediği fiyat budur - çok ucuz
sayılmaz, değil mi? Yalnız birkaç bin kör işçi, yalnız veremli birkaç proleter
kız, hastalıklı bir ayaktakımı kuşağı, hastalıklarını gene aynı ölçüde aşağı
sınıftan çocuklarına ve torunlarına kalıt bırakacak bir kuşak - bu nedir ki?
Hiçbir şey, hiçbir şey! Bizim İngiliz burjuvazimiz Hükümet Komisyonunun raporunu
kayıtsızca bir yana koyacak ve karıları ile kızları önceden olduğu gibi gene
dantelâlarla bezenecek.
F. Engels, aynı yapıt, s.
412-413.
*
Gariptir ki, burjuvazinin hanımlarının
bezenmesine yarayan bu metaların üretimi, o işte çalışan işçilerin sağlığı
bakımından en acıklı sonuçların doğmasını gerektirmektedir. Bunu daha önce
dantelâ örmede görmüştük ve söylediklerimizin kanıtlarıyla Londra'nın giysi
diken mağazalarında (sayfa 35) bir daha karşılaşıyoruz. Bu
kuruluşlar bir yığın genç kız çalıştırmaktadır -hepsinin 15.000 kişi olduğu
söylenmektedir-; bunlar, evlerde yatıp kalkmakta ve yemektedirler, çoğu kırdan
gelmiştir, bu yüzden patronların tam kölesidirler. Yılda 4 ay süren moda
mevsiminde, en iyi kuruluşlarda bile günlük çalışma süresi onbeş, ve, araya
başka işler girerse, onsekiz saattir; ama bu mevsimde hiçbir zaman belirlemesi
olmadan çalışılır, öyle ki kızlar yirmidört saatte asla altı ve çoğu zaman
üç-dört, ve sık sık olduğu gibi bütün gece çalışmak zorunda kalmazlarsa, iki
saatten çok dinlenme ve uyuma zamanı bulamazlar ve ondokuz-yirmiiki saat
çalışırlar. Çalışmalarına konan biricik sınır, iğneyi bir dakika için
kullanamayacak kadar kesin fiziksel yeteneksizliğe uğramalarıdır. Bu çaresiz
yaratıkların dokuz gün boyunca soyunmadıkları ve çok çabuk atıştırabilsinler
diye yemeklerinin küçük parçalar halinde önlerine konduğu bir şiltede arasıra
bir an dinlenebildikleri olur; sözün kısası, bu mutsuz kızlar modern köleciliğin
moral kamçısı -işten kovma korkutması- ile, değil 14-20 yaşlarındaki narin
kızların, güçlü kuvvetli bir adamın bile dayanamayacağı böyle sürekli ve uzun
bir işte tutulmaktadırlar. Bundan başka, çalışma odalarının ve uyuma yerlerinin
nemli havası, iki büklüm durmaktan ileri gelen kötü sindirim, ama hepsinden çok
da, uzun zaman çalışmak ve temiz havadan yoksunluk, kızların sağlığı bakımından
kötü sonuçlar doğurmaktadır. Yorgunluk, bitkinlik, halsizlik, iştahsızlık,
omuzlarda, sırtta ve kalçalarda ağrılar, ama özellikle başağrıları hemen başlar;
sonra omurga eğrilmesi, çabucak yakın-görmezleşen gözlerde şişme, sulanma ve
ağrılar, öksürük, göğüs darlığı gibi kadın organizmasına özgü bütün gelişim
bozuklukları görülür. Birçok halde gözler öylesine yıpranır ki onmaz bir körlük
başlar; ve görüş işi sürdürmeye yetecek kadar iyi kalırsa, bu kızların kısa,
acıklı yaşamına çoğu zaman verem son verir. Bu işi yeterince erken bırakanlarda
bile, vücut sağlığı sürekli bozuk kalır, bünyenin direnci kırılır; böyleleri
sürekli, özellikle evlenince, zayıf ve halsiz olur ve hastalıklı çocuklar
dünyaya getirir. Komiserin (Ch. Empl. Comm.) görüştüğü bütün hekimler, sağlığı
bozup erken bir ölüme yolaçmada bundan daha etkili bir yol bulunamayacağını
bildirerek sözbirliği etmişlerdir. ... Londra'da dikici kızlar da aynı
acımasızlıkla, yalnız biraz (sayfa 36) daha dolaylı olarak,
sömürülmektedir. Korse yapımında çalışan kızların zor, yorucu, göze zararlı bir
işleri vardır; ve aldıkları ücret nedir? Bunu bilmiyorum, ama biliyorum ki
kendisine verilen malzeme için kefalet yatırması gereken ve işi tek tek
dikicilere dağıtan aracı parça başına 1½ peni, 15 Prusya feniği almaktadır. Onun
payı, en az ½ peni, bundan düşülmekte, ve zavallı kızın cebine en çok 1 peni
girmektedir. Boyunbağı diken kızlar, günde onaltı saat çalışmakla yükümlüdürler
ve haftada ellerine 4½ şilin, 1½ Prusya taleri geçmektedir ki, bununla da en
ucuz Alman kentinde 20 gümüş kuruşla satın alınabilecek şeyleri almaktadırlar.[7]
Ama en kötüsü gömlek dikenlerin halidir. Sıradan bir gömlek için 1½ peni
almaktadırlar - eskiden 2-3 peni alıyorlardı, ama burjuva-radikal bir resmî
makamın yönettiği St. Pancras yoksullarevi, işi 1½ peniye almaya başlayalı beri
dışardaki zavallı kadınlar da öyle yapmak zorunda kaldılar. Günde onsekiz
saatlik bir çalışmayla bitirilebilen ince, süslü gömlekler için 6 peni, 5 gümüş
kuruş ödenmektedir. Bu dikici kadınların ücreti buna göre ve işçi kadınları ve
patronları da içeren kimselerin tanıklıklarına göre, geceyarılarına kadar süren
bir çalışmadan sonra, haftada 2½ -3 şilindir! Bu utanç verici barbarlığın üstüne
tüy diken, dikici kadınların kendilerine emanet edilen malzemenin bedelinin bir
kesimini depozit olarak yatırmak zorunda olmalarıdır; patronların da çok iyi
bildikleri gibi, malzemenin bir kısmını rehine koymadan yapamazlar ve zarar
etmeden rehinden kurtaramazlar; ya da, 1843 Kasımında bir dikici kadının başına
geldiği gibi, malzemeyi rehinden kurtaramazlarsa sulh mahkemesine gitmek zorunda
kalırlar. Bu duruma düşen ve ne yapılması gerektiğini bilmeyen zavallı bir kız,
1844 Ağustosunda, kendisini kanala atarak, yaşamına son verdi. Bu kadınlar, çoğu
zaman, küçük tavanarası odalarında en büyük yoksulluk içinde yaşarlar, birçoğu
yerin elverdiği ölçüde bir tek odaya doluşmuştur ve kışın odadaki biricik ısınma
aracı çalışanların bedensel sıcaklığıdır. Orada işlerine eğilmiş olarak
otururlar ve sabahtan geceyarısı dörde ya da beşe kadar dikerler, birkaç yılda
sağlıkları bozulur ve vakitsiz ölüp giderler, üstelik o sırada en sıradan
gereksinmelerini gideremezler.[8]
(sayfa 37) Ve o sırada aşağıda, yüksek burjuvazinin saltanat arabaları
geçer ve belki on adım ötede bayağı bir züppe bir gecede onların bir yılda
kazanabildiğinden daha çok para harcar....
F. Engels, aynı yapıt, s.
426-429.
*
Bu farklı, çoğu zaman birleşmiş, çoğu zaman
ayrılmış işçi kesimleri -dernek üyeleri, çartistler ve sosyalistler- eğitimi
geliştirmek için kendi başlarına birçok okul ve okuma odası kurmuşlardır. Her
sosyalist ve hemen hemen her çartist kuruluşun, ve tek tek birçok derneğin böyle
bir yeri vardır. Burada çocuklar burjuvazinin bütün etkilerinden uzak proleter
bir eğitimden geçirilir ve okuma odalarında hemen yalnız proleter dergiler ve
kitaplar bulunur. Bu okullar, onlara benzer birkaç kurumu, "Mechanics
Institutions", proleter etkilerden kurtarmayı ve burjuvaziye yararlı bilimleri
işçiler arasında yayan organlar haline getirmeyi başaran burjuvazi için çok
tehlikelidir. Burada, şimdi, işçiyi burjuvaziye karşı muhalefetten alıkoyan ve
ona belki de burjuvaziye para getirecek buluşlar yapma yolunu açacak doğal
bilimler öğretiliyor - oysa doğal bilimler işçiye şimdi gerçekten hiç
yararsızdır, çünkü işçi kendi büyük kentinde ve uzun işgününde, doğayı çoğu
zaman bir kez bile görmemektedir; burada putu serbest rekabet olan ulusal
ekonomi (Nationalökonomie) vaaz edilmektedir ki, bunun işçi için biricik
sonucu, sessizce haklarından vazgeçip açlıktan ölmekten daha akıllıca hiçbir şey
yapamayacağıdır; burada bütün eğitim, egemen politikaya ve dine karşı uysallığa,
boyun eğmeye, hizmete yöneltilmiştir, öyle ki bu eğitim işçi için yalnızca
sessiz itaatin, edilgenliğin, yazgısına boyun eğmenin sürekli bir vaazıdır.
(sayfa 38) İşçi yığını bu kurumlardan elbette hiçbir şey beklememekte ve
proleter okuma odalarına, doğrudan doğruya kendi çıkarlarıyla çakışan
ilişkilerin tartışmasına dönmektedir - ve o zaman kendini beğenmiş burjuvazi
kendi Dixi et Salvavi'sini[9]
söylemekte ve "kötü niyetli demagogların öfkeli palavralarını sağlam bir eğitime
yeğ tutan" bir sınıftan tiksintiyle yüzçevirmektedir. Öte yandan, işçi de,
burjuvazinin çıkarını gözeten ikiyüzlülüklerle karıştırılmamış, anlamlı,
doğalbilimsel, estetik ve ulusal ekonomik konularda, bütün proleter kurumlarda
özellikle sosyalist olanlarda sık sık verilen ve çok iyi izlenen derslerde
"sağlam bir eğitim"den geçmektedir. Kadife ceketleri artık iliklenmeyen
işçilerin yerbilimsel, gökbilimsel ve başka konularda Almanya'daki eğitilmiş
bazı burjuvalardan çok daha bilgilice konuştuklarını sık sık işittim. Ve İngiliz
proletaryasının kendini eğitmeyi ne kadar iyi başardığı surdan bellidir ki, yeni
felsefi, politik ve şiirsel yazının çığır açan yapıtlarını hemen hemen yalnız
işçiler okumaktadır. Toplumsal durumun uşağı ve bağlı olduğu önyargılarıyla
burjuva, gerçekten ileri bir adım atan her şey karşısında korkmakta, haç
çıkarmaktadır; proleterin ise böyle şeylere gözleri açıktır ve bunları zevkle ve
başarıyla incelemektedir. Bu bakımdan sosyalistler proletaryanın eğitimi için
pek çok şey yapmışlar, Fransız materyalistlerini, Helvétius'u,
Holbach'ı, Diderot'yu vb. çevirmişler ve ayrıca en iyi İngilizce
yapıtların ucuz baskılarını yaymışladır. Strauss'un İsa'nın Yaşamı,
Proudhon'un Mülkiyeti, hemen yalnız proleterler arasında dolaşmaktadır.
Shelley, dahi peygambersel Shelley, ve varolan toplumla ilgili duyumsal
kızgınlığı ve acı yergileriyle Byron, okurlarının pek çoğunu işçiler
arasında bulmaktadır; burjuvaların yalnız bugünün ikiyüzlü ahlakına uygun olarak
kısaltılıp iğdiş edilmiş yayınları "aile baskıları" vardır. Son çağın en büyük
pratik filozoflarından ikisi, Bentham ve Godwin, özellikle
ikincisi, yalnız proletaryanın mülkiyetindedir; Bentham'ın.
köktenci (radikal) burjuvazi arasında bir okulu varsa da, onun öğretisini
bir adım daha ileri götürmeyi yalnız proletarya ve sosyalistler başarmıştır.
Proletarya bu temel üzerine kendi yazınını kurmuştur; bu, çoğunlukla
gazetelerden ve (sayfa 39) kitapçıklardan oluşmuştur ve
içerik bakımından bütün burjuva yazından çok daha ilerdedir. Daha sonra bu nokta
üzerinde gene durulacaktır.
Bir şey daha belirtilmelidir: Fabrika
işçileri, ve onlar arasında özellikle pamuklu dokuma işçileri, işçi hareketinin
çekirdeğini oluşturmaktadırlar. Lancashire ve özellikle Manchester en kuvvetli
işçi birliklerinin konutu, çartizmin merkezî noktası, en çok sosyalist bulunan
yerdir. Fabrika sistemi bir iş dalına ne kadar sokulursa, işçiler harekete o
kadar çok katılmaktadırlar; işçiler ile kapitalistler arasındaki karşıtlık ne
kadar keskinse, işçideki proleter bilinç o kadar gelişmiş, o kadar keskindir.
Birmingham'lı küçük patronlar, bunalımlardan zarar görmelerine karşın, proleter
çartizm ile bakkalca köktencilik (Radikalismus) arasında mutsuz bir orta
noktada bulunmaktadırlar. Ama, genellikle, bütün sanayi işçileri sermayeye ve
burjuvaziye karşı şu ya da bu biçimde bir direnç kazanmışlardır, ve şu noktada
birleşmişlerdir: "Working Men" işçiler -ki bu, gurur duydukları bir
unvandır ve çartist toplantılarda alışılmış hitaptır- olarak, bütün mülk
sahipleri karşısında kendi çıkarları ve ilkeleri ve kendi görüşleriyle kendine
özgü bir sınıf oluşturmaktadırlar, ve ulusun kuvveti ve gelişme yeteneği bu
sınıfta bulunmaktadır.
F. Engels, aynı yapıt, s.
453-455.
*
Aynı şey daha yaşlı kızlar ve kadınlar için
de geçerlidir. En acımasız biçimde aşırı çalıştırılırlar.
Hemen her zaman en acı veren bir ölçüye
ulaşan bu yorgunluk, bünyeyi etkilemekten geri kalmaz. Böylesine aşırı bir
çalışmanın ilk sonucu, bütün yaşam gücünün, kasların tek yanlı gelişmesi için
kullanılmasıdır, öyle ki çekme ve itme sırasında özellikle çalışan kol, bacak,
sırt, omuz ve göğüs kasları olağanüstü gelişirken vücudun geri kalan her yanı
besinsizlik çeker ve cılız kalır. Her şeyden önce gelişme yavaşlar ve geri
kalır; aşağı yukarı bütün maden işçileri kısa boyludur. ... Sonra erinlik
(buluğ) delikanlılarda da kızlarda da (sayfa 40),
-delikanlılarda 18 yaşında kadar- gecikir...
Çocukluk çağının uzaması aslında durdurulmuş
gelişmenin bir kanıtından başka bir şey değildir ve daha sonraki yaşlarda
meyvelerini vermekten geri kalmaz.
F. Engels, aynı yapıt, s.
460-461.
*
Bütün maden işçilerinin aşırı çalışması,
bellidir ki, içkiye düşkünlüğe yolaçar. Cinsiyetlerin ilişkisine gelince,
ocaklardaki sıcaklık yüzünden erkekler, kadınlar ve çocuklar pek çok durumda
çıplak ve çoğu zaman nerdeyse çıplak çalışırlar, ve karanlık, ıssız ocaklarda
bunun sonuçlarının neler olabileceğini herkes kendisi düşünebilir. Burada
evlilik dışı çocuk sayısı yeraltındaki yarı yabanıl insanlar arasında neler
geçtiğini göstermekte, ama cinsiyetler arasındaki yasal olmayan ilişkinin
kentlerde olduğu gibi henüz orospuluğa varmadığını da kanıtlamaktadır.
Kadınların çalışması, fabrikalarda aynı sonuçları doğurur, aile bağlarını çözer
ve anneyi ev işlerini kesinlikle yapamaz duruma getirir.
Ch. E. Rept, parlamentoya sunulduğu zaman,
Lord Ashley, maden ocaklarında kadınların çalışmasını tümüyle yasaklayan ve
çocuklarınkini çok sınırlayan bir yasa önergesi vermekte elini çabuk tuttu. Yasa
çıktı, ama pek çok çevrede ölü bir metin olarak kaldı, çünkü uygulanmasını
görmek üzere maden ocağı denetçileri bile atanmadı. Ocakların bulunduğu kırsal
bölgelerde yasanın çiğnenmesi zaten çok kolaydır; onun için, İskoçya'daki Dük
Hamilton Ocaklarında altmıştan çok kadın çalıştırıldığını Maden İşçileri
birliğinin İçişleri bakanlığına resmen bildirmesi, ya da Manchester Guardian'ın
birinde haber verdiği gibi, yanılmıyorsam, Wigan yakınındaki ocakta bir patlama
sırasında bir kız çocuğunun can vermesi ve yasalsızlığın böylelikle günışığına
çıkmasıyla artık hiç kimsenin ilgilenmemesi bizi şaşırtmamalıdır. Tek tek
durumlarda kadınların çalıştırılması durdurulmuş olabilir, ama genellikle eski
durum değişmeden sürmektedir. (sayfa 41)
F. Engels, aynı yapıt, s.
464-465.
*
Sözde liberal okuldan olan birkaç politikacı
"burjuvazinin ve işçi sınıfının birliği" üzerine çok gevezelik ediyor, ama
düşünce saçma bir kuruntudur. Geniş bir uçurum, girişimciyi işçiden - efendiyi
uşaktan ayırıyor. Hizmet personeliyle ilgili olarak Talfourd'un son eleştirel
sözleri bile şöyle:
"Rahatımız ve gereksinmelerimizin giderilmesi
için hizmet ederek konutlarımızda sürekli kalan, sanki başka bir dünyanın
insanlarıymışlar gibi eğilimlerine ve karakterlerine pek az güvendiğimiz
erkeklerin ve kadınların çevremizde çoğaldığını düşünmek ne kadar acı."
"Her iki dünyanın" söz konusu insanlarıyla
ilgili hiç bir anlaşmazlık olamaz, burjuvazinin hanımları -kölelikten kendi öz
ve oldukça yeni kurtuluşlarını unutarak- hizmetçilerini aşağı dünyanın işareti
olarak "başlık" giymeye zorluyor, ve mülk ve akar ayırdedici
özelliklerinin değil, tersine, paranın ayırdedici özelliklerinin
yitebileceği korkusuyla, hizmetçi kızların güzel giyinmelerine ancak seyrek
olarak izin veriyorlar.
Karl Marks,"Die Englische
Bourgeoisie",
Marks-Engels, Werke, Band 10,
Berlin 1961, s. 467.
*
Her beygir-gücüyle işletilen makinelerin
sayısı büyük ölçüde artarken, beygir-gücü başına çalışan kişilerin sayısı
değişmeden, yani ortalama 4 kişi kaldı. Bu, aşağıdaki tabloda görülüyor:
(sayfa 42)
1838'de yalnız el tezgâhlarında dokuyanların
ve ailelerin aşağı yukarı 80.000 kişiye ulaştığı düşünülürse, çalışanların
toplam sayısı (682.479) gerçekten küçük görünüyor. Aşağıdaki tablo, çalışanların
emek-güçlerinin farklı kategorilerinin yüzde oranını gösteriyor:
[Yıllar]
Çocuklar 13 yaşın altında
Genç erkekler 13-18 yaşlarında
Kadınlar 13 yaşın üstünde
Erkekler 18 yaşın üstünde
1838 1850
1856
5,9
6,1
6,6
16,1
11,5
10,6
55,2
55,9
57,0
22,8 26,5 25,8
Karl Marks, "Das Englische
Fabriksystem",
Marks-Engels, Werke, Band 12,
Berlin 1961, s. 192.
(sayfa 43)
*
Makinelerin Yolaçtığı Kazalar
Yaralanma Çeşidi
Yetişkinler
Gençler
Çocuklar
Birlikte
Toplam
e. k.
e. k.
e. k.
e. k.
Ölümcül kazalar
Sağ kolun ya da sağ elin kesilmesi
Sol kolun ya da sol elin kesilmesi
Sağ elin bir parçasının kesilmesi
Sol elin bir parçasının kesilmesi
Bacağın ya da ayağın bir parçasının kesilmesi
Kol, bacak ve gövde kemiklerinin kırılması
El ya da ayak kırığı
Baş ve yüz yaralanması
Yarılmalar, ezilmeler ve yukarda sayılmayan başka yaralanmalar
14 3
5 6
4 1
23 24
16 17
5 -
30 11
39 43
20 17
268 255
7 2
3 1
7 3
29 22
21 18
1 -
43 11
30 37
23 19
315 352
2 2
1 -
1 -
15 7
8 7
- -
11 4
20 15
11 4
128 66
23 7
9 7
12 4
67 53
45 42
6 -
84 26
89 95
54 40
711 673
30
16
16
120
87
6
110
184
94
1384
Toplam
424 377
479 465
197 105
1100 947
2047
Makinelerin Yolaçmadığı Kazalar
Toplam
83 30
59 26
21 10
163 66
229
... Raporlar bu altı ayda olağanüstü iş
etkinliği olduğuna hep birlikte tanıklık ediyor. Emek-gücüne talep öylesine
büyüktü ki, birkaç sanayi dalında işçi arzı yetersizdi. Bu güçlük yün
fabrikalarında daha az başattı; oralarda, iyileştirilmiş makineler fabrikacılara
emek-gücü, özellikle genç emekgücü (sayfa 44) darlığı
yüzünden birçok makinenin çalışmadığı pamuk ve kammgarn fabrikalarında
olduğundan daha az elemeği kullanmaya izin veriyordu. Bu geçici emek-gücü
darlığını gidermek için geçmişte kötü birkaç yöntem kullanılıyordu. Fabrika
sisteminin çocukluk çağında fabrikacılar emek-gücü darlığı çekince, bu
emek-gücü, zorunlu olarak, uzak cemaatlerin yoksulevlerinden sağlanıyordu;
onlar, belirli bir sayıda çırak, fabrikacılara uzun yıllar için anlaşmayla
bağlanan küçük çocuklar gönderiyorlardı. Çocuklar bir kez çıraklığa verilince,
yoksullar-yasası memurları, yararsız yiyicilerden kendilerini kurtardıkları için
söz konusu cemaatleri kutluyorlar, fabrikacılar ise alışverişten en çok kâr
sağlamaya koyuluyor, çocukları en ekonomik araçlarla besliyor ve emek-gücü
olarak verebilecekleri her şeyi onlardan posalarını çıkararak alıyorlardı. ...
Ama makinelerde iyileştirmeler yapıldığı için, iş canlanırken ve yöredeki nüfus,
emek-gücünü iplik fabrikalarının kullanımına tümüyle veremezken, başka bir çeşit
emek-gücü darlığı doğuyordu. Bu fabrikacılar İrlanda'ya adamlar gönderip
İrlandalı aileler getirtiyorlardı. Ama İrlanda, İngiltere'nin talebine göre
emek-gücü gereksinmesini karşılayabilen pazar olarak tükendi, ve fabrikacılar,
güney ve batı İngiltere'deki kontluklardan yeni bir iş alanına çekilmek için,
kuzey kontluklarındaki ücretlerle kandırılabilecek aileler aramak zorunda
kaldılar. Ailelere fabrika bölgelerine taşınmaları için sunulan kazançları
anlatmak için ülkenin her yerine aracılar gönderiliyordu; ve bunlar kuzeye göç
için anlaşmalar yapma yetkisiyle donatılmışlardı. Birçok aileyi, bu aracılar
yola çıkarmış olmalıdır. Bununla birlikte bir adamın karısı ve çocukları ile bir
fabrika işine yerleşmesinin özel sakıncası, çabucak öğrenen ve işlerine oldukça
kısa bir sürede yararlı olan genç aile üyelerinin çok aranması, oysa fabrika
işinde deneyimsiz olan erkeğin ve karısının emek-gücüne özel bir gereksinme
olmamasıdır. Bu, birkaç fabrikacının eski çıraklık sistemine belirli bir ölçüde
dönmesine yolaçtı. (sayfa 45)
K. Marks, "Die Lage in der
britischen Fabrikindustrie"
Marks-Engels, Werke, Band 15, s.
78-80.
*
Makine kendini işleten gücü kendisi içerdiği
için, kas gücü değerden düştü. - Kadın ve çocuk emeği, şimdiye kadar ücretli
çalışmayan aile üyelerinin işe alınması ile ücretli işçi sayısının
çabucak artması. Böylece erkeğin emek[-gücünün]
değerinin bütün aileye bölünmesi, ve değerden düşmesi. - Şimdi dördü sermaye
için yalnız emek değil, üstelik artı-emek de sağlamak zorundadır. Eskiden yalnız
erkeğin çalışmasıyla geçinen aile böyle geçinir. Böylece sömürü gereçleri
ile birlikte sömürü derecesi de artar. s. 383.
Eskiden emek-gücünün satımı ve satınalımı bir
özgür kişiler ilişkisidir, şimdi yetişkinleşmemişler ya da
yarı-yetişkinler satın alınır, işçi şimdi karısını ve çocuğunu satar,
köleci olur. Örnekler: s. 384-385.
Fiziksel yıpranma - tarımsal işletmelerin
sınaileşmesi (Gansystem) ile işçi çocuklarında ölüm artışı, s. 387.
Moral yıpranma, s. 389. Buna karşı
fabrikacıların eğitim kayıtları ve direnmesi, s. 390.
Kadınların ve çocukların fabrikaya girmesi
sonunda erkek işçilerin kapitalist despotluğa direnmesine yol açar. s.
391.
Ama makine, yerinden olan erkek işçinin boşta
kalmasıyla, kadınların ve çocukların işe alınmasıyla olduğu gibi, sermayenin
yasasına boyun eğmek zorunda olan bir fazla işçi nüfusu da üretir.
Dolayısıyla işgününün bütün ahlaki ve doğal sınırlarını çiğner. Dolayısıyla iş
zamanını kısaltmanın en etkili aracı, işçinin ve ailesinin bütün ömrünü
sermayenin yararlanması için yedek çalışma zamanına dönüştürmenin en şaşmaz
aracı olur. s. 398.
F. Engels, "Konspekt über Das Kapital"
Marks-Engels,
Werke, Band 16, Berlin 1962, s. 281,
282.
*
Burjuva istatistikçileriniz, size, örneğin
Lancashire'daki fabrika işçisi ailelerin ortalama ücretinin arttığını
açıklayacaklardır. Unutuyorlar ki, aile başkanının, erkeğin emeğinin yerine,
şimdi karısı ve belki üç ya da dört çocuğu, sermayenin Juggernaut'unun
tekerlekleri altına atılmıştır ve toplam emeklerinin toplam ücretinin aileden
sızdırılan artımı kesinlikle (sayfa 46) uygun
düşmemektedir.
K. Marks, Lohn, Preis und
Profit,
Marks-Engels, Werke, Band 16,
Berlin 1962, s. 145.
K. Marks, "Ücret, Fiyat ve Kâr".
Ücretli Emek ve Sermaye -Ücret,
Fiyat ve Kâr.
Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 119.
*
Makine kullanımının başka bir sonucu,
kadınların ve çocukların fabrikalara sürülmesidir. Böylelikle kadın, toplumsal
üretimimizin etkin bir gücü olmuştur. Eskiden kadın ve çocuk emeği aile
çevresinde kullanılmıştır. Bununla, kadınların ve çocukların toplumsal
üretimimizde yer alması kötüdür demek istemiyorum. İnanıyorum ki dokuz yaşından
sonra her çocuk zamanının bir kesimini üretken işle uğraşarak geçirmelidir,
bununla birlikte çocukların bugünkü koşullarda çalışmaya zorlandıkları yol,
iğrençtir....
K. Marks, "Aufzeichnung einer
Rede von Karl Marks
über die Folgen der Anwendung von maschienen
durch die
Kapitalisten", Marks-Engels, Werke,
Band 16, s. 553.
*
Sanayinin kapitalist temel üzerinde
gelişmesi, çalışan yığınların yoksulluğunu ve sefaletini toplumun bir yaşam
koşulu haline getirdi. Suç sayısı yıldan yıla arttı. Eskiden güpegündüz
korkusuzca ortalıkta dolaşan feodal kötülükler yok edilmemişti, ama geçici
olarak arka plana itilmişti. Böylelikle şimdiye kadar ancak gizlice işlenen
burjuva kötülükler bol bol çiçek açtı. Ticaret giderek dolandırıcılığa gelişti.
Devrimci dövizin "kardeşlik"i rekabet savaşının yalan-dolanlarında ve
kıskançlığında gerçekleşti. Şiddetli baskının yerini ahlaksızlık, ilk toplumsal
iktidar kaldıracı olan kılıcın yerini para aldı. İlk gece hakkı feodal beylerden
burjuva fabrikacılara geçti. Orospuluk şimdiye kadar işitilmemiş ölçüde yayıldı.
Evliliğin kendisi, daha önce olduğu gibi, orospuluğun yasal tanınmış biçimi,
resmî örtüsü olarak kaldı, ve (sayfa 47) alabildiğine zina
ile tamamlandı.
F. Engels, Herrn Eugen
Dührings Umwälzung der Wissenschaft,
Marks-Engels, Werke, Band 20,
Berlin 1962, s. 239, 240. Anti-Dühring,
Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 410,411.
*
Yeni işyerlerinde mekanik gücün ve
makinelerin kullanımı, ve daha önce makineleşmiş işyerlerinde yaygınlaşması ve
yetkinleşmesi, "eller"i gittikçe işyerlerinden atıyor; ve bu, gereksizleşen
"eller"in ülkenin fabrikalarınca emilip işlendirilebilmesinden çok daha hızlı
bir tempoyla oluyor. Bu fazla "eller" sermayeye gerçek bir yedek sanayi ordusu
sağlıyor. İşler kötü giderken bu ordu aç kalabilir, dilenebilir, çalabilir ya da
işevlerine gidebilir; işler iyi giderken ise üretimini artırılması için
hazırdır; ve en son erkek, son kadın ve son çocuk da iş bulmak gerekmediği
sürece -ki ancak fırtınalı aşırı-üretim zamanlarında durum budur- bu yedek
ordunun rekabetiyle ücretler düşük tutulur ve işçilere karşı savaşımında
sermayenin gücü yalnız onun varlığıyla artar. Sermaye ile yarışırken işçiler
yalnız zararlı çıkmakla kalmazlar, bacaklarına bukağılanmış bir top güllesini de
birlikte sürüklemeleri gerekir. Ama kapitalist ekonomi politiğe göre adil olmak
budur.
F. Engels, "Ein gerechter
Tagelohn für ein gerechtes Tagewerk"
Marks-Engels, Werke, Band 19, Berlin
1962, s. 248, 249.
F. Engels, "Adil Bir işgünü Karşılığında Adil
Bir Ücret"
Ücretli Emek ve Sermaye - Ücret,
Fiyat ve Kâr, s. 129.
*
Ve burada öz evinin ve toprağının "bereketi"
modern işçi için kendini bütün parlaklığı ile gösterir. Hiç bir yerde, İrlanda
ev sanayii bile pek istisna değildir, Alman ev sanayiinde olduğu kadar rezilce
düşük ücret ödenmez. Ailenin kendi bahçeciğinde ve tarlacığında alınteriyle
ürettiği şey, kapitaliste emek-gücünün fiyatından onu düşme rekabetine izin
verir; işçiler her götürü (parça başına) ücreti kabul etmek (sayfa
48) zorundadırlar, yoksa hiçbir şey alamazlar ve yalnız kendi
topraklarının ürünüyle geçinemezler; ve öte yandan, bu çiftçilik ve toprak
sahipliği, onları o yere bağladığı için, başka uğraşlar aramalarını engeller. Ve
Almanya'nın küçük bir sürü metada dünya pazarını rekabete dayanarak elinde
tutmasının gerekçesi burdadır..
F. Engels, "Vorwort zur Zweiten
durchgesehenen Auflage Zur Wohnungsfrage"
Marks-Engels, Werke, Band 21,
Berlin 1962, s. 331, 332.
F. Engels, Konut Sorunu,
Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 15.
*
Bundan başka, kapitalist ev sanayii, sağlığa
son derece aykırı çalışma koşullarıyla kaçınılmaz olarak bağlıdır. İşçinin pek
büyük yoksulluğu, çalışma koşullarını her nasılsa kurallarla düzenleme
olanaksızlığı, yaşama ve çalışma yerinin birleşmesi -bunlar, ev işçilerinin
konutlarını sağlığa aykırılığın ve iş hastalıklarının yuvası yapan koşullardır.
Büyük işletmelerde bu çeşit görüngülerle savaşmak daha olanaklıdır, oysa ev
emeği bu bakımdan kapitalist sömürünün özellikle "liberal" çeşididir.
İşgününün aşırı uzunluğu da, gerek kapitalist
için ev çalışmasının, gerek küçük sanayinin zorunlu yan görüngüsüdür. Yukarda,
"fabrikalar"daki ve "elzanaatçıları"ndaki farklı işgünü uzunluklarına birçok
örnek verdik.
Kadınların ve pek küçük yaştaki çocukların
üretime çekilmesi, ev çalışmasında hemen her zaman görülür. Bunu kanıtlamak için
Moskova Eyaletindeki kadın uğraşlarının tanımından birkaç veri analım. Pamuk
sarmakla 10.004 kadın uğraşmaktadır; çocuklar 10 kopek gündelik ve 17 ruble
yıllık kazançla 5-6 yaşlarında (!) iken çalışmaya başlarlar. Kadın uğraşlarında
işgünü genellikle 18 saate ulaşır. Örme işinde çocuklar 6 yaşında çalışmaya
başlarlar, gündelikleri 10 köpek, yıllık kazançları 22 rubledir. Kadın uğraşları
için toplam sayılar şöyledir: işçi kadınlar 37.514; 5-6 yaşlarında iken
çalışmaya başlarlar (19 uğraşın altısında; bu uğraşta 32.400 kadın işçi
çalışır); ortalama günlük kazanç 13 kopek, (sayfa 49)
yıllık kazanç 26,20 rubledir.[10] Kapitalist ev sanayiinin en zararlı
yanlarından biri, işçinin gereksinme düzeyinin düşmesidir. Girişimci, halkın
geçim düzeyinin özellikle düşük olduğu ve toprakla bağlantının sadaka
karşılığında çalışmaya olanak verdiği uzak yörelerde işçi arayabilir. Örneğin,
bir kırsal çorap işletmesinin sahibi, Moskova'da konutların pahalı olduğunu ve
işçi kadınların "ak ekmek yemeleri gerektiğini ... ama bizim burada
kulübelerinde çalıştıklarını ve kara ekmek yediklerini ..." açıklıyor ve
soruyor: "Bu durumda Moskova bizimle nasıl boy ölçüşebilir"[11] Pamuk eğirmedeki olağanüstü düşük ücret, bu
işin köylülerin vb. kanlan kızları için yalnızca bir yan gelir kaynağı olması
ile açıklanır. "Böylelikle, bu iş dalında yürürlükte olan sistem, özellikle bu
işten geçinen kişiler için ücreti güç katlanılır sınırın altına düşüyor,
özellikle fabrika işiyle geçinen kişilerin ücretini gereksinmenin en azının
altına itiyor ya da geçim düzeylerinin yükselmesini dizginliyor. Bunların ikisi
de tümüyle anormal ilişikler yaratıyor."[12] "Fabrika ucuz dokumacı arar", diyor bay
Karlsomenov, "ve onu kendi köyünde, sanayi merkezlerinin uzağında bulur ...
Ücretlerin sanayi merkezlerinden çevreye doğru düştüğü, kuşku götürmez bir
olgudur."[13] Girişimciler, nüfusu köylerde ustaca tutan
ilişkilerden yararlanmayı da çok iyi biliyorlar.
W. I. Lenin, "Die Entwicklung des
Kapitalismus in Rußland",
Werke, Band 3, Berlin 1960, s.
453,454.
V. İ. Lenin, Rusya'da Kapitalizmin
Gelişmesi,
Sol Yayınları, Ankara 1988,s.
387,388,389.
*
Modern kapitalist toplum hemen göze çarpmayan
böyle (sayfa 50) bir yığın yoksulluk ve baskı halini
bağrında saklar. Dağılan küçük-burjuva, el zanaatçısı, işçi, hizmetli ve
küçük-memur aileleri anlatılmaz yoksunluk içinde yaşar, en iyi zamanlarda
bile ancak güçlükle geçinir. Bu ailelerde milyonlarca kadın bir "ev-kölesi"
yaşamı sürdürür (gerçekten varlığını feda eder), aileyi kıt-kanaat beslemek ve
giydirmek ve kendi emeğinden başka her şeyden "biriktirmek" için her gün
umutsuzca didinir.
Sermaye, ev işçilerini, kendileri ve aileleri
için bir parça ekmek "kazanmak" için işitilmedik ölçüde düşük bir ödemeyi kabul
etmeye hazır olan bu kadınlar arasından seçmeyi yeğler. Bütün ülkelerin
kapitalistleri (eskiçağın köle sahipleri ve ortaçağın feodal beyleri gibi), bu
kadınlar arasında, bol bol "kelepir" yatmalıklar (Beischlaeferin) da
bulurlar. Ve orospuluğa duyulan hiç bir "ahlaki öfke" (100 halden 99'unda
ikiyüzlülük vardır) bu kadın vücudu ticaretine karşı bir şey yapamaz:
Ücret-köleliği oldukça orospuluk da ister istemez olacaktır. İnsani toplumsal
düzenlerin tarihinde ezilen ve sömürülen bütün sınıflar, ezenlere, birincisi
ödenmemiş emeklerini ve ikincisi karılarını her zaman vermek zorunda
kalmışlardır (sömürülmelerinin içyüzü budur).
Kölelik, serflik ve kapitalizm bu bakımdan
tümüyle eşittir. Yalnız sömürme biçimi değişir, sömürü kalır.
"Dünyanın başkenti" Paris'te, uygarlığın
merkezinde, "sömürülen kadın ev işçisi" ürünlerinin bir sergisi
bugünlerde açıldı.
Sergilenen her nesnede, ev işçisi kadının
parça başına eline ne geçtiğini ve bir de günde ve saatte ne kadar
kazanabildiğini küçük bir karta yazılmış olarak görüyoruz.
Ve bu neyi belirtiyor? Kadın ev işçisi bir
tek meta için bile 1¼ franktan, yani 50 kopekten daha çok kazanamıyor. Ama
büyük emek kitlesi, daha da oransız düşüklükte bir kazanç getiriyor. Örneğin
abajurlar görülüyor. Bir düzinesinin ücreti 4 kopek tutuyor. Ya da kâğıt
külahlar - 1.000 tanesi için 15 kopek - saat başına kazanç altı kopek.
Kurdeleli vb. oyuncaklar - saatte 2½ kopek. Yapma çiçekler - saatte iki-üç
kopek. Kadın ve erkek çamaşırları - saatte iki-altı kopek. Ve bu böyle
sürüp gidiyor.
Bizim işçi birliklerimiz ve sendikalarımız da
böyle bir "sergi" düzenlemelidir. Sergi burjuvazininkiler gibi pek büyük
(sayfa 51) bir kâr getirmeyecektir. Proleter kadınların yoksulluğunun
sergisi başka bir yarar sağlayacaktır: Durumlarını anlamaları, "yaşam'larını
apaçık görmeleri bakımından ücretli-işçilere ve ücretli kadın kölelere yardımcı
olacak ve onlara bu yoksulluk, yoksunluk, orospuluk boyunduruğundan ve
mülksüzlerin her türlü aşağılanmasından nasıl kurtulabileceklerini
düşündürecektir.
W. I. Lenin, "Der Kapitalismus und die
Frauenarbeit".
Werke, Band 36, Berlin 1962, s. 206,
207.
*
Kibrit manüfaktürü, kibrit çöpünün ucunu
fosforla kaplamanın bulunduğu 1833'te başlar. 1845'ten beri bu işkolu,
İngiltere'de hızla gelişmiş ve özellikle Londra'nın yoğun nüfuslu bölgeleri ile
Manchester, Birmingham, Liverpool, Bristol, Norwich, New-Castle ve Glasgow'da
yaygın hale gelmiştir. Bununla, aynı zamanda, Viyanalı bir doktorun 1845'te
keşfettiği ve kibrit yapanlara özgü tetanoz hastalığı da yayılmıştır, işçilerin
yarısı, on üç yaşından küçük çocuklar ile on sekizden küçük delikanlılardır.
Kibrit yapımı sağlığa zararlı ve kötü kokusu nedeniyle o kadar tatsız bir iştir
ki, ancak çalışan sınıfın en sefil kesimi, yarı-aç dullarla benzerleri,
çocuklarını, ... bu işe vermektedirler.
Karl Marks, Das Kapital,
Marks-Engels, Werke, Band 23,
Berlin 1962, s. 261.
Kapital, Birinci Cilt, Sol Yayınları,
Ankara 1978, s. 260.
*
7 Haziran 1844 tarihli ek fabrika yasası ...
10 Eylül 1844'te yürürlüğe girdi. Yeni bir iş grubunu, yani 18 yaşın üzerindeki
kadınları himayesi altına alıyordu. Bunlar her bakımdan genç kişilerle eşit
duruma getiriliyordu; çalışma-süreleri on iki saat ile sınırlanıyor, gece
çalışmaları yasaklanıyordu vb.. İlk kez, yasa koyucu, yetişkinlerin çalışmasını
doğrudan ve resmen denetim altında tutmaya kendini zorunlu görüyordu. 1844-1845
tarihli Fabrika Raporunda şu alaylı sözler vardı: "Yetişkin kadınların,
haklarına bu şekilde (sayfa 52) müdahale edilmiş
olmasından yakındıkları konusunda herhangi bir bilgi bana ulaşmış değildir."[14]
Onüç yaşın altındaki çocukların emek-zamanı 6½ saate, ve bazı durumlarda da gene
günde 7 saate indiriliyordu.[15] "Sözde vardiya sistemi"nin kötüye
kullanılmasından kurtulmak için yasa, diğerleri yanında, şu önemli hükümleri de
getiriyordu: - "Çocukların ve gençlerin çalışma saatleri, bu çocuk ya da
gençlerin, sabah işe başladıkları zamandan itibaren hesaplanacaktır." Böylece,
örneğin, eğer A, sabah 8'de, B de 10'da işe başlarsa, B'nin işgününün, gene de
A'nınki ile aynı saatte sona ermesi gerekecektir. "Zaman resmî saate göre
hesaplanacaktır", örneğin, fabrikanın saati en yakın demiryolu istasyonunun
saatine göre ayarlanacaktı. Fabrika sahibi, işin başlama, sona erme ve çeşitli
yemek saatlerini gösteren "okunaklı" bir levha asacaktı. Öğleyin 12'den önce işe
başlayan çocuklar, öğleyin 1'den sonra tekrar çalıştırılamayacaktı. Böylece,
öğleden sonraki ekip, sabah çalışan çocuklar ile kurulamayacaktı. Yemek paydosu
için verilen birbuçuk saatin, "en az bir saati, öğleden sonra saat üçten önce
verilecekti ... ve aynı vardiya içine isabet edecekti. Yemek zamanı için en az
30 dakikalık bir aralık verilmeksizin, öğleyin saat birden önce bir çocuk ya da
genç beş saatten fazla çalıştırılamayacaktı." Bu sırada (yani yemek zamanında)
"fabrikanın emek sürecinin devam ettiği yerlerinde hiçbir çocuk ya da genç erkek
veya kadın çalıştırılamayacak ya da buralarda bulunmayacaktı." vb..
Görüldüğü gibi, zaman sınırlarını, paydos
saatlerini, askerî bir disiplinle saatin tiktakları ile düzenleyen bu hassaslık
asla parlamenter beyin çalışmasının ürünü değildi. Bütün bunlar, modern üretim
tarzının doğal yasaları olarak, koşullardan giderek doğmuştu. Bunların
biçimlenmesi, resmen tanınması ve devlet tarafından ilan edilmesi, sınıfların
uzun savaşımlarının sonucu olmuştur. Bunların ilk sonuçlarından biri,
uygulamada, fabrikadaki yetişkin erkeklerin işgününün, aynı sınırlamalara bağlı
olmasıdır; çünkü üretim süreçlerinin çoğunda, çocuklarla gençlerin ve kadınların
elbirliği (sayfa 53) vazgeçilmezdi. Bunun için, 1844'ten
1847'ye kadarki dönemde 12 saatlik işgünü, Fabrika Yasasına bağlı bütün sanayi
kollarında genel ve tekdüze bir uygulama olmuştur.
Bununla birlikte, fabrikatörler, bu
"ilerleme"ye, bunu karşılayacak bir "gerileme" olmaksızın izin vermediler.
Bunların çabalan ile, Avam kamarası
sömürülmeye uygun en küçük çocuk yaşını 9'dan 8'e indirdi; böylece, hem tanrısal
yasaya, hem de insan yasasına uygun olarak kapitalistlerin hakları olan bir
miktar daha fabrika çocuğu sağlanmış oldu.[16]
Karl Marks, aynı yapıt, s. 298-299.
Kapital, Birinci Cilt, s. 295-296.
*
Büyük sanayinin çıkış noktası, gösterdiğimiz
gibi, emek aletlerindeki devrimdir, ve bu devrim, en gelişmiş biçimine, bir
fabrikadaki organize makine sistemi ile ulaşır. İnsan öğesinin bu nesnel
organizma ile nasıl birleştiğini incelemeden önce bu devrimin işçi üzerindeki
genel etkilerini gözden geçirelim.
Makine, adale gücünü vazgeçilmez bir öğe
olmaktan çıkardığı ölçüde, adaleleri zayıf, vücut gelişmesi eksik, ama eklem ve
organları kıvrak işçileri çalıştıran bir araç halini alır. Bu nedenle de kadın
ve çocuk emeği, makine kullanan kapitalist için aranan ilk şey olmuştur. Emek ve
emekçinin yerini alan bu güçlü araç, çok geçmeden, yaş ve cinsiyet farkı
gözetmeksizin işçi ailelerinin bütün üyelerini doğrudan doğruya sermayenin
egemenliği altına sokarak, ücretli-işçi sayısını artırmanın bir aracı olup
çıkmıştır. Kapitalist hesabına yapılacak zorunlu iş, yalnız çocukların oyun
alanlarına el atmakla kalmamış, aile çevresinde bireylerin kendileri için
diledikleri gibi harcayabilecekleri zamana ve emeğe de el atmıştır.[17](sayfa
54)
Emek-gücünün değeri, yalnız yetişkin işçinin
yaşamının devamı için gerekli-emek-zamanı ile değil, aynı zamanda ailesinin
bakımı için gerekli -emek-zamanıyla da belirleniyordu. Makine, bu ailenin bütün
üyelerini emek pazarına sürerek, yetişkin erkeğin emek-gücünün değerini bütün
ailesinin üzerine dağıtmıştır. Böylece, erkeğin emek-gücünün değerini
düşürmüştür. Dört kişilik bir ailenin emek-gücünün satınalınması, belki de,
eskiden yalnız aile reisinin, emek-gücünün. satınalınmasından daha pahalıya
malolabilir, ama buna karşılık şimdi bir günlük emeğin yerini dört günlük emek
almış ve, bir kişiye göre dört kişinin artı-emeğinin fazlalığı oranında,
fiyatında bir düşme olmuştur. Ailenin yaşayabilmesi için artık bu dört kişi
yalnız çalışmış olmayacak, kapitalist için artı-emeği de çoğaltacaklardır.
Böylece görüyoruz ki, makine, sermayenin sömürücü gücünün başlıca konusu olan
insan malzemesini artırmanın[18]
yanısıra, bu sömürünün derecesini de yükseltir.
Makine, ayrıca daha önce karşılıklı
ilişkilerini saptamış olan işçi ile kapitalist arasındaki sözleşmede de baştan
sona (sayfa 55) bir devrim yapar. Meta değişimini temel
alan bizim ilk varsayımımız, kapitalist ile işçinin, serbest kişiler ve bağımsız
meta sahipleri olarak karşı karşıya geldikleri, ve birisinin parayla üretim
aracına, diğerinin ise emek-gücüne sahip olduğu idi. Ama şimdi kapitalist,
çocukları ve yetişkin olmayan gençleri de satınalmaktadır. Daha önce işçi,
serbest bir kimse olarak şeklen sahip bulunduğu kendi emek-gücünü satardı, şimdi
ise karısını ve çocuğunu satmaktadır. Artık o bir köle tüccarı olmuştur.[19]
Çocuk işçi aranırken verilen ilanlar çoğu zaman, eskiden Amerikan dergilerinde
çıkan zenci köle aranırken verilen ilanlara biçim olarak pek benzer. Bir İngiliz
fabrika denetmeni şöyle diyor: "Bölgemdeki en önemli sanayi kentlerinden birinin
yerel gazetesinde şu ilan dikkatimi çekmişti: 12 ile 20 yaşlar arasında gençler
aranıyor; 13 yaşından küçük görünmemeleri şarttır. Ücret haftada 4 şilindir.
Başvurma vb.."[20]
"13 yaşından küçük görünmemeleri şarttır" ifadesi fabrika yasasında yer alan ve
13 yaşından küçük çocukların günde yalnızca 6 saat çalışabilecekleri hükmüyle
ilgilidir. İşçilerin yaşlarını resmen atanmış bir hekimin saptaması da şarttı.
İşte bunun için fabrikatör, 13 yaşındaymış gibi görünen çocuklar aramaktadır.
Fabrikalarda çalıştırılan 13 yaşından küçük çocukların sayısında sık sık
sıçramalar gösteren azalmalar, son 20 yıllık İngiliz istatistiklerinde de
şaşılacak bir şeklide görüldüğü (sayfa 56) gibi çoğu zaman,
fabrika denetmenlerinin kendi tanıklıklarına göre, çocukların yaşlarını,
kapitalistin sömürü hırsına ve ana-babalarının kirli ticaret gereksinmelerine
uygun biçimde büyük gösteren resmî hekimlerin işidir. Londra'nın mahut Bethnal
Green semtinde her pazartesi ve salı günü her iki cinsten 9 yaşında ve daha
büyük çocukların, ipek fabrikatörlerine kendilerini kiraladıkları açık bir pazar
kurulur. "Genellikle haftalık, 1 şilin 8 penidir (bu para, ana-babaya aittir) ve
2 peni de kendim ve çay içindir. Sözleşme yalnızca haftalıktır. Bu pazarın
görüntüsü de, orada konuşulan dil de utanç vericidir."[21]
Kadınların, "çocukları, işevlerinden alıp, önlerine gelene haftalığı 2 şilin 6
peniden kiralamaları" İngiltere'de de görülür.[22]
Yasalara karşın, Büyük Britanya'da, canlı baca temizleyicisi olarak kullanılmak
üzere (bu iş için bir yığın makine olduğu halde) ana-babaları tarafından satılan
çocukların sayısı 2.000'i aşar.[23]
Emek-gücü satıcısı ile satınalıcısı arasındaki hukuksal ilişkilerde, makinenin
yolaçtığı devrim, bütünüyle bu alışverişin serbest kimseler arasında bir
sözleşme olması görünüşünü yitirmesine neden oldu ve İngiliz parlamentosuna da,
devletin fabrikalara karışması için, hukuk ilkelerine dayanan bir mazeret
hazırladı. Daha önce karışılmayan sanayi kollarında, yasa, çocukların
çalışmasını ne zaman 6 saat ile sınırlasa, fabrikatörlerin şikâyetleri yeniden
duyulmaya başlıyordu. Bunların öne sürdüklerine göre, ana-babalar,
çocuklarını, yasaların kapsamı içine sokulan sanayi kollarından çekerek, hâlâ
"çalışma özgürlüğü"nün egemen olduğu yerlere, yani 13 yaşından küçük çocukların
da büyükler gibi çalıştırılabildiği ve bu nedenle daha yüksek bir fiyattan
kaçınılabildiği alanlara satıyorlardı. Ne var ki, sermaye, niteliği gereği
eşitlikçi olduğundan, emeğin sömürülmesi koşullarında bütün üretim alanlarında
eşitliği uyguladığından, sanayinin bir kolunda çocuk çalıştırılmasının yasayla
sınırlandırılması, diğer kollarında da bir sınırlandırmanın nedeni olmuştur.
Makinenin, (sayfa 57) önce doğrudan doğruya kendisine
dayanarak yükselen fabrikalarda, sonra da dolaylı olarak geri kalan bütün sanayi
kollarında, sermayenin sömürüsüne bağlı kıldığı, kadınların, çocukların ve
gençlerin üzerinde yarattığı fizik bozukluklara daha önce de değinmiş
bulunuyoruz. Bu nedenle burada yalnız tek bir nokta üzerinde, işçi çocuklarının
doğumlarından sonraki ilk birkaç yıl içersindeki büyük ölüm oranı üzerinde
duracağız. İngiltere'de onaltı nüfus kayıt bölgesinde, bir yaşından küçük her
100.000 çocuk için yılda ortalama ölüm sayısı yalnızca 9.000'dir. (yalnız bir
bölgede 7047'dir); 24 bölgede ölüm sayısı 10.000'in üzerinde, ama 11.000'in
altında, 39 bölgede 11.000'in üzerinde 12.000'in altında; 48 bölgede 12.000'in
üzerinde ama 13.000'in altında, 22 bölgede 20.000'in üzerinde, 25 bölgede
21.000'in üzerinde, 17 bölgede 22.000'in üzerinde, 11 bölgede 23.000'in
üzerinde, Hoo, Wolverhampton, Ashton-under-Lyne ve Preston'da 24.000'in
üzerinde, Nottingham, Stockport ve Bradford'da 25.000'in, Wisbeach'de 26.000'in,
Manchester'de, 26.125'in üzerindedir.[24]
1861 yılında yapılan resmî bir sağlık araştırmasına göre, yüksek ölüm oranının
nedenleri, yerel nedenler dışında, başlıca, annelerin dışarda çalışmaları, ve bu
yüzden çocukların kötü beslenmeleri, uygun olmayan şeyler yemeleri, afyonlu mama
almaları gibi ihmal ve kötü bakımdır; bunlardan başka, anne ile çocuk arasında
doğal olmayan bir yabancılaşma başlamakta ve bunun sonucu bilerek aç bırakma ve
zehirlemeler görülmektedir.[25]
"Kadın çalışmasının en az olduğu tarımsal bölgelerde ise ölüm oranı çok
düşüktür."[26]
Bununla birlikte 1861 Araştırma Komisyonu beklenilmeyen bir sonuçla karşılaştı:
Kuzey Denizi kıyılarındaki bazı tarımsal bölgelerde bir yaşından küçük çocuklar
arasındaki ölüm oranı, nerdeyse, en kötü fabrika bölgelerinkine eşitti. Bu
yüzden Dr. Julian Hunter, bu olayı yerinde incelemekle görevlendirildi. Dr.
Hunter'in hazırladığı rapor,(sayfa 58) VI. Report on
Public Health ile birleştirildi.[27]
O zamana kadar çocukların sıtma ile, çukur ve bataklık bölgelere özgü diğer
hastalıklardan kırıldıkları sanılıyordu. Ama inceleme bunun tam tersini ortaya
koydu; yani sıtmayı ortadan kaldıran aynı neden, toprağın kışın bataklık, yazın
cılız bir çayırlık halinden çıkartılıp verimli bir ekim bölgesi haline
getirilmesi, çocuklar arasındaki olağanüstü ölüm oranını doğurmuştu.[28]
Dr. Hunter'in bu bölgede görüştüğü 70 sağlık memuru bu nokta üzerinde "tam görüş
birliği" içindeydiler. Gerçekten de, ekim tarzında devrim, tarıma sanayi
sistemini sokmuştu. Erkek ve kız çocuklarla birlikte çalışma grupları halinde
çalışan evli kadınlar, belli bir ücret karşılığında, bütün topluluğu kiralayan
"ırgatbaşı" tarafından çiftlik sahibinin emrine verilir. "Bu çalışma grupları
bazan kendi köylerinden çıkıp kilometrelerce uzağa giderler; sabah ve akşamları
bunlara yollarda rastlanır; kısa bir eteklik, gömlek ve çizme, bazan pantolon
giyerler; çok sağlam ve sağlıklı bir görünüşleri vardır, ama alışageldikleri
hafif ahlakın yanısıra, sevdikleri bu hareketli ve bağımsız yaşamın, evlerinde
kıvranan talihsiz yavrulara getirdiği öldürücü sonuçlara aldırmaz bir halleri
vardır."[29]
Fabrika bölgelerindeki bütün olaylar, burada, hem de daha geniş ölçülerde
yinelenmektedir: gizli çocuk öldürme, çocuklara afyonlu maddeler verilmesi gibi.[30]
Özel Kurul üyesi ve Halk Sağlığı Raporunun başyazarı Dr. Simon, "Yetişkin
kadınların sanayide geniş ölçülerde çalıştırılması konusundaki derin
kaygılarımı, bu gibi kötülükler konusunda bildiklerim haklı ve mazur
gösterebilir."[31]
diyor. Fabrika müfettişi Mr. Baker ise, resmî raporunda şöyle söylüyor:
"İngiltere'deki sanayi bölgelerinde aile (sayfa 59) sahibi
evli kadınların kumaş fabrikalarında çalışmaları yasaklandığı gün, bu bölgeler
için büyük mutluluk olacaktır."[32] Kapitalist sömürünün çocuklarla kadınlar
üzerinde yolaçtığı ahlak yozlaşması, F. Engels'in, Lage der Arbeitenden
Klasse Englands adlı yapıtıyla, ve diğer yazarlarca o kadar enine boyuna
anlatılmıştır ki, ben, burada, yalnızca değinmekle yetiniyorum. Ama, henüz
olgunluk çağına erişmemiş insanları, salt bir artı-değer yaratma makinesi haline
getirmenin yapay olarak yarattığı zihinsel yozlaşma -bu, aklı, gelişme ve
olgunlaşma yeteneklerini bozmadan kısır bir halde tutan bilisizlikten tamamen
farklı bir durumdur- ensonu İngiliz parlamentosunu bile, fabrika yasalarına
giren sanayi kollarında 14 yaşından küçük çocukların "verimli" bir şekilde
çalıştırılmaları için ilköğrenimi zorunlu hale getirmek zorunda bıraktı.
Kapitalist üretimin ruhu, fabrika yasalarındaki sözde öğrenim maddesinin gülünç
bir şekilde kaleme alınışında, bu zorunluluğu denetleyecek yönetimsel bir
mekanizmanın bulunmayışında, öğrenimle ilgili maddelere fabrikatörlerin
kendilerinin karşı koymalarında, ve bunların uygulanmasından kaçınmak için
başvurdukları binbir türlü hilede açıkça görülür. "Bu konuda bütün suç
yasakoyucudadır: bir yandan fabrikalarda çalışan bütün çocukların öğrenim
görecekleri konusunda yönetmelik getirirken, öte yandan bunun sağlanması için
herhangi bir hüküm getirmemekte ve adeta gözboyamak için bir yasa geçirmiş
olmaktadır. Yasa, çocukların haftanın belli günlerinde birkaç (üç) saat okul adı
verilen dört duvar arasında bir yere kapatılmalarından ve işverenin her hafta bu
işle görevlendirilmiş erkek ya da kadın öğretmenin imzasını taşıyan ye bu
hususun yerine getirildiğini belirten bir belgeyi almasından başka bir hüküm
getirmemektedir."[33]
1844 tarihli, değiştirilmiş fabrika yasasından önce, bu okula devam belgesinin,
kendileri de yazma bilmeyen öğretmenler tarafından yalnız bir çarpı işareti
konularak imzalandığı sık sık görülen olaylardandı. "Devam belgelerinin
verildiği okul denilen bir yere yaptığım bir ziyaret sırasında öğretmenin
bilisizliğiyle öylesine (sayfa 60) çarpıldım ki,
'Affedersiniz bayım, siz okuma biliyor musunuz?' diye sormaktan kendimi
alıkoyamadım. Verdiği karşılık: 'Eh biraz!' oldu ve, belge verme yetkisini haklı
göstermek, için şu sözleri ekledi: 'Hiç değilse ben öğrencilerimden ilerde
sayılırım.' 1844 tarihli yasa hazırlanırken denetmenler, verdikleri belgeleri,
yasa gereğince kabul etmek zorunda oldukları, okul denilen yerlerin utanç verici
durumunu belirtmeyi ihmal etmediler, ama elde ettikleri tek başarı, 1844
yasasının yürürlüğe girmesinden sonra, okul belgelerindeki rakamların öğretmenin
elyazısı ile doldurulması ve altına da adını ve soyadını yazarak imzalaması
zorunluluğu oldu."[34]
İskoçya bölgesi fabrika denetmeni Sir John Kincaid de aynı türden olaylar
anlatmaktadır. "Ziyaret ettiğimiz ilkokul Mrs. Ann Killin adında bir hanımın
yönetimindeydi. Adını hecelemesi istenildiği zaman C harfi ile başlayarak hemen
bir yanlış yaptı, ama bunu derhal düzelterek K ile başladığını söyledi. Ne var
ki, okul belgeleri ile ilgili deftere bakınca adını çeşitli şekillerde yazdığını
gördüğüm gibi, elyazısı da, öğretmenlik yapma yeteneğinden yoksun olduğu
konusunda insanda hiç kuşku bırakmıyordu. Kayıtları kendisinin tutmadığını da
zaten kendisi itiraf etti. ... Ziyaret ettiğim ikinci okulda, 15 foot
boyunda 10 foot eninde bir sınıf vardı ve burada, ne mırıldandıkları
anlaşılmayan 75 çocuk saydım."[35]
"Çocukların herhangi bir öğrenim görmeden devam belgeleri aldıkları yerler,
yalnızca bu anlatılan sefil yerler değildi, yetkili bir öğretmenin bulunduğu pek
çok okulda da, üç yaşından başlayarak her yaştan bir çocuk kalabalığının
doldurduğu yerlerde bütün çabalar boşunaydı; öğretmenin en iyi durumda bile
sefalet içinde diyebileceğimiz geçimi, bu daracık yerde doldurabildiği
çocuklardan topladığı penilere bağlıydı. Buna, bir de, okuldaki pek az eşyayı,
kitap ve diğer öğrenim araçları eksikliğini, kalabalık ile gürültünün bu yoksul
çocuklar üzerindeki olumsuz etkisini eklemek gerekir. İçlerinde hiçbir şey
yapmaksızın dizi dizi çocukların oturduğu böyle pek çok okulu ziyaret ettim;
buna okula devam deniliyordu ve istatistiklerde bu çocuklar öğrenim görmüş
olarak gösteriliyordu."[36]
İskoçya'da fabrikatörler, okula (sayfa 61) gitmek zorunda
olan çocukları işe almamak için ellerinden geleni yaparlar. "Fabrika
sahiplerinin hiç hoşlanmadıkları fabrika yasasındaki eğitimle ilgili hükümlerin,
bu çocukların işe alınmalarını büyük ölçüde engellediğini ve yasada öngörülen
öğrenimden böyİece hiç yararlanamadıklarını tanıtlamak için başka kanıtlar
getirmeye gerek yoktur."[37]
Özel bir yasayla düzenlenen basmacılık işinde, bu, ürkütücü bir soytarılık
halindedir. Bu yasa gereğince, "basma işine alınmadan önce, her çocuğun, 150
saatten az olmamak üzere en az 30 gün okula devam etmesi gerektiği gibi, işe
başlamasını izleyen altı ay içinde ve bu işte çalıştığı süre boyunca her altı
ayda bir gene 30 gün ve 150 saatlik öğrenim görmesi zorunludur. ... Okul
saatleri sabah 8 ile akşam 6 arasında olacaktır. Günde 2½ saatten az, 5 saatten
fazla öğrenim, bu 150 saate dahil edilmeyecektir. Olağan koşullar altında,
çocuklar, 30 gün sabah ve öğleden sonra en az her gün beş saat okula devam
edecekler ve 30 günün sonunda 150 saati tamamlayarak kitaplarını kendi başlarına
okuyacak hale geldikten sonra basmacılık işine başlayacaklar ve altı ayın
sonunda yeni bir öğrenim dönemine girecekler ve kitaplarını yeni baştan okumaya
çalışacaklardır. ... Gerekli saati tamamlamak için okula devam eden çocuklardan
çoğunun, altı aylık işten sonra, yeniden okula dönünce, daha önce öğrendikleri
her şeyi unuttukları ve tıpkı basmacı çocuklar olarak okula ilk başladıkları
gündeki gibi oldukları görülmektedir. ... Başka basma işlerinde çocukların okula
devamı tamamen fabrikanın iş durumuna bağlıdır. Her altı ay için gerekli okul
saati, bir kerede 3 ile 5 saat arasında olmak üzere bölünmekte ve bazan bütün
altı aya yayılmaktadır.... Sözgelişi okula devam bir gün sabah 8 ile 11, başka
bir gün öğleyin 1 ile 4 olabilir ve birkaç gün aradan sonra çocuk tekrar öğleden
sonra 3 ile 6 arasında okulda boy gösterebilir; bu böylece birkaç gün ya da bir
hafta sürer, sonra gene 3 hafta ya da bir ay okula hiç gitmez, ve ardından onu
çalıştıranın keyfine kalmış tuhaf bir günün tuhaf bir saatinde yeniden okula
başlar; böylece çocuk, 150 saatlik masal tamamlanana kadar okul ile iş arasında
mekik dokur."[38]
(sayfa 62)
Kadınlarla çocukların yığınlar halinde işçi
saflarına katılmalarıyla, makine, ensonu, manüfaktür döneminde erkek işçilerin
sermayenin zorbalığa karşı sürdürdüğü direnmeyi kırmış olur.
Karl Marks, aynı yapıt, s. 415-424.
Kapital, Birinci Cilt, s. 407-415.
*
En rezil, en pis ve en kötü ücret ödenen,
kadınlarla genç kızların çalıştırılması yeğlenen işlerden birisi de,
paçavraların ayıklanmasıdır. Büyük Britanya, kendi muazzam paçavra depolan
dışında, bütün dünyada paçavra ticaretinin merkezi olarak da ün yapmıştır.
Japonya'dan, Güney Amerika'nın en uzak devletlerinden, Kanarya Adalarından,
buraya paçavra akar. Ama başlıca ikmal kaynakları, Almanya, Fransa, Rusya,
İtalya, Mısır, Türkiye, Belçika ve Hollanda'dır. Paçavralar, gübre, yatak işi,
yapay yün yapmada kullanılır ve kâğıt yapımında hammadde olarak işe yarar.
Paçavra ayıklayıcılar, çiçek hastalığı ile diğer bulaşıcı hastalıkların yayılma
aracı oldukları gibi, ilk kurbanları da gene kendileridir.[39]
Karl Marks, aynı yapıt, s. 487.
Kapital, Birinci Cilt, s. 474.
*
Şimdi de, ev sanayii denilen konuya gelmiş
bulunuyoruz. Sermayenin, modern mekanik sanayinin arka planında sömürdüğü
(sayfa 63) bu alandaki dehşet verici durum üzerinde bir fikir edinebilmek
için İngiltere'nin uzak birkaç köyünde sürdürülen ve görünüşte pek şairane bir
izlenim bırakan çivi yapımcılığını incelemek gerekir.[40]
Bununla birlikte, biz, burada, henüz makinenin yardımıyla yapılmayan ve bu
durumuyla da henüz fabrika ve manüfaktürler ile rekabet halinde olmayan
dantelâcılık ve hasır örgüsü sanayilerinden birkaç örnek vermekle yetineceğiz.
İngiltere'de dantelâ yapımında çalışan
150.000 kişinin aşağıyukarı 10.000 kadarı 1861 tarihli fabrika yasasının kapsamı
içersine girmektir. Geriye kalan 140.000 kişinin hemen tamamı kadın, genç insan
ve her iki cinsiyetten çocuklar olup, ancak erkekler pek azdır. Bu ucuz sömürü
malzemesinin sağlık durumu, Nottingham Genel Dispanseri hekimi Dr. Trueman'in
hesaplayıp düzenlediği tabloda görülecektir. Çoğunluğu 17 ile 24 yaş arasında
olan dantelâ yapımcısı 686 kadın hastadan verem olanların sayısı şöyledir:
1852'de 45 kişiden 1 kişi 1857'de 13 kişiden
1 kişi
1853'te 28 kişiden 1 kişi 1858'de 15 kişiden
1 kişi
1854'te 17 kişiden 1 kişi 1859'da 9 kişiden 1
kişi
1855'te 18 kişiden 1 kişi 1860'ta 8 kişiden 1
kişi
1856'da 15 kişiden 1 kişi 1861'de 8 kişiden 1
kişi[41]
Verem artış hızındaki bu ilerlemenin, en
iyimser ilericilik yanlılarına ve Alman serbest ticaret çığırtkanlarının en
kurnaz yalancısına bile yeterli bir karşılık olması gerekir.
1861 tarihli fabrika yasası, yalnız makine
ile yapılan dantelâ işkollarını düzenler ve bu, İngiltere'de kuraldır. Bizim
şimdi burada inceleyeceğimiz sanayi kolları, işçinin manüfaktürlerde ya da
depolarda değil kendi evlerinde çalıştıkları iş kollarıdır ve bunlar ikiye
ayrılırlar: (1) son elden geçirme; (2) onarım. Bunlardan ilkinde makine ile
yapılan dantelâya son şekli verilir ve bu iş, sayısız alt-bölümlere ayrılır.
Son şeklini verme işi, ya "patron evleri"
denilen yerlerde yapılır, ya da çocuklarının yardımıyla, ya da kendi başına
(sayfa 64) çalışan kadınlar tarafından kendi evlerinde yapılır. Bu
"patron evleri"ni işleten kadınların kendileri de, aslında, yoksul kadınlardır.
İşyeri, oturulan özel evin içersindedir. Hanım patron, manüfaktürcülerden,
mağazalardan sipariş alır ve odalarının büyüklüğü ile iş talebinin
dalgalanmalarına uygun olarak değişen sayıda kadın, kız ve çocuk çalıştırır. Bu
iş odalarında çalıştırılan kadın işçilerin sayısı, bazılarında 20 ile 40,
bazılarında 10 ile 20 arasında değişir. Çocukların ortalama işe başlama yaşı
altı ve çoğu durumlarda da beşin altındadır. Çalışma saatleri sabah 8'den akşam
8'e kadar olup düzensiz aralıklarla, çoğu zaman pis çalışma odalarında yenilen
yemekler için 1½ saat ara verilir. İşlerin sıkı olduğu sıralarda, çalışma çoğu
zaman sabah 8'den ve hatta 6'dan gece 10'a, 11'e, 12'ye kadar devam eder.
İngiltere'de, yönetmelikler kışlalarda, her asker için 500-600 foot küp
yeri, askerî hastanelerde 1.200 foot küp yeri öngörür. Ama bu
işyerlerinde herkese 67 ile 100 foot küp yer düşer. Aynı zamanda,
havadaki oksijen, gaz lambaları tarafından da tüketilir. Yerler taş ve tuğla ile
kaplı olduğu halde, dantelâları temiz tutmak için, çocuklar kışın bile
ayakkabılarını çıkarmak zorundadırlar. "Nottingham'da 14 ila 20 çocuğun, belki
12 foot kareden küçük bir odaya doldurularak günün 24 saatinin 15
saatinde, bıkkınlık verici tekdüze olmasıyla insanı zaten bitirip tüketen bir
işte, üstelik sağlığa zararlı koşullar altında çalıştırılması, çok görülen bir
şeydir. ... Çok küçük yaştaki çocuklar bile insanı şaşırtacak bir hızla ve
dikkatle çalışmakta, parmakları bir an için olsun dinlenmediği gibi hareketleri
de yavaşlamamaktadır. Kendilerine bir soru sorulduğu zaman, bir an bile
kaybetmemek kaygısı ile gözlerini işlerinden ayıramıyorlar." Çalışma saatleri
uzadıkça patron hanımlar, uyarıcı olarak, "uzun sopalarını" daha sık kullanmak
zorunda kalırlar. "Çocuklar giderek yorulurlar ve bu denli tekdüze ve göz yorucu
bir işle uzun süre uğraşmaktan ve aynı şekilde durmaktan bitip tükenerek işin
sonuna doğru kuşlar gibi huzursuzlaşırlar. Bunların çalışması kölelikten
farksızdır."[42]
Kadınlar ve çocuklar, evde, yani günümüzde kiralık oda ya da çatıarası anlamına
gelen bir yerde çalışıyorlarsa, durumları daha da kötü demektir. Bu tür işler,
(sayfa 65) Nottingham'dan, 80 mil çapında bir daire içinde dağılır.
Depolardan, saat gecenin 9 ya da 10'unda çıkan çocuklara, çoğu zaman, eve
götürüp orada tamamlamaları için bir çıkın dantelâ verilir. Kapitalisti temsil
eden ikiyüzlü uşaklardan birisi bu sırada, şu kaypak tümceyi söylemeyi elbette
hiç ihmal etmez: "Bu annen için." Ama bunu söylerken, çocuğun da bütün gece
oturup bu iş için annesine yardım etmek zorunda olduğunu da pekâlâ bilir.[43] Tığ dantelacılığı İngiltere'de başlıca iki
tarım bölgesinde yaygındır: bir tanesi, Devonshire'ın güneyinde 20 ila 30 mil
derinliğindeki kıyılan ile, North Devon'un birkaç bölgesini içine alan Honiton
dantela bölgesidir; diğeri de, Buckingham, Bedford ve Northampton eyaletlerinin
büyük bir kısmıyla, Oxfordshire ve Huntingdonshire'm sınır kesimlerini kapsayan
yerlerdir. İşler, genellikle, tarım işçilerinin klübelerinde yapılır.
Manüfaktürcülerin çoğu 3.000'e kadar dantelâcı çalıştırırlar ve bunların büyük
bir çoğunluğu çocuk ve genç kızlardır. Dantelâ yapımı ile anlatılan şeyler
burada da ayrıca yinelenir, yalnızca burada "patron evleri" yerine "dantelâ
okulu" deyimi kullanılır ve buralar yoksul kadınların işlettiği kulübelerdir.
Beş ya da daha küçük yaşlardan başlayarak çocuklar oniki ya da onbeş yaşlarına
kadar bu okullarda çalışırlar; ilk yıl, çok küçükler, dört ile sekiz saat
çalışırlar, daha sonraları ise, sabah altıdan gece sekize, ona kadar çalışırlar.
"Odalar genellikle küçük kulübelerin oturma odalarıdır, ocakların bacaları hava
girmesin diye kapatılmıştır, çocuklar çoğu zaman kışın bile yalnız kendi ısıları
ile ısınmak zorundadırlar. Bazan da, bu sözde sınıflar, küçük depolar gibidir ve
içlerinde ocak bile yoktur. ... Bu daracık yerler tıka-basa doldurulur ve
böylece hava solunmayacak duruma gelir. Ayrıca bir de, lağımların, helâların ve
bu gibi küçük kulübelerin çevresinde her zaman görülen pislik, sağlığa çok
zararlı etkiler yapar." Yerin büyüklüğüne gelince: "Bir dantelâ okulunda 18 kız
ve bir bayan öğretmen, her insana 35 foot küp düşüyor; bir diğerinde, 18
kişi, insan başına 24½ foot küp, koku dayanılmaz bir derecede. Bu
sanayide, 2 ve 2½ yaşında çocukların çalıştığı da görülür."[44]
(sayfa 66)
Buckingham ve Bedford eyaletlerinde
dantelâcılığın bittiği yerlerde, hasır örücülüğü başlar ve Hertfortshire'ın
geniş bir kısmıyla Essex'in batı ve kuzey kesimlerine kadar uzanır. 1861
yılında, hasır örücülüğü ile hasır şapka yapımında 40.043 kişi çalışıyordu;
bunların 3.815'i her yaştan erkek, geri kalan 14.913 kişinin 7.000'i yirmi yaşın
altında çocuk olmak üzere kadındı. Dantelâ okulları yerine buralarda da "hasır
örgü okullarını" görüyoruz. Çocuklar hasır örme öğrenimine genellikle 4 yaşında,
bazan da 3-4 yaş arasında başlıyorlar. Kuşkusuz, öğrenim gördükleri de yok.
Çocuklar, ilkokullara, kendi aralarında, "sahici okul" diyorlar ve böylece,
yarı-aç analarının öngördüğü günde 30 yardalık işi bitirmek için hapsedildikleri
bu kanemici yerlerden, ilkokuları ayırdediyorlar. Bu aynı analar, bunları
okuldan sonra çoğu zaman gece 10, 11, 12'ye kadar çalıştırıyorlar. Sürekli
olarak ıslatmak zorunda oldukları kamış, dudaklarını ve parmaklarını kesiyor.
Londra'daki bütün hekimlerin genel kanısı olarak Dr. Ballard, bir yatak odası
ile işyerinde her insan için en az 300 foot küpe gerek olduğunu
belirtiyor. Ne var ki, hasır okullarında yer, dantelâ okullarından daha cimrice
kullanılıyor ve "bir kişiye 12½, 17, I8½ ve 22 foot küpün altında yer
düşüyor". Komisyon üyelerinden Mr. White, bu sayılardan en küçüğünün, eğer bir
çocuk boyutları 3 foot olan bir kutuya konulsa, burada kaplayacağı yerin
yarısından daha azını temsil edeceğini söylüyor. İşte çocukların, 12 ya da 14
yaşlarına kadar yaşamdan tattıkları zevk bu. Sefil ve yarı-aç yaşayan
ana-babaların düşündükleri tek şey, çocukların elden geldiğince çok para
kazanmaları. Çocuklar ise biraz büyür büyümez, çok doğal olarak ana-babalarına
on paralık değer vermiyorlar ve onları bırakıp gidiyorlar. "Böyle yetiştirilen
insanlar arasında bilisizlik ve kötülüğün yaygın olması çok doğaldır. ... Ahlak
en düşük düzeyde. Kadınların pek çoğunun evlilik-dışı çocukları vardır ve bu
kadınların yaşları o kadar küçüktür ki, suç istatistikleri ile ilgili olanları
bile şaşkınlığa düşürür."[45]
Ve bu örnek ailelerin anayurdu, Avrupa için örnek bir hıristiyan ülke oluyor; bu
sözleri, hıristiyanlık üzerindeki derin bilgisi hiç kuşku götürmeyen kont
Montalembert söylüyor! (sayfa 67)
Yukarda sözü edilen sanayilerde zaten
acınacak düzeyde olan ücretler (hasır örme okullarında bir çocuğun alabileceği
en yüksek ücret, ender olarak 3 şiline ulaşabilir), her yerde ve özellikle
dantela bölgelerinde egemen olan ayni sistemle, nominal miktarının çok daha
altına düşer.[46]
Karl Marks, aynı yapıt, s. 489-493.
Kapital, Birinci Cilt, 477-480.
*
Fabrika sistemindeki gelişme ile onunla
yürüyen tarımda devrimle birlikte, diğer sanayi kollarında üretim yalnız
genişlemekle kalmaz, bunların niteliklerini değiştirir. Fabrika sisteminde
uygulanan ve üretim sürecinin bütün evrelerini tahlil etme ve ortaya çıkan
sorunları, mekanik, kimya ve diğer bütün doğabilimlerinin yardımıyla çözümleme
ilkesi, artık, her yerde geçerli ve uygulanan bir ilke halini alır. Demek ki,
makine, manüfaktür sanayilerine, bir ayrıntı süreç, daha sonra başka bir ayrıntı
süreç olarak yavaş yavaş sızmış olur. Böylece, manüfaktürün eski işbölümüne
dayanan örgütlenmesinin katılaşmış yapısında bir gevşeme olur. Çözüşür ve
sürekli değişmelerin yolunu açar. Bundan bağımsız olarak kolektif işçinin
bileşiminde, birlikte çalışan kimselerin yapısında köklü bir değişme olur.
Manüfaktür döneminin tersine, bundan böyle işbölümü, mümkün olan her yerde,
kadınların, her yaştan çocukların, vasıfsız işçilerin çalıştırılmalarına, yani
İngiltere'de karakteristik bir deyimle ifade edildiği gibi, tek sözcükle, ucuz
emeğe dayanır. Bu, yalnız, makine kullanılsın kullanılmasın geniş boyutlu üretim
kolları için değil, ister çalışan kimselerin evlerinde, ister küçük işyerlerinde
yapılsın, ev sanayileri denilen üretim biçimleri için de geçerliydi. Modern
denilen bu ev sanayiinin, bağımsız kent el-zanaatlarım, bağımsız köylü tarım
işletmelerini ve her şeyden önce de, işçi ile ailesinin içinde yaşadığı bir evin
varlığını önkoşul olarak gerektiren eski tarz ev sanayii ile ad benzerliği
dışında ortak bir yanı yoktur. Bu eski tarz sanayi şimdi, fabrikanın,
manüfaktürün ya da eşya deposunun, bir dış bölümü (sayfa 68)
halini almıştır. Sermaye, tek bir yerde geniş kitleler halinde topladığı ve
doğrudan doğruya komuta ettiği fabrika işçilerinden, manüfaktür işçilerinden ve
elzanaatçılarından başka şimdi, gözle görünmeyen iplerle, diğer bir orduyu da
harekete getirmiştir: bunlar, büyük kentlerde oturanlarla birlikte bütün ülke
yüzeyine yayılmış bulunan ev sanayii işçileridir. Bir örnek: Londonderry'deki
Tillie gömlek fabrikasında 1.000 işçi çalışıyor, ve ülkenin her yanına dağılmış
9.000 kişi de kendi evlerinde gene bu fabrika için çalışıyorlar.[47] Ucuz ve henüz olgunlaşmamış emek-gücünün
sömürülmesi, modern manüfaktürde gerçek fabrika sisteminden çok daha utanç
verici bir biçimde yapılmıştır. Bunun nedeni de fabrika sisteminin teknik
temelinin, yani adale gücünün yerini makinenin almasının ve yapılan işin
hafiflemesinin, manüfaktürde hemen hemen hiç sözkonusu olmaması, ve aynı
zamanda, kadınlarla çok küçük çocukların, zehirli ya da sağlığa zararlı
maddelerin etkilerine en acımasız biçimde bırakılmasıdır. Bu sömürünün, ev
sanayii denilen üretim kollarında manüfaktürden daha utanç verici olmasının
nedeni, dağınık oldukları için işçilerdeki direnme gücünün azalması, işveren ile
işçi arasında bir yığın soyguncu asalağın yer alması; ev sanayinin, daima, ya
fabrika sistemiyle, ya da aynı üretim kolundaki manüfaktür ile rekabet etme
zorunda kalması; yoksulluğun işçiyi, yer, ışık, havalandırma gibi en gerekli
çalışma koşullarından yoksun bırakması; çalışmanın gitgide daha düzensiz duruma
gelmesi; ve ensonu, büyük sanayi ile tarımın "fazlalık" haline getirdiği
yığınların son sığınakları olan bu yerlerde işçiler arasındaki rekabetin en son
noktaya ulaşmasıdır. Üretim araçlarında bile ilk kez fabrika sisteminde sistemli
biçimde uygulanan tasarruf, burada, başlangıcından beri, emek-gücünün en
acımasız biçimde israfı ve işçinin en normal çalışma koşullarından yoksun
bırakılması sonucunu doğurmuştu - şimdi bir sanayi kolunda emeğin toplumsal
üretkenliği ve birbirine bağlı süreçlerin teknik temeli ne kadar az gelişmiş
olursa, bu tasarruf da, uzlaşmaz karşıt ve öldürücü yanını o derecede ortaya
koyuyor. (sayfa 69)
Karl Marks, aynı yapıt, s. 485-486.
Kapital, Birinci Cilt, s. 472-473.
*
Kadınlarla çocukların emeğinin düpedüz kötüye
kullanılması, yaşama ve çalışma için gerekli her türlü normal koşullardan
işçilerin tamamen yoksun bırakılmaları ve aşırı-çalışma ile gece işinde
uygulanan düpedüz zulüm yoluyla emek-gücünde sağlanan ucuzluk, ensonunda
aşılması olanaksız doğal engellere gelip dayanır. Bu yöntemlere dayanarak meta
fiyatlarında sağlanan ucuzluk ile, genellikle kapitalist sömürü de son sınırına
gelmiş demektir. Ensonu bu noktaya gelindiğinde -bu, uzun yıllar alır- makine
kullanma ve bundan böyle dağınık ev sanayileri ile manüfaktürlerin de fabrika
sanayilerine dönüşme saati gelip çatmış demektir.
Bu hareketin en muazzam örneği, giyim eşyası
üretiminde görülür. Çocukları Çalıştırma Komisyonunun sınıflandırmasına göre, bu
sanayi, hasır şapka yapımcılarını, kadın şapkası yapımcılarını, berecileri,
terzileri, kadın giyim eşyası yapımcılannı, gömlekçileri, korsecileri,
eldivencileri, ayakkabıcıları ve kravat, yaka vb. yapımi gibi pek çok küçük
kolları kapsar. 1861 yılında bu sanayilerde çalışan kadınların sayısı ingiltere
ile Gal'de 586.298 olup, bunların 115.242'si hiç değilse 20 yaşın, 16.650'si de
15 yaşın altındaydı. Birleşik Krallık'ta bu işçilerin sayısı, 1861 yılında,
750.334 idi. İngiltere ile Gal'de, şapkacılıkta, ayakkabıcılıkta, eldivencilikte
ve terzilikte çalışan erkeklerin sayısı 437.969 olup, bunların 14.964'ü 15 yaşın
altında, 89.285'i 15 ile 20 yaş arasında ve 333.117'si yirmi yaşın üzerindeydi.
Küçük sanayi kollarından çoğu, bu sayılara dahil edilmemiştir. Ama, biz, bu
rakamları oldukları gibi alırsak, 1861 sayımına göre yalnız İngiltere ve Gal
için 1.024.267 kişilik bir rakam elde ederiz ve bu, aşağı yukarı tarım ve
hayvancılıkta çalışan insan sayısı kadardır. Böylece makinenin yarattığı mucize
ile, bu derece muazzam ürün kitlesinin doğmasına ve bu derece muazzam işçi
kitlesinin serbest kalmasına niçin yolaçtığını anlamaya başlarız.
Giyim eşyası üretimi, kısmen parçaları
dağınık bir şekilde zaten hazır bulunan işbölümünü, atelyelerinde, yalnızca
yeniden uygulayan manüfaktürlerde, kısmen küçük elzanaatı ustaları tarafından
yürütülür; ne var ki, bu ustalar, eskiden (sayfa 70) olduğu
gibi, bireysel tüketiciler için değil de, şimdi manüfaktürler ve mağazalar için
çalışmakta ve bu, öyle ölçülere ulaşmaktadır ki, bazı kent ve kasabalar ile
dolaylarında, örneğin kunduracılık gibi işler, çoğu zaman bölgeyi bütünüyle
içine alan uzmanlık alanları haline gelmektedir; ve ensonu bu üretim, büyük
ölçülerde, manüfaktürlerin, mağazaların ve hatta küçük zanaat ustalarının,
işyerlerinin uzantılarını oluşturan ev sanayii işçileri tarafından sağlanır.[48] Hammadde vb., makine sanayii tarafından
sağlanır, lütuf ve inayete terkedilmiş ucuz insan malzemesi kitlesi
(tail-lable à merci et miséricorde[49]
ise, makine sanayii ve geliştirilmiş tarımın "özgür hale getirdiği" insanlardan
oluşur. Bu sınıftan manüfaktürler, kaynaklarını, esas olarak, kapitalistin,
talepteki herhangi bir artışı karşılamak için elinin altında hazır donatılmış
bir ordu bulundurma gereksinmesine borçludurlar.[50]
Bununla birlikte, bu manüfaktürler, dağınık elzanaatları ile ev sanayilerinin
geniş bir temel olarak varlıklarını sürdürmelerine izin vermiştir. Bu
işkollarında büyük ölçüde artı-değer üretimi ve yaptıkları ürünlerin gitgide
ucuzlaması, başlıca, sefil bir yaşamı sürdürmeye ancak yetecek kadar düşük ücret
ödenmesi ve emek-zamanının insan vücudunun dayanabileceği son sınıra kadar
uzatılması nedeniyle olmuştur. Gerçekten de, metalar haline dönüştürülen insan
teri ve kanının ucuzluğu sayesinde, pazarlar, sürekli genişlemiş ve günden güne
de genişlemektedir; İngiliz zevkleri ile alışkanlıklarının ağır bastığı İngiliz
sömürge pazarları için durum özellikle böyledir. En sonunda kritik noktaya
ulaşmıştır. Eski yöntemin temelleri, azçok sistemli bir işbölümü ile birlikte
işçilerin düpedüz ve zalimce sömürülmesi, artık pazarların genişletilmesine
yetmediği gibi, ondan da daha hızlı gelişen kapitalistler arasındaki rekabeti
karşılamaktan uzaktı. Makinenin öne geçmesi saati gelip (sayfa 71)
çatmıştı. Elbisecilik, terzilik, ayakkabıcılık, şapkacılık ve birçok benzeri
gibi bu geniş üretim alanının bütününe aynı derecede saldıracak olan, kesin
sonuçlu devrimci makine, dikiş makinesiydi.
Büyük sanayinin gelişmesinden beri, bütün
makinelerin elattığı yeni sanayi kollarında işçi sınıfı üzerinde yapmış olduğu
etkinin aynısını, dikiş makinesi yapıyor. Çok küçük yaştaki çocuklar başıboş
kalmışlardı. Makinede çalışan işçilerin ücretleri, çoğu yoksulun da yoksulu olan
ev işçilerine göre yükselmiştir. Daha iyi durumdaki elzanaatçılarımn ücretleri,
makinenin rekabetiyle düşmüştür. Yeni makine işçileri, özellikle kızlar ve genç
kadınlardır. Mekanik kuvvetin yardımıyla bunlar, erkeklerin ağır işler
üzerindeki tekelini yıkmışlar, hafif işlerden yaşlı kadınları ve küçük çocukları
sürüp atmışlardır. Londra'da son on yılda açlık sonucu ölümlerdeki korkunç
artış, dikiş makinesinin yayılması ile paralel gitmektedir.[51]
Yeni kadın işçiler, makineyi, makinenin ağırlığına, büyüklüğüne ve özelliğine
göre, bazan oturarak, bazan ayakta, elleriyle ve ayaklarıyla ya da yalnız
elleriyle çalıştırıyorlar ve büyük emek-gücü harcıyorlardı. Eski düzene göre
daha az olmakla birlikte, uzun süre çalışmaları nedeniyle, bu yaptıkları iş
sağlığa zararlıydı. Dikiş makinesinin zaten dar ve kalabalık odalara girmesiyle,
sağlığa zararlı koşullar, daha da artmış oldu. Bay Lord bu konuda şöyle diyor:
"Tavanları çok alçak olan ve içlerinde 30 ila 40 makine işçisinin çalıştıkları
odalara girildiği zaman karşılaşılan durum dayanılmaz derecede. ... Ütüleri
kızdırmak için kullanılan gaz sobalarından doğan sıcaklık çok korkunç. ...
Çalışma saatlerinin ılımlı olduğu, yani sabah sekizden akşam altıya kadar olduğu
zamanlarda bile, böyle yerlerde her gün üç-dört kişi bayılıp kendinden geçiyor."[52] Üretim araçlarındaki devrimin zorunlu bir
sonucu olan sanayi yöntemlerindeki devrim, karmakarışık geçiş biçimleriyle
sonuca ulaştı. Bu biçimle, dikiş makinesinin, şu ya da (sayfa 72)
bu sanayi kolunda egemen duruma gelmesine, çalıştığı süreye, işçilerin daha önce
içinde bulundukları koşullara, manüfaktürün, elzanaatlarının ya da ev
sanayiinin, bu sanayi kolundaki ağırlığına, işyerlerine ödenen kiraya vb. bağlı
olarak değişiklikler gösterir.[53]
Örneğin, işin büyük kısmının zaten basit elbirliği ile örgütlenmiş olduğu
elbisecilikte, dikiş makinesi, başlangıçta, bu manüfaktür biçimi sanayi kolunda
yalnızca yeni bir öğe oldu. Terzilikte, gömlekçilikte, kunduracılıkta, vb.,
bütün biçimler içiçeydi. Bir yerde, gerçek anlamıyla fabrika sistemi vardı, bir
diğerinde, aracılar, hammaddeyi, kapitalist en chef[54]
alıyor, "oda" ya da "tavan aralarında" dikiş makinelerinin çevresinde, 10-50 ya
da daha fazla işçi topluyordu. Ensonu makinenin bir sistem halinde
örgütlenmediği ve küçük boyutlarda da kullanılabileceği yerlerde daima olduğu
gibi, zanaatçılar ile ev işçileri, kendi aileleri ya da dışardan sağlanan az
miktarda emekle kendi dikiş makinelerinden yararlanıyorlardı.[55]
Bugün İngiltere'de egemen olan sistemde ise, kapitalist, çok sayıda makineyi
kendisine ait binalarda topluyor ve bu makinelerin yaptıkları nesneleri,
üzerlerinde daha fazla işlenmesi için ev işçilerine dağıtıyordu.[56]
Geçiş biçimlerindeki bu çeşitlilik, gene de gerçek anlamıyla fabrika sistemine
dönüşme eğilimini gizlememektedir. Bu eğilim dikiş makinesinin taşıdığı özellik
ile de besleniyor ve bu makinenin çeşitli işlerde kullanılması, daha önce
çeşitli kollara ayrılmış bulunan işlerin tek çatı ve yönetim altında
toplanmasını kolaylaştırıyordu. Ayrıca, hazırlık niteliğindeki iğne işleri ile
diğer bazı işlemlerin makinenin bulunduğu binalarda yapılmasının daha uygun
olacağı koşulları yarattığı gibi, el dikişçilerine ve kendi makineleri ile
çalışan ev işçilerine de kaçınılmaz olarak el koyar. Bu kaçınılmaz son, zaten
bazılarını yakalamıştır bile. Dikiş makinelerine sürekli olarak artan
miktarlarda sermaye (sayfa 73) yatırılması,[57]
makine ile yapılan malların üretimini kamçılıyor, pazarları bu mallar ile
doldurup taşınyor ve böylece ev işçilerine, makinelerini satma zamanının
geldiğini haber veriyordu. Bizzat bu makinelerin üretimindeki aşırılık da, sürüm
güçlüğü içerisinde kıvranan üreticileri, bunları haftalık olarak kiraya vermeye
zorluyor, böylece de küçük makine sahiplerinin bu öldürücü rekabet altında
ezilip gitmelerine yolaçıyordu.[58]
Makinelerin yapısındaki sürekli değişiklikler ve gittikçe ucuzlamaları, eski
tiplerin fiyatlarını hergün biraz daha düşürüyor, bunların, kitle halinde,
gülünç fiyatlarla, bunları kârlı bir şekilde çalıştırabilecek tek insan olan
büyük kapitalistlere satılmalarına neden oluyordu. Ensonu, insanın yerini buhar
makinelerinin alması, bütün benzeri devrimlerde olduğu gibi burada da öldürücü
darbeyi indiriyordu. Başlangıçta, buhar gücünün kullanılması, makinelerde
düzensizlik, hızlarını ayarlama zorluğu, hafif olanların çabuk yıpranıp aşınması
vb. gibi salt teknik güçlüklerle karşılaşılıyor ve deneyimlerle bunların
hepsinin de üstesinden geliniyordu.[59]
Bir yandan, birçok makinenin geniş bir manüfaktürde toplanması, buhar gücünün
kullanılmasına yolaçarken, öte yandan, buharın insan adalesi ile rekabeti de,
makineler ile insanların büyük fabrikalarda toplanmasını hızlandırıyordu.
Böylece İngiltere, şimdi, yalnızca muazzam giyim eşyası sanayiinde değil,
yukarda sözü edilen işkollarının çoğunda, manüfaktürün, el zanaatlarının ve ev
işinin uzun süre önce ortaya çıkan büyük sanayinin etkisi altında tümüyle
değişen ve düzeni bozulan bu üretim biçimlerini herbiri fabrika sistemine
dönüştükten sonra, bunun içerdiği toplumsal gelişme öğelerinin hiçbirisine
karışmadan, fabrika sisteminin dehşetini daha da canlı bir biçimde yaşamaktadır,[60]
(sayfa 74)
Bu kendiliğinden başlayan sanayi devrimine,
fabrika yasalarının, kadınları, gençleri ve çocukları çalıştıran bütün sanayi
kollarına uygulanması yapay olarak yardımcı olmuştur. İşgününün süresi, yemek ve
dinlenme paydosları, başlangıç ve bitiş saatlerinin zorunlu olarak düzenlenmesi,
çocuklar için vardiya sisteminin uygulanması, belli bir yaşın altındaki
çocukların çalıştırılması yasağı vb., bir yandan fazla makine kullanılmasını[61]
ve devindirici güç olarak adale yerine buhar gücünün geçmesini zorunlu kılar.[62]
Öte yandan, zaman kaybını telafi etmek için, ortaklaşa kullanılan üretim
araçlarında, fırınlarda, binalarda vb., bir genişleme olur, yani kısacası üretim
araçlarında daha büyük bir yoğunlaşma ve buna uygun olarak işçilerin sayısında
bir artma meydana gelir. Fabrika yasasının tehdit ettiği bu manüfaktür adına
tekrar tekrar ve hararetle öne sürülen başlıca itiraz, aslında, işin eski
ölçüsünde sürdürülebilmesi için daha büyük miktarda sermaye yatırılması gereğini
saklamasıydı. Ama ev sanayii denen ve bunlarla manüfaktür arasındaki ara
biçimlerdeki emek açısından işgünü ile çocukların çalıştırılmaları konusunda
getirilen sınırlamalar, bu sanayilerin yıkımı demektir. Çünkü, ucuz emek-gücünün
sınırsız bir şekilde sömürülmesi, bunların rekabetteki güçlerinin tek temelidir.
Karl Marks, aynı yapıt, s. 494-499.
Kapital, Birinci Cilt, s. 481-486.
*
Fabrika yönetmeliği, yalnız, fabrikalardaki,
manüfaktürlerdeki (sayfa 75) vb. emeği düzenlediği sürece,
yalnızca sermayenin sömürme hakkına bir müdahale olarak görülüyordu. Ama bu
düzenleme "ev-emeği"[63]
denilen alana uzanır uzanmaz, bu, doğrudan doğruya patria potestas'a,
ana-babalık otoritesine bir saldırı olarak kabul edildi. Yufka yürekli İngiliz
parlamentosu, uzun süre bu adımı atmaktan çekinmişti. Ne var ki, gerçeklerin
gücü, en sonunda, büyük sanayinin, geleneksel ailenin dayandığı ekonomik
temeller ile, buna bağlı bulunan aile emeğini yıkmakla, bütün geleneksel aile
bağlarını da gevşettiğini kabul etmek durumunda kaldı. Çocuk haklarının ilan
edilmesinin zamanı gelmişti.
Karl Marks, aynı yapıt, s. 513.
Kapital, Birinci cilt, s. 499-500.
*
Delme makinesinin (fırça tahtalarında delik
yapmak için) genel olarak kullanılmaya başlanması, fırça yapımındaki süreçlerden
birini hızlandırmış ve kolaylaştırmıştır. "Yerleştiricilere" (kılları tahtaya
yerleştiren sanatçılar) olan talep artmış; ve gitgide uzmanlaşan bu işlem,
emekleri ucuz olduğundan kadınların payına düşmüştür. Kadınlar, evde kıl
yerleştirerek çalışmaya başlamışlar ve parça-başına para almışlardır. Böylece,
ev sanayiine başvurmanın büyümesine, bu durumda, teknikteki ilerleme (delme
makinesi) işbölü-mündeki ilerleme (kadınlar kıl yerleştirmenin dışında bir şey
yapmıyorlar) ve kapitalist sömürüdeki ilerleme (kadın ve kızların emeğinin ucuz
olması) neden olmuştur. Bu örnek, büyük bir açıklıkla göstermektedir ki, ev
sanayii hiç de kapitalist manüfaktür kavramını ortadan kaldırmaz, tersine,
bazan onun daha da geliştiğinin bir belirtisidir. (sayfa
76)
W. I. Lenin. Die Entwicklung des
Kapitalismus in Rußland,
Werke, Band 3, Berlin 1956, s. 421.
V. İ. Lenin, Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi,
s. 362-363.
*
Küçük sanayilerde ve manüfaktürde, her zaman
ataerkil ilişkilerin kalıntılarını ve kişisel bağımlılığın çeşitli biçimlerini
görürüz, bunlar, kapitalist iktisadın genel koşullarında, çalışan halkın
durumunu son derece kötüleştirir ve onları küçültür, bozar. Çoğu kez ülkenin
çeşitli kısımlarından gelen işçi yığınlarını biraraya toplayan geniş-ölçekli
makineli sanayi, ataerkilliğin vet kişisel bağımlılığın kalıntılarını hoşgörmeyi
kesinlikle reddeder ve "geçmişi" gerçekten "küçük gören tutumuyla" göze çarpar.
Üretimi düzenleme ve onun üzerinde kamu denetimi kurma zorunluluğuna yolaçan ve
bu olanağı yaratan esas koşullardan biri de, modası geçmiş geleneklerden bu
kopuştur. Özellikle, fabrikanın nüfusun yaşam koşullarında yarattığı değişimden
sözederken, kadın ve çocukların üretime çekilmesinin,[64]
temelde ilerici olduğunu belirtmek gerekir. Kapitalist fabrikanın, çalışan
nüfusun bu kategorilerini özellikle zor koşullar içine soktuğu ve işgününün
düzenlenmesi ve kısaltılmasının, sağlığa uygun emek koşullan sağlanmasının vb.,
onlar için özellikle gerekli olduğu tartışılmaz bir gerçektir; ama sanayide
kadın ve çocuk çalıştırılmasını tümüyle yasaklama ya da bu tip işe yer vermeyen
ataerkil yaşam biçimini koruma çabaları, gerici ve ütopik olacaktır.
Genişölçekli makineli sanayi eskiden dar ev, aile ilişkileri çerçevesinden hiç
çıkmayan nüfusun bu kategorilerinin ataerkil tecridini yıkmakla, onlan toplumsal
üretime doğrudan doğruya katmakla, onlann gelişmesini hızlandırır,
bağımsızlıklannı artırır; başka bir deyişle, kapitalist-öncesi ilişkilerin
ataerkil hareketsizliğiyle kıyaslanamayacak ölçüde üstün olan yaşam koşulları
yaratır.[65]
V. İ. Lenin, aynı yapıt, s. 563-565.
Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi, s.
474-475.