KÜTÜPHANE | LENIN

Marks-Engels-Lenin Kadın ve Aile
 

    UZLAŞMAZ-KARŞIT SINIFLI TOPLUMLARDA
    ÇALIŞAN KADININ EZİLMESİ VE SÖMÜRÜLMESİ ÜZERİNE


    KAPİTALİST SANAYİDE KADIN EMEĞİ


         
          TAM gelişmiş proletaryada bütün insaniliğin">

    KÜTÜPHANE | LENIN

    Marks-Engels-Lenin Kadın ve Aile
     

      UZLAŞMAZ-KARŞIT SINIFLI TOPLUMLARDA
      ÇALIŞAN KADININ EZİLMESİ VE SÖMÜRÜLMESİ ÜZERİNE


      KAPİTALİST SANAYİDE KADIN EMEĞİ


           
            TAM gelişmiş proletaryada bütün insaniliğin, hatta insaniliğin görünüşünün soyutlanması pratik olarak tamamlanmıştır; çünkü proletaryanın yaşam koşullarında bugünkü toplumun bütün yaşam koşulları, en gayri insani yanlarıyla kapsanır, çünkü proletaryada insan kendisini yitirmiş, ama aynı zamanda bu yitiğin yalnız teorik bilincini kazanmakla kalmamıştır, artık sakınılmaz, artık özürsüz, kesinlikle başat olan yoksulluk -zorunluğun pratik dışavurumu- ile de bu gayri insaniliğe dolaysız başkaldırmaya zorlanır, bundan ötürü proletarya kendi kendini kurtarabilir ve kurtarmalıdır. Ama kendi öz yaşam koşullarını ortadan kaldırmadan kendisini kurtaramaz. Bugünkü toplumun kendi durumunda kapsanmış gayri insani bütün yaşam koşullarını ortadan (sayfa 13) kaldırmadan kendi öz yaşam koşullarını ortadan kaldıramaz. İşin o çetin, ama çelikleştiren okulundan geçmek boşuna değildir. Şu ya da bu proleterin ya da bütün proletaryanın kendisinin bir an için neyi amaç olarak tasarladığı söz konusu değildir. Proletaryanın ne olduğu ve bu olma gereğince tarihsel olarak ne yapmaya zorlanacağı söz konusudur. Proletaryanın amacı ve tarihsel öz eylemi, bugünkü burjuva toplumun bütün örgütlenmesinde olduğu gibi, kendi yaşam durumunda da açıkça, geri dönüşsüz olarak gösterilmiştir. İngiliz ve Fransız proletaryasının büyük bir kesiminin kendi tarihsel görevini artık bildiğini ve bu bilinci en tam açıklığa kavuşturmak için sürekli çalıştığını burada ortaya koymaya gerek yoktur.
           
            Marks-Engels, Die heilige Familie,
            Marks-Engels, Werke, Bd. 2, Berlin 1975, s. 38.
           
            K. Marks-F. Engels, Kutsal Aile,
            Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 62-63.

      *


            Burjuvazinin feodalizmi yere sermekte kullandığı silahlar, şimdi burjuvazinin kendisine yönelmiştir.
            Ama burjuvazi kendisine ölümü getiren silahları türetmekle kalmadı, bu silahları kullanacak insanları -modern işçileri, proleterleri- de yarattı.
            Ancak iş bulduğu sürece, emeği sermayeyi artırdığı zaman yaşayan proletarya, modern işçi sınıfı, burjuvazinin, yani sermayenin geliştiği aynı oranda gelişiyor. Kendilerini parça parça satmak zorunda olan bu işçiler, öbür her ticari nesne gibi bir metadırlar ve dolayısıyla rekabetin bütün değişmelerine ve pazarın bütün dalgalanmalarına açıktırlar.
            Proleterin işi, makinelerin yaygınlaşması ve işbölümü ile bütün bağımsızlığını ve onunla birlikte işçi için bütün özen-diriciliğini yitirdi. Kendisinden yalnızca en basit, en usandırıcı ve en kolay edinilen el becerisi istenen proleter, makinenin sıradan bir eklentisi oluyor. Dolayısıyla, işçinin yol açtığı giderler, nerdeyse yalnızca kendi beslenmesi ve soyunun çoğalması için gereksinme duyduğu geçim araçlarıyla sınırlanıyor. Ama bir metanın, dolayısıyla emeğin fiyatı, onun üretim (sayfa 14) giderlerine eşittir. Bu yüzden, işin iğrençliği arttıkça ücret azalıyor. Üstelik, makineler ve işbölümü hangi oranda artıyorsa, ister çalışma saatlerinin uzatılmasıyla, ister belirli bir zamanda çıkarılması istenen işin hızlandırılmasıyla, ister makinelerin hızının artırılmasıyla vb. olsun, işin ağırlığı da aynı oranda artıyor.
            Modern sanayi ataerkil ustanın küçük işliğini sınai kapitalistin büyük fabrikasına dönüştürdü. Fabrikaya doluşmuş işçi yığınları askerler gibi örgütleniyor. Bayağı sanayi erleri olarak yetkin bir astsubaylar ve subaylar hiyerarşisinin gözetimine sokuluyorlar. Yalnız burjuva sınıfın, burjuva devletin uşakları değiller, makinelerce, gözeticilerce ve her şeyden önce tek tek imalatçı burjuvalarca her gün ve her saat uzaklaştırılıyorlar. Bu despotluk, kazancı en son amacı olarak ne kadar açıkça bildiriyorsa, o kadar bayağı, tiksinç, öfkelendirici oluyor.
            El emeği ne kadar az beceri ve güç harcamayı gerektiriyorsa, yani modern sanayi ne kadar gelişiyorsa, kadın emeği erkek emeğinin yerini o kadar çok alıyor. Cins ve yaş farklarının işçi sınıfı için artık hiçbir toplumsal geçerliği yoktur. Yalnızca, yaş ve cins farklarına göre farklı giderlere yolaçan emek araçları vardır.
           
            Marks-Engels, Manifest der Kommunistischen Partei,
            Marks-Engels, Werke, Bd. 4. Berlin 1959, s. 468-469.
           
            Marks-Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri
            Sol Yayınları, Ankara 1991, s. 117-119.

      *


           
            Analık hukukunun çökmesi, kadın cinsinin dünya tarihindeki yenilgisi idi. Erkek evde de yönetimi ele alıyor, kadın aşağılanıyor, uşaklaştırılıyor, erkeğin arzularının kölesi ve yalnızca çocuk yetiştirme aracı oluyordu. Kadının bu aşağılaştırılmış durumu, özellikle kahramanlık çağı ve daha çok da klasik çağ Yunanlılarında açıkça görüldüğü gibi allanıp pullandı ve gözlerden gizlendi. Zaman zaman da sevimli biçimlere büründürüldü; asla ortadan kaldırılmadı.
            Erkeklerin artık kurulmuş olan tartışmasız egemenliğinin ilk etkisi, o sırada ortaya çıkan ataerkil ailenin arabiçiminde (sayfa 15) kendini gösterdi.
           
            F. Engels, Der Ursprung der Familie, des
            Privateigentums und des Staats,

            Marks-Engels, Werke, Band 21, Berlin 1962, s. 61.
           
            Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni,
            Sol Yayınları, Ankara 1990, s. 66.

      *


           
            Bütün bu çelişkileri içeren ve kendisi ailedeki kaba işbölümüne ve toplumun tek tek ve birbirine karşıt ailelere ayrılmasına dayanan işbölümü ile, aynı zamanda işbölümünün ve ürünlerinin paylaşımı, üstelik hem nitel ve hem de nicel eşitsiz paylaşımı, ve kadının ve çocukların erkeğin kölesi olduğu ailede çekirdeği, ilk biçimi bulunan mülkiyet doğdu. Ailede henüz elbette çok kaba, gizli olan kölelik, ilk mülkiyettir, üstelik burada modern ekonominin mülkiyet tanımına uymaktadır; bu tanıma göre mülkiyet yabancı emek-gücüne buyurmadır. Ayrıca işbölümü ve özel mülkiyet özdeş terimlerdir - birinde etkinlikle ilgili olarak bildirilen aynı şey, öbüründe etkinliğin ürünüyle ilgili olarak bildirilmektedir.
            Bundan başka, işbölümü ile, aynı zamanda birbirleriyle ilişkili tek tek bireyler ya da tek tek aileler ve bütün bireyler arasındaki ortak çıkar sağlanmaktadır.
           
            Marks-Engels, Die deutsche Ideologie,
            Werke,
      Band 3, Berlin 1959, s. 32-33,
           
            K. Marks-F. Engels, Alman ideolojisi [Feuerbach],
           
      Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 54.

      *


           
            İngiltere'de çalışan sınıfların tarihi, geçen yüzyılın son yarısında, buhar makinesinin ve pamuk işleyen makinelerin bulunması ile başlar. Bilindiği gibi, bu buluşlar sınai bir devrimi, aynı zamanda bütün burjuva toplumu değiştiren ve dünya tarihindeki anlamı ancak şimdi tanınmaya başlanan bir devrimi başlatıyordu. İngiltere, gürültüsüz olduğu kadar zorlu olan bu devrimin klasik yeridir, ve İngiltere, bundan (sayfa 16) ötürü, onun başlıca sonucunun, proletaryanın gelişimi için de klasik ülkedir. Proletarya yalnız İngiltere'de bütün ilişkileri içinde ve bütün yanlarıyla incelenebilir.
            Burada, şimdilik, bu devrimin tarihiyle, bugün ve gelecek için büyük anlamıyla ilgilenmiyoruz. Bunun ortaya konması, ileriye, geniş kapsamlı bir çalışmaya bırakılmak gerekir. Şu anda İngiliz proletaryasının bugünkü durumunun anlaşılması için gerekli olan ardışan olguların anlaşılmasıyla, az ile yetinmeliyiz.
            Makinelerin yaygınlaşmasından önce hammaddenin eğirilmesi ve dokunması işçinin evinde oluyordu. Erkeğin dokuduğu veya aile babası kendisi işlemiyorsa sattıkları ipliği kadın ve kız çocuklar eğiriyorlardı. Bu dokumacı aileler çoğunlukla kırda, kentlerin yakınlarında yaşıyordu, ve ücretleriyle çok iyi geçinebiliyordu, çünkü yerli pazar henüz kumaş talep eder durumdaydı, hatta hemen hemen biricik pazardı ve rekabetin yabancı pazarların ele geçirilmesiyle, ticaretin genişlemesiyle daha sonra birdenbire doğan gücü işçi ücretini henüz duyulur ölçüde etkilemiyordu. Onun için yerli pazarda nüfusun yavaş yavaş çoğalmasına ayak uyduran ve bütün işçilere iş sağlayan sürekli bir talep artması oluyor, ve bir de, işçilerin konutlarının kırsal dağınıklığı yüzünden birbirleriyle sert bir rekabete girmeleri olanaksızlaşıyordu. Dolayısıyla, dokumacı çoğunlukla biraz para biriktirecek ve boş zamanlarında -ve istediğinden çok boş zamanı vardı, çünkü dilediği zaman ve dilediği sürece dokuyabiliyordu- işleyeceği küçük bir arazi kiralayabilecek durumdaydı. Elbette kötü bir çiftçiydi ve tarım işletmesini ilgisizce ve fazla gerçek-gelir sağlamaksızın yönetiyordu; ama gene de hiç değilse bir proleter değildi, bir İngilizin dediği gibi, anayurdunun toprağında dikili bir kazığı vardı, yerleşikti ve toplumda şimdiki İngiliz işçisinden bir basamak daha yukarda bulunuyordu.
            İşçiler bu tarzda pek rahat bir varlık içinde bitki gibi yaşıyor ve tam dindarlık ve saygınlık içinde namuslu ve erinçli bir ömür geçiriyorlardı, maddi durumları ardıllarınınkinden çok daha iyiydi; fazla çalışmayı gereksinmiyorlar, dilediklerinden çoğunu yapmıyorlardı, ve gene de gereksindikleri şeyi kazanıyorlardı, bahçelerinde ya da tarlalarında sağlık içinde çalışmak için boş zamanları, kendileri için artık dinlence (sayfa 17) olan bir işleri vardı, ve bundan başka komşularının dinlencelerine ve eğlencelerine de katılabiliyorlardı; ve bütün bu eğlenceler, kiy (Kegel), top oyunu vb., vücutlarının sağlıklı kalmasına ve kuvvetlenmesine yardım ediyordu. Çoğunlukla kuvvetli, vücutlarında köylü komşularınınkinden az fark görülen ya da hiç fark görülmeyen iyi gelişmiş kişilerdi. Çocukları temiz kır havasında yetişiyor, ve çalışma sırasında ana-babalarına yardım edebildikleri zaman bu yardım bile arada bir oluyor, ve sekiz ya da oniki saatlik bir işgününden sözedilmiyordu.
            Bu sınıfın ahlaki ve zihnî karakterinin ne olduğu kestirilebilir. İplik ve kumaş ücretin ödenmesi karşılığında gezici aracılara verildiği için asla içine adım atmadıkları kentlerden yalıtılmışlardı, öyle yalıtılmışlardı ki, kentlerin pek yakınında oturan yaşlı kişiler, sonunda makinelerle kazançlarından yoksun bırakılıncaya ve kentlerde kendilerine iş aramak zorunda kalıncaya kadar asla kente adım atmıyorlardı; onlar, kiraladıkları küçük araziler dolayısıyla zaten çoğunlukla dolaysız bağlı oldukları kır insanlarının ahlaki ve zihnî aşamasında bulunuyorlardı. Sguire'lerine -yörenin en büyük toprak beyine- doğal üstleri gözüyle bakıyor, ondan öğüt istiyor, küçük anlaşmazlıkların çözümü için ona başvuruyor ve bu ataerkil ilişkinin birlikte getirdiği bütün onuru ona veriyorlardı. "Saygıdeğer" kişiler ve iyi aile babaları idiler, ahlaksız olmak için hiçbir neden bulunmadığından ahlaklı yaşıyorlardı, çünkü yakınlarında hiç bir meyhane ve kötü ev yoktu, ve çünkü arada bir yanında ağız kuruluğunu giderdikleri hancı da saygı-değer bir adamdı ve, çoğunlukla, iyi biraya, iyi düzene ve işini erken bitirmeye önem veren büyük bir çiftçiydi. Çocukları bütün gün evde, yanlarındaydı ve onları eslek (muti) ve Tanrı korkusu içinde yetiştiriyorlardı; çocuklar kendileri evli olmadıkları sürece ataerkil aile ilişkisi bozulmadan kalıyordu; gençler, evleninceye kadar, kırsal yaşamın yalınlığı ve oyun arkadaşlarının güveni içinde yetişiyorlardı, ve evlilikten önce cinsel ilişki hemen hemen genellikle oluyor idiyse de, bu gene de, ancak evliliğin ahlaki yükümleri her iki tarafça tanındığı zaman oluyordu, ve bunu izleyen evlenme her şeyi gene aynı duruma getiriyordu. Sözün kısası, o zamanki İngiliz sanayi işçileri, Almanya'da şurada burada hâlâ görüldüğü gibi, ruhsal (sayfa 18) etkinlik göstermeksizin ve yaşam durumlarında zorlu çalkantılar olmaksızın, yalıtılmışlık ve yalnızlık içinde, aynı tarzda yaşıyor ve düşünüyorlardı. Az okuyabiliyor ve daha da az yazabiliyor, aksatmadan kiliseye gidiyor, politika yapmıyor, dedikodu etmiyor, düşünmüyor, bedensel işlerden hoşlanıyor, ata kalıtı vecdle okunan incili dinliyor ve yetingen alçakgönüllülükleriyle toplumun saygın sınıflarıyla çok güzel geçinip gidiyorlardı. Ama bu yüzden ruhça ölüydüler, yalnız küçük özel çıkarları, dokuma tezgâhları ve bahçecikleri için yaşıyor ve dışarıda insanlığın geçirmekte olduğu büyük kaygı üzerine hiçbir şey bilmiyorlardı. O sessiz bitkisel yaşamlarında rahatlarına bakıyorlardı ve sınaî devrim olmasaydı bu kuşkusuz çok romantik-hoş, ama bir insana yaraşmayan varlıktan asla sıyrılmazlardı. Pek insan değillerdi, tersine, o zamana kadar tarihe yön vermiş az sayıda aristokratın hizmetinde çalışan bayağı makinelerdi; sınaî devrim de yalnızca sonucu tamamladı: işçileri düpedüz makineler haline getirdi ve bağımsız çalışmanın son kalıntısını da onların elinden çekip aldı, ama böylelikle onları, düşünmeye ve insanca bir yer istemeye de özendirdi. Fransa'da politika nasıl idiyse, İngiltere'de sanayi ve [bu] sonuncuları batan sınıfların genel insani çıkarları karşısında duygusuzluk içinde tarihin akını ısına fırlatan burjuva toplumun davranışı da kesinlikle öyleydi.
           
            F. Engels, Die Lage der arbeittenden Klasse in England,
            K. Marks-F. Engels, Werke, Bd. 2, Berlin 1957, s. 237-239.
           


      *


           
            Makinelerin yaygınlaşmasıyla proletaryanın nasıl yaşama çağrıldığını yukarda gördük. Sanayinin çabuk genişlemesi insan gerektiriyordu; emek ücreti yükseldi, ve bundan ötürü tarımsal bölgelerden kentlere doğru işçi alayları yürüyordu. Nüfus hızla çoğalıyordu ve hemen hemen her artma, proleterler sınıfını büyütüyordu. Onun için İrlanda'da daha 18. yüzyılın başlarından beri sınıflaştırıcı bir durum ortaya çıkmıştı; İngiliz barbarlığı yüzünden çıkan eski ayaklanmalarda onda-birinden çoğu kırılmış olan nüfus, özellikle sanayinin çok sayıda İrlandalıyı İngiltere'ye çekme atılımı başlayalıberi, burada da hızla artıyordu. Böylece Britanya (sayfa 19) devletinin büyük fabrika ve ticaret kentleri doğuyordu, ve oralarda nüfusun en az dörtte-üçü işçi sınıfındandı ve küçük-burjuvazi ancak bakkallardan ve çok çok az sayıda zanaatçılardan oluşuyordu. Çünkü yeni sanayi önce nasıl avadanlıkları makinelere ve işlikleri (atölyeleri) fabrikalara -ve böylelikle çalışan orta-sınıfı çalışan proletaryaya, şimdiye kadarki büyük tacirleri fabrikacılara dönüştürdü ve böylelikle önemli olduysa; burada da artık küçük orta-sınıf nasıl yerinden oldu ve nüfus işçiler ve kapitalistler karşıtlığına indirgendiyse, aynı şey, dar anlamda sanayinin dışındaki alanda, zanaatlarda ve hatta ticarette oluyordu. Bir zamanların ustalarının ve kalfalarının yerini, büyük kapitalistler ve kendi sınıflarının yukarısına çıkma umudu asla bulunmayan işçiler alıyordu; işlikler fabrika boyutlarına çıkarılıyor, işbölümü tam anlamıyla uygulanıyor ve büyük kurumlara karşı rekabet edemeyen küçük ustalar proleterlerin sınıfına düşürülüyordu. Ama aynı zamanda, şimdiye kadarki işlik düzeninin ortadan kaldırılmasıyla, küçük-burjuvazinin yıkımıyla, işçinin elinden bütün burjuvalaşma olanakları alınıyordu. Şimdiye kadar onun herhangi bir işte yerleşik usta olmak, daha sonra belki kalfalar edinebilmek umudu her zaman vardı; ama şimdi, ustanın kendisini büyük fabrikacıların yerinden ettiği yerde, bağımsız bir işlik çalıştırmanın büyük sermaye gerektirdiği yerde, proletarya, eskiden çoğunlukla burjuvaziye yalnız bir geçit iken, artık nüfusun gerçek, kalımlı bir sınıfı oluyordu. Bununla birlikte şimdi proletarya ilk olarak bağımsız davranışlara girişebilecek durumdaydı.
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 250-251.

      *


           
            Her büyük kentte çalışan sınıfın yığıldığı bir ya da birçok "kötü semt" vardır. Yoksulluk, sapa sokakçıklarda sık sık zenginlerin saraylarıyla özgürce yanyana oturmakta ise de, ona, genellikle, mutlu sınıfların gözlerinden uzakta, elinden geldiğince kendi başının çaresine bakabileceği ayrı bir yer gösterilmiştir. Bu kötü semtler İngiltere'de bütün kentlerde oldukça eşit yerleştirilmiştir - en kötü evler, kentin en kötü kesimindedir; çoğu, belki bodrumlarında da oturulan (sayfa 20) ve her yerde düzensiz kurulmuş iki ya da tek katlı tuğla yapılar uzun sıralar halindedir. Bu üç-dört odalı ve tek mutfaklı evcikler yazlık evler diye anılır ve bütün İngiltere'de - Londra'nın birkaç kesimi ayrı tutulursa -çalışan sınıfın genel konutlarıdır. Caddeler alışılageldiği üzere kaldırmışız, eğri-büğrü, pis, bitkisel ve hayvansal artıklarla dolu akıntısız ya da lağımsızdır, onun için de sürekli, pis kokulu çirkef çukurlarıyla doludur. Bu yüzden bütün mahallelerin kötü, karmakarışık yapılışı havalanmayı güçleştirir ve burada dar bir alanda birçok insan yaşadığı için, bu işçi çevrelerinde nasıl bir havanın ağır bastığı kolayca kestirilebilir. Caddeler ayrıca, güzel havalarda çamaşır kurutmaya yarar; evden eve karşılıklı ipler bağlanır ve ıslak çamaşırlar onlara asılır.
            Bu kötü semtlerin birkaçını inceleyelim. Londra ve Londra'da şimdi, sonunda, bir çift geniş caddeyle açılmak ve yıkılmak zorunda kalman ünlü "Kargalık" (rookery), St. Giles, başta gelir.[2] Bu St. Giles, kentin en kalabalık, Londra'nın güzel dünyasının aktığı gözalıcı, geniş caddelerle kuşatılmıştır, Oxford Street'e, ve Negent Street'e, Trafalgar Meydanına ve Strand'a pek yakın kesiminin ortasındadır. Yüksek, üç-dört katlı evlerden, dar eğri-büğrü ve pis caddelerden düzensiz bir yığındır; bu caddelerde en az kentin anayollarındaki kadar canlılık vardır; yalnız, St. Giles'te görülen insanların hepsi çalışan sınıftandır. Caddelerde pazar kurulur, sepetlerle sebze ve meyve, elbette hepsi kötü ve yenilmez halde, geçişi daha da güçleştirir, ve onlardan, kasap dükkanlarından olduğu gibi, iğrenç bir koku yayılır. Bodrumdan tavanarasına kadar oturulan evler, dıştan da içten de pistir, ve içlerinde hiç kimse oturamaz gibi görünür. Ama bu, caddeler arasında kalan, evler arasındaki örtülü geçitlerden girilen ve pisliğin ve yıkıntının bütün tasarlamaları aştığı dar avlulardaki ve sokakçıklardaki konutlara göre hiç bir şey değildir - hemen hemen hiçbir pencere camı görülmez, duvarlar dökülmektedir, kapı pervazları ve pencere çerçeveleri kırık ve bağlantısızdır, eski tahta kapılar birbirine (sayfa 21) çakılmıştır ya da hiç kapı yoktur - burada, bu hırsızlar semtinde kapı da gereksizdir, çünkü çalınacak hiç bir şey yoktur. Her yerde pislik ve kül yığınları vardır, ve kapı önüne dökülen pis sıvılar iğrenç kokulu çirkef çukurlarında toplanır. Burada yoksulların en yoksulları, en düşük ücretli işçiler hırsızlarla, dolandırıcılarla ve fuhuş kurbanları ile birlikte karmakarışık yaşarlar - çoğu İrlandalıdır ya da İrlandalıların torunlarıdır, ve kendilerini kuşatan ahlaki çöküntüye henüz düşmemiş olanlar da günden güne batmakta, yoksulluğun, pisliğin ve kötü çevrenin ahlaksızlaştırıcı etkilerine karşı koyma gücünü günden güne yitirmektedirler.
            Ama St. Giles, Londra'nın biricik "kötü semt"i değildir. O korkunç caddeler ağında evleri henüz insana yaraşır konutlarda oturma olanağı bulunan herkes için kötü olan yüzlerce ve binlerce gizli sokak ve sokakçık vardır - çoğu zaman zenginlerin gözalıcı evlerinin hemen yanıbaşında en acı yoksulluğun, sığındığı böyle köşeler bulunur. Nitekim kısa bir süre önce, Portman Square'in, çok seçkin bir meydanının yanıbaşındaki bir bölge, kuşkulu bir ölümün soruşturulması dolayısıyla, "pislikten ve yoksulluktan ahlaksızlaşmış bir İrlandalılar sürüsünün" barınağı olarak niteleniyordu. Modaya uygun olmamakla birlikte gene de seçkin olan Long Acre vb. caddelerde, içlerinden hastalıklı çocukların ve yarı aç, pejmürde kadınların gün ışığına çıktıkları bir sürü bodrum-konut bulunur. Drury Lane Tiyatrosunun -Londra'nın ikinci tiyatrosu- hemen yanıbaşında, bütün kentin en kötü caddelerinden birkaçı -Charles, King ve Parker Street- vardır; bu caddelerdeki evlerde bile, bodrumlardan tavanaralarına kadar, pek yoksul aileler oturmaktadır. Westminster'deki St. John ve St. Margaret kilise bölgelerinde 1840'ta, İstatistik Derneğinin dergisine göre, 5.294 konutta -onlara bu ad yaraşırsa- 5.366 işçi ailesi oturmaktadır - erkekler, kadınlar ve çocuklar, toplam 26.830 kişi, yaş ya da cins farkı gözetilmeden bir araya yığılmıştır, ve yukarıdaki aile sayısının dörtte-üçünün yalnız bir tek odası vardır. Aristokrat St. George kilise bölgesinde, Hanover Square'de, gene aynı kaynağa göre, 1.465 işçi ailesi, toplam 6.000 kişi, aynı koşullarda yaşamaktadır - burada da toplam ailelerin üçte-ikisinden çoğu birer odaya tıkılmıştır. Ve kendilerinde hırsızların bile (sayfa 22) çalınacak hiçbir şey bulmadığı bu mutsuzların yoksulluğu mülk sahibi sınıflarca yasal yollardan nasıl da sömürülmektedir! Hemen yukarda anılan Drury Lane yakınındaki iğrenç konutlar için şu kiralar ödenmektedir: haftada, iki bodrum-konut 3 şilin (1 Taler), bir oda, zeminde 4 şilin, bir kat yukarda 4½ şilin, iki kat yukarda 4 şilin, tavanarasında 3 şilin - dolayısıyla, açlıktan kıvranan kiracılar, yalnız Charles Street'te evsahiplerine yılda 2.000 sterlin (14.000 Taler) haraç, ve Westminster'de, anılan 5,366 aile, hep birlikte, yılda 40.000 sterlin (270.000 Taler) kira ödemektedir.
            En büyük işçi çevresi, Tower'in doğusunda, Londra işçilerinin ana kitlesinin toplandığı Whitechapel ile Benthnal Green'de bulunmaktadır. Benthnal Green'de St. Philip Rahibi bay G. Alston'un kendi kilise bölgesinin durumu üzerine söylediklerini dinleyelim.
            "2.795 ailenin ya da yaklaşık 12.000 kişinin barındığı 1.400 ev vardır. Bu kalabalık nüfusun oturduğu alan 400 yarda (1.200 ayak) kareden daha azdır, ve böyle bir aşırı kalabalıkta, bir erkeği, karısı, dört-beş çocuğu ve bazan dede ve nine ile birlikte içinde çalıştıkları, yedikleri ve uyudukları on-oniki ayak karelik [9-10 metre karelik], bir tek odada görmek alışılmamış bir şey değildir. İnanıyorum ki, Londra piskoposu bu son derece yoksul cemaate dikkati çekmeden önce, kentin batı ucundaki insanlar onları Avustralya ya da Güneydenizi-adaları yerlilerinden daha az biliyorlardı. Ve bu mutsuzların acılarını bir kez kendi gözlerimizle görürsek, onları yoksul sofralarının başında gizlice dinlersek ve hastalıktan ya da işsizlikten kıvranırlarken görürsek, öyle bir çaresizlik ve yoksunluk ile karşılaşacağız ki, bizimki gibi bir ulus böyle şeylerin olabilmesinden utanç duymak gerekir. Fabrikaların en kötü durumda olduğu üç yıl boyunca Huddersfield yakınında rahiptim; ama yoksulların Benthnal Green'dekinden daha derin bir çaresizliğini asla görmedim. Bütün çevrede on aile babasından birinin bile iş giysisinden başka giyeceği yoktur, o da olabildiğince kötü ve yırtık pırtıktır; hatta çoğunun geceleri bu paçavralardan başka yorganı ve ot ve talaş dolu bir çuvaldan başka döşeği yoktur."
            Bu konutların iç görünüşünün nasıl olduğunu da yukarıdaki betimlemeden anlıyoruz. Ama, yolları arada bir bu proleter konutlarından birkaçına düşen İngiliz devlet görevlilerini (sayfa 23) gene de izleyelim.
            Görevli bay Carter'in 16 Kasım 1834'te Ann Galway'ın cesedi üzerinde yaptığı bir kuşkulu ölüm araştırması vesilesiyle gazeteler ölünün konutu üzerine şunları yazıyor: Ann Galway Londra, Bermondsey Street, White Lion Court 3 numarada, kocası ve 19 yaşındaki oğluyla birlikte, içinde ne karyola, ne yatak, ne de başka bir mobilya bulunmayan küçük bir odada yaşıyordu. Oğlunun yanında, hemen hemen çıplak olan vücuduna serpiştirilmiş bir tüy yığınının üzerinde -çünkü ne yorgan vardı, ne de yatak çarşafı-ölmüş, yatıyordu. Tüyler bütün vücuduna öylesine yapışmıştı ki, hekim onlar temizlenmeden cesedi inceleyemedi, ve sonunda cesedi kupkuru ve asalak böcek ısırıkları içinde buldu. Odada döşemenin bir kesimi sökülmüştü ve aile o deliği ayakyolu olarak kullanıyordu.
            15 Ocak 1844 Pazartesi günü, Londra, Worship Street polis mahkemesine iki oğlan getirildi; çünkü oğlanlar açlık yüzünden bir dükkândan yarı-pişmiş bir sığır ayağı çalmış ve hemen yemişlerdi. Yargıç olayı daha çok aydınlatmak gereğini duydu, ve görevli polislerden aşağıdaki bilgiyi aldı: Oğlanların anası, sonradan polis olan bir eski askerden dul kalmıştı ve kocasının ölümünden beri dokuz çocuğu ile çok güç geçiniyordu. Pool's Place, Quaker Street, Spitalfields, n°2'de pek büyük bir yokluk içinde yaşıyordu. Görevli polis geldiği zaman, onu çocuklarından altısıyla birlikte, oturmalıksız iki hasır sandalye sayılmazsa mobilyasız, iki bacağı kırık bir masa, kırık bir fincan ve küçük bir tabak bulunan küçük bir arka odada, tam anlatıldığı gibi buldu. Ocakta bir kıvılcımlık ateş bile yoktu, ve köşede bir kadının önlüğünü doldurabilecek büyüklükte, ama bütün aileye yatak olan pek eski bir yığın paçavra vardı. Yorgan olarak üstlerinden dökülen giysilerinden başka hiçbir şeyleri yoktu. Zavallı kadın, ona, yiyecek almak için geçen yıl yatağını satmak zorunda kaldığını söyledi; yatak çarşaflarını biraz yiyecek için bakkala rehin etmiş, sözün kısası yalnız ekmek almak için her şeyi satması gerekmişti. Yargıç kadına sadaka kutusundan önemlice bir yardım sağladı.
            1844 Şubatında altmış yaşında bir dul kadın, Theresa Bishop, 26 yaşındaki hasta kızıyla, Marlborough Street polis mahkemesinin merhametine sığındı. Grosvenor Square, (sayfa 24) Brown Street, n°5'te bir dolaptan daha büyük olmayan, içinde bir tek mobilya bulunmayan küçük bir arka odada oturuyordu. Bir köşede üzerinde ikisinin de yatıp uyuduğu birkaç paçavra vardı; bir sandık hem masa hem de sandalye işini görüyordu. Ana, oda temizleyerek bir şeyler kazanıyordu; ev-sahibinin anlattığına göre, 1843 Mayısından beri bu durumda yaşıyorlardı; ellerinde kalan her şeyi parça parça satmışlar ya da rehine koymuşlardı, ve böyle olduğu halde asla kiralan ödememişlerdi. Yargıç sadaka kutusundan onlara bir İngiliz lirası verdirdi.
            Londralı bütün işçilerin yukarıdaki üç aile kadar yoksulluk içinde yaşadıklarını öne sürmüyorum; çok iyi biliyorum ki, birinin toplumca böylesine kıyasıya ayaklar altına alındığı yerde, onun durumu daha iyidir - ama, çalışkan ve namuslu Londra'nın bütün zenginlerinden daha namuslu ve saygıdeğer binlerce ailenin bu bir insana yaraşmayan durumda bulunduğunu ve her proleterin, hiç istisnasız, kendi suçu olmadan ve bütün çabalarına karşın aynı talihsizliğe uğrayabileceğini öne sürüyorum....
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 259-263.

      *


           
            ... bundan ötürü fabrika işçilerine o kadar çok verilmelidir ki, çocuklarını olağan iş için yetiştirebilsinler - ama daha fazlası da verilmemelidir ki, çocuklarının ücretinden vazgeçmesinler ve çocukları bayağı işçiden başka bir şey olmasınlar. Burada da sınır, en düşük ücret, görelidir (relative); ailedeki herkes çalışınca, bir tek kişinin geçimi için daha az gereksinir; ve ücreti büyük ölçüde düşürmede yararlanmak için burjuvazinin makinelerde çalıştırdığı kadınları ve çocukları işlendirme ve onların emeklerim kârlılaştırma fırsatı vardır. Elbette her ailede herkes çalışacak güçte değildir, ve böyle bir aile tümüyle, çalışacak güçte olan bir aileye göre hesaplanan en düşük ücretle çalışmak isteseydi, geçinmekte güçlük çekerdi; onun için ücret burada bir ortalama oluşturur, bu ortalama ücretle tümüyle çalışacak güçte olan aile epeyce iyi geçinirken, çalışacak güçteki üyeleri daha az olan epeyce kötü geçinir. (sayfa 25)
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 308.

      *


           
            İspirtolu içkilere düşkünlüğün yanında seksüel ilişkilere düşkünlük birçok İngiliz işçisinin başlıca kusurudur. Ama bu da, bu özgürlükten yararlanma aracı olmayan, kendi haline bırakılmış bir sınıfın durumundan zorunlu olarak doğan bir sonuçtur. Burjuvazi onlara bir yığın yorgunluk ve acı yüklerken, yalnız bu iki hazzı bırakmıştır, ve bunun sonucu, işçilerin yaşamdan bir şeyler almak için, bütün hırslarını bu iki hazda yoğunlaştırmaları ve kendilerini onlara aşın ve eh kuralsız tarzda vermeleridir. İnsanlar ancak hayvana yaraşabilecek bir duruma düşürülürse, onlara başkaldırmaktan ya da hayvanlaşmaktan başka hiçbir şey kalmaz. Ve üstelik burjuvazinin namuslu kesimi bile orospuluğun dolaysız artmasına yardım ederse -her akşam Londra caddelerini dolduran 40.000 zevk kadınından[3] kaçı erdemli burjuvalarla yaşıyor?- bu orospuların kaçı, yaşamak için vücutlarını yoldan geçenlere satmak zorunda olmalarını, bir burjuvanın baştan çıkarmasına borçludur? Demek ki, onların hiç değilse işçileri seksüel kabalıklarından ötürü kınamaya elbette hakları vardır.
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 355.

      *


           
            Toplumsal düzenin nimetlerinden yararlanmaksızın onun bütün sakıncalarını göğüslemek zorunda olan bir sınıftan, bu toplumsal düzenin yalnızca düşmanlığını gören bir sınıftan, bu toplumsal düzeni sayması hâlâ istenmeli midir? Bu, gerçekten çok şey istemek olur. Ama işçi sınıfı, bu toplumsal düzen varoldukça ondan kurtulamaz ve birey işçi ona başkaldırırsa, en büyük zararı görür. Böylece toplumsal düzen aile yaşamını işçi için hemen hemen olanaksızlaştırır; gece barınmaya elverişsiz, kötü döşenmiş ve çoğu zaman damı akan ve ısıtılmayan, oturulmaz, pis bir ev, insan dolu odada nemli bir hava; erkek, belki kadın ve büyük çocuklar da, hepsi bütün gün ayrı yerlerde çalışmakta, birbirlerini yalnız sabahları ve akşamları görmekte - konyak içmeye (sayfa 26) sürekli ayartılma bu yüzdendir; bu koşullarda aile yaşamı olabilir mi? İşçi gene de ailesini bırakamaz, ailesiyle yaşamak zorundadır, ve bunun sonuçları yetişkinlerin de çocuklarının da en büyük ölçüde ahlaksızlaşmasına yolaçan, ardı arası kesilmeyen aile dertleri ve evsel anlaşmazlıklardır. Bütün evsel ödevlerin savsaklanması, özellikle çocukların yüzüstü bırakılması, İngiliz işçileri arasında çok fazla yaygındır ve toplumun varolan kurumlarınca zorla yaratılmaktadır. Ve böyle yabanıl bir tarzda, ana-babalarına olduklarından daha çok ilgili oldukları ahlaksızlaştırıcı ortamda yetişen çocuklar daha sonra hâlâ iyi ahlaklı olabilirler mi? Kendini beğenmiş burjuvanın işçiden istediği gerçekten bönce değil mi?
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 356.

      *


           
            Elbette, burjuvazi, belirli, genel sınai gelişmeye elverişli koşullarda hammaddenin ucuzladığı her meta fiyatı düşmesinde, tüketimin çok arttığını ve yeni fabrikaların kurulduğunu söylerken haklıdır; ama bunun dışındaki her sözü bir yalandır. Fiyat düşümünün bu sonuçlarının görülmesine, yeni fabrikaların kurulmasına kadar uzun yıllar geçtiğini hiç hesaba katmıyor, makinelerdeki bütün iyileştirmelerin, gerçek, yorucu işi makineye gittikçe daha çok yüklediğini ve böylece yetişkin erkeklerin işinin, zayıf bir kadının veya bir çocuğun bile yarı ya da üçte-bir ücretle pekâlâ yapılabileceği basit bir gözetime dönüştüğünü susarak geçiştiriyor.
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 362.

      *


           
            Makinelerin yetişkin erkek emeğinin yerini gittikçe daha çok alması olgusunu biraz daha yakından görelim. Makine başındaki emek, eğirmede de dokumada da, aslında kopan iplikleri bağlamaktan başka bir şey değildir, çünkü makine bütün öbür işleri yapar; bu iş, kuvvet gerektirmez, ama daha büyük parmak kıvraklığı gerektirir. Erkekler bu iş için yalnızca gereksiz de değildir, tersine, ellerinin kuvvetli kas ve (sayfa 27) kemik gelişimi dolayısıyla kadınlardan ve çocuklardan daha da az uygundurlar ve pek doğal olarak bu türlü işlerde yerlerini onlara kaptırmaktadırlar. Ellerin etkinliği, kuvvet kullanımı, su ve buhar gücüyle işleyen makinelere ne kadar çok geçerse, o kadar az erkek çalıştırmak gerekir, ve kadınlar ve çocuklar zaten daha ucuz oldukları ve, söylendiği gibi, bu iş dallarında erkeklerden daha iyi çalıştıkları için, onlara iş verilir. İplik fabrikalarında, eğirme makinelerinin başında yalnız kadınlar ve kızlar, çıkrık makinelerinin başında yetişkin bir erkek (ki onun da yerini gelişmiş çıkrıklar almaktadır) ve pek çoğu çocuk veya kadın, bazan da 18-20 yaşlarında genç erkekler olan birçok iplik bağlayıcı, şurada burada da ekmeğinden olmuş yaşlı bir iplikçi görülür.[4] Dokuma tezgahlarının başında çoğunlukla 15-20 yaşlarında ve daha yaşlı, ama seyrek olarak yirmi bir yaşını aşıncaya kadar işbaşında kalan kadınlar çalışır. Kaba eğirme makinelerinde bile yalnız kadınlar, gerekli ise havalandırma makinelerini bilemek ve temizlemek için birkaç erkek çalışmaktadır. Bütün bunlardan başka fabrikalarda makaraları (bobinleri) takıp çıkarmak için birtakım çocuklar (doffer'ler) ve odaları gözetmek için birkaç yetişkin erkek, buhar makinesi, marangozluk, kapıcılık, vb. için bir mekanikçi ve bir makineci vb. çalıştırılmaktadır. Ama asıl işi kadınlar ve çocuklar yapmaktadır. Fabrikacılar bunu da yalanlamaktadırlar ve geçen yıl, makinelerin erkeklerin yerini almadığını kanıtlamak amacıyla anlamlı tablolar yayımlamışlardır. Bu tablolardan, bütün fabrika işçilerinin yarıdan biraz çoğunun (%52) kadın ve yaklaşık %48'inin erkek olduğu, ve bu işçilerin yarıdan çoğunun 18 yaşın üzerinde bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Bu kadarı çok iyi. Ama sayın fabrikacılar yetişkinlerin kaçının erkek ve kaçının kadın olduğunu bize söylemekten kaçınmaktadırlar. Önemli nokta da budur. Bundan başka besbelli mekanikçileri, marangozları ve fabrikaları ile herhangi bir ilişkisi bulunan yetişkin erkekleri, belki de yazıcıları vb. birlikte saymakta, ve gene de bütün (sayfa 28) gerçeği söyleme cesaretini göstermemektedirler. Bu bildiriler genellikle yanlışlıklarla doludur ve uzmanlar için çok şey kanıtlayan ve uzman olmayanlar için hiçbir şey kanıtlamayan hileli ifadeleri ve ortalama hesapları içermektedir, en önemli noktaları gizlemekte ve yalnız bu fabrikacıların körlüğünü ve namussuzluğunu kanıtlamaktadır. Lord Ashley'in 15 Mart 1844'te Avam kamarasında on saatlik [çalışma] önergesiyle ilgili konuşmasından birkaç alıntı yapalım. Lord Ashley burada çalışanların yaş ve seks ilişkisi üzerinde durmaktadır ve verileri zaten İngiliz fabrika sanayiinin bir kesimiyle ilgili olan fabrikacılar şimdiye kadar bunları yalanlamamışlardır. Britanya İmparatorluğunun 419.590 fabrika işçisinden (1839'da) 192.887'si, nerdeyse yarısı, 18 yaşından küçüktü ve 242.296'sı kadındı ve bunların da 112.192'si 18 yaşın altındaydı. Demek ki, geri kalan 80.695 erkek işçi 18 yaşın altındaydı ve 96.599 yetişkin erkek işçi vardı ya da bunların toplamı % 23 -genel toplamın tam dörtte-biri bile değil- idi. Pamuklu fabrikalarında işçilerin %56¼'ü, yünlü fabrikaların da %69½'si, ipekli fabrikalarında %70½'si, keten iplikhanelerinde %70½'si kadın ve kızdı. Bu sayılar yetişkin erkek işçilerin işten çıkarıldığını belgelemek için sunulmuştur. Ama bunu kanıtlanmış görmek için yalnızca yakındaki en iyi fabrikaya gitmek yeter. Bundan ötürü, işçiler için en yıkıcı sonuçlara yolaçan, onlara zorla kabul ettirilen kurulu toplumsal düzenin değiştirilmesi gerekir. Kadınların çalışması her şeyden önce aile bağlanın koparır; çünkü kadın günde 12-13 saatini fabrikada geçirirken ve erkek de aynı ya da başka bir yerde çalışırken, dışarıdaki çocukların hali ne olur? ... Annelerin çalışmasıyla genel küçük çocuk ölümlerinin arttığı besbellidir ve olgularla, bütün kuşkuların ötesinde, kanıtlanmıştır. Kadınlar doğumdan üç-dört gün sonra gene fabrikaya dönmekte ve çocuklarını elbette evde bırakmakta; yemek saatlerinde çocuk emzirmek ve o arada kendileri de bir şeyler atıştırmak için evlere koşmak zorunda kalmaktadırlar - çocukların nasıl emzirilmek gerektiği bellidir.
           
            F. Engels, aynı yapıt. s. 366-368.

      *


           
            Bundan başka, fabrika kulluğunun patrona her kulluk gibi, ve hatta daha çok, Jus primae noctis[5] bağışladığı bellidir. (sayfa 29) Bu ilişkide fabrikacı, kadın işçilerinin vücutları ve albenileri üzerinde efendidir. îşten kovma, el değmemiş kalmak için zaten önemli hiçbir gerekçesi olmayan kızların ... bütün direncini kırmak için yeterli cezadır. Fabrikacı yeterince aşağılık ise ... fabrikası aynı zamanda haremidir; ve bütün fabrikacıların haklarını kullanmaması, kızların durumunu asla değiştirmez. Fabrika sanayiinin başlangıçlarında, fabrikacıların pek çoğu toplumsal ikiyüzlülüğü bilmeyen ve dikkate almayan yeni türediler iken, hiçbir şeyin "kazanılmış" haklarının kullanımını engellemesine izin vermediler.
            Fabrika işinin kadının fiziksel durumundaki etkilerini anlamak için, önce çocukların işini ve işin niteliğim göz önünde bulundurmak gerektir. Yeni sanayinin başlangıcından beri, çocuklar fabrikalarda çalıştırıldı; önceleri aşağı yukarı yalnızca daha sonra büyütülen makineler küçük olduğu için çalıştırıldılar; ve hatta fabrikacıların uzun yıllar için "çırak" olarak alay alay kiraladıkları çocuklar ıslahevlerinden alındı. Çocuklar topluca barındırılıp giydirildiler ve elbette kendilerine en büyük kayıtsızlık ve barbarlıkla davranan patronlarının tam anlamıyla köleleri idiler. Daha 1796'da, insanı isyan ettiren bu sisteme gösterilen açık hoşnutsuzluğu Dr. Percival ve Sir R. Peel (şimdiki bakanın babası ve pamuk fabrikacısı) öylesine etkili dile getirdiler ki, parlamentodan bir Apprentice-bül (çıraklar yasası), çıktı, böylece en çok tepki uyandıran kötüye kullanımlar durduruldu. Giderek özgür işçi rekabeti doğdu ve bütün çıraklık sistemini geçersizleştirdi. Fabrikalar da giderek daha çok kentlerde kuruldu, makineler büyütüldü ve işyerleri daha havalanır ve sağlıklı hale getirildi; yetişkin ve genç kimseler de giderek daha çok iş buldular, ve böylece çalışan çocukların oransal sayısı biraz azaldı, ve işe başlama yaşı biraz büyüdü. 8-9 yaşından küçük çocukların çalıştırılması gittikçe azaldı. Daha sonra, göreceğimiz gibi, yasama erki çocukları burjuvazinin para hırsından korumak için birçok kez işe karıştı.
            İşçi ve özellikle fabrika işçisi çocukları arasındaki ölümlerin çokluğu, onların ilk yaşlarda karşılaştıkları durumun elverişsizliğine yeterli kanıttır... (sayfa 30)
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 373-374.

      *


           
            Fabrika işinin kadın vücuduna etkisi de tümüyle kendine özgüdür. Uzun çalışma zamanının yolaçtığı biçim bozulmaları kadınlarda çok daha ciddi olmaktadır; kısmen yanlış, oturuşun ve leğen kemiğinin kendi gelişiminin, kısmen de omurganın alt kesiminin eğrilmesinin yolaçtığı kalça çarpılmaları bu nedenlerden ötürü sık sık görülmektedir.
            Dr. Loudon raporunda diyor ki: "Bir kalça çarpılması ve başka birkaç hastalık örneği ile karşılaşmadı isem de, bu şeyler her hekimin böyle uzun bir çalışma zamanının çocuklardaki olası sonuçlarına örnek göstermesi gereken çeşittendir, ve ayrıca en güvenilir tıp adamlarınca doğrulanmaktadır."
            Kadın fabrika işçilerinin öbür kadınlardan daha güç doğum yaptıklarına, sık sık da çocuk düşürdüklerine birçok ebe ve doğum yardımcısı tanıklık etmektedir, örneğin Dr. Hawkins, evid., s. 11 ve 13. Bu yetmiyormuş gibi, bütün fabrika işlerindeki kadınlar topluca genel zafiyet çekmekte ve, gebe iken, doğma saatine kadar fabrikalarda çalışmaktadırlar -elbette, çalışmayı daha önce bırakırlarsa yerlerinin kapılmasından ve işlerine son verilmesinden ve ücretlerini yitirmekten korkmaktadırlar. Ertesi sabah doğum yapan kadınların akşam hâlâ çalıştıkları sık sık görülmektedir, fabrikalarda makinelerin arasında doğurmaları bile hiç de seyrek görülen bir durum değildir. Ve burjuva beyler bunda olağanüstü hiçbir şey görmüyorlarsa da, gebe bir kadını doğuracağı güne kadar günde oniki-onüç (eskiden daha çok) saat ayakta durup sık sık eğilerek çalışmaya dolaylı olarak zorlamanın bir zalimlik, alçakça bir barbarlık olduğunu karıları herhalde kabul edeceklerdir. Ama hepsi bu kadar da değil. Doğumdan sonra ondört gün çalışmaları gerekmeyen kadınlar bundan pek memnun kalmakta ve bu süreyi uzun saymaktadırlar. Kimileri daha sekiz, hatta üç-dört gün sonra, bütün çalışma zamanını tamamlamak için, gene fabrikaya gelmektedirler - birinde bir fabrikacının bir gözcüye şöyle sorduğunu işittim: Falanca ve filanca kadınlar işe hâlâ başlamadı mı? - Hayır. - Doğuralı kaç gün oluyor? - Sekiz gün. - Ama çoktan işe başlayabilirdi. Şuradaki kadın yalnız üç gününü evde geçirdi. - Elbette; işten çıkarılma korkusu, (sayfa 31) açlık korkusu, onu halsizliğine karşın, acılarına karşın fabrikaya sürüklüyor; işçisinin hastalık yüzünden evde kalmasına fabrikacının çıkarı gözyummaz, işçiler hasta olamaz, loğusa yatağına sığınamaz - yoksa fabrikacının makinelerini durdurması ya da o yüce başının geçici bir değişme yüzünden ağrıması gerekir; ve bunu yapmaz, rahatsızlanmaya kalkışınca işçilerine yol verir. Dinleyiniz (Cowell, evid., s. 77):
            "Bir genç kız kendini çok hasta hissediyor, işini güçlükle yapabiliyor - Neden eve gitmek için izin istemiyor? - Ah, beyim, 'patron' bu bakımdan çok bencil; çeyrek gün işbaşında bulunmazsak, kovulmayı göze almışız demektir."
            Ya da (Sir D. Barry, evid., s. 44); İşçi Thomas MacDurt'un hafif ateşi var, "hiç değilse dört gün evde kalamıyor, çünkü işini yitirmekten korkuyor".
            ... Böyle kadınlardan, özellikle gebeliklerinde çalışmak zorunda olanlardan doğan çocuklar sağlıklı olamaz. Tersine, Manchester'le ilgili raporda, çok cılız oldukları bildirilmektedir, ve yalnız Barry sağlıklı olduklarını öne sürmekte - ama denetlediği İskoçya'da hemen hiçbir evli kadının çalışmadığını da söylemektedir; onun için orada fabrikaların pek çoğu, Glasgow ayrı tutulursa, kırdadır, ve bu, çocukların sağlıklı olmasına pek çok yardım etmektedir. Manchester'in yakın çevresindeki işçi çocuklarının hemen hepsi şen ve sağlıklıdır, oysa kenttekiler solgun ve sıracalı görünmektedir; ama dokuz yaşına basar basmaz, fabrikaya gönderildikleri için, renkleri soluvermekte, ve artık kent çocuklarından ayırt edilememektedirler.
            Ama fabrika işinde bir de özellikle yan etkileri olan birkaç çalışma kolu daha vardır. Pamuk ve keten ipliği fabrikalarındaki birçok odada, özellikle havlama ve tarama odalarında göğüs darlığına yolaçan bir yığın lifli toz uçuşmaktadır. Buna bazı bünyeler dayanır, öbürleri dayanmaz. Ama işçinin seçme hakkı yoktur, göğsü sağlıklı olsa da olmasa da, nerede iş bulursa o odada çalışmak zorundadır. Solunan bu tozun bilinen sonuçları kan tükürme, güç ve ıslıklı soluma, göğüste ağrılar, öksürük, uykusuzluk, kısaca en kötü durumlarda akciğer veremiyle biten astımın bütün belirtileridir. (Karşılaştırınız: Stuart, s. 13, 70, 101, Mackintosh, s. 24 vb., Power'ın Nottingham, Leeds, Cowell üzerine raporu, s. 60 vb., Barry, s. 12 [bir fabrikada beş], s. 17, 44, (sayfa 32) 52, 60 vb.; Loudon, s. 13 vb.). Ama sağlığa özellikle zararlı olan, ketenin genç kızlar ve çocuklarca yapılan ıslak eğirilmesidir. İğlerden üzerlerine su sıçrar, öyle ki giysilerinin ön kesimi derinlerine kadar sürekli ıslaktır ve zeminde her zaman su vardır. Bu, pamuk fabrikalarının iplik katlama odalarında da biraz böyledir, ve bunun sonucu sık soğuk algınlıkları ve göğüs yangılandır. Kısık, boğuk bir ses bütün fabrika işçilerinde, ama hepsinden çok da ıslak eğiricilerde ve katlayıcılarda yaygındır. Stuart, Mackintosh ve Sir D. Barry bu işin sağlığa aykırılığından ve pek çok fabrikacının bununla az ilgilenmesinden en etkileyici deyimlerle söz etmektedirler. Keten eğirmenin başka bir etkisi omuzun kendine özgü çarpılması, özellikle sağ kürek kemiğinin işin doğasından ötürü çıkıntı yapmasıdır. Bu türlü eğirme, çıkrıkla eğirme gibi, kopan ipliklerin bağlanması sırasında iği durdurmak için kullanılan diz kapaklarında da sık sık hastalıklara yol açmaktadır. Bu iki işte makinelerin alçak olması ve sık sık eğilmek gerekmesi yüzünden vücudun gelişmesi genellikle aksamaktadır. Manchester'da görevli olduğum pamuk fabrikasının eğirme odasında iyi gelişmiş, boylu poslu bir tek kız gördüğümü anımsamıyorum; hepsi ufak tefekti, kötü gelişmişti ve şişmandı, vücut biçimleri kesinlikle çirkindi. Ama bütün bu hastalıklardan ve kötü biçimlenmelerden başka, işçilerin kemikleri başka türlü de zarar görmektedir. Makineler arasında çalışmak bir sürü kazaya yolaçmakta ve dolayısıyla işçiler kısmen ya da tümüyle işlerini yapamaz hale gelmektedirler.
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 383-386.

      *


           
            Bir yığın hastalık yalnızca burjuvazinin iğrenç para hırsından doğmaktadır! Kadınlar doğuramaz hale gelmekte, çocuklar çarpık-çurpuk gelişmekte, erkekler zayıf düşmekte, kollar ve bacaklar ezilmekte, bütün kuşaklar bozulmakta, ve bütün bunlar yalnızca burjuvazi kesesini doldursun diye olmaktadır! Ve gözeticilerin çocukları yataklarından nasıl çırılçıplak çıkardıkları, çocukların, giysileri kollarında, tekme tokat nasıl fabrikalara koşturulduğu (örneğin Stuart, s. 39 (sayfa 33) ve başkaları), tokatlanarak nasıl uyandırıldığı, buna karşın işbaşında nasıl uyuyakaldığı, uyuklayaduran zavallı bir çocuğun gözetici bağırınca sıçrayıp, durmuş olan makinesini kapalı gözlerle nasıl çalıştırdığı okunursa; eve gidemeyecek kadar yorgun düşen çocukların uyumak için kurutma odasındaki pamukların altına nasıl gizlendiği, ve ancak kayışlarla dövülerek fabrikadan çıkarılabildiği, yüzlerce çocuğun uykusuzluktan ve iştahsızlıktan akşam yemeği yemeyecek kadar bitkin bir halde her akşam eve nasıl döndüğü, ana-babalarının onları yataklarının yanında dua ederken diz çökmüş durumda uyuyakalmış bulduğu okunursa; bütün bunlar ve hepsi de yeminle doğrulanan, birçok tanığı olan, komiserlerin bile inanılır saydığı adamların bildirdiği daha başka yüzlerce alçaklık ve rezillik bu bir tek raporda okunursa; bunun "liberal" bir rapor, Tory'lerin ilk raporunu gerçekleşsizleştirmek için düzenlenmiş bir burjuva rapor olduğu, komiserlerin bile burjuvaziden yana olduğu ve her şeyi istemeyerek rapor ettiği düşünülürse - insanseverliği ve fedakârlığı ile çalım satan, oysa biricik amacı kesesini d tout prix[6] doldurmak olan bu sınıfa içerlememek, öfkelenmemek elde mi?
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 388-389.

      *


           
            Eğirme işlemi katı bir işbölümü ile çok karışık bir hale getirilmiştir ve bir yığın dalı vardır. Önce iplik eğrilir; bunu ondört yaşından büyük kızlar (winders) yapar; ... sonra erkek işçi, makineden enli bir kumaş gibi çıkan uçları büker ve çok küçük çocuklar birleşik iplikleri çekerek birbirinden ayırır. ... Eğiricilerin de threader'lar gibi belirli bir çalışma zamanı yoktur, çünkü bir makinenin makaraları dolar dolmaz oraya çağrılırlar; ve çünkü erkek işçiler geceleri de uç büker, onun için her zaman fabrikaya ya da bükücüler odasına çağrılabilirler. Bunun sonucu olan çalışma kuralsızlığı, sık sık gece çalışmak, düzensiz yaşamak, fiziksel ve moral bir yığın hastalığa yolaçar. (sayfa 34)
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 410-411.

      *


           
            Eğirme işleminin başka bir dalı, dantelâ örme, tarımla da uğraşılan Northampton, Oxford, Bedford ve Buckingham kontluklarında ve pek çoğu çocuk ve genç yaşta olan, kötü beslenmekten genellikle sızlanan ve pek seyrek et yiyebilen kimselerce yapılır. İşin kendisi sağlığa son derece aykırıdır. Çocuklar küçük, kötü havalandırılan, nemli odalarda, sürekli oturarak ve dantelâ yastıklarına eğilerek çalışırlar. Vücudu bu yorucu durumda desteklemek için kızlar tahta balinalı bir korse kullanırlar ki, bu balinalar kemikleri henüz çok yumuşak olan çocuk yaştaki pek çok kimsede, eğilmiş durumda iken göğüs kemiğinin ve kaburgaların konumunu tümüyle bozmakta ve dar-göğüslülüğe yolaçmaktadır. Pek çoğu, bu yüzden, oturarak çalışmasının ve kötü havanın sonucu olan sindirimsizliğin en acı verici etkilerine bir süre dayandıktan sonra, veremden ölmektedir. Hemen hiç eğitimsizdirler, pek azı ahlaki eğitim görmüştür, hepsi de süslenmeye düşkündür. Bunlardan ötürü ahlaki durumları çok kötüdür ve aralarında orospuluk etmeyen yok gibidir. (Ch. Empl. Com., Burns, Report.)
            Burjuvazinin güzel hanımlarına dantelâlarla bezenme sevincini yaşatmak için toplumun ödediği fiyat budur - çok ucuz sayılmaz, değil mi? Yalnız birkaç bin kör işçi, yalnız veremli birkaç proleter kız, hastalıklı bir ayaktakımı kuşağı, hastalıklarını gene aynı ölçüde aşağı sınıftan çocuklarına ve torunlarına kalıt bırakacak bir kuşak - bu nedir ki? Hiçbir şey, hiçbir şey! Bizim İngiliz burjuvazimiz Hükümet Komisyonunun raporunu kayıtsızca bir yana koyacak ve karıları ile kızları önceden olduğu gibi gene dantelâlarla bezenecek.
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 412-413.

      *


           
            Gariptir ki, burjuvazinin hanımlarının bezenmesine yarayan bu metaların üretimi, o işte çalışan işçilerin sağlığı bakımından en acıklı sonuçların doğmasını gerektirmektedir. Bunu daha önce dantelâ örmede görmüştük ve söylediklerimizin kanıtlarıyla Londra'nın giysi diken mağazalarında (sayfa 35) bir daha karşılaşıyoruz. Bu kuruluşlar bir yığın genç kız çalıştırmaktadır -hepsinin 15.000 kişi olduğu söylenmektedir-; bunlar, evlerde yatıp kalkmakta ve yemektedirler, çoğu kırdan gelmiştir, bu yüzden patronların tam kölesidirler. Yılda 4 ay süren moda mevsiminde, en iyi kuruluşlarda bile günlük çalışma süresi onbeş, ve, araya başka işler girerse, onsekiz saattir; ama bu mevsimde hiçbir zaman belirlemesi olmadan çalışılır, öyle ki kızlar yirmidört saatte asla altı ve çoğu zaman üç-dört, ve sık sık olduğu gibi bütün gece çalışmak zorunda kalmazlarsa, iki saatten çok dinlenme ve uyuma zamanı bulamazlar ve ondokuz-yirmiiki saat çalışırlar. Çalışmalarına konan biricik sınır, iğneyi bir dakika için kullanamayacak kadar kesin fiziksel yeteneksizliğe uğramalarıdır. Bu çaresiz yaratıkların dokuz gün boyunca soyunmadıkları ve çok çabuk atıştırabilsinler diye yemeklerinin küçük parçalar halinde önlerine konduğu bir şiltede arasıra bir an dinlenebildikleri olur; sözün kısası, bu mutsuz kızlar modern köleciliğin moral kamçısı -işten kovma korkutması- ile, değil 14-20 yaşlarındaki narin kızların, güçlü kuvvetli bir adamın bile dayanamayacağı böyle sürekli ve uzun bir işte tutulmaktadırlar. Bundan başka, çalışma odalarının ve uyuma yerlerinin nemli havası, iki büklüm durmaktan ileri gelen kötü sindirim, ama hepsinden çok da, uzun zaman çalışmak ve temiz havadan yoksunluk, kızların sağlığı bakımından kötü sonuçlar doğurmaktadır. Yorgunluk, bitkinlik, halsizlik, iştahsızlık, omuzlarda, sırtta ve kalçalarda ağrılar, ama özellikle başağrıları hemen başlar; sonra omurga eğrilmesi, çabucak yakın-görmezleşen gözlerde şişme, sulanma ve ağrılar, öksürük, göğüs darlığı gibi kadın organizmasına özgü bütün gelişim bozuklukları görülür. Birçok halde gözler öylesine yıpranır ki onmaz bir körlük başlar; ve görüş işi sürdürmeye yetecek kadar iyi kalırsa, bu kızların kısa, acıklı yaşamına çoğu zaman verem son verir. Bu işi yeterince erken bırakanlarda bile, vücut sağlığı sürekli bozuk kalır, bünyenin direnci kırılır; böyleleri sürekli, özellikle evlenince, zayıf ve halsiz olur ve hastalıklı çocuklar dünyaya getirir. Komiserin (Ch. Empl. Comm.) görüştüğü bütün hekimler, sağlığı bozup erken bir ölüme yolaçmada bundan daha etkili bir yol bulunamayacağını bildirerek sözbirliği etmişlerdir. ... Londra'da dikici kızlar da aynı acımasızlıkla, yalnız biraz (sayfa 36) daha dolaylı olarak, sömürülmektedir. Korse yapımında çalışan kızların zor, yorucu, göze zararlı bir işleri vardır; ve aldıkları ücret nedir? Bunu bilmiyorum, ama biliyorum ki kendisine verilen malzeme için kefalet yatırması gereken ve işi tek tek dikicilere dağıtan aracı parça başına 1½ peni, 15 Prusya feniği almaktadır. Onun payı, en az ½ peni, bundan düşülmekte, ve zavallı kızın cebine en çok 1 peni girmektedir. Boyunbağı diken kızlar, günde onaltı saat çalışmakla yükümlüdürler ve haftada ellerine 4½ şilin, 1½ Prusya taleri geçmektedir ki, bununla da en ucuz Alman kentinde 20 gümüş kuruşla satın alınabilecek şeyleri almaktadırlar.[7] Ama en kötüsü gömlek dikenlerin halidir. Sıradan bir gömlek için 1½ peni almaktadırlar - eskiden 2-3 peni alıyorlardı, ama burjuva-radikal bir resmî makamın yönettiği St. Pancras yoksullarevi, işi 1½ peniye almaya başlayalı beri dışardaki zavallı kadınlar da öyle yapmak zorunda kaldılar. Günde onsekiz saatlik bir çalışmayla bitirilebilen ince, süslü gömlekler için 6 peni, 5 gümüş kuruş ödenmektedir. Bu dikici kadınların ücreti buna göre ve işçi kadınları ve patronları da içeren kimselerin tanıklıklarına göre, geceyarılarına kadar süren bir çalışmadan sonra, haftada 2½ -3 şilindir! Bu utanç verici barbarlığın üstüne tüy diken, dikici kadınların kendilerine emanet edilen malzemenin bedelinin bir kesimini depozit olarak yatırmak zorunda olmalarıdır; patronların da çok iyi bildikleri gibi, malzemenin bir kısmını rehine koymadan yapamazlar ve zarar etmeden rehinden kurtaramazlar; ya da, 1843 Kasımında bir dikici kadının başına geldiği gibi, malzemeyi rehinden kurtaramazlarsa sulh mahkemesine gitmek zorunda kalırlar. Bu duruma düşen ve ne yapılması gerektiğini bilmeyen zavallı bir kız, 1844 Ağustosunda, kendisini kanala atarak, yaşamına son verdi. Bu kadınlar, çoğu zaman, küçük tavanarası odalarında en büyük yoksulluk içinde yaşarlar, birçoğu yerin elverdiği ölçüde bir tek odaya doluşmuştur ve kışın odadaki biricik ısınma aracı çalışanların bedensel sıcaklığıdır. Orada işlerine eğilmiş olarak otururlar ve sabahtan geceyarısı dörde ya da beşe kadar dikerler, birkaç yılda sağlıkları bozulur ve vakitsiz ölüp giderler, üstelik o sırada en sıradan gereksinmelerini gideremezler.[8] (sayfa 37) Ve o sırada aşağıda, yüksek burjuvazinin saltanat arabaları geçer ve belki on adım ötede bayağı bir züppe bir gecede onların bir yılda kazanabildiğinden daha çok para harcar....
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 426-429.

      *


           
            Bu farklı, çoğu zaman birleşmiş, çoğu zaman ayrılmış işçi kesimleri -dernek üyeleri, çartistler ve sosyalistler- eğitimi geliştirmek için kendi başlarına birçok okul ve okuma odası kurmuşlardır. Her sosyalist ve hemen hemen her çartist kuruluşun, ve tek tek birçok derneğin böyle bir yeri vardır. Burada çocuklar burjuvazinin bütün etkilerinden uzak proleter bir eğitimden geçirilir ve okuma odalarında hemen yalnız proleter dergiler ve kitaplar bulunur. Bu okullar, onlara benzer birkaç kurumu, "Mechanics Institutions", proleter etkilerden kurtarmayı ve burjuvaziye yararlı bilimleri işçiler arasında yayan organlar haline getirmeyi başaran burjuvazi için çok tehlikelidir. Burada, şimdi, işçiyi burjuvaziye karşı muhalefetten alıkoyan ve ona belki de burjuvaziye para getirecek buluşlar yapma yolunu açacak doğal bilimler öğretiliyor - oysa doğal bilimler işçiye şimdi gerçekten hiç yararsızdır, çünkü işçi kendi büyük kentinde ve uzun işgününde, doğayı çoğu zaman bir kez bile görmemektedir; burada putu serbest rekabet olan ulusal ekonomi (Nationalökonomie) vaaz edilmektedir ki, bunun işçi için biricik sonucu, sessizce haklarından vazgeçip açlıktan ölmekten daha akıllıca hiçbir şey yapamayacağıdır; burada bütün eğitim, egemen politikaya ve dine karşı uysallığa, boyun eğmeye, hizmete yöneltilmiştir, öyle ki bu eğitim işçi için yalnızca sessiz itaatin, edilgenliğin, yazgısına boyun eğmenin sürekli bir vaazıdır. (sayfa 38) İşçi yığını bu kurumlardan elbette hiçbir şey beklememekte ve proleter okuma odalarına, doğrudan doğruya kendi çıkarlarıyla çakışan ilişkilerin tartışmasına dönmektedir - ve o zaman kendini beğenmiş burjuvazi kendi Dixi et Salvavi'sini[9] söylemekte ve "kötü niyetli demagogların öfkeli palavralarını sağlam bir eğitime yeğ tutan" bir sınıftan tiksintiyle yüzçevirmektedir. Öte yandan, işçi de, burjuvazinin çıkarını gözeten ikiyüzlülüklerle karıştırılmamış, anlamlı, doğalbilimsel, estetik ve ulusal ekonomik konularda, bütün proleter kurumlarda özellikle sosyalist olanlarda sık sık verilen ve çok iyi izlenen derslerde "sağlam bir eğitim"den geçmektedir. Kadife ceketleri artık iliklenmeyen işçilerin yerbilimsel, gökbilimsel ve başka konularda Almanya'daki eğitilmiş bazı burjuvalardan çok daha bilgilice konuştuklarını sık sık işittim. Ve İngiliz proletaryasının kendini eğitmeyi ne kadar iyi başardığı surdan bellidir ki, yeni felsefi, politik ve şiirsel yazının çığır açan yapıtlarını hemen hemen yalnız işçiler okumaktadır. Toplumsal durumun uşağı ve bağlı olduğu önyargılarıyla burjuva, gerçekten ileri bir adım atan her şey karşısında korkmakta, haç çıkarmaktadır; proleterin ise böyle şeylere gözleri açıktır ve bunları zevkle ve başarıyla incelemektedir. Bu bakımdan sosyalistler proletaryanın eğitimi için pek çok şey yapmışlar, Fransız materyalistlerini, Helvétius'u, Holbach'ı, Diderot'yu vb. çevirmişler ve ayrıca en iyi İngilizce yapıtların ucuz baskılarını yaymışladır. Strauss'un İsa'nın Yaşamı, Proudhon'un Mülkiyeti, hemen yalnız proleterler arasında dolaşmaktadır. Shelley, dahi peygambersel Shelley, ve varolan toplumla ilgili duyumsal kızgınlığı ve acı yergileriyle Byron, okurlarının pek çoğunu işçiler arasında bulmaktadır; burjuvaların yalnız bugünün ikiyüzlü ahlakına uygun olarak kısaltılıp iğdiş edilmiş yayınları "aile baskıları" vardır. Son çağın en büyük pratik filozoflarından ikisi, Bentham ve Godwin, özellikle ikincisi, yalnız proletaryanın mülkiyetindedir; Bentham'ın. köktenci (radikal) burjuvazi arasında bir okulu varsa da, onun öğretisini bir adım daha ileri götürmeyi yalnız proletarya ve sosyalistler başarmıştır. Proletarya bu temel üzerine kendi yazınını kurmuştur; bu, çoğunlukla gazetelerden ve (sayfa 39) kitapçıklardan oluşmuştur ve içerik bakımından bütün burjuva yazından çok daha ilerdedir. Daha sonra bu nokta üzerinde gene durulacaktır.
            Bir şey daha belirtilmelidir: Fabrika işçileri, ve onlar arasında özellikle pamuklu dokuma işçileri, işçi hareketinin çekirdeğini oluşturmaktadırlar. Lancashire ve özellikle Manchester en kuvvetli işçi birliklerinin konutu, çartizmin merkezî noktası, en çok sosyalist bulunan yerdir. Fabrika sistemi bir iş dalına ne kadar sokulursa, işçiler harekete o kadar çok katılmaktadırlar; işçiler ile kapitalistler arasındaki karşıtlık ne kadar keskinse, işçideki proleter bilinç o kadar gelişmiş, o kadar keskindir. Birmingham'lı küçük patronlar, bunalımlardan zarar görmelerine karşın, proleter çartizm ile bakkalca köktencilik (Radikalismus) arasında mutsuz bir orta noktada bulunmaktadırlar. Ama, genellikle, bütün sanayi işçileri sermayeye ve burjuvaziye karşı şu ya da bu biçimde bir direnç kazanmışlardır, ve şu noktada birleşmişlerdir: "Working Men" işçiler -ki bu, gurur duydukları bir unvandır ve çartist toplantılarda alışılmış hitaptır- olarak, bütün mülk sahipleri karşısında kendi çıkarları ve ilkeleri ve kendi görüşleriyle kendine özgü bir sınıf oluşturmaktadırlar, ve ulusun kuvveti ve gelişme yeteneği bu sınıfta bulunmaktadır.
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 453-455.

      *


           
            Aynı şey daha yaşlı kızlar ve kadınlar için de geçerlidir. En acımasız biçimde aşırı çalıştırılırlar.
            Hemen her zaman en acı veren bir ölçüye ulaşan bu yorgunluk, bünyeyi etkilemekten geri kalmaz. Böylesine aşırı bir çalışmanın ilk sonucu, bütün yaşam gücünün, kasların tek yanlı gelişmesi için kullanılmasıdır, öyle ki çekme ve itme sırasında özellikle çalışan kol, bacak, sırt, omuz ve göğüs kasları olağanüstü gelişirken vücudun geri kalan her yanı besinsizlik çeker ve cılız kalır. Her şeyden önce gelişme yavaşlar ve geri kalır; aşağı yukarı bütün maden işçileri kısa boyludur. ... Sonra erinlik (buluğ) delikanlılarda da kızlarda da (sayfa 40), -delikanlılarda 18 yaşında kadar- gecikir...
            Çocukluk çağının uzaması aslında durdurulmuş gelişmenin bir kanıtından başka bir şey değildir ve daha sonraki yaşlarda meyvelerini vermekten geri kalmaz.
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 460-461.

      *


           
            Bütün maden işçilerinin aşırı çalışması, bellidir ki, içkiye düşkünlüğe yolaçar. Cinsiyetlerin ilişkisine gelince, ocaklardaki sıcaklık yüzünden erkekler, kadınlar ve çocuklar pek çok durumda çıplak ve çoğu zaman nerdeyse çıplak çalışırlar, ve karanlık, ıssız ocaklarda bunun sonuçlarının neler olabileceğini herkes kendisi düşünebilir. Burada evlilik dışı çocuk sayısı yeraltındaki yarı yabanıl insanlar arasında neler geçtiğini göstermekte, ama cinsiyetler arasındaki yasal olmayan ilişkinin kentlerde olduğu gibi henüz orospuluğa varmadığını da kanıtlamaktadır. Kadınların çalışması, fabrikalarda aynı sonuçları doğurur, aile bağlarını çözer ve anneyi ev işlerini kesinlikle yapamaz duruma getirir.
            Ch. E. Rept, parlamentoya sunulduğu zaman, Lord Ashley, maden ocaklarında kadınların çalışmasını tümüyle yasaklayan ve çocuklarınkini çok sınırlayan bir yasa önergesi vermekte elini çabuk tuttu. Yasa çıktı, ama pek çok çevrede ölü bir metin olarak kaldı, çünkü uygulanmasını görmek üzere maden ocağı denetçileri bile atanmadı. Ocakların bulunduğu kırsal bölgelerde yasanın çiğnenmesi zaten çok kolaydır; onun için, İskoçya'daki Dük Hamilton Ocaklarında altmıştan çok kadın çalıştırıldığını Maden İşçileri birliğinin İçişleri bakanlığına resmen bildirmesi, ya da Manchester Guardian'ın birinde haber verdiği gibi, yanılmıyorsam, Wigan yakınındaki ocakta bir patlama sırasında bir kız çocuğunun can vermesi ve yasalsızlığın böylelikle günışığına çıkmasıyla artık hiç kimsenin ilgilenmemesi bizi şaşırtmamalıdır. Tek tek durumlarda kadınların çalıştırılması durdurulmuş olabilir, ama genellikle eski durum değişmeden sürmektedir. (sayfa 41)
           
            F. Engels, aynı yapıt, s. 464-465.
           

      *


           
            Sözde liberal okuldan olan birkaç politikacı "burjuvazinin ve işçi sınıfının birliği" üzerine çok gevezelik ediyor, ama düşünce saçma bir kuruntudur. Geniş bir uçurum, girişimciyi işçiden - efendiyi uşaktan ayırıyor. Hizmet personeliyle ilgili olarak Talfourd'un son eleştirel sözleri bile şöyle:
            "Rahatımız ve gereksinmelerimizin giderilmesi için hizmet ederek konutlarımızda sürekli kalan, sanki başka bir dünyanın insanlarıymışlar gibi eğilimlerine ve karakterlerine pek az güvendiğimiz erkeklerin ve kadınların çevremizde çoğaldığını düşünmek ne kadar acı."
            "Her iki dünyanın" söz konusu insanlarıyla ilgili hiç bir anlaşmazlık olamaz, burjuvazinin hanımları -kölelikten kendi öz ve oldukça yeni kurtuluşlarını unutarak- hizmetçilerini aşağı dünyanın işareti olarak "başlık" giymeye zorluyor, ve mülk ve akar ayırdedici özelliklerinin değil, tersine, paranın ayırdedici özelliklerinin yitebileceği korkusuyla, hizmetçi kızların güzel giyinmelerine ancak seyrek olarak izin veriyorlar.
           
            Karl Marks,"Die Englische Bourgeoisie",
            Marks-Engels, Werke, Band 10, Berlin 1961, s. 467.

           
           

      *


           
            Her beygir-gücüyle işletilen makinelerin sayısı büyük ölçüde artarken, beygir-gücü başına çalışan kişilerin sayısı değişmeden, yani ortalama 4 kişi kaldı. Bu, aşağıdaki tabloda görülüyor:
           

            [Fabrikalar]
      Çalışan Kişilerin Toplam Sayısı

            1838

            1850

            1856

            Pamuk fabrikaları
            Yün fabrikaları
            Kammgarn fabrikaları
            Keten fabrikaları
            İpek fabrikaları
           
            Genel Toplam

            259.104
            54.808
            31.628
            43.557
            34.303
           
            423.400

            330.924
            74.443
            79.737
            68.434
            42.544
           
            596.082

            379.213
            79.091
            87.794
            80.262
            56.137
           
            682.479

            (sayfa 42)
            1838'de yalnız el tezgâhlarında dokuyanların ve ailelerin aşağı yukarı 80.000 kişiye ulaştığı düşünülürse, çalışanların toplam sayısı (682.479) gerçekten küçük görünüyor. Aşağıdaki tablo, çalışanların emek-güçlerinin farklı kategorilerinin yüzde oranını gösteriyor:
           
      [Yıllar] Çocuklar 13 yaşın altında Genç erkekler 13-18 yaşlarında Kadınlar 13 yaşın üstünde Erkekler 18 yaşın üstünde

            1838
            1850
            1856

      5,9
      6,1
      6,6

      16,1
      11,5
      10,6

      55,2
      55,9
      57,0

      22,8
      26,5
      25,8

           
            Karl Marks, "Das Englische Fabriksystem",
            Marks-Engels, Werke, Band 12, Berlin 1961, s. 192.

           
            (sayfa 43)
           

      *

      Makinelerin Yolaçtığı Kazalar

      Yaralanma Çeşidi Yetişkinler Gençler Çocuklar Birlikte Toplam

      e.     k.

      e.     k.

      e.     k.

      e.     k.


      Ölümcül kazalar
      Sağ kolun ya da sağ elin kesilmesi
      Sol kolun ya da sol elin kesilmesi
      Sağ elin bir parçasının kesilmesi
      Sol elin bir parçasının kesilmesi
      Bacağın ya da ayağın bir parçasının kesilmesi
      Kol, bacak ve gövde kemiklerinin kırılması
      El ya da ayak kırığı
      Baş ve yüz yaralanması
      Yarılmalar, ezilmeler ve yukarda sayılmayan başka yaralanmalar

      14     3

      5     6
      4     1
      23     24
      16     17

      5     -

      30     11
      39     43
      20     17

      268     255

      7     2

      3     1
      7     3
      29     22
      21     18

      1     -

      43     11
      30     37
      23     19

      315     352

      2     2

      1     -
      1     -
      15     7
      8     7

      -     -

      11     4
      20     15
      11     4

      128     66

      23     7

      9     7
      12     4
      67     53
      45     42

      6     -

      84     26
      89     95
      54     40

      711 673

      30

      16
      16
      120
      87

      6

      110
      184
      94

      1384
      Toplam 424   377 479   465 197   105 1100   947 2047

      Makinelerin Yolaçmadığı Kazalar

      Toplam 83     30 59     26 21     10 163     66 229

             
            ... Raporlar bu altı ayda olağanüstü iş etkinliği olduğuna hep birlikte tanıklık ediyor. Emek-gücüne talep öylesine büyüktü ki, birkaç sanayi dalında işçi arzı yetersizdi. Bu güçlük yün fabrikalarında daha az başattı; oralarda, iyileştirilmiş makineler fabrikacılara emek-gücü, özellikle genç emekgücü (sayfa 44) darlığı yüzünden birçok makinenin çalışmadığı pamuk ve kammgarn fabrikalarında olduğundan daha az elemeği kullanmaya izin veriyordu. Bu geçici emek-gücü darlığını gidermek için geçmişte kötü birkaç yöntem kullanılıyordu. Fabrika sisteminin çocukluk çağında fabrikacılar emek-gücü darlığı çekince, bu emek-gücü, zorunlu olarak, uzak cemaatlerin yoksulevlerinden sağlanıyordu; onlar, belirli bir sayıda çırak, fabrikacılara uzun yıllar için anlaşmayla bağlanan küçük çocuklar gönderiyorlardı. Çocuklar bir kez çıraklığa verilince, yoksullar-yasası memurları, yararsız yiyicilerden kendilerini kurtardıkları için söz konusu cemaatleri kutluyorlar, fabrikacılar ise alışverişten en çok kâr sağlamaya koyuluyor, çocukları en ekonomik araçlarla besliyor ve emek-gücü olarak verebilecekleri her şeyi onlardan posalarını çıkararak alıyorlardı. ... Ama makinelerde iyileştirmeler yapıldığı için, iş canlanırken ve yöredeki nüfus, emek-gücünü iplik fabrikalarının kullanımına tümüyle veremezken, başka bir çeşit emek-gücü darlığı doğuyordu. Bu fabrikacılar İrlanda'ya adamlar gönderip İrlandalı aileler getirtiyorlardı. Ama İrlanda, İngiltere'nin talebine göre emek-gücü gereksinmesini karşılayabilen pazar olarak tükendi, ve fabrikacılar, güney ve batı İngiltere'deki kontluklardan yeni bir iş alanına çekilmek için, kuzey kontluklarındaki ücretlerle kandırılabilecek aileler aramak zorunda kaldılar. Ailelere fabrika bölgelerine taşınmaları için sunulan kazançları anlatmak için ülkenin her yerine aracılar gönderiliyordu; ve bunlar kuzeye göç için anlaşmalar yapma yetkisiyle donatılmışlardı. Birçok aileyi, bu aracılar yola çıkarmış olmalıdır. Bununla birlikte bir adamın karısı ve çocukları ile bir fabrika işine yerleşmesinin özel sakıncası, çabucak öğrenen ve işlerine oldukça kısa bir sürede yararlı olan genç aile üyelerinin çok aranması, oysa fabrika işinde deneyimsiz olan erkeğin ve karısının emek-gücüne özel bir gereksinme olmamasıdır. Bu, birkaç fabrikacının eski çıraklık sistemine belirli bir ölçüde dönmesine yolaçtı. (sayfa 45)
           
            K. Marks, "Die Lage in der britischen Fabrikindustrie"
            Marks-Engels, Werke, Band 15, s. 78-80.

      *


           
            Makine kendini işleten gücü kendisi içerdiği için, kas gücü değerden düştü. - Kadın ve çocuk emeği, şimdiye kadar ücretli çalışmayan aile üyelerinin işe alınması ile ücretli işçi sayısının çabucak artması. Böylece erkeğin emek[-gücünün] değerinin bütün aileye bölünmesi, ve değerden düşmesi. - Şimdi dördü sermaye için yalnız emek değil, üstelik artı-emek de sağlamak zorundadır. Eskiden yalnız erkeğin çalışmasıyla geçinen aile böyle geçinir. Böylece sömürü gereçleri ile birlikte sömürü derecesi de artar. s. 383.
            Eskiden emek-gücünün satımı ve satınalımı bir özgür kişiler ilişkisidir, şimdi yetişkinleşmemişler ya da yarı-yetişkinler satın alınır, işçi şimdi karısını ve çocuğunu satar, köleci olur. Örnekler: s. 384-385.
            Fiziksel yıpranma - tarımsal işletmelerin sınaileşmesi (Gansystem) ile işçi çocuklarında ölüm artışı, s. 387.
            Moral yıpranma, s. 389. Buna karşı fabrikacıların eğitim kayıtları ve direnmesi, s. 390.
            Kadınların ve çocukların fabrikaya girmesi sonunda erkek işçilerin kapitalist despotluğa direnmesine yol açar. s. 391.
            Ama makine, yerinden olan erkek işçinin boşta kalmasıyla, kadınların ve çocukların işe alınmasıyla olduğu gibi, sermayenin yasasına boyun eğmek zorunda olan bir fazla işçi nüfusu da üretir. Dolayısıyla işgününün bütün ahlaki ve doğal sınırlarını çiğner. Dolayısıyla iş zamanını kısaltmanın en etkili aracı, işçinin ve ailesinin bütün ömrünü sermayenin yararlanması için yedek çalışma zamanına dönüştürmenin en şaşmaz aracı olur. s. 398.
           
            F. Engels, "Konspekt über Das Kapital" Marks-Engels,
            Werke,
      Band 16, Berlin 1962, s. 281, 282.

      *


           
            Burjuva istatistikçileriniz, size, örneğin Lancashire'daki fabrika işçisi ailelerin ortalama ücretinin arttığını açıklayacaklardır. Unutuyorlar ki, aile başkanının, erkeğin emeğinin yerine, şimdi karısı ve belki üç ya da dört çocuğu, sermayenin Juggernaut'unun tekerlekleri altına atılmıştır ve toplam emeklerinin toplam ücretinin aileden sızdırılan artımı kesinlikle (sayfa 46) uygun düşmemektedir.
           
            K. Marks, Lohn, Preis und Profit,
            Marks-Engels, Werke, Band 16, Berlin 1962, s. 145.
           
            K. Marks, "Ücret, Fiyat ve Kâr".
            Ücretli Emek ve Sermaye
      -Ücret, Fiyat ve Kâr.
            Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 119.

      *


           
            Makine kullanımının başka bir sonucu, kadınların ve çocukların fabrikalara sürülmesidir. Böylelikle kadın, toplumsal üretimimizin etkin bir gücü olmuştur. Eskiden kadın ve çocuk emeği aile çevresinde kullanılmıştır. Bununla, kadınların ve çocukların toplumsal üretimimizde yer alması kötüdür demek istemiyorum. İnanıyorum ki dokuz yaşından sonra her çocuk zamanının bir kesimini üretken işle uğraşarak geçirmelidir, bununla birlikte çocukların bugünkü koşullarda çalışmaya zorlandıkları yol, iğrençtir....
           
            K. Marks, "Aufzeichnung einer Rede von Karl Marks
            über die Folgen der Anwendung von maschienen durch die
            Kapitalisten", Marks-Engels, Werke, Band 16, s. 553.

      *


           
            Sanayinin kapitalist temel üzerinde gelişmesi, çalışan yığınların yoksulluğunu ve sefaletini toplumun bir yaşam koşulu haline getirdi. Suç sayısı yıldan yıla arttı. Eskiden güpegündüz korkusuzca ortalıkta dolaşan feodal kötülükler yok edilmemişti, ama geçici olarak arka plana itilmişti. Böylelikle şimdiye kadar ancak gizlice işlenen burjuva kötülükler bol bol çiçek açtı. Ticaret giderek dolandırıcılığa gelişti. Devrimci dövizin "kardeşlik"i rekabet savaşının yalan-dolanlarında ve kıskançlığında gerçekleşti. Şiddetli baskının yerini ahlaksızlık, ilk toplumsal iktidar kaldıracı olan kılıcın yerini para aldı. İlk gece hakkı feodal beylerden burjuva fabrikacılara geçti. Orospuluk şimdiye kadar işitilmemiş ölçüde yayıldı. Evliliğin kendisi, daha önce olduğu gibi, orospuluğun yasal tanınmış biçimi, resmî örtüsü olarak kaldı, ve (sayfa 47) alabildiğine zina ile tamamlandı.
           
            F. Engels, Herrn Eugen Dührings Umwälzung der Wissenschaft,
            Marks-Engels, Werke, Band 20, Berlin 1962, s. 239, 240. Anti-Dühring,
            Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 410,411.

      *


           
            Yeni işyerlerinde mekanik gücün ve makinelerin kullanımı, ve daha önce makineleşmiş işyerlerinde yaygınlaşması ve yetkinleşmesi, "eller"i gittikçe işyerlerinden atıyor; ve bu, gereksizleşen "eller"in ülkenin fabrikalarınca emilip işlendirilebilmesinden çok daha hızlı bir tempoyla oluyor. Bu fazla "eller" sermayeye gerçek bir yedek sanayi ordusu sağlıyor. İşler kötü giderken bu ordu aç kalabilir, dilenebilir, çalabilir ya da işevlerine gidebilir; işler iyi giderken ise üretimini artırılması için hazırdır; ve en son erkek, son kadın ve son çocuk da iş bulmak gerekmediği sürece -ki ancak fırtınalı aşırı-üretim zamanlarında durum budur- bu yedek ordunun rekabetiyle ücretler düşük tutulur ve işçilere karşı savaşımında sermayenin gücü yalnız onun varlığıyla artar. Sermaye ile yarışırken işçiler yalnız zararlı çıkmakla kalmazlar, bacaklarına bukağılanmış bir top güllesini de birlikte sürüklemeleri gerekir. Ama kapitalist ekonomi politiğe göre adil olmak budur.
           
            F. Engels, "Ein gerechter Tagelohn für ein gerechtes Tagewerk"
            Marks-Engels, Werke, Band 19, Berlin 1962, s. 248, 249.
           
            F. Engels, "Adil Bir işgünü Karşılığında Adil Bir Ücret"
            Ücretli Emek ve Sermaye
      - Ücret, Fiyat ve Kâr, s. 129.

      *


           
            Ve burada öz evinin ve toprağının "bereketi" modern işçi için kendini bütün parlaklığı ile gösterir. Hiç bir yerde, İrlanda ev sanayii bile pek istisna değildir, Alman ev sanayiinde olduğu kadar rezilce düşük ücret ödenmez. Ailenin kendi bahçeciğinde ve tarlacığında alınteriyle ürettiği şey, kapitaliste emek-gücünün fiyatından onu düşme rekabetine izin verir; işçiler her götürü (parça başına) ücreti kabul etmek (sayfa 48) zorundadırlar, yoksa hiçbir şey alamazlar ve yalnız kendi topraklarının ürünüyle geçinemezler; ve öte yandan, bu çiftçilik ve toprak sahipliği, onları o yere bağladığı için, başka uğraşlar aramalarını engeller. Ve Almanya'nın küçük bir sürü metada dünya pazarını rekabete dayanarak elinde tutmasının gerekçesi burdadır..
           
            F. Engels, "Vorwort zur Zweiten durchgesehenen Auflage Zur Wohnungsfrage"
            Marks-Engels, Werke, Band 21, Berlin 1962, s. 331, 332.
           
            F. Engels, Konut Sorunu,
            Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 15.

      *


           
            Bundan başka, kapitalist ev sanayii, sağlığa son derece aykırı çalışma koşullarıyla kaçınılmaz olarak bağlıdır. İşçinin pek büyük yoksulluğu, çalışma koşullarını her nasılsa kurallarla düzenleme olanaksızlığı, yaşama ve çalışma yerinin birleşmesi -bunlar, ev işçilerinin konutlarını sağlığa aykırılığın ve iş hastalıklarının yuvası yapan koşullardır. Büyük işletmelerde bu çeşit görüngülerle savaşmak daha olanaklıdır, oysa ev emeği bu bakımdan kapitalist sömürünün özellikle "liberal" çeşididir.
            İşgününün aşırı uzunluğu da, gerek kapitalist için ev çalışmasının, gerek küçük sanayinin zorunlu yan görüngüsüdür. Yukarda, "fabrikalar"daki ve "elzanaatçıları"ndaki farklı işgünü uzunluklarına birçok örnek verdik.
            Kadınların ve pek küçük yaştaki çocukların üretime çekilmesi, ev çalışmasında hemen her zaman görülür. Bunu kanıtlamak için Moskova Eyaletindeki kadın uğraşlarının tanımından birkaç veri analım. Pamuk sarmakla 10.004 kadın uğraşmaktadır; çocuklar 10 kopek gündelik ve 17 ruble yıllık kazançla 5-6 yaşlarında (!) iken çalışmaya başlarlar. Kadın uğraşlarında işgünü genellikle 18 saate ulaşır. Örme işinde çocuklar 6 yaşında çalışmaya başlarlar, gündelikleri 10 köpek, yıllık kazançları 22 rubledir. Kadın uğraşları için toplam sayılar şöyledir: işçi kadınlar 37.514; 5-6 yaşlarında iken çalışmaya başlarlar (19 uğraşın altısında; bu uğraşta 32.400 kadın işçi çalışır); ortalama günlük kazanç 13 kopek, (sayfa 49) yıllık kazanç 26,20 rubledir.[10]
            Kapitalist ev sanayiinin en zararlı yanlarından biri, işçinin gereksinme düzeyinin düşmesidir. Girişimci, halkın geçim düzeyinin özellikle düşük olduğu ve toprakla bağlantının sadaka karşılığında çalışmaya olanak verdiği uzak yörelerde işçi arayabilir. Örneğin, bir kırsal çorap işletmesinin sahibi, Moskova'da konutların pahalı olduğunu ve işçi kadınların "ak ekmek yemeleri gerektiğini ... ama bizim burada kulübelerinde çalıştıklarını ve kara ekmek yediklerini ..." açıklıyor ve soruyor: "Bu durumda Moskova bizimle nasıl boy ölçüşebilir"[11]
            Pamuk eğirmedeki olağanüstü düşük ücret, bu işin köylülerin vb. kanlan kızları için yalnızca bir yan gelir kaynağı olması ile açıklanır. "Böylelikle, bu iş dalında yürürlükte olan sistem, özellikle bu işten geçinen kişiler için ücreti güç katlanılır sınırın altına düşüyor, özellikle fabrika işiyle geçinen kişilerin ücretini gereksinmenin en azının altına itiyor ya da geçim düzeylerinin yükselmesini dizginliyor. Bunların ikisi de tümüyle anormal ilişikler yaratıyor."[12]
            "Fabrika ucuz dokumacı arar", diyor bay Karlsomenov, "ve onu kendi köyünde, sanayi merkezlerinin uzağında bulur ... Ücretlerin sanayi merkezlerinden çevreye doğru düştüğü, kuşku götürmez bir olgudur."[13]
            Girişimciler, nüfusu köylerde ustaca tutan ilişkilerden yararlanmayı da çok iyi biliyorlar.
           
            W. I. Lenin, "Die Entwicklung des Kapitalismus in Rußland",
            Werke,
      Band 3, Berlin 1960, s. 453,454.
           
            V. İ. Lenin, Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi,
            Sol Yayınları, Ankara 1988,s. 387,388,389.

      *


           
            Modern kapitalist toplum hemen göze çarpmayan böyle (sayfa 50) bir yığın yoksulluk ve baskı halini bağrında saklar. Dağılan küçük-burjuva, el zanaatçısı, işçi, hizmetli ve küçük-memur aileleri anlatılmaz yoksunluk içinde yaşar, en iyi zamanlarda bile ancak güçlükle geçinir. Bu ailelerde milyonlarca kadın bir "ev-kölesi" yaşamı sürdürür (gerçekten varlığını feda eder), aileyi kıt-kanaat beslemek ve giydirmek ve kendi emeğinden başka her şeyden "biriktirmek" için her gün umutsuzca didinir.
            Sermaye, ev işçilerini, kendileri ve aileleri için bir parça ekmek "kazanmak" için işitilmedik ölçüde düşük bir ödemeyi kabul etmeye hazır olan bu kadınlar arasından seçmeyi yeğler. Bütün ülkelerin kapitalistleri (eskiçağın köle sahipleri ve ortaçağın feodal beyleri gibi), bu kadınlar arasında, bol bol "kelepir" yatmalıklar (Beischlaeferin) da bulurlar. Ve orospuluğa duyulan hiç bir "ahlaki öfke" (100 halden 99'unda ikiyüzlülük vardır) bu kadın vücudu ticaretine karşı bir şey yapamaz: Ücret-köleliği oldukça orospuluk da ister istemez olacaktır. İnsani toplumsal düzenlerin tarihinde ezilen ve sömürülen bütün sınıflar, ezenlere, birincisi ödenmemiş emeklerini ve ikincisi karılarını her zaman vermek zorunda kalmışlardır (sömürülmelerinin içyüzü budur).
            Kölelik, serflik ve kapitalizm bu bakımdan tümüyle eşittir. Yalnız sömürme biçimi değişir, sömürü kalır.
            "Dünyanın başkenti" Paris'te, uygarlığın merkezinde, "sömürülen kadın ev işçisi" ürünlerinin bir sergisi bugünlerde açıldı.
            Sergilenen her nesnede, ev işçisi kadının parça başına eline ne geçtiğini ve bir de günde ve saatte ne kadar kazanabildiğini küçük bir karta yazılmış olarak görüyoruz.
            Ve bu neyi belirtiyor? Kadın ev işçisi bir tek meta için bile 1¼ franktan, yani 50 kopekten daha çok kazanamıyor. Ama büyük emek kitlesi, daha da oransız düşüklükte bir kazanç getiriyor. Örneğin abajurlar görülüyor. Bir düzinesinin ücreti 4 kopek tutuyor. Ya da kâğıt külahlar - 1.000 tanesi için 15 kopek - saat başına kazanç altı kopek. Kurdeleli vb. oyuncaklar - saatte 2½ kopek. Yapma çiçekler - saatte iki-üç kopek. Kadın ve erkek çamaşırları - saatte iki-altı kopek. Ve bu böyle sürüp gidiyor.
            Bizim işçi birliklerimiz ve sendikalarımız da böyle bir "sergi" düzenlemelidir. Sergi burjuvazininkiler gibi pek büyük (sayfa 51) bir kâr getirmeyecektir. Proleter kadınların yoksulluğunun sergisi başka bir yarar sağlayacaktır: Durumlarını anlamaları, "yaşam'larını apaçık görmeleri bakımından ücretli-işçilere ve ücretli kadın kölelere yardımcı olacak ve onlara bu yoksulluk, yoksunluk, orospuluk boyunduruğundan ve mülksüzlerin her türlü aşağılanmasından nasıl kurtulabileceklerini düşündürecektir.
           
            W. I. Lenin, "Der Kapitalismus und die Frauenarbeit".
            Werke,
      Band 36, Berlin 1962, s. 206, 207.

      *


           
            Kibrit manüfaktürü, kibrit çöpünün ucunu fosforla kaplamanın bulunduğu 1833'te başlar. 1845'ten beri bu işkolu, İngiltere'de hızla gelişmiş ve özellikle Londra'nın yoğun nüfuslu bölgeleri ile Manchester, Birmingham, Liverpool, Bristol, Norwich, New-Castle ve Glasgow'da yaygın hale gelmiştir. Bununla, aynı zamanda, Viyanalı bir doktorun 1845'te keşfettiği ve kibrit yapanlara özgü tetanoz hastalığı da yayılmıştır, işçilerin yarısı, on üç yaşından küçük çocuklar ile on sekizden küçük delikanlılardır. Kibrit yapımı sağlığa zararlı ve kötü kokusu nedeniyle o kadar tatsız bir iştir ki, ancak çalışan sınıfın en sefil kesimi, yarı-aç dullarla benzerleri, çocuklarını, ... bu işe vermektedirler.
           
            Karl Marks, Das Kapital,
            Marks-Engels, Werke, Band 23, Berlin 1962, s. 261.
           
            Kapital,
      Birinci Cilt, Sol Yayınları, Ankara 1978, s. 260.

      *


           
            7 Haziran 1844 tarihli ek fabrika yasası ... 10 Eylül 1844'te yürürlüğe girdi. Yeni bir iş grubunu, yani 18 yaşın üzerindeki kadınları himayesi altına alıyordu. Bunlar her bakımdan genç kişilerle eşit duruma getiriliyordu; çalışma-süreleri on iki saat ile sınırlanıyor, gece çalışmaları yasaklanıyordu vb.. İlk kez, yasa koyucu, yetişkinlerin çalışmasını doğrudan ve resmen denetim altında tutmaya kendini zorunlu görüyordu. 1844-1845 tarihli Fabrika Raporunda şu alaylı sözler vardı: "Yetişkin kadınların, haklarına bu şekilde (sayfa 52) müdahale edilmiş olmasından yakındıkları konusunda herhangi bir bilgi bana ulaşmış değildir."[14] Onüç yaşın altındaki çocukların emek-zamanı 6½ saate, ve bazı durumlarda da gene günde 7 saate indiriliyordu.[15]
            "Sözde vardiya sistemi"nin kötüye kullanılmasından kurtulmak için yasa, diğerleri yanında, şu önemli hükümleri de getiriyordu: - "Çocukların ve gençlerin çalışma saatleri, bu çocuk ya da gençlerin, sabah işe başladıkları zamandan itibaren hesaplanacaktır." Böylece, örneğin, eğer A, sabah 8'de, B de 10'da işe başlarsa, B'nin işgününün, gene de A'nınki ile aynı saatte sona ermesi gerekecektir. "Zaman resmî saate göre hesaplanacaktır", örneğin, fabrikanın saati en yakın demiryolu istasyonunun saatine göre ayarlanacaktı. Fabrika sahibi, işin başlama, sona erme ve çeşitli yemek saatlerini gösteren "okunaklı" bir levha asacaktı. Öğleyin 12'den önce işe başlayan çocuklar, öğleyin 1'den sonra tekrar çalıştırılamayacaktı. Böylece, öğleden sonraki ekip, sabah çalışan çocuklar ile kurulamayacaktı. Yemek paydosu için verilen birbuçuk saatin, "en az bir saati, öğleden sonra saat üçten önce verilecekti ... ve aynı vardiya içine isabet edecekti. Yemek zamanı için en az 30 dakikalık bir aralık verilmeksizin, öğleyin saat birden önce bir çocuk ya da genç beş saatten fazla çalıştırılamayacaktı." Bu sırada (yani yemek zamanında) "fabrikanın emek sürecinin devam ettiği yerlerinde hiçbir çocuk ya da genç erkek veya kadın çalıştırılamayacak ya da buralarda bulunmayacaktı." vb..
            Görüldüğü gibi, zaman sınırlarını, paydos saatlerini, askerî bir disiplinle saatin tiktakları ile düzenleyen bu hassaslık asla parlamenter beyin çalışmasının ürünü değildi. Bütün bunlar, modern üretim tarzının doğal yasaları olarak, koşullardan giderek doğmuştu. Bunların biçimlenmesi, resmen tanınması ve devlet tarafından ilan edilmesi, sınıfların uzun savaşımlarının sonucu olmuştur. Bunların ilk sonuçlarından biri, uygulamada, fabrikadaki yetişkin erkeklerin işgününün, aynı sınırlamalara bağlı olmasıdır; çünkü üretim süreçlerinin çoğunda, çocuklarla gençlerin ve kadınların elbirliği (sayfa 53) vazgeçilmezdi. Bunun için, 1844'ten 1847'ye kadarki dönemde 12 saatlik işgünü, Fabrika Yasasına bağlı bütün sanayi kollarında genel ve tekdüze bir uygulama olmuştur.
            Bununla birlikte, fabrikatörler, bu "ilerleme"ye, bunu karşılayacak bir "gerileme" olmaksızın izin vermediler.
            Bunların çabalan ile, Avam kamarası sömürülmeye uygun en küçük çocuk yaşını 9'dan 8'e indirdi; böylece, hem tanrısal yasaya, hem de insan yasasına uygun olarak kapitalistlerin hakları olan bir miktar daha fabrika çocuğu sağlanmış oldu.[16]
           
            Karl Marks, aynı yapıt, s. 298-299.
            Kapital,
      Birinci Cilt, s. 295-296.

      *


           
            Büyük sanayinin çıkış noktası, gösterdiğimiz gibi, emek aletlerindeki devrimdir, ve bu devrim, en gelişmiş biçimine, bir fabrikadaki organize makine sistemi ile ulaşır. İnsan öğesinin bu nesnel organizma ile nasıl birleştiğini incelemeden önce bu devrimin işçi üzerindeki genel etkilerini gözden geçirelim.
            Makine, adale gücünü vazgeçilmez bir öğe olmaktan çıkardığı ölçüde, adaleleri zayıf, vücut gelişmesi eksik, ama eklem ve organları kıvrak işçileri çalıştıran bir araç halini alır. Bu nedenle de kadın ve çocuk emeği, makine kullanan kapitalist için aranan ilk şey olmuştur. Emek ve emekçinin yerini alan bu güçlü araç, çok geçmeden, yaş ve cinsiyet farkı gözetmeksizin işçi ailelerinin bütün üyelerini doğrudan doğruya sermayenin egemenliği altına sokarak, ücretli-işçi sayısını artırmanın bir aracı olup çıkmıştır. Kapitalist hesabına yapılacak zorunlu iş, yalnız çocukların oyun alanlarına el atmakla kalmamış, aile çevresinde bireylerin kendileri için diledikleri gibi harcayabilecekleri zamana ve emeğe de el atmıştır.[17](sayfa 54)
            Emek-gücünün değeri, yalnız yetişkin işçinin yaşamının devamı için gerekli-emek-zamanı ile değil, aynı zamanda ailesinin bakımı için gerekli -emek-zamanıyla da belirleniyordu. Makine, bu ailenin bütün üyelerini emek pazarına sürerek, yetişkin erkeğin emek-gücünün değerini bütün ailesinin üzerine dağıtmıştır. Böylece, erkeğin emek-gücünün değerini düşürmüştür. Dört kişilik bir ailenin emek-gücünün satınalınması, belki de, eskiden yalnız aile reisinin, emek-gücünün. satınalınmasından daha pahalıya malolabilir, ama buna karşılık şimdi bir günlük emeğin yerini dört günlük emek almış ve, bir kişiye göre dört kişinin artı-emeğinin fazlalığı oranında, fiyatında bir düşme olmuştur. Ailenin yaşayabilmesi için artık bu dört kişi yalnız çalışmış olmayacak, kapitalist için artı-emeği de çoğaltacaklardır. Böylece görüyoruz ki, makine, sermayenin sömürücü gücünün başlıca konusu olan insan malzemesini artırmanın[18] yanısıra, bu sömürünün derecesini de yükseltir.
            Makine, ayrıca daha önce karşılıklı ilişkilerini saptamış olan işçi ile kapitalist arasındaki sözleşmede de baştan sona (sayfa 55) bir devrim yapar. Meta değişimini temel alan bizim ilk varsayımımız, kapitalist ile işçinin, serbest kişiler ve bağımsız meta sahipleri olarak karşı karşıya geldikleri, ve birisinin parayla üretim aracına, diğerinin ise emek-gücüne sahip olduğu idi. Ama şimdi kapitalist, çocukları ve yetişkin olmayan gençleri de satınalmaktadır. Daha önce işçi, serbest bir kimse olarak şeklen sahip bulunduğu kendi emek-gücünü satardı, şimdi ise karısını ve çocuğunu satmaktadır. Artık o bir köle tüccarı olmuştur.[19] Çocuk işçi aranırken verilen ilanlar çoğu zaman, eskiden Amerikan dergilerinde çıkan zenci köle aranırken verilen ilanlara biçim olarak pek benzer. Bir İngiliz fabrika denetmeni şöyle diyor: "Bölgemdeki en önemli sanayi kentlerinden birinin yerel gazetesinde şu ilan dikkatimi çekmişti: 12 ile 20 yaşlar arasında gençler aranıyor; 13 yaşından küçük görünmemeleri şarttır. Ücret haftada 4 şilindir. Başvurma vb.."[20] "13 yaşından küçük görünmemeleri şarttır" ifadesi fabrika yasasında yer alan ve 13 yaşından küçük çocukların günde yalnızca 6 saat çalışabilecekleri hükmüyle ilgilidir. İşçilerin yaşlarını resmen atanmış bir hekimin saptaması da şarttı. İşte bunun için fabrikatör, 13 yaşındaymış gibi görünen çocuklar aramaktadır. Fabrikalarda çalıştırılan 13 yaşından küçük çocukların sayısında sık sık sıçramalar gösteren azalmalar, son 20 yıllık İngiliz istatistiklerinde de şaşılacak bir şeklide görüldüğü (sayfa 56) gibi çoğu zaman, fabrika denetmenlerinin kendi tanıklıklarına göre, çocukların yaşlarını, kapitalistin sömürü hırsına ve ana-babalarının kirli ticaret gereksinmelerine uygun biçimde büyük gösteren resmî hekimlerin işidir. Londra'nın mahut Bethnal Green semtinde her pazartesi ve salı günü her iki cinsten 9 yaşında ve daha büyük çocukların, ipek fabrikatörlerine kendilerini kiraladıkları açık bir pazar kurulur. "Genellikle haftalık, 1 şilin 8 penidir (bu para, ana-babaya aittir) ve 2 peni de kendim ve çay içindir. Sözleşme yalnızca haftalıktır. Bu pazarın görüntüsü de, orada konuşulan dil de utanç vericidir."[21] Kadınların, "çocukları, işevlerinden alıp, önlerine gelene haftalığı 2 şilin 6 peniden kiralamaları" İngiltere'de de görülür.[22] Yasalara karşın, Büyük Britanya'da, canlı baca temizleyicisi olarak kullanılmak üzere (bu iş için bir yığın makine olduğu halde) ana-babaları tarafından satılan çocukların sayısı 2.000'i aşar.[23] Emek-gücü satıcısı ile satınalıcısı arasındaki hukuksal ilişkilerde, makinenin yolaçtığı devrim, bütünüyle bu alışverişin serbest kimseler arasında bir sözleşme olması görünüşünü yitirmesine neden oldu ve İngiliz parlamentosuna da, devletin fabrikalara karışması için, hukuk ilkelerine dayanan bir mazeret hazırladı. Daha önce karışılmayan sanayi kollarında, yasa, çocukların çalışmasını ne zaman 6 saat ile sınırlasa, fabrikatörlerin şikâyetleri yeniden duyulmaya başlıyordu. Bunların öne sürdüklerine göre, ana-babalar, çocuklarını, yasaların kapsamı içine sokulan sanayi kollarından çekerek, hâlâ "çalışma özgürlüğü"nün egemen olduğu yerlere, yani 13 yaşından küçük çocukların da büyükler gibi çalıştırılabildiği ve bu nedenle daha yüksek bir fiyattan kaçınılabildiği alanlara satıyorlardı. Ne var ki, sermaye, niteliği gereği eşitlikçi olduğundan, emeğin sömürülmesi koşullarında bütün üretim alanlarında eşitliği uyguladığından, sanayinin bir kolunda çocuk çalıştırılmasının yasayla sınırlandırılması, diğer kollarında da bir sınırlandırmanın nedeni olmuştur. Makinenin, (sayfa 57) önce doğrudan doğruya kendisine dayanarak yükselen fabrikalarda, sonra da dolaylı olarak geri kalan bütün sanayi kollarında, sermayenin sömürüsüne bağlı kıldığı, kadınların, çocukların ve gençlerin üzerinde yarattığı fizik bozukluklara daha önce de değinmiş bulunuyoruz. Bu nedenle burada yalnız tek bir nokta üzerinde, işçi çocuklarının doğumlarından sonraki ilk birkaç yıl içersindeki büyük ölüm oranı üzerinde duracağız. İngiltere'de onaltı nüfus kayıt bölgesinde, bir yaşından küçük her 100.000 çocuk için yılda ortalama ölüm sayısı yalnızca 9.000'dir. (yalnız bir bölgede 7047'dir); 24 bölgede ölüm sayısı 10.000'in üzerinde, ama 11.000'in altında, 39 bölgede 11.000'in üzerinde 12.000'in altında; 48 bölgede 12.000'in üzerinde ama 13.000'in altında, 22 bölgede 20.000'in üzerinde, 25 bölgede 21.000'in üzerinde, 17 bölgede 22.000'in üzerinde, 11 bölgede 23.000'in üzerinde, Hoo, Wolverhampton, Ashton-under-Lyne ve Preston'da 24.000'in üzerinde, Nottingham, Stockport ve Bradford'da 25.000'in, Wisbeach'de 26.000'in, Manchester'de, 26.125'in üzerindedir.[24] 1861 yılında yapılan resmî bir sağlık araştırmasına göre, yüksek ölüm oranının nedenleri, yerel nedenler dışında, başlıca, annelerin dışarda çalışmaları, ve bu yüzden çocukların kötü beslenmeleri, uygun olmayan şeyler yemeleri, afyonlu mama almaları gibi ihmal ve kötü bakımdır; bunlardan başka, anne ile çocuk arasında doğal olmayan bir yabancılaşma başlamakta ve bunun sonucu bilerek aç bırakma ve zehirlemeler görülmektedir.[25] "Kadın çalışmasının en az olduğu tarımsal bölgelerde ise ölüm oranı çok düşüktür."[26] Bununla birlikte 1861 Araştırma Komisyonu beklenilmeyen bir sonuçla karşılaştı: Kuzey Denizi kıyılarındaki bazı tarımsal bölgelerde bir yaşından küçük çocuklar arasındaki ölüm oranı, nerdeyse, en kötü fabrika bölgelerinkine eşitti. Bu yüzden Dr. Julian Hunter, bu olayı yerinde incelemekle görevlendirildi. Dr. Hunter'in hazırladığı rapor,(sayfa 58) VI. Report on Public Health ile birleştirildi.[27] O zamana kadar çocukların sıtma ile, çukur ve bataklık bölgelere özgü diğer hastalıklardan kırıldıkları sanılıyordu. Ama inceleme bunun tam tersini ortaya koydu; yani sıtmayı ortadan kaldıran aynı neden, toprağın kışın bataklık, yazın cılız bir çayırlık halinden çıkartılıp verimli bir ekim bölgesi haline getirilmesi, çocuklar arasındaki olağanüstü ölüm oranını doğurmuştu.[28] Dr. Hunter'in bu bölgede görüştüğü 70 sağlık memuru bu nokta üzerinde "tam görüş birliği" içindeydiler. Gerçekten de, ekim tarzında devrim, tarıma sanayi sistemini sokmuştu. Erkek ve kız çocuklarla birlikte çalışma grupları halinde çalışan evli kadınlar, belli bir ücret karşılığında, bütün topluluğu kiralayan "ırgatbaşı" tarafından çiftlik sahibinin emrine verilir. "Bu çalışma grupları bazan kendi köylerinden çıkıp kilometrelerce uzağa giderler; sabah ve akşamları bunlara yollarda rastlanır; kısa bir eteklik, gömlek ve çizme, bazan pantolon giyerler; çok sağlam ve sağlıklı bir görünüşleri vardır, ama alışageldikleri hafif ahlakın yanısıra, sevdikleri bu hareketli ve bağımsız yaşamın, evlerinde kıvranan talihsiz yavrulara getirdiği öldürücü sonuçlara aldırmaz bir halleri vardır."[29] Fabrika bölgelerindeki bütün olaylar, burada, hem de daha geniş ölçülerde yinelenmektedir: gizli çocuk öldürme, çocuklara afyonlu maddeler verilmesi gibi.[30] Özel Kurul üyesi ve Halk Sağlığı Raporunun başyazarı Dr. Simon, "Yetişkin kadınların sanayide geniş ölçülerde çalıştırılması konusundaki derin kaygılarımı, bu gibi kötülükler konusunda bildiklerim haklı ve mazur gösterebilir."[31] diyor. Fabrika müfettişi Mr. Baker ise, resmî raporunda şöyle söylüyor: "İngiltere'deki sanayi bölgelerinde aile (sayfa 59) sahibi evli kadınların kumaş fabrikalarında çalışmaları yasaklandığı gün, bu bölgeler için büyük mutluluk olacaktır."[32]
            Kapitalist sömürünün çocuklarla kadınlar üzerinde yolaçtığı ahlak yozlaşması, F. Engels'in, Lage der Arbeitenden Klasse Englands adlı yapıtıyla, ve diğer yazarlarca o kadar enine boyuna anlatılmıştır ki, ben, burada, yalnızca değinmekle yetiniyorum. Ama, henüz olgunluk çağına erişmemiş insanları, salt bir artı-değer yaratma makinesi haline getirmenin yapay olarak yarattığı zihinsel yozlaşma -bu, aklı, gelişme ve olgunlaşma yeteneklerini bozmadan kısır bir halde tutan bilisizlikten tamamen farklı bir durumdur- ensonu İngiliz parlamentosunu bile, fabrika yasalarına giren sanayi kollarında 14 yaşından küçük çocukların "verimli" bir şekilde çalıştırılmaları için ilköğrenimi zorunlu hale getirmek zorunda bıraktı. Kapitalist üretimin ruhu, fabrika yasalarındaki sözde öğrenim maddesinin gülünç bir şekilde kaleme alınışında, bu zorunluluğu denetleyecek yönetimsel bir mekanizmanın bulunmayışında, öğrenimle ilgili maddelere fabrikatörlerin kendilerinin karşı koymalarında, ve bunların uygulanmasından kaçınmak için başvurdukları binbir türlü hilede açıkça görülür. "Bu konuda bütün suç yasakoyucudadır: bir yandan fabrikalarda çalışan bütün çocukların öğrenim görecekleri konusunda yönetmelik getirirken, öte yandan bunun sağlanması için herhangi bir hüküm getirmemekte ve adeta gözboyamak için bir yasa geçirmiş olmaktadır. Yasa, çocukların haftanın belli günlerinde birkaç (üç) saat okul adı verilen dört duvar arasında bir yere kapatılmalarından ve işverenin her hafta bu işle görevlendirilmiş erkek ya da kadın öğretmenin imzasını taşıyan ye bu hususun yerine getirildiğini belirten bir belgeyi almasından başka bir hüküm getirmemektedir."[33] 1844 tarihli, değiştirilmiş fabrika yasasından önce, bu okula devam belgesinin, kendileri de yazma bilmeyen öğretmenler tarafından yalnız bir çarpı işareti konularak imzalandığı sık sık görülen olaylardandı. "Devam belgelerinin verildiği okul denilen bir yere yaptığım bir ziyaret sırasında öğretmenin bilisizliğiyle öylesine (sayfa 60) çarpıldım ki, 'Affedersiniz bayım, siz okuma biliyor musunuz?' diye sormaktan kendimi alıkoyamadım. Verdiği karşılık: 'Eh biraz!' oldu ve, belge verme yetkisini haklı göstermek, için şu sözleri ekledi: 'Hiç değilse ben öğrencilerimden ilerde sayılırım.' 1844 tarihli yasa hazırlanırken denetmenler, verdikleri belgeleri, yasa gereğince kabul etmek zorunda oldukları, okul denilen yerlerin utanç verici durumunu belirtmeyi ihmal etmediler, ama elde ettikleri tek başarı, 1844 yasasının yürürlüğe girmesinden sonra, okul belgelerindeki rakamların öğretmenin elyazısı ile doldurulması ve altına da adını ve soyadını yazarak imzalaması zorunluluğu oldu."[34] İskoçya bölgesi fabrika denetmeni Sir John Kincaid de aynı türden olaylar anlatmaktadır. "Ziyaret ettiğimiz ilkokul Mrs. Ann Killin adında bir hanımın yönetimindeydi. Adını hecelemesi istenildiği zaman C harfi ile başlayarak hemen bir yanlış yaptı, ama bunu derhal düzelterek K ile başladığını söyledi. Ne var ki, okul belgeleri ile ilgili deftere bakınca adını çeşitli şekillerde yazdığını gördüğüm gibi, elyazısı da, öğretmenlik yapma yeteneğinden yoksun olduğu konusunda insanda hiç kuşku bırakmıyordu. Kayıtları kendisinin tutmadığını da zaten kendisi itiraf etti. ... Ziyaret ettiğim ikinci okulda, 15 foot boyunda 10 foot eninde bir sınıf vardı ve burada, ne mırıldandıkları anlaşılmayan 75 çocuk saydım."[35] "Çocukların herhangi bir öğrenim görmeden devam belgeleri aldıkları yerler, yalnızca bu anlatılan sefil yerler değildi, yetkili bir öğretmenin bulunduğu pek çok okulda da, üç yaşından başlayarak her yaştan bir çocuk kalabalığının doldurduğu yerlerde bütün çabalar boşunaydı; öğretmenin en iyi durumda bile sefalet içinde diyebileceğimiz geçimi, bu daracık yerde doldurabildiği çocuklardan topladığı penilere bağlıydı. Buna, bir de, okuldaki pek az eşyayı, kitap ve diğer öğrenim araçları eksikliğini, kalabalık ile gürültünün bu yoksul çocuklar üzerindeki olumsuz etkisini eklemek gerekir. İçlerinde hiçbir şey yapmaksızın dizi dizi çocukların oturduğu böyle pek çok okulu ziyaret ettim; buna okula devam deniliyordu ve istatistiklerde bu çocuklar öğrenim görmüş olarak gösteriliyordu."[36] İskoçya'da fabrikatörler, okula (sayfa 61) gitmek zorunda olan çocukları işe almamak için ellerinden geleni yaparlar. "Fabrika sahiplerinin hiç hoşlanmadıkları fabrika yasasındaki eğitimle ilgili hükümlerin, bu çocukların işe alınmalarını büyük ölçüde engellediğini ve yasada öngörülen öğrenimden böyİece hiç yararlanamadıklarını tanıtlamak için başka kanıtlar getirmeye gerek yoktur."[37] Özel bir yasayla düzenlenen basmacılık işinde, bu, ürkütücü bir soytarılık halindedir. Bu yasa gereğince, "basma işine alınmadan önce, her çocuğun, 150 saatten az olmamak üzere en az 30 gün okula devam etmesi gerektiği gibi, işe başlamasını izleyen altı ay içinde ve bu işte çalıştığı süre boyunca her altı ayda bir gene 30 gün ve 150 saatlik öğrenim görmesi zorunludur. ... Okul saatleri sabah 8 ile akşam 6 arasında olacaktır. Günde 2½ saatten az, 5 saatten fazla öğrenim, bu 150 saate dahil edilmeyecektir. Olağan koşullar altında, çocuklar, 30 gün sabah ve öğleden sonra en az her gün beş saat okula devam edecekler ve 30 günün sonunda 150 saati tamamlayarak kitaplarını kendi başlarına okuyacak hale geldikten sonra basmacılık işine başlayacaklar ve altı ayın sonunda yeni bir öğrenim dönemine girecekler ve kitaplarını yeni baştan okumaya çalışacaklardır. ... Gerekli saati tamamlamak için okula devam eden çocuklardan çoğunun, altı aylık işten sonra, yeniden okula dönünce, daha önce öğrendikleri her şeyi unuttukları ve tıpkı basmacı çocuklar olarak okula ilk başladıkları gündeki gibi oldukları görülmektedir. ... Başka basma işlerinde çocukların okula devamı tamamen fabrikanın iş durumuna bağlıdır. Her altı ay için gerekli okul saati, bir kerede 3 ile 5 saat arasında olmak üzere bölünmekte ve bazan bütün altı aya yayılmaktadır.... Sözgelişi okula devam bir gün sabah 8 ile 11, başka bir gün öğleyin 1 ile 4 olabilir ve birkaç gün aradan sonra çocuk tekrar öğleden sonra 3 ile 6 arasında okulda boy gösterebilir; bu böylece birkaç gün ya da bir hafta sürer, sonra gene 3 hafta ya da bir ay okula hiç gitmez, ve ardından onu çalıştıranın keyfine kalmış tuhaf bir günün tuhaf bir saatinde yeniden okula başlar; böylece çocuk, 150 saatlik masal tamamlanana kadar okul ile iş arasında mekik dokur."[38] (sayfa 62)
            Kadınlarla çocukların yığınlar halinde işçi saflarına katılmalarıyla, makine, ensonu, manüfaktür döneminde erkek işçilerin sermayenin zorbalığa karşı sürdürdüğü direnmeyi kırmış olur.
           
            Karl Marks, aynı yapıt, s. 415-424.
            Kapital,
      Birinci Cilt, s. 407-415.

      *


           
            En rezil, en pis ve en kötü ücret ödenen, kadınlarla genç kızların çalıştırılması yeğlenen işlerden birisi de, paçavraların ayıklanmasıdır. Büyük Britanya, kendi muazzam paçavra depolan dışında, bütün dünyada paçavra ticaretinin merkezi olarak da ün yapmıştır. Japonya'dan, Güney Amerika'nın en uzak devletlerinden, Kanarya Adalarından, buraya paçavra akar. Ama başlıca ikmal kaynakları, Almanya, Fransa, Rusya, İtalya, Mısır, Türkiye, Belçika ve Hollanda'dır. Paçavralar, gübre, yatak işi, yapay yün yapmada kullanılır ve kâğıt yapımında hammadde olarak işe yarar. Paçavra ayıklayıcılar, çiçek hastalığı ile diğer bulaşıcı hastalıkların yayılma aracı oldukları gibi, ilk kurbanları da gene kendileridir.[39]
           
            Karl Marks, aynı yapıt, s. 487.
            Kapital,
      Birinci Cilt, s. 474.

      *


           
            Şimdi de, ev sanayii denilen konuya gelmiş bulunuyoruz. Sermayenin, modern mekanik sanayinin arka planında sömürdüğü (sayfa 63) bu alandaki dehşet verici durum üzerinde bir fikir edinebilmek için İngiltere'nin uzak birkaç köyünde sürdürülen ve görünüşte pek şairane bir izlenim bırakan çivi yapımcılığını incelemek gerekir.[40] Bununla birlikte, biz, burada, henüz makinenin yardımıyla yapılmayan ve bu durumuyla da henüz fabrika ve manüfaktürler ile rekabet halinde olmayan dantelâcılık ve hasır örgüsü sanayilerinden birkaç örnek vermekle yetineceğiz.
            İngiltere'de dantelâ yapımında çalışan 150.000 kişinin aşağıyukarı 10.000 kadarı 1861 tarihli fabrika yasasının kapsamı içersine girmektir. Geriye kalan 140.000 kişinin hemen tamamı kadın, genç insan ve her iki cinsiyetten çocuklar olup, ancak erkekler pek azdır. Bu ucuz sömürü malzemesinin sağlık durumu, Nottingham Genel Dispanseri hekimi Dr. Trueman'in hesaplayıp düzenlediği tabloda görülecektir. Çoğunluğu 17 ile 24 yaş arasında olan dantelâ yapımcısı 686 kadın hastadan verem olanların sayısı şöyledir:
           
            1852'de 45 kişiden 1 kişi 1857'de 13 kişiden 1 kişi
            1853'te 28 kişiden 1 kişi 1858'de 15 kişiden 1 kişi
            1854'te 17 kişiden 1 kişi 1859'da 9 kişiden 1 kişi
            1855'te 18 kişiden 1 kişi 1860'ta 8 kişiden 1 kişi
            1856'da 15 kişiden 1 kişi 1861'de 8 kişiden 1 kişi[41]
           
            Verem artış hızındaki bu ilerlemenin, en iyimser ilericilik yanlılarına ve Alman serbest ticaret çığırtkanlarının en kurnaz yalancısına bile yeterli bir karşılık olması gerekir.
            1861 tarihli fabrika yasası, yalnız makine ile yapılan dantelâ işkollarını düzenler ve bu, İngiltere'de kuraldır. Bizim şimdi burada inceleyeceğimiz sanayi kolları, işçinin manüfaktürlerde ya da depolarda değil kendi evlerinde çalıştıkları iş kollarıdır ve bunlar ikiye ayrılırlar: (1) son elden geçirme; (2) onarım. Bunlardan ilkinde makine ile yapılan dantelâya son şekli verilir ve bu iş, sayısız alt-bölümlere ayrılır.
            Son şeklini verme işi, ya "patron evleri" denilen yerlerde yapılır, ya da çocuklarının yardımıyla, ya da kendi başına (sayfa 64) çalışan kadınlar tarafından kendi evlerinde yapılır. Bu "patron evleri"ni işleten kadınların kendileri de, aslında, yoksul kadınlardır. İşyeri, oturulan özel evin içersindedir. Hanım patron, manüfaktürcülerden, mağazalardan sipariş alır ve odalarının büyüklüğü ile iş talebinin dalgalanmalarına uygun olarak değişen sayıda kadın, kız ve çocuk çalıştırır. Bu iş odalarında çalıştırılan kadın işçilerin sayısı, bazılarında 20 ile 40, bazılarında 10 ile 20 arasında değişir. Çocukların ortalama işe başlama yaşı altı ve çoğu durumlarda da beşin altındadır. Çalışma saatleri sabah 8'den akşam 8'e kadar olup düzensiz aralıklarla, çoğu zaman pis çalışma odalarında yenilen yemekler için 1½ saat ara verilir. İşlerin sıkı olduğu sıralarda, çalışma çoğu zaman sabah 8'den ve hatta 6'dan gece 10'a, 11'e, 12'ye kadar devam eder. İngiltere'de, yönetmelikler kışlalarda, her asker için 500-600 foot küp yeri, askerî hastanelerde 1.200 foot küp yeri öngörür. Ama bu işyerlerinde herkese 67 ile 100 foot küp yer düşer. Aynı zamanda, havadaki oksijen, gaz lambaları tarafından da tüketilir. Yerler taş ve tuğla ile kaplı olduğu halde, dantelâları temiz tutmak için, çocuklar kışın bile ayakkabılarını çıkarmak zorundadırlar. "Nottingham'da 14 ila 20 çocuğun, belki 12 foot kareden küçük bir odaya doldurularak günün 24 saatinin 15 saatinde, bıkkınlık verici tekdüze olmasıyla insanı zaten bitirip tüketen bir işte, üstelik sağlığa zararlı koşullar altında çalıştırılması, çok görülen bir şeydir. ... Çok küçük yaştaki çocuklar bile insanı şaşırtacak bir hızla ve dikkatle çalışmakta, parmakları bir an için olsun dinlenmediği gibi hareketleri de yavaşlamamaktadır. Kendilerine bir soru sorulduğu zaman, bir an bile kaybetmemek kaygısı ile gözlerini işlerinden ayıramıyorlar." Çalışma saatleri uzadıkça patron hanımlar, uyarıcı olarak, "uzun sopalarını" daha sık kullanmak zorunda kalırlar. "Çocuklar giderek yorulurlar ve bu denli tekdüze ve göz yorucu bir işle uzun süre uğraşmaktan ve aynı şekilde durmaktan bitip tükenerek işin sonuna doğru kuşlar gibi huzursuzlaşırlar. Bunların çalışması kölelikten farksızdır."[42] Kadınlar ve çocuklar, evde, yani günümüzde kiralık oda ya da çatıarası anlamına gelen bir yerde çalışıyorlarsa, durumları daha da kötü demektir. Bu tür işler, (sayfa 65) Nottingham'dan, 80 mil çapında bir daire içinde dağılır. Depolardan, saat gecenin 9 ya da 10'unda çıkan çocuklara, çoğu zaman, eve götürüp orada tamamlamaları için bir çıkın dantelâ verilir. Kapitalisti temsil eden ikiyüzlü uşaklardan birisi bu sırada, şu kaypak tümceyi söylemeyi elbette hiç ihmal etmez: "Bu annen için." Ama bunu söylerken, çocuğun da bütün gece oturup bu iş için annesine yardım etmek zorunda olduğunu da pekâlâ bilir.[43]
            Tığ dantelacılığı İngiltere'de başlıca iki tarım bölgesinde yaygındır: bir tanesi, Devonshire'ın güneyinde 20 ila 30 mil derinliğindeki kıyılan ile, North Devon'un birkaç bölgesini içine alan Honiton dantela bölgesidir; diğeri de, Buckingham, Bedford ve Northampton eyaletlerinin büyük bir kısmıyla, Oxfordshire ve Huntingdonshire'm sınır kesimlerini kapsayan yerlerdir. İşler, genellikle, tarım işçilerinin klübelerinde yapılır. Manüfaktürcülerin çoğu 3.000'e kadar dantelâcı çalıştırırlar ve bunların büyük bir çoğunluğu çocuk ve genç kızlardır. Dantelâ yapımı ile anlatılan şeyler burada da ayrıca yinelenir, yalnızca burada "patron evleri" yerine "dantelâ okulu" deyimi kullanılır ve buralar yoksul kadınların işlettiği kulübelerdir. Beş ya da daha küçük yaşlardan başlayarak çocuklar oniki ya da onbeş yaşlarına kadar bu okullarda çalışırlar; ilk yıl, çok küçükler, dört ile sekiz saat çalışırlar, daha sonraları ise, sabah altıdan gece sekize, ona kadar çalışırlar. "Odalar genellikle küçük kulübelerin oturma odalarıdır, ocakların bacaları hava girmesin diye kapatılmıştır, çocuklar çoğu zaman kışın bile yalnız kendi ısıları ile ısınmak zorundadırlar. Bazan da, bu sözde sınıflar, küçük depolar gibidir ve içlerinde ocak bile yoktur. ... Bu daracık yerler tıka-basa doldurulur ve böylece hava solunmayacak duruma gelir. Ayrıca bir de, lağımların, helâların ve bu gibi küçük kulübelerin çevresinde her zaman görülen pislik, sağlığa çok zararlı etkiler yapar." Yerin büyüklüğüne gelince: "Bir dantelâ okulunda 18 kız ve bir bayan öğretmen, her insana 35 foot küp düşüyor; bir diğerinde, 18 kişi, insan başına 24½ foot küp, koku dayanılmaz bir derecede. Bu sanayide, 2 ve 2½ yaşında çocukların çalıştığı da görülür."[44] (sayfa 66)
            Buckingham ve Bedford eyaletlerinde dantelâcılığın bittiği yerlerde, hasır örücülüğü başlar ve Hertfortshire'ın geniş bir kısmıyla Essex'in batı ve kuzey kesimlerine kadar uzanır. 1861 yılında, hasır örücülüğü ile hasır şapka yapımında 40.043 kişi çalışıyordu; bunların 3.815'i her yaştan erkek, geri kalan 14.913 kişinin 7.000'i yirmi yaşın altında çocuk olmak üzere kadındı. Dantelâ okulları yerine buralarda da "hasır örgü okullarını" görüyoruz. Çocuklar hasır örme öğrenimine genellikle 4 yaşında, bazan da 3-4 yaş arasında başlıyorlar. Kuşkusuz, öğrenim gördükleri de yok. Çocuklar, ilkokullara, kendi aralarında, "sahici okul" diyorlar ve böylece, yarı-aç analarının öngördüğü günde 30 yardalık işi bitirmek için hapsedildikleri bu kanemici yerlerden, ilkokuları ayırdediyorlar. Bu aynı analar, bunları okuldan sonra çoğu zaman gece 10, 11, 12'ye kadar çalıştırıyorlar. Sürekli olarak ıslatmak zorunda oldukları kamış, dudaklarını ve parmaklarını kesiyor. Londra'daki bütün hekimlerin genel kanısı olarak Dr. Ballard, bir yatak odası ile işyerinde her insan için en az 300 foot küpe gerek olduğunu belirtiyor. Ne var ki, hasır okullarında yer, dantelâ okullarından daha cimrice kullanılıyor ve "bir kişiye 12½, 17, I8½ ve 22 foot küpün altında yer düşüyor". Komisyon üyelerinden Mr. White, bu sayılardan en küçüğünün, eğer bir çocuk boyutları 3 foot olan bir kutuya konulsa, burada kaplayacağı yerin yarısından daha azını temsil edeceğini söylüyor. İşte çocukların, 12 ya da 14 yaşlarına kadar yaşamdan tattıkları zevk bu. Sefil ve yarı-aç yaşayan ana-babaların düşündükleri tek şey, çocukların elden geldiğince çok para kazanmaları. Çocuklar ise biraz büyür büyümez, çok doğal olarak ana-babalarına on paralık değer vermiyorlar ve onları bırakıp gidiyorlar. "Böyle yetiştirilen insanlar arasında bilisizlik ve kötülüğün yaygın olması çok doğaldır. ... Ahlak en düşük düzeyde. Kadınların pek çoğunun evlilik-dışı çocukları vardır ve bu kadınların yaşları o kadar küçüktür ki, suç istatistikleri ile ilgili olanları bile şaşkınlığa düşürür."[45] Ve bu örnek ailelerin anayurdu, Avrupa için örnek bir hıristiyan ülke oluyor; bu sözleri, hıristiyanlık üzerindeki derin bilgisi hiç kuşku götürmeyen kont Montalembert söylüyor! (sayfa 67)
            Yukarda sözü edilen sanayilerde zaten acınacak düzeyde olan ücretler (hasır örme okullarında bir çocuğun alabileceği en yüksek ücret, ender olarak 3 şiline ulaşabilir), her yerde ve özellikle dantela bölgelerinde egemen olan ayni sistemle, nominal miktarının çok daha altına düşer.[46]
           
            Karl Marks, aynı yapıt, s. 489-493.
            Kapital,
      Birinci Cilt, 477-480.

      *


           
            Fabrika sistemindeki gelişme ile onunla yürüyen tarımda devrimle birlikte, diğer sanayi kollarında üretim yalnız genişlemekle kalmaz, bunların niteliklerini değiştirir. Fabrika sisteminde uygulanan ve üretim sürecinin bütün evrelerini tahlil etme ve ortaya çıkan sorunları, mekanik, kimya ve diğer bütün doğabilimlerinin yardımıyla çözümleme ilkesi, artık, her yerde geçerli ve uygulanan bir ilke halini alır. Demek ki, makine, manüfaktür sanayilerine, bir ayrıntı süreç, daha sonra başka bir ayrıntı süreç olarak yavaş yavaş sızmış olur. Böylece, manüfaktürün eski işbölümüne dayanan örgütlenmesinin katılaşmış yapısında bir gevşeme olur. Çözüşür ve sürekli değişmelerin yolunu açar. Bundan bağımsız olarak kolektif işçinin bileşiminde, birlikte çalışan kimselerin yapısında köklü bir değişme olur. Manüfaktür döneminin tersine, bundan böyle işbölümü, mümkün olan her yerde, kadınların, her yaştan çocukların, vasıfsız işçilerin çalıştırılmalarına, yani İngiltere'de karakteristik bir deyimle ifade edildiği gibi, tek sözcükle, ucuz emeğe dayanır. Bu, yalnız, makine kullanılsın kullanılmasın geniş boyutlu üretim kolları için değil, ister çalışan kimselerin evlerinde, ister küçük işyerlerinde yapılsın, ev sanayileri denilen üretim biçimleri için de geçerliydi. Modern denilen bu ev sanayiinin, bağımsız kent el-zanaatlarım, bağımsız köylü tarım işletmelerini ve her şeyden önce de, işçi ile ailesinin içinde yaşadığı bir evin varlığını önkoşul olarak gerektiren eski tarz ev sanayii ile ad benzerliği dışında ortak bir yanı yoktur. Bu eski tarz sanayi şimdi, fabrikanın, manüfaktürün ya da eşya deposunun, bir dış bölümü (sayfa 68) halini almıştır. Sermaye, tek bir yerde geniş kitleler halinde topladığı ve doğrudan doğruya komuta ettiği fabrika işçilerinden, manüfaktür işçilerinden ve elzanaatçılarından başka şimdi, gözle görünmeyen iplerle, diğer bir orduyu da harekete getirmiştir: bunlar, büyük kentlerde oturanlarla birlikte bütün ülke yüzeyine yayılmış bulunan ev sanayii işçileridir. Bir örnek: Londonderry'deki Tillie gömlek fabrikasında 1.000 işçi çalışıyor, ve ülkenin her yanına dağılmış 9.000 kişi de kendi evlerinde gene bu fabrika için çalışıyorlar.[47]
            Ucuz ve henüz olgunlaşmamış emek-gücünün sömürülmesi, modern manüfaktürde gerçek fabrika sisteminden çok daha utanç verici bir biçimde yapılmıştır. Bunun nedeni de fabrika sisteminin teknik temelinin, yani adale gücünün yerini makinenin almasının ve yapılan işin hafiflemesinin, manüfaktürde hemen hemen hiç sözkonusu olmaması, ve aynı zamanda, kadınlarla çok küçük çocukların, zehirli ya da sağlığa zararlı maddelerin etkilerine en acımasız biçimde bırakılmasıdır. Bu sömürünün, ev sanayii denilen üretim kollarında manüfaktürden daha utanç verici olmasının nedeni, dağınık oldukları için işçilerdeki direnme gücünün azalması, işveren ile işçi arasında bir yığın soyguncu asalağın yer alması; ev sanayinin, daima, ya fabrika sistemiyle, ya da aynı üretim kolundaki manüfaktür ile rekabet etme zorunda kalması; yoksulluğun işçiyi, yer, ışık, havalandırma gibi en gerekli çalışma koşullarından yoksun bırakması; çalışmanın gitgide daha düzensiz duruma gelmesi; ve ensonu, büyük sanayi ile tarımın "fazlalık" haline getirdiği yığınların son sığınakları olan bu yerlerde işçiler arasındaki rekabetin en son noktaya ulaşmasıdır. Üretim araçlarında bile ilk kez fabrika sisteminde sistemli biçimde uygulanan tasarruf, burada, başlangıcından beri, emek-gücünün en acımasız biçimde israfı ve işçinin en normal çalışma koşullarından yoksun bırakılması sonucunu doğurmuştu - şimdi bir sanayi kolunda emeğin toplumsal üretkenliği ve birbirine bağlı süreçlerin teknik temeli ne kadar az gelişmiş olursa, bu tasarruf da, uzlaşmaz karşıt ve öldürücü yanını o derecede ortaya koyuyor. (sayfa 69)
           
            Karl Marks, aynı yapıt, s. 485-486.
            Kapital,
      Birinci Cilt, s. 472-473.

      *


           
            Kadınlarla çocukların emeğinin düpedüz kötüye kullanılması, yaşama ve çalışma için gerekli her türlü normal koşullardan işçilerin tamamen yoksun bırakılmaları ve aşırı-çalışma ile gece işinde uygulanan düpedüz zulüm yoluyla emek-gücünde sağlanan ucuzluk, ensonunda aşılması olanaksız doğal engellere gelip dayanır. Bu yöntemlere dayanarak meta fiyatlarında sağlanan ucuzluk ile, genellikle kapitalist sömürü de son sınırına gelmiş demektir. Ensonu bu noktaya gelindiğinde -bu, uzun yıllar alır- makine kullanma ve bundan böyle dağınık ev sanayileri ile manüfaktürlerin de fabrika sanayilerine dönüşme saati gelip çatmış demektir.
            Bu hareketin en muazzam örneği, giyim eşyası üretiminde görülür. Çocukları Çalıştırma Komisyonunun sınıflandırmasına göre, bu sanayi, hasır şapka yapımcılarını, kadın şapkası yapımcılarını, berecileri, terzileri, kadın giyim eşyası yapımcılannı, gömlekçileri, korsecileri, eldivencileri, ayakkabıcıları ve kravat, yaka vb. yapımi gibi pek çok küçük kolları kapsar. 1861 yılında bu sanayilerde çalışan kadınların sayısı ingiltere ile Gal'de 586.298 olup, bunların 115.242'si hiç değilse 20 yaşın, 16.650'si de 15 yaşın altındaydı. Birleşik Krallık'ta bu işçilerin sayısı, 1861 yılında, 750.334 idi. İngiltere ile Gal'de, şapkacılıkta, ayakkabıcılıkta, eldivencilikte ve terzilikte çalışan erkeklerin sayısı 437.969 olup, bunların 14.964'ü 15 yaşın altında, 89.285'i 15 ile 20 yaş arasında ve 333.117'si yirmi yaşın üzerindeydi. Küçük sanayi kollarından çoğu, bu sayılara dahil edilmemiştir. Ama, biz, bu rakamları oldukları gibi alırsak, 1861 sayımına göre yalnız İngiltere ve Gal için 1.024.267 kişilik bir rakam elde ederiz ve bu, aşağı yukarı tarım ve hayvancılıkta çalışan insan sayısı kadardır. Böylece makinenin yarattığı mucize ile, bu derece muazzam ürün kitlesinin doğmasına ve bu derece muazzam işçi kitlesinin serbest kalmasına niçin yolaçtığını anlamaya başlarız.
            Giyim eşyası üretimi, kısmen parçaları dağınık bir şekilde zaten hazır bulunan işbölümünü, atelyelerinde, yalnızca yeniden uygulayan manüfaktürlerde, kısmen küçük elzanaatı ustaları tarafından yürütülür; ne var ki, bu ustalar, eskiden (sayfa 70) olduğu gibi, bireysel tüketiciler için değil de, şimdi manüfaktürler ve mağazalar için çalışmakta ve bu, öyle ölçülere ulaşmaktadır ki, bazı kent ve kasabalar ile dolaylarında, örneğin kunduracılık gibi işler, çoğu zaman bölgeyi bütünüyle içine alan uzmanlık alanları haline gelmektedir; ve ensonu bu üretim, büyük ölçülerde, manüfaktürlerin, mağazaların ve hatta küçük zanaat ustalarının, işyerlerinin uzantılarını oluşturan ev sanayii işçileri tarafından sağlanır.[48]
            Hammadde vb., makine sanayii tarafından sağlanır, lütuf ve inayete terkedilmiş ucuz insan malzemesi kitlesi (tail-lable à merci et miséricorde[49] ise, makine sanayii ve geliştirilmiş tarımın "özgür hale getirdiği" insanlardan oluşur. Bu sınıftan manüfaktürler, kaynaklarını, esas olarak, kapitalistin, talepteki herhangi bir artışı karşılamak için elinin altında hazır donatılmış bir ordu bulundurma gereksinmesine borçludurlar.[50] Bununla birlikte, bu manüfaktürler, dağınık elzanaatları ile ev sanayilerinin geniş bir temel olarak varlıklarını sürdürmelerine izin vermiştir. Bu işkollarında büyük ölçüde artı-değer üretimi ve yaptıkları ürünlerin gitgide ucuzlaması, başlıca, sefil bir yaşamı sürdürmeye ancak yetecek kadar düşük ücret ödenmesi ve emek-zamanının insan vücudunun dayanabileceği son sınıra kadar uzatılması nedeniyle olmuştur. Gerçekten de, metalar haline dönüştürülen insan teri ve kanının ucuzluğu sayesinde, pazarlar, sürekli genişlemiş ve günden güne de genişlemektedir; İngiliz zevkleri ile alışkanlıklarının ağır bastığı İngiliz sömürge pazarları için durum özellikle böyledir. En sonunda kritik noktaya ulaşmıştır. Eski yöntemin temelleri, azçok sistemli bir işbölümü ile birlikte işçilerin düpedüz ve zalimce sömürülmesi, artık pazarların genişletilmesine yetmediği gibi, ondan da daha hızlı gelişen kapitalistler arasındaki rekabeti karşılamaktan uzaktı. Makinenin öne geçmesi saati gelip (sayfa 71) çatmıştı. Elbisecilik, terzilik, ayakkabıcılık, şapkacılık ve birçok benzeri gibi bu geniş üretim alanının bütününe aynı derecede saldıracak olan, kesin sonuçlu devrimci makine, dikiş makinesiydi.
            Büyük sanayinin gelişmesinden beri, bütün makinelerin elattığı yeni sanayi kollarında işçi sınıfı üzerinde yapmış olduğu etkinin aynısını, dikiş makinesi yapıyor. Çok küçük yaştaki çocuklar başıboş kalmışlardı. Makinede çalışan işçilerin ücretleri, çoğu yoksulun da yoksulu olan ev işçilerine göre yükselmiştir. Daha iyi durumdaki elzanaatçılarımn ücretleri, makinenin rekabetiyle düşmüştür. Yeni makine işçileri, özellikle kızlar ve genç kadınlardır. Mekanik kuvvetin yardımıyla bunlar, erkeklerin ağır işler üzerindeki tekelini yıkmışlar, hafif işlerden yaşlı kadınları ve küçük çocukları sürüp atmışlardır. Londra'da son on yılda açlık sonucu ölümlerdeki korkunç artış, dikiş makinesinin yayılması ile paralel gitmektedir.[51] Yeni kadın işçiler, makineyi, makinenin ağırlığına, büyüklüğüne ve özelliğine göre, bazan oturarak, bazan ayakta, elleriyle ve ayaklarıyla ya da yalnız elleriyle çalıştırıyorlar ve büyük emek-gücü harcıyorlardı. Eski düzene göre daha az olmakla birlikte, uzun süre çalışmaları nedeniyle, bu yaptıkları iş sağlığa zararlıydı. Dikiş makinesinin zaten dar ve kalabalık odalara girmesiyle, sağlığa zararlı koşullar, daha da artmış oldu. Bay Lord bu konuda şöyle diyor: "Tavanları çok alçak olan ve içlerinde 30 ila 40 makine işçisinin çalıştıkları odalara girildiği zaman karşılaşılan durum dayanılmaz derecede. ... Ütüleri kızdırmak için kullanılan gaz sobalarından doğan sıcaklık çok korkunç. ... Çalışma saatlerinin ılımlı olduğu, yani sabah sekizden akşam altıya kadar olduğu zamanlarda bile, böyle yerlerde her gün üç-dört kişi bayılıp kendinden geçiyor."[52]
            Üretim araçlarındaki devrimin zorunlu bir sonucu olan sanayi yöntemlerindeki devrim, karmakarışık geçiş biçimleriyle sonuca ulaştı. Bu biçimle, dikiş makinesinin, şu ya da (sayfa 72) bu sanayi kolunda egemen duruma gelmesine, çalıştığı süreye, işçilerin daha önce içinde bulundukları koşullara, manüfaktürün, elzanaatlarının ya da ev sanayiinin, bu sanayi kolundaki ağırlığına, işyerlerine ödenen kiraya vb. bağlı olarak değişiklikler gösterir.[53] Örneğin, işin büyük kısmının zaten basit elbirliği ile örgütlenmiş olduğu elbisecilikte, dikiş makinesi, başlangıçta, bu manüfaktür biçimi sanayi kolunda yalnızca yeni bir öğe oldu. Terzilikte, gömlekçilikte, kunduracılıkta, vb., bütün biçimler içiçeydi. Bir yerde, gerçek anlamıyla fabrika sistemi vardı, bir diğerinde, aracılar, hammaddeyi, kapitalist en chef[54] alıyor, "oda" ya da "tavan aralarında" dikiş makinelerinin çevresinde, 10-50 ya da daha fazla işçi topluyordu. Ensonu makinenin bir sistem halinde örgütlenmediği ve küçük boyutlarda da kullanılabileceği yerlerde daima olduğu gibi, zanaatçılar ile ev işçileri, kendi aileleri ya da dışardan sağlanan az miktarda emekle kendi dikiş makinelerinden yararlanıyorlardı.[55] Bugün İngiltere'de egemen olan sistemde ise, kapitalist, çok sayıda makineyi kendisine ait binalarda topluyor ve bu makinelerin yaptıkları nesneleri, üzerlerinde daha fazla işlenmesi için ev işçilerine dağıtıyordu.[56] Geçiş biçimlerindeki bu çeşitlilik, gene de gerçek anlamıyla fabrika sistemine dönüşme eğilimini gizlememektedir. Bu eğilim dikiş makinesinin taşıdığı özellik ile de besleniyor ve bu makinenin çeşitli işlerde kullanılması, daha önce çeşitli kollara ayrılmış bulunan işlerin tek çatı ve yönetim altında toplanmasını kolaylaştırıyordu. Ayrıca, hazırlık niteliğindeki iğne işleri ile diğer bazı işlemlerin makinenin bulunduğu binalarda yapılmasının daha uygun olacağı koşulları yarattığı gibi, el dikişçilerine ve kendi makineleri ile çalışan ev işçilerine de kaçınılmaz olarak el koyar. Bu kaçınılmaz son, zaten bazılarını yakalamıştır bile. Dikiş makinelerine sürekli olarak artan miktarlarda sermaye (sayfa 73) yatırılması,[57] makine ile yapılan malların üretimini kamçılıyor, pazarları bu mallar ile doldurup taşınyor ve böylece ev işçilerine, makinelerini satma zamanının geldiğini haber veriyordu. Bizzat bu makinelerin üretimindeki aşırılık da, sürüm güçlüğü içerisinde kıvranan üreticileri, bunları haftalık olarak kiraya vermeye zorluyor, böylece de küçük makine sahiplerinin bu öldürücü rekabet altında ezilip gitmelerine yolaçıyordu.[58] Makinelerin yapısındaki sürekli değişiklikler ve gittikçe ucuzlamaları, eski tiplerin fiyatlarını hergün biraz daha düşürüyor, bunların, kitle halinde, gülünç fiyatlarla, bunları kârlı bir şekilde çalıştırabilecek tek insan olan büyük kapitalistlere satılmalarına neden oluyordu. Ensonu, insanın yerini buhar makinelerinin alması, bütün benzeri devrimlerde olduğu gibi burada da öldürücü darbeyi indiriyordu. Başlangıçta, buhar gücünün kullanılması, makinelerde düzensizlik, hızlarını ayarlama zorluğu, hafif olanların çabuk yıpranıp aşınması vb. gibi salt teknik güçlüklerle karşılaşılıyor ve deneyimlerle bunların hepsinin de üstesinden geliniyordu.[59] Bir yandan, birçok makinenin geniş bir manüfaktürde toplanması, buhar gücünün kullanılmasına yolaçarken, öte yandan, buharın insan adalesi ile rekabeti de, makineler ile insanların büyük fabrikalarda toplanmasını hızlandırıyordu. Böylece İngiltere, şimdi, yalnızca muazzam giyim eşyası sanayiinde değil, yukarda sözü edilen işkollarının çoğunda, manüfaktürün, el zanaatlarının ve ev işinin uzun süre önce ortaya çıkan büyük sanayinin etkisi altında tümüyle değişen ve düzeni bozulan bu üretim biçimlerini herbiri fabrika sistemine dönüştükten sonra, bunun içerdiği toplumsal gelişme öğelerinin hiçbirisine karışmadan, fabrika sisteminin dehşetini daha da canlı bir biçimde yaşamaktadır,[60] (sayfa 74)
            Bu kendiliğinden başlayan sanayi devrimine, fabrika yasalarının, kadınları, gençleri ve çocukları çalıştıran bütün sanayi kollarına uygulanması yapay olarak yardımcı olmuştur. İşgününün süresi, yemek ve dinlenme paydosları, başlangıç ve bitiş saatlerinin zorunlu olarak düzenlenmesi, çocuklar için vardiya sisteminin uygulanması, belli bir yaşın altındaki çocukların çalıştırılması yasağı vb., bir yandan fazla makine kullanılmasını[61] ve devindirici güç olarak adale yerine buhar gücünün geçmesini zorunlu kılar.[62] Öte yandan, zaman kaybını telafi etmek için, ortaklaşa kullanılan üretim araçlarında, fırınlarda, binalarda vb., bir genişleme olur, yani kısacası üretim araçlarında daha büyük bir yoğunlaşma ve buna uygun olarak işçilerin sayısında bir artma meydana gelir. Fabrika yasasının tehdit ettiği bu manüfaktür adına tekrar tekrar ve hararetle öne sürülen başlıca itiraz, aslında, işin eski ölçüsünde sürdürülebilmesi için daha büyük miktarda sermaye yatırılması gereğini saklamasıydı. Ama ev sanayii denen ve bunlarla manüfaktür arasındaki ara biçimlerdeki emek açısından işgünü ile çocukların çalıştırılmaları konusunda getirilen sınırlamalar, bu sanayilerin yıkımı demektir. Çünkü, ucuz emek-gücünün sınırsız bir şekilde sömürülmesi, bunların rekabetteki güçlerinin tek temelidir.
           
            Karl Marks, aynı yapıt, s. 494-499.
            Kapital,
      Birinci Cilt, s. 481-486.

      *


           
            Fabrika yönetmeliği, yalnız, fabrikalardaki, manüfaktürlerdeki (sayfa 75) vb. emeği düzenlediği sürece, yalnızca sermayenin sömürme hakkına bir müdahale olarak görülüyordu. Ama bu düzenleme "ev-emeği"[63] denilen alana uzanır uzanmaz, bu, doğrudan doğruya patria potestas'a, ana-babalık otoritesine bir saldırı olarak kabul edildi. Yufka yürekli İngiliz parlamentosu, uzun süre bu adımı atmaktan çekinmişti. Ne var ki, gerçeklerin gücü, en sonunda, büyük sanayinin, geleneksel ailenin dayandığı ekonomik temeller ile, buna bağlı bulunan aile emeğini yıkmakla, bütün geleneksel aile bağlarını da gevşettiğini kabul etmek durumunda kaldı. Çocuk haklarının ilan edilmesinin zamanı gelmişti.
           
            Karl Marks, aynı yapıt, s. 513.
            Kapital,
      Birinci cilt, s. 499-500.

      *


           
            Delme makinesinin (fırça tahtalarında delik yapmak için) genel olarak kullanılmaya başlanması, fırça yapımındaki süreçlerden birini hızlandırmış ve kolaylaştırmıştır. "Yerleştiricilere" (kılları tahtaya yerleştiren sanatçılar) olan talep artmış; ve gitgide uzmanlaşan bu işlem, emekleri ucuz olduğundan kadınların payına düşmüştür. Kadınlar, evde kıl yerleştirerek çalışmaya başlamışlar ve parça-başına para almışlardır. Böylece, ev sanayiine başvurmanın büyümesine, bu durumda, teknikteki ilerleme (delme makinesi) işbölü-mündeki ilerleme (kadınlar kıl yerleştirmenin dışında bir şey yapmıyorlar) ve kapitalist sömürüdeki ilerleme (kadın ve kızların emeğinin ucuz olması) neden olmuştur. Bu örnek, büyük bir açıklıkla göstermektedir ki, ev sanayii hiç de kapitalist manüfaktür kavramını ortadan kaldırmaz, tersine, bazan onun daha da geliştiğinin bir belirtisidir. (sayfa 76)
           
            W. I. Lenin. Die Entwicklung des Kapitalismus in Rußland,
            Werke,
      Band 3, Berlin 1956, s. 421.
           
            V. İ. Lenin, Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi, s. 362-363.

      *


           
            Küçük sanayilerde ve manüfaktürde, her zaman ataerkil ilişkilerin kalıntılarını ve kişisel bağımlılığın çeşitli biçimlerini görürüz, bunlar, kapitalist iktisadın genel koşullarında, çalışan halkın durumunu son derece kötüleştirir ve onları küçültür, bozar. Çoğu kez ülkenin çeşitli kısımlarından gelen işçi yığınlarını biraraya toplayan geniş-ölçekli makineli sanayi, ataerkilliğin vet kişisel bağımlılığın kalıntılarını hoşgörmeyi kesinlikle reddeder ve "geçmişi" gerçekten "küçük gören tutumuyla" göze çarpar. Üretimi düzenleme ve onun üzerinde kamu denetimi kurma zorunluluğuna yolaçan ve bu olanağı yaratan esas koşullardan biri de, modası geçmiş geleneklerden bu kopuştur. Özellikle, fabrikanın nüfusun yaşam koşullarında yarattığı değişimden sözederken, kadın ve çocukların üretime çekilmesinin,[64] temelde ilerici olduğunu belirtmek gerekir. Kapitalist fabrikanın, çalışan nüfusun bu kategorilerini özellikle zor koşullar içine soktuğu ve işgününün düzenlenmesi ve kısaltılmasının, sağlığa uygun emek koşullan sağlanmasının vb., onlar için özellikle gerekli olduğu tartışılmaz bir gerçektir; ama sanayide kadın ve çocuk çalıştırılmasını tümüyle yasaklama ya da bu tip işe yer vermeyen ataerkil yaşam biçimini koruma çabaları, gerici ve ütopik olacaktır. Genişölçekli makineli sanayi eskiden dar ev, aile ilişkileri çerçevesinden hiç çıkmayan nüfusun bu kategorilerinin ataerkil tecridini yıkmakla, onlan toplumsal üretime doğrudan doğruya katmakla, onlann gelişmesini hızlandırır, bağımsızlıklannı artırır; başka bir deyişle, kapitalist-öncesi ilişkilerin ataerkil hareketsizliğiyle kıyaslanamayacak ölçüde üstün olan yaşam koşulları yaratır.[65]
           
            V. İ. Lenin, aynı yapıt, s. 563-565.
            Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi,
      s. 474-475.