ALTI
DEVRİMCİLER GERİCİ
SENDİKALARA
GİRİP MÜCADELE ETMELİ MİDİRLER?
Alman "solları" bu soruya, tereddütsüz olumsuz cevap verilmesi gerektiği
kanısındadırlar. Onlara göre "gerici" ve "karşı-devrimci" sendikalara karşı
öfkeyle savrulan küfürler ve bu cinsten parlak beyanlar, devrimcilerin sarı
sendikalarda, karşı-devrimci sendikalarda, sosyal-şovenlerin, uzlaşıcıların,
Legien'lerin sendikalarında mücadele etmelerinin gereksizliğini "tanıtlamaya"
yeter (K. Horner, bu görüşü, özel ve ahmakça bir "ağırbaşlılıkla"
doğrulamaktadır).
Ama Alman "solları", bu taktiğin devrimci
niteliğine ne kadar inanmış olurlarsa olsunlar,
bu taktik, gerçekte temelden
yanlıştır ve bir iki boş laftan gayrı hiç bir öz taşımamaktadır.
Bunu açıkça göstermek için, amacı,
bolşevizmin tarihinde ve bugünkü taktiğinde genel olarak uygulanabilir, genel
olarak anlamlı, genel olarak izlenmesi zorunlu ne varsa onu, Batı Avrupa'ya
uygulamak olan bu yazının genel planına uygun olarak, burada da, bizim kendi
tecrübemizden hareket edeceğim.
Liderler, parti, sınıf, yığınlar arasındaki
ilişkiler ve öte yandan proletarya diktatörlüğünün ve onun partisinin
sendikalara karşı tutumu, bugün bizde somut olarak şöyledir: diktatörlük,
sovyetler içinde örgütlenmiş ve son kongresinde bildirildiğine göre (Nisan,
1920), 611.000 üyesi bulunan Komünist (Bolşevik) Partisinin yönettiği proletarya
tarafından gerçekleştirilmiştir. Partinin üye sayısında, Ekim devriminden önce
ve sonra hissedilir değişiklikler oldu; üye sayısı, eskiden, hatta 1918 ve
1919'da bile
[17]
çok daha az önem taşıyordu. Biz, partinin ölçüyü aşan bir genişlemesinden
korkmaktayız, çünkü kariyeristler ve (idam sehpasına layık) sahtekar takımı,
şüphesiz ki, iktidar partisinin saflarına sızma çabasındadırlar. Yalnız işçilere
ve köylülere olmak üzere partinin kapılarını son defa ardına kadar açmamız,
Yudeniç'in Petrograt'tan birkaç verst uzaklıkta olduğu ve Denikin'in de Orel'de
bulunduğu (Moskova'ya yaklaşık olarak 350 km.) 1919 kışındaydı; yani Sovyetler
Cumhuriyetini, korkunç bir tehlikenin, bir ölüm tehlikesinin tehdit ettiği bir
anda, komünistlere katılmakla, maceracıların, kariyeristlerin ve sahtekar
takımının ve genel olarak istikrarsız unsurların, çıkar sağlayacakları bir
kariyer umamayacakları, tam tersine, bu yüzden işkenceyi ve ölümü beklemeleri
gerektiği bir anda. Her yıl kongresini toplayan partiyi, kongrenin seçtiği 19
üyeden kurulu bir Merkez Komitesi yönetir (son kongreye, 1.000 üye, bir delege
göndermiştir); günlük çalışmalar, Moskova'da "Örgbüro"
[Örgütlenme Bürosu] ve "Politbüro" [Siyasi Büro] diye adlandırılan Merkez
Komitesi tarafından seçilen ve herbiri beş üyeden kurulu bulunan daha da sınırlı
komiteler tarafından yürütülür. Demek ki, bundan çıkan sonuç, "oligarşi"nin en
hakikisidir. Ve bizim cumhuriyetimizde, Partinin Merkez Komitesinin direktifleri
alınmadan, hiç bir siyasi sorun ya da örgütlenme sorunu, bir devlet kurumu
tarafından çözüme bağlanmaz.
Çalışmalarında parti, son kongrenin
verilerine göre (Nisan, 1920) bugün 4 milyondan çok üyesi olan ve resmen
partisiz bulunan
sendikalara doğrudan doğruya dayanır. Gerçekte
sendikaların büyük çoğunluğunun yönetici kurumlarının tümü ve başta Rusya
Sendikalar Merkezi ya da Bürosu (Rusya Sendikaları Merkez Şûrası) komünistlerden
kuruludur ve partinin bütün direktiflerini uygular.
Böylelikle elde edilmiş
olan, resmen komünist olmayan daha esnek ve daha geniş olan çok güçlü bir
proleter cihazıdır, partiyi sınıfa ve yığınlara sıkı sıkı bağlayan
ve partinin yönetimi altında sınıf diktatörlüğünü gerçekleştiren
bir cihaz. Sendikalarla en sıkı bağlar kurulmadan, sendikaların enerjik desteği
olmadan, sadece iktisadi kuruluşta değil, ama aynı zamanda
askeri örgütlenmede de ve sendikaların feragatle çalışmaları olmadan,
besbelli ki, ikibuçuk yıl değil, ikibuçuk ay bile ülkeyi yönetemezdik. Pratikte
böyle sıkı bağların çok çeşitli ve çapraşık bir propaganda ve bilinçlendirme
çalışması gerektirdiğini, sadece yöneticilere değil, genel olarak sendikanın
etkili militanlarıyla zamanında ve sık sık konferanslar gerektirdiğini; bugün
bile sayıları az olmakla birlikte, aramızda taraftarları bulunan ve (
burjuva)
demokrasinin ideolojik savunmasından, sendikaların "bağımsızlığından", (proleter
devlet iktidarı karşısında bağımsızlık!) proleter disiplininin vb.
baltalanmasına kadar her türlü karşı-devrimci hilelere başvuran menşeviklere
karşı, kesin bir savaşı gerektirdiğini anlamak kolaydır.
"Yığınlarla" bağlantı kurmanın sendikalar
aracılığıyla yeterli olmadığını kabul ediyoruz.
Pratik, bizde, devrim sırasında,
bütün olanaklarımızla muhafaza etmeye, geliştirmeye ve genişletmeye çalıştığımız
bir kurumu meydana getirmiştir: bu, bize, yığınların ruh haletini gizleme,
yığınlara yaklaşma, onların ihtiyaçlarını karşılama, içlerindeki en iyi
unsurları devlet görevlerine çağırma vb. olanağını sağlayan
partisiz
işçi ve köylü konferanslarıdır. Devlet Kontrol Halk
Komiserliğini, "İşçi ve Köylü Denetlemesi" olarak yeniden örgütlendirmeyi hedef
tutan son bir kararname, bu partisizler konferanslarına, birçok işleri vb.
yeniden gözden geçirecek olan devlet denetleme hizmetleri üyelerini seçme
hakkını tanıyor.
Bundan başka, bilindiği gibi, bütün parti
çalışması, meslek ayrımı yapmaksızın, emekçi yığınları bağrında toplayan
sovyetler aracılığıyla yapılmaktadır. Bölge sovyet kongreleri, burjuva
dünyasının en iyi demokratik cumhuriyetlerinde bile şimdiye kadar görülmemiş
olan ölçüde
demokratik bir kurumdur; (partinin çalışmalarını büyük ve
sürekli bir dikkatle izlemeye çalıştığı) bu kongreler aracılığı suretiyledir ki,
ve aynı zamanda köylere, orada çeşitli görevleri doldurmak için bilinçli
işçileri durmadan yollamak suretiyledir ki, proletarya, köylüye karşı yönetici
rolünü yerine getirmektedir; şehir proletaryasının diktatörlüğü gerçekleşmekte,
zengin köylülere, burjuvalara, sömürücülere, spekülatörlere vb. karşı sistemli
savaş yürütülmektedir.
"Yukardan" bakıldığında, proleter devlet
iktidarının, diktatörlüğün pratikte uygulanması bakımından, genel mekanizması
böyledir. Okurun, bu mekanizmayı tanıyan, küçük illegal gruplardan başlayarak
yirmibeş yıl içinde doğup geliştiğini görmüş olan Rus bolşeviğine, niçin bütün
bu "tepeden inme" mi
y o k s a "tabandan
gelme" mi diktatörlük üzerine, lider mi
y o k s
a yığınlar mı vb. üzerine tartışmaların, örneğin insan için sol bacağının
mı, yoksa sağ kolunun mu daha gerekli olduğu konusundaki bir tartışma kadar
çocukça ve gülünç göründüğünü anlayacağı umulabilir.
Devrimcilerin gerici sendikalar içinde
mücadele etmemeleri gerektiğini, bu çalışmadan vazgeçilebileceğini,
sendikalardan çıkıp, yepyeni, tertemiz, pek sevimli (ve çoğunlukla herhalde
gencecik) vb. bir "işçi birliğini" ihmal etmeden örgütlendirilmesinin
gerektiğini iddia eden Alman "sol"larının pek bilgili ve korkunç derecede
devrimci ciddi beyanları da, bize daha az çocukça ve gülünç gelmeyecektir.
Kapitalizm, sosyalizme, zorunlu olarak, bir
yandan işçiler arasında yüzyıllar içinde yerleşmiş olan eski mesleki ve lonca
ayrımlarını miras bırakırken, öte yandan (sadece tek zanaat ve meslek
kuruluşları değil, bütün sanayii kucaklayan) daha geniş sanayi sendikaları
haline gelebilmeleri için, yılların ve yılların geçmesi gereken sendikaları da
miras bırakmıştır. Bu sanayi sendikalarının aracılığıyla, ilerde, insanlar
arasındaki işbölümü ortadan kaldırılacaktır;
her yönden
gelişmiş evrensel bir hazırlıktan geçmiş ve
her şeyi yapabilen insanların eğitimine, öğretimine ve
şekillenmesine geçilecektir. Ve o zaman komünizme varılmış olunacaktır, ama
ancak uzun yıllardan sonra. Bugün pratik olarak tam gelişmiş olan, kök salmış,
şekillenmiş, açılıp serpilmiş ve olgunlaşmış bir komünizmin gelecekteki
sonuçlarını gerçekleşmiş sayarak hareket etmek, dört yaşındaki bir çocuğa yüksek
matematik öğretmeğe benzer.
Biz, sosyalizmi kurma işine, hayali ya da bu
maksatla özel olarak teşkil ettiğimiz insan malzemesiyle değil, kapitalizmin
bize miras bıraktığıyla girişebiliriz ve girişmeliyiz. Hiç şüphe yok ki, bu, çok
zor bir iştir; ama soruna bunun dışında bir yaklaşış, o kadar ciddiyetten
uzaktır ki, bunun sözünü bile etmek gereksizdir.
Sendikalar, kapitalizmin gelişmesinin
başlangıcında işçi sınıfına pek büyük bir ilerleme sağladılar; bu örgütler,
işçilerin dağınık ve güçsüz durumuna son verip onların ilk sınıf gruplaşmalarını
gerçekleştirdiler. Proleterlerin en yüksek sınıf bileşmesi biçimi,
proletaryanın devrimci partisi gelişmeye başladığı zaman (ki
bu parti önderleri, sınıfı ve yığınları homojen ve bölünmez bir bütün içinde
birbirine bağlamayı başarmadan böyle bir ada layık olamaz), sendikalar
kaçınılmaz olarak bazı gerici özellikler: bir çeşit meslek örgütü dar
görüşlülüğü, siyaset dışı kalma eğilimi, rutinlere saplanma vb. eğilimi
göstermeye, başladılar. Ama dünyanın hiç bir yerinde proletaryanın gelişmesi,
sendikalar olmadan, sendikaların ve işçi sınıfının partisinin karşılıklı
aksiyonu olmadan gerçekleşmemiştir ve gerçekleşemez. Siyasi iktidarın proletarya
tarafından ele geçirilmesi, bu sınıf için ileriye doğru atılmış muazzam bir
adımdır. Onun için parti, eskisinden daha çok ve eski tarzla yetinmeyerek yeni
bir biçimde sendikaları eğitmeli ve yönetmelidir; ama bunu yaparken sendikaların
uzun süre "proleter komünizm okulu" olarak ve proleterlerin kendi iktidarlarını
uygulamaya yarayan hazırlık okulları olarak, ülkenin bütün ekonomisinin
yönetimin derece derece, ilkönce işçi sınıfının eline (şu ya da bu mesleğin
değil, tüm işçi sınıfının eline) ve sonra da emekçilerin tümünün eline geçmesi
için gerekli işçi gruplaşmaları olarak varlıklarını sürdüreceklerini
unutmamalıdır.
Sendikaların bu anlamda belirli bir "gerici
zihniyet" göstermeleri, proletarya iktidarı altında, kaçınılmaz bir
şeydir. Bunu anlamamak, kapitalizmden sosyalizme geçişin temel
koşullarını anlamada tam bir yeteneksizlik göstermektir. Bu "gerici
zihniyet"ten korkmak, ondan
kaçınmak, onu görmezlikten gelmek,
büyük yanılgıya düşmek olur; çünkü bu, proletaryanın öncü olarak rolünü, işçi
sınıfının ve köylünün en geri kat ve yığınlarını eğitme, aydınlatma, yeni bir
yaşantıya çağırma rolünü benimsemekten çekinmek anlamını taşır. Öte yandan
proletarya diktatörlüğünü, meslek dargörüşlülüğüne tutulmuş tek bir işçinin
kalmayacağı,
trade-
unionist önyargılara kapılmış tek bir işçinin
bile kalmayacağı zamana bırakmak daha vahim bir yanılgı olur. Politika sanatı
(ve bir komünistin görevlerini doğru olarak anlaması) proletaryanın öncüsünün
iktidarı ele geçirebileceği koşulların ve anın, iktidarı alırken ve aldıktan
sonra işçi sınıfının ve proleter olmayan emekçi yığınların yeteri kadar geniş
tabakalarının yeterli desteğinden yararlanabileceği, ve iktidara geçince
gittikçe daha geniş emekçi yığınlarını eğiterek ve kendine çekerek egemenliğini
genişletebileceği koşulların ve anın tam ve doğru olarak değerlendirilmesini
gerektirir.
Devam edelim. Rusya'dan daha ileri olan
ülkelerdeki sendikalarda, belirli bir gerici zihniyet bizdekinden daha güçlü
olarak belirdi ve belirmesi de kaçınılmazdı. Rusya'da, menşevikler, bu lonca
dargörüşlülüğü, mesleki ve oportünist bencillik yüzünden sendikalarda bir destek
sağlamışlardı (ve şimdi bile az sayıda bazı sendikalarda böyle bir desteğe
kısmen sahiptirler). Batının menşevikleri sendikalarda daha derinden "kök
salmışlardır", ve bu ülkelerde
bizdekinden daha güçlü,
dargörüşlü, bencil, yüreksiz, çıkarcı küçük-
burjuva
ve emperyalist zihniyetli, emperyalizmin satın
aldığı, ahlaksız bir "işçi aristokrasisi" ortaya
çıkmıştır. Bu, tartışma götürmez Gompers'lere karşı, Batı Avrupa'da Jouhaux,
Henderson, Merrheim, Legien ve şürekasına karşı mücadele, siyasi ve toplumsal
bakımdan
tam olarak benzerleri bir tip olan bizim
menşeviklerimize karşı mücadeleden çok daha
(sayfa 48)
zordur. Bu mücadele, amansız bir mücadele olacaktır ve mücadeleyi bizim
yaptığımız gibi oportünizmin ve sosyal-şovenizmin islah olmaz liderlerinin
ipliğini tam olarak pazara çıkarana ve böylelerini sendikalardan kovana dek
sürdürülmelidir. Bu mücadele
belirli bir noktaya vardırılmadan siyasi
iktidarı elde etmek olanaksızdır (ve bu yapılmadan iktidarı alma yolunda bir
çaba gösterilmemelidir de); ve bu, her yerde
bir değildir,
mücadelenin hangi dereceye kadar vardırılacağını, ancak her ülkenin
proletaryasının aklı başında, tecrübeli ve yetkili siyasi yöneticileri tayin
edeceklerdir. (Rusya'da bu mücadelenin ne ölçüde başarılı olacağı konusunda
ipucunu bize 25 Ekim 1917 proleter devriminden birkaç gün sonra, 1917 Kasımında
Kurucu Meclis seçimleri verdi. Bu seçimlerde, menşevikler, tam bir yenilgiye
uğradılar, bolşeviklerin elde ettikleri 9 milyon oya karşılık 700 bin
Vladi-Kafkas oylarını da eklersek 1 milyon 400 bin oy aldılar. Bu konuyla
ilgili
Komünist Enternasyonal dergisinin 7-8. sayılarındaki
"Kurucu Meclis Seçimleri ve Proletarya Diktatörlüğü"
[18]
başlıklı yazıma bakınız.)
Ama biz, mücadeleyi, "işçi aristokrasisi"ne
karşı mücadeleyi, işçi yığınları adına, bu yığınları kendi tarafımıza kazanmak
için yaparız: işçi sınıfını kendi yanımıza çekmek için oportünist ve
sosyal-şoven liderlerle savaşırız. Bu kadar açık ve belli bir ilkel gerçeği
görmemek saçmalık olur. Sendika
yönetici çevrelerinin gerici ve
karşı-devrimci zihniyetinden, komünistlerin sendikalardan çıkmaları gerektiği!!
ve sendikalarda çalışılmaması!! sonucuna varan ve kendi
k e ş
i f l e r i!! olan yeni işçi örgüt
biçimleri yaratmak isteyen "sol" Alman komünistleri işte bu hatayı işliyorlar.
Bu, burjuvaziye hizmet etmeye eşit affedilmez bir saçmalıktır. Çünkü, bizim
menşeviklerimiz olsun, sendikalardaki bütün oportünist sosyal-şoven ve kautskici
liderler olsun, (bizim, menşevikler
(sayfa 49) için her
zaman dediğimiz gibi) "işçi sınıfının içinde burjuvazinin ajanları"ndan, ya da
Daniel de Léone'un Amerikalı taraftarlarının güzel ve son derece doğru deyişiyle
"kapitalist sınıfın işçi kahyaları"ndan (
labour lieutenants of
the capitalist class) başka bir şey değillerdir. Gerici
sendikalarda çalışmamak demek, gerektiği kadar gelişmemiş olan ya da henüz geri
olan işçi yığınlarını, gerici liderlerin etkisine, burjuvazi ajanlarının,
aristokrat işçilerin ya da "burjuvalaşmış işçilerin" etkisine terketmek demektir
(bu konuyla ilgili Engels'in Marx'a İngiliz işçilerinin durumuyla ilgili
mektubuna başvurunuz, 1858
[19]
).
Komünistlerin gerici sendikalara
katılmamasını savunan gülünç "teori", "sol" komünistlerin "yığınlar" üzerinde
etki sorununu nasıl hafiflikle ele aldıklarını ve bu yüzden "yığınlar"
kelimesini nasıl kötüye kullandıklarını gösterir. "Yığınlara" yardımcı olabilmek
için, onların sevgisini kazanabilmek için, davaya katılmalarını ve desteklerini
sağlayabilmek için, oportünist ve sosyal-şoven olarak, çoğunlukla doğrudan
doğruya ya da dolaylı olarak burjuvaziyle ve polisle bağlantıları olan
"liderlerin" önümüze çıkaracakları güçlüklerden, başvuracakları hilelerden,
kuracakları tuzaklardan, hakaretlerden, baskılardan yılmamak gerekir. Ve mutlaka
yığınların olduğu yerde çalışmak gerekir. Asıl,
kurumlarda, derneklerde, örgütlerde, proleter ya da yarı-proleter yığınların
bulunduğu her yerde (bunlar en gerici eğilimde olsalar bile) yöntemli, azimli,
inatçı,ve sabırlı bir bilinçlendirme çalışmasıyla bütün fedakarlıkları göze
almak, en büyük engelleri göğüslemeyi bilmek gerekir. Sendikalar ve (bazı
durumlarda) işçi kooperatifleri ise, yığınların bulunduğu örgütlerin ta
kendileridirler. 10 Mart 1920 tarihli
Folkets Dagblad Politiken
adındaki İsveç gazetesinin yazdığına göre, İngiltere'de sendika üyeleri sayısı,
1917 yılı sonundan 1918 yılı sonuna kadar, %19 bir artış
(sayfa
50) göstererek, 5.500.000'den 6.600.000'e ulaşmıştır. 1919 yılının
sonunda bu sayı, 7.500.000'e varmıştır. Fransa ve Almanya için bu konuda elimde
rakam yok, ama herkesin bildiği tartışma götürmez gerçekler, bu ülkelerde de
sendikalı işçilerin önemli ölçüde artışına tanıklık etmektedir.
Bu gerçekler başka binlerce belirtinin de
doğruladığı bir şeyi açıkça göstermektedir: proletarya yığınlarının geri "alt
katlarında" beliren bilinçlenme ve örgütlenmeye doğru artan bir eğilim,
İngiltere'de, Fransa'da, Almanya'da milyonlarca işçi
ilk defa
olarak tam bir örgütsüzlük durumundan, ilkel, aşağı, en basit ve burjuva
demokratik önyargılardan henüz kurtulmamış olanlar için en kolayca ulaşılabilir
örgüt biçimine, sendikalara geçmektedirler. Ve devrimci, ama akılsız olan "sol"
komünistler, "yığınlar! yığınlar!" diye bağırırlarken, öte yandan, "gerici
zihniyet"lerini!! bahane ederek
s e n d i
k a l a r içinde
mücadeleyi reddediyorlar!! Ve yepyeni, tertemiz, burjuva demokratik
önyargılardan, mesleki dargörüşlülük günahlarından arınmış bir "işçi birliği"ni
ileri sürüyorlar, iddialarına göre bu birlik geniş bir örgüt olacaktır
("olacaktır" diyorum) ve buna katılmak için sadece (sadece!) "Sovyet sistemini
ve diktatörlüğü kabul etmek" gerekiyor, (yukarda aktarılan pasaja bakınız)!!
"Sol" devrimcilerin bundan daha büyük
akılsızlık etmeleri, devrime bundan daha çok zarar getirmeleri düşünülemez! Ama
biz, Rusya'da, Rusya'nın ve Antantın burjuvazisine karşı ikibuçuk yıl süresince
sağladığımız emsalsiz zaferlerden sonra bile, bütün sendikalara girmek için
"diktatörlüğün tanınması" şartını koşsaydık, büyük akılsızlık ederdik, yığınlar
üzerindeki etkimizi zayıflatırdık, menşeviklerin oyununa gelmiş olurduk. Çünkü
komünistlerin bütün görevi, bilinçlenmede geç kalanları
inandırmayı
bilmek, onların
arasında çalışmayı bilmektir, yoksa çocukça uydurmalardan
başka bir şey
(sayfa 51) olmayan "sol" sloganlar ileri
sürerek onlardan ayrılmak değildir.
Hiç şüphe yok ki, Bay Gompers gibileri,
Henderson, Jouhaux, Legien ve şürekası Alman "ilke" muhalefetindekiler gibi
(tanrı bizi böyle "ilkeler"den korusun!), ya da IWW (Dünya Sanayi İşçileri)
[20]
örgütündeki bazı Amerikalı devrimciler gibi, gerici sendikaların
terkedilmesini savunan ve bunlarda çalışmayı reddeden o "sol" devrimcilere pek
minnettardırlar. Hiç şüphemiz olmasın ki, oportünizmin "liderleri" olan
baylar, sendikaların kapısını devrimcilere kapamak için, onları her çareye
başvurarak sendikalarda safdışı edebilmek için, komünistlerin sendikalarda
çalışmalarını mümkün olduğu kadar tatsız hale getirebilmek için, onları
hakaretlere uğratmak, rahatsız etmek ve baskı altında tutmak için, burjuva
diplomasisinin bütün manevralarına başvuracaklar, burjuva hükümetlerin,
papazların, polisin, mahkemelerin yardımını bu yolda sağlamak için ellerinden
geleni yapacaklardır. Sendikalara girebilmek, sendikalar içinde kalabilmek ve
her ne pahasına olursa olsun devrimci eylemi bu örgütler içinde yürütebilmek
için bütün bunlara göğüs vermek gerekir, her türlü fedakarlığa razı olmak, (eğer
gerekirse) savaş hilelerine başvurmak, gizli eylem yöntemlerini uygulamak
gerekir. 1905'e kadar çarlık düzeninde "hiç bir legal olanağımız" yoktu; ama
Zubatov adındaki polis, devrimcileri tuzağa düşürmek ve yenilgiye uğratmak için
aşırı gerici işçi toplantılarını yaptığı ve işçi derneklerini örgütlendirdiği
zaman, bu toplantılara ve bu derneklere partimizin üyelerini biz yolluyorduk
(bunlar arasında yaman bir militan olan ve 1906'da çarın generalleri tarafından
kurşuna dizilen Petersburglu işçi Babuşkin'i hatırlarım), bunlar, yığınlarla
bağlantı kuruyorlardı, propaganda eylemlerini ustaca yürütüyorlardı ve işçileri
Zubatov'un adamlarının
[*4]
etkisinden kurtarıyorlardı. Hiç şüphe yok ki, kök salmış, legalci,
anayasacı, burjuva demokratik önyargıları iyice benimsemiş olan Batı Avrupa
ülkelerinde aynı şeyi yapmak daha zordur. Ama gene de bu yapılabilir ve bunu
sistematik olarak yapmak gerekir.
Bence III. Enternasyonalin Yürütme Komitesi,
gerici sendikalara katılmama politikasını açıkça suçlamalı ve Enternasyonalin
önümüzdeki kongresinde bu politikanın genel bir tarzda suçlanmasını sağlamak
için harekete geçmelidir (böyle bir katılmama politikasının akılsızca ve
proletarya devrimine niçin son derece zararlı olduğu bütün ayrıntılarıyla
açıklanarak gösterilmelidir), ve Yürütme Komitesi bu yanlış politikayı doğrudan
doğruya ya da dolaylı olarak, açıkça ya da üstü örtülü bir biçimde tam olarak ya
da kısmen, bu önemli değildir desteklemiş olanların davranışını da
suçlamalıdır. III. Enternasyonal, II. Enternasyonalin taktiğini kırmalıdır,
çözümü zor sorunlardan kaçmamalıdır, bunları örtbas etmemelidir, tam tersine,
bunlara cepheden açıkça karşı koyabilmelidir. "Bağımsızlara" (Almanya Bağımsız
Sosyal-Demokrat Partisine) bütün gerçeği, hem de yüzlerine karşı söylemiş
bulunuyoruz; bu gerçeği, "sol" komünistlere de aynı şekilde söylemeliyiz.
(sayfa 53)