V. İ. LENİN Ne Yapmalı?
1901 yazıyla Şubat 1902 arasında yazıldı
(Hareketimizin Canalıcı Sorunları)[1]
İlk kez, Mart 1902'de Dietz tarafından Stuttgart'ta yayınlandı
[Türkçe çevirisi Muzaffer Ardos tarafından yapılmıştır. Sol Yayınları, Mart
1977, Birinci Baskı]
4. EKONOMİSTLERİN İLKELLİĞİ VE DEVRİMCİLER ÖRGÜTÜ
Raboçeye Dyelo'nun yukarda incelediğimiz, iktisadi mücadelenin, siyasal ajitasyonun en geniş uygulanabilirliğe araç olduğu, ve bizim görevimizin artık iktisadi mücadelenin kendisine siyasal bir nitelik kazandırma vb. olduğu yolundaki iddiaları, sadece siyasal bakımdan değil, örgütsel görevlerimiz bakımından da dar bir görüşü ifade etmektedir. "İşverenlere ve hükümete karşı iktisadi mücadele" bütün Rusya'yı kucaklayan merkezi bir örgütü hiç de gerektirmez ve bu yüzden de bu mücadeleden, siyasal muhalefetin, protestoların ve öfkenin bütün belirtilerini tek bir genel saldırı içersinde birleştirecek bir örgüt, profesyonel devrimcilerden meydana gelen ve bütün halkın gerçek siyasal liderlerinin yönetiminde bulunan bir örgüt, hiç bir zaman doğamaz. Bu, anlaşılır bir şey. Herhangi bir örgütün niteliğini doğal ve kaçınılmaz olarak belirleyen şey, o örgütün eyleminin içeriğidir. Onun için Raboçeye Dyelo, yukarda tahlil edilen görüşleri ile, sadece siyasal eylemin değil, aynı zamanda örgütsel çalışmanın da darlığını savunmakta ve meşrulaştırmaktadır. Burada da Raboçeye Dyelo, her zaman olduğu gibi, kendiliğindenliğe boyuneğen bir bilince sahip organ olduğunu ortaya koymaktadır. Oysa kendiliğinden gelişen örgüt biçimlerine kölece boyuneğmenin, örgütsel çalışmamızın dar sınırlılığını ve ilkelliğini anlayamamanın, bu en önemli alanda ne kadar "geri" olduğumuzu anlayamamanın, bütün bunları kavrayamamanın, hareketimizin tutulmuş olduğu gerçek bir hastalık olduğunu söylüyorum ben. Bu öyle bir hastalıktır ki, çöküşle gelmez; bu, besbelli ki bir büyüme hastalığıdır. Bu konuda her türlü geriliğin savunusuna karşı, darlığın hoşgörülmesine karşı ödünsüz mücadeleye girişmenin zamanı, kendiliğinden öfke dalgasının bizim hareketin liderlerinin ve örgütçülerinin üzerinden de aştığı şu sıradır. Pratik çalışmaya katılanların ya da böyle bir çalışmaya girmek için hazırlanmakta olanların hepsinde, aramızda yaygın bulunan amatörlüğe karşı hoşnutsuzluk ve bundan kurtulmamız için sarsılmaz bir kararlılık yaratmak özellikle gereklidir.
A. İLKELLİK NEDİR?
Bu soruyu, 1894-1901 döneminin tipik bir sosyal-demokrat çalışma çevresinin faaliyetini kısaca anlatarak yanıtlamaya çalışacağız. O dönemde, öğrenci gençliğin tümünün marksizme sarıldığını belirttik. Bu öğrenciler, marksizmle, elbette ki, sadece bir teori olarak (sayfa: 125) ilgilenmiyorlardı, onunla "Ne Yapmalı?" sorusuna bir yanıt olarak, düşmana karşı savaşmak için bir çağrı olarak ilgileniyorlardı. Bu yeni savaşçılar, şaşılacak ölçüde ilkel donatım ve eğitimle savaşa girdiler. Çok kez hemen hemen hiç donatımları yoktu ve eğitim diye bir şey görmemişlerdi. Sabanını bırakıp savaşa katılan köylüler gibi ellerinde sopalarla yürüdüler. Bir öğrenci çevresi, hareketin eski üyeleriyle hiç bir bağlantısı olmadan, başka yörelerdeki, hatta aynı kentin başka kesimlerindeki (ya da başka eğitim kurumlarındaki) inceleme çevreleriyle hiç bir bağlantı kurmadan, devrimci çalışmanın çeşitli bölümlerini örgütlendirmeden, belirli bir zaman süresini kapsayan sistemli bir eylem planı olmadan, işçilerle ilişki kuruyor ve çalışmaya koyuluyor. Bu çevre, yavaş yavaş propaganda ve ajikasyonunu yaygınlaştırıyor; eylemleriyle oldukça geniş bir işçi kesiminin ve eğitim görmüş tabakanın belirli bir kesiminin sempatisini kazanıyor; bu kesimler ona para sağlıyorlar ve "komite" gençlerden oluşan yeni grupları bunlar arasından ediniyor. Komitenin (ya da mücadele birliğinin) çekici gücü büyüyor, eylem alanı genişliyor, eylemini tamamen kendiliğinden bir biçimde yayıyor; bir yıl ya da birkaç ay önce, öğrenci çevrelerinin toplantılarında konuşan ve "Nereye?" sorusunu tartışan, işçilerle bağlantı kuran ve bu bağlantıları sürdüren, bildiri yazıp yayınlayan bu kimseler, artık öteki devrimci gruplarla ilişkiler kuruyorlar, yazın ediniyorlar, yerel bir gazetenin yayınına girişiyorlar, bir gösteri düzenlemekten sözetmeye başlıyorlar, ve nihayet açık savaşa geçiyorlar (bu açık savaş ilanı, duruma göre ilk ajitasyon bildirisi, bir gazetenin ilk sayısı ya da ilk gösteri yürüyüşü olabilir). Çoğunlukla bu çıkışlar, daha ilk anında tam bir fiyaskoyla sonuçlanır. İlk anında ve tam bir fiyasko, çünkü, bu açık savaş daha önce düşünülmüş ve uzun uzadıya saptamış sistemli bir plan, inatçı ve uzun (sayfa: 126) süreli bir mücadele planı sonucu değildi, sadece inceleme çevresinin gelenksel çalışmasının kendiliğinden büyümesi sonucuydu; çünkü, polis, besbelli ki, hemen her seferinde, yerel hareketin, üniversite sıralarında "adları duyulmuş olan" başlıca militanlarını tanıyordu, ve bir baskın için kendisine en elverişli anı kollarken, kasıtlı olarak, elle tutulur bir suçüstü sağlayabilmek için, devrimci grubun yayılmasına gözyummuştur ve her seferinde tanıdıkları bazı kimselerin "tohumluk olarak" serbest gezmelerine izin vermiştir (bildiğim kadar "tohumluk" terimi hem bizimkilerin hem de çar polisinin kullandığı bir terimdir). Böyle bir savaşı, bir köylü yığınının, ellerinde sopalarla, modern askeri birliklere karşı savaşına benzetmemek insanın elinden gelmiyor. Ve insan, savaşçıların tam bir eğitim yoksunluğuna karşın, yayılan, büyüyen ve başarılar sağlayan hareketin canlılığına şaşıyor. Tarihsel bakımdan donatımın ilkelliğinin başlangıçta yalnız kaçınılmaz olmakla kalmadığı, savaşçıların geniş ölçüde seferber edilmesinin koşulu olarak meşru bile olduğu doğrudur; ama ciddi çatışmalar yer almaya başlayınca (ve bunlar fiilen 1896 yazındaki grevlerle başlamıştır), savaş örgütümüzün eksikliklerini gittikçe daha çok duymaya başladık. İlkten şaşkınlığa düşen ve gaf üstüne gaf yapan hükümet (örneğin sosyalistlerin yaptıklarının kötülüklerini anlatarak kamouyona başvurması, ya da işçilerin başkentlerden taşradaki sanayi merkezlerine sürülmesi gibi), kısa zamanda mücadelenin yeni koşullarına ayak uydurabildi ve kusursuz biçimde donatılmış bir ajan provakatör, casus ve polis birliklerini ustaca kullanmaya başladı. Baskınlar o kadar sıklaştı, o kadar çok insanı etkiledi ki, ve bu baskınlar sonucu yerel inceleme çevreleri öylesine silinip süpürüldü ki, işçi yığınları hemen hemen bütün liderlerini kaybettiler, hareket inanılmaz ölçüde dağınık bir nitelik aldı ve çalışmalarda (sayfa: 127) süreklilik ve uyum tümüyle olanaksızlaştı. Yerel liderlerin böyle darmadağın edilişi, inceleme çevreleri üyelerinin rasgele kişilerden oluşması, teorik, siyasal ve örgütsel sorunlarda gerekli eğitimin olmaması ve bu sorunlarda dargörüşlülük, bütün bunlar, yukarda anlatılan koşulların kaçınılmaz sonuçları idi. İşler öyle bir hale geldi ki, birçok yerlerde işçiler, gereken sağlamlığı gösteremediğimizden ve gizlilik kurallarına uyamadığımızdan ötürü, aydınlara olan inancını yitirmeye ve onlardan uzak durmaya başladılar. İşçiler şöyle diyordu: aydınlar pek dikkatsiz davranıyorlar ve polis baskınlarına yolaçıyorlar!
Hareket konusunda azıcık bilgisi olan bir kimse, aklı başında sosyal-demokratların tümünün, sonunda bu amatörce yöntemlere bir hastalık olarak bakmaya başladıklarının farkındadır. Hareketi yakından bilmeyen okurun, hareketin özel bir aşamasını ya da özel bir hastalığını "icat ettiğimizi" sanmaması için, yukarda sözlerini aktardığımız tanıktan, aşağıya bir pasaj daha alacağız. Pasajin uzunluğundan dolayı okurun bizi bağışlayacağına inanıyorum.
B-v, Raboçeye Dyelo, n° 6'da şöyle yazıyor: "Daha geniş pratik eyleme tedrici geçiş, Rus işçi sınıfı hareketinin şu anda aşmakta olduku genel geçici döneme doğrudan doğruya bağlı bulunan bu geçiş, karakteristik bir özellik olmakla birlikte, Rus işçilerinin devriminin genel mekanizmasında daha az ilginç olmayan bir başka özellik de vardır. Eyleme uygun devrimci güçlerin genel olarak bulunmayışından [70*] sözetmekteyiz, bu yokluk sadece St. Petersburg'da değil tüm Rusya'da duyulmaktadir. İşçi sınıfı hareketinin genel olarak yeniden canlanışıyla, çatışan yığınların genel olarak gelişmesiyle, grevlerin giderek (sayfa: 128) sıklaşmasıyla, işçilerin artan açık yığın mücadelesiyle, ve hükümet baskısının, tutuklamaların, sınırdışı etmelerin ve sürgünlerin yoğunlaşmasıyla, usta devrimci güçlerin bu yokluğu gittikçe daha çok göze batar bir hale gelmektedir, ve hiç kuşku yok ki, bu durum, hareketin derinliğini ve genel niteliğini etkilememezlik edemez. Birçok grev, devrimci örgütlerin güçlü ve doğrudan etkisi olmaksızın yapılmaktadır. ... Ajitasyon bildirileri ve illegal yazın eksikliği duyulmaktadır. ... İşçilerin inceleme çevreleri ajitatörlerden yoksun kalmaktadır. ... Üstelik durmadan para sıkıntısı çekilmektedir. Kısacası, işçi sınıfı hareketinin büyümesi devrimci örgütlerin büyüme ve gelişmesini aşmaktadır. Etkin devrimcilerin sayısal gücü, hoşnutsuz işçi yığınları üzerindeki etkiyi kendi ellerinde yoğunlaştırmalarını ya da bu hoşnutsuzluğa birazcık olsun uyum ve örgütlülük getirmelerine olanak vermeyecek kadar azdır. ... Dağınık, birbirine bağlı olamayan ayrı ayrı inceleme çevreleri, ayrı ayrı devrimciler, organları orantılı biçimde gelişmiş tek bir güçlü ve disiplinli örgütü temsil etmemektedirler. ..." Dağıtılan inceleme çevrelerinin yerine derhal yenilerinin örgütlendirilmesinin, "ancak hareketin canlılığını tanıtladığını ... ama gerektiği gibi eğitilmiş devrimcilerin yeter sayıda bulunduğunu tanıtlamadığını" kabul eden yazar şu sonuca varıyor: "St. Petersburg devrimcileri arasında pratik eğitimin bulunmayışı, çalışmaların sonuçlarında görülebilir. Son yargılamalar ve özellikle Öz Kurtuluş Grubunun ve Sermayeye Karşı Emek Grubunun[65] yargılanmaları açıkça göstermiştir ki, işçi sınıfının koşulları ve bunun sonucu olarak da belirli bir fabrikada ajitasyon yapma koşulları konusunda ayrıntılı bilgiden yoksun, gizlilik ilkelerinden habersiz, ve sosyal-demokrasinin ancak genel ilkelerini anlayabilen [eğer anlıyorsa] genç militan, çalışmasını ancak dört, beş ya da altı ay kadar yürütebilmektedir. Bunun ardından, bütün (sayfa: 129) örgütün ya da hiç değilse örgütün bir kısmının yıkılmasına neden olan tutuklamalar gelmektedir. Onun için şu soruyla karşılaşmaktayız: eğer ömrü aylarla ölçülecekse, bu grup, başarılı eylem yürütebilir mi? ... Besbelli ki, mevcut örgütlerin kusurlarının sadece bu geçiş döneminden ileri geldiğini söyleyemeyiz. ... Besbelli ki, çalışmakta olan örgütlerin sayısal ve her şeyden öte niteliksel yapıları küçümsenecek bir etmen değildir, ve bizim sosyal-demokratlarımızın birinci görevi ... örgütleri etkin bir biçimde birleştirmek ve örgüt üyeleri arasında sıkı bir ayıklama yapmaktır."
B. İLKELLİK VE EKONOMIZM
Şimdi de, kuşkusuz her okurun aklına gelmiş olması gereken bir sorunu ele alalım. Bütün hareketi etkileyen büyüme hastalığı olan bu ilkellikle, Rus sosyal-demokrasisinin içerisindeki akımlarından biri olan ekonomizm arasında bir bağlantı kurulabilir mi? Biz kurulabileceği görüşündeyiz. Pratik eğitimden, örgütsel çalışmalarını yürütme yeteneğinden yoksunluk, hiç kuşku yok ki, daha başından beri, her zaman, devrimci marksizmi savunanlar dahil, hepimizin ortak noksanlığıdır. Eğer sorun sadece pratik eğitimden yoksunluk olsaydı, kimse pratik içinde çalışanları suçlayamazdı. Ama "ilkellik" terimi eğitim yoksunluğundan daha fazla bir şeyi kapsar; bu terim, genel olarak, devrimci çalışmada dar kapsamlılığı, bu kadar dar eylem temeli üzerinde iyi bir devrimciler örgütünün kurulamayacağını anlayamamayı, ve nihayet (ki bu en önemlisidir) bu darlığı haklı gösterme ve onu özel bir "teori" durumuna yükseltmeyi, yani bu sorunda da kendiliğindenliğe böylece boyuneğmeyi ifade eder. Bu türden çabalar açıga çıkar çıkmaz, ilkelliğin ekonomizmle bağları bulunduğu ve genel olarak kendimizi ekonomizmden (sayfa: 130) (yani marksist teorinin ve sosyal-demokrasinin rolünün ve siyasal görevlerinin dar anlayışından) kurtarmadıkça, örgütsel eylemimizin bu darlığından da hiç bir zaman kurtulamayacağımız açıkça belli oldu. Bu çabalar, kendilerini, iki yönde ortaya koydular. Bazıları, işçi yığınlarının, devrimcilerin onlara "kabul ettirmeye" çalıştıkları geniş ve militan siyasal görevleri bizzat kendilerinin ortaya atmadıklarını; henüz kısa vadeli siyasal istemler uğruna mücadele etmeyi, "işverenlere ve hükümete karşı iktisadi mücadeleyi" [71*] yürütmeyi sürdürmeleri gerektiğini (ve doğal olarak yığın hareketinin "erişebileceği" bu mücadeleye denk düşen ve en az hazırlıklı gençliğin bile "erişebileceği" bir örgüt olması gerektiğini) söylemeye başladılar. Her türlü "teoricilik" teorisinden uzak olan bazıları ise, "siyasal bir devrimi gerçekleştirmenin" olanaklı ve zorunlu olduğunu, ama bunun, proletaryayı sıkı ve inatçı mücadele içerisinde eğitmek üzere güçlü bir devrimciler örgütü yaratmayı gerektirmediğini söylediler. Yapmamız gereken tek şey, o eski dostumuza, "erişilebilir" sopaya sarılmaktır. Üstü örtülü konuşmayı bir tarafa bırakırsak, genel bir grev örgütlemeli [72*] ya da "kızıştırıcı terör" yoluyla işçi sınıfı hareketinin "ruhsuz" ilerleyişini kamçılamalıyız. [73*] Biri oportünist, öteki "devrimci" olan bu iki eğilim, egemen olan amatörlüğe boyuneğmektedir; bunlar amatörlükten kurtulunabileceğine inanmamakta ve ilk ve zorunlu pratik görevimizin, siyasal mücadeleye gerekli enerjiyi, oturmuşluğu ve sürekliliği sağlayabilecek olan bir devrimciler örgütünün yaratılması olduğunu görememektedirler.
B-v'nin şu sözlerini aktardık: "İşçi sınıfı hareketinin (sayfa: 131) büyümesi, devrimci örgütlerin büyüme ve gelişmesini aşmaktadır." "Yakından gözlemde bulunan bir kimsenin bu değerli görüşü" (Raboçeye Dyelo'nun B-v'nin yazısı hakkındaki yorumu böyledir) bizim için çifte bir değer taşır. Bu beyan, Rus sosyal-demokrasimizin bugünkü bunalımının başlıca nedeninin, liderlerin ("ideologların", devrimcilerin, sosyal-demokratların) yığınların kendiliğinden atılımının gerisinde kalmış olmaları yolundaki görüşümüzü doğrular. Bu beyan, aynı zamanda, ekonomist mektubu (İskra, n° 12) yazanlar tarafından, Kriçevski ve Martinov tarafından ileri sürülen, kendiliğinden unsuru, günlük tekdüze mücadeleyi küçümsemenin tehlikesini belirten, süreç olarak taktikleri vb. savunan savların tümünün, ilkelliği övme ve savunmadan başka bir şey olmadığını gösterir. "Teorisyen" sözcüğünü dudak bükmeden telâffuz edemeyen, eğitimden yoksunluğa ve geriliğe kapılmış olmalarına "yaşamın gerçeklerini sezme" adını takmış olan bu adamlar, gerçekte en zorunlu pratik görevlerimizi anlayamadıklarını açığa vurmaktadırlar. Arkada kalanlara şöyle bağırıyorlar: "Ayak uydur! İleriye geçme!" Örgütsel çalışmada enerji ve inisiyatiften yoksun bulunanlara geniş ve yürekli eylem için gerekli "planları" bulunmayanlara, "süreç-olarak-taktikler" va'zediyorlar! Bizim işlediğimiz en büyük günah, siyasal ve örgütsel görevlerimizi, her günkü iktisadi mücadelenin kısa vadeli, "elle tutulur" "somut" çıkarları düzeyine indirgememizdir; ama onlar, iktisadi mücadelenin kendisine siyasal bir nitelik kazandırın! diye hep aynı nakaratı yineleyip duruyorlar. Yineliyoruz: halk masalındaki kahraman, geçen cenaze alayına, "gözünüz aydın!" diye bağırırken ne kadar "yaşamın gerçeklerini" seziyorduysa, böyle bir davranışta bulunanlar da o kadar seziyorlar.
Bu ukalâlarin gerçekten "Narsis'e lâyık" eşsiz bir kendini beğenmişlikle, "işçi çevrelerinin sözcüğün gerçek ve (sayfa: 132) pratik anlamıyla, yani siyasal istemler uğruna geçerli ve başarılı pratik mücadele anlamında siyasal görevlerle genel olarak (aynen böyle!) başedemeyişleri" konusunda ("Raboçeye Dyelo'nun Yanıtı", s. 24) Plehanov'a nasıl ders verdikleri anımsansın. Çevre vardır, çevre vardır, baylar! Elbette ki, "amatör" çevreleri, amatörlüklerinin farkına varıp da bundan vazgeçemedikleri sürece, siyasal görevlerle başedemezler. Eğer ayrıca, bu amatörler, kendi ilkel yöntemlerine vurgunsalar, ve "pratik" sözcüğünün altını çizmekte direniyorlarsa ve pratik olmanın, bir kimsenin kendi görevlerini, yığınların en geri katının anlayış düzeyine indirgemesini gerektirdiğini sanıyorlarsa, o zaman böyleleri deva bulmaz amatörlerdir ve, elbette ki, bunlar genel olarak herhangi bir siyasal görevle başedemezler. Ama Alekseyev ve Mişkin tipinde, Halturin ve Jelyabov tipinde bir liderler çevresi, en gerçek ve en pratik anlamıyla siyasal görevlerle başedecek yetenektedir, ve böyleleri, siyasal görevleri, ateşli propagandalarının kendiliğinden uyanan yığınlarda yankı bulmasından ötürü, kaynayan enerjilerinin devrimci sınıfın enerjisinde destek bulmasından ötürü başarabilmektedirler. Plehanov, bu devrimci sınıfın varlığına işaret etmekle, ve bu sınıfın kendiliğinden uyanışının kaçınılmaz olduğunu tanıtlamakla kalmayıp, "işçi çevrelerine bile" yüksek, geniş kapsamlı siyasal görev yüklerken bin kez haklıydı. Ama siz, o zamandan beri fışkırmış olan yığın hareketine, bu görevi alçaltmak, "işçi çevrelerinin" enerjisini ve eylem alanını daraltmak için işaret ediyorsunuz. Eğer siz, kendi ilkel yöntemlerinize vurgun değilseniz, nesiniz? Pratik olmakla övünüyorsunuz, ama her pratik Rus işçisinin, sadece bir çevrenin değil, bir kişinin enerjisinin bile devrim davası için nasıl mucizeler yaratabileceğini bildiğini göremiyorsunuz. Yoksa siz, bizim hareketimizin 1870'lerin önderleri gibi önderler çıkaramayacağını mı (sayfa: 133) sanıyorsunuz? Eğer bunu sanıyorsanız, niçin? Eğitimden yoksun olduğumuz için mi? Ama biz, kendi kendimizi eğitiyoruz, ve eğitmeye devam edeceğiz, ve gün gelecek eğitilmiş olacağiz! "İşverenlere ve hükümete karşı iktisadi mücadele" durgun suyunun yüzeyini yosunlar kapladığı ne yazık ki doğrudur; aramızda öyleleri çıktı ki, kendiliğindenliğin önünde, (Plehanov'un bir deyişini kullanırsak) Rus proletaryasının "kıçına" vecd içinde bakarak, secde ediyorlar. Ama biz, bu yosunlardan kurtulacağız. Rus devrimcilerinin, gerçekten devrimci bir teorinin kılavuzluğunda, gerçekten devrimci ve kendiliğinden uyanan sınıfa dayanarak, heybetiyle doğrulmasının zamanı nihayet -nihayet!- gelmiştir. Bunun olabilmesi için, pratik içinde çalışanlar yığınının, bunlardan daha da kalabalık olan ve okul sıralarından beri pratik eylem rüyası görenler yığınının, siyasal görevlerimizi aşağılama ve örgütsel çalışmalarımızın alanını sınırlandırma yolundaki her türlü öneriyi alay ve küçümseme konusu yapmaları yeterlidir. Ve hiç telaşlanmayın, baylar, bunu başaracağız!
"Nereden Başlamalı" adlı makalemde, Raboçeye Dyelo'nun görüşüne karşı şunları söyledim: "Özel bir soruna ilişkin aiitasyon taktiklerini ya da parti örgütüne ilişkin herhangi bir ayrıntıdaki taktikleri 24 saat içinde değiştirmek mümkündür. Ama 24 saat içinde demeyeceğim, 24 ay içinde bile, insanın bir mücadele örgütünün ve yığınlar içinde siyasal ajitasyonun genel, sürekli ve mutlak zorunluluğu konusundaki görüşünü değiştirebilmesi için her türlü ilkeden yoksun olması gerekir." [74*] Raboçeye Dyelo'nun karşılığı şu oldu: "İskra'nın, olgulara dayandığını iddia ettiği bu biricik suçlaması tamamen dayanaksızdır. Raboçeye Dyelo okurları çok iyi bilirler ki, daha başlangıçta, (sayfa: 134) biz, İskra'nın çıkmasını beklemeden, siyasal ajitasyona çağrıda bulunmakla kalmadık ... [bunu sadece işçi inceleme çevrelerinin değil, "yığınsal işçi sınıfı hareketinin de, mutlakiyeti devirmeyi birinci siyasal görev sayamayacağını", ancak kısa vadeli siyasal istemler uğruna mücadele ile yetinmesi gerektiğini ve "yığınların ancak bir ya da birkaç grevden sonra kısa vadeli siyasal istemleri anlamaya başladıklarını" söyleyerek yaptınız], ...yurtdışından Rusya içinde çalışan yoldaşlara ilettiğimiz yayınlarımızda, siyaset ve ajitasyon ile ilgili biricik sosyal-demokrat malzemeyi sağladık ... [ve bu biricik malzemede, sadece en geniş siyasal ajitasyonu sırf iktisadi mücadeleye dayandırmakla kalmayıp, bu sınırlı ajitasyonun "en geniş ölçüde uygulanabilen" ajitasyon olduğunu iddia etmeye kadar işi vardırdınız. Baylar, görmüyor musunuz ki, İskra'nın yayınlanmasının ve Raboçeye Dyelo'ya karşı mücadeleye girişmesinin zorunluluğunu tanıtlayan, bunun, sağlanan biricik malzeme olduğu yolundaki kendi savınızdır!]. ... Öte yandan, bizim yayın eylemimiz, partinin taktik birliği için fiilen zemin hazırlamıştır ... [taktiğin partiyle birlikte büyüyen parti görevlerinin büyümesi süreci olduğu inancındaki birliği mi? Gerçekten çok değerli bir birlik!]. ... Ve böylelikle bir 'militan örgütün' yaratılması olanağını sağlamıştır; o örgüt ki, onun uğuna Yurtdışı Birlik, yurtdışındaki bir örgütün yapabileceği her şeyi yapmıştır." (Raboçeye Dyelo, n° 10, s. 15.) Asıl konudan kaçmak için boşuna çaba! Elinizden geleni yaptığınızı yadsımak aklımın kenarından geçmez. Ben sizin için "olanaklı" olanın sınırlarının kendi görüşünüzün darlığıyla çizilmiş olduğunu iddia ettim ve şimdi de ediyorum. Bir "militan örgütün" "kısa vadeli siyasal istemler" mücadelesinden, ya da "işverenler ve hükümete karşı iktisadi mücadeleyi" yürütmesinden sözetmek gülünçtür. (sayfa: 135)
Ama eğer okur, amatörlüğe olan ekonomist sevdanın incilerini görmek istiyorsa, seçmeci ve sallantılı Raboçeye Dyelo'dan yüzünü çevirip tutarlı ve kararlı Raboçaya Mysıl'a bakmalıdır. Özel Ek'inde, s. 13'te R. M. şöyle yazıyor: "Şimdi de gerçek devrimci aydın denen tabaka üzerine bir çift sözümüz var. Bu tabakanın, çarlığa karşı kesin mücadeleye girişmeye hazır olduğunu birçok kez tanıtladığı doğrudur. Ama talihsizlik şurda ki, devrimci aydın tabakamız, siyasal polisin en amansız baskısına uğradığından, siyasal polise karşı mücadelenin otokrasiye karşi siyasal mücadele olduğunu sandı. Onun için bu tabaka, bugüne kadar, 'otokrasiye karşı mücadele için kuvvetlerin nereden sağlanabileceğini' anlayamamıştır."
(Sözcüğün en kötü anlamıyla) kendiliğinden harekete tapan bu kimsenin, polise karşı mücadeleye tepeden bakıp onu horgörmesi, gerçekten eşi bulunmaz bir davranış! Kendiliğinden yığın hareketinde siyasal polise karşı mücadeleye girişmemizin hiç de önemli olmadığı savına dayanarak, gizli eylemi örgütlendirmedeki beceriksizliğimizi haklı göstermeye hazırdır! Devrimci örgütlerdeki eksikliklerimiz o denli ciddi bir sorun haline gelmiştir ki, bu korkunç vargıya çok az kimse katılır, ama örneğin Martinov buna katılmıyorsa, bu, kafasındaki fikirleri mantıksal sonuçlarına kadar düşünemediğinden ya da düşünmeye cesareti yetmediğinden ötürüdür. Yığınların somut istemleri, elle tutulur sonuçlar vaadeden istemlerı "ileri sürme" "görevi", gerçekten de, istikrarlı, merkezi bir militan devrimciler örgütünün yaratılması için özel çabalar sarfedilmesini gerektirmekte midir? Böyle bir "görev", "siyasal polise karşı" hiç "mücadele etmeyen" yığınlar tarafından yerine getirilemez mi? Üstelik, eğer birkaç lider dışında. "siyasal polise karşı mücadelede" hiç bir yeteneği olmayan, işçiler (büvük çoğunluk) tarafından da (sayfa: 136) üstlenilmeseydi, bu görev başarılabilir miydi? Yığının ortalama öğesi olan bu işçiler, grevlerde ve polisle ve askeri birliklerle yapılan sokak çatışmalarında insanüstü bir enerji ve özveri gösterebilirler ve tüm hareketimizin sonucunu belirIeyebilirler (ve belirleyecek olanlar yalnızca onlardır); ama siyasal polise karşı mücadele özel nitelikler gerektirir, profesyonel devrimciler gerektirir. Ve biz, yığınların sadece somut istemler değil, işçi yığınlarının gittikçe artan sayıda profesyonel devrimciler de "öne sürmesini" sağlamalıyız. Böylece, profesyonel devrimciler örgütü ile salt işçi hareketi arasındaki ilişki sorununa varmış bulunuyoruz. Bu sorun, yazına çok az yansımışsa da, ekonomizme azçok eğilim gösteren yoldaşlarla yaptığımız konuşma ve polemiklerde, bu, biz "siyasetçileri" büyük çapta meşgul etmiştir. Bu, özel ele alış biçimi gerektiren bir sorundur. Ama bu sorunu ele almadan önce, ilkellik ile ekonomizm arasındaki bağ konusundaki tezimizi gösteren bir başka aktarma daha sunalım.
Bay N. N., Yanıt'inda şöyle yazmaktadır: "Emeğin Kurtuluşu grubu, mücadele için maddi güçlerin nereden sağlanacağını düşünmeden ve mücadelenin hangi yolu izleyeceğini belirtmeden, hükümete karşı doğrudan doğruya mücadeleye girişilmesini istemektedir." Bu tümcedeki sözcüklerin altını çizen yazar, "yol" sözcüğüne şu dipnotu eklemektedir: "Bunu gizliliğin gereği olarak açıklayamayız, çünkü program bu komplonun değil, bir yığın hareketinin sözünü etmektedir. Ve yığınlar gizli yollardan ilerleyemez. Gizli bir grev düşünebilir miyiz? Gizli gösteriler ve dilekçeler düşünebilir miyiz? (Vademecum, s. 59.) Böylece, yazar, "maddi güçler" sorununa (grevlerin ve gösterilerin örgütleyicileri) ve mücadelenin izleyeceği "yollar" sorununa çok yaklaşmaktadır. Ama, yığın hareketine "tapındığı" için, yani bu harekete devrimci eylemimizi yüreklendiren ve ona hız veren bir şey değil de, bizi (sayfa: 137) devrimci eylemi yürütme zorunluluğundan kurtaran bir şey olarak baktığı için, gene de şaşkın bir durumdadır. Ona katılanlar için ve onunla doğrudan doğruya ilgili bulunanlar için bir grevin sır olarak kalması olanaksızdır, ama bir grev, hükümet, grevcileri tecrit etmek ve grev hakkında bütün haberlerin yayılmasını önlemek amacıyla gereken önlemleri aldığından, Rus işçi yığınları için bir "sır" olarak kalabilir (ve çoğunlukla kalmaktadır). Burada "siyasal polise karşı" özel bir "mücadele" gereklidir, böyle bir mücadeleyi de grevlerde yer alan geniş yığınlar fiilen yürütemez. Böyle bir mücadele, devrimci eyleme profesyonel olarak girmiş kimseler tarafından "sanatın bütün kurallarına" uygun olarak örgütlendirilmelidir. Yığınların kendiliğinden harekete katılmaları olgusu, bu mücadelenin örgütlendirilmesini, daha az zorunlu kılmaz. Tersine daha zorunlu yapar; çünkü biz sosyalistler, eğer polisin her grevi ve her gösteriyi bir sır haline getirmesini önlemezsek (ve zaman zaman kendimiz de gizlice grevler ve gösteriler hazırlamazsak), yığınlara karşı doğrudan görevimizi başaramıyoruz demektir. Ve biz bunu başaracağız, çünkü kendiliğinden uyanan yığınlar da, kendi saflarından, artan sayıda "profesyonel devrimciler" yetiştireceklerdir (ama elbette ki, biz, işçilere yerlerinde saymayi öğütleme gafletinde bulunmazsak).
C. İŞÇİLER ÖRGÜTÜ VE DEVRİMCİLER ÖRGÜTÜ