V. İ. LENİN Ne Yapmalı?
1901 yazıyla Şubat 1902 arasında yazıldı
(Hareketimizin Canalıcı Sorunları)[1]
İlk kez, Mart 1902'de Dietz tarafından Stuttgart'ta yayınlandı
[Türkçe çevirisi Muzaffer Ardos tarafından yapılmıştır. Sol Yayınları, Mart
1977, Birinci Baskı]
C. İŞÇİLER ÖRGÜTÜ VE DEVRİMCİLER ÖRGÜTÜ
Siyasal mücadeleden "işverenlere ve hükümete karşı iktisadi mücadeleyi" anlayan bir sosyal-demokrat için, "devrimciler örgütü" ile "işçiler örgütü"nün aşağıyukarı aynı şey olması doğaldır. Nitekim fiilen olan da budur; öyle ki, örgütten sözettiğimizde, ayrı ayrı diller konuşmaktayız. Örneğin daha önceden tanımadığım[66] oldukça tutarlı bir ekonomistle aramda geçen konuşmayı iyice (sayfa: 138) anımsamaktayım. Siyasal Devrimi Kim Gerçekleştirecek? adlı broşürü tartışıyorduk, ve kısa zamanda bu yapıtın örgüt sorununu görmezlikten geldiği görüşünde birleştik. Nerede ise aramızda tam bir görüş birliğine varacaktık ki, konuşmanın ilerlemesiyle, ayrı ayrı dillerde konuştuğumuz ortaya çıktı. Muhatabım, yazarı, grev fonlarını, karşılıklı yardımlaşma derneklerini vb. görmezden gelmekle suçluyordu, oysa siyasal devrimi "gerçekleştirecek olan" temel etmen olarak benim aklımda olan bir devrimciler örgütüydü. Aramızdaki görüş ayrılığı açıkça ortaya çıkınca da, anımsadığım kadarıyla, bu ekonomistle görüş birliği içinde olduğum tek bir ilke sorunu bile yoktu.
Aramızdaki görüş ayrılığının kaynağı nerede idi? Ekonomistlerin hem örgüt, hem de siyaset sorunlarında durmadan sosyal-demokrasiden trade-unionculuğa kaymakta oldukları gerçeğindeydi. Sosyal-demokrasinin siyasal mücadelesi, işçilerin işverenlere ve hükümete karşı iktisadi mücadelesinden çok daha geniş ve karmaşık bir mücadeledir. Aynı biçimde (ve bundan ötürü), devrimci sosyal-demokrat partinin örgütlenmesi, kaçınılmaz olarak, işçilerin iktisadi mücadele için örgütlenmesinden, ayrı türde bir örgütlenme olmak zorundadır. İşçilerin örgütü, ilkin sendikal bir örgüt olmalıdır; ikincisi, olabildiğince geniş olmalıdır; üçüncüsü, koşullar elverdiğince gizlilikten uzak, açık olmalıdır (söylemenin gereği yok ki, burada olsun, daha ileride olsun, sözkonusu olan, yalnızca otokratik Rusya'dır), buna karşılık, devrimciler örgütü, her şeyden önce ve esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kişilerden oluşmalıdır (işte bunun için, devrimciler örgutünden sözederken, devrimci sosyal-demokratları kastetmekteyim). Böyle bir örgütün üyelerinin bu ortak özelliği karşısında, işçilerle aydınlar arasındaki, ve hele ayrı ayrı meslekler arasındaki her türlü ayrım kesin olarak silinmelidir. Besbelli ki, bu örgüt, pek geniş tutulmamalı (sayfa: 139) ve olabildiğince gizli olmalıdır. Bu üç ayırıcı nokta üzerinde duralım
Siyasal özgürlüklerin var olduğu ülkelerde, sendika örgütüyle siyasal örgüt arasındaki ayrım apaçıktır, sendikalarla sosyal-demokrasi arasındaki ayrım gibi. Biriyle öteki arasındaki ilişkilerin, tarihsel, hukuksal vb. koşullara göre ülkeden ülkeye değişmesi doğaldır; bu ilişkiler az ya da çok sıkı, karmaşık vb. olabilir (bize göre olabildiğince daha sıkı ve daha az karmaşık olmalıdır); ama özgür ülkelerde sendika örgütünü sosyal-demokrat parti ile aynı şey saymaya kalkışmak sözkonusu olamaz. Rusya'da, ilk bakışta, otokrasinin boyunduruğu, sosyal-demokrat örgütle işçi dernekleri arasındaki her türlü ayrımı silmektedir, çünkü bütün işçi dernekleri ve bütün inceleme çevreleri yasaklanmıştır ve işçilerin iktisadi mücadelesinin başlıca belirtisi ve silahı olan grev, adi bir suç sayılmaktadır (bazan da bir siyasal suç!). Böylece, bizdeki durum, bir yandan iktisadi mücadeleyi yürüten işçileri siyasal sorunlarla uğraşmaya "iterken", öte yandan sosyal-demokratları da, sendikacılıkla sosyal-demokrasiyi birbirine karıştırmaya "itmektedir" (ve bizim Kriçevski'lerimiz, Martinov'larımızı ve benzerleri, birinci cinsten "itelemeyi" usanmadan tartışırken, ikinci cinsten "itelemenin" farkına varmamaktadırlar). Gerçekten de, gözümüzün önüne, "işverenlere ve hükümete karşı iktisadi mücadele"ye yüzde doksandokuz gömülmüş olan kimseleri getiriniz. Bunlardan bazıları, eylemlerinin tamamı süresince (dört ila altı ay) daha çapraşık bir devrimciler örgütünün gereğini düşünmek zorunluluğunu hiç bir zaman duymayacaktır. Başkaları, belki de, oldukça geniş ölçüde dağıtılan bernştayncı yazına raslayacaklar ve, bunun etkisi altında "günlük tek düze mücadelenin" ileriye hareketinin derin anlam taşıdığı inancına varacaklardır. Başkaları da, belki, "proletaryanın mücadelesiyle sıkı ve (sayfa: 140) organik bağlar kurma", sendika hareketiyle sosyal-demokrat hareket arasında bağlar kurma örneğini bütün dünyaya gösterme gibi çekici bir düşünceye kapılacaklardır. Böyleleri, bir ülkeye kapitalizmin ve bunun sonucu olarak da işçi sınıfı hareketinin girmesi ne kadar gecikirse, o ülkedeki sosyalistlerin sendika hareketine o kadar çok katılabileceklerini ve bu hareketi destekleyebileceklerini, ve bu ülkede sosyal-demokrat olmayan sendikaların varlığı için nedenlerin o ölçüde azalacağını iddia edebilirler. Bu sav, buraya kadar tamamen doğrudur; ama ne yazık ki, kimileri daha da ileri giderek bu durumdan sosyal-demokrasi ile sendikacılığın tam bir kaynaşması düşünü görüyorlar. Biraz aşağıda, St. Petersburg Mücadele Birliğinin Tüzüğü örneğinden, bu gibi düşlerin örgüt planlarımız üzerinde nasıl olumsuz etkide bulunduğunu göreceğiz.
İktisadi mücadeleyi amaçlayan işçi örgütleri, sendikal örgütler olmalıdır. Her sosyal-demokrat işçi, elinden geldiği kadar bu örgütleri desteklemeli ve bunların içinde etkin olarak çalışmalıdır. Bu böyle olmakla birlikte, "sendikalarda" üyeliğe yalnız sosyal-demokratların seçilmesini istemek, elbette ki bizim çıkarımıza olan bir şey değildir; çünkü, böyle bir şey, olsa olsa, bizim yığınlar üzerindeki etkimizin kapsamını daraltır. İşverenlere ve hükümete karşı mücadele için birleşmenin gereğini anlayan her işçi, sendikalara girebilmelidir. Eğer sendikalar, hiç değilse bilinçlenmenin bu ilkel derecesine ulaşmış olan herkesi birleştirmezse, ve çok geniş örgütler olarak kurulmazsa, sendikaların asıl amacına ulaşmak olanaksızlaşır. Bu örgütler ne kadar geniş tutulursa, bunlar üzerindeki etkimiz de o ölçüde geniş olur. Bu etki, sadece iktisadi mücadelenin "kendiliğinden" gelişmesi yüzünden ileri gelmez, sosyalist sendika üyelerinin, yoldaşlarını etkilemede gösterdikleri doğrudan ve bilinçli çabadan da ileri gelir. Ama geniş bir örgüt sıkı gizlilik yöntemleri (sayfa: 141) uygulayamaz (çünkü daha fazlasını ister). Çok sayıda üye gereği ile gizlilik yöntemlerini uygulama gereği arasındaki çelişki nasıl uzlaştırılacaktır? Sendikaları olabildiğince açık, her şeyi ortada örgütler haline nasıl getireceğiz? Genel olarak söylemek gerekirse, bu sonuca yalnızca iki yoldan varabiliriz: ya sendikalar yasallaştırılır (bazi ülkelerde, bu, sosyalist ve siyasal birliklerin yasallaştırılmalarından önce gelmiştir), ya da örgüt gizli tutulur, ama öylesine "serbest" ve şekilsiz, Almanlarin dediği gibi lose'dir [75*] ki, üyelerin büyük çoğunluğunu ilgilendirdiği kadarıyla, gizlilik yöntemlerinin gerekliliği hemen hemen sıfıra inmiş olur.
Sosyalist olmayan ve siyasal olmayan işçi birliklerinin yasallaştırılmaları Rusya'da başlamış bulunmaktadır, ve hiç kuşku yok ki, hızla büyüyen sosyal-demokrat işçi sınıfı hareketimizin kaydettiği her ilerleme, çoğunlukla kurulu düzenin yandaşlarından, ama kısmen de işçilerin kendilerinden ve liberal aydınlardan gelen bu yoldaki yasallaştırma girişimlerini artıracak ve yüreklendirecektir. Sendikalara legalite bayrağl Vasiliyev'ler ve Zubatov'lar tarafından daha şimdiden çekilmiş bulunuyor. Ozerov'lar ve Vorms'lar bunlara destek olmayı vaadettiler ve desteklediler, ve işçiler arasında da, daha şimdiden, bu yeni eğilimin yandaşlarına raslanmaktadır. Bundan böyle, bu eğilimi hesaba katmamazlık edemeyiz. Bunu nasıl hesaba katacağız, bu konuda sosyal-demokratlar arasında iki ayrı görüş olamaz. Zubatov'ların ve'Vasilyev'lerin, çar jandarmasının ve papazların bu harekette oynadıkları rolü durmadan teşhir etmeli ve işçilere böylelerinin gerçek niyetlerini açıklamalıyız. İşçlerin legal toplantılarındaki liberal siyasetçilerin verdikleri söylevlerde, bütün uzlaşıcı ve "uyumluluğu savunan" sözleri teşhir etmeliyiz. Bu gibi söylevlerin, barışçı sınıf işbirliğinin özlenen bir şey (sayfa: 142) oldugu yolunda içten gelme bir inancın sonucu söylenmiş olması, ya da iktidardan bazi ödünler koparmak için söylenmesi, ya da sadece bir dikkatsizlik sonucu olması, durumu değiştirmez. Ve nihayet, bu gibi açık toplantılarda ve izinli derneklerde, "ateşli olanları" saptayan ve kendi ajan provokatörlerini illegal örgütlere sokmak için legal örgütlerden yararlanmaya çalışan polisin sık sık kurduğu tuzaklar konusunda işçileri uyarmalıyız.
Bunu yaparken, işçi sınıfı hareketinin yasallaşmasının, uzun vadede Zubatov'ların değil, bizim işimize yarayacağını unutmamak gerekir. Tersine, yaban otlarını buğdaydan ayırmamıza yardımcı olacak olan şey, teşhir kampanyamızdır. Yaban otunun ne olduğunu belirtmiş bulunuyorum. Buğdaydan kastımiz en geri kesimler de dahil olmak üzere, gittikçe artan sayıda işçileri toplumsal ve siyasal sorunlara çekmek, ve gelişmesiyle bize ajitasyonumuz için bol bol malzeme sağlayacak olan ve esas olarak legal olan işlevlerden (legal kitapların dağıtımı, yardımlaşma sandıkları vb.) kendimizi, devrimcileri, kurtarmaktır. İşte bu anlamda, Zubatov'lara ve Ozerov'lara şöyle diyebiliriz, ve demeliyiz: Hadi bakalım baylar, elinizden geleni yapın! İşçilerin yolu üzerine (ya doğrudan provokasyonla, ya da "struveciliğin"[67] yardımıyla işçilerin morallerinin "dürüstçe" kırılmasıyla) her tuzak kuruşunuzda sizi teşhir etmek boynumuzun borcudur. Ama ileriye doğru gerçek bir adım attığınız zaman, bu adım "ürkek bir zikzak" olsa bile, size, "lütfen devam ediniz!" diyeceğiz. Ve ileri adım sayılabilecek tek adım, işçilerin eylem alanının, az da olsa, gerçekten genişlemesidir. Bu tür her genişleme bizim yararımıza olacak ve, ajan provakatörlerin sosyalistleri avlaması yerine, sosyalistlerin taraftar kazanacakları türden legal derneklerin kurulmasını hızlandıracaktır. Kısacası, bizim görevimiz yaban otuna karşı mücadeledir. Saksılarda bugday yetiştirmek bizim işimiz (sayfa: 143) değildir. Yaban otlarını yolarak tarlayı buğdaya hazırlarız. Ve Afanisi İvanoviç'ler ve Pulherya İvanovna'lar[68] saksıdaki ekinlerine bakadursun, biz sadece bugünün yaban otlarını biçmek için değil, yarının buğdayını biçmek için de harmancılarımızı hazırlamalıyız. [76*]
Böylece, biz, olabildiğince az gizli ve olabildiğince geniş bir sendikal örgüt yaratma sorununu yasallaştırma yoluyla çözemeyiz (ama Zubatov'ların, Ozerov'ların, böyle bir çözümü, kısmen de olsa, bize vermelerinden büyük hoşnutluk duyacağız; onun için olanca gücümüzle onlara karşı savaşmamız gerekiyor). Geriye gizli sendikal örgütler kalıyor, ve biz, bütün olanaklarımızla, (kesin olarak bildiğimiz gibi) bu yolu tutmuş olan işçilere yardım etmeliyiz. Sendikal örgütler sadece iktisadi mücadelenin gelişmesi ve pekişmesi için son derece yararlı olmakla kalmazlar, aynı zamanda siyasal ajitasyonun ve devrimci örgütlenmenin çok önemli bir yardımcısı olabilirler. Bu sonuca varabilmek için, doğmakta olan sendikal hareketi sosyal-demokratların istedikleri doğrultuya yöneltebilmek için, her şeyden önce, St. Petersburg ekonomistlerinin hemen hemen beş yıldan beri sahip çıktıkları örgütlenme planının saçmalığını iyice anlamak gerekir. Bu plan, Temmuz 1897 tarihli İşçilerin Karşılıkız Yardımlaşma Sandığı Tüzüğü'nde ("Listok" Rabotnika, n° 9-,10, s. 46, Raboçaya Mysıl, n° l'den alınmıştır), ve Ekim 1900 tarihli Sendikal İşçi Örgütü Tüzüğü'nde (St. Petersburg'da (sayfa: 144) basılan ve İskra, n° l'de sözü edilen özel bildiri) sunulmuştur. Her iki tüzüğün de temel nitelikte bir eksikliği var: bunlar, geniş işçi örgütünü sınırları katıca çizilmiş bir yapı içine oturtuyorlar ve onu devrimciler örgütüyle karıştırıyorlar. Daha ayrıntılı olarak hazırlandığı için, sözü edilen tüzüklerden ikincisini ele alalım. Tüzük elliiki maddeden oluşuyor. Yirmiüç madde, her fabrikada kurulacak olan (üye sayısı 10'u geçmeyecektir) ve "merkez (fabrika) gruplarını" seçecek olan "işçi çevrelerinin" yapısını, işleyiş yöntemlerini ve bunlarlın hak ve yetkilerini açıklıyor. 2. madde şunu belirtiyor: "Merkez grup, fabrikada ya da atelyede olup biten her şeyi gözler, ve olayların kaydını tutar." "Merkez grup, ödenti ödeyenlere her ay bir mali rapor sunar" (md. 17), vb.. "Bölge örgütlerine" on madde ayrılmış, ve ondokuz madde de İşçi Örgütleri Komitesiyle St. Petersburg Mücadele Birliği Komitesi arasındaki (her bölgenin seçilmiş temsilcileriyle "yürütme grupları" -"propaganda grupları, eyaletlerle ve Yurtdışı Örgütlerle bağlantı kurma grupları, mağazaları, yayınları ve fonları yöneten gruplar"- arasındaki) çok çapraşık karşılıklı ilişkilere ayrılmıştır.
İşçilerin iktisadi mücadelesinde "yürütme grupları"na ayak uyduran bir sosyal-demokrasi! Ekonomistlerin düşüncelerinin nasıl sosyal-demokrasiden trade-unionculuğa doğru saptığını, ve sosyal-demokratların her şeyden önce proletaryanın kurtuluş mücadelesinin tümünü yönetebilecek bir devrimciler örgütü ile ilgilenmesi gerektiği düşüncesinin bunlara ne kadar yabancı olduğunu, bundan daha çarpıcı bir biçimde göstermek zordur. "İşçi sınıfının siyasal kurtuluşundan", "çarlık zorbalığına" karşı mücadeleden sözetmek ve aynı zamanda böyle tüzükler kaleme almak, sosyal-demokrasinin gerçek siyasal görevlerinin ne olduğunu hiç, ama hiç anlamamaktır. Elli küsur maddenin hiç birinde, yığınlar arasında olanaklı (sayfa: 145) en geniş siyasal ajitasyonu, Rus mutlakiyetinin bütün yönlerini ve Rusya'daki çeşitli toplumsal sınıfların özgül özelliklerini aydınlatan bir ajitasyonu yürütmenin gereğinin anlaşıldığını gösteren en ufak bir belirti yok. Zaten böyle tüzüklerle, hareketin siyasal amaçları bir yana, sendikal amaçlara bile ulaşılamaz, çünkü sendikalar mesleklere göre örgütlenirler ki, bunun tüzükte lafı bile edilmemektedir.
Ama belki en karakteristik olan şey, ayrı ayrı her fabrikayı ve bu fabrikanın "komitesini" sürekli, tek biçimde ve gülünç derecede ayrıntılı kurallarla ve üç dereceli bir seçim sistemiyle birbirine bağlamaya çaba gösteren bütün "sistemin" aşırı yüklülüğüdür. Ekonomizmin dar ufukları arasına sıkışan fikir, ağır bir kırtasiyecilik ve bürokrasi kokusu yayan ayrıntılar içinde kendini kaybedip gitmektedir. Gerçekte, hiç söylemeye gerek yok ki, bu maddelerin dörtte-üçü hiç bir zaman uygulanamaz; ama buna karşılık, her fabrikada bir merkezi gruba sahip böyle bir "gizli" örgüt, jandarmanın geniş gapta baskınlar yapmasını kolaylaştırır. Polonyalı yoldaşlar, hareketlerinde buna benzer bir evreden geçmişlerdir; her yerde işçi yardımlaşma sandıkları kurma tutkusuna kapıldıkları bir zaman oldu; ama jandarmanın işini kolaylaştırmaktan başka bir şey yapmadıklarını anlayınca, bu fikirden çok çabuk vazgeçtiler. Eğer geniş işçi örgütleri istiyorsak, ve yaygın tutuklamalar istemiyorsak, polisin işini kolaylaştırmak istemiyorsak, bu örgütlerin herhangi bir katı biçimsel yapı içerisinde kalmamalarını sağlamalıyız. Ama o zaman da, örgüt işleyebilecek midir?'
Örgütün işlevlerinin ne olduğunu görelim: "... Fabrikada olup biten her şeyi gözlemek ve olayların kaydını tutmak." (Tüzüğün ikinci maddesi.) Bunu yapabilmek için resmen kurulu bir gruba gerçekten gerek var mı? Özel bir grup oluşturulmaksızın illegal gazetelerle yürütülecek bir haberleşme yoluyla aynı amaç daha iyi sağlanamaz (sayfa: 146) mı? "... İşçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi mücadelesine önderlik etmek" (madde 3). Bunun için de saptanmış örgütsel bir biçime gerek yok. Her aklı başında ajitatör, sıradan konuşmalarda işçilerin istemlerinin ne olduğunu saptayabilir ve bu istemlerin bildirilerle ifade edilmesini sağlamak üzere, bunları dar -geniş değil- devrimciler örgütüne iletebilir. "... Her ruble ücretten iki kopek ödentiyle ... bir fonun meydana getirilmesi" (madde 9), ve ödenti ödeyenlere aylık bir mali rapor sunulması (madde 17), ödentilerini ödemeyen üyelerin örgütten çıkarılması (madde 10), ve buna benzer şeyler. İşte polis için gerçek bir cennet; çünkü polis için böyle "merkezi bir fabrika fonu"nun gizliliğine sızmaktan, paraya elkoymaktan ve en iyi adamları tutuklamaktan daha kolay bir şey olamaz. İyi tanınan (son derece dar ve gizli) bir örgütün resmi mührünü taşıyan bir kopeklik ya da iki kopeklik makbuzlarla bu işi halletmek, ya da karşılığında makbuz vermeden para toplamak ve üzerinde anlaşmaya varılan kod ile mali raporu bir illegal gazetede yayınlamak daha basit değil mi? Böylelikle amaca ulaşılmış olur, ama jandarmanın ipuçlarını ele geçirmesi, yüz kez daha zorlaşır.
Tüzüğün tahliline devam edebiliriz, ama sanırım ki bu söylenenler yeter. En güvenilir, en deneyimli ve çelikleşmiş işçilerden oluşan küçük, kaynaşmış bir çekirdek, bellibaşlı semtlerde sorumlu temsilcileri olan ve kesin gizlilik kuralları gereğince devrimciler örgütüne bağlı bulunan bir çekirdek, yığınların en geniş desteğiyle ve herhangi bir biçimsel örgüt olmaksızın sendikal örgütün bütün işlevlerini yerine getirebilir, ve üstelik bunları sosyal-demokrasinin gerektirdiği biçimde başarabilir. Sosyal-demokrat bir sendikal hareketin, jandarmaya karşın, pekiştirilmesini ve güçlendirilmesini, ancak bu yoldan sağlayabiliriz. (sayfa: 147)
Hiç tüzüğü olmayacak kadar ve kayıtlı üyeleri bile bulunmayacak kadar lose bir örgütün, örgüt sayılamayacağı itirazında bulunulabilir. Belki öyledir. Ama önemli olan ad değildir. Önemli olan, "üyesi bulunmayan bir örgütün" gereken şeyi yapabilmesi, ve daha başından gelecekteki sendikalarımzla sosyalizm arasında sıkı bir bağın kurulmasını sağlamasıdır. Otokrasi altında, seçimleriyle, raporlarıyla, üyelerinin oy hakkıyla vb. geniş bir örgütü ancak iflah olmaz bir ütopyacı savunabilir.
Bundan alınması gereken ders basittir. Eğer güclü bir devrimciler örgütünün sağlam temellerinden işe başlarsak, hareketin bir bütün olarak istikrarlılığını sağlayabiliriz ve hem sosyal-demokrasinin, hem de gerçek sendikaların hedeflerini gerçekleştirmiş oluruz. Ama eğer yığınların sözümona kolayca "erişebileceği" (ama gerçekte çar jandarmasının daha da büyük kolaylıkla eriştiği ve devrimcileri polis için kolayca erişilebilir hale getiren) geniş bir işçi örgütüyle işe başlarsak, ne birinci hedefe varabiliriz, ne de ikinci hedefe; elyordamı yöntemlerinden kurtulamayız ve, dağınık kalacağımızdan ve güçlerimiz polis tarafından durmadan kırılacağından, yığınlar için daha kolayca erişilir hale getireceğimiz sendikalar, Zubatov ya da Ozerov tipi sendikalar olur.
Devrimciler örgütünün asıl işlevleri neler olmalıdır? Bu soruyu ayrıntılı olarak ele alacağız. Ama daha önce, bu konuda da ekonomist kapı komşusu olan (ne talihsizlik!) teröristimiz tarafından ileri sürülen çok tipik bir savı inceleyelim. İşçiler için yayınlanan Svoboda gazetesi birinci sayısında, "Örgüt" başlığını taşıyan bir makale yayınladı. Yazar, dostlarını, İvanovo-Voznesenskli ekonomist işçileri, savunmaya çalışıyor. Söyle yazıyor:
"Yığınların dilsiz ve bilinçsiz oluşu, hareketin tabandan gelmeyişi kötü bir şey. Örneğin, bir üniversite kentinin ögrencileri yaz tatilinde ve öteki bayramlarda evlerine (sayfa: 148) ne gitmek üzere ayrılıyorlar, ve işçi hareketi hemen duruveriyor. Dışardan itilmesi gereken bir işçi hareketi, gerçek bir güç olabilir mi? Elbette ki olamaz. ... Hareket kendi başına yürümeyi henüz öğrenmemiştir, tutunmak zorundadır. Her şeyde, bu, böyle. Öğrenciler gidiyor, ve her şey duruveriyor. En yetenekli olanlar yakalanıyor; kaymak alınıyor - ve süt ekşiyor. "Komite" tutuklanırsa, bir yenisi kurulana dek her şey duruveriyor ve bir sonraki komitenin nasıl bir şey olacağını kimse bilmiyor - bir öncekine hiç benzemeyebilir. Birincisi bir şey söylediyse, ikincisi tam tersini söyleyebilir. Dün ve yarın arasındaki süreklilik kopmuştur, geçmişin deneyimi gelecek için bir kılavuz olmuyor. Ve bütün bunlar, hareketin yığınlar arasında derin kökler salmamış olmasındandır; iş, yüz tane ahmak tarafından değil, bir düzine akıllı tarafindan yürütülüyor. Bir düzine akıllı bir çırpıda yokedilebilir; ama, örgüt yığını kucakladığı zaman, her şey yığından geldiği zaman, hiç kimse, ne yaparsa yapsın davayı batıramaz."
Olgular doğru bir biçimde anlatılıyor. Amatörlüğümüzün tablosu, başarıyla çizilmiştir. Ama varılan sonuçlar, hem aptallıkları bakımından, hem de siyasal kıvraklıktan yoksun bulunmaları bakımından Raboçaya Mysıl'a lâyıktırlar. Bu sonuçlar, ahmaklığın doruğunu temsil eder, çünkü yazar, hareketin "derinliği", "kökleri" sorunu gibi felsefi ve toplumsal-tarihsel olan sorunu, jandarmalara karşı en iyi mücadele yöntemi gibi teknik ve örgütsel bir sorunla karıştırmaktadır. Varılan sonuçlar siyasal kıvraklık yoksunluğunun doruğunu temsil eder, çünkü yazar, iyi liderlere kötü liderlerden yakınacağına, "yığınlara" genel olarak liderlerden yakınıyor. Siyasal ajitasyon yerine kızıştırıcı terörizmi koyma düşüncesi siyasal bakımdan bizi nasıl geriletiyorsa, bu da, örgütsel olarak bizi geriletme yolunda bir girişim sayılmalıdır. Burada kendimi gerçekten (sayfa: 149) de, hakiki bir embarras de richesses [77*] içinde bulmaktayım, ve Svoboda'nın bize sunduğu karmakarışıklığı çözmek için işe nereden başlayacağımı bilemiyorum. Konuya açıklık getirmek için bir örnekle söze başlayayım. Almanları ele alınız. Umarım ki, onların örgütünün bir yığın örgütü olduğu, Almanya'da herşeyin yığınlardan geldiği, işçi sınıfı hareketinin yürümesini öğrendiği yadsınamayacaktır. Ama gene de, bu milyonların "bir düzine" denenmiş liderlerine nasıl değer verdiklerine ve nasıl onlara sırıldıklarına bakınız; ve parlamentoda, düşman partilerin sözcüleri sık sık sosyalistlere bu yüzden saldırmamışlar mıdır: "Siz yaman demokratlarsınız doğrusu! Sizin hareketinizin sadece adı işçi hareketi; ortada görülen hep aynı liderler kliği, aynı Bebel ve aynı Liebknecht, yıllar boyu hep onlar. Sizin sözümona seçilmiş işçi milletvekilleriniz İmparatorluğun atadığı memurlardan daha kalıcı!" dememişler midir? Ama Almanlar, "yığınları" "liderlere" karşı çevirmek, yığınlarda kötü ve iddialı içgüdüler uyandırmak çabalarına ve "bir düzine akıllı"ya karşı yığınların güvenini sarsarak hareketin sağlamlığını ve istikrarlılığını baltalamak isteyen bu gibi demagojik çabalara sadece küçümseyerek gülüp geçmişlerdir. Siyasal düşünce Almanlar arasında yeteri kadar gelişmiştir, ve profesyonel olarak eğitilmiş, uzun deneylerden geçmiş ve tam bir uyum içinde çalışan "bir düzine" denenmiş ve yetenekli lider olmadan (ve yetenekli kişiler yüzlerce doğmaz) modern toplumda hiç bir sınıfın kararlı bir mücadeleye girişemeyeceğini anlayacak kadar siyasal deneyim edinmişlerdir. Almanların da, kendi safları arasında "yüzlerce ahmağı" pohpohlayan ve onları "bir düzeni akıllının" üstünde tutan, yığınların "nasırlı ellerini" yücelten ve (Most ve Hasselman gibi) bu yığınları (sayfa: 150) düşüncesizce "devrimci" harekete sürükleyen ve sağlam ve güvenilir liderlere karşı güvensizlik tohumları eken demagogları oldu. Alman sosyalizmi, ancak sosyalist hareket içinde bütün demagojik öğelere karşı inatçı ve yorulmak bilmez bir mücadeleyi yürüterek büyüyebilmiş ve bugünkü gücüne ulaşmıştır. Bizim ukalâlarımız ise, Rus sosyal-demokrasisinin kendiliğinden uyanan yığınları yönetecek yeterince eğitilmiş ve deneyim sahibi liderlerin bulunmayışı yüzünden bir bunalımdan geçmekte olduğu şu sıra, aptallara yaraşır bir derinlikle şöyle haykırıyorlar! "Hareketin tabandan gelmeyişi kötü bir şeydir."
"Bir öğrenci komitesi işe yaramaz; istikrarlı değildir." Çok doğru. Ama bundan çıkartılması gereken, bir profesyonel devrimciler komitesi kurmamız gerektiği sonucudur, ve bir öğrencinin mi, yoksa bir işçinin mi profesyonel devrimci olabileceği sorunu önemli değildir. Ama sizin çıkarsadığınız sonuç, işçi sınıfı hareketinin dışardan iteklenmemesi sonucudur! Siyasal saflığınızdan ötürü ekonomistlerimizin oyununa geldiğinizi ve bizim amatörlüğümüzü teşvik ettiğinizi farketmiyorsunuz. Size sorabilir miyim: öğrencilerimiz, işçilerimizi neyin içine "iteklemişlerdir"? Olsa olsa, kendisinin sahip bulunduğu bölük-pörçük siyasal bilgiyi, edinebilmiş olduğu sosyalist fikir kırıntılarını işçiye götürmüştür (çünkü bugünün öğrencisinin başlıca entellektüel besini olan legal marksizm, ona ancak ilkel, bölük-pörçük bilgiler sağlayabilir). Böylesine "dışardan itekleme" hiç bir zaman aşırı bir ölçüye varmamıştır; tersine, şimdiye dek hareketimizde bu, çok az olmuştur, çünkü biz gereğinden uzun bir süredir kendi yağımızla kavruluyoruz; "işçilerin işverene ve hükümete karşı iktisadi mücadelesi" denen ilk mücadele önünde fazla kölece boyuneğdik. Biz profesyonel devrimciler, bu türden "iteklemeyi" şimdiye kadar olduğundan yüz kez fazla iş edinmeliyiz ve edineceğiz. Ama "dışardan (sayfa: 151) itekleme" gibi iğrenç bir deyim seçmeniz olgusu -öyle bir deyim ki, işçilerde (hiç değilse sizin kadar bilinçsiz işçilerde) dışardan siyasal bilgi ve devrimci deneyim getiren herkese karşı güvensizlik duygusu yaratmamazlık edemez, ve bunların hepsine karşı işçilerde içgüdüsel bir direnme isteği doğurmamazlık edemez-, demagog olduğunuzu kanıtlar, ve demagoglar işçi sınıfının en kötü düşmanlarıdır.
Ve lütfen yoldaşça olmayan yöntemlerle" tartıştığımı ileri sürerek, bağırıp çağırmayın. İyi niyetiniz saflığından şüphe etmeyi düşünmüyorum; dediğim gibi, insan siyasal saflıktan ötürü de demagog olabilir. Ama sizin demagoglar durumuna düştüğünüzü gösterdim, ve demagogların işçi sınıfının en kötü düşmanı olduklarını usanmadan yineleyeceğim. En kötü düşmanıdırlar, çünkü, yığınlarda en bayağı içgüdüleri uyandırırlar, çünkü, bilinçsiz işçi, kendisini bir dost olarak sunan ve bazan da bunu içtenlikle yapan kimselerin kendi düşmanı olduklarını anlayamaz. En kötü düşmanıdırlar, çünkü, birliğin bulunmadığı sallantılı bir dönemde, hareketimizin henüz şekillenmeye başladığı bir sırada, hatalarını sonradan acı deneyimle anlayacak olan yığınları yanlış yola yöneltmek için demagojik yöntemleri kullanmaktan daha kolay bir şey yoktur. Bu nedenle, Rus sosyal-demokratı için günün sloganı, her ikisi de demagoji düzeyine düşmüş olan Svoboda'ya ve Raboçeye Dyelo'ya karşı kararlı mücadele olmalıdır. İlerde bu konuyu, daha ayrıntılı olarak ele alacağız. [78*] "Bir düzine akıllı yüz ahmaktan daha kolay yokedilebilir." Bu şaheser hakikat (ki bunun için yüz ahmak sizi her zaman alkışlayacaktır), tartışmanın tam ortasında bu (sayfa: 152) sorundan ötekine atladığımız için apaçık gibi görünmektedir. Konuşmayı "komitenin", "örgütün" açığa çıkarılmasıyla başlattınız ve sürdürdünüz, ve şimdi de bir başka soruna, hareketin "derin köklerinin" açığa çıkartılması sorununa atlıyorsunuz. Hiç şüphe yok ki, hareketimiz açığa çıkartılamaz, çünkü yığınların derinliklerinde sayısız binlerce kökleri vardır; ama burada sorunumuz bu değil. "Derin kökler" sözkonusu olduğu kadarıyla, bütün amatörlüğümüze karşın, şimdi bile "açığa çıkartılamayız", ama gene de "örgütlerimizin" açığa çıkarılmasından ve bunun sonucu olarak da hareketin sürekliliğini sağlamanın olanaksızlığından yakınıyoruz ve yakınmamazlık edemeyiz. Ama örgütlerin açığa çıkarılması sorununu ortaya attığınıza ve görüşünüzde direndiğinize göre, ben, bir düzine akıllıyı açığa çıkarmanın yüz ahmağı açığa çıkarmaktan çok daha zor olduğunu iddia ediyorum. Ve bu görüşümü, "anti-demokratik" vb. diye yığınları bana karşı ne kadar kışkırtırsanız da savunacağım. Tekrar tekrar belirttiğim gibi, örgütle ilgili olarak "akıllılar" sözüyle kastettiğim, profesyonel devrimcilerdir, kökenleri öğrenci olmuş ya da işçi olmuş önemli değil. İddia ediyorum ki: 1° sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiç bir devrimci hareket varlığını sürdüremez; 2° hareketin temelini oluşturan ve ona katılan halk yığınları mücadeleye kendiliklerinden ne kadar büyük sayıda sürüklenirlerse, böyle bir örgüte olan gereksinme o ölçüde ivedileşir, ve bu örgüt de o ölçüde sağlam olmalıdır (yoksa demagogların yığınların daha geri kesimlerini peşlerinden sürüklemeleri daha da kolaylaşmış olur); 3° böyle bir örgüt esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerden oluşmalıdır; 4° otokratik bir devlette, böyle bir örgütün üyelerini devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerle ve siyasal polisle mücadele sanatında profesyonel olarak eğitilmiş kimselerle ne denli sınırlarsak örgütü (sayfa: 153) açığa çıkartmak, o ölçüde zorlaşacaktır; 5° harekete katılabilen ve orada etkin olarak çalışabilen işçilerin ve öteki toplumsal sınıflardan gelme öğelerin sayısı o ölçüde büyük olacaktır.
Ekonomistlerimizi, teröristlerimizi, ve "ekonomist-teröristlerimizi" [79*] bu tezleri çürütmeye çağırıyorum. Şu anda son iki noktayı ele almakla yetineceğim. "Bir düzine akıllıyı" mı, yoksa "yüz ahmağı" mı yok etmenin daha kolay olduğu sorusu, kendini, yukarda ele alınan soruya indirger: kesin gizliliği korumanın zorunlu olması halinde, bir yığın örgütüne sahip olmak olanaklı mıdır? Bir yığın örgütüne, hükümete karşı inatçı ve sürekli bir mücadeleyi yürütebilecek bir örgütte bulunması gereken gizlilik derecesini hiç bir zaman veremeyiz. Bütün gizli işlevlerin olabildiğince az sayıda profesyonel devrimcilerin elinde toplanması, bunların "herkes hesabına düşüneceği", ve tabanın hareket içinde etkin bir rol oynamayacağı anlamını taşımaz. Tersine, üyeler, kendi safları arasından artan sayıda profesyonel devrimciler çıkaracaktır: çünkü bilecektir ki, birkaç öğrencinin ve iktisadi mücadeleyi yürütmekte olan birkaç işçinin bir "komite" kurmak üzere biraraya gelmeleri yetmemektedir, ve bir kimsenin kendisini profesyonel devrimci olarak eğitebilmesi için uzun yıllar gerekmektedir; ve taban sadece amatörce (sayfa: 154) yöntemleri değil, böyle bir eğitimi de "düşünecektir". Örgütün gizli işlevlerinin merkezileştirilmesi, hareketin bütün işlevlerinin merkezileştirilmesi anlamını taşımaz. "Bir düzine" profesyonel devrimci bu işle ilgili gizli işlevleri merkezileştiriyor diye" en geniş yığınların illegal basına etkin olarak katilmasi azalacak değildir; tersine, on kat artacaktır. İllegal basını okumanın, ona yazı yazmanın, ve bir ölçüde de onu dağıtmanın gizli çalışma olmaktan hemen hemen çıkmasını, bu yolla ve ancak bu yolla sağlayacağız; çünkü polis, binlerle dağıtılan bir gazetenin herbiri için kovuşturma açmanın olanaksız olduğunu kısa zamanda anlayacaktır. Bu, sadece basın için değil, hareketin bütün işlevleri için de geçerlidir; sokak gösterileri için bile. Yığınların eyleme etkin olarak ve geniş ölçüde katılması, bundan bir zarar görmeyecektir; tersine, profesyonel olarak eğitilme konusunda polisten geri kalmayan "bir düzine" deneyimli devrimcinin, çalışmanın bütün gizli yönlerini -bildirilerin hazırlanması, planların düzenlenmesi ve her kent bölgesi için, her fabrika bölgesi için ve her eğitim kurumu için vb. lider gruplarının atanmasını- merkezileştiriyor olmasından yarar görecektir. (Bu "demokratik olmayan" görüşlerimden ötürü itirazlara uğrayacağımı biliyorum, ama hiç de zekice olmayan bu gibi itirazları aşağıda yanıtlayacağım.) En gizli işlevlerin bir devrimciler örgütünde merkezileşmesi, geniş yığınlara yönelik ve bu yüzden de olabildiğince gevşek ve gizlilikten uzak bulunan işçi sendikaları gibi, işçilerin kendi kendilerini eğitme çevreleri ve illegal yazını okuma çevreleri gibi, sosyalist ve demokratik çevreler, nüfusun bütün öteki kesimleri arasında sosyalist ve demokratik çevreler vb., vb. gibi büyük sayıda öteki örgütlerin eylem alanını genişletecek ve niteliğini zenginleştirecektir. Böyle çevreleri her yerde kurmak gerekir; bunlar olabildiğince çok sayıda olmalı ve yerine getirdikleri işlevler (sayfa: 155) olabildiğince çeşitli olmalıdır; ama bunları devrimciler örgütüyle birbirine karıştırmak, aralarındaki sınır çizgisini silmek, yığın hareketine "hizmet edebilmek" için kendilerini özel olarak ve tamamen sosyal-demokrat eyleme adayan ve sabırla, inatla profesyonel devrimci eğitimlerini yapan adamlar gerektiği konusunda zaten zayıf olan bilinci daha da zayıflatmak saçma ve zararlı olacaktır.
Evet bu bilinç inanılmaz ölçüde zayıflatılmıştır. İlkelliğimizle, Rusya'da devrimcilerin saygınlığını düşürmüş olmamız örgüte ilişkin en büyük günahımızdır. Teorik sorunlarda duraksama gösteren, ufukları dar, kendi hareketsizliğini yığınların kendiliğinden hareketiyle haklı gösteren; bir halk sözcüsünden çok sendika sekreterine benzeyen, düşmanlarının bile saygısını kazanacak geniş ve yürekli bir plan düşünmekten âciz, ve kendi profesyonel sanatında -siyasal polisle mücadele sanatında- deneyimsiz ve beceriksiz bir kimse -böyle bir kimse, devrimci değil, zavallı bir amatördür!
Bu içten sözlerden ötürü hiç bir militan alınmasın, çünkü yetersiz eğitim sözkonusu olduğu kadarıyla, ben, bu sözleri herkesten önce kendime yakıştırmaktayım. Bir zamanlar çok geniş ve çok kapsamlı görevleri kendi üzerine alan bir inceleme çevresinde[69] çalışmaktaydım; ve o çevrenin üyeleri olan hepimiz, çok tanınmış bir sözü değiştirerek, "Bana bir devrimciler örgütü verin, Rusya'yı altüst ederim!" diyebileceğimiz bir tarihsel anda, amatörler gibi hareket ettiğimizin bilincinde olduğumuz için, çok acı çekiyorduk. O zaman duyduğum utancı anımsadıkça, vaızlarıyla "devrimci adını lekeleyen", ve görevimizin devrimcileri amatörler düzeyine düşürmek olmadığını, tersine amatörleri devrimciler düzeyine yükseltmek olduğunu bir türlü anlamayan o sözde sosyal-demokratlara karşı öfkem artıyor. (sayfa: 156)
D. ÖRGÜTSEL ÇALIŞMANIN KAPSAMI
B-v'nin, "eyleme uygun devrimci güçlerin genel olarak bulunmayışından, bu yokluğun sadece St. Petersburg'da değil, tüm Rusya'da duyulduğundan" sözettiğini duyduk. Kimse bunun tersini iddia etmez. Ama sorun bu durumun nasıl açıklanacağıdır; B-v şöyle yazıyor:
"Bu olgunun tarihsel nedenlerinin açıklamasına girişmeyeceğiz; biz sadece, uzun süren bir siyasal gericilik tarafından yıldırılmış ve geçmişteki ve bugünkü iktisadi değişmelerle parçalanmış bir toplumun saflarından devrimci eyleme uygun çok az sayıda insan çıktığını; işçi sınıfının, illegal örgütlerin saflarını bir ölçüde güçlendiren devrimci işçiler ürettiğini, ama böyle devrimcilerin sayısının, zamanın gereklerini karşılamakta yetersiz kaldığını belirtmekle yetineceğiz. Üstelik, işçi, durumu gereği, fabrikada günde onbir-buçuk saat çalıştıktan sonra öyle bir hale gelmektedir ki, esas olarak, ancak bir ajitatörün işlevlerini yerine getirebilir. Oysa propaganda ve örgütlenme, illegal yazının hazırlanması ve dağıtılması, bildirilerin yayınlanması vb., zorunlu olarak, büyük ölçüde, o çok az sayıdaki aydınların omuzlarına yüklenmektedir." (Raboçeye Dyelo, n° 6, 38-39.)
Birçok noktada, özellikle (pratik içinde bulunan ve düşünen herkes gibi) amatörlüğümüzden yakınsa bile, ekonomizm altında ezildiğinden, bu dayanılmaz durumdan çıkışın yolunu bulamadığı ve bizim de altını çizdiğimiz noktalarda biz B-v'nin görüşüne katılmıyoruz. Gerçek şudur ki, toplum, "davaya" uygun birçok insan yetiştirmektedir, ama biz, bunların hepsini kullanamıyoruz. Hareketimizin bu bakımdan içinde bulunduğu kritik geçiş aşaması şöylece formüle edilebilir: hiç adam yok - ama gene de yığınla adam var. Yığınla adam var, çünkü işçi sınıfı ve gittikçe çeşitlenen toplumsal katlar, her yıl, kendi (sayfa: 157) safları arasından, protestoda bulunmayi isteyen, dayanılmazlığı herkes tarafıdan anlaşılmamış olsa bile, her gün büyüyen bir yığının gittikçe daha derinden duyduğu mutlakiyete karşı mücadeleye güçleri yettiği kadar katkıda bulunmaya hazır, gittikçe artan sayıda hoşnutsuz kimse üretmektedir. Aynı zamanda, adam yok, çünkü önderlerimiz yok, hem geniş ölçüde hem de birbirleriyle eşit ve uyumlu bir biçimde, en önemsizler dahil, bütün güçlerin kullanılması olanağını sağlayan bir çalışmayı gerçekleştirecek yetenekte siyasal önderler, yetenekli örgütçüler yok, "devrimci örgütlerin büyümesi ve gelişmesi" sadece işçi sınıfı hareketinin büyümesinin gerisinde kalmıyor -B-v bile bunu kabul ediyor-, ama halkın bütün katları arasındaki genel demokratik hareketin de gerisinde kalıyor. (Geçerken belirtelim ki, B-v herhalde, şimdi, bunu, kendi vargılarını tamamlayan bir şey olarak görecektir.) Hareketin kendiliğinden temelinin genişliğine kıyasla devrimci çalışmanın kapsamı çok dardır. "İşverene ve hükümete karşı iktisadi mücadele" teorisi gibi zayıf bir teori tarafından çok fazla kuşatılmıştır. Oysa bugün "nüfusun bütün sınıfları arasına gitmesi" gereken sadece sosyal-demokrat siyasal ajitatörler değil, ama aynı zamanda sosyal-demokrat örgütçülerdir. [80*] Sosyal-demokratların, örgütsel çalışmanin binbir küçük işlerini, en çeşitli sınıfların tek tek temsilcileri arasında dağıtabileceklerinden kuşku duyacak, pratikte çalışan tek bir kişi bile yoktur. Uzmanlaşmanın bulunmayışı, tekniğimizin en ciddi eksikliklerinden biridir, nitekim B-v de, haklı olarak ve acı acı bundan yakınıyor. Ortak davamızdaki ayrı ayrı (sayfa: 158) her "işlem" ne kadar küçük olursa, bunları yapabilecek o kadar çok insan bulabiliriz (böyleleri çoğunlukla profesyonel devrimciler olma yeteneğinden yoksundurlar); ve polis için de, bütün bu "uzman militanları" "tuzağa düşürmek" o ölçüde zorlaşacak ve, bir kişinin kovuşturmaya uğramasi gibi önemsiz bir olayı, devletin "güvenlik" için harcadığı fonları haklı gösteren önemli bir "dava" haline getirmek o ölçüde zorlaşacaktır. Bize yardımda bulunmaya hazır olan kimselerin sayısına gelince, bundan önceki bölümde, bu bakimdan son beş yıl içinde meydana gelmiş bulunan çok büyük değişikliğe işaret etmiş bulunuyorum. Ama, öte yandan, bütün bu küçük kesimleri bir bütün içinde toplayabilmek için ve görevleri dağıtayım derken hareketi parçalamamak için, küçük işlevleri yerine getiren kişiye, yaptığı işin zorunlu ve önemli olduğu inancini verebilmek için (ki bu inanç olmaksızın onlar işlerini hiç bir zaman yapmayacaklardır), [81*] bütün bunlar için güçlü bir denenmiş devrimciler örgütü zorunludur. Böyle bir örgüt ne kadar gizli olursa, partiye olan güven (sayfa: 159) de o kadar güçlü ve yaygın,olur. Bilindiği gibi, savaşta her şeyden önemli olan şey, sadece kişinin kendi ordusuna, kendi öz gücüne güven kazandırması değildir, düşmanı ve bütün tarafsız unsurları bu güce inandırması da önemlidir; dostça tarafsızlık, bazı durumlarda başarının koşulu olabilir. Sağlam bir teorik temele dayanan ve elinde sosyal-demokrat bir organ bulunan böyle bir örgüt varoldu mu, hareketin, kendi yanına çektiği çok sayıda "yabancı" unsurlar tarafından yolundan saptırılmasından korku duymamıza gerek yoktur (tam tersine, asıl şimdi, amatörlük egemenken, birçok sosyal-demokratın Credo'ya kaydıklarını ve hâlâ da kendilerini sosyal-demokrat sundıklarını görmekteyiz). Kısacası, uzmanlaşma, zorunlu olarak, merkezileşmeyi öngörür ve onu gerekli kılar.
Ama uzmanlaşmanın gereğini o kadar güzel göstermiş olan B-v, bizce, yukarıya aktardığımız savının ikinci kısmında, bunun önemini küçümsüyor. Bu işçi sınıfı devrimcilerinin sayısı yetersizdir diyor. Bu tamamen doğrudur, ve "yakın bir gözlemcinin değerli tanıklığı"nın, sosyal-demokraside bugünkü bunalımın nedenleri ve bunun nasıl altedileceği konusundaki görüşlerimizi tamamen doğruladığını bir kez daha belirtiyoruz. Yığınların kendiliğinden uyanışının gerisinde kalan sadece genel olarak devrimciler değildir; işçi-devrimciler bile işçi sınıfı yığınlarının kendiliğinden uyanışının gerisinde kalmaktadırlar. Ve bu olgu, "pratik" bakımdan da, işçilere karşı görevlerimiz konusundaki tartışmalarda sık sık lâyık görüldügümüz "pedagoji"nin sadece saçmalığını değil, ama aynı zamanda gerici siyasal niteliğini de doğrular. Bu olgu, birinci ve en önemli görevimizin, parti eylemi bakımından aydın devrimcilerle aynı düzeyde olan işçi sınıfı devrimcileriniri ortaya çıkmasına katkıda bulunmak olduğunun kanıtıdır ("parti eylemi bakımından", sözcüklerini vurguluyoruz, çünkü, işçilerin öteki bakımlardan aydınlarla aynı (sayfa: 160) düzeye gelmesi, ne o kadar kolaydır, ne de o kadar ivedi bir zorunluluktur). Onun için işçileri devrimciler düzeyine yükseltme işi asıl çabamız olmalıdır; ekonomistlerin yapmayı istediği gibi "çalışan yığınların" düzeyine, ya da Svoboda'nın yapmayı istediği gibi (ve böylelikle ekonomist "pedagoji"nin ikinci sınıfa yükselmesi gibi) "ortalama işçi"nin düzeyine inmek bizim görevimiz değildir. İşçiler için kolay anlaşılır yazının, ve özellikle de geri kalmiş işçiler için kolay anlaşılır (ama elbette ki kaba değil) yazının gereğini yadsımıyorum. Ama beni üzen şey, pedagojinin, siyaset ve örgüt sorunlarıyla böyle durmadan birbirine karıştırılmasıdır. "Ortalama işçi"yle bu kadar ilgilenen sizler, işçi sınıfı siyasetini ya da işçi sınıfı örgütlenmesini tartışırken, onlara tepeden bakmayı istemekle aslında işçilere hakaret etmektesiniz baylar. Ciddi şeylerden ciddi bir biçimde sözedin; pedagojiyi pedagoglara bırakın, siyasetçilere ve örgütçülere değil! Aydın tabaka arasında da ileri kimseler, "ortalama" tabaka ve bir de "yığınlar" yok mudur? Aydın tabaka arasında, kolay anlaşılır bir yazının gerekliliğini herkes kabul etmiyor mu, ve böyle bir yazın yayınlanmıyor mu? Öyle bir kişi düşünün ki, lise ya da yüksek okul ögrencilerinin örgütlenmesi konusunda yazdığı bir makalede, yeni bir keşifte bulunan bir adam edasıyla, ilkin "ortalama öğrenciler" örgütü gereklidir deyip duruyor. Hiç kuşku yok ki, herkes kendisine gülecektir, ve böylesine lâyık olan budur. Yazarımıza, eğer varsa, örgüt hakkındaki düşüncelerinizi bildirin, kimin "ortalama", kimin bunun üstünde, kimin altında olduğuna biz karar verelim, denecektir. Ama eğer örgütleme hakkında kendinize ait düşünceleriniz yoksa, o zaman "yığınlar" ve "ortalama kimseler" adına giriştiğiniz bütün çabalar çok cansıkıcı olacaktır. Bilmeniz gerekir ki, bu "siyaset" ve "örgüt" sorunları kendi başlarına öylesine ciddidir ki, bunlar ancak çok ciddi olarak ele (sayfa: 161) alınabilir. İşçileri (ve üniversite ögrencileriyle liselileri) bu sorunları kendileriyle tartışabilmek için eğitebiliriz ve eğitmeliyiz. Ama bu sorunları ele aldığınız anda, bunlara gerçek yanıtlar vermelisiniz; geriye çarkedip "ortalama"dan ya da "yığınlar"dan medet ummayınız; gereksiz tümceciklerle ya da eğlendirici fıkralarla durumu geçiştirmeye kalkmayınız. [82*]
İşçi-devrimci, görevine tam olarak hazırlanabilmek için, aynı şekilde profesyonel bir devrimci olmalıdır. Onun için B-v., işçi, günün onbir-buçuk saatini fabrikada geçirdiğine göre, ajitasyon dışındaki öteki devrimci görevler "zorunlu olarak büyük ölçüde o çok az sayıdaki aydınların omuzlarına yüklenmelidir", derken yanılmaktadır. Ama bu, hiç de "zorunlu" olduğu için böyle olmamaktadır. Bu, biz geri olduğumuz için, yetenekli her işçiye profesyonel ajitatör, örgütçü, propagandacı, yayın dağıtıcısı, vb. vb. olabilmesi için yardım etmenin görevimiz olduğunu bilmediğimiz için böyle olmaktadır. Biz, bu bakımdan, gücümüzü utanç verici bir biçimde çarçur etmekteyiz, neyi en büyük dikkatle yetiştirmemiz ve geliştirmemiz gerektiğini bilmemekteyiz. Almanlara bakınız: onların güçleri bizimkinin yüz katıdır, ama gerçekten yetenekli ajitatörlerin vb., çoğu kez "ortalamalar" arasından çıkmadığını pek iyi anlıyorlar. Onun için, her yetenekli işçiyi, hemen, yeteneklerini geliştirebileceği ve tam olarak kullanabileceği koşullar içine yerleştirmeye çalışıyorlar: onu profesyonel ajitatör yapıyorlar; eylem alanını (sayfa: 162) genişletmek için, tek bir fabrikadan bütün sanayi koluna, tek bir yöreden bütün ülkeye yayabilmesi için, ona yardımcı oluyorlar. O, mesleğinde deneyim ve ustalık ediniyor; görüş ufuklarını genişletiyor ve bilgisini artırıyor; başka yörelerdeki ve başka partilerdeki ileri gelen siyasal liderleri yakından gözleme olanağını buluyor; işçi, onların düzeyine yükselmeye ve işçi sınıfı ortamının bilgisi ve sosyalist inançların tazeliği ile profesyonel ustalığı kendi şahsında birleştirmeye uğraşıyor; çünkü bunlar olmadan, proletarya, kusursuz biçimde eğitilmiş olan düşmanlarına karşı çetin bir mücadele veremez. İşte yığınlar, saflarından, Bebel ve Auer çapında adamları ancak bu şekilde çıkarmaktadır. Ama siyasal bakımdan özgür olan bir ülkede büyük çapta kendiliğinden olan şeyi, Rusya'da, biz, bilinçli olarak ve sistemli bir biçimde örgütlerimizden yararlanarak yapmalıyız. Azıcık yeteneği olan ve bir şeyler "vaadeden" bir işçi ajitatörün günde onbir saat fabrikada çalışmasına izin verilmemelidir. Geçiminin parti tarafından sağlanmasını; zamanı gelince yeraltına geçebilmesini; eğer deneyimini artıracaksa, görüş ufuklarını genişletecekse ve jandarmaya karşı mücadelede hiç değilse birkaç yıl dayanabilecekse, eylem yerini değiştirmesini biz sağlamalıyız. Hareketlerinin kendiliğinden yükselişi genişlik ve derinlik kazandıkça, işçi sınıfı yığınları, kendi saflarından, sadece artan sayıda yetenekli ajitatörler değil, ama yetenekli örgütçüler de, propagandacılar da, ve sözcüğün en iyi anlamıyla "pratik militanlar" da çıkartırlar (böyleleri, çoğunlukla, Ruslara özgü biçimde oldukça dikkatsiz ve alışkanlıklarında derbeder olan bizim aydınlarımız arasında o kadar azdır ki). Gerekli hazırlıktan geçmiş ve eğitilmiş işçi-devrimcilerden kuvvetlerimiz olduğu zaman (ve elbette bütün öteki kollardan da), dünyadaki hiç bir siyasal polis bunlarla başedemez, çünkü bütün varlıklarıyla devrime bağlı olan bu (sayfa: 163) kuvvetler, işçi yığınlarının sonsuz güvenini kazanmış olacaklardır. Ve biz, hem işçilerin hem de "aydınların" ortak yolu olan profesyonel devrimci eğitim yoluna işçileri "yöneltmek" için gerekeni yapmadığımız, ve çok kez, işçi yığınları için, "ortalama işçiler" vb. için "erişilebilir" olan şeyler konusunda ahmakça söylevlerimizle onları geriye çektiğimiz için doğrudan doğruya suçluyuz.
Öteki bakımlardan olduğu gibi, bu bakımdan da örgütsel çalışmalarımızın dar kapsamı, hiç kuşkusuz ki, doğrudan doğruya teorimizi ve siyasal görevlerimizi dar sınırlar içine hapsetmemiz yüzündendir (her ne kadar ekonomistlerin büyük çoğunluğu ve pratik çalışma içindeki acemiler bunun bilincinde değilseler de). Kendiliğindenliğe kölece boyuneğişin, yığınlar için "erişilebilir" olandan bir adım bile olsa öteye geçme korkusu, yığınların dolaysız ve ivedi istemlerinin ötesine geçme korkusu yarattığı görülüyor. Korkmayınız baylar! Unutmayınız ki, örgütlenme konusunda o kadar geri bir düzeydeyiz ki, çok öteye gidebileceğimiz düşüncesi saçmadır!
E. "KOMPLOCU" ÖRGÜT VE "DEMOKRATÇILIK"