KÜTÜPHANE | LENIN | Devlet ve Devrim

BÖLÜM IV
DEVAM. ENGELS'İN TAMAMLAYICI  AÇIKLAMALARI

      Komün deneyiminin önemi üzerine söyleneceklerin özünü Marks söylemiştir. Engels">

KÜTÜPHANE | LENIN | Devlet ve Devrim

BÖLÜM IV
DEVAM. ENGELS'İN TAMAMLAYICI  AÇIKLAMALARI

      Komün deneyiminin önemi üzerine söyleneceklerin özünü Marks söylemiştir. Engels, Marks'ın gözümleme ve vargılarını açıklayarak, birçok kez bu konu üzerine gelmiş ve bazan sorunun başka yönlerini öylesine bir güçlülük ve öylesine bir özgelikle aydınlatmıştır ki, bu açıklamalar üzerinde özel olarak durmamız gerekir.


1. "KONUT SORUNU"

      Engels, daha konut sorununu inceleyen yapıtında (1872), devrimin devlet karşısındaki görevleri üzerinde her duruşunda, Komün deneyimini hesaba katar. Bu somut konu üzerinde, bir yandan, proleter devletle bugünkü devlet arasındaki —her iki durumda da devletten sözedilmesi olanağını sağlayan— benzer çizgilerin, öte yandan da, onları birbirinden ayıran ve devletin ortadan kalkmasına (sayfa 78) geçişi gösteren çizgilerin nasıl açıkça ortaya çıktıklarını görmek çok ilginçtir.
          "Öyleyse, konut sorununu nasıl çözmeli? Bu sorun, bugünkü toplum içinde, bütün öteki toplumsal sorunlar nasıl çözümlenirse, öyle çözümlenir: arz ve talep arasında, kerte kerte bir ekonomik denge kurarak. Ama, sorunun durmadan yeniden-konulmasına engel olmayan bu çözüm, aslında bir çözüm değildir. Bir toplumsal devrimin bu sorunu ne biçimde çözebileceği sorununa gelince, bu yalnızca o devrimin içinde oluşacağı koşullara değil, ama en önemlilerinden biri kent ile köy arasındaki karşıtlığın ortadan kalkması olan çok daha geniş sorunlara da bağlıdır. Gelecekteki toplumun örgütlenmesi için ütopik sistemler kurmakla uğraşmayacağımıza göre, bu konu üzerinde daha fazla durmamız, yararsız olmaktan da öte bir şey olabilir. Şurası kesindir ki, büyük kentlerde, daha şimdiden, usa uygun bir biçimde kullanılmak koşuluyla, bütün gerçek 'konut darlığı'nı hemen önlemeye yetecek kadar konut vardır. Tabii bu iş ancak bugünkü mülk sahiplerinin mülksüzleştirilmesiyle, evsiz-barksız, ya da evlerinde balık istifi gibi yaşayan emekçiler tarafından binalarının işgaliyle yapılabilir; ve, proletaryanın siyasal iktidarı elde edeceği andan itibaren kamu yararının gerektirdiği bu önlem, bugün konutlar devlet tarafından ne kadar kolay kamulaştırılıyor ve savaş salmasına [tekalifi harbiye] tabi tutulabiliyorsa, o kadar kolay gerçekleşecektir" (1887, Almanca baskı, s. 22).[13]
      Burada devlet iktidarının bir biçim değişikliği değil, yalnızca devlet etkinliğinin içeriği düşünülüyor. Bugünkü devlet, konutları kamulaştırma ve savaş salması içine alma buyruğunu verebilir..Biçim (sayfa 79) bakımından, proleter devlet de konutların savaş salması içine alınmasını ve binaların kamulaştırılmasını "buyuracaktır". Ama eski yürütme aygıtının, yani burjuvaziye bağlı bürokrasinin, proleter devletin eğilimlerini uygulamaya elverişsiz olacağı da açıktır.
          "...Belirtmek gerekir ki, bütün çalışma aletlerinin, bütün sanayinin çalışan nüfus tarafından 'gerçek temellükü' proudhoncu 'satın-alma'nın tamamen karşıtıdır. Proudhoncu çözüme göre her işçi, evinin, tarlasının, iş aletlerinin sahibi haline gelir. Öteki çözüme göreyse, 'çalışan nüfus', evlerin, fabrikaların ve çalışma aletlerinin kollektif mülk sahibi olarak kalır; ve hiç olmazsa bir geçiş dönemi süresince, karşılığı ödenmeksizin, bunların kullanımını bireylere ve özel topluluklara kolay kolay bırakmaz. Tıpkı toprak mülkiyetinin ortadan kalkmasının, toprak rantının ortadan kalkması değil, değişik bir biçim altında da olsa, topluma maledilmesi demek olduğu gibi. Demek ki, bütün çalışma araçlarının çalışan nüfus tarafından gerçek temellükü, kiralama ve kiraya vermenin devamını asla ortadan kaldırmaz" (s. 68).
      Burada şöyle bir değinilen sorunu, devletin sönmesinin ekonomik temelleri sorununu, bundan sonraki bölümde inceleyeceğiz. Engels proleter devletin, "hiç olmazsa bir geçiş dönemi süresince", kira ödenmeksizin konutları "kolay kolay" dağıtamıyacağını söyleyerek, düşüncesini büyük bir sakıntıyla dile getiriyor. Tüm halkın mülkü olan konutların kira karşılığı şu ya da bu aileye kiralanması, konut dağıtımı için bazı kuralların konmasını ve belirli bir denetimi gerektirdiği gibi, bu kira-bedelinin toplanmasını da gerektirir. Bütün bunlar, belirli (sayfa 80) bir devlet biçimini gerektirir, ama ayrıcalıklı bir durumdan yararlanan memurlarla birlikte, özel bir askeri ve bürokratik aygıtı hiç mi hiç gerektirmez. Oysa, konutların parasız sağlanabileceği bir duruma geçiş, devletin tamamen "sönmesi"ne bağlıdır.

      Engels bu arada, blanquistlerin, Komün'den sonra ve Komün deneyiminin etkisi altında kalarak, marksizmin ilkesel tutumunu benimsemelerinden sözederken, onların bu tutumunu söz arasında şöyle tanımlar:
          "... Sınıfların ve sınıflarla birlikte devletin ortadan kalkmasına geçiş olarak, proletaryanın siyasal eylem ve diktatorası zorunluluğu..." (s. 55).
      Sözcükler üzerinde eleştiri heveslileri, ya da "marksizmin yıkıcısı" burjuvalar, "devletin ortadan kalkması"nın bu kabulü ile, anarşist olarak görülen bu formülün, Anti-Dühring'in yukarda aktarılmış bulunan parçasındaki yadsınması arasında belki bir çelişki göreceklerdir. Oportünistlerin Engels'i de anarşistler arasında saydıklarını görmekte şaşılacak bir şey yoktur; enternasyonalistleri anarşizmle suçlamak, günümüzde, sosyal-şovenler arasında gitgide yayılan bir alışkanlıktır.

      Sınıfların ortadan kalkmasıyla devletin ortadan kalkması da gerçekleşecektir; marksizmin her zaman öğrettiği şey budur. Anti-Dühring'in "devletin sönmesi" üzerindeki ünlü parçası, anarşistleri, devletin ortadan kaldırılmasından yana oldukları için değil, devletin ortadan kalkmasının "bugünden yarına" olanaklı olduğunu öğütledikleri için suçlar.

      Bugün, hükümferma olan "sosyal-demokrat" öğreti, devletin ortadan kalkması sorununda, marksizmin anarşizm karşısındaki tutumunu adamakıllı (sayfa 81) çarpıttığı için, burada Marks ve Engels'in anarşistler ile bazı polemiklerini anımsatmak çok yararlı olacak.


2. ANARŞİSTLER İLE POLEMİK


      Bu polemik 1873'e dek, çıkar. Marks ve Engels, bu tarihte "otonomist" (özerkçi, muhtariyetçi), ya da, "anti-otoriter" (tepeden inmeciliğe karşı) proudhonculara karşı sosyalist bir İtalyan derlemesinde bazı yazılar yayınlamışlardı; bu yazıların Almanca çevirisi, Neue Zeit'te,
[14] ancak 1913'te çıktı.
      Marks, anarşistlerle ve onların siyaseti yadsımalarıyla alay ederek, şöyle yazıyordu:
          "... Eğer işçi sınıfının siyasal savaşımı devrimci biçimlere bürünürse, eğer burjuvazinin diktatorası yerine, işçiler kendi devrimci diktatoralarını kurarlarsa, ilkelere karşı korkunç bir suç işlemiş olurlar; çünkü, silahları bırakmak ve devleti ortadan kaldırmak yerine, günlük sefil ve kaba gereksinimlerini karşılamak ve burjuvazinin direncini kırmak için, devlete devrimci ve geçici bir biçim verirler..." (Neue Zeit, 1913-1914, 32. yıl, c. 1, s. 40).
      Marks, anarşistleri çürüttüğü zaman, yalnızca devletin bu "o biçim ortadan kaldırılması"na karşı çıkıyordu! Devletin sınıflara birlikte kaybolacağı ya da sınıfların ortadan kalkmasıyla ortadan kalkacağı düşününe değil, işçiler adına silah kullanmanın, örgütlenmiş zordan, yani "burjuvazinin direncini kırmaya" yarayacak devlet'ten yararlanmanın olası bir yadsınmasına karşı çıkıyordu.

      Marks, anarşizme karsı savaşımının gerçek anlamının çarpıtılmaması için, proletarya için zorunlu olan devletin "devrimci ve geçici biçimi"ni kesin  olarak belirtir. Proletaryanın, yalnızca bir zaman için devlete gereksinimi vardır. Erek olarak devletin ortadan kalkması konusunda anarşistlerle en küçük bir uzlaşmazlık içinde değiliz. Biz, bu ereğe erişmek için, sömürücülere karşı, devlet iktidarı aletlerinin, devlet gücü araçlarının, devlet iktidarı yöntemlerinin geçici olarak kullanılmasının zorunlu olduğunu söylüyoruz; tıpkı, sınıfları ortadan kaldırmak için, ezilen sınıfın geçici diktatorasını kurmanın kaçınılmaz bir şey olduğunu söylediğimiz gibi. Marks, sorunun anarşistlere karşıkoymanın en kesin, en açık biçimini seçer: kapitalistlerin boyunduruğundan kurtulduktan sonra, işçilerin "silahları bırakmaları" mı gerekir, yoksa kapitalistlerin dirençlerini kırmak için bu silahları onlara karşı kullanmaları mı? Öyle olunca, eğer bir sınıf bir başka sınıfa karşı sistemli olarak silahlarını kullanırsa, bu, devletin "geçici bir biçimi" değildir de nedir?

      Her sosyal-demokrat kendikendine sorsun: anarşistler ile polemikte, devlet sorununu, kendisi böyle mi koyuyordu? II. Enternasyonal'deki resmi sosyalist partilerin ezici çoğunluğu, bu sorunu böyle mi koyuyordu?

      Engels, aynı düşünleri, çok daha ayrıntılı ve daha da popüler bir biçimde açıklar. Her seyden önce kendikendilerine "anti-otoriter" ünvanını veren, yani her tür otoriteyi, her tür astlık-üstlük (hiyerarşi) ilişkisini, her tür iktidarı yadsıyan prudonculardaki düşün karışıklığını alaya alır. Bir fabrikayı, bir demiryolunu, açık denizdeki bir gemiyi alınız, der Engels; belirli bir astlık-üstlük ilişkisi, yani belirli bir otorite ya da iktidar olmaksızın, makinelerin kullanılmasına ve birçok insanın yöntemli olarak (sayfa 83) işbirliğine dayanan bu karmaşık teknik yapılardan hiçbirinin işlemesine olanak olmadığı apaçık ortada değil midir?
      Ve şöyle yazar:
          "... En aşırı anti-otoriterlerin karşısına bu kanıtlarla çıksam, şu tek yanıtın arkasına sığınırlar: 'Ah! doğru- ama burada bizim, delegelerimize vereceğimiz bir otorite sözkonusu değildir, biz onlara yalnızca belirli bir görev veriyoruz...' Bu adamlar, bir şeyin adını değiştirerek, o şeyin kendisini de değiştirebileceklerini sanıyorlar..."
      Engels, otorite ve özerkliğin görece kavramlar olduklarını; uygulama alanlarının, toplumsal evrimin değişik evrelerine göre değiştiğini; bu kavramları mutlak şeyler olarak kabul etmenin saçmalığını gösterdikten; ve bunlara makinelerin kullanıldığı alanın ve büyük sanayinin gitgide genişlediğini de ekledikten sonra, otorite üzerindeki genel düşüncelerden devlet sorununa geçer.
          "... Eğer özerkçiler, diye yazar, geleceğin toplumsal örgütlenmesinin, otoriteye ancak o zamanın üretim koşulları tarafından çizilen sınırlar içinde gözyumacağını söylemekle yetinselerdi, onlarla anlaşabilirdik; ama onlar otoriteyi zorunlu duruma sokan bütün gerçeklere gözlerini yumuyorlar ve otorite sözcüğüne karşı çılgınca bir savaşım yürütüyorlar.

          "Anti-otoriterler neden siyasal otoriteyi, devleti kınamakla yetinmezler? Gelecekteki toplumsal devrimden sonra, devletin ve, onunla birlikte, siyasal otoritenin ortadan kalkacağını; yani kamu görevlerinin siyasal niteliklerini yitireceklerini, ve toplum çıkarlarını gözeten basit yönetsel görevler durumuna dönüşeceklerini kabul etmek için bütün (sayfa 84) sosyalistler birleşirler. Ama anti-otoriterler, siyasal devletin, hatta kendisini yaratmış olan toplumsal koşullar ortadan kalkmadan önce hemen ortadan kalkmasını isterler. Toplumsal devrimin ilk işinin, otoritenin ortadan kaldırılması olmasını isterler.

          "Bu baylar hiç devrim görmüşler midir yaşamlarında? Devrim her halde, olanaklı olan en otoriter şeydir. Devrim, nüfusun bir kısmının, tüfek, süngü ve top gibi, söz uygun düşerse, otoriter araçlar kullanarak, kendi iradesini nüfusun öteki kısmına zorla kabul ettirdiği bir eylemdir. Yenen taraf, egemenliğini silahlarının gericilerde uyandırdığı korkuyla sürdürmek zorundadır. Eğer Paris Komünü, burjuvaziye karşı, silahlanmış bir halkın otoritesini kullanmasaydı, bir günden fazla tutunabilir miydi? Tersine, onu bu otoriteyi çok az kullanmış olmakla kınayamaz mıyız? Öyleyse, iki şeyden biri: ya anti-otoriterler ne dediklerini kendileri de bilmiyorlar, bu durumda, karışıklık yaratmaktan başka bir şey yapmıyorlar; ya da biliyorlar, bu durumda proletarya davasına ihanet ediyorlar. Böylece, bu her iki durumda da, yalnızca gericiliğin değirmenine su taşıyorlar." (s. 39).
      Bu parçada, devletin sönmesi sırasında siyaset ve iktisat arasındaki ilişkiler sorunuyla birlikte incelenmesi uygun olan sorunlara değinilmiş bulunuluyor (bu konu, bundan sonraki bölümde incelenecektir): Kamu görevlerinin, siyasal görevler durumundan yalın yönetsel görevler durumuna dönüşümü sorunu gibi; "siyasal devlet" sorunu gibi. Yanlış anlaşılmaya çok elverişli bulunan bu son deyim, aslında devletin sönme sürecine bir anıştırmadır: bir an gelir ki, sönme yolunda olan devlet artık siyasal olmayan bir devlet olarak adlandırılabilir. (sayfa 85) Engels'in bu parçasında bulunan en dikkate değer şey, onun, sorunu anarşistlere karşıkoyuş biçimidir. Engels'in çömezi olmak isteyen sosyal-demokratlar, 1873'ten buyana, anarşistlerle milyonlarca kez tartışmışlardır, ama gerçek odur ki, bu işi marksistlerin yapabileceği ve yapmaları gerektiği gibi yapmamışlardır. Anarşistlerde, devletin ortadan kalkması düşünü, karışık ve devrimci olmayan bir durumdadır: İşte Engels sorunu böyle koyuyordu. Açıkçası, anarşistlerin görmek istemedikleri şey devrimdir; devrimin doğuşu ve gelişmesi, zorla, otoriteyle ve devlet gücüyle ilgili özgül görevleridir.

      Bugünkü sosyal-demokratlar için anarşizmin eleştirisi, alışıldığı üzere, şu katıksız küçük-burjuva bayağılığına indirgenir: "Biz devleti kabul ediyoruz, anarşistler etmiyor!" Kuşkusuz böylesine bir bayağılık, düşüncesi ne kadar kıt, devrimciliği ne kadar yetersiz olursa olsun, işçilerde bir iğrenme duygusu uyandırmaktan geri kalmaz. Engels'in dediği başkadır: o, devletin ortadan kalkmasını, bütün sosyalistlerin, sosyalist devrimin bir sonucu olarak kabul ettiklerini belirtir. Sonra da somut devrim sorununu, yani sosyal-demokratların, söz uygun düşerse, "irdeleme" işini yalnızca anarşistlere bırakarak, oportünizm gereği, alışıldığı üzere bir yana attıkları sorunu koyar. Ve böylece Engels, boğayı boynuzlarından yakalar: Komün, devletin devrimci iktidarından, yani egemen sınıf olarak silahlanmış, örgütlenmiş proletaryadan, daha çok yararlanmamalı mıydı?

      Her taşın altından çıkan resmi,sosyal-demokrasi, ya yalnızca hamkafa sarakası, ya da en iyi olasılıkla, şu "sonra görürüz" biçimindeki kaçamaklı (sayfa 86) safsatayla, proletaryanın devrimdeki somut görevleri sorununu genellikle geçiştiriyordu. Ve anarşistler, bu sosyal-demokrasinin görevini yapmadığını, işçilerin devrimci eğitimi görevini yapmadığını söylemekte yerden göğe dek haklıydılar. Engels, proletaryanın, aynı zamanda hem bankalar hem de devletle ilgili olarak yapmak zorunda olduğu şeyi ve bunu nasıl yapması gerektiğini, en somut bir biçim de irdelemek için, son proleter devrim deneyinden yararlanmıştır.


3. BEBEL'E MEKTUP


      Marks ve Engels'in yapıtlarında bulduğumuz devletle ilgili en dikkate değer düşüncelerden biri —eğer en dikkate değeri değilse— Engels'in Bebel'e yazdığı, 18-22 Mart 1878 tarihli mektubun aşağıdaki parçasındadır. Ayraç içinde belirtelim ki, bizim bildiğimize göre, bu mektup ilk olarak Bebel'in 1911'de çıkmış olan anılarının (Yaşamımdan Anılar) II. cildinde yer almıştır, yani yazılıp gönderilmesinden otuzaltı yıl sonra.
      Engels, Bebel'e, Gotha program taslağını eleştirmek için yazıyordu (aynı programı, Bracke'ye yazdığı ünlü mektubunda, Marks da eleştirdi). Özellikle devlet sorunundan sözederek, Engels, şöyle diyordu:
          "... Özgür halk devleti özgür bir devlet olmuş. Özgür bir devlet, bu sözlerin dilbilimsel anlamına göre yurttaşları karşısında özgür bir devlet, yani despotik hükümetli bir devlettir. Devlet üzerindeki bütün bu gevezelikleri, özellikle, gerçek anlamda artık bir devlet olmayan Komün'den sonra, bırakmak yerinde olurdu. Her ne kadar daha önce Marks'ın (sayfa: 87) Proudhon'a karşı yazdığı kitap (Felsefenin Selfaleti.-ç) daha sonra Komünist Manifesto, sosyalist toplumsal rejimin kurulmasıyla, devletin, kendiliğinden dağılıp (sich auflöst) ortadan kalkacağını açıkça söylemişlerse de, anarşistler halk devleti'ni yeterince kafamıza kaktılar. Devlet, proletaryanın, düşmanlarına karşı kuvvete dayanarak baskıyı örgütlemek için, savaşımda, devrimde kullanmak zorunda bulunduğu geçici bir kurumdan başka bir şey olmadığına göre, özgür bir halk devletinden sözetmek adamakıllı saçma bir şeydir: proletarya devrimden sonra da devlete gereksinim duyacaksa, bunu özgürlük adına değil, düşmanlarını baskı altında tutmak için duyacaktır. Ve, özgürlükten sözetmenin olanaklı olduğu gün, devlet, devlet olarak varolmaktan çıkar. Bundan dolayı, devlet sözcüğünün yerine, biz her yerde, Fransızca "komün" sözcüğünü çok iyi karşılayan o nefis eski Almanca sözcüğün, "ortaklık" (Gemeinwesen) sözcüğünün konmasını önerirdik" (Almanca aslının 321-322. sayfaları).
      Bu mektubun, Marks tarafından bundan ancak birkaç hafta sonra yazılan bir mektupta (Marks'ın mektubu 5 Mayıs 1875 tarihlidir) eleştirilen parti programını konu edindiği ve o zaman Engels'in Londra'da Marks'la birlikte yaşadığı gözden kaçırılmamak gerekir. Bundan dolayı, son tümcede, "biz" diyerek Engels, hiç kuşku yok ki, hem kendi adına hem de Marks adına, Alman işçi partisi başkanına, devlet sözcüğünü programdan çıkarma ve onun yerine "ortaklık" sözcüğünü koyma önerisinde bulunur.

      Eğer kendilerine böylesine bir program değişikliği önerilseydi, oportünistlerin koşutuna girmiş (sayfa: 88) modern "marksizm" önderlerinin, bu "anarşizm"e karşı nasıl hırladıklarını duyardık!

      Varsın hırlasınlar. Bundan dolayı burjuvazi onlara övgü yağdıracak.

      Bize gelince, biz işimizi sürdüreceğiz. Gerçeğe daha yakın olmak, marksizmi her türlü çarpıtmadan arındırarak yeniden kurmak, işçi sınıfını kurtarıcı savaşımı içinde daha iyi yönetmek için, partimizin programını gözden geçirirken, Marks ve Engels'in öğüdünün Bolşevikler arasında hasım bulmayacağı kesindir. Yalnızca kullanılacak terim bakımından güçlükle karşılaşılacağını sanıyoruz. Almancada, "ortaklık" anlamına gelen iki sözcük var; ve Engels, bunlardan kendibaşına, ayrı bir ortaklığı değil, bir bütünü, bir ortaklıklar sistemini belirtenini seçiyor. Rusçada bu sözcük yoktur; ve belki de, bazı özürlerine karşın, Fransızca "komün" sözcüğünü seçmek gerekecektir.

      "Komün, artık gerçek anlamda bir devlet değildi", —Engels'in, teorik bakımdan çok önemli olan kesinlemesi, işte budur. Kendinden önceki açıklamadan sonra, bu kesinlemede anlaşılmayacak hiçbir şey yoktur. Komün, artık nüfusun çoğunluğunu değil, bir azınlığı (sömürücüleri) ezmesi gerektiği ölçüde, devlet olmaktan çıkıyordu; burjuva devlet makinesini parçalamıştı; özel bir bastırma gücü yerine, sahneye halk kalabalığının kendisi giriyordu. Bütün bunlar, sözcüğün gerçek anlamında devlete aykırı şeylerdir. Ve, eğer Komün devam etseydi, Komün içinde varlığını sürdürmekte olan devlet kalıntıları kendiliklerinden "sönerlerdi"; Komün, kurumlarını "kaldırma" gereksinimini duymazdı: Bu kurumlar, artık yapacak hiçbir şeyleri kalmadığı ölçüde, işlemez olurlardı. (sayfa: 89)

      "Anarşistler 'halk devleti'ni kafamıza kaktılar." Engels, böyle söylerken, özellikle Bakunin'i ve onun Alman sosyal-demokratlarına karşı saldırılarını kasteder. Engels, "halk devleti"nin, tıpkı "özgür halk devleti" gibi, bir anlamsızlığı, sosyalizme bir aykırılığı olması ölçüsünde, bu saldırıların haklılığını kabul eder.. Alman sosyal-demokratlarının anarşistlere karşı savaşımlarındaki yanlışlıkları gidermeye, bu savaşımı ilkeleri bakımından doğru bir savaşım durumuna getirmeye, onu "devlet" üzerindeki oportünist önyargılardan kurtarmaya çalışır. Ama heyhat! Engels'in mektubu otuzaltı yıl boyunca, bir çekmecede gizli kalmıştır. Hatta bu mektubun yayınlanmasından sonra bile, Engels'in o zamanki uyarılarının nedeni olan yanlışlıkları, gerçekte Kautsky'nin yinelemekte direndiğini daha aşağıda göreceğiz.

      Bebel 21 Eylül 1875'te, bir mektupla Engels'e yanıt verir. Bu mektupta başka şeyler arasında, Engels'in program taslağın üzerindeki görüşünü "tamamen paylaştığını" ve Liebknecht'i fazla uzlaşıcı davrandığı için kınamış olduğunu bildirir. (Bebel'in Anıları, Almanca baskı, c. II, s. 334) Ama, eğer Bebel'in Ereklerimiz adlı broşürüne bakarsak, orada, devlet üzerine kesin olarak yanlış düşünceler buluruz:
          "Bir sınıfın egemenliği üzerine kurulmuş olan devlet halk devleti durumuna dönüştürülmelidir" (Unsere Ziele, Almanca baskı, 1886, s. 14).
      İşte, Bebel'in broşürünün dokuzuncu (dokuzuncu!) baskısında yer almış olan şey! Engels'in devrimci uyarıları bir çekmece içine tıkılıp kaldığına, ve, yaşamın kendisi, zamanla devrim "alışkanlığını yitirdiğine" göre, Alman sosyal-demokrasisinin, (sayfa: 90) devlet üzerine o kadar inatla yinelenen oportünist düşünlerin etkisinde kalmış olmasında şaşılacak hiçbir şey yoktur.


4. ERFURT PROGRAM TASARISININ ELEŞTİRİSİ


      Marksizmin devlet öğretisi çözümlenirken, Engels tarafından 29 Haziran 1891'de Kautsky'ye gönderilen —ve Neue Zeit'te ancak on yıl sonra yayınlanmış bulunan— Erfurt program tasarısı eleştirisinin
[
15] sözü edilmeden geçilemez; çünkü bu yazı, özellikle sosyal-demokrasinin devlet örgütüyle ilgili sorunlardaki oportünist düşünlerinin eleştirisine ayrılmıştır.
      Engels'in modern kapitalizmdeki dönüşümleri nasıl bir dikkat ve nasıl bir düşünce derinliğiyle izlediğini, ve böylece, emperyalist çağımızın sorunlarını, belirli bir ölçüde, nasıl sezebildiğini gösteren, ekonomik sorunlar üzerinde çok değerli bir bilgi verdiğini de bu arada belirtelim. Bu bilgi şudur: Program tasarısında kapitalizmi belirlemek için kullanılmış bulunulan "plan yokluğu" (Planlosigkeit) sözcükleri konusunda, Engels, şöyle yazar:
          "Eğer hisse senetli şirketlerden, koca sanayi kollarını eğemenliği altına alan ve tekelleştiren tröstlere geçersek, bunun yalnızca özel üretimin değil 'plan yokluğu'nun da sonu olduğunu görürüz." (Neue Zeit, 20. yıl, 1901-1902, c. I. s. 8).
      Burada, modern kapitalizmin, yani emperyalizmin, teorik değerlendirmesinde varolan en önemli şeyi, yani, kapitalizmin tekelci kapitalizm durumuna dönüştüğü gözlemini buluyoruz. Bunun altını çizmek gerekir; çünkü, tekelci kapitalizmin, ya da tekelci devlet kapitalizminin, artık kapitalizm (sayfa: 91) olmadığını, bundan böyle, "devlet sosyalizmi" olarak nitelendirebileceğini vb. ileri süren burjuva reformist önermesi, en yaygın yanlış düşünce durumundadır. Elbette ki, tröstler, ne şimdiye dek tam bir planlama yapmışlardır, ne de yapabilirler. Bununla birlikte, belirli bir planlamayı da uygularlar; sermaye babaları, üretim hacmini ulusal, hatta uluslararası ölçekte önceden hesaplar ve bu üretimi bir plana göre düzenlerler, ama gene de kapitalist rejim içinde kalırız; gerçi onun yeni bir evresinde, ama yadsınmaz bir biçimde kapitalist rejim içinde. Bu kapitalizmin sosyalizme "yakın" olduğu gerçeği, proletaryanın gerçek temsilcileri için, sosyalist devrimin yakınlığı, kolaylığı, olanak ve ivediliği yararına bir kanıt oluşturmalıdır; yoksa, bütün reformistlerin yaptığı gibi, hiçbir zaman bu devrimin yadsınmasına ve kapitalizmin allanıp pullanması girişimlerine gözyummak için kullanılan bir kanıt değil.

      Ama şimdi gene devlet sorununa dönelim. Engels, burada: 1) Cumhuriyet sorunu üzerine, 2) ulusal sorunla devlet örgütü arasında varolan ilişki üzerine, 3) yerel yönetsel özerklik üzerine olmak üzere, son derece değerli üç gösterge veriyor.

      Cumhuriyet sorununu, Engels, Erfurt program tasarısı eleştirisinin ekseni durumuna getirmiştir. Ve, Erfurt programının, tüm uluslararası sosyal-demokrasi içinde kazandığı önem anımsanır da, bu programın tüm II. Enternasyonel'e örnek olduğu düşünülürse, abartmaksızın, Engels'in burada tüm II. Enternasyonal oportünizmini eleştirdiği söylenebilir.
          "Tasarının siyasal istemler bölümünde büyük bir eksiklik var", diye yazar Engels, "asıl söylenmesi (sayfa: 92) gerekli olan şey söylenmemiş bulunuyor." (altı Engels tarafından çizilmiştir).
      Engels, sonra Alman anayasasının, uyarınca söylemek gerekirse, 1850 aşırı gerici anayasasının (Prusya anayasasının -ç.) bir kopyası olduğunu, Reichstag'ın, Wilhelm Liebknecht'in deyimine göre, "mutlakiyetin (apış arasındaki -ç.) asma yaprağı"ndan başka bir şey olmadığını ve "çalışma araçlarının ortak mülk durumuna dönüşümü"nü —küçük devletlerin ve bir küçük Alman devletleri konfederasyonunun varlığını yasallaştıran bir anayasa temeli üzerinde— gerçekleştirmek istemenin, "açıkça saçma" bir tutum olduğunu gösterir.
      Almanya'da, cumhuriyet isteminin, programa yasal olarak yazılamıyacağını çok iyi bilen Engels, "ona (bu konuya) dokunmak tehlikeli olurdu" diyecekler. Bununla birlikte, Engels, "herkes"in yetindiği bu apaçık düşünce ile yetinmez. Şöyle sürdürür:
          "Ama ne olursa olsun, olaylar ileri doğru zorlanmalıdır. Bunun ne kadar gerekli olduğunu, bugün sosyal-demokrat basının büyük bir bölümünde yayılmaya (enreissende) başlayan oportünizm apaçık gösterir. Partinin, sosyalistlere karşı yasanın yenilenmesi korkusu içinde, ya da bu yasa yürürlükteyken mevsimsiz olarak yayılmış bazı düşünleri anımsayarak, şimdi, bütün istemlerini barışçı yoldan gerçekleştirmek için, Almanya'da yürürlükteki yasal düzeni yeterli olarak kabul etmesi isteniyor..."
      Alman sosyal-demokratlarının olağanüstü yasanın yenilenmesi korkusuyla hareket etmeleri, Engels'in birinci plana koyduğu ve duraksamaksızın oportünizm olarak suçladığı, özsel bir olgudur. Almanya'da ne cumhuriyet ne de özgürlük olduğu (sayfa 93) için, "barışçı" bir yol düşlemenin, sağduyuya kesinlikle aykırı bir şey olduğunu söyler. Engels, elini-kolunu bağlamamak için, hayli sakıntılıdır. Cumhuriyetin, ya da çok büyük özgürlüğün varolduğu (ülkelerde, sosyalizme doğru barışçı bir evrimin "tasarlanabileceğini" (yalnızca "tasarlamak"!) kabul eder. Ama Almanya'da, diye yineler,
          "... hükümetin gücünün hemen her şeye yettiği Reichstag ve bütün öteki temsili kurumların gerçek bir güçleri olmadığı Almanya'da, böyle şeyler ilan etmek ve üstelik bunu bir zorunluluk da olmadan yapmak mutlakiyetin (apış arasındaki -ç.) asma yaprağını kaldırmak ve onun çıplaklığını kendi vücuduyla örtmek demektir..."
      Mutlakiyetin çıplaklığını örtenler, aslında, büyük çoğunlukları içinde, bu bilgileri "künk altına" koyan (saklayan) Alman sosyal-demokrat partisinin resmi önderleridir.
          "Böylesine bir siyasa, uzun erimde, partiyi yanlış bir yola sürüklemekten başka bir sonuç vermez. Genel ve soyut siyasal sorunlar birinci plana konur, ve böylece, ilk önemli olaylarda, ilk siyasal bunalımda kendiliğinden gündeme giren en ivedi somut sorunlar saklanır. Bundan, karar anında partinin fenersiz yakalanması ve önemli noktalar üzerinde, bu sorunların hiç tartışılmamış olması yüzünden, karışıklık, ve birlik yokluğunun egemen olmasından başka ne sonuç çıkabilir?...

          "Geçici günlük çıkarlar karşısında büyük temel düşüncelerin bu unutuluşu, bu geçici başarılar peşinde koşma ve daha sonraki sonuçlarını hesaba katmadan geçici başarılar yöresinde girişilen bu savaşım, hareketin yarınının bugüne feda edilerek bu yüzüstü bırakılışı, —bütün bunların belki (sayfa 94) namuslu dürtüleri vardır. Ama bütün bunlar oportünizmdir ve oportünizm olarak kalır. Oysa, 'namuslu' oportünizm, belki de bütün oportünizmlerin en tehlikelilsidir...

          "Partimizin ve işçi sınıfının, egemenliğe ancak demokratik bir cumhuriyet biçimi altında ulaşabileceği son derece açık bir şeydir. Demokratik cumhuriyet, büyük Fransız Devriminin daha önce göstermiş olduğu gibi, proletarya diktatorasının da özgül biçimidir..."
      Engels burada, Marks'ın bütün yapıtlarını kırmızı bir çizgi gibi işaretleyen o temel düşünü, yani demokratik cumhuriyetin proletarya diktatorasına götüren en kısa yol olduğu düşününü özellikle belirgin bir duruma koyarak, yeniden ele alır. Çünkü böyle bir cumhuriyet, sermaye egemenliğini, dolayısıyla yığınların ezilmesini ve sınıflar savaşımını hiçbir zaman ortadan kaldırmadığı halde, kaçınılmaz bir biçimde, savaşımın genişlemesine, gelişmesine, depreşmesine, kızışmasına götürür; öyle ki, ezilen yığınların canalıcı çıkarlarını karşılama olanağı bir kez ortaya çıktıktan sonra, bu olanak, aneak ve yalnızca proletarya diktatorasında, bu yığınların proletarya tarafından yönetiminde gerçekleşir. Tüm II. Enternasyonal için, bunlar da marksizmin "unutulmuş sözleri"dir; ve bu unutuş Menşevik partisi tarihinde, 1917 Rus devriminin (Şubat Devrimi -ç.) ilk altı ayı sırasında çok belirgin bir biçimde ortaya çıkmış bulunuyor.

      Federatif cumhuriyeti, nüfusun ulusal bileşimiyle ilişkili olarak ele alan Engels, şöyle yazar:
          "Neyi gerçekleştirmek gerekir bugünkü Almanya'da (gerici kralcı anayasası ve Almanya'nın küçük devletler biçiminde, daha az gerici olmayan, (sayfa 95) 'prusyacılık' özelliklerini bir bütün oluşturan bir Almanya içinde eritecek yerde, devam ettiren bölünmesiyle birlikte)? Bana kalırsa, proletarya, bir ve bölünmez cumhuriyetten başka bir biçimden yararlanamaz. Birleşik Devletlerin engin toprakları üzerinde, federatif cumhuriyet, bundan böyle doğuda bir engel olmaya başlamasına karşın, bugün de, tümü bakımından, bir zorunluluktur. Federatif cumhuriyet, iki ada üzerinde dört ulusun yaşadığı, ve tek parlamentoya karşın, bugün bile yanyana üç farklı mevzuatın varolduğu İngiltere'de bir ilerleme oluşturabilir. Küçük İsviçre'de, bu ülke yalnızca Avrupa devletler sistemi içinde salt pasif bir üye olmakla yetindiği için, federatif cumhuriyet uzun zamandan beri gözyumulması olanaklı bir engel oluşturuyor. İsviçre türü bir federatif örgütlenme, Almanya için büyük bir gerileme oluşturabilir. Federal bir devleti merkeziyetçi bir devletten iki nokta ayırdeder: önce, her federe devletin, her kanton'un, kendi öz yurttaşlık ve ceza yasalarına kendi öz tüzel (adli) örgütüne sahip olması; sonra da, halk meclisinin yanısıra, büyük ya da küçük her kanton'un kanton olarak oy verdiği bir federe devletler temsilcileri meclisinin varlığı." Federal devlet Almanya'da tamamen merkeziyetçi bir devlete geçişi oluşturur; ve 1866 ve 1870'te yapılmış olan " yukardan aşağı devrimi" geriletmek değil, tersine, onu "aşağıdan yukarı bir hareket"le tamamlamak gerekir.
      Engels, devlet biçimleriyle ilgilenmeyi yararsız bulmak şöyle dursun, tersine, üzerinde durulan geçici biçimin hareket ve varış noktalarını, her belirli durum içinde, bu durumun tarihsel ve somut özelliklerine göre belirlemek için, geçici biçimleri (sayfa 96) büyük bir özenle çözümlemeye çalışır.

      Engels de, tıpkı Marks gibi, proletarya ve proleter devrim açısından, demokratik merkeziyetçiliği, bir ve bölünmez cumhuriyeti savunur. Federatif cumhuriyeti, ya bir istisna ve gelişmeye bir engel olarak, ya da monarşiden merkezileştirilmiş cumhuriyete bir geçiş olarak, ama bazı koşullarda bir "ilerleme" olarak düşünür. Ve bu özel koşullar arasında, ulusal soruna ilk planda yer verir.

      Marks'ta olduğu gibi Engels'te de, her ikisi de küçük devletlerin gerici niteliğini ve bazı somut durumlarda bu gerici niteliği gizlemek için ulusal sorundan yararlanılmasını amansızca eleştirmiş olmalarına karşın, yapıtlarının hiçbir yerinde, bir istek belirtisi halinde de olsa, ulusal sorunun öneminin küçümsendiği, geçiştirildiği görülmez; oysa Hollandalı ve Polonyalı marksistler, "kendi" küçük devletlerinin dar burjuva milliyetçiliğine karşı son derece haklı savaşımdan hareketle, çoğu kez ulusal sorunun önemini küçümseme, onu geçiştirme hatasını işliyorlar.

      Hatta, coğrafi koşulların, dil birliğinin ve yüzlerce yıllık tarihin, ülkenin küçük parçalara bölünmesiyle ilgili olarak ulusal soruna "son vermesi" gerekir gibi görünen İngitere'de bile, Engels, ulusal sorunun henüz bir sonuca bağlanmamış olması açık gerçeğini hesaba katar; ve bu yüzden, federal cumhuriyeti bir "ilerleme" olarak düşünür. Kuşkusuz, bunda ne federal cumhuriyetin kusurlarını eleştirmekten, ne de birliği, demokratik ve merkeziyetçi cumhuriyet yararına propaganda ve kararlı savaşımdan bir vazgeçme belirtisi vardır.

      Ama bu demokratik merkeziyetçiliği, Engels, hiçbir zaman, burjuva ve aralarında anarşistlerin (sayfa 97) de bulunduğu küçük-burjuva ideologların ona verdikleri bürokratik anlamda anlamaz. Engels bakımından, merkeziyetçilik, "komünler" ve bölgelerin devlet birliğini tamamen kendi istekleriyle savunmaları koşuluyla, her tür bürokratizm ve her tür yukardan "buyurma"yı söz götürmez biçimde ortadan kaldıran geniş bir yerel yönetsel özerkliliği hiç mi hiç dıştalamaz.

      Devlet üzerine, marksist bir programın temelinde bulunması gereken görüşlerini geliştirerek, "... O halde, merkezci cumhuriyet" diye yazar Engels. "Ama, 1798'de kurulmuş, imparatorsuz imparatorluktan başka bir şey olmayan bugünkü Fransız cumhuriyeti anlamında değil. 1792'den 1798'e dek, her Fransız ili, her komün (Gemeinde), Amerikan örneğine göre, tam yönetsel özerkliliğine sahipti. Bizim de tıpatıp sahip olmamız gereken şey, budur. Bu özerkliliğin nasıl örgütleneceğini ve bürokrasiden nasıl vazgeçilebileceğini, Amerika ve birinci Fransız cumhuriyeti bize göstermiş bulunuyor; ve bugün de, Avustralya, Kanada ve öteki İngiliz sömürgeleri bize aynı şeyi gösterir. Böylesine bir bölgesel ve komünal özerklilik, örneğin Kanton'un Bund (yani konfederal devletin tümü -L.) karşısında, ama aynı zamanda il (Bezirk) ve komün karşısında da, gerçekten çok bağımsız bulunduğu İsviçre federalizminden çok daha fazla özgürlük kaldırır. Kantonal hükümetler, illerin genel yöneticilerini (Bezirksstatthalter) ve valilerini atarlar; bu yöntem İngilizce konuşulan ülkelerde hiç bilinmez, ve biz de, gelecekte, Prusyalı Landrate ve Regierungsräte'lerden (komiserler, yönetim çevresinin polis şefleri, yöneticiler ve genel olarak yukarıdan atanan memurlar -L.) kurtulmakta ne kadar kararlıysak, (sayfa 98) bu yöntemden kurtulmakta da o kadar kararlı olmalıyız." Bundan dolayı, Engels, programın özerklilikle ilgili maddesinin şöyle formüle edilmesini önerir: "il, ilçe ve bucaklarda genel oyla seçilmiş memurlar aracıyla, tam özerk yönetim. Devlet tarafından atanmış bütün, yerel ve bölgesel otoritelerin ortadan kaldırılması."

      Kerenski ve öteki "sosyalist" bakanlar hükümeti tarafından yasaklanan Pravda'da
[16] (28 Mayıs 1917 tarihli 68. sayısında), bizim sözde devrimci bir sözde demokrasinin sözde sosyalist temsilcilerinin bu noktada —tabii yalnızca bu noktada değil, nerde o günler— demokratizm'den göze batar bir biçimde ayrıldıklarını göstermek fırsatını daha önce bulmuştum. "Koalisyon"larıyla emperyalist burjuvaziye bağlanmış bulunan adamların, bu söylenenlere sağır kalmalarında anlaşılmayacak bir şey yoktur.

      Engels'in özellikle küçük-burjuva demokratları arasında çok yaygın bulunan bir önyargıyı, olaylara dayanarak, yetkin bir belginlikle çürüttüğünü belirtmek büyük bir önem taşır. Bu önyargıya göre, federatif bir cumhuriyet, merkezi bir cumhuriyetten daha çok özgürlük içerir. Bu, yanlıştır. Engels tarafından sözkonusu edilen, 1792-1798 merkezi Fransız cumhuriyeti ve federatif İsviçre cumhuriyeti ile ilgili olgular, bu savı çürütür. Gerçekten de demokratik merkezi cumhuriyet, federatif cumhuriyetten daha çok özgürlük saklıyordu. Başka bir deyişle, tarihin gördüğü azami yerel, bölgesel vb. özgürlükler, federatif cumhuriyet tarafından değil, merkezi cumhuriyet tarafından sağlanmıştır.

      Partimiz, tüm federatif ve merkezi cumhuriyet (sayfa 99) sorunuyla yerel, yönetsel özerklilik sorununa olduğu gibi, bu olguya da, propaganda ve ajitasyonunda yeterince dikkat göstermemiş ve gene de göstermemektedir.


5. MARKS'IN İÇ SAVAŞ'ININ 1891 ÖNSÖZÜ


      Engels, Fransa'da İç Savaş'ın üçüncü baskısına yazdığı önsözde —18 Mart 1891 tarihini taşıyan ve ilk kez olarak Neue Zeit'ta basılan önsöz
[
17] —, devlet karşısındaki tutum üzerine çok yararlı bazı düşüncelerin yanısıra, Komün'den çıkan dersleri dikkate değer bir belirginlikle özetler. Yazarını Komün'den ayıran yirmi yıllık dönemin tüm deneyi ile zenginleşmiş bulunan bu özet, özellikle Almanya'da çok yaygın olan "devlete duyulan boş inan"a karşı yöneltilmiştir ve haklı olarak bu sorun üzerinde marksizmin son sözü gibi kabul edilebilir.

      Fransa'da, her devrimden sonra, işçiler silahlanmışlardır, diye belirtir Engels; "öyleyse, iktidarda bulunan burjuvalar için, işçilerin silahsızlandırılması ilk görevdi. Bundan ötürü, işçilerin kanı pahasına başarılan her devrimden sonra, işçilerin yenilgisiyle biten yeni bir savaş patlar"...

      Burjuva devrimler deneyinin bilançosu, anlamlı olduğu kadar özlüdür de. Sorunun temeli —devlet sorununda da olduğu gibi (ezilen sınıfın elinde silah var mı?)— yetkin bir biçimde kavranmıştır. Küçük-burjuva demokratları gibi, burjuva ideolojisi etkisinde kalan profesörler de, çoğunlukla, bu temel üzerinde hiç söz etmezler. 1917 Rus devriminde (Şubat Devrimi -ç.), burjuva devrimlerin bu gizemini arada bir açıklama övüncesi (bir Cavaignac övüncesi), "Kendisi de marksist" olan, (sayfa 100) "menşevik" Çereteli'ye düştü. Çereteli, 11 Haziran'daki "tarihsel" söylevinde, burjuvazinin Petrograd işçilerini silahsızlandırmaya kararlı olduğunu açıklama sakıntısızlığında bulundu; bu kararı, açıkça, aynı zamanda kendi kararı olarak ve daha genel biçimde, bir "devlet" zorunluluğu olarak sunuyordu!

      Çereteli tarafından 11 Haziran'da verilen tarihsel söylev, 1917 devriminin bütün tarihçileri için, kuşkusuz, Çereteli efendi tarafından yönetilen Devrimci-Sosyalistler ve Menşevikler blokunun, devrimci proletaryaya karşı, nasıl burjuvaziden yana çıktığını en iyi gösteren örneklerden biri olacaktır.

      Engels'in, gene devlet sorununa bağlı bir başka düşüncesi de, dinle ilgilidir. Alman sosyal-demokrasisinin, kangren yayılıp gitgide daha çok oportünistleştikçe, kendini ünlü, "din özel bir sorundur" formülünün yanlış ve burjuvaca bir yorumuna gitgide daha fazla kaptırdığı bilinir. Bilindiği gibi, bu formül, din sanki devrimci proletaryanın partisi içinde de özel bir sorunmuş gibi yorumlanıyordu!! Engels, proletaryanın devrimci programına bu kesin ihanete karşı isyan etti. 1891'de, partisi içinde ancak çok güçsüz oportünizm tohumları gözlemleyebilen Engels, düşüncelerini aşırı bir sakıncayla açıklıyordu:
          "Komün'de hemen hemen salt işçiler, ya da işçilerin ünlü temsilcileri yer alıyorlardı; bu yüzden, alınan kararlar açıkça proleter bir nitelik taşıyordu. Komün, ya devlete göre dinin özel bir sorundan başka bir şey olmadığı ilkesinin gerçekleşmesi gibi, cumhuriyetçi burjuvazinin düpedüz korkaklıktan savsakladığı, ama işçi sınıfının özgür eylemi (sayfa 101) için zorunlu bir temel oluşturan reformları kararlaştırıyor; ya da doğrudan doğruya işçi yararına alınmış, bir yandan da, eski toplumsal düzende derin çatlaklar açan kararları resmen yayınlıyordu..."

      Engels, "devlete göre" sözcüklerinin altını özellikle çizmiştir; böyle yapmakla, dinin partiye göre özel sorun olduğunu bildiren ve böylece devrimci proletaryanın partisini, hiçbir din olmamasını kabul etmek isteyen, ama partinin: halkı alıklaştıran din afyonu ile savaşma görevinden elçeken en bayağı küçük-burjuva "özgür düşünür"ü düzeyine düşüren Alman oportünizmine doğrudan bir vuruş indiriyordu.

      Bu partinin 1914'teki utanç verici batkısının nedenlerini araştıran Alman sosyal-demokrasisinin gelecekteki tarihçisi, bu sorun üzerine, bu partinin ideolojik önderi Kautsky'nin yazılarındaki, oportünizme kapıyı ardına dek açan kaçamaklı bildirimlerinden, partinin 1913'te Los-von-Kirche Bewegung (Kiliseden ayrılma hareketi) karşısındaki tutumuna dek, yüklü ve ilginç belgeler bulacaktır.

      Ama şimdi, Komün'den yirmi yıl sonra, savaşım içindeki proletaryaya Komün'ün sağladığı dersleri, Engels'in nasıl özetlediğini görelim.
      İşte ilk plana koydukları:

          "...Önceki merkezi hükümetin bastırıcı gücüne, Napoleon tarafından 1798'de kurulmuş, ondan sonra da, gönül borcu ile, her yeni hükümet tarafından yeniden ele alınıp karşıtlarına karşı kullanılmış bulunan ordu, siyasi polis ve bürokrasiye gelince, Paris'te alaşağı edilmiş bulunduğu gibi, her yerde alaşağı edilmesi gereken şey, işte bu gücün ta kendisiydi. (sayfa 102)
          "Komün, işçi sınıfının bir kez iktidara geçtikten sonra, eski devlet makinesi ile yönetmeyi sürdüremiyeceğini hemen kabul etmek zorunda kaldı; daha yeni elde etmiş bulunduğu kendi öz egemenliğini yeniden yitirmemek için, bu işçi sınıfı, bir yandan, o zamana dek kendisine karşı kullanılmış bulunan eski baskı makinesini yok etmek, ama, öte yandan, kendi öz vekil ve memurlarına karşı da, onların her zaman ve istisnasız geri alınabilir olduklarını açıklayarak, önlem almak zorundaydı..."

      Engels, gene ve hep belirtir ki, yalnız monarşi rejiminde değil, demokratik cumhuriyette de devlet, devlet, olarak, kalır; yani, memurları "toplumun hizmetkarları" durumundan toplumun efendileri durumuna dönüştürmek olan başlıca ayırdedici niteliğini korur.

          "... Başlangıçta toplumun hizmetkarları olan devlet ve devlet örgenliklerinin toplumun efendileri durumuna, önceki tüm rejimlerde kaçınılmaz olan bu dönüşümünü önlemek için, Komün iki sağlam araç kullandı. ilk olarak, bütün yönetsel, tüzel ve eğitsel işlerde görevlendirilecek kimselerin, bu işlerle ilgili herkesin oy verdiği seçimlerle seçilmesi ve tabii bütün görevlilerin, aynı ilgililerce her an geri alınabilmesi yöntemini kabul etti. Ve ikinci olarak, en aşağısından en yükseğine, bütün görevler için, ancak işçilerin aldığı kadar bir para ödedi. Ödediği en yüksek görevli ücreti 6000 franktı. [41*] Böylece, üstelik temsili kurullar delegelerinin (sayfa 103) emredici vekaletleri [42*] bir yana, makam ve ikbal avcılığına bir son verillyordu..."
      Engels, burada tutarlı demokrasinin bir yandan sosyalizme dönüştüğü, öte yandan da sosyalizmi gerektirdiği o ilginç sınıra varıyor. Gerçekten, devletin ortadan kalkması için, devlet hizmetlerinin büyük çoğunluk tarafından, giderek tüm halk tarafından yapılabilecek kadar basit kayıt-kuyut ve denetim işlemlerine dönüşmesi gerekir. Ve, ikbal avcılığının tamamen ortadan kalkması ise, devlet hizmetindeki "onursal!' görevlerin, en özgür kapitalist ülkelerde bile sık sık olduğu gibi, banka ve anonim şirketlerdeki yüksek kazançlı mevkilere erişmek için basamak hizmeti görmekten çıkmasına bağlıdır.

      Ama Engels, örneğin, ulusların kendi yazgılarını kendileri belirleme hakkı konusunda bazı marksistlerin düştükleri yanılgıya düşmez. Bazı marksistler, bu hak kapitalist rejimde gerçekleşmesi olanaksız bir haktır, sosyalist rejimdeyse gereksiz bir duruma gelir, derler. Görünüşte akıllıca, ama aslında yanlış olan bu düşünce, bütün demokratik kurumlara, bu arada memurların mütevazi maaşına uygulanabilir; çünkü sıkısıkıya tutarlı bir demokratizm, kapitalist rejimde gerçekleşmesi olanaksız bir şeydir; sosyalist rejimdeyse, tüm demokrasi sönerek son bulacaktır.

      Bu safsata, şu eski şakaya benzer: Saçından bir kıl dökülürse, insan dazlak olur mu?

      Demokrasiyi sonuna dek geliştirmek, bu gelişmenin biçimlerini araştırmak, bu biçimleri pratiğin (sayfa 104) deneyinden geçirmek vb.: toplumsal devrim savaşımının en önemli görevlerinden biri de budur. Tek başına alındığı zaman, hangisi olursa olsun, hiçbir demokratizm sosyalizmi sağlamaz; ama gerçek yaşamda, demokratizm hiçbir zaman "tek başına" değil, "tümün içinde" alınacaktır; demokratizm bir yandan ekonomik gelişmenin etkisine uğrayacak, ama bir yandan da, dönüşümün uyardığı ekonomi üzerinde etkide bulunacaktır vb.. Yaşayan tarihin diyalektiği böyledir.
      Engels, devam eder:
          "...Şimdiye dek olan biçimiyle devlet gücünün bu parçalanması (Sprengung) ve yerini, yeni, gerçekten demokratik bir iktidara bırakması, İç Savaş'ın üçüncü bölümünde ayrıntılı bir biçimde betimlenmiştir. Ama orada anlatılan şeylerden birkaçı üzerinde burada kısaca durmak zorunluydu; çünkü, Almanya'da devlet boş inanı felsefeden ortak bilince, burjuvazinin, hatta birçok işçinin ortak bilincine geçmiş bulunuyor. Filozofların kafasında devlet, "düşünün gerçekleşmesi" ya da Tanrının dünya üzerindeki egemenliğinin felsefe diline aktarılmış biçimidir; sonsuz doğruluk ve adaletin gerçekleştiği, ya da gerçekleşmesi gereken alandır.

          Devlete ve devlete ilişkin her şeye karşı duyulan, ve beşikten beri, tüm toplumun bütün işleri ve bütün ortak çıkarlarının, şimdiye dek olduğundan, yani devlet ve onun gereğince yerleşmiş otoriteleri tarafından çekilip çevrildiklerinden başka türlü çekilip çevrilemeyeceklerini düşünmeye alışıldığı ölçüde kolay yerleşen o boş inana dayalı saygı da işte buradan gelir. Ve soydan geçme krallıka beslenen güvenden kurtulup da, artık demokratik cumhuriyet üzerine ant içmekten aşağısı kurtarmadığı (sayfa 105) zaman, çok gözüpek bir adım atıldığı sanılır. Ama, gerçeklikte, devlet bir sınıfın bir başka sınıfı baskı altında tutmasına yarayan bir makineden başka bir şey değildir; ve bu, krallıkta ne kadar böyleyse, demokratik cumhuriyette de o kadar böyledir; bu konuda söylenebilecek en hafif şey, devletin sınıf egemenliği savaşımında yenen proletarya tarafından devralınmış ve tıpkı Komün gibi, yeni ve özgür toplumsal koşullar içinde yetişmiş bir kuşak, tüm bu devlet hurdasından kurtulacak duruma gelinceye dek, en zararlı yönlerini hemen ve en yüksek derecede budamaktan kendini alamayacağı bir kötülük olduğudur."
      Engels, krallığın yerine cumhuriyeti geçirecekleri sırada, genel olarak devlet sorununda sosyalizmin ilkelerini unutmamaları için Almanları uyarır. Engels'in uyarmaları, bugün, doğrudan doğruya, "koalisyon" uygulamalarında devlete ilişkin boş inanlarını, devlete karşı boş inana dayalı saygılarını açığa vuran çereteli ve çernov efendilere yönelmiş bir ders gibi görünmektedir.

      İki gözlem daha: 1) Engels, tıpkı bir krallıkta olduğu "kadar", demokratik bir cumhuriyette de, devletin "bir sınıfın bir başka sınıfı baskı altında tutmasına yarayan bir makine"den başka bir şey olmadığını söylerken, bu sözleriyle hiçbir zaman, bazı anarşistlerin "tedris ettikleri" gibi, baskı biçiminin şöyle ya da böyle olmasının proletarya bakımından önem taşımadığını anlatmak istemez. Sınıf savaşımının ve sınıfları baskı altında tutmanın daha geniş, daha özgür, daha açık bir biçimi, proletaryanın genel olarak sınıfların ortadan kalkması için yürüttüğü savaşımı büyük ölçüde kolaylaştırır.

      2) Neden bütün bu devlet hurdasından yalnız yeni bir kuşak kurtulabilecektir? Bu sorun, şimdi sözünü edeceğimiz demokrasinin aşılması sorununa bağlanır.


6. ENGELS VE DEMOKRASİNİN AŞILMASI


      Engels, "sosyal-demokrat" adlandırmasının bilimsel yanlışlığını gösterirken, bu nokta üzerindeki düşüncesini açıklamıştır.

      1870 yıllarında, en başta "uluslararası" konulara olmak üzere, çeşitli konulara ayrılmış yazılarından meydana gelen derlemenin (Internationales aus dem Volksstaat), [
43] 3 Ocak 1894 tarihli önsözünde, yani ölümünden bir buçuk yıl önce, Engels, yazılarında "sosyal-demokrat" değil, "komünist" sözcüğünü kullandığını, çünkü bu dönemde, Fransa'da prudoncuların, Almanya'da lasalcıların kendilerine sosyal-demokrat dediklerini yazar.
      Ve şöyle sürdürür:
          "... Marks için de, benim için de, kendi öz görüşümüzü dile getirmek için bu kadar esnek bir deyimi kullanmakta kesin bir olanaksızlık vardı. Bugün durum değişmiştir; ve bu sözcük ("sosyal demokrat"), gene de elverişsiz (unpassend) kalmasına karşın, ekonomik programı yalnızca genel olarak sosyalist değil, açıkça komünist olan bir parti için, son siyasal ereği tüm devletin, dolayısıyla demokrasinin ortadan kaldırılması olan bir parti için, gerektiğinde pekâlâ kullanılabilir (mag passieren). Ayrıca, gerçek (altı Engels tarafından çizilmiştir) siyasal partilerin adları hiçbir zaman (sayfa: 107) kendilerine tam olarak uymaz; parti gelişir, adı olduğu gibi kalır."
      Diyalektikçi Engels, yaşamının son günlerinde de, diyalektiğe bağlı kalır. Marks ve ben, der, parti için kusursuz, bilimsel bakımdan doğru bir ada sahiptik, ama o zamanlar gerçek proleter partisi, yani proleter yığın partisi yoktu. Şimdi (19. Yüzyılın sonu), gerçek bir parti var, ama adı bilimsel bakımdan doğru değil. Ne çıkar; bu ad "kullanılabilir"; yeter ki parti gelişsin; yeter ki, adının bilimsel bakımdan doğru olmadığı aklından çıkmasın ve onu doğru yönde gelişmekten alıkoymasın!

      Belki şaka yapmayı seven biri, biz Bolşevikleri de, Engels gibi avutmaya kalkabilir: Gerçek bir partiye sahibiz; hayran olunacak biçimde gelişiyor; öyleyse, şu saçma ve barbar "bolşevik" sözcüğü 1903 Brüksel - Londra kongresinde çoğunluğu kazanmış olmamız gibi tamamen rastlantısal bir olgudan başka bir şey anlatmamasına karşın, pekâlâ "kullanılabilir"... Cumhuriyetçiler ve "devrimci" küçük-burjuva demokrasisi tarafından Temmuz-Ağustos 1917'de partimize yapılan kıyıcılıkların "bolşevik" sözcüğünü halkın gözünde o kadar onurlu bir duruma getirdiği şu anda; bu kıyıcılıkların, ayrıca, partimiz tarafından gerçek gelişmesi içinde başarılan engin tarihsel ilerlemenin bir belirtisi olduğu şu anda, belki ben bile, Nisan'da yapmış olduğum öneriyi, partimizin adını değiştirme önerisini, ileri sürmeye çekinebilirim. Belki, arkadaşlara bir "kompromi" (uzlaşma) önerebilirim: "Bolşevikler" sözcüğünü ayraç içinde koruyarak, partimize Komünist Parti adını vermek biçiminde bir kompromi.

      Ama partinin adlandırılma sorunu devrimci (sayfa: 108) proletaryanın devlet karşısındaki tutumu sorununun yanında son derece önemsiz kalır.

      Devlet üzerindeki alışılmış düşüncelerde, Engels'in burada sözü edilen önsözünde dikkati çektiği ve yukarıda değinmiş bulunduğumuz yanılgıya gerçekten sık sık düşülüyor; devletin ortadan kalkmasının, demokrasinin de ortadan kalkması olduğu; devletin sönmesinin, demokrasinin de sönmesi demek olduğu sık sık unutuluyor.

      Böyle bir sav, ilk bakışta çok tuhaf ve anlaşılmaz görünür; belki de azınlığın çoğunluğa boyuneğmesi ilkesine uyulmadığı bir toplumsal düzenin kurulmasını istediğimize inananlar çıkacaktır; çünkü, eninde sonunda, demokrasi bu ilkenin kabulü demek değil midir?

      Hayır. Demokrasi ile azınlığın çoğunluğa boyuneğmesi özdeş şeyler değildir. Demokrasi, azınlığın çoğunluğa boyuneğmesini kabul eden, tanıyan bir devlettir; başka bir deyişle, demokrasi, bir sınıf tarafından bir başka sınıfa, nüfusun bir bölümü tarafından nüfusun bir başka bölümüne karşı, sistemli zor uygulamasını sağlamaya yarayan bir örgüttür.

      Biz, devletin, yani tüm örgütlenmiş ve sistemli zorun, genel olarak insanlar üzerinde uygulanan her tür zorun ortadan kalkmasını son erek olarak alıyoruz. Biz, azınlığın çoğunluğa boyuneğmesi ilkesine uyulmayacağı bir toplumsal düzenin çıkagelmesini beklemiyoruz. Ama biz, sosyalizmi yürekten dileyerek inanıyoruz ki, sosyalizm, evrimi içinde komünizme varacak, ve sonuç olarak, insanlara karşı zora başvurma zorunluluğu, bir insanın bir başka insana, nüfusun bir bölümünün nüfusun öteki bölümüne boyuneğme zorunluluğu (sayfa: 109) büsbütün oltadan kalkacaktır; çünkü insanlar, zor ve boyuneğme olmaksızın, toplum halinde yaşamanın yalın koşullarına uymaya alışacaklardır.

      Engels, işte bu alışma öğesinin altını çizmek için, "yeni ve özgür toplumsal koşullar içinde yetişmiş", ve demokratik cumhuriyetinki de içinde, her türlü devletten, "bütün bu devlet hurdasından kurtulacak durumda" olacak bir yeni kuşak'tan sözeder.

      Bu noktayı aydınlatmak için, devletin sönmesinin ekonomik temellerini çözümlemek gerekir.

DEVLETİN SÖNMESİNİN EKONOMİK TEMELLERİ