KÜTÜPHANE | LENIN | Bir Adım İleri">

KÜTÜPHANE | LENIN | Bir Adım İleri, İki Adım Geri

 

M.
SEÇİMLER
KONGRENİN SONU




      Tüzüğü kabul ettikten sonra kongre, bölge örgütleri hakkındaki bir kararı ve belli bazı parti örgütlerine ilişkin kararları kabul etti, sonra, Yujni Raboçi grubuyla ilgili olarak daha önce tahlil ettiğim, büyük ölçüde öğretici görüşmeler ardından, partinin merkez kurulları için yapılacak seçimi görüşmeye koyuldu.
      Tüm kongrenin, kendisinden yönlendirici tavsiyeler beklediği İskra örgütü, bildiğimiz gibi, bu sorun üzerinde parçalanmıştı; çünkü örgütün azınlık kanadı, açık ve serbest bir savaşta, kongrede çoğunluğu kazanıp,kazanamayacağını denemek istiyordu. Yine biliyoruz ki, kongreden çok önce -ve kongre sırasında bütün temsilciler tarafından- bilinen (sayfa: 137) bir plan vardı. Bu plan, biri merkez yayın organına, öteki Merkez Yönetim Kuruluna iki üçlü seçmek suretiyle yazıkurulunun yeniden kurulmasını öngörüyordu. Kongre görüşmelerine ışık tutabilmek için bu plan üzerinde ayrıntılı olarak duralım.
      Bu planın ortaya atıldığı kongre Tagesordnung taslağı hakkında benim yaptığım yorumun tam metni şöyle[
47*] : "Kongre, merkez yayın organının yazıkuruluyla Merkez Yönetim Kuruluna üçer kişi seçer. Bu altı kişi, gerektiği zaman, biraraya gelerek, merkez yayın organının yazıkuruluyla Merkez Yönetim Kuruluna, üçte iki oy çoğunluğuyla yeni üyeler çağırırlar ve bu durumu bir raporla kongreye bildirirler. Kongre raporu onayladıktan sonra, onu izleyen üye çağırma işlemini, merkez yayın organının yazıkurulu ve Merkez Yönetim Kurulu ayrı ayrı yürütürler."
      Plan bu metinde, hiç bir bulanıklığa yer bırakmayacak biçimde apaçık ve oldukça kesinlikle bellidir: planın öngördüğü şey, pratik çalışmanın en etkin önderlerinin katılmasıyla, yazıkurulunun yeniden kurulmasıdır. Metni dikkatle okuma zahmetine katlanan herhangi biri, bu planın, benim vurguladığım iki özelliğini derhal görecektir. Ama şimdilerde, insanın durup en basit gerçekler saydığı şeyleri açıklaması gerekiyor. Planın öngördüğü şey, yazıkurulunun yeniden kurulmasıdır - yazıkurulu üye sayısının mutlaka artırılması ya da mutlaka azaltılması değil, yeniden kurulmasıdır; çünkü olası bir genişletme ya da daraltma yapılması sorunu açık bırakılmıştır: üye çağırma yolu, gerek olursa diye düşünülmüştür. Bu yeniden kuruluş için çeşitli kişiler tarafından yapılan tavsiyeler arasında, bazıları yazıkurulu üyeleri sayısının azaltılmasını önermiştir; bazıları yazıkurulu üye sayısının yediye çıkarılmasını (ben yedi üyeyi altıya her zaman yeğ tutmuşumdur), bazıları da hatta onbire (ben (sayfa: 138) bunu, genel olarak bütün sosyal-demokrat örgütlerin ve özel olarak Bund'un ve Polonya sosyal-demokratlarının barışçıl birliği halinde olası görmüşümdür) çıkarılmasını önermiştir. Ama en önemli nokta -ki "üçlü"den sözeden kişiler bu noktaya genellikle dikkat etmiyorlar- şudur: merkez yayın organına yapılacak üye çağırma işleri, Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin katılmasıyla kararlaştırılacaktır. Bu planı bilen ve (ya açıkça ya zımnen) onaylayan hiç kimse, örgütün "azınlık" kanadına mensup yoldaşlardan hiç biri ya da kongre temsilcilerinden hiç biri, bu noktanın anlamını açıklama zahmetine katlanmamıştır. Birincisi, yazıkurulunu yeniden kurmakta başlangıç noktası olarak neden bir üçlü ve yalnızca bir üçlü alınmıştır? Apaçık ortadadır ki, tek amaç, ya da en azından ana amaç, kurulu genişletmek olsaydı ve bu kurul gerçekten "uyuşan" bir kurul sayılsaydı, bir üçlü seçimi kesinlikle anlamsız olurdu. Eğer amaç "uyuşan" bir kurulu genişletmekse, tüm kurulla değil de, yalnızca bir parçayla işe başlamak garip olurdu. Açıktır ki, kurul üyelerinin hepsi, kurulun yeniden kurulması sorununu ve eski yazıkurulu grubunun bir parti kurumu haline dönüştürülmesini tartışma ve karara bağlama konusunda yeterli görülmüş değildir. Açıktır ki, yeniden kurmanın bir genişletme şeklinde olmasını şahsen arzu edenler bile, kurulun eski yapısının uyumlu olmadığını ve bir parti kurumu idealine karşılık vermediğini kabul ediyorlardı; çünkü aksi takdirde, kurulu genişletmek için ilkin altı üyeyi üçe indirmenin hiç bir anlamı olmazdı. Yineliyorum, bu apaçık ortadadır. Ancak "muhterem zevatın" sorunu geçici olarak karıştırması, bunun unutulmasına neden olmuştur.
      İkincisi, yukarıya alınan metinden anlaşılacağı üzere, merkez yayın organındaki üç üyenin görüş birliğinde olması bile, kendi başına, üçlüyü genişletmek için yeterli değildi. Bu nokta da her zaman gözden kaçırılmıştır. Üye çağırma işlerinde altı üyenin üçte-ikisinin oyu, yani dört oy gerekliydi; (sayfa: 139) böylece Merkez Yönetim Kuruluna seçilmiş üç üyenin yalnızca vetolarını kullanmaları yeterliydi, o zaman üçlünün genişletilmesi olanaksızlaşırdı. Bunun tersine, merkez yayın organı yazıkurulunun üç üyesinden ikisi üye çağırma işlemine karşı dursaydı bile, Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin üçü bu işlemden yana çıkarsa, üye çağırmak yine mümkün olurdu. Buradan açıkça anlaşılacağı üzere, niyet, eski bir grubu bir parti kurumu haline dönüştürmekte, karar sözünü, pratik çalışmanın kongrede seçilmiş önderlerine tanımaktı. Aşağıyukarı hangi yoldaşları düşündüğümüz, kongrede, kurul adına bir açıklama yapmanın gerekebileceğini düşünerek, kongreden önce, yazıkurulunun, yedinci üye olarak, yoldaş Pavloviç'i oybirliğiyle seçmiş olması gerçeğinde görülebilir; Pavloviç yoldaşın yanısıra, İskra örgütünün ve hazırlık komitesinin, sonradan Merkez Yönetim Kuruluna seçilen bir üyesi de yedinci üyelik için aday gösterilmişti.
      Görüldüğü gibi, iki üçlü seçimi planı, şu amaçlarla hazırlanmıştı: 1° yazıkurulunu yeniden kurmak; 2° bir parti kurumunda yeri olmayan eski grup anlayışındaki belli bazı öğelerden kurtulmak (eğer kurtulunacak herhangi bir şey olmasaydı, bir başlangıç üçlüsü fikrinin hiç bir anlamı olmazdı!); ve son olarak 3° bir yazarlar grubunun " teokratik " özelliklerinden kurtulmak (üçlüyü genişletme sorununu pratik çalışmanın önde gelen kişilerinin kararlaştırmasını sağlayarak kurtulmak). Bütün yazıkurulu üyelerinin bildiği bu plan, açıkça, üç yıllık bir çalışma deneyimine dayanmaktaydı ve bizim, başından beri sunduğumuz devrimci örgütlenme ilkeleriyle tam uyuşum içindeydi. İskra'nın arenaya girdiği dağınıklık döneminde gruplar çoğunca rasgele ve kendiliğinden kurulmuştu ve bu gruplar, ister-istemez grup anlayışının bazı zararlı belirtileriyle malüldüler. Bir partinin yaratılması bu özelliklerin ortadan kaldırılmasını öngörmekte, gerektirmekteydi. Önde gelen parti yetkililerinin bu eleme (sayfa: 140) işine katılması zorunluydu, çünkü yazıkurulunun belli bazı üyeleri her zaman örgüt işleriyle meşgul olmuşlardı; ve parti kurumları arasına girecek olan kurul, yalnızca bir yazarlar topluluğu değil, siyasal önderler topluluğu olacaktı. İskra'nın öteden beri izlediği siyaset açısından da ilk üçlünün seçimini kongreye bırakmak çok doğaldı: Kongreyi hazırlarken çok ihtiyatlı hareket etmiş, programa, taktiklere ve örgüte ilişkin tartışmalı bütün ilke sorunları tamamen aydınlığa çıkıncaya dek beklemiştik; büyük çoğunluğunun, bu temel sorunlarda bir bütünlük içinde duracağını düşündüğümüz kongrenin İskracı bir kongre olacağından kuşkumuz yoktu (İskra'yı önder organ olarak tanıyan kararlar da bir ölçüde bunu gösteriyordu); bu nedenledir ki biz, yeni parti kurumu için en uygun adayların kimler olacağına karar vermeyi, İskra'nın fikirlerini yayma ve onun bir partiye dönüşmesini hazırlama işinde en ağır yükü yüklenen yoldaşların kendilerine bırakmak zorundaydık. Şu planın genel bir onayla karşılanması ve herhangi bir rakip plan bulunmaması, yalnızca "iki üçlü" planın doğal bir şey olması gerçeğiyle, yalnızca İskra'nm tüm siyasetine ve çalışmalardan haberdar olan kişilerin İskra hakkında bildikleri şeylere tamamen uygun düşmesiyle açıklanabilir.
      İşte böylece, yoldaş Rusov, kongrede, her şeyden önce iki üçlü seçimini önermiştir. Bu planın, haksız oportünizm suçlamalarıyla bağlantılı olduğunu bize yazılı olarak bildiren Martov yandaşlarının aklına, altı ya da üç kişilik bir yazıkurulu üzerindeki tartışmayı, bu suçlamanın doğru ya da yanlış olduğu konusuna indirgemek, hiç bir zaman gelmemiştir. Bir teki dahi bunu ima bile etmemiştir. Hiç biri, yazıkurulunun altı ya da üç kişi olması konusundaki tartışmaya fikir ayrılıklarının neden olduğuna dair bir tek söz söylemeye kalkışmamıştır. Onlar herkesçe bilinen, ucuz bir yöntem seçmişler, yani kendilerine acındırma, duyguların yaralanması olasılığından sözetme, İskra'nın merkez yayın (sayfa: 141) organı olarak görevlendirilmesiyle yazıkurulu sorununun zaten çözümlenmiş olduğu izlenimini verme yolunu tutmuşlardır. Yoldaş Koltsov'un, Rusov yoldaşa karşı öne sürdüğü bu sonuncu sav, büsbütün yanlıştı. Kongre gündeminde iki ayrı madde -kuşkusuz kazara değil- yer alıyordu (bkz: tutanaklar, s. 10): Madde 4- "Merkez yayın organı", ve Madde 18- "Merkez Yönetim Kurulu ve merkez yayın organı yazıkurulu seçimi". Bu bir. İkincisi, merkez yayın organı atandığı zaman, bütün temsilciler kesin olarak, bunun, yazıkurulunun onaylanması anlamına gelmediğini" yalnızca eğilimin onaylanması anlamına geldiğini[48*] belirttiler ve bu açıklamalara karşı tek bir protestoda bulunulmadı.
      Görüldüğü gibi, belli bir organı onaylayarak kongrenin gerçekte yazıkurulunu onayladığı şeklindeki ifade -azınlığın yandaşlarınca (Koltsov, s. 321, Posadovski, s. 321, Popov, s. 322 ve başkaları tarafından) birçok kez yinelenen bu ifade- gerçekte düpedüz yanlıştı. Bu, merkez organlarının kuruluşunu henüz herkesin gerçekten serinkanlılıkla ele aldığı bir sırada tutulmuş olan mevzilerden geri çekilmeyi örtmek için kullanılan pek açık bir manevraydı. Bu geri çekiliş, ne ilke gerekçeleriyle (çünkü kongrede "haksız oportünizm suçlamaları" iddiasını ortaya atmak azınlığın çok fazla zararına olduğundan bunu ima bile etmediler), ne de altı ya da üç üyenin gerçekten daha etkin olduğunu ortaya (sayfa: 142) koyacak olan, olaylara dayalı veriler öne sürerek (çünkü bunların yalnızca öne sürülmesi bile azınlığa karşı bir yığın kanıt ortaya çıkarabilirdi) haklı gösterilebilirdi. "Simetrik bütün"den, "uyumlu takım"dan, "simetrik ve bütünleşmiş kristal tüm"den, vb. söz ederek, dolambaçlı yoldan, işin içinden sıyrılmaya çalışmak zorundaydılar. Bu savların derhal gerçek adlarıyla "zavallı sözler" diye nitelenmesi (tutanaklar, s. 328) şaşırtıcı değildir. Üçlü planının kendisi bir uyum" eksikliğinin varlığına açıkça tanıklık ediyordu. Bir ayı aşkın bir süre birlikte çalışmak, o süre içinde temsilcilere, kendi başlarına bir yargıya varmalarını sağlayacak malzeme yığını sağlamaya yetmişti. Posadovski yoldaş bu malzemeyi ("sınırlı anlayış"tan söz ederken "uyumsuzluk" sözcüğünü kullanarak kendi açısından ihtiyatsız ve basiretsiz bir biçimde, tutanaklar, s. 321 ve 325) ima edince, Muravyov yoldaş, sözünü sakınmaksızın şöyle demişti: "Bana göre, böyle uyumsuzlukların[49*] hiç kuşkusuz var olduğu, kongrenin çoğunluğu için gayet açık-seçik ortadadır" (tutanaklar, s. 321). Azınlık (piyasaya Muravyov tarafından değil, Posadovski tarafından sürülen) "uyumsuzluklar" sözcüğünü salt kişisel anlamda yorumlamayı yet tuttu, yoldaş Muravyov'un meydan okuyuşuna karşılık verme, altı kişilik bir yazıkurulunu, hakettiği biçimde savunmak üzere tek bir kanıt öne sürme cesaretini gösteremedi. Sonuç, kısırlığı nedeniyle gülünç olmanın da ötesine geçen bir tartışmaydı: çoğunluk (yoldaş Muravyov'un ağzıyla) altı ya da üç kişi konusunun gerçek anlamının kendileri için oldukça açık olduğunu belirtiyordu, ancak azınlık dinlemeyi ısrarla reddediyor ve (sayfa: 143) "bunu inceleyecek bir durumda olmadığımızı" söylüyordu. Çoğunluk, kendisini, yalnızca bu noktayı inceleyecek durumda görmekle kalmamış, "incelemiş" ve bu inceleme sonuçlarının kendisi için oldukça açık olduğunu ilân etmişti, azınlıksa, anlaşıldığına göre, böyle bir incelemeden korkmuş ve "zavallı sözler"in gerisine sığınmıştı. Çoğunluk, "bizim merkez yayın organımızın, bir yazarlar topluluğundan daha fazla bir şey olduğunu akılda tutmamız" gerektiğini belirtiyordu. Çoğunluk, "merkez yayın organının başında belli kişilerin, kongrece bilinen kişilerin, sözünü ettiğim özellikleri kendinde toplamış kişilerin" (yani yalnızca yazarlık özellikleri değil; yoldaş Lange'nin konuşması, tutanaklar, s. 327) "bulunmasını istiyordu". Azınlık bir kez daha meydan okumaya kalkışmadı kendi görüşünce, bir yazarlar grubundan daha fazla bir şey olan bir kurul için kimin uygun düştüğüne, "kongrece bilinen", "oldukça belli" kişinin kim olduğuna dair tek söz bile söylemedi. Azınlık, o ünlü "uyum"un gerisine sığınmaya devam etti. Bu kadar da değil. Azınlık, tartışmalarda, ilke yönünden kesinlikle yanlış olan savlar da öne sürdü; bu, yüzden de çok haklı olarak sert bir karşılık gördü. Anlamıyor musunuz, "kongrenin, ne ahlaki, ne siyasal yönden, yazıkurulunu yeniden biçimlendirmeye hakkı yoktur" (Trotski, tutanaklar, s. 326); "bu çok nazik [aynen böyle!] bir sorundur" (yine Trotski); "yeniden seçilemeyen yazıkurulu üyeleri, kongrenin, onları artık yazıkurulunda görmek istemediği gerçeği karşısında ne düşünecekler?" (Çaryov, tutanaklar, s, 324.)[50*]
      Böylesi savlar, tüm sorunu, yalnızca acındırma ve duyguların yaralanmışlığı düzeyine indirgemekteydi; gerçek ilke savları ve gerçek siyasal savlar açısından da iflasın (sayfa: 144) düpedüz kabul edilmesi demek oluyordu. Çoğunluk, derhal, bu davranışa gerçek adını verdi: darkafalılık (yoldaş Rusov). Gayet yerinde bir ifadeyle, yoldaş Rusov şöyle diyordu : "Devrimcilerin dudağından garip konuşmalar, parti ahlakı ve parti çalışmasıyla açıktan açığa uyuşmayan, konuşmalar işitiyoruz. Üçlüler seçimine karşı çıkanların dayandığı başlıca sav, parti işlerini salt darkafalı bir görüşle ele alıyor [bütün italikler benim]. ... Eğer, bir parti görüşü olmayan, ama darkafalı bir görüş olan bu görüşü benimsersek, her seçimde şöyle düşünmek zorunda olacağız: Petrov değil de İvanov seçilirse, Petrov gücenmez mi, eğer hazırlık komitesinin filan üyesi değil de falan üyesi seçilirse o filanca gücenir mi? Bu bizi nereye götürür yoldaşlar? Eğer burada bir parti yaratmak amacıyla biraraya geldiysek, eğer karşılıklı övgülere ve darkafalı duygulara teslim olmayacaksak, o zaman böyle bir görüşü hiç bir biçimde kabul edemeyiz. Görevlileri seçmek üzereyiz; seçilmemiş bir kişiye güvensizlik sözkonusu değildir; bizim gözönünde bulunduracağımız tek şey, görevin gerekleri ve seçilecek kişinin, seçileceği yere uygunluğu olmalıdır." (Tutanaklar, s. 325.)
      Partideki bölünmenin nedenlerini tarafsız biçimde araştırmak ve bu bölünmenin kongredeki köklerine inmek isteyen herkese yoldaş Rusov'un bu konuşmasını tekrar tekrar okumalarını salık veririz; azınlık onun kanıtlarını çürütmek şöyle dursun, itiraz bile etmemiştir.
      Gerçekten de, Rusov yoldaşın gayet yerinde bir açıklamasıyla, yalnızca "sinirli bir heyecan"ın unutturduğu böylesine basit ve temel doğrulara itiraz edilemez. Böyle bir açıklama, gerçekte, darkafalı bir grup anlayışına kapılanarak parti anlayışından uzaklaşan azınlık için en az kötüleyici bir açıklamadır.[51*] (sayfa:: 145)
      Ama azınlık, seçimlere karşı anlamlı, ciddi kanıtlar bulmakta öylesine yetersizdi ki, partiye darkafalı bir grup anlayışı getirmelerinin yanısıra, açıktan açığa skandal türünden davranışlara girdiler. Gerçekten de Muravyov yoldaşa "nazik görevler yüklenmemesini" salık veren Popov yoldaşın davranışına (tutanaklar, s. 322) başka ne ad verebiliriz? Yoldaş Sorokin'in doğruca belirttiği gibi (tutanaklar, s.328), bu, "işi kişiliğe dökmek"ten başka bir şey midir? (sayfa: 146) Bu, siyasal kanıtlardan yoksun bir tutum takınarak, "kişiler" üzerinde spekülasyon yapmaktan başka bir şey midir? Yoldaş Sorokin, "böyle tutumları her zaman kınadık" derken haklı mıydı, haksız mıydı? "Yoldaş Deutsch'un, kendisiyle aynı görüşü paylaşmayan yoldaşları, üzerine basa basa, sergilemeye kalkışması hoşgörülebilir miydi?"[52*] (Tutanaklar, s. 328.)
      Yazıkuruluna ilişkin tartışmaları özetleyelim. Bir üçlü seçim planını, kongrenin hemen başında ve kongreden önce temsilcilerin bildiğine ve bu planın, kongredeki tartışmalarla ve olaylarla hiç bir ilişkisi olmayan düşüncelere ve gerçeklere dayandığı yolunda çoğunluğun birçok kez öne sürdüğü açıklamaları azınlık çürütmedi (çürütmeye çalışmadı bile). Altı kişilik bir yazıkurulunu savunurken azınlık, ilke bakımından yanlış ve hoşgörüyle karşılanamaz bir tutum, darkafalı düşüncelere dayalı bir tutum takındı. Azınlık, görevlilerin seçimi sorununa yaklaşımında, herbir aday hakkında ve o adayın sözkonusu görevler için uygun olup olmadığına dair hiç bir değerlendirme girişiminde bile bulunmaksızın, partili olduğunu bütün bütün unuttuğunu gösterdi. Azınlık, sorunu hakettiği biçimde tartışmaktan kaçındı, (sayfa: 147) onun yerine, sanki "biri , boğazlanıyormuş" gibi "gözyaşı dökerek" ve "merhamet dilenerek" (Lange'nin konuşması, tutanaklar, s. 327) ünlü uyuşumdan sözetti. "Heyecanlı sinirlilik" hali içinde (tutanaklar, s. 325) azınlık "işi kişiliğe dökmeye", seçimlerin "caniyane" olduğunu haykırmaya ve benzeri hoşgörülemez tutumlara vardırdı.
      Kongremizin 30'uncu oturumunda, yazıkurulu kadrosu üç kişi mi olsun, altı kişi mi olsun konusunda verilen savaş darkafalılıkla parti ruhu arasında, siyasal düşüncelerle "şahsiyatın" en kötüsü arasında, zavallıca sözlerle devrimci görev arasında verilen bir savaştı.
      Ve 31'inci oturumda, kongre, üç çekimserle onyediye karşılık ondokuz oy çoğunluğuyla, eski yazıkurulunu bir bütün olarak onaylamayı reddettiği (tutanaklar, s. 330'a ve düzeltme cetveline bakınız) ve eski yazıkurulu salona döndüğü zaman, Martov yoldaş, "eski yazıkurulunun çoğunluğu adına yaptığı açıklamada" (tutanaklar, s. 330-331) siyasal tutum ve siyasal anlayıştaki bu aynı yalpalayışı ve istikrarsızlığı daha da büyük ölçüde gösterdi. Bu ortak açıklamanın her noktasını ve benim yanıtımı daha ayrıntılı olarak inceleyelim (tutanaklar, s. 332-333).
      Eski yazıkurulu onaylanmadığı zaman yoldaş Martov "şu andan itibaren" dedi, "eski İskra artık mevcut değildir; onun adını değiştirmek daha tutarlı olur. İlk oturumlardan birinde İskra'ya verilen güven oyunun, kongrenin bu yeni kararında esaslı ölçüde daraltıldığını görüyoruz."
      Yoldaş Martov ve arkadaşları böylece, gerçekten ilginç ve birçok bakımdan öğretici bir siyasal tutarlılık sorunu ortaya atmış oluyorlardı. İskra onaylanırken herkesin ne söylediğine değinerek, bunu daha önce yanıtlamıştım (tutanaklar, s. 349, yukarda s. 82 ile karşılaştırınız[53*] ). Burada karşıkarşıya olduğumuz şey, su götürmez biçimde, siyasal tutarsızlığın (sayfa: 148) çarpıcı bir örneğidir; ama bu tutarsızlık, kongrenin çoğunluk kanadında mıdır, yoksa eski yazıkurulunun çoğunluk kanadında mıdır, bunu, okurun yargısına bırakıyoruz. Bundan başka, Martov yoldaşla arkadaşlarının, gayet yerinde olarak su yüzüne çıkardığı iki sorun daha vardır ki, bunlar hakkında karar vermeyi de okura bırakıyoruz: 1° Merkez yayın organının yazıkurulunda görevlendirileceklerin seçimine ilişkin kongre kararında, "İskra'ya verilmiş güven oyunun daraltıldığı"nı keşfetme arzusu, bir partili davranışının mı, yoksa darkafalı bir hizip davranışının mı varlığını ortaya koyar? 2° Eski "İskra"nın varlığı gerçekte ne zaman sona ermiştir - 46'nci sayıdan itibaren, içimizden iki kişi, Plehanov ve ben, gazeteyi yönetmeye başladığımız zaman mı, yoksa 53'üncü sayıdan itibaren, eski yazıkurulunun çoğunluğu gazetenin yönetimini ele aldığı zaman mı? Bu sorulardan birincisi çok ilginç bir ilke sorunuysa, ikincisi de çok ilginç bir gerçek ne sorunudur (question of fact).
      Yoldaş Martov şöyle devam etti: "Üç kişilik bir yazıkurulu seçmeye karar verildiğine göre, kendi adıma ve öteki üç yoldaş adına açıklamak zorundayım ki, biz hiç birimiz bu yeni yazıkurulunda yeralmayacağız. Kendi adıma şunu eklemeliyim: Eğer bazı yoldaşların, bu 'üçlü' için hazırladıkları listeye benim adımı da koymak istedikleri doğruysa, bunu, hiç bir biçimde haketmediğim bir hakaret saydığımı söylemeliyim [aynen böyle!]. Bunu, yazıkurulunun değiştirilmesinin kararlaştırıldığı koşullar nedeniyle, böyle söylüyorum. Bu karar, bazı 'sürtüşmeler'[54*] olduğu, eski yazıkurulunun (sayfa: 149) etkinliğini yitirdiği gerekçesiyle alınmıştır: Dahası var, kongre, bu sürtüşme hakkında eski yazıkurulunu sorguya çekmeksizin ya da yazıkurulunun etkinliğini yitirip yitirmediğini inceleyip bir rapor vermek üzere bir komisyonu görevlendirmeksizin, belli çizgiler doğrultusunda kararlaştırmıştır. [Ne gariptir ki, azınlığın herhangi bir mensubu, kongreye "yazıkurulunun sorguya çekilmesi"ni ya da bir komisyon kurulmasını önermeyi hiç mi hiç düşünmedi! Acaba bu, İskra örgütündeki bölünmeden ve yoldaş Martov'la Starover'in sözünü ettiği başarısız pazarlıktan sonra, böyle bir şey yararsız olacağı için değil miydi?] Bu koşullar altında, bazı yoldaşların, bu yolda yeniden düzenlenmiş bir yazıkurulunda benim yer almayı kabul edebileceğimi düşünmelerini siyasal ünüme leke sayarım.......[55*]
      Şamatadan başka bir sözcükle nitelenemeyecek olan bu sözleri kongreden bu yana pıtrak gibi çiçeklenmekte olan şeyin başlangıcına okurları götürebilmek, onlara bir örnek verebilmek için bile bile tam metin olarak aldım. Bu şamata sözcüğünü daha önce "İskra" Yazıkuruluna Mektup'da kullanmıştım; yazıkurulu üyeleri her ne kadar bu sözden rahatsızlık duyuyorlarsa da, ben aynı sözü yineleme gereğini duyuyorum, çünkü bu sözcüğün doğruluğu su götürmez. (sayfa: 150) Şamatanın bazı "kirli saikler"e dayandığını (yeni İskra yazıkurulunun yaptığı gibi) düşünmek hatadır: bizim sürgünler topluluğumuzu ve siyasal göçmenlerimizi bilen herhangibir devrimci, "sinir bozuklukları" ve anormal, durgun yaşam koşulları nedeniyle, en saçma suçlamaların, kuşkuların, kendi kendini suçlamaların, kişilerle uğraşmaların ortaya döküldüğü, üzerinde ısrarla yazılıp çizildiği düzinelerle şamataya tanıklık edecektir. Bu çekişmelerin, bu şamataların görünüşü ne kadar kirli olsa da makul hiç bir kişi onların altında kirli saikler aramaya gerek görmez. Yoldaş Martov'un konuşmasından yukarıya aldığımız bölümde görülen arapsaçına dönmüş saçmalıkları, kişilerle uğraşmaları, hayali ürküntüleri, uydurma aşağılamaları ve lekelemeyi ancak böyle bir "sinir bozukluğu"na bağlayabiliriz. Durgun yaşam koşulları, aramızda belki yüzüncü kez, böyle kavgalar yaratıyor. Eğer bir siyasal parti, hastalığa doğru ad koymak, hastalığı doğru teşhis etmek ve tedavi çaresini aramak cesaretini gösteremiyorsa, o, saygıya değer bir parti olamaz.
      Bu arapsaçından çıkarılabilecek, ilkeye ilişkin şey, kaçınılmaz olarak, "seçimlerin, siyasal ünlere leke sürmekle hiç bir ilgisi olmadığı"dır; "kongrenin yeni seçimler yapma, şu ya da bu türden atamalara girişme ve yetkili kurullarının yapısını değiştirme hakkını yadsımak", konuyu başka şeylerle bulandırmaktır; "yoldaş Martov'un, eski yazıkurulunun yalnızca bir bölümünü seçmeye izin verilip verilemeyeceğine ilişkin görüşleri (kongrede de belirttiğim gibi tutanaklar, s. 332)[56*] siyasal düşünceleri ayrı ölçüde birbirine karıştırmaktan, bulandırmaktan başka bir şey değildir.
      Üçlü planı kimin ortaya attığına dair yoldaş Martov'un (sayfa: 151) öne sürdüğü "kişisel" ifadeleri bir yana koyup, eski yazıkurulunun onaylanmayışını onun "siyasal" yönden nasıl değerlendirdiğine geçeceğim: "... Şimdi olup-bitenler, kongrenin ikinci yarısında ortaya çıkan savaşımın son perdesidir. [Oldukça doğru! Kongrenin bu ikinci yarısı, tüzüğün birinci maddesi üzerindeki tartışmalarda Martov, yoldaş Akimov'un kuvvetli pençesine düştüğü zaman başlamıştır.] Herkes biliyor ki, bu reformda sözkonusu olan şey, eski yazıkurulunun 'etkinliği' sorunu değil., ama Merkez Yönetim Kurulunda etkinliği ele geçirme savaşımıdır. [Birincisi, herkes biliyor ki, sorun, Merkez Yönetim Kurulunun kuruluşundaki ayrılık olduğu kadar, kurulun etkinliği sorunu idi; çünkü "reform" planı, henüz ayrılığın ortada olmadığı ve yoldaş Pavloviç'in yedinci üye olarak yazıkuruluna seçilmesinde Martov yoldaşın bize katıldığı tarihte önerilmişti. İkincisi, daha önce, belgeye dayalı kanıtlarla gösterdiğimiz gibi, sorun, Merkez Yönetim Kurulunun hangi kişilerden oluşacağı sorunuydu; bu sorun a la fin des fins[57*] gelip farklı listelere dayanmıştı: Glebov-Travinski-Popov listesi mi, yoksa Glebov-Trotski-Popov listesi mi.] Yazıkurulunun çoğunluğu, Merkez Yönetim Kurulunun, yazıkurulunun bir aleti haline dönüştürülmesini istemediğini gösterdi. [Bu, Akimov'un nakaratıdır: Her parti kongresinde çoğunluğun, uğrunda savaştığı etkinliği ele geçirme sorunu, çoğunluğun yardımıyla merkez kurullarında etkinliği sağlama bağlama sorunu, daha sonra yoldaş Martov'un da öne sürdüğü gibi, yazıkurulunun "aleti" olmak gibi, yazıkurulunun "basit bir eklentisi" olmak gibi oportünist hakaretlere dönüştürülmüştür (tutanaklar s. 334).] Yazıkurulunun üye sayısını azaltmaya gerek görülmesinin nedeni budur [!!]. Ben işte bu nedenle, böyle bir yazıkuruluna katılamam. [Şu "işte bu nedenle"yi biraz daha dikkatle inceleyelim. Yazıkurulu, (sayfa: 152) Merkez Yönetim Kurulunu bir eklentiye, bir alete nasıl dönüştürebilirdi? Bunu ancak, konseyde üç oya sahip olsaydı ve üstünlüğünü kötüye kullansaydı yapabilirdi. Bu açık değil mi? Ve yoldaş Martov'un üçüncü üye olarak seçildiği zaman, böyle bir kötüye kullanmayı her zaman önleyebileceği ve yalnızca kendi oyuyla, yazıkurulunun konseydeki bütün üstünlüğünü yıkabileceği de aynı şekilde açık değil mi? Görülüyor ki, bütün iş gelip, Merkez Yönetim Kurulunun kimlerden kurulacağı sorununa dayanıyor; bir bakışta görülüyor ki, aletten, eklenti olmaktan söz etmek yalnızca iftiradır. Eski yazıkurulunun çoğunluğuyla birlikte, kongrenin partide 'sıkıyönetime' son vereceğini ve durumu normale getireceğini düşündüm. Ama gerçekte sıkıyönetim, belli bazı gruplara karşı uygulanan olağanüstü hal yasalarıyla sürüp gidiyor, hatta daha da şiddetlenmiştir. Tüzükte yazıkuruluna verilen hakların, partinin zararına kullanılmamasını, ancak eski yazıkurulu bir bütün olarak kalırsa güven altına alabiliriz. ... "
      İşte yoldaş Martov'un şanlı "sıkıyönetim" narasını ilk kez ortaya attığı konuşmasındaki tüm bölüm bu. Şimdi de benim ona yanıtımı görelim.
      "... Ne var ki, iki üçlü planının özel niteliği konusunda Martov'un söylediklerini düzeltirken, eski yazıkurulunu onaylamamak suretiyle attığımız adımın 'siyasal önemine ve anlamına' ilişkin ifadesini yadsımak niyetinde değilim. Tam tersine, bu adımın büyük bir siyasal önemi ve anlamı olduğunda yoldaş Martov'la tamamen ve açıktan görüş birliğindeyim. Ama bu anlam ve önem, Martov'un anladığı türden değildir. Martov, bunun, Rusya'daki Merkez Yönetim Kurulunda etkinliği ele geçirme savaşımında bir girişim olduğunu söylemişti. Ben Martov'dan da ileri gidiyorum. Şimdiye dek ayrı bir grup olan İskra'nın bütün girişimleri, etkinliği elde etme savaşımıydı; şimdi ise bu daha da fazla bir şeydir, yalnızca etkinliği ele geçirme savaşımı değildir, o etkinliğin örgütsel olarak pekiştirilmesidir. (sayfa: 153) Bu noktada yoldaş Martov'la benim siyasal bakımdan, ne kadar derin ölçüde ayrıldığımız şu gerçekte pek açık görünüyor: onun, beni Merkez Yönetim Kurulunda etkinliği ele geçirmeye çalışma arzusunu taşımakla suçlamasına karşılık, ben bu etkiyi örgütsel yollardan pekiştirmeye çalışmış olmamı ve hala da çalışmamı şeref sayıyorum. Anlaşıldığına göre, değişik diller konuşuyoruz! Eğer tüm çalışmalarımız, tüm çabalarımız eski, aynı etkin olma savaşımında bitseydi, o etkinliğin tüm olarak ele geçirilmesini ve pekiştirilmesini sağlamasaydı, bütün o çalışmaların, çabaların ne anlamı kalırdı? Evet, yoldaş Martov kesinlikle haklıdır: attığımız adım, hiç kuşkusuz, büyük siyasal bir adımdır; eğilimlerden, bundan böyle izlenecek olanının, partimizin gelecekteki çalışmaları için seçilmiş olduğunu göstermektedir. Ben, 'Partide sıkıyönetim' gibi, 'belli bazı kişilere ve gruplara karşı olağanüstü hal yasaları gibi dehşetli sözlerden asla korkmam. İstikrarsız ve yalpalayan öğelere karşı bir 'sıkıyönetim' yaratabilmeliyiz, yaratmalıyız; parti tüzüğümüzün tümü, kongre tarafından onaylanan merkeziyetçilik sisteminin tümü, siyasal muğlaklığın türlü kaynağına karşı bir 'sıkıyönetim'den başka bir şey değildir. Muğlaklığa karşı gereksinilen önlemler, isterseniz olağanüstü hal' yasaları deyiniz, özel yasalar, kurallardır. Kongrenin attığı adım böyle önlemler ve yasalar için sağlam bir temel yaratarak, izlenecek siyasal yönü doğruca göstermiştir."[58*]
      Konuşmamın bu parçasında, yoldaş Martov'un kendi "Sıkıyönetim"inde (s. 16) atladığı tümcemi italik harflerle gösterdim. Martov'un bu tümceyi sevmemesinde ve o tümcenin açık anlamını kavrama yolunu seçmemesinde şaşılacak bir şey yoktur.
      "Dehşetli sözler" deyimi neyi ifade ediyor yoldaş Martov? (sayfa: 154)
      Bu deyim, bir alayı ifade ediyor, küçük şeylere büyük adlar verenlerle, basit bir sorunu gösterişçi laf cambazlığıyla bulandıranlarla alayı ifade ediyor. Yoldaş Martov'un "sinirlerini bozan" tek küçük ve basit gerçek, merkez kurullarının hangi kişilerden kurulacağı konusunda kongrede tattığı yenilgiden başka bir şey değildir. Bu basit gerçeğin siyasal anlam ve önemi şuydu: parti kongresinin çoğunluğu, kazandığı için, parti önderliğinde kendi çoğunluğunu gerçekleştirerek ve yalpalama, istikrarsızlık ve muğlaklık[59*] olarak gördüğü şeye karşı, tüzüğün yardımıyla savaşım için bir örgüt temeli yaratarak etkinliğini sağlamlaştırmıştı. Bunu, dehşet içinde, bir "etkin olma savaşımı"ndan sözetmek ve "sıkıyönetim"den yakınmak için fırsat bilmek, gösterişçi laf cambazlığından, dehşetli sözler kullanmaktan başka bir şey değildir.
      Yoldaş Martov bu görüşe katılmıyor mu? Şu halde belki de, çoğunluğun kazandığı etkinliği sağlama bağlamak için, 1° merkez kurullarına çoğunluğunu güven altına alarak ve 2° yalpalamaya, istikrarsızlığa ve muğlaklığa karşı hareket etmek üzere çoğunluğa gerekli yetkileri vererek yoluna devam etmeyeceği bir parti kongresinin var olduğunu ya da genel olarak böyle bir kongrenin düşünülebileceğini bize kanıtlamaya çalışacaktır.
      Seçimlerden önce, kongremiz, gerek merkez yayın organında, gerek Merkez Yönetim Kurulunda oyların üçtebirini parti çoğunluğuna ya da azınlığına vermeyi kararlaştırmak durumundaydı. Altı kişilik bir yazıkurulu ve yoldaş Martov'un listesi, oyların üçte-birinin bize, üçte-ikisinin (sayfa: 155) ise, onun yandaşlarına çevrilmesi demek oluyordu. Yoldaş Martov bizimle uyuşmayı ya da bize boyuneğmeyi reddetti ve yazılı olarak bizi, kongrede bir savaşa çağırdı. Kongrede yenilince de Martov sızlanmaya ve "sıkıyönetim"den yakınmaya başladı! Peki, bu şamata koparmak değil midir? Bu aydın hafifliğinin yeni bir ifadesi değil midir?
      Bununla ilgili olarak, insan, Karl Kautsky'nin, bu tür kişileri, toplumsal ve psikolojik açıdan nasıl parlak bir biçimde tanımladığını anımsamadan edemiyor. Çeşitli ülkelerin sosyal-demokrat partileri, benzer hastalıkların acısını, şimdilerde hiç de seyrek duymuyor. Bu hastalıkların doğru teşhisini ve doğru tedavisini, daha deneyimli yoldaşlardan öğrenmek, bizim için çok yararlıdır. Bu yüzden, Karl Kautsky'nin, bazı aydınları tanımlayışı, konumuzun dışında görülmemelidir:
      "Bugün bizi yakından ilgilendiren sorun ... aydınlar tabakasıyla[60*] (intelligentsia) proletarya arasındaki uzlaşmaz karşıtlıktır. Bu karşıtlığı itiraf ettiğim için arkadaşlarımın çoğu [Kautsky'nin kendisi de bir aydın, bir yazar ve bir editördür] öfkelenecektir. Ama bu uzlaşmaz karşıtlık gerçekten vardır ve başka konularda olduğu gibi, gerçeği yadsıyarak yenmeye çalışmak çok yersiz bir taktik olur. Bu uzlaşmaz karşıtlık toplumsaldır, kişilere değil sınıflara ilişkindir. Birey olarak aydın, kapitalist birey gibi, kendisini, sınıf savaşımında proletaryayla özdeşleştirebilir. Böyle yaptığı zaman, o kişi karakterini de değiştirmiş olur. Aşağıda üzerinde duracağımız aydın tipi, henüz kendi sınıfında bir istisna olan bu tür aydın değildir. Aksini belirtmedikçe, ben aydın sözcüğünü, burjuva toplumunun tarafını tutan sıradan aydını, bir sınıf olarak aydınlar tabakasının karakteristiğini (sayfa: 156) taşıyan aydını ifade etmek için kullanacağım. Bu sınıf, proletaryayla belli bir uzlaşmaz karşıtlık içindedir.
      "Ancak bu uzlaşmaz karşıtlık, emekle sermaye arasındaki uzlaşmaz karşıtlıktan farklıdır. Aydın, kapitalist değildir. Gerçi onun yaşam düzeyi burjuvacadır ve eğer bir yoksul haline gelmeyi istemiyorsa o düzeyi sürdürmelidir, ama aynı zamanda kendi emeğinin ürününü ve çoğu zaman emek-gücünü satmak zorundadır ve kendisi de çoğu zaman kapitalist tarafından sömürülür ve aşağılanır. Görüldüğü gibi, aydınla proletarya arasında herhangi bir iktisadi karşıtlık yoktur. Ama aydının yaşam durumu ve çalışma koşulları proleterce değildir. Duygularda ve düşüncelerde belli bir karşıtlığa yolaçan da budur.
      "Proleter, tek' başına bir birey olarak hiç bir şey değildir. Onun bütün gücü, bütün gelişmesi, bütün umutları ve bekleyişleri, örgütten, arkadaşlarıyla birlikte yürüttüğü sistemli eylemden gelir. O kendini, büyük ve güçlü bir organizmanın parçası olduğu zaman büyük ve güçlü hisseder. Bu organizma, onun için temeldir; bu organizmaya oranla birey, pek az şey ifade eder. Proleter, adsız kitlenin bir parçası olarak, herhangi bir kişisel çıkar ya da ün sağlamayı düşünmeksizin, nerede görevlendirilirse orada ve bütün benliğini ve düşüncesini saran gönüllü bir disiplinle, tam bir bağlılıkla savaşır.
      "Aydına gelince, durum oldukça değişiktir. O, bileğinin gücüyle değil, kafasıyla savaşır. Onun silahları, kişisel bilgisi, kişisel yetenekleri, kişisel inançlarıdır. Herhangi bir yere, ancak kendi kişisel nitelikleriyle erişebilir. Bu yüzden bireyselliğini en özgür biçimde kullanabilmesi, ona, başarılı çalışmasının temel koşulu olarak görünür. Bir bütüne bağlı bir parça olmaya güçlükle razı olur, o zaman da bu eğilimden ötürü değil, zorunluktan ötürüdür. Disiplin gereğini seçkin kafalar için değil, yalnızca yığınlar için kabul eder. Ve kuşkusuz, kendini birinciler arasında sayar... (sayfa: 157)
      "Nietzsche'nin, kendi öz bireyciliğinin gereğini yapmayı her şey sayan ve bu bireyciliğin büyük bir toplumsal amaca, şu ya da bu biçimde bağımlılığını, aşağılık, bayağı bir şey gören üstün insan felsefesi, gerçek bir aydın felsefesidir; ve bu felsefe, proletaryanın sınıf savaşımına o aydının katılmasını tümden olanaksızlaştırır.
      "Nietzsche'nin yanı sıra, aydınlar tabakasının duygularına yanıt veren felsefenin en önemli parçalarından biri İbsen'dir. Onun (Bir Halk Düşmanı'ndaki) Doktor Stockmann'ı, birçok kişinin sandığı gibi bir sosyalist değil, ama içinde çalışma girişiminde bulunduğu proletarya hareketiyle ve genel olarak herhangi bir halk hareketiyle, eninde sonunda çatışma zorunda bulunan bir aydın tipidir. Her demokratik[61*] hareketin temelinde olduğu gibi proletarya hareketinin temelinde de kişinin, arkadaşlarının çoğunluğuna saygı duyması gereği yatar. Oysa Stockmann türünden tipik aydın, 'kaynaşık çoğunluğa', alaşağı edilmesi gereken bir canavar gözüyle bakar. ...
      "Proletarya duygularıyla dolup taşan, ve parlak bir yazar olmasına karşın, özgür aydın anlayışını büyük ölçüde terkeden, parti kadrosuyla birlikte coşkuyla yürüyen, atandığı her görevde çalışan, kendini bütün yüreğiyle amacımıza bağlayan, azınlıkta kaldığında İbsen ve Nietzsche'den eğitilmiş aydının boynu büküklüğü içerisinde kişiliğinin ezilmesine aklayıp sızlamayı [weichliches Gewirsel] aşağılayan ideal aydın örneği - sosyalist hareketin gerektirdiği aydın türünün ideal örneği Liebknecht'di Aynı biçimde, kendini hiç bir zaman ön safta olmak için zorlamayan ve sık sık azınlıkta kaldığı Enternasyonaldeki parti disiplini örnek alınacak (sayfa: 158) olan Marx'ı da örnek sayabiliriz."[62*]
      Martov'la dostlarının, salt eski grup onaylanmadı diye, görev için aday gösterilmeyi reddetmeleri, kendilerini azınlıkta bulan aydınların, işte böylesi ağlayıp-sızlanmalarından başka bir şey değildir. Sıkıyönetimden ve "belli bazı gruplara karşı" olağanüstü hal yasalarından yakınmaları da böyledir. Oysa Martov, Yujni Raboçi ve Raboçeye Dyelo dağıtıldığı zaman, kılını dahi kıpırdatmamış, yalnızca kendi grubu dağıtıldığı zaman ortaya fırlamıştır.
      Önce Martov'un başlattığı, ardından da parti kongresinde[63*] (hatta ondan sonra da) bir sel halinde gelen "kaynaşık çoğunluğa" yöneltilmiş sonsuz. yakınmalar, serzenişler, suçlamalar, iftiralar ve üstü kapalı sözler, işte, kendilerini azınlıkta buluveren aydınların böylesi ağlayıp sızlanmalarından başka bir şey değildir.
      Azınlık, kaynaşık çoğunluğun özel toplantılar yaptığından acı acı yakınmıştır. Elbetteki azınlık, bir yandan, kendi özel toplantılarına seve seve katılmaya hazır olanları (Egorov'ları, Mahov'ları, Bruker'leri), kongrede onlarla savaştığı için çağıramazken, bir yandan da özel toplantılarına çağırdığı temsilcilerin gelmeyi reddedişleri gibi tatsız bir gerçeği gözlerden gizlemek için, bir şeyler yapmak zorundaydı.
      Azınlık, "haksız oportünizm suçlaması"ndan acı acı yakınmıştır. Elbetteki azınlık, parti kurumlarında grup anlayışının şampiyonluğuna, savlarda oportünizme, parti işlerinde darkafalı grup anlayışına ve aydın istikrarsızlığıyla hafifliğine dört elle sarılarak, birçok durumda İskracılara-karşı olanları izleyen oportünistlerin-ve bir ölçüde bu İskracılara-karşı olanların- kaynaşık azınlığı oluşturduğu tatsız gerçeğini gözlerden saklamak için bir şeyler yapmak zorundaydı. (sayfa: 159)
      Kongrenin sonuna doğru "kaynaşık bir çoğunluğun" kurulmuş olması gibi çok ilginç bir siyasal gerçeğin nedenlerini ve her türlü meydan okumaya karşın, böyle bir oluşumun nedenlerinden ve tarihinden azınlığın neden dikkatle kaçındığını gelecek bölümde göstereceğiz. Ama önce, kongre görüşmelerine ilişkin tahlillerimizi tamamlayalım.
      Merkez Yönetim Kurulu seçimleri sırasında yoldaş Martov, üç ana özelliğine, o zaman "üç hamlede mat" diye değindiğim çok karakteristik bir önerge sundu (tutanaklar, s. 336). Önergenin üç ana özelliği şunlardır: 1°) Merkez Yönetim Kurulu adaylarına liste halinde oy verilmesi, tek tek adaya oy verilmemesi; 2° listeler açıklandıktan sonra iki oturum geçmesi (anlaşıldığına göre görüşme için); 3° mutlak çoğunluk elde edilemezse, ikinci oylamanın yeter sayılması. Bu önerge, çok dikkatle düşünülmüş bir savaş tuzağıydı (düşmana hakkını vermeliyiz!). Egorov yoldaş bu önergeyle aynı görüşte değildi (tutanaklar, s. 337). Ama eğer yedi bundcu ve Raboçeye Dyelo'cular kongreyi terketmemiş olsalardı, bu önerge, hiç kuşku yok, Martov'a tam bir zafer sağlayabilirdi. Bu savaş hilesinin nedeni şuydu: İskra'nın azınlık kanadı, Bund'la Bruker şöyle dursun, Egorovlar ve Mahovlarla bile (İskra çoğunluğu içinde olduğu türden) "doğrudan bir anlaşma" yapmamış, yapamamıştı.
      Birlik Kongresinde yoldaş Martov'un, "haksız oportünizm suçlaması"nın, kendisiyle Bund arasında doğrudan bir anlaşmayı varsaydığından yakındığını anımsayalım. Bir kez daha yineliyorum, bu, Martov yoldaşın yersiz bir kaygıya kapılmasından başka birşey değildi. Egorov yoldaşın, listelere oy verilmesini reddetmesi, (yoldaş Egorov "henüz prensiplerini yitirmemişti" - herhalde, demokratik güvencelerin mutlak önemini takdir etmekte onu Goldblatt'la birleştiren prensipler), Egorov'la bile "doğrudan bir anlaşma"nın sözkonusu olamayacağı önemli gerçeğini açıkça göstermektedir. Ama hem Egorov'la, hem Bruker'le martovcular (sayfa: 160) arasında bir koalisyon olabilirdi ve oldu da. Şu anlamda ki, martovcular bizimle ciddi bir çatışmaya düştükleri her zaman onların desteğinden emindiler; Akimov'la dostları da ehveni şer'i seçmek zorundaydılar. Hiç kuşku yoktu ve yoktur ki, Akimov ve Lieber yoldaşlar, hem merkez yayın organı yazıkurulunun altı kişilik olmasına, hem Martov'un Merkez Yönetim Kurulu listesine kesinlikle oy verirlerdi; çünkü bunlar, onların açısından ehveni şer'di, İskra'nın amaçlarını en az başaracak şeylerdi (Akimov'un, tüzüğün birinci maddesi üzerindeki konuşmasına ve Martov'a bağladığı "umutlar"a bakınız). Listelere oy verilmesi, listelerin açıklanmasından sonra iki oturum geçmesi ve yeniden oylama, herhangi bir doğrudan anlaşma olmaksızın, hemen hemen mekanik bir kesinlikle işte bu sonuçları sağlamak amacıyla düşünülmüştü.
      Ne var ki, bizim kaynaşık çoğunluğumuz öyle kalmaya devam ettiği için, yoldaş Martov'un yandan çevirme hareketi, yalnızca işleri geciktirebilirdi; biz eninde-sonunda bu önergeyi reddedecektik. Bu durum karşısında azınlık, yakınmalarını, yazılı bir açıklamayla (tutanaklar, s. 341) ortaya döktü, Martinov'la Akimov'un yolunu izleyerek, "seçimlerin yapıldığı koşulları dikkate alıp" Merkez Yönetim Kurulu seçimlerinde oy kullanmayı reddetti. Kongreden bu yana da seçimlerin anormal koşullarına ilişkin bu tür yakınmalar (bkz: Sıkıyönetim, s. 31) sağda-solda yüzlerce parti dedikoducusunun kulağına akıtıldı. Peki ama bu anormallik neydi? Kongre içtüzüğünün (6'nci madde, tutanaklar, s. 11) daha başından öngördüğü, içinde herhangi bir "ikiyüzlülük" ya da "adaletsizlik" bulmanın saçma olacağı gizli oylama mı? Hafif aydınların gözünde bir "canavar" olan kaynaşık bir çoğunluğun kurulması mı? Yoksa, bu değerli aydınların, bütün seçimleri kabul edeceklerine dair kongre önünde verdikleri sözden (kongre içtüzüğünün 18'nci maddesi, tutanaklar, s. 380) dönmekteki anormal istekleri mi? (sayfa: 161)
      Popov yoldaş, bu isteği, kongrede seçim günü, ince bir imayla şu soruyu sorarak ortaya koydu: "Temsilcilerin yarısı oy vermeyi reddettiğine göre, Büro, kongre kararının geçerli ve usulüne uygun olduğundan emin midir?"[64*] Büro, kuşkusuz emin olduğu karşılığını verdi ve Akimov ve Martinov yoldaşlar olayını anımsattı. Yoldaş Martov Büroyla aynı görüşte olduğunu söyledi, yoldaş Popov'un hatalı olduğunu ve "kongre kararlarının geçerli olduğu"nu (tutanaklar, s. 343) özellikle belirtti. Şimdi, onun parti önünde yapmış olduğu bu açıklamalarla, kongreden sonraki davranışının ve "partinin yarısının, daha kongrede başlayan isyanı"na dair Sıkıyönetim'indeki (s. 20) sözlerinin siyasal tutarlılığı -epey normal saymamız gerekiyor- hakkında karar vermeyi okurlara bırakıyoruz. Yoldaş Akimov'un Martov yoldaşa bağladığı umutlar, Martov'un kendi ömürsüz iyi niyetlerinden daha ağır bastı.
      "Siz kazandınız" Akimov yoldaş!


*


      Kongrenin son bölümünün, seçimlerden sonraki bölümünün görünüşte küçük, ama aslında önemli bazı özellikleri, şimdilerde acıklı-güldürüsel bir anlam kazanan ünlü "sıkiyönetim" sözcüğünün nasıl yalnızca "iğrenç bir söz" olduğunu göstermeye yeterlidir. Yoldaş Martov, şimdi, kendi uydurması olan bu gulyabani sözcüğün, azınlığa çoğunluğun bir tür anormal eza-cefa etmesi, azınlık avcılığına çıkması, ona karşı kabadayılık etmesi anlamına geldiğine hem kendini, hem okurlarını inandırmaya ciddi biçimde çalışarak bu acıklı-güldürü sözcüğü, "sıkıyönetim" sözcüğünü alabildiğine kullanıyor. Biz, şimdilik, kongreden sonra olayların nasıl geliştiğini göstereceğiz. Ama yalnızca kongrenin sonunu düşünsek bile, görülecektir ki, kendilerine zorbalık edildiği, kötü davranıldığı, boğazlandıkları varsayılan mutsuz martovculara eza-cefa etmek şöyle dursun, seçimlerden sonra, "kaynaşık çoğunluğun" kendisi, onlara (Liyadov aracılığıyla) tutanaklar komisyonundaki üç üyelikten ikisini önermiştir (tutanaklar, s. 354). (sayfa: 162) Taktik sorunlarla öteki sorunlara ilişkin önerileri alın, (tutanaklar, s. 355 ve sonrası), görülecektir ki, bu öneriler gerektiği gibi, usulüne uygun biçimde tartışılmıştır; ve bu önergelerin çoğuna imza koyanların arasında canavar kaynaşık "çoğunluğun" temsilcileriyle "aşağılanmış ve hakarete uğramış azınlığın" yandaşları vardır (tutanaklar, s. 355, 357, 363, 365 ve 367). Bu, "görev yapmaktan alakoymak" ve "zorbalık etmek"tir, öyle mi?
      Bir sorunda öze ilişkin tek ilginç -ama ne yazık ki pek kısa- bir anlaşmazlık, Starover'in liberaller hakkındaki bir önergesinde ortaya çıkmıştır. Bu önergenin altına atılan imzalardan da görülebileceği gibi (tutanaklar, s. 357 ve 358), bu önerge, "çoğunluğu" destekleyenlerden üç kişinin (Braun, Orlov ve Osipov'un), hem bu önergeye, hem de Plehanov'un önergesine -ikisi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı görmedikleri için- oy vermeleri sayesinde kabul edilmiştir. Bu iki önerge arasında herhangi bir uzlaşmaz karşıtlık olduğu ilk bakışta görülmemektedir, çünkü Plehanov'un önergesi, Rusya'daki burjuva liberalizmine karşı güdülecek ilkeler ve taktiklerle ilgili olarak genel bir ilke koymakta, belli bir davranış çizgisi çizmektedir, buna karşılık Starover'in önergesi, "liberal ya da liberal-demokratik eğilim"le yapılması caiz olabilecek "geçici anlaşmalar"ın somut koşullarını tanımlamaya çalışmaktadır. İki önergenin konuları ayrıdır. Ama Starover'in önergesi siyasal muğlaklıkla malüldür; bu nedenle de güdük ve sığdır. Bu önerge, Rus liberalizminin sınıfsal içeriğini tanımlamamaktadır; bu liberalizmin ifadesini bulduğu belli siyasal eğilimleri göstermemektedir; bu belli eğilimlerle ilgili olarak, proletaryaya, propaganda ve (sayfa: 163) uyarma çalışmalarının belli-başlı hedeflerini izah etmemektedir; bu önerge (muğlaklığı nedeniyle) öğrenci hareketi ve Osvobojdeniye[28] gibi iki ayrı şeyi birbirine karıştırmaktadır; "geçici anlaşmalar"ın caiz olabileceği üç somut koşulu, gayet güdükçe ve keyfi olarak salık vermektedir. Birçok başka durumda olduğu gibi, burada da, siyasal muğlaklık safsataya yolaçmaktadır. Genel herhangi bir ilke yokluğu ve "koşulları" bir bir sayma çabası, bu koşulların güdük bir biçimde ve hatta yanlış bir biçimde saptanmasına neden olmuştur. Starover'in üç koşulunu inceleyelim: 1) "Liberal ya da liberal-demokratik eğilimler", "otokratik hükümete karşı savaşımlarında gayet kararlı olarak Rus sosyal-demokratlarının yanında yer alacaklarını açıkça ve hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ilân" edeceklerdir. Liberal ve liberal-demokrat eğilimler arasında ne fark var? Önerge, bu sorunu yanıtlayacak herhangi bir öğe taşımıyor. Liberal eğilimler, burjuvazinin siyasal bakımdan en az ilerici olan kesimleri adına ve liberal-demokratik eğilimler burjuvazinin daha ilerici kesimleriyle küçük-burjuvazi adına konuşmuyor mu? Eğer böyleyse, yoldaş Starover, burjuvazinin en az ilerici olan (ama yine de ilerici, çünkü aksi takdirde liberalizmden sözedilemezdi) kesimlerinin "gayet kararlı olarak sosyal-demokratların yanında yer alabileceklerini" düşünebilir mi? Bu saçmadır. Böyle bir eğilimin sözcüleri, "bunu açıkça ve hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ilân etseler"di bile (kesinlikle olanaksız bir varsayım), biz proletarya partisinin, onların açıklamalarına inanmamamız gerekirdi. Bir liberal olmak ve gayet kararlı olarak sosyal-demokratların yanında yer almak - bunlardan biri ötekini dıştalar.
      Dahası var, "liberal ya da liberal-demokratik eğilimler"in, otokrasiye karşı savaşımlarında, gayet kararlı olarak sosyalist-devrimcilerin yanında yer alacaklarını açıkça ve hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ilân ettikleri bir durum düşünelim. (sayfa: 164) Böyle bir varsayım (sosyalist-devrimci eğilimin burjuva-demokratik yapısı nedeniyle), Starover yoldaşın varsayımından daha olasıdır. Muğlaklığı ve safsatası yüzünden, onun önergesinden bu tür liberallerle, böyle bir durumda geçici anlaşmalara girilmesinin kabul edilemeyeceği sonucu çıkar. Ama, yoldaş Starover'in önergesinden ister-istemez çıkan bu sonuç" kesinlikle yanlıştır. Sosyalist-devrimcilerle geçici anlaşmalar caizdir (bkz: sosyalist-devrimciler hakkındaki kongre kararı) ve bunun sonucu olarak, sosyalist-devrimcilerin yanında yer alan liberallerle geçici anlaşmalar yapılabilir.
      İkinci koşul: Bu eğilimler, "kendi programlarında işçi sınıfının çıkarlarını, ya da genel olarak demokrasiyi ya da işçi sınıfının siyasal bilinçlenmesini gölgeleyen herhangi bir isteme yer vermeyeceklerdir." Aynı yanılgıyla, burada bir kez daha yüzyüzeyiz: programında, işçi sınıfının çıkarlarına karşıt istemlere, onun (proletaryanın) siyasal bilinçlenmesini gölgeleyecek istemlere yer vermeyen hiç bir liberal-demokratik eğilim yoktur, olamaz. Bizdeki liberal-demokratik eğilimin en demokratik kesimlerinden biri olan sosyalist-devrimciler bile kendi programlarında -bütün liberal programlar gibi karmakarışık bir program- işçi sınıfının çıkarlarına karşıt düşen, onun siyasal bilinçlenmesini gölgeleyen istemlere yer vermişlerdir. Bu gerçekten çıkarılacak sonuç, "burjuva kurtuluş hareketinin sınırlılığını ve yetersizliğini gözler önüne sermenin" asıl olduğudur, geçici anlaşmaların, caiz olmadığı değildir.
      Son olarak, yoldaş Starover'in üçüncü "koşul"u, (liberal demokratların, genel, eşit, gizli ve doğrudan oyu, kendi savaşımlarının sloganı yapmaları koşulu), sunulduğu genel biçim içinde, aynı şekilde yanlıştır: sloganı sınırlı bir oy hakkına dayalı bir anayasa ya da genel olarak "dar çerçeveli" bir anayasa olan liberal-demokratik eğilimlerle geçici ve kısmi anlaşmaların caiz olmadığını ilân etmek akılsızca olurdu. (sayfa: 165) Gerçekte, tam bu kategoriye uygun düşen eğilim Osvobojdeniye'dir. Ama, en ürkek liberallerle bile "geçici anlaşmalar" yapmayı önceden yasaklayarak, insanın kendi ellerini bağlaması, marksizmin ilkeleriyle uyuşmayan siyasal bir kısa-görüşlülük olur.
      Özetleyelim: Starover yoldaşın, Martov ve Akselrod yoldaşlar tarafından da imzalanan önergesi bir hatadır; üçüncü kongrenin bu kararı iptal etmesi akıllıca olur. Bu önerge, teorik ve taktik tutumunda siyasal muğlaklıkla, öne sürdüğü pratik "koşullar"da ise safsatayla maluldür. Önerge iki sorunu birbirine karıştırmaktadır: 1° Bütün liberal-demokratik eğilimlerin "proletarya ve devrim aleyhtarı" özelliklerinin gözler önüne serilmesi ve bu özelliklerle savaşma gereği; 2° bu eğilimlerden herhangi biriyle geçici ve kısmi anlaşmaların koşulları. Bu önerge, vermesi gerekeni (liberalizmin sınıfsal içeriğinin tahlilini) vermemekte, ama vermemesi gerekeni ("koşullar"ın reçetesini) vermektedir. Ortada böyle bir olası anlaşmanın taraflarından belli birinin bile olmadığı bir ortamda, bir parti kongresinde, geçici anlaşmalar için ayrıntılı "koşullar" belirlemek, genel olarak saçmadır; ortada böyle bir taraf olsaydı bile, geçici anlaşmanın "koşulları"nı belirlemeyi, kongrenin sosyalist-devrimci "eğilim"le ilgili olarak yaptığı gibi (yoldaş Akselrod'un önergesinin son bölümü için Plehanov'un verdiği değiştirgeye bakınız - tutanaklar, s. 362 ve 15), partinin merkez kurullarına bırakmak yüz kez daha akıllıca olurdu.
      Plehanov'un önergesine "azınlığın" yönelttiği itirazlara gelince, yoldaş Martov'un tek savı şuydu: Plehanov'un önergesi, şu ya da bu, belli bir yazarın maskesinin indirilmesi gibi önemsiz bir sonuçla bitiyor. Bu, 'bir sineği öldürmek için balyoz kullanmakla bir değil midir'? " (Tutanaklar, s. 358.) Bomboşluğu zekice bir sözle -"önemsiz sonuç" -sözüyle gizlenen bu sav, kendini beğenmiş laf cambazlığının yeni bir örneğini veriyor.(sayfa: 166) Birincisi, Plehanov'un önergesi, "burjuva kurtuluş hareketinin sınırlılığının ve yetersizliğinin, bu sınırlılık ve yetersizlik kendini nerede gösterirse, orada, proletaryanın gözleri önünde sergilenmesi"nden sözediyor. Bu nedenle, Martov yoldaşın, "bütün dikkatler sadece Struve'ye, yalnızca bir tek liberale yöneltilecektir" şeklindeki iddiası (Birlik Kongresi, tutanaklar, s. 88) tepeden tırnağa saçmadır. İkincisi, Rus liberallerle geçici anlaşmalar olasılığı üzerinde durulurken, Bay Struve'yi bir "sinek"le bir tutmak, temel ve önemli bir siyasal gerçeği, güzel bir söz uğruna feda etmektir. Hayır, Bay Struve bir sinek değil, siyasal büyüklüğü olan bir kişidir; yasa-dışı bir alemde, o, kişi olarak böyle büyük bir çehre olduğu için değil, ama Rus liberalizminin -etkin ve örgütlü liberalizmin- tek temsilcisi olarak tuttuğu yer nedeniyle siyasal büyüklüğü olan bir kişidir. Bu nedenle, Bay Struve'yi ve Osvobojdeniye'yi dikkate almaksızın Rus liberallerden ve partimizin onlara karşı tutumunun ne olması gerektiğinden sözetmek, hiç bir şey söylemeksizin konuşmak demektir. Ya da belki de yoldaş Martov bize, Rusya'da, bugün Osvobojdeniye eğilimiyle uzaktan da olsa karşılaştırılabilecek hiç değilse bir tek "liberal ya da liberal-demokratik eğilim" gösterecek midir? Martov yoldaşın bunu denediğini görmek ilginç olurdu![65*] (sayfa: 167)
      Yoldaş Martov'u destekleyen Kostrov yoldaş "Struve'nin adı işçilere hiç bir şey söylemez" dedi. Umarım, yoldaş Kostrov'la yoldaş Martov alınmazlar - ama bu sav, tam Akimov üslübundadır. Bu, proletaryanın ad tamlaması şeklinde gösterilmesine itirazdaki sava benziyor.[29]
      Struve adının (ve onun yanı sıra, Plehanov'un önergesinde sözü edilen Osvobojdeniye adının), kendilerine "hiç bir şey söylemeyeceği" işçiler kimlerdir? Rusya'daki "liberal ve liberal-demokratik eğilimler" hakkında ya pek az şey bilen ya da hiç bir şey bilmeyen işçiler. İnsanın aklına şu soru geliyor: Bizim parti kongremizin bu işçilere karşı tutumu ne olmalıdır; kongre, parti üyelerine, Rusya'daki tek belli liberal eğilim hakkında bu işçilere bilgi vermelerini mi emretmeli, yoksa siyasetle ilişikleri pek az olduğu için işçilerin pek az tanıdığı bir adı anmaktan geri mi durmalıdır? Eğer yoldaş Kostrov, Akimov yoldaşın izinde bir adım attıktan sonra, bir ikinci adım daha atmak istemiyorsa, bu soruyu birinci şekilde yanıtlayacaktır. Soruyu böylece yanıtladığı zaman da Kostrov, savının ne kadar temelsiz olduğunu görecektir. Her durumda, Plehanov'un önergesindeki "Struve" ve "Osvobojdeniye" sözcükleri, işçiler için Starover'in önergesindeki "liberal ve liberal-demokrat eğilim" sözünden, öyle görünüyor ki, çok daha değerli olmalıdır.
      Rus işçi, şimdiki halde, bizim liberalizmimizin siyasal eğilimlerinin özden ifadesi gibi şeyleri, pratikte, Osvobojdeniye yoluyla olmaksızın bilemez. Yasal liberal yazın, bu amaç için uygun değildir, çünkü henüz çok bulanıktır. Biz, olabildiğince usanmadan (ve olabildiğince geniş işçi yığınları arasında) eleştiri silahımızı Osvobojdeniye efendilerine (sayfa: 168) yöneltmeliyiz, böylece, gelecekteki devrim patladığı zaman, Rus proletaryası, gerçek eleştiri silahlarıyla, Osvobojdeniye efendilerinin devrimin demokratik karakterini törpülemeye dönük kaçınılmaz çabalarını kötürüm edebilir.



      Muhalif ve devrimci hareketleri "desteklememiz" sorununda, Egorov yoldaşın gösterdiği, yukarda sözünü ettiğimiz "şaşkınlığın" dışında, önergeler üzerindeki tartışmalar çok az ilginçti; gerçekte tartışma vardı demek bile güçtü.



      Kongre, başkanın, kongre kararlarının bütün parti üyelerini bağlayıcı nitelikte olduğunu anımsatan kısa konuşmasıyla sona erdi. (sayfa: 169)