2 SSCB'de Sosyalizmin İktisadi Temelini İnşa Ediyoruz ve Onu Tamamen İnşa Edebiliriz
Raporumda, bizde sosyalizmin politik temelinin artık yaratılmış olduğunu söyledim bu proletarya diktatörlüğüdür. Sosyalizmin ekonomik temelinin ise yaratılmış olmaktan uzak olduğunu, bunu daha yaratmak zorunda olduğumuzu söyledim. Devamla, bu yüzden sorunun şöyle konması gerektiğini ifade ettim: Kendi gücümüzle ülkemizde sosyalizmin ekonomik temelini kurabilir miyiz? Sonunda, bu sorunun sınıf diliyle verildiğinde şu biçimi aldığını söyledim: Kendi gücümüzle kendi burjuvazimizi, Sovyet burjuvazisini yenebilir miyiz?
Troçki konuşmasında, SSCB'de burjuvazinin yenilmesinden sözettiğimde onun politik olarak yenilgiye uğratılmasını kastettiğimi iddia ediyor. Bu elbette doğru değil. Troçki'nin hizipçi ruhu aklını başından almış. Raporumdan, SSCB burjuvazisinin yenilgisiyle onun ekonomik yenilgisini kastettiğim açıkça görülmektedir, çünkü politik olarak burjuvazi zaten yenilmiş durumdadır.
SSCB burjuvazisini ekonomik olarak yenmek ne demektir? Ya da başka kelimelerle: SSCB'de sosyalizmin ekonomik temelini yaratmak ne demektir?
"Sosyalizmin ekonomik temelini yaratmak; tarımı sosyalist sanayi ile bir ekonomik bütün halinde birleştirmek, tarımı sosyalist sanayiin önderliğine tabi kılmak, kent ile köy arasındaki ilişkileri, tarım ürünleriyle sanayi mamullerinin değiş-tokuşu temelinde düzenlemek demektir, sınıfların ve her şeyden önce de sermayenin oluşumuna yol açan tüm kanalları kapatmak ve tasfiye etmek, ve son tahlilde doğrudan ve dolaysız olarak sınıfların ortadan kaldırılmasına götüren üretim ve bölüşüm koşullarını yaratmak demektir." (Bkz. KEYK Genişletilmiş Plenumunda Stalin'in raporu.*)
Raporumda SSCB'de sosyalizmin ekonomik temelinin özünü böyle tanımladım.
Bu tanım, Lenin'in "Aynî Vergi Üzerine"[142] adlı yazısının ünlü taslağındaki sosyalizmin "ekonomik özü", "ekonomik temeli" tanımının aynen yinelenmesidir.
Bu tanımlama doğru mudur, ve ülkemizde sosyalizmin ekonomik temelinin kurulması imkanını bekleyebilir miyiz görüş ayrılıklarımızın temel sorunu şimdi budur.
Troçki bu soruna değinmedi bile. Besbelli susmanın daha akıllıca olduğu düşüncesiyle bundan düpedüz kaçındı.
Ama sosyalizmin ekonomik temelini inşa etmeye başladığımız, ve onu tamamen inşa edebileceğimiz şuradan bile görülebilir:
a) ülkemizde millileştirilmemiş üretim dağınık küçük üretim iken, toplumsallaştırılmış üretimimiz toplu büyük üretimdir, ve bilindiği gibi, büyük üretimin, hem de toplu büyük üretimin küçük üretime üstünlüğü tartışma götürmez bir olgudur;
b) toplumsallaştırılmış üretimimiz şimdiden küçük üretime önderlik etmekte ve onu, ister kent küçük üretimi olsun, ister kır, hiç farketmez, kendine tabi kılmaya başlamaktadır,
c) ekonomimizin sosyalist unsurlarının kapitalist unsurlara karşı mücadele cephesinde, birinciler ikinciler üzerinde tartışmasız bir üstünlüğe sahiptir ve gerek üretim, gerekse dolaşımda ekonomimizin kapitalist unsurlarının üstesinden gelerek adım adım ilerlemektedir.
Ekonomimizin sosyalist unsurlarının kapitalist unsurlar üzerinde zaferine götüren diğer faktörlerin sözünü bile etmiyorum.
Ekonomimizin kapitalist unsurlarının yenilgiye uğratılması sürecinin bundan sonra da devam etmeyeceğini varsaymak için hangi neden var?
Troçki konuşmasında şöyle dedi:
"Stalin, sosyalizmi inşa etmekte olduğumuzu, yani sınıfları ve devleti ortadan kaldırmaya çalıştığımızı, yani burjuvazimizi yenilgiye uğratmakta olduğumuzu söylüyor. Evet, yoldaşlar, ama devletin dış düşmanlara karşı hâlâ bir orduya ihtiyacı var." (Stenograma göre aktarıyorum J. Stalin.)
Bu ne demek oluyor? Bu alıntının anlamı ne? Bu alıntıdan ancak bir sonuç çıkarılabilir: Sosyalizmin ekonomik temelinin yaratılması, sınıfların ve devletin ortadan kaldırılması anlamına geldiğinden ve biz sosyalist anavatanın korunması için hâlâ bir orduya ihtiyaç duyduğumuzdan, ama devlet olmadan bir ordu da imkansız olduğuna göre (Troçki öyle varsayıyor) sosyalist anavatanı silahla savunma zorunluluğu varolduğu müddetçe, sosyalizmin ekonomik temelini kuramayacağımız sonucu çıkmaktadır.
Yoldaşlar, bu tam bir kavram kargaşasıdır. Ya burada devletten basitçe sosyalist toplumu silahla savunma aygıtı anlaşılıyor, ki bu abestir, çünkü devlet, her şeyden önce bir sınıfın diğer sınıflara karşı kullandığı bir araçtır, ve elbette artık sınıfların olmadığı andan itibaren devlet de olamaz. Ya da burada, devletin var olmadığı bir sosyalist toplumu savunmak için bir ordunun imkansız olduğu söylenmek istenmektedir, ki bu da abestir, çünkü sınıfların ve devletin olmadığı, ve fakat kendi sınıfsız toplumunu dış düşmanlara karşı savunan silahlı bir halkın olduğu bir toplum hali teorik olarak pekâlâ mümkündür. Sosyoloji, insanlık tarihinde sınıfların ve devletin olmadığı, ve fakat dış düşmanlara karşı kendilerini şu ya da bu biçimde savunan toplumların varolduğuna dair az örnek sunmamaktadır. Aynı şey, sınıflar ve devlet olmamasına rağmen, dış düşmanlara karşı savunma için gerekli olan sosyalist bir milise pekâlâ sahip olabilecek gelecekteki sınıfsız toplum için de söylenmelidir. Ülkemizde işlerin bu noktaya varabileceğini pek az ihtimal görüyorum, çünkü ülkemizde sosyalist inşanın başarılarının ve bundan da öte, sosyalizmin zaferi ve sınıfların ortadan kaldırılmasının bunların, kapitalist ülkelerin işçilerinin sosyalizme doğru muazzam bir akınına sebebiyet verecek, diğer ülkelerde devrimci patlamalara yolaçacak dünya çapında tarihi öneme sahip olgular olduğuna hiç kuşku yoktur. Ama teorik olarak, sınıfların ve devletin olmadığı sosyalist bir milisin varlığının tasavvur edilebileceği bir toplum hali pekâlâ düşünülebilirdir.
Aslında bu sorun, Parti programımızda belli bir ölçüde aydınlatılmış bulunmaktadır. Orada şöyle denir:
"Proletarya diktatörlüğünün aracı olarak Kızıl Ordu zorunlu olarak açık bir sınıf karakteri taşımalıdır, yani münhasıran proletaryadan ve köylülüğün ona yakın olan yarı-proleter kesimlerinden oluşmalıdır.
Ancak sınıflar kaldırıldıktan sonradır ki böyle bir sınıf ordusu, bütün halkın sosyalist milisine dönüşecektir.* (Bkz. SBKP(B) Programı.
Troçki besbelli programımızın bu maddesini unutmuştur.
Troçki konuşmasında iktisadımızın kapitalist dünya ekonomisine bağımlılığından sözetti ve "yalıtılmış savaş komünizminden, dünya ekonomisiyle her geçen gün daha fazla yekvücut olmaya gittiğimizi" temin etti.
Buna göre, kapitalist unsurlarla sosyalist unsurların birbiriyle dalaştığı iktisadımız kapitalist dünya ekonimisiyle yekvücut olacak. Kapitalist dünya ekonomisi diyorum, çünkü başka bir dünya ekonomisi şimdilik yok.
Bu doğru değildir, yoldaşlar. Abestir bu. Troçki'nin hizipçi ruhu aklını başından almış.
İktisadımızın dünya ekonomisine bağımlı olduğunu hiç kimse inkâr etmiyor. Tıpkı her ülkenin ve her iktisadın, Amerikan ulusal ekonomisinin de kapitalist dünya ekonomisine bağımlı olduğunu kimsenin inkâr etmediği gibi, bunu da kimse inkâr etmedi, etmiyor. Ama bu karşılıklı bir bağımlılıktır. Sadece bizim ekonomimiz kapitalist ülkelere bağımlı değildir, bilakis kapitalist ülkeler de bizim ekonomimize, petrolümüze, tahılımıza, kerestemize ve son olarak da muazzam pazarımıza bağımlıdır. Diyelim ki "Standard Oil"dan kredi alıyoruz. Alman kapitalistlerinden kredi alıyoruz. Ama bu kredileri kara kaşımız kara gözümüz için değil, bilakis kapitalist ülkeler petrolümüze, tahılımıza ihtiyaç duydukları, pazarımıza makinelerin sürümü için ihtiyaç duydukları için veriyorlar. Ülkemizin dünyanın altıda birini kapladığı, muazzam bir pazar olduğu ve kapitalist ülkelerin pazarımızla şu ya da bu bağı olmadan edemeyecekleri unutulmamalıdır. Bütün bunlar, kapitalist ülkelerin ekonomimize bağımlılıklarını ifade eder. Burada karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi vardır.
Bu, ulusal ekonomimizin kapitalist ülkelere bağımlılığının, ülkemizde sosyalist ekonominin kurulması imkanını dıştaladığı anlamına mı gelir? Elbette gelmez. Sosyalist ekonomiyi mutlak kendi kabuğuna çekilmiş ve onu çevreleyen ülkelerin ulusal ekonomilerinden mutlak bağımsız olarak göstermek bir aptallıktır. Sosyalist ekonominin hiç ihracat ve ithalat yapmayacağı, ülkede olmayan ürünleri ithal etmeyeceği ve bu bağıntıda kendi ürünlerini ihraç etmeyeceği iddia edilebilir mi? Hayır, edilemez. Peki ama ihracat ve ithalat nedir? Ülkelerin birbirlerine bağımlılığının bir ifadesidir. Karşılıklı ekonomik bağımlılığın bir ifadesidir.
Aynı şey zamanımızın kapitalist ülkeleri için de geçerlidir. İhracat ve ithalat yapmayan tek ülke düşünemezsiniz. Dünyanın en zengin ülkesi Amerika'yı alalım. Günümüzün kapitalist devletlerinin, diyelim ki İngiltere ya da Amerika'nın mutlak bağımsız ülkeler olduğu söylenebilir mi? Hayır, söylenemez. Neden? Çünkü ihracat ve ithalata bağımlıdırlar, çünkü diğer ülkelerin hammaddelerine bağımlıdırlar (örneğin, Amerika kauçuğa ve başka hammaddelere), çünkü makinelerini ve diğer mamul maddelerini satabilecekleri pazarlara bağımlıdırlar.
Bu, mutlak bağımsız ülke olamayacağı için, tek tek ülkelerde bağımsız ulusal ekonomilerin de olamayacağı anlamına mı gelir? Hayır, bu anlama gelmez, ülkemiz başka ülkelere, o ülkelerin bizim eko-nomimize bağımlı oldukları gibi bağımlıdır. Ama bu demek değildir ki, ülkemiz bağımsızlığını yitirmiştir ya da yitirecektir, bağımsızlığını koruyamayacaktır, uluslararası kapitalist ekonominin bir vidacığına dönüşmek zorundadır. Ülkelerin birbirlerine karşılıklı bağımlılığıyla, bu ülkelerin ekonomik bağımsızlığını ayırdetmek gerekir. Tek tek ulusal ekonomilerin mutlak bağımsızlığını reddetmek, bu birimlerin ekonomik bağımsızlığını reddetmek anlamına gelmez, gelemez.
Ama Troçki sadece ulusal ekonomimizin bağımlılığından sözetmekle kalmıyor. Bu bağımlılığı, ekonomimizin kapitalist dünya ekonomisiyle yekvücut olmasına dönüştürüyor. Ekonomimizin kapitalist dünya ekonomisiyle yekvücut olması ne demektir? Ekonomimizin dünya kapitalizminin bir uzantısına dönüşmesi demektir. Ama ülkemiz dünya kapitalizminin bir uzantısı mıdır? Elbette değil! Aptalca bir şey bu, yoldaşlar. Ciddiye almamak gerekiyor.
Bu doğru olsaydı, sosyalist sanayimizi, dış ticaret tekelimizi, millileştirilmiş ulaştırmamızı, millileştirilmiş kredi sistemimizi, ekonomiyi planlı sevk ve idaremizi sürdürme imkanımız hiç olmazdı.
Bu doğru olsaydı, sosyalist sanayimizin yozlaşması ve alelade bir kapitalist sanayie dönüşmesi yoluna çoktan girmiş olurduk.
Bu doğru olsaydı, ekonomimizin sosyalist unsurlarının kapitalist unsurlara karşı mücadele cephesinde hiç başarı kaydetmemiş olurduk.
Troçki konuşmasında, "gerçekte sürekli dünya ekonomisinin denetimi altında bulunacağız" dedi.
Buna göre demek ki ulusal ekonomimiz, kapitalist dünya ekonomisinin denetimi altında gelişecek, çünkü günümüzde kapitalist dünya ekonomisinden başka bir dünya ekonomisi yok.
Bu doğru mudur? Hayır, doğru değildir. Kapitalist canavarların gördüğü, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir düştür bu.
Kapitalist dünya ekonomisinin denetimi ne demektir? Kapitalistlerin dilinde denetim içi boş bir sözcük değildir. Kapitalistlerin dilinde denetim sözcüğü gayet reel bir şeydir.
Kapitalist denetim, her şeyden önce, mali denetim demektir. Ama bizim bankalarımız millileştirilmiş değil mi, Avrupa'nın kapitalist bankalarının yönetimi altında mı çalışıyorlar acaba? Mali denetim, ülkemizde büyük kapitalist bankaların şubelerinin kurulması demektir. Ülkemizde bu tür bankalar var mı? Elbette yok! Ve sadece yok olmakla kalmıyor, bir Sovyet iktidarı olduğu sürece de asla olmayacak.
Kapitalist denetim, sanayimiz üzerinde denetim demektir, sosyalist sanayimizin, ulaşımımızın gayri-millileştirilmesi (denationalisierung) demektir. Ama sanayimiz millileştirilmiş değil mi acaba, ve gelişmesini tam da millileştirilmiş bir sanayi olarak sürdürmüyor mu acaba? Millileştirilmiş işletmelerin bir taneciğinin de olsa gayrimillileştirmeye koyulan herhangi bir kişi var mı acaba? Troçki'nin imtiyaz komitesinde ne niyetler beslendiğini bilmiyorum elbette. (Gülüşmeler.) Ama bir Sovyet iktidarı var oldukça, ülkemizde gayrimillileştirmecilere hayat hakkı olamayacağı konusunda kuşkunuz olmasın.
Kapitalist denetim, pazarımız üzerinde tasarruf hakkı demektir, dış ticaret tekelinin tasfiyesi demektir. Batılı kapitalistlerin dış ticaret tekeli zırhını yarmaya çalıştıklarını ve kafalarını tekrar tekrar duvara vurduklarını biliyorum. Dış ticaret tekelinin, genç sosyalist sanayimiz için bir himaye ve koruma olduğu bilinmektedir. Fakat kapitalistler dış ticaret tekelinin kaldırılması yolunda başarı elde edebildiler mi? Bir Sovyet iktidarı var oldukça, dış ticaret tekelinin her şeye rağmen devam edeceğini ve gelişeceğini anlamak zor mu acaba?
Kapitalist denetim, son olarak, politik denetim demektir, ülkemizin bağımsızlığının ortadan kaldırılması, ülkemizin yasalarının uluslararası kapitalist ekonominin çıkar ve zevklerine uydurulması demektir. Ama ülkemiz politik bakımdan bağımsız bir ülke değil mi acaba? Yasalarımız, ülkemiz proletaryasının ve emekçi kitlelerinin çıkarları tarafından belirlenmiyor mu acaba? Peki ama neden ülkemizin politik bağımsızlığını yitirdiğini kanıtlayan olgular ya da en azından bir olgu öne sürülmüyor? Sürmeyi bir denesinler bakalım.
Kapitalistler denetimden bunları anlıyorlar işte, elbette sözkonusu olan herhangi bir hayali denetime dair içi boş laf değil, gerçek denetim.
Eğer sözkonusu olan böyle gerçek kapitalist bir denetimse ama zaten ancak böyle gerçek bir denetim sözkonusu olabilir, çünkü hayali bir denetime dair içi boş laflarla ancak kötü yazarlar iştigal edebilir,
o zaman şunu açıklamak zorundayım ki, bizde böyle bir denetim ne vardır ve ne de proletaryamız ve bizde bir Sovyet iktidarı varoldukça olacaktır. (Alkışlar.)
Troçki konuşmasında şöyle dedi:
"Sözkonusu olan, kapitalist dünya ekonomisi tarafından kuşatılma koşulları altında yalıtık bir sosyalist devlet kurmaktır. Buna ancak, bu yalıtık devletin üretici güçlerinin, kapitalizmin üretici güçlerinden daha büyük olmasıyla varılabilir, çünkü, bir yıl değil, on yıl değil, yarım yüzyıl, evet, hatta bir yüzyıl perspektifiyle bakıldığında, ancak üretici güçleri eski ekonomi sisteminin üretici güçlerinden daha gelişkin olan bir devlet, yeni bir toplum biçimi, yerini sağlamlaştırabilir." (Bkz. KEYK VII. Genişletilmiş Plenumu'nda Troçki'nin konuşmasının stenogramı.)
Buna göre demek ki sosyalist ekonomi sistemi, üretici güçlerin gelişmesi bakış açısından kapitalist ekonomi sistemi karşısındaki üstünlüğünü pratikte kanıtlamak için elli yıla, hatta yüz yıla ihtiyaç duyacak.
Bu yanlıştır, yoldaşlar. Bütün kavramları ve perspektifleri birbirine karıştırmaktır.
Feodal ekonomi sisteminin köleci ekonomi sistemi karşısında üstünlüğünü kanıtlaması için, eğer daha az değilse, yaklaşık iki yüz yıl gerekmişti. Başka türlü de olmazdı, çünkü o zaman gelişme hızı korkunç yavaş, üretim tekniği ise ilkelden de beterdi.
Burjuva ekonomi sisteminin feodal ekonomi sistemi karşısında üstünlüğünü kanıtlaması için yaklaşık yüz yıl, hatta daha az bir zaman gerekti. Burjuva ekonomi sistemi daha feodal toplumun bağrındayken feodal ekonomi sisteminden üstün, çok daha üstün olduğunu göstermişti. Süreler arasındaki fark, daha hızlı gelişme temposu ve burjuva ekonomi sisteminin daha gelişkin tekniğiyle açıklanır.
O zamandan bu yana teknik eşi görülmedik başarılar kaydetti, ve gelişme başdöndürücü bir hız aldı. Troçki'nin, sosyalist ekonomi sisteminin kapitalist sistem üzerindeki üstünlüğünü kanıtlaması için yaklaşık yüz yıl gerekeceğini nereden çıkardığı sorusu çıkıyor.
Üretimimizin başında asalakların değil, bizzat üreticilerin duracağı olgusu bu olgu, ekonomiyi dev adımlarla ilerletmek ve kapitalist ekonomi sistemi üzerindeki üstünlüğünü daha kısa sürede ispatlamak için sosyalist ekonomi sisteminin her türlü şansa sahip olacağını kanıtlayan muazzam bir faktör değil midir acaba?
Sosyalist ekonominin en toplu yoğunlaşmış ekonomi olduğu, sosyalist ekonominin plânlı bir şekilde yürütüldüğü olgusu bu olgu, iç çelişkilerle paralanan ve krizlerle kemirilen kapitalist ekonomi sistemi üzerinde üstünlüğünü görece kısa bir sürede kanıtlaması için sosyalist ekonomi sisteminin her türlü şansa sahip olacağını göstermiyor mu?
Tüm bunlardan sonra, burada elli ya da yüz yıllık bir perspektifle hareket etmenin, ürkmüş küçük-burjuvanın batıl inancını paylaşmak ve kapitalist ekonomi sisteminin mutlak gücüne inanmak demek olduğu açık değil mi? (Sesler: "Çok doğru!")
Bundan hangi sonuçlar çıkıyor? Bundan iki sonuç çıkıyor:
Birincisi: Ülkemizde sosyalizmin inşası sorunundaki itirazlarında Troçki eski polemik zeminini bırakmış ve yeni bir zemine geçmiştir. Eskiden muhalefet, iç çelişkiler bakış açısından, proletarya ile köylülük arasındaki, aşılmaz olduğunu savunduğu çelişkiler bakış açısından polemik yürütüyordu. Şimdi Troçki dış çelişkileri, ulusal ekonomimizle kapitalist dünya ekonomisi arasındaki, aşılmaz olduğunu savunduğu çelişkileri vurguluyor. Eskiden ülkemizde sosyalist inşanın önündeki engelin proletarya ile köylülük arasındaki çelişkiler olduğunu savunan Troçki, şimdi cephe değiştiriyor, Parti'nin pozisyonuna getirdiği eleştiri için başka bir zemine geçiyor ve sosyalist inşanın önündeki engelin, bizim ekonomi sistemimizle kapitalist dünya ekonomisi arasındaki çelişki olduğunu iddia ediyor. O böylelikle muhalefetin eski argümanlarının çürüklüğünü pratik olarak itiraf etmiş oldu.
İkincisi: Ama Troçki'nin geri çekilmesi labirentin içine, bataklığın içine bir geri çekiliştir. Aslında Troçki doğrudan ve açıktan Zuhanov'un mevziine gelmiştir. Troçki'nin "yeni" argümanları aslında hangi kapıya çıkıyor? Ekonomimiz geriliğimiz dolayısıyla sosyalizm için olgun olmadığımız, sosyalist ekonominin kurulması için nesnel önkoşullara sahip olmadığımız, bundan dolayı ulusal ekonomimizin kapitalist dünya ekonomisinin bir uzantısına, dünya kapitalizmi tarafından denetlenen bir ekonomik birime dönüşmekte olduğu ve dönüşmek zorunda olduğuna çıkıyor.
Fakat bu "Zuhanovculuk"tur, apaçık, gizlisi-saklısı olmayan "Zuhanovculuk".
Muhalefet, ülkemizde muzaffer sosyalist inşa imkanını doğrudan yadsıyan Menşevik Zuhanov'un bakış açısına kadar düşmüştür.