MARX'TAN PARİS'TEKİ P. V. ANNENKOV'A
Brüksel, 28 Aralık [1846]
Azizim Bay Annenkov,
Kitapçım, Mösyö Proudhon'un kitabı
Sefaletin Felsefesi'ni ancak geçen hafta göndermemiş olsaydı, 1 Kasım tarihli mektubunuza yanıtımı çok daha önce almış olacaktınız. Bu konudaki düşüncelerimi size bir an önce ulaştırabilmek için, kitabı iki günde okudum. Kitabı çok acele okuduğumdan ayrıntılara giremem, ancak üzerimde bıraktığı genel izlenimi söyleyebilirim. Arzu ederseniz, bir ikinci mektupta ayrıntılara girebilirim.
İçtenlikle itiraf etmeliyim ki, bir bütün olarak kitabı kötü, çok kötü buldum. M. Proudhon'un bu şekilsiz ve gösterişli yapıtta geçit yaptırdığı "Alman felsefesi yamasına" siz de mektubunuzda gülüyorsunuz ama, ekonomik tartışmalara felsefi zehirin bulaşmadığını düşünüyorsunuz. Ben de
(sayfa 624) ekonomik tartışmalardaki yanlışlıkları, M. Proudhon'un felsefesine bağlamaktan çok uzağım. M. Proudhon'un, bize, ekonomi politiğin yanlış bir eleştirisini yapması, saçma bir felsefi teoriye sahip bulunmasından ötürü değildir; bugünün toplumsal sistemini, M. Proudhon'un daha pek çokları gibi Fourier'den aldığı bir sözcüğü kullanayım,
engrènement'ı
[1] içinde anlayamadığı içindir ki, bize saçma bir felsefi teori veriyor.
M. Proudhon, Tanrıdan, evrensel akıldan, hiç bir zaman yanılmayan, bütün çağlar boyunca hep kendisine eşit olmuş bulunan ve gerçeği bilebilmesi için kişinin doğru bilince sahip olmasını gerektiren insanlığın kişisel olmayan aklından niçin sözediyor? Kendisine gözüpek bir düşünür görünümü verebilmek için, niçin o güçsüz hegelciliğe sığınıyor?
Bu bilmecenin anahtarını da gene kendisi veriyor. M. Proudhon, tarihte bir dizi toplumsal gelişme görmektedir; tarihin içinde gerçekleştirilen bir ilerleme bulmaktadır; nihayet, insanların bireyler olarak yaptıkları şeylerden haberdar olmadıklarını ve kendi hareketlerinde yanıldıklarını söylemektedir, yani bunlann toplumsal gelişmeleri ilk bakışta, kendi bireysel gelişmelerinden başka, ayrı ve bağımsız gibi görünmektedir. Bu olguları açıklayamıyor ve bundan ötürü de evrensel aklın kendi kendisini açıkladığı varsayımını icat ediveriyor. Mistik nedenler, yani sağduyudan yoksun sözler icat etmekten daha kolay bir şey yoktur.
Ama insanlığın tarihsel gelişimi konusunda hiç bir şey anlamadığını kabullenmekle —o, bunu, Evrensel Akıl, Tanrı vb. gibi şatafatlı sözcükler kullanmakla kabul etmiş oluyor— M. Proudhon,
ekonomik gelişimi anlama yeteneğinden yoksun bulunduğunu üstü kapalı bir biçimde ve zorunlu olarak kabullenmiş olmuyor mu?
Biçimi ne olursa olsun, toplum nedir? İnsanların karşılıklı eylemlerinin ürünü. İnsanlar kendileri için şu ya da bu biçimde bir toplum seçmekte özgür müdürler? Asla. insanın üretici güçlerinin belirli bir gelişme aşamasını alırsanız, belirli bir ticaret ve tüketim biçimi elde edersiniz. Üretimde, ticarette, ve tüketimde belirli gelişme aşamaları alırsanız, buna tekabül eden bir aile, zümreler veya sınıflar örgütü, tek
(sayfa 625) sözcükle, buna tekabül eden bir uygar toplum elde edersiniz. Belirli bir uygar toplum alırsanız, uygar toplumun yalnızca resmi ifadesi olan belirli politik koşullar elde edersiniz. M. Proudhon bunu hiç bir zaman anlayamayacaktır, çünkü devletten topluma —yani toplumun resmi özetinden resmi topluma— seslenmekle büyük bir iş yaptığını sanıyor.
İnsanların kendi
üretici güçlerini —ki tüm kendi tarihlerinin temelidir— seçmekte özgür olmadıklarını eklemek gereksiz, çünkü her üretici güc, edinilmiş bir güçtür daha önceki eylemlerin ürünüdür. Üretici güçler, bundan ötürü, pratik insan enerjisinin sonuçlarıdırlar; ama bu enerjinin kendisi insanların kendilerini içinde buldukları koşullarla, o ana dek edinilmiş üretici güçlerle, kendileri varolmazdan önce varolmuş, kendilerinin yaratmadıkları, bir önceki kuşağın ürünü olan toplumsal biçimle koşullandırılmaktadır. Bu basit olgu nedeniyle, yani birbiri ardından gelen her kuşağın yeni üretime hammadde olarak hizmet eden ve bir önceki kuşak tarafından edinilmiş üretici güçlere kendisini sahip bulması nedeniyle, insanlık tarihinde bir tutarlılık doğar, insanın üretici güçleri ve bundan ötürü de toplumsal ilişkileri daha da geliştikçe, insanlık tarihi, her zamankinden daha çok bir insanlık tarihi biçimine bürünür. Böylece, bunun zorunlu sonucu olarak, insanların toplumsal tarihi, onlar bunun bilincinde olmasalar da, kendi bireysel girişimlerinin tarihinden başka bir şey değildir asla. İnsanların maddi ilişkileri, tüm ilişkilerinin temelidir. Bu maddi ilişkiler, maddi ve bireysel eylemlerin içinde gerçekleştiği zorunlu biçimlerden ibarettirler.
M. Proudhon, düşünceler ile şeyleri birbirine karıştırıyor. İnsanlar kazanmış oldukları şeylerden hiç bir zaman vazgeçmezler, ama bu demek değildir ki, belirli üretici güçleri içinde edinmiş bulundukları toplumsal biçimden de hiç bir zaman vazgeçmezler. Tersine, ulaşılmış bulunan sonuçlardan yoksun bırakılmamak ve uygarlığın meyvelerini yitirmemek için, ticaret biçimlerinin artık edinilmiş üretici güçlere uygun düşmediği andan sonra, tüm geleneksel toplumsal biçimlerini değiştirmeye zorlanırlar. Burada "ticaret" sözcüğünü geniş anlamında kullanıyorum, Almanca'da Verkehr'i kullandığımız gibi. Örneğin: ayrıcalıklar, loncalar
(sayfa 626) ve korporasyonlar kurumu, ortaçağların düzenleyici rejimi, yalnızca edinilmiş üretici güçlere ve daha önce varolmuş bulunan ve bu kurumların içinden çıkmış bulundukları toplumsal koşula tekabül eden toplumsal ilişkilerdi. Korporasyonlar ve düzenlemeler rejiminin koruyuculuğu altında sermaye biriktirilmiş, denizaşırı ticaret geliştirilmiş, sömürgeler kurulmuştu. Ama eğer insanlar, çatısı altında bu meyveleri olgunlaştıran biçimleri alıkoymaya kalkışmış olsalardı, bu meyvelerden yoksun kalmış olacaklardı. İşte o iki fırtına böyle patladı — 1640 ve 1688 devrimleri. Bütün eski ekonomik biçimler, bunlara tekabül eden toplumsal ilişkiler, eski uygar toplumun resmi ifadesi olan politik koşullar, İngiltere'de yok edildiler. Demek ki, insanların içinde üretim, tüketim ve değişim yaptıkları ekonomik biçimler,
geçici ve tarihseldirler. Yeni üretici yeteneklerin elde edilmesiyle insanlar, üretim biçimlerini ve üretim biçimiyle birlikte bu belirli üretim biçiminin zorunlu ilişkilerinden ibaret olan tüm ekonomik ilişkileri değiştirirler.
M. Proudhon'un anlayamadığı ve hele hiç göremediği işte budur. M. Proudhon, tarihin gerçek hareketini izleme yeteneğinden yoksun olduğundan, diyalektik olduğunu küstahça iddia eden bir hayalet yaratıyor. 17., 18. veya 19. yüzyıllardan sözetmenin gereğini duymuyor, çünkü onun tarihi, hayal dünyasının bulutlan içinde, zaman ve uzayın çok ötesinde yol alıyor. Kısacası bu, tarih değil, o eski hegelci süprüntüdür; layik tarih —insanoğlunun tarihi— değil, kutsal tarihtir — düşünceler tarihidir. Onun bakış açısından insan, düşüncenin ya da ölümsüz aklın kendisini ortaya koymak için kullandığı aletten ibarettir. M. Proudhon'un sözünü ettiği
evrimlerin, mutlak düşüncenin mistik rahminde gerçekleştirilen türden evrimler olduğu anlaşılıyor. Bu mistik dilin üstündeki peçeyi yırtacak olursanız, M. Proudhon'un, size ekonomik kategorilerin kendi kafasının içinde kendilerini soktukları düzeni sunduğu çıkar ortaya. Size, bunun, çok düzensiz bir kafanın düzeni olduğunu tanıtlamak benim için hiç de güç olmayacaktır.
M. Proudhon, kitabına, gözde konusu olan
değer üzerine bir söylevle başlıyor. Bu söylevin incelenmesine bugün girmeyeceğim.
(sayfa 627)
Ölümsüz aklın ekonomik evrimler dizisi,
işbölümü ile başlamaktadır. M. Proudhon için, işbölümü, çok basit bir şeydir. Ama kast rejimi de belirli bir işbölümü değil miydi? Korporasyonlar rejimi de bir başka işbölümü değil miydi? Ve İngiltere'de 17. yüzyılın ortalarında başlayıp 18. yüzyılın sonlarında son bulan manüfaktür sistemi altındaki işbölümü de, modern büyük sanayiin işbölümünden tümüyle farklı değil miydi?
M. Proudhon gerçeklerden o denli uzaktır ki, layik iktisatçıların ilgilendikleri şeylere olsun, aldırmıyor. İşbölümünden sözederken, dünya
pazarına değinmenin gereğini duymuyor. Güzel. Ama gene de ortada henüz sömürgelerin bulunmadığı, Amerika'nın Avrupa için henüz daha varolmadığı ve Avrupa için Asya'nın ancak Bizans aracılığı ile varolduğu 14. ve 15. yüzyıllardaki işbölümü, sömürgelerin çoktan gelişmiş bulunduğu 17. yüzyıldakinden temelden değişik değil miydi?
Ve hepsi bundan ibaret değil. Ulusların iç örgütlenmesi, bütün uluslararası ilişkiler, belirli bir işbölümünün ifadesinden başka bir şey midirler? Ve işbölümü değiştiğinde, bunların da değişmesi gerekmez mi?
M. Proudhon işbölümü sorununu o denli az anlamıştır ki, örneğin 9. yüzyıldan 12. yüzyıla dek Almanya'da görülen kent ile kırın ayrılmasına değinmiyor bile. Demek ki, M. Proudhon için, bu ayrılma, ölümsüz bir yasadır, çünkü M. Proudhon bunun ne kökeninden ve ne de gelişiminden haberdar. Bütün kitabı boyunca, belirli bir üretim biçiminden, bunun yaratılışından sanki sonuna dek sürecekmiş gibi sözediyor. M. Proudhon'un işbölümü konusunda bütün söylediği bir özetten ibarettir, ve o da, Adam Smith'in ve daha binlercesinin kendisinden önce söyledikleri şeylerin çok yüzeysel ve eksik bir özeti.
İkinci evrim
makinedir. İşbölümü ile makine arasındaki bağ, M. Proudhon için tümüyle mistiktir. Her tür işbölümü, kendi özel üretim aletlerine sahipti. Örneğin 17. yüzyılın ortaları ile 18. yüzyılın ortaları arasında insanlar, her şeyi elleriyle yapmıyorlardı. Makineler vardı, hem de dokuma tezgahları, gemiler, kaldıraçlar vb. gibi çok karmaşık olanları.
Demek ki, makineyi, genel olarak işbölümünden
(sayfa 628) türetmekten daha saçma bir şey yoktur.
Sırası gelmişken şuna da işaret edebilirim ki, makinenin kökenini kavrayamayan M. Proudhon, gelişimini hiç kavramamıştır. 1825 yılına dek —ilk genel bunalım dönemi— tüketim taleplerindeki artışın üretim artışlarından genellikle daha hızlı olduğu ve makinelerde görülen gelişmenin, pazar gereksinmelerinin kaçınılmaz bir sonucu olduğu söylenebilir. 1825'ten bu yana, makinenin icadı ve uygulanması, işçilerle işverenler arasındaki savaşın sonucu olmuştur yalnızca. Ama bu, ancak İngiltere için doğrudur. Avrupalı uluslara gelince, bunlar, makine kullanmaya hem kendi pazarlarındaki ve hem de dünya pazarındaki İngiliz rekabeti yüzünden itilmişlerdir. Nihayet, Kuzey Amerika'ya makinenin girişi, hem öteki ülkelerle olan rekabet ve hem de el emeğinin kıt oluşu, yani Kuzey Amerika'nın nüfusu ile sınai gereksinmeleri arasındaki oransızlık yüzünden olmuştur. Bu olgulara bakınca, rekabet hayaletini, bir yolunu bulup, üçüncü evrim, makinenin antitezi! diye yutturmakla M. Proudhon'un ne büyük akıllılık ettiği görülebilir.
Son ve genel olarak, işbölümü, rekabet, kredi vb. ile birlikte makineyi de bir ekonomik kategori yapmak, tümüyle saçmadır.
Sabanı çeken öküz ne denli bir ekonomik kategoriyse, makine de o denli bir ekonomik kategoridir. Makinenin uygulanması bugün, mevcut ekonomik sistemimizin ilişkilerinden biridir ama, makineden yararlanma biçimi, makinenin kendisinden apayrı bir şeydir. İster bir adamı yaralamak için, isterse onun yaralarını sarmak için kullanılıyor olsun, barut, aynı baruttur.
M. Proudhon, rekabetin, tekelin, vergilerin ya da güvenliğin, ticaret dengesinin, kredi ve mülkiyetin kendi kafasının içinde bu söylediğim sırayla gelişmesine olanak vermekle, kendi kendisini de aşmaktadır.
18.yüzyılın başlarına gelindiğinde İngiltere'de, hemen bütün kredi kurumları, makinenin keşfinden önce gelişmiş bulunuyorlardı. Kamu kredisi, vergilendirmeyi artırmanın ve burjuvazinin iktidara gelmesiyle yaratılmış olan yeni talepleri karşılamanın taze bir yönteminden ibaretti. Nihayet, M.Proudhon'un sistemindeki son kategoriyi mülkiyet
(sayfa 629) oluşturmaktadır. Oysa, gerçek hayatta, işbölümü ve M. Proudhon'un bütün öteki kategorileri, bütünlükleri içinde bugün
mülkiyet olarak bilinen şeyi oluşturan toplumsal ilişkilerdir, bu ilişkiler dışında, burjuva mülkiyeti, metafizik ya da hukuki kuruntudan başka bir şey değildir. Değişik bir çağın mülkiyeti, feodal mülkiyet, bütünüyle değişik bir toplumsal ilişkiler dizisi içinde gelişir. Mülkiyeti bağımsız bir ilişki olarak koymakla, M. Proudhon, yöntem hatası yapmanın da ötesine geçmektedir:
burjuva üretiminin bütün biçimlerini birarada tutan bağı kavramamış olduğunu, belirli bir çağın üretim biçimlerinin
tarihsel ve geçici niteliğini anlamamış olduğunu apaçık göstermektedir. Toplumsal kurumlarımızı tarihsel ürünler olarak görmeyen, bunların kökenlerini ve gelişmelerini anlamayan M. Proudhon, bunların ancak doğmatik bir eleştirisini yapabilir.
Bundan ötürü, M. Proudhon, gelişmeyi açıklayabilmek için bir
uydurmaya sığınmak zorunda kalıyor. İşbölümünün, kredinin, makinenin vb. hep o kendi sabit düşüncesine, eşitlik düşüncesine hizmet etmek için icat edilmiş olduklarını sanıyor. Açıklaması son derece safçadır. Bu şeyler hep eşitlik için icat olunmuşlardır ama, ne yazık ki, eşitliğe karşı dönmüşlerdir. Tüm tezini oluşturan, işte budur. Başka bir deyişle, asılsız bir varsayım yapıyor, sonra gerçek gelişme, her adımda, kendi uydurduklarıyla çelişince de, ortada bir çelişki olduğu sonucuna varıyor. Çelişkinin yalnız kendi sabit düşünceleriyle gerçek hareket arasında varolduğu olgusunu saklıyor.
Demek ki, M. Proudhon, esas olarak gerekli tarihsel bilgilerden yoksun bulunduğundan ötürü, insanların, üretici güçlerini geliştirdikçe, yani yaşadıkça, birbirleriyle belirli ilişkiler geliştirdiklerini ve üretici güçlerin değişmesi ve büyümesiyle birlikte bu ilişkilerin doğal özelliklerinin de zorunlu olarak değişmesi gerektiğini kavramamıştır.
Ekonomik kategorilerin bu gerçek ilişkilerin
soyut ifadelerinden ibaret olduklarını ve ancak ilişkiler varoldukça geçerli kalacaklarını kavramamıştır. M.Proudhon, bundan ötürü, bu ekonomik kategorileri yalnızca belirli bir tarihsel gelişmenin, üretici güçlerdeki belirli bir gelişmenin tarihsel yasaları olarak değil de, ölümsüz yasalar olarak gören burjuva iktisatçılarının
(sayfa 630) yanılgısına düşmektedir. Böylelikle politik ekonomik kategorileri gerçek, geçici, tarihsel, toplumsal ilişkilerin soyut ifadeleri olarak göreceğine, Mösyö Proudhon mistik bir tersyüzlük sayesinde, gerçek ilişkilerin içinde yalnızca bu soyutlamalann ürünlerini görmektedir. Bu soyutlamalar, dünyanın kuruluşundan beri Tanrı Babanın yüreğinde uyuklayan formüllerdir.
Ama bizim M. Proudhon'umuz burada şiddetli entelektüel karışıklıklar içine düşüyor. Eğer bütün bu ekonomik kategoriler, Tanrının yüreğinden çıkma şeylerse, insanın gizli ve ölümsüz yaşamı iseler, birincisi, nasıl oluyor da ortada gelişme diye bir şey olabiliyor; ve ikincisi, nasıl oluyor da M. Proudhon bir muhafazakar olmuyor? 0, bu apaçık çelişkileri, bütün bir uzlaşmaz karşıtlıklar sistemi ile açıklıyor.
Bu uzlaşmaz karşıtlıklar sistemine ışık tutmak için bir örnek alalım.
Tekel iyi bir şeydir, çünkü bir ekonomik kategoridir ve bundan ötürü de Tanrıdan çıkmadır. Rekabet iyi bir şeydir, çünkü o da ekonomik bir kategoridir. Ama iyi olmayan şey, rekabetle tekelin birbirlerini yiyip yutuyor olmalarıdır. Ne yapmalı? Tanrının bu iki ölümsüz düşüncesi birbirleriyle çeliştiklerine göre, Tanrının bağrında tekelin kötülüklerinin rekabetle dengelendiği ve
vice versa bir sentezin bulunması, M. Proudhon'a çok açık bir şey olarak görünüyor. İki düşünce arasındaki savaşımın sonucu olarak ortaya bunların yalnızca iyi yanları çıkacaktır. Kişi bu gizli düşünceyi Tanrıdan kapmalı ve uygulamalıdır, o zaman her şey yoluna girecektir; kişisel olmayan insan aklının karanlıklarında saklı duran sentetik formül açığa çıkartılmalıdır. Bu açığa çıkartma işini yapacak kişi olarak öne fırlamakta, M. Proudhon bir an bile duraksama göstermiyor.
Ama bir an için gerçek hayata bakın. Zamanımızın ekonomik yaşamında yalnızca rekabet ile tekeli değil, onların sentezini de bulursunuz ki, bu sentez bir
formül değil bir
harekettir. Tekel rekabet üretir, rekabet de tekel. Ama bu denklem, burjuva iktisatçılarının sandıklarının tersine, içinde bulunduğumuz durumun güçlüklerini kaldırmak bir yana, çok daha güç ve karışık bir duruma yolaçmaktadır. Bundan ötürü, eğer mevcut ekonomik ilişkilerin üzerine dayanmakta
(sayfa 631) olduğu temeli değiştirecek olursanız,
mevcut üretim biçimini yok edecek olursanız, yalnızca rekabeti, tekeli ve bunların uzlaşmaz karşıtlığını yok etmekle kalmaz, bunların birliğini, sentezlerini, rekabet ile tekelin gerçek dengesi olan hareketi de yok edersiniz.
Şimdi size Mösyö Proudhon'un diyalektiğinden bir örnek vereceğim.
Özgürlük ile
kölelik bir uzlaşmaz karşıtlık oluştururlar. Ne özgürlüğün iyi ve kötü yanlarından sözetmenin ve ne de, kölelik sözkonusu olduğunda, bunun kötü yanları üzerinde durmamın gereği var. Açıklanması gereken tek şey, onun iyi yanıdır. Konumuz, dolaylı kölelik, proletaryanın köleliği değil, dolaysız kölelik, Surinam'daki, Brezilya'daki, Kuzey Amerika'nın güney devletlerindeki kara ırklann köleliğidir.
Makine, kredi vb. kadar, doğrudan kölelik de, bugün, sanayileşmemizin eksenidir. Kölelik yoksa, pamuk da yok; pamuk yoksa, modern sanayi de yok. Kölelik, sömürgeciliğe değer kazandırdı; sömürgeler de dünya ticaretini yarattılar; dünya ticareti büyük makineli sanayiin zorunlu koşuludur. Demek ki, zenci alışverişi başlamadan önce, sömürgeler, Eski Dünya'ya ancak birkaç ürün arzediyorlar ve yeryüzünde hiç bir görünür değişiklik yaratmıyorlardı. Öyleyse kölelik, en büyük öneme sahip bir ekonomik kategoridir. Kölelik olmasaydı, Kuzey Amerika, bu en ilerici ülke, ataerkil bir diyar durumuna gelirdi. Anarşi yaratmak için, ticaretin ve modern uygarlığın toptan çöküşü için yapmamız gereken tek şey, Kuzey Amerika'yı uluslar haritasından silmekten ibarettir. Ama köleliğin yokolması demek, zaten Kuzey Amerika'nın uluslar haritasından silinmesi demektir. İşte, ekonomik bir kategori olduğundan ötürü, köleliği dünya varolduğundan beri her ulusta görüyoruz. Modern uluslar köleliği, çoktan açığa Yeni Dünya'ya ithal ederken, kendi ülkelerindeki köleliği nasıl gizleyeceklerini bilmişlerdir. Bizim değerli M. Proudhon'umuz kölelik üzerindeki bu gözlemlerden sonra yoluna nasıl devam edecek? Özgürlük ile kölelik arasındaki sentezi, kölelik ile özgürlük arasındaki ılımlılığı veya dengeyi bulmaya çalışacaktır.
Mösyö Proudhon, insanların, kumaş, keten bezi, iplikli üretmeleri olgusunu çok iyi kavramıştır ve buncacık bir şeyi
(sayfa 632) kavramış olmak onun payına büyük bir hünerdir! Onun kavrayamadığı şey, bu insanların, yeteneklerine göre, kumaş ve keten bezi üretirken, bu arada,
toplumsal ilişkiler de üretmeleridir. Toplumsal ilişkilerini maddi üretkenliklerine uygun olarak üreten insanların,
düşünceler, kategoriler, yani bu aynı toplumsal ilişkilerin soyut ideal ifadelerini de üretmelerini hele hiç anlannyor. Demek ki, kategoriler, ifade ettikleri ilişkilerden daha ölümsüz değillerdir. Bunlar tarihsel ve geçici ürünlerdir. M. Proudhon için ise, soyutlamalar, kategoriler, tersine, ilk nedenlerdir. Ona göre, tarihi yapan bunlardır, insanlar değil.
Soyutlama, bu biçimdeki kategori, yani insanlardan ve onların maddi eylemlerinden ayrı olarak kategori, elbette ki ölümsüz, değişmez, hareketsizdir; bu, saf aklın varlığının yalnızca bir biçimidir; bu, bu biçimdeki soyutlamanın bir soyutlama olduğunu söylemenin başka bir yoludur ancak çok güzel bir totoloji!
Demek ki, ekonomik ilişkiler, kategoriler olarak alındıklarında, M. Proudhon için kökenden ve ilerlemeden yoksun ölümsüz formüllerdir.
Bir başka biçimde söyleyelim: M. Proudhon,
burjuva yaşamın kendisi için
ölümsüz bir gerçeklik olduğunu doğrudan söylemiyor; burjuva ilişkilerini düşünce şeklinde ifade eden kategorileri tanrılaştırarak, bunu dolaylı yoldan yapıyor. Burjuva toplumunun ürünleri M. Proudhon'un kafasında kategoriler biçiminde, düşünce biçiminde canlanır canlanmaz, onları, kendilerine ait bir hayata sahip, kendiliklerinden ortaya çıkmış ölümsüz varlıklar olarak alıyor. Böylece burjuva ufkunun ötesine geçemiyor. Ölümsüz gerçekliklerini önceden varsaydığı burjuva düşünceleriyle uğraşmakta olduğundan, bu düşüncelerin bir sentezini, bir dengesini bulmaya çalışıyor ve onları dengeye ulaştıran mevcut yöntemin mümkün olan biricik yöntem olduğunu görmüyor.
Aslında, o da, bütün iyi burjuvalann yaptıklarını yapıyor. Bunların hepsi, rekabetin, tekelin, vb., ilke olarak, yani soyut düşünceler olarak alındıklarında, yaşamın biricik temelini oluşturduklarını, ama pratikte ise kişiye bundan çok daha fazlasını arzulattıklarını söylerler. Bunların hepsi, rekabeti rekabetin öldürücü etkileri olmaksızın isterler. Bunların hepsi de olanaksızı, yani burjuva varlığının koşullarını, bu
(sayfa 633) koşulların zorunlu sonuçları olmaksızın isterler. Bunlardan hiç biri, burjuva üretim biçiminin, tıpkı feodal üretim biçimi gibi, tarihsel ve geçici olduğunu anlamaz. Bu yanılgıyı doğuran şey, burjuva insanı, her toplumun mümkün biricik temeli olarak görmeleridir; bunlar, insanların artık burjuva olmayacakları bir toplum düşünemezler.
Bundan ötürü, M. Proudhon, zorunlu olarak
doktrinerdir. Bugünkü dünyanın altını üstüne getirmekte olan tarihsel hareket, ona göre, kendisini iki burjuva düşüncesinin doğru dengesini, sentezini bulma sorununa indirger. Ve böylelikle, akıllı olan kimse, kurnazlığı sayesinde, Tanrının saklı düşüncesini, tecrit olunmuş iki düşüncenin birliğini keşfedebilir — ki bunlar, pratik yaşamdan, bugünün üretiminden, yani ifade ettikleri gerçeklerin birliğinden, sırf M. Proudhon onları tecrit etmiş olduğu için tecrit olunmuşlardır. .
İnsanlar tarafından şimdiye dek edinilmiş üretici güçler ile bunların bu üretici güçlere artık tekabül etmeyen toplumsal ilişkileri arasındaki çelişkiden doğan büyük tarihsel hareketin yerine; her ulusun değişik sınıfları arasında hazırlanmakta olan korkunç savaşların yerine; bu çelişkileri çözebilecek biricik şey olan kitlelerin pratik ve zorlu eylemi yerine — bu engin, uzun ve karmaşık hareket yerine, Mösyö Proudhon, kendi kafasının içindeki saçma devinmeyi koyuyor. Böylece tarihi yapanlar, bilgili kimselerdir, Tanrının gizli düşüncelerinin nasıl aşırılacağını bilenlerdir. Sıradan insanların yapacakları şey, bunların ortaya çıkardıklarını uygulamaktan ibarettir. M. Proudhon'un her politik akımı düşman ilan etmesinin nedenini şimdi anlamış olmalısınız. Ona göre, mevcut sorunların çözümü, halk eyleminde değil, kendi kafasının diyalektik devranında yatmaktadır. M. Proudhon'a göre, itici güç kategorilerden oluştuğuna göre, kategorileri değiştirmek için pratik yaşamı değiştirmek gerekmez. Tam tersine, değiştirilmesi gereken kategorilerdir ve mevcut toplumdaki değişiklik bunun sonucu olacaktır.
Mösyö Proudhon, çelişkileri uzlaştırma hevesi içinde, bu çelişkilerin dayandığı temellerin yıkılması gerekip gerekmediğini bile sormaz. 0 tıpı tıpına kralın, avam kamarasının ve lordlar kamarasının toplumsal yaşamın kopmaz
(sayfa 634) parçaları, ölümsüz kategorileri olmalarını arzulayan politik doktrinere benzemektedir. Onun bütün aradığı, bu güçler arasında denge kurabilecek yeni bir formüldür, ki bu denge, şu anda fatih olan gücü az sonra köle haline getiren fiili hareketin ta kendisidir. Böylece, birtakım orta zekalı kimseler, 18. yüzyılda, toplumsal sınıfları, asilleri, kralı, parlamentoyu vb. dengeye getirecek doğru formülü aramakla uğraşırlarken, bir sabah uyanıp bir de baktılar ki, gerçekte ortada artık ne bir kral, ne parlamento ve ne de asiller var. Bu uzlaşmaz karşıtlık içindeki doğru denge, bu feodal varlıklar ve bu feodal varlıkların uzlaşmaz karşıtlıklarına temel olan tüm toplumsal ilişkileri yıkmaktı.
M. Proudhon, ölümsüz düşünceleri, saf akıl kategorilerini bir yana, insanoğlunu ve onun pratik yaşamını, ki bu yaşam M: Proudhon'a göre bu kategorilerin uygulanmasıdır, öteki yana koyduğundan, kişi onda, daha baştan, yaşam ile düşünceler arasında, ruh ile beden arasında bir ikicilik bulur, birçok biçimlerde tekrar tekrar ortaya çıkan bir ikicilik. şimdi artık bu uzlaşmaz karşıtlığın, kendi tanrılaştırdığı kategorilerin layik kökenini ve layik tarihini anlamakta M. Proudhon'un gösterdiği yeteneksizlikten başka bir şey olmadığını görebilirsiniz.
Mektubum, daha şimdiden, M. Proudhon'un, komünizme karşı çıkardığı tezlerden sözetmeme olanak vermeyecek kadar uzadı. Şu an için siz de kabul edersiniz ki, toplumun bugünkü durumunu anlamamış bir kişiden, bu toplumu yıkmaya yönelen hareketi ve bu devrimci hareketin sözlü ifadelerini anlaması hiç beklenemez.
Mösyö Proudhon'a bütünüyle katıldığım
biricik nokta, duygusal sosyalizan hayalcilikten hoşlanmayışıdır. Kendisinden önce, ben de, bu duygusal, ütopyacı, ahmak sosyalizmle alay etmekten ötürü üzerime hayli düşmanlık çekmiştim. Ama, Örneğin Fourier'nin, bizim değerli Proudhon'umuzun gösterişli yavanlıklarından çok daha ötelere varan sosyalist duygusallığına karşı, kendi küçük burjuva duygusallığını —onun yuva, karı koca sevgisi ve bütün bu gibi baya ğılıklar üstüne ettiği şatafatlı laflardan sözediyorum— koymakla M. Proudhon, kendisini garip bir biçimde aldatmış olmuyor mu? Kendi tezlerinin boş şeyler olduğunun, bu konulardan
(sayfa 635) sözetmekteki kesin yeteneksizliğinin o denli tam bilincindedir ki, şiddetli öfke, bağırıp çağırma ve haklı hiddet krizlerine kapılıyor, ağzı köpük köpük küfrediyor, suçluyor, rezalet, cinayet diye bağırıyor, Tanrının ve insanların önünde göğsüne vura vura sosyalist kepazeliklere bulaşmamış olmakla övünüyor! Sosyalist duygusallıkları, ya da kendisinin öyle kabul ettiği şeyleri ciddi bir biçimde eleştirmiyor. Kutsal bir kişiymiş, bir papaymış gibi zavallı günahkarları aforoz ediyor ve küçük burjuvazinin ve aile ocağının o zavallı ataerkil ve aşikane kuruntularının zafer türkülerini çağırıyor. Ve bu, bir raslantı degildir. M. Proudhon, tepeden tırnağa, küçük burjuvazinin filozofu ve iktisatçısıdır. İlerlemiş bir toplumda
küçük burjuvazi, kendi durumu gereği, bir yandan bir sosyalist, öte yandan ise bir iktisatçıdır; yani büyük burjuvazinin görkemi karşısında gözleri kamaşırken, halkın çektiklerine karşı da sempati besler. Aynı anda hem burjuva ve hem de halk adamıdır. Tarafsız kalmış olmaktan ve bayağılıktan başka bir şey olduğunu öne süren doğru dengeyi bulmuş olmaktan ötürü, yüreğinin derinliklerinde, kendi kendisiyle övünmektedir. Bu türden bir küçük burjuva çelişkiyi yüceltir, çünkü kendi varlığının temeli çelişkidir. Bizzat kendisi, eylem içindeki toplumsal çelişkiden başka bir şey değildir zaten. Pratikte içinde bulunduğu durumu, teorik olarak da savunmalı ve haklı çıkarmalıdır, ve M. Proudhon da, Fransız küçük burjuvazisinin bilimsel yorumcusu olma erdemine sahiptir — gerçek bir erdem, çünkü küçük burjuvazi, yaklaşmakta olan tüm toplumsal devrimlerin kopmaz bir parçası olacaktır.
Bu mektupla birlikte, size, ekonomi politik konusundaki kitabımı
[337] da gönderebilmeyi isterdim, ama bu yapıtın ve size Brüksel'de sözünü etmiş olduğum Alman filozoflarının ve sosyalistlerinin eleştirisini
[2] bastırmak şu ana dek benim için mümkün olmadı. Bu tür bir yayın, Almanya'da, bir yanda polisin, öte yanda da saldırmakta olduğum bütün eğilimlerin bizzat ilgili temsilcileri olan kitapçıların çıkardığı ne büyük zorluklarla karşılaşıyor, inanmazsınız. Bizim kendi partimize gelince, yalnızca zayıf olmakla kalmıyor, Alman
(sayfa 636) Komünist Partisinin büyük bir kesimi de, ütopyalarına ve şatafatlı sözlerine karşı çıktığım için bana kızıyor. ...
İlk kez özgün Fransızcasıyla,
Yazışmalarıyla M. M. Stasyuleviç ve Çağdaşları
(c. III, St. Petersburg 1912) adlı kitapta yayınlanmıştır
MARX'TAN NEW YORK'TAKİ J. WEYDEMEYER'E
Londra, 5 Mart 1852
... Ve bana gelince, modern toplumdaki sınıfların ya da bunlar arasındaki savaşımın varlığını keşfetmiş olma onuru bana ait değildir. Burjuva tarihçileri bu sınıf savaşımının tarihsel gelişimini, burjuva iktisatçılar da sınıfların ekonomik anatomisini benden çok önce açıklamılşlardır. Benim yeni olarak yaptığım: 1)
Sınıfların varlığının ancak
üretimin gelişimindeki belirli tarihsel evrelere bağlı olduğunu; 2) Sınıf savaşımının zorunlu olarak
proletarya diktatörlüğüne vardığını; 3) bu diktatörlüğün kendisinin
bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve
sınıfıiz bir topluma geçişten başka bir şey olmadığını tanıtlamak olmuştur.
Tamamı ilk kez
Jungsozialistische Blätter'de
(1930) yayınlanmıştır
MARX'TAN MANCHESTER'DEKİ ENGELS'E
Londra, 16 Nisan 1856
... Önceki gün
People's Paper'in
[323] yıldönümünü kutlamak üzere küçük bir ziyafet vardı. Şu sıra gerektiği için ve özellikle (Gazetede de duyurulduğu gibi) bütün mülteciler içinde
yalnızca ben çağrılmış olduğum ve bütün ülkelerdeki proletaryanın egemenliğini selamlamak üzere ilk kadehi kaldırmak bana düştüğü için, bu kez çağrıyı kabul ettim. Böylece, küçük bir İngilizce konuşma yaptım, ama bana kalsa bastırmazdım.
[3] Aklımdan geçirdiğim amaç gerçekleşti.
(sayfa 637) Toplantı biletini 2s. 6d.'ye almak zorunda kalmış olan M. Talandier ve geri kalan Fransız ve öteki mülteciler avanesi, bizim çartistlerin yegane "içten" müttefikleri olduğumuza, ve açık gösterilerden kaçınıyor ve çartizmle açıkça flört etmeyi Fransızlara bırakıyor olmamıza karşın, tarihsel olarak zaten bize düşen konumu herhangi bir anda tekrar elde etme gücüne sahip olduğumuza kendilerini inandırmışlardı. Bu daha da zorunlu bir hale gelmişti, çünkü Pyat'ın başkanlığı altındaki 25 Şubat toplantısında o cahil
Scherzer (eski dost) öne çıkıp, gerçekten berbat Straubinger üslubuyla, kendilerini (cahilleri) güç bir durumdayken terketmiş bulunan ve böylece öteki ulusların önünde kendilerini itibardan düşürmeye zorlamış olan Alman "bilginlerini" "entelektüel işçileri" suçladı. Bu Scherzer'i Paris günlerinden bilirsin. Dost
Schapper ile daha başka görüşmeler yaptım ve kendisinin çok tövbekâr bir günahkâr olduğunu gördüm. Son iki yıldaki inziva yaşamı, zihni melekelerini bilemiş gibi görünüyor. Her durumda bu adamı elde bulundurmakta, ve daha çok Willich'in ellerinden uzak tutmakta her zaman için yarar olabileceğini takdir edersin. Schapper şimdi Windmill Street'teki cahillere
[338] çok kızgın.
Steffen'e gönderdiğin mektupla ilgileneceğim. Levy'nin mektubunu da kendi elinde tutmalıydın. Bana geri göndermeni istemediğim bütün mektuplara ilişkin olarak genellikle böyle davran. Ne kadar az postaya verilirlerse o kadar iyi. Rhine eyaleti konusunda seninle tamamıyla aynı görüşteyim. Bizim için talihsizlik olan şey, "anayurda ihanet" kokan bir şeyi uzaktan hayal-meyal seçiyor olmam. Bu, Berlin'deki olayların akışına, Mayence Clubbistlerin
[339] eski devrimdeki durumlarına benzer bir durum içine itilip itilmeyeceğimize çok bağlı olacaktır. Bu çok zor bir durum yaratır. Biz ki, Rhine'in öteki yakasındaki değerli kardeşlerimiz konusunda çok şey biliriz! Almanya'da her şey, proleter devrimin Köylü Savaşının bir ikinci baskısıyla desteklenmesi olanağına bağlı olacaktır. O zaman durum son derece güzel olacaktır. ...
(sayfa 638)
Tamamı, ilk kez, Rusca olarak
K. Marx ve F. Engels Yapıtlar'da
(Birinci Baskı, c. XXII, 1929)
yayınlanmıştır
MARX'TAN RYDE'Kİ ENGELS'E
[Londra,] 25 Eylül 1857
... "Army"nin
[4] çok güzel olmuş; ancak hacmini görünce kafama bir şeyle vurulmuş gibi oldum, çünkü bu kadar çok çalışmak sana epey zarar vermiş olmalı. Çok geç saatlere kadar çalışacağını bilseydim, bütün bunlara boş vermeyi yeğlerdim.
Army'nin tarihi, bizim üretici güçlerle toplumsal ilişkiler arasındaki bağ konusundaki anlayışımızın doğruluğunu herhangi başka bir şeyden daha açık bir biçimde ortaya koyuyor. Genel olarak, ordu, iktisadi gelişme için önemlidir. Örneğin, eskilerin ilk kez eksiksiz bir ücret sistemi geliştirmeleri ordu içinde olmuştur. Buna benzer bir biçimde, Romalılar arasında da
peculium castrense,
[5] aile babalarının dışında kalan kimselerin taşınabilir mülk üzerindeki haklarının tanındığı ilk yasal biçim olmuştur.
Fabri korporasyonundaki lonca sistemi de öyle. İlk kez büyük ölçekte makine kullanımı da burada. Madenlerin özel değerleri ve bunların para olarak kullanılması bile —Grimm'in taşdevri sona erer ermez— başlangıçta bunların askeri önemine dayandırılmış gözükmektedir. Bir dal
içersindeki işbölümü de ilk kez ordular içinde gerçekleştirilmişti. Burjuva toplumunun aldığı biçimlerin tüm tarihi burada çok çarpıcı bir biçimde özetlenmiştir. Eğer bir gün zaman bulabilirsen, sorunu bu açıdan işlemelisin.
Kanımca, anlatımında, gözden kaçmış noktalar yalnızca şunlardır: 1) Büyük çapta ve derhal kullanılmaya hazır ücretli askerlerin ilk kez Kartacalılarda görülmesi (kendi özel kullanımımız için, ancak daha sonradan tanıdığım bir Berlinli tarafından yazılmış Kartacalı ordulara ilişkin bir kitap arayacağım). 2) Ordu sisteminin 15. ve 16. yüzyıllarda İtalya'daki gelişmesi. Herhalde taktiksel oyunlar burada geliştirilmişti. Makyavelli'nin, Floransa'nıin tarihinde Condottieri'nin
[340] birbirleriyle nasıl savaştıklanna ilişkin anlatılı
(sayfa 639) (senin için bir kopyasını çıkartacağım) son derece mizahi. (Hayır, Brighton'da seni görmeye geldiğimde —ne zaman?—, Makyavelli'nin cildini beraberimde getirmeyi yeğlerim. Onun Floransa tarihi bir şaheser.) Ve, son olarak, 3) ilk kez Persliler arasında, sonradan çok çeşitli biçimlerde tadilata uğramış olsa bile, Moğollar, Türkler, vb. arasında görüldüğü biçimiyle asyatik askeri sistem. ...
(sayfa 640)
İlk kez Der Briefwechsel zwischen
F. Engels und K. Marx'ta
(Bd. II, Stuttgart 1913) yayınlanmıştır
MARX'TAN HANOVER'DEKİ L. KUGELMANN'A
[Londra], 23 Şubat 1865
Sevgili dost,
Bana çok ilginç gelen mektubunu dün aldım ve ortaya attığın ayrı ayrı noktaları şimdi yanıtlayacağım.
İlkin
Lassalle'a karşı olan tavrımı kısaca anlatayım. Ajitasyonda bulunduğu sıralar: 1) üzerine bir de benim yazılarımdan ve başkalarınınkinden yaptığı en utanmazca çalıntıları eklediği kendi kendini öven palavracılığı yüzünden; 2)
siyasal taktiklerini
mahkum ettiğim için; 3) kendisine, ajitasyonuna başlamazdan
önce bile, burada, Londra'da, bir "Prusya devleti"nin yapacağı doğrudan
sosyalist müdahalenin saçma olduğunu açıkça açıklamış ve "tanıtlamış" olmam yüzünden, aramızdaki ilişkiler kesildi. Yüzyüze geldiğimizde olduğu kadar, bana yazmış olduğu mektuplarda da (1848'den 1863'e kadar), hep, kendisinin benim temsil ettiğim partinin
(sayfa 493) bir yandaşı olduğunu açıklamıştır. Londra'da (1862'nin sonunda)
beni kandıramayacağından emin olur olmaz, benim ve eski partinin
karşısına "işçi diktatörü" olarak çıkmaya karar verdi. Bütün bunlara karşın, kısa süren kariyerinin sonlarına doğru, yaptığı ajitasyon bana gittikçe daha çok belirsiz bir nitelik alıyor gibi geldiyse de, bir ajitatör olarak yaptığı hizmeti teslim etmişimdir. Ani ölümü, eski dostluğumuz, Kontes Hatzfeldt'in acıklı mektupları, burjuva basınının sağlığı sırasında o denli korktukları bu kişi karşısındaki
alçakça küstahlığına duyulan öfke - bütün bunlar beni, sefil köre karşı kısa, ama Lassalle'ın yaptığı şeylerin özüne dokunmayan bir açıklama yayınlamaya itti
[6] (Hatzfeldt bu açıklamayı
Nordstern'e
[284] gönderdi.) Aynı nedenlerle ve bana tehlikeli görünen unsurları temizleyebilmek umuduyla, Engels ve ben,
Soc[ial]-Demok[rat]'a12 yazı yazmaya söz verdik (bu gazete
Çağrı'nın çevirisini yayınladı, ve gazeteden gelen istek üzerine, Proudhon'un ölümü dolayısıyla kendisi hakkında bir makale yazdım) ve Schweitzer'in bize
kendi yazıkurulunun tatminkar bir programını göndermesinden sonra, adlarımızın yazarlar arasında gösterilmesine izin verdik. Yazıkurulunun resmi olmayan bir üyesi bulunan
W. Liebknecht'in varlığı bizim için bir başka güvenceydi. Ne var ki, Lassalle'ın aslında partiye
ihanet ettiği çok geçmeden açığa çıktı - bunun kanıtları elimize geçti. Bismarck ile düzenli bir ilişki kurmuştu (elbette ki
elinde hiç bir güvence
olmaksızın). 1864 Eylülünün sonunda Hamburg'a giderek ve orada (deli Schramm ve Prusya polis ajanı Marr ile birlikte) Bismarck'ı Schleswig-Holstein'i ilhak etmeye, yani buranın "işçiler" adına ilhak olunduğunu ilan etmeye, vb. "zorlayacak"tı, bunun karşılığında da Bismarck genel oy hakkı ve birkaç sosyalist şarlatanlık için söz vermişti. Yazık ki, Lassalle bu komediyi sonuna kadar oynayamadı! Bu onu çok komik ve aptalca bir duruma sokacaktı! Ve bütün bu türden girişimlere kesin bir son verecekti! Lassalle, işte böyle yoldan çıktı, çünkü kendisi Herr Miquel tipi, ama ondan daha bol biçilmiş ve daha büyük amaçlara
(sayfa 494) sahip bir "Realpolitiker"di. (
By the by,
[7] Miquel'i bir zamanlar öylesine her yönüyle tanıdım ki, ortalıkta boy göstermesi olgusunu, Ulusal Birliğin
[285] Hanoverli küçük bir avukat için sesini kendi dört duvarının ötesinde, Almanya'da duyurabilmesi için, ve böylelikle
"Prusya'nın" himayesi altında
"Hanoverli" Mirabeau rolünü oynayarak kendi şişirilmiş
"gerçekliğini" memleketi Hanover'de, geçmişi de kapsar bir biçimde geçerli kılmak için mükemmel bir araç sağlıyor oluşuyla açıklayabilirim.) Miquel ve onun bugünkü dostları Prusya Prensi Regent'in Ulusal Birliği birleştirmek ve "Prusya'nın tepesi"ne perçinlenmek üzere başlattığı "yeni çağ"a
[286] nasıl sarıldılarsa, kendi "burjuva onurlarını" genel olarak nasıl
Prusya'nın himayesi altında geliştirdilerse, Lassalle da, Uckermark'lı Philip II ile birlikte proletaryanın Marquis Posa'sı
[287] rolünü oynamak istedi; Bismarck da onunla Prusya Krallığı arasında aracılık yapacaktı. Lassalle yalnızca Ulusal Birlikteki bayları taklit etti. Ama bunların, orta sınıfların çıkarları gereği; Prusya "gericiliği"ne başvurmalarına karşılık, Lassalle, proletaryanın çıkarları gereği, Bismarck'la el sıkışıyordu. Burjuvazinin ancak burnunun dibindeki çıkarları
"gerçek" diye kabul etmeye alışmış olması ve aslında bu sınıfın her yerde, feodalizmle bile, bir uzlaşmaya varmış olması bakımından, bu baylar, Lassalle'dan daha sağlam dayanaklara sahiptiler, oysa eşyanın doğası gereği, işçi sınıfı, içtenlikle "devrimci" olmak zorundadır.
Lassalle gibi sahnedeymişçesine gösterişçi (ama makam, belediye başkanlığı vb. gibi beş para etmez değersiz şeylerle satınalınamayan) bir tip için, bu çok çekici bir düşünceydi: Ferdinand Lassalle'ın doğrudan doğruya proletarya adına girişeceği bir eylem! Lassalle, aslında, böyle bir eylemin kendi kendisini eleştirici olması için gerekli gerçek iktisadi koşullar konusunda çok bilisizdi. Öte yandan, Alman işçiler, 1849-59 gericiliğine göz yummasına ve halkın uyuşturulmasına seyirci kalmasına yolaçmış bulunan alçakça
"pratik siyaset"ten, kendilerini, bir sıçrayışta, vaadedilmiş ülkeye götürmekten sözeden böyle şarlatan bir kurtarıcıyı, Alman burjuvazisini, selamlamayacak kadar
"perişan" durumdaydılar.
(sayfa 495)
Yukarda ucunu kaçırdığımız ipi gene tutalım. Hatzfeldt'in Lassalle'ın "vasiyetini" nihayet yerine getirmeyi arzuladığı açığa çıktığında,
Social-Demokrat henüz kurulmuştu. Kendisi Bismarck'la, (
Kreuz-Zeitung'dan
[288]) Wagner aracılığıyla ilişki kuruyordu. "İşçi Derneğini" (Genel Alman İşçi Derneği
[289]),
Social-Demokrat'ı, vb. ele geçirdi. Schleswig-Holstein'ın ilhakı
Social-Demokrat'ta ilan edilecekti, Bismarck'ın genel planda hami olduğu kabul edilecekti, vb.. Bu güzel planın tamamı
bozuldu, çünkü Berlin'de ve
Soc[ial]-Demok[rat]'ın yazıkurulunda Liebknecht vardı. Lassalle'ın putu karşısında yaltaklanması, zaman zaman Bismarck'la flört etmesi, vb. yüzünden, Engels ve ben gazetenin yazıkurulundan hoşnut değildiysek de, Hatzfeldt'in çevirdiği entrikaları bozmak ve işçi partisinin bütün bütün bir uzlaşma içine girmesine engel olmak için, kamuoyu önünde bu gazeteden yana tavır alınması elbette daha önemliydi, Böylece, kişi olarak,
Social- Demokrat'a, İlericiler'e
[290] olduğu kadar Bismarck'a karşı da çıkması gerektiğini durmadan yazıyor olmamıza karşın,
bonne mine a mauvais jeu yaptık.
[8] Lassalle'ın vasiyeti ile kendisine miras kalan önemli kişi olmayı çok ciddiye alan o yapmacıklı züppe Bernhard Becker'in
İnternational Workingmen's Association'a
karşı çevirdiği entrikalara bile katlandık.
Bu arada Herr Schweitzer'in
Soc[iol]-Demok[rot]'taki makaleleri gittikçe bismarkçılaşmaya başladı. İlericilerin "dayanışma sorunu"nda
[291] sindirilebileceklerini, ama Dayanışma Yasalarının bütün bütün kaldırılmasına
Prusya hükümetinin hiç bir zaman, hiç bir koşul altında, rıza göstermeyeceğini, çünkü bunun bürokraside bir gedik açılması anlamına geleceğini, işçileri yasal olarak reşit kılacağını, hizmetçiler nizamnamesini
[292] paramparça edeceğini, soyluların kırsal bölgelerde uyguladıkları dayak cezalarını kaldıracağını, vb, vb. ve buna da Bismarck'ın hiç bir zaman izin veremeyeceğini, bunun
bürokratik Prusya devletine tümüyle ters düşeceğini kendisine daha önce yazmıştım. Meclisin Dayanışma Yasalarını reddetmesi halinde, hükümetin bu yasaları muhafaza etmek için
safsataya (örneğin toplumsal
(sayfa 496) sorunun "daha köklü" önlemler gerektirdiği, vb. yollu safsatalara) başvuracağını da ekledim. Bütün bunlar doğru çıktı. Ama Herr von Schweitzer ne yaptı? Gidip Bismarck
için bir makale yazdı ve bütün kahramanlığını Schulze, Faucer, vb. gibi son derece küçük insanlara sakladı.
Schweitzer'in ve ötekilerin
iyi niyet sahibi olduklarına inanıyorum, ama bunlar
"pratik politikacılar"dır. Bunlar mevcut koşulları gözönüne almayı istiyorlar ve "pratik politika"nın bu
ayrıcalığını yalnızca Miquel
et Comp. baylar terketmeye yanaşmıyorlar. (Bunlardan ikincisi, Prusya Hükümetiyle
intermixture[9] hakkını kendileri için saklı tutmak ister görünüyor.) Bunlar, Prusya'daki (ve dolayısıyla Almanya'nın geri kalan yerlerindeki) işçi basınının ve işçi hareketinin salt
par la grace de la police[10] varolduğunu biliyorlar. Bundan ötürü de, tıpkı bir Hohenzollern kayzeri de "beraberlerinde götürmek" isteyen bizim
"cumhuriyetçi" pratik politikacılarımız gibi her şeyi olduğu gibi kabullenmeyi ve hükümeti kışkırtmamayı vb. istiyorlar. Ama ben "pratik politikacı" olmadığımdan, Engels ile birlikte, (herhalde şu yakınlarda gazetelerden birinde göreceğin) açık bir duyuruyla,
Social-Demokrat'a, ayrılmak niyetinde olduğumuzu bildirmeyi gerekli buldum.
Aynı zamanda, benim şu anda Prusya'da neden hiç bir şey yapamayacağımı da anlamışsındır. Oradaki hükümet beni tekrar yurttaşlığa kabul etmeyi apaçık reddetti.
[293] Orada ancak Herr V. Bismarck'ın kabul edebileceği bir biçimde ajitasyon yapmama izin verilir.
Burada
İnternational Association yoluyla yaptığım ajitasyonu yüz kat yeğlerim. Bunun
İngiliz proletaryası üzerindeki etkisi doğrudan oluyor ve önemi de pek büyük. Burada
general suffrage question[11] konusunda harekete geçtik,44 ki
bunun buradaki anlamı, elbette, Prusya'dakinden bambaşka.
Bir bütün olarak bu "Birliğin" burada, Paris'te, Belçika'da, İsviçre'de ve İtalya'da gösterdiği ilerleme,
beklenenin çok üstünde. Lassalle'ın izleyicileri, buna doğal olarak
(sayfa 497) yalnızca Almanya'da karşı duruyorlar, bunlar: 1) sahip oldukları önemi yitirmekten delicesine korkuyorlar; 2) Almanların "pratik politika" dedikleri şeye benim kesinlikle karşı olduğumun farkındalar. (Almanya'yı bütün uygar ülkelerin gerisinde bıraktıran şey işte bu "pratiklik"tir.)
Üyelik kartı için bir şilin ödeyen herkes
member of the Association olabildiğinden; yasa onların bir "dernek" olarak bize bağlanmalarını önlediği için Fransızların bu
individual membership[12] yolunu seçtiklerinden
(ditto Belçikalılar);
[13] durum Almanya için de buna benzer olduğundan buradaki ve Almanya'daki dostlarımdan küçük
Societes[14] kurmalarını -kuruldukları yerlerdeki üye sayıları önemli değil- ve her üyenin
an English card of membership[15] almasını istemeye karar verdim. İngiltere'deki dernek
açık olduğundan, böyle bir yöntemin Fransa'da bile izlenmesine engel olacak hiç bir şey yoktur. Sen ve sana yakın olanlar, Londra ile bu şekilde bağlantı kurarsanız sevinirim...
İlk kez 1918'de,
Sozialistische Auslandpolitik,
n° 18'de yayımlanmıştır
MARX'TAN HANOVER'DEKİ L. KUGELMANN'A
Londra, 9 Ekim 1866
... Cenevre'deki ilk Kongre
[216] konusunda ciddi endişelerim vardı. Ama, bir bütün olarak, beklediğimden daha iyi sonuçlandı. Fransa, İngiltere ve Amerika'daki etkisi beklenmedik oldu. Oraya gidemezdim ve gitmek de istemedim, ama Londra delegeleri için o programı yazdım. Bu programı, kasıtlı olarak, işçilerin ivedi bir anlaşmaya varmalarına ve eylem birliği yapmalarına olanak veren ve sınıf mücadelesinin ve işçilerin bir sınıf olarak örgütlenmelerinin gereklerini doğrudan besleyen ve iti veren noktalarla sınırlı tuttum. Parisli baylar kafalarını en boş prudoncu safsatalarla
(sayfa 498) doldurmuşlardı. Bilim konusunda gevezelik ediyorlar ama bir şey bildikleri yok. Her türlü
devrimci eylemi, yani bizzat sınıf mücadelesinden çıkan eylemleri, her türlü yoğun, toplumsal hareketleri, ve dolayısıyla
siyasal araçlarla (örneğin işgününün
yasal olarak kısaltılması) gerçekleştirilebilecek olanları da hor görüyorlar.
Özgürlük ve anti-hükümetçilik ya da anti-otoriter bireycilik
bahanesi altında -en sefil despotizme onaltı yıl boyunca bu denli sessizce katlanmış ve hâlâ da katlanmakta olan!- bu baylar, fiilen, salt Proudhon'vari bir biçimde idealleştirilmiş sıradan burjuva iktisadı vaazediyorlar! Proudhon'un verdiği zarar çok büyük olmuştur. Ütopyacılara yönelttiği sahte eleştiri ve sahte muhalefet (bizzat kendisi bir küçük-burjuva ütopyacısından başka bir şey değildir, oysa bir Fourier'nin, bir Owen'in, vb. ütopyalarında yeni bir dünyanın sezgisi ve yaratıcı ifadesi vardır), ilkin
"jeunesse brilliante",
[16] öğrencileri, ardından işçileri, özellikle lüks nesneler üretiminde çalışan işçiler olarak eski döküntülere bilmeden "pek" bağlı olan Paris işçilerini kendine çekti ve yozlaştırdı. Bilisiz, boş yere, haddini bilmezlikle, gevezelikle, yaygaracı bir kendini beğenmişlikle her şeyi berbat etme noktasına vardılar, çünkü kendi üye sayılarıyla hiç bir ilişkisi olmayan sayılarla Kongreye koşuştular. Raporda, yeri geldiğinde, bunları bir güzel benzeteceğim.
Aynı sırada yapılan Baltimore'daki. Amerikan İşçileri Kongresi43 beni çok sevindirdi. Oradaki slogan, sermayeye karşı mücadele için örgütlenmekti, ve benim Cenevre için ortaya koymuş olduğum istemlerin çoğunun, işçilerin yerinde içgüdüleriyle, orada da ortaya atılmış olmaları kayda değerdir.
Bizim Merkez Konseyin ortaya koyduğu (
quorum magna pars fui[17]) buradaki reform hareketi, artık muazzam boyutlara erişmiş ve karşı konulmaz olmuştur.44 Kendim hep sahne gerisinde durdum ve bu işle daha fazla uğraşmıyorum, çünkü artık yürüyor...
(sayfa 499)
İlk kez Die Neue Zeit,
Bd. 2,n° 2, 1901-02'de
yayımlanmıştır
MARX'TAN HANOVER'DEKİ L. KUGELMANN'A
Londra, 11 Temmuz 1868
...
Centralblatt'a
[294] gelince, adam, eğer değer denilince bununla bir şey kastedecekse benim vargılarımın kabullenilmesi gerektiğini teslim etmekle, verebileceği en büyük ödünü veriyor. Bu talihsiz kişi, gerçek ilişkiler konusunda yaptığım tahlilin, kitabımda "sermaye" konulu bölüm olmasaydı bile, gerçek değer ilişkisinin kanıtını ve tanıtını gene de içerdiğini görmüyor. Değer kavramının tanıtlanması gerektiği yolundaki bütün gevezelikler, hem ele alınan konunun ve hem de bilimsel yöntemin hiç bilinmemesinden ileri geliyor. Değil bir yıl, birkaç hafta için bile olsa çalışmayı bırakması halinde, bir ulusun yokolacağını her çocuk bilir. Farklı gereksinmelere tekabül eden ürün miktarlarının farklı ve nicelik olarak belirli toplam toplumsal emek miktarları gerektirdiğini de gene her çocuk bilir. Toplumsal emeğin belirli oranlarda
dağılması yolundaki bu
zorunluluğun toplumsal üretimin
belirli bir
biçimiyle yokedilemeyeceği, olsa olsa bunun
görünüş biçimini değiştirebileceği
selt-evident'tir.[Ortadadır. -ç.] Hiç bir doğa yasası yokedilemez. Farklı tarihsel durumlar içinde değişebilen şey, yalnızca, bu yasaların kendilerini onun içinde ortaya koydukları
biçimdir. Ve toplumsal emeğin iç bağıntısının bireysel emek ürünlerinin özel değişimi içerisinde ortaya çıktığı toplum düzeninde, emeğin bu oransal dağılımının kendisini ortaya koyduğu biçim, bu ürünlerin
değişim-değeridir.
Bilim, değer yasasının kendisini nasıl ortaya koyduğunu göstermekten ibarettir. Öyle ki, bu yasayla görünürde çelişen bütün olgular daha baştan "açıklanmak" istendiğinde, bilim bilimden
önce sunulmak zorundadır. Ricardo'nun hatası, değer konusundaki birinci bölümünde40 bütün olanaklı ve daha geliştirilmesi gereken kategorileri, bunların değer yasasıyla uyum içinde olduklarını tanıtlamak üzere,
veri olarak almasıdır.
Oysa, senin de doğru olarak varsaydığın gibi,
teorinin tarihi, değer ilişkisi kavramının, azçok açık, azçok kuruntularla kuşatılmış ya da bilimsel olarak azçok belirli bir
(sayfa 500) biçimde,
her zaman aynı kalmış olduğunu gösterir. Düşünce sürecinin kendisi koşullardan doğduğundan, bizzat kendisi bir
doğal süreç olduğundan, gerçekten kavrayıcı olan düşünme hep aynı olmak zorundadır ve, düşünmeyi gerçekleştiren organın gelişmesi de dahil, gelişmenin olgunlaşmasına bağlı olarak, ancak yavaş yavaş değişebilir. Bunun dışında kalan her şey saçmalamak demektir.
Vülger iktisatçılar, günlük fiili değişim ilişkilerinin değerin büyüklüğü ile
doğrudan doğruya özdeş olamayacağı konusunda en ufak bir düşünceye sahip değillerdir. Burjuva toplumunun özü, üretimin
a priori bilinçli bir toplumsal düzenlenişinin bulunmayışındadır. Ussal ve doğal olarak zorunlu olan, kendisini, ancak gözleri görmeden işleyen bir ortalama olarak ortaya koyar. Böylece de, vülger iktisatçı, iç bağıntının ortaya koyduğunun tersine, görünüm olarak şeylerin farklı olduklarım övünerek ilan ettiğinde büyük bir keşifte bulunduğunu sanır. Aslında, görünüme sıkı sıkıya sarılmakla ve bunu nihai kabul etmekle övünmektedir. Öyleyse bilim diye bir şeye ne gerek var?
Ama sorunun bir başka perde gerisi daha var. İç bağıntı bir kez kavrandı mı, mevcut koşulların kalıcı zorunluluğuna olan teorik inanç, bunların pratikte yıkılmalarından önce yıkılır. Şu halde, burada, bu saçma kafa karışıklığım sürdürmek tamamıyla egemen sınıfların çıkarınadır. Ekonomi politik bir yana, oynayacak başka hiç bir bilimsel kozu olmayan dalkavuk gevezelere başka ne diye para ödensin ki?
Ama
satis superque.
[18] Bu, her halde, bu burjuva papazların nerelere kadar düştüklerini gösteriyor, işçiler, hatta fabrikatörler ve tüccarlar bile benim kitabımı anlar ve üstesinden gelirlerken, bu
"çok bilmiş kalem efendileri" (!) onların kavrayışlarını çok fazla zorlamamdan yakınıyorlar. ...
(sayfa 501)
İlk kez, kısaltılmış olarak
Die Neue Zeit, Bd. 2, n° 7,
1901-02'de; ve tam metin ve
Rusça olarak 1928'de,
Marx'ın Kugelmann'a Mektupları
adlı kitapta yayımlanmıştır
MARX'TAN HANOVER'DEKİ L. KUGELMANN'A
Londra, 12 Nisan 1871
... Dün Lafargue'ın (Laura'nın değil) şu anda Paris'te olduğu yolundaki hiç de yatıştırıcı olmayan haberi aldık.
18 Brumaire'imin son bölümünde, eğer yeniden okursan göreceğin gibi, Fransa'daki gelecek devrim girişiminin, şimdiye değin olduğu gibi, artık bürokratik ve askeri makineyi başka ellere geçirtmeye değil, ama onu
yıkmaya dayanacağını belirtiyorum. Kıta üzerindeki gerçekten halkçı her devrimin ilk koşuludur bu. Kahraman Parisli arkadaşlarımızın girişmiş bulundukları şey de, işte budur. Ne esneklik, ne tarihsel girişkenlik, ne özveri yeteneği ile bezenik şu Parisliler! Düşmandan daha çok iç ihanet tarafından altı ay boyunca aç kalıp yıkıma uğradıktan sonra, sanki Fransa ile Almanya arasında hiç savaş olmamış, sanki yabancı hep Paris kapılarında değilmiş gibi, Prusya süngüleri altında başkaldırıyorlar! Tarih daha böylesine büyük bir örnek görmedi! Eğer yenilirlerse, bunun nedeni yalnızca "ruh iyilik"leri olacak. İlkin Vinoy, ve sonra da Ulusal Muhafızın gerici öğeleri alanı boş bıraktıktan sonra, hemen Versailles üzerine yürümek gerekirdi. Vicdan titizliği yüzünden uygun zaman kaçırıldı. Sanki şu kötü Thiers ucubesi, Paris'i silahsızlandırmaya kalkışarak, daha önce başlatmamış gibi,
iç savaşı başlatmak istemedi. İkinci yanlış: Merkez Komite, yerini Komüne bırakmak üzere, görevlerini çok çabuk bıraktı. Gene çok büyük bir "onur" titizliği yüzünden! Ne olursa olsun, Paris ayaklanması, hatta eski toplumun kurtları, domuzları ve köpekleri tarafından boyuneğdirilecek olsa bile, partimizin Paris haziran ayaklanmasından sonraki en şanlı savaş başarısıdır. Cennetin fethine çıkan Paris titanları karşısında, ölüm şenlikleri ve kışla ve kilise, feodalite ve hele hamkafalılar, kokuları ile, Prusya-Almanya Kutsal Roma İmparatorluğu köleleri nedir ki.
Bu arada, L. Bonaparte'ın hazinesinden doğrudan para yardımı görenlerin listesini içeren
resmi yayında, Vogt'un
(sayfa 502) Ağustos 1859'da 40.000 frank aldığına ilişkin bir not var! Bu olguyu daha ilerde kullanılmak üzere Liebknecht'e ilettim.
Son zamanlarda yalnızca Almanya'dan değil, Petersburg'dan bile çeşitli kitapçıklar vb. zedelenmeden elime geçtiğine göre, bana
Haxthausen'i
[295] gönderebilirsin.
Bana göndermiş olduğun çeşitli gazeteler için teşekkürler. (Lütfen daha gönder, çünkü Almanya, Reichstag, vb. konusunda bir şeyler yazmak istiyorum.)
İlk kez kısaltılmış olarak,
Die Neue Zeit, Bd. 1, n° 23,
Stuttgart 1901-02'de, ve
tam metin olarak da 1928'de,
Marx'ın Kugelmann'a Mektupları
adlı kitapta yayımlanmıştır
MARX'TAN HANOVER'DEKİ L. KUGELMANN'A
[Londra], 17 Nisan 1871
Mektubun tam zamanında geldi. Şu anda elimde çok iş var. Onun için yalnızca birkaç söz.
13 Haziran 1849[296] vb. küçük-burjuva gösterilerini Paris'teki güncel mücadeleyle karşılaştırmanı hiç anlayamıyorum.
Eğer mücadeleye ancak son derece elverişli şanslarla girilmesi gerekseydi, tarihi yapmak elbette çok kolay olurdu. Öte yandan, eğer "raslantı"lar tarihte hiç bir rol oynamasalardı, tarih çok gizemsel bir nitelik taşırdı. Bu beklenmedik olaylar, evrimin genel gidişi içine elbette girer ve, başka beklenmedik olaylar tarafından denkleştirilmiş bulunurlar. Ama hareketin hızlanma ya da yavaşlaması, aralarında hareketi yönetmeye ilk çağrılan önderlerin niteliğinin de bulunduğu bu türlü "raslantı"lara çok bağlıdır.
Bu kez için, mutsuz ve kararlaştırıcı "raslantı"yı Fransız toplumunun genel koşullarında değil, ama Prusyalıların Fransa'daki varlıkları ve Paris'in burnu dibindeki konumlarında aramak gerekir. Parisliler bunu çok iyi biliyorlardı. Versailles burjuva itleri de bunu iyi biliyorlardı. İşte tastamam bu nedenle Parislileri ya vuruşmayı kabul etme, ya. da savaşmadan yenik düşme seçeneği karşısında bıraktılar. Son
(sayfa 503) durumda, işçi sınıfının moral bozukluğu, belli bir sayıdaki "önder"lerin yitiminden çok daha büyük bir mutsuzluk olurdu. Paris tarafından verilen kavga sayesinde, işçi sınıfının kapitalist sınıf ve kapitalist devlete karşı mücadelesi yeni bir evreye girmiştir. Bu kavganın sonucu ne olursa olsun, evrensel bir tarihsel önem taşıyan yeni bir çıkış noktası elde etmiş bulunuyoruz.
İlk kez kısaltılmış olarak,
Die Neue Zeit, Bd. 2, n° 23,
Stuttgart 1901-02'de, ve
tam metin olarak da 1928'de
Marx'ın Kugelmann'a Mektup!arı
adlı kitapta yayımlanmıştır
MARX'TAN NEW YORK'TAKİ F. BOLTE'A
[Londra], 23 Kasım 1871
...
Enternasyonal, sosyalist ya da yarı-sosyalist tekkelerin yerini işçi sınıfının gerçek bir mücadele örgütü alsın diye kurulmuştu. İlk Tüzük ve Kuruluş Çağrısı bunu daha ilk bakışta ortaya koymaktadır. Öte yandan, eğer tarihin akışı sekterliği yıkmamış olsaydı Enternasyonal varlığını koruyamazdı. Sosyalist sekterliğin gelişmesi ile gerçek işçi sınıfı hareketinin gelişmesi her zaman birbirlerine ters orantılıdırlar. Tekkeler (tarihsel olarak) ancak işçi sınıfı bağımsız bir tarihsel hareket için henüz olgun değilse haklı görülebilirler. Bu olgunluğa erişir erişmez, bütün tekkeler özünde gericidirler. Bununla birlikte, tarihin her yerde ortaya koyduğu şey Enternasyonalin tarihinde de yinelendi. Eskiyen şey, yeni edindiği biçim içerisinde, kendisini onarmaya ve varlığını sürdürmeye çalışır.
Ve Enternasyonalin tarihi,
Genel Konseyin, işçi sınıfının gerçek hareketine karşı Enternasyonal içerisinde tutunmaya çalışan tekkelere ve amatörce deneylere karşı
sürekli mücadelesiydi. Bu mücadele
kongrelerde, ama bundan da çok
Genel Konsey ile tek tek kesimler arasındaki özel
(sayfa 504) görüşmelerde yürütülmüştür.
Paris'te, prudoncular (karşılıkçılar
[297]) Birliğin kurucuları arasında bulunduklarından, orada dizginleri ilk birkaç yıl doğal olarak ellerinde tuttular. Daha sonraları ise, bunlara karşı, doğal olarak, kolektivist, pozitivist vb. gruplar kuruldu.
Almanya'da - Lassalle kliği. Ünlü Schweitzer ile birkaç yıl bizzat kendim yazıştım ve ona Lassalle'ın örgütünün salt sekter bir örgüt olduğunu ve bu haliyle Enternasyonalin uğrunda didindiği
gerçek işçi hareketinin örgütüne düşman olduğunu tartışma götürmez bir biçimde tanıtladım. Bunu anlamamakta kendine göre "gerekçeleri" vardı.
1868'in sonunda, Rus Bakunin, Enternasyonalin içinde "
Alliance de la Democratie Socialiste"
[298] adı altında
ve kendi önderliğinde bir ikinci Enternasyonal oluşturmak amacıyla
Enternasyonale katıldı. Kendisi -her türlü teorik bilgiden yoksun olan bu adam- bu ayrı organ içerisinde Enternasyonalin
bilimsel propagandasını temsil etme havalarına girdi, ve bu propagandayı,
Enternasyonal içindeki bu ikinci
Enternasyonalin özel işlevi haline getirmek istedi.
Kendi programı Sağdan ve Soldan üstünkörü derlenmiş bir bulamaçtı
-sınıfların eşitliği (!), toplumsal hareketin
başlangıç noktası olarak
miras hakkının kaldırılması (sensimoncu saçmalık), üyelere bir
dogma olarak dayatılan
tanrıtanımazlık vb., ve bir dogma olarak da
siyasal hareket karşısında prudoncu tarafsızlık.
Bu çocuk masalı, işçi sınıfı hareketinin gerçek koşullarının henüz pek az gelişmiş bulunduğu İtalya ve İspanya'da ve Latin İsviçresi'nde ve Belçika'daki birkaç kendini beğenmiş, muhteris ve boş doktriner arasında rağbet gördü (ve hâlâ da belli bir oranda tutuluyor).
Bay Bakunin'e göre, öğreti (Proudhon'dan, St. Simon'dan ve ötekilerden bölük-pörçük dilenerek derlediği saçmalık), ikincil bir sorun -kişisel olarak kendini gerçekli kılmanın salt bir aracı- idi ve öyledir. Teorisyen olarak bir hiç ise de, entrikacılıkta üzerine yoktur.
Genel Konsey yıllarca onun (belli bir ölçüde özellikle
Güney Fransa'daki Fransız prudoncular tarafından desteklenen) komplolarına karşı savaşmak zorunda kalmıştır.
(sayfa 505) Genel Konsey, en sonunda, 1., 2. ve 3., IX., XVI., XVII. Konferans kararlarıyla uzun zamandan beri hazırlanan darbesini indirdi.
[299]
Söylemeye gerek yok ki, Genel Konsey, Avrupa'da savaşmakta olduğu şeyi Amerika'da desteklemez. 1., 2., 3. ve IX. Kararlar, şimdi, New York Komitesine her türlü sekterliğe ve amatör gruplara bir son vermenin ve gerekirse bunları ihraç etmenin yasal silahlarını sağlamaktadır.
... İşçi sınıfının
political movement'ının
[19] nihai amacı, elbette ki, bu sınıfın
political power'ı
[20] ele geçirmesidir, ve bu da, doğal olarak,
Working class'ın
[21] belirli bir noktaya kadar geliştirilmiş ve onun iktisadi mücadelesinden doğan bir
previous organisation'ını
[22] gerektirir. Ama, öte yandan, içerisinde işçi sınıfının egemen sınıflara karşı bir
sınıf olarak ortaya çıktığı ve onlara
pressure from without[23] ile boyuneğdirmeye çalıştığı her hareket, bir siyasal harekettir. Örneğin belli bir fabrikada, hatta belli bir işkolunda grevler, vb. yoluyla tek tek kapitalistleri daha kısa bir işgününe zorlama girişimi, salt bir iktisadi harekettir. öte yandan bir sekiz saat, vb.
yasasını zorlama hareketi bir
siyasal harekettir. Ve bu şekilde, işçilerin tek tek iktisadi hareketlerinden her yerde bir
siyasal hareket, yani kendi çıkarlarını genel bir biçim içerisinde, genel, toplumsal olarak zorlayıcı kuvvete sahip bir biçim içerisinde dayatmayı amaçlayan bir
sınıf hareketi doğar. Bu hareketler belli ölçüde bir
previous[24] örgütlenmeyi öngörürlerse de, bunlar, bir yandan da, aynı ölçüde, bu örgütlenmeyi geliştirmenin bir aracıdırlar.
İşçi sınıfı örgütlenme bakımından henüz kolektif iktidara, yani egemen sınıfların siyasal iktidarına karşı nihai bir sefere kalkışacak kadar ilerlemişse, gene de, egemen sınıfların politikasına karşı sürekli ajitasyonla (ve düşmanca bir tutumla) bunun için eğitilmelidir. Yoksa, Fransa'daki Eylül devriminin
[300] gösterdiği gibi ve belli bir ölçüde Bay Gladstone
(sayfa 506) ve ortaklarının İngiltere'de günümüze dek başarıyla sürdürdükleri oyunun da tanıtladığı gibi onların elinde oyuncak olur.
İlk kez kısaltılmış olarak,
Briefe und Auszüge aus Briefen
von Joh. Phil. Becker,
Jos. Dietzgen, Friedrich Engels,
Karı Marx U. A. an F. A. Sorge
und Andere, Stuttgart 1906,
adlı kitapta; ve Rusça tam metin
olarak da 1935'te K. Marx ve
F. Engels, Yapıtlar, birinci baskı,
c. XXVl'da yayımlanmıştır
ENGELS'TEN MİLANO'DAKİ T. CUNO'YA
Londra, 24 Ocak 1872
... 1868'e kadar Enternasyonale karşı entrikalar çevirmiş olan Bakunin, Bern Barış Kongresinde215 büyük bir yenilgiye uğradıktan sonra Enternasyonale katıldı ve
onun içinde derhal Genel Konseye karşı tertiplere girişti. Bakunin'in prudonculukla komünizm karışımı, kendine özgü bir teorisi vardır. Birincisine ilişkin bellibaşlı nokta, kaldırılması gereken ana kötülük olarak sermayeyi, yani toplumsal gelişmeden doğmuş olan kapitalistlerle ücretli emekçiler arasındaki sınıf karşıtlığını değil,
devleti görmesidir. Sosyal-demokrat işçilerin büyük çoğunluğu, devlet gücünün egemen sınıfların -toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin- kendi toplumsal ayrıcalıklarını korumak için kendilerine sağladıkları örgütten başka bir şey olmadığı konusunda bizimle görüş birliği içinde oldukları halde, Bakunin, sermayeyi yaratanın devlet olduğunu, kapitalistin kendi sermayesine
ancak devletin bir lütfu olarak sahip olduğunu iddia ediyor. Dolayısıyla baş kötülük devlettir, ortadan kaldırılması gereken şey, her şeyden çok devlettir ve o zaman kapitalizm kendiliğinden cehennem olup gidecektir. Biz ise, tersine, şunu diyoruz: sermayeye, her türlü üretim araçlarının birkaç elde toplanmasına son verin, o zaman devlet kendiliğinden yokolacaktır. Aradaki fark özdedir: Önce bir toplumsal devrim olmadan devletin kaldırılması
(sayfa 507) saçmadır; sermayenin kaldırılması işte bu toplumsal devrim
dir ve tüm üretim tarzında bir değişikliği gerektirir. Mademki Bakunin için ana kötülük devlettir, o zaman devleti -bu devlet ister bir cumhuriyet, ister bir monarşi ya da herhangi bir başka şey olsun- canlı tutacak hiç bir şey yapılmamalıdır. Dolayısıyla
her türlü politikadan tamamen uzak durulmalıdır. Siyasal bir eylemde bulunmak, özellikle seçimlere katılmak, bu ilkenin çiğnenmesi olur. Yapılacak şey propaganda yapmak, devlete hakaretler yağdırmak, örgütlenmek, ve
bütün işçiler, dolayısıyla çoğunluk kazanılınca da, bütün otoriteleri defetmek, devleti kaldırmak ve onun yerine Enternasyonalin örgütünü koymaktır. Kıyametten önceki bin yıllık dönemi başlatacak olan bu büyük eylemin adı da
toplumsal tasfiyedir.
Bütün bunlar kulağa son derece radikal geliyor ve o kadar basit ki, beş dakikada ezberlenebilir; Bakunin'in teorisinin İtalya ve İspanya'da da genç avukatlar, doktorlar ve öteki doktrinerler arasında bu kadar çabuk yandaş bulmasının nedeni budur. Ama işçi yığınları kendi ülkelerinde halkı ilgilendiren şeylerin kendilerini de ilgilendirmediğine hiç bir zaman inandırılamayacaklardır; onlar doğal olarak
siyasidirler ve her kim ki onları siyaseti bir yana bırakmaları gerektiğine inandırmaya çalışır, sonunda kendisi bir yana atılır. İşçilere her türlü koşul altında siyasetten uzak durmaları gerektiğini vaazetmek, onları papazların ya da burjuva cumhuriyetçilerin kucağına atmak demektir.
Bakunin'e göre, Enternasyonal, siyasal mücadele için değil de, toplumsal tasfiye gerçekleşir gerçekleşmez eski devlet örgütünün yerini almak için kurulduğundan, bundan çıkan sonuç, Enternasyonalin bakuninci müstakbel toplum idealine olabildiğince yaklaşması gerekmektedir. Bu toplumda, her şeyden önce, hiç bir
otorite olmayacaktır, çünkü otorite -devlet- mutlak kötülüktür. (Bu insanlar, son kertede karar veren bir irade olmaksızın, en ufak bir yönetim olmaksızın, bir fabrikanın, bir demiryolunun nasıl işletileceği, bir geminin nasıl yüzdürüleceği konusunda ne düşünüyorlar, bunu elbet söylemiyorlar.) Çoğunluğun azınlık üzerindeki otoritesi de kalkmaktadır. Her birey ve her topluluk özerk olmaktadır; herkes kendi özerkliğinden bir
(sayfa 508) miktar özveride bulunmadıkça, yalnızca iki kişiden oluşan bir toplum bile nasıl olanaklı olacaktır, Bakunin bu konuda da susuyor.
Ve dolayısıyla Enternasyonal de bu biçimde düzenlenmelidir. Her kesim, ve her kesimdeki her birey özerk olacaktır. Genel Konseye tehlikeli ve kendisi için bile yıldırıcı bir otorite veren
Basle kararlarının[301] cehenneme kadar yolu var! Bu otorite özgür iradeyle verilmiş olsa bile,
mademki otoritedir, öyleyse kalkmalıdır!
Bu dolandırıcılığın kısaca bellibaşlı noktaları bunlardır işte. Peki ama Basle kararlarının yaratıcıları kimlerdir?
Bay Bakunin'in kendisi ve ortakları!
Bu baylar Basle Kongresinde Genel Konseyi Cenevre'ye taşıma, yani kendi ellerine geçirme planlarını uygulayamayacaklarını anlayınca, değişik bir yol izlediler. Bakuninci İtalyan basınında, örneğin bugün de
Proletario'da
[237] ve
Gazzettino Rosa'da
[302] bulacağınız bir bahaneyle, büyük Enternasyonalin içinde bir enternasyonal dernek olan
Alliance de la Democratie'yi kurdular: sıcakkanlı Latin ırklarına soğuk, ağır hareket eden Kuzeyliler için olandan daha ateşli bir programın gerekli olduğu iddia ediliyordu. Bu tasarı, Enternasyonal
içinde ayrı bir
uluslararası örgüte elbette gözyumacak durumda olmayan Genel Konseyin direnmesi yüzünden boşa çıktı. Bu tasarı, o günden beri, Bakunin'in ve avanesinin Enternasyonalin programının yerine elaltından Bakunin'in programını geçirme çabalarıyla bağlantılı olarak, çeşitli biçimler altında tekrar tekrar ortaya çıkmıştır. Öte yandan, Jules Favre ve Bismarck'tan Mazzini'ye kadar bütün gericiler, Enternasyonale saldırmak sözkonusu olunca, hep bakunincilerin saçma-sapan palavralarına sarılmışlardır. Mazzini ve Bakunin'e karşı yaptığım ve
Gazzettino Rosa'da da yayınlanan 5 Aralık tarihli açıklamamı zorunlu kılan da budur.
Bakunin güruhunun çekirdeği, Jura içinde peşlerinden sürükledikleri işçi sayısı ancak 200'ü bulan birkaç düzine insandan oluşmaktadır. Öncüleri, İtalyan işçilerinin sözcüleri pozlarında şu anda her yerde dolaşan İtalya'daki genç avukatlardan, doktorlardan ve gazetecilerden meydana gelmektedir; bunların soyundan birkaç kişi de Barselona ve
(sayfa 509) Madrid'de var, ve Lyons ya da Brüksel'de de zaman zaman -hiç bir zaman işçi olmayan- bir-ikisi görülüyor; burada
[25] bunlardan yalnızca bir tane var, Robin.
Olanaksız hale gelen kongrenin yerine, koşulların zorlamasıyla toplanan konferans,
[26] bunlar için bir bahane yarattı; ve İsviçre'deki Fransız mültecilerin çoğu, (prudoncular olarak) orada yakın akrabalar buldukları için ve kişisel nedenlerle onların safına geçtiklerinden, kampanyalarına hız verdiler. Hoşnutsuz azınlıklar ve farkedilmemiş dehalar, doğal olarak, Enternasyonal içinde her yerde bulunabilirler, ve onlar da bunlara güveniyorlardı ve haksız da değillerdi.
Şu anda bunların savaş gücü şöyledir: 1) Bakunin'in kendisi -bu kampanyanın Napoleon'u.
2) 200 juracı ve Fransız kesiminin 40-50 üyesi (Cenevre'deki mülteciler).
3) Brüksel'de
Liberte'nin
[303] editörü ama
açıkça onlardan yana
çıkmayan Hins.
4) Hiç bir zaman tanımadığımız ve zaten birbirine düşman üç parçaya bölünmüş olan Section Française de 1871'in
[304] kalıntıları. Sonra,
(kitle halinde Enternasyonalden çekilme önerileri yüzünden) hepsi de Alman kesiminden atılmış olan ve aşırı merkeziyetçilik ve katı örgütçülük savunucuları olarak anarşistler ve özerkçiler Birliğine pek güzel yaraşan 20 kadar Herr von Schweitzer türü lasalcı var.
5) İspanya'da, Bakunin'in, işçileri özellikle Barselona'da, hiç değilse teorik olarak, güçlü bir biçimde etkilemiş olan birkaç kişisel dostu ve yandaşı. Ama İspanyollar örgütlenme konusunda çok titizdirler ve bunun başkalarında eksik oluşunu derhal farkederler. Bakunin'in buradaki başarı şansının ne olduğu nisan ayındaki İspanyol Kongresine kadar anlaşılamaz, ve orada da işçiler ağırlıkta olacaklarından endişelenmem için bir neden yok.
6) Son olarak, İtalya'da, Jurin, Bologna ve Girgenti kesimleri, bildiğim kadarıyla, kongrenin
zamanından önce toplanmasından yana olduklarını açıklamışlardır. Bakuninci
(sayfa 510) basın buna 20 İtalyan kesiminin katıldığını iddia ediyor; bunları tanımıyorum. Her ne hal ise, hemen her yerde önderlik Bakunin'in dostlarının ve yandaşlarının ellerindedir ve bunlar korkunç bir patırtı kopartıyorlar. Ama daha yakından yapılacak bir inceleme, büyük bir olasılıkla, bunların peşinden gidenlerin kalabalık olmadığını açığa çıkartacaktır, çünkü uzun vadede İtalyan işçilerinin çoğunluğu hâlâ mazzinicidirler ve Enternasyonal orada siyasetten uzak durmakla özdeş tutulduğu sürece de öyle kalacaklardır.
Her ne ise, şu an için İtalya'da Enternasyonal içinde söz sahibi olanlar bakuninci güruhtur. Genel Konseyin bundan yakınmaya niyeti yoktur; İtalyanların istedikleri her türlü saçmalığı yapma hakları vardır, ve Genel Konsey onları salt barışçıl tartışmalarla etkisiz bırakacaktır. Daha henüz katılmış olan ve hiç bir şey bilebilecek durumda olmayan kesimlerin, özellikle anlaşmazlık konusunda,
her iki tarafı da dinlemezden önce, böyle bir konuda derhal yan tutmaları her ne kadar son derece garipse de, bunlar juracı anlamda bir kongreden yana olduklarını açıklama hakkına da sahiptirler! Turinlilere bu konudaki çıplak gerçeği söyledim ve buna benzer açıklamalarda bulunmuş olan öteki kesimler için de aynı şeyi yapacağım. Çünkü bu gibi her bağlılık açıklaması, Tamimde
[305] Genel Konseye karşı yapılmış olan asılsız suçlamaları ve yalanları dolaylı olarak onaylamak demektir. Kaldı ki, kısa bir süre içerisinde bu konuya ilişkin olarak Genel Konsey de kendi tamimini yayınlayacaktır.
Bu tamim çıkana kadar Milanlıların buna benzer bir açıklama yapmalarını önleyebilirsen, istediğimiz her şeyi yapmış olursun.
En komiği de, juracılardan yana olduklarını ilan eden ve dolayısıyla burada bizi otoritercilikle suçlayan bu aynı Turinlilerin, şimdi birdenbire Genel Konseyin Turin'deki rakip
Federazione Operaia'ya karşı şimdiye dek almadığı kadar otoriter önlemler almasını, Enternasyonalin üyesi bile olmayan
Ficcanaso'dan
[306] Beghelli'yi aforoz etmesini, vb. istemeleridir. Ve hem de
Federazione Operaia'nın bu konuda ne dediğini dinlemeden.
(sayfa 511)
Geçen pazartesi sana Jura tamimi ile birlikte
Revolution Sociale'yi,229 Cenevre'de çıkan
Egalite'nin
[110] bir sayısını (juracıların temsil ettikleri işçi sayısının yirmi katını temsil eden Cenevre
Comite Federal'in yanıtını
[307] içeren sayıdan ne yazık ki elimde kalmadı) ve bu konuya ilişkin olarak Almanya'dakilerin ne düşündüklerini gösterecek olan bir
Volksstaat gönderdim. Sakson Bölgesel Toplantısı -20 yöreden 120 delege-
oybirliği ile Genel Konseyden yana olduklarını açıkladılar.
[308]
Belçika Kongresi (25-26 Aralık) Tüzük değişikliği istiyor, ama olağan kongrede (Eylülde).
[309] Fransa'dan her gün bu konuda onay ifade eden açıklamalar alıyoruz. Burada, İngiltere'de, bu entrikalardan hiç biri elbette hiç bir destek bulmuyor. Ve Genel Konsey bir-iki kendini beğenmiş entrikacıyı hoşnut etmek için elbette olağanüstü bir kongre toplamayacaktır. Bu baylar yasal sınırlar içerisinde kaldıkları sürece, Genel Konsey onları seve seve kendi hallerine bırakacaktır. Çok farklı unsurlardan oluşan bu koalisyon çok geçmeden dağılacaktır; ama bunlar tüzüğe ya da kongre kararlarına karşı herhangi bir şey başlatacak olurlarsa, Genel Konsey de üzerine düşeni yapar.
Bu kimselerin tertiplerine, tam da Enternasyonale karşı genel bir kıyametin koparıldığı sıra girişmiş olduklarını hesaba katacak olursan, uluslararası polis köpeklerinin bu oyunda parmakları bulunduğunu düşünmemezlik edemezsin. Ve öyledir de. Cenevreli bakuninciler Bezeiers'te merkez polis görevlisini kendi muhabirleri olarak seçtiler! Önde gelen iki bakuninci, Lyons'dan Albert Richard ve Leblanc, buradaydılar ve bunlar, gene Lyons'dan olan ve işlemeye başladıkları Scholl adındaki bir işçiye Thiers'yi devirmenin tek yolunun Bonaparte'ı tahta geçirmek olduğunu söylemişler; ve bunlar mülteciler arasında
Bonaparte'ın tekrar tahta geçmesi için propaganda yapmak üzere
Bonaparte'ın parasıyla dolaşıyorlardı! Bu bayların siyasetten uzak durmak dedikleri şey budur işte! Berlin'de, Bismarck'ın paraca desteklediği
Neuer Social-Demokrat da aynı havadan çalıyor. Bütün bunların içine Rus polisi nereye
(sayfa 512) kadar karışmıştır, şu anda burıu su götürür bir soru olarak bırakacağım, ama Bakunin, Neçayev sorununa boğazına kadar bulaşmıştır (bunu elbette yadsıyor, ama elimizde özgün Rusça raporlar var ve Marx ve ben Rusçayı anladığımızdan, bize kül yutturamaz218). Neçayev ya bir Rus
ajan-provokatörüdür ya da öyleymişçesine davranmıştır. Dahası, Bakunin'in Rus dostları arasında her türden şüpheli kimseler vardır.
Yerini yitirmiş olmana çok üzüldüm. Senin Milan'da bulunmanın Enternasyonal için
kamuoyuna yapılan açıklamaların yaratacağı küçük etkilerden çok daha önemli olduğunu ve gizliden gizliye pek çok şeyin de başarılabileceğini belirterek, buna yolaçabilecek bir şey yapmana engel olmak için sana özellikle yazmıştım. Sana çeviriler bularak vb. yardımcı olabilirsem, bunu seve seve yaparım. Sadece bana hangi
dillerden hangi
dillere çeviri yapabileceğini ve senin için nasıl yararlı olabileceğimi bildir, yeter.
Demek o polis domuzlar benim fotoğrafıma da elkoydular. Senin için bir tane daha gönderiyorum ve senin de iki fotoğrafını göndermeni istiyorum, bunlardan biri Miss Marx'ı babasının bir fotoğrafını sana göndermeye razı etmeye yarayacak (birkaç iyi fotoğrafa hâlâ sahip olan tek kişi o).
Bakunin'le bağlantısı olan
bütün insanlar konusunda oldukça tedbirli olmanı da isteyeceğim. Birbirine destek olup entrika çevirmek bütün tekkelerde vardır.
Onlara vereceğin her bilginin o anda Bakunin'e iletileceğinden emin olabilirsin. Sözünü tutmanın ve benzeri şeylerin burjuva önyargılardan ibaret olması onun temel ilkelerinden birisidir, oysa gerçek bir devrimci, davaya hizmet edecek diye böyle bir şeye tenezzül etmez. Bunu Rusya'da açıkça söylüyor, Batı Avrupa'da ise bu gizli bir bilim.
Bana
gerçekten hemen yaz. Milan kesiminin öteki İtalyan kesimleri arasında yer almasını engellemeyi başarırsak çok iyi olur. ...
(sayfa 513)
İlk kez kısaltılmış olarak
F. Engels, Politisches Vermlichtnis.
Aus unceröffentlichten Briefen,
Berlin 1920'de, ve tam metin
olarak da 1925 yılında Berlin'de
Die Geselschaft, n° 11'de
yayımlanmıştır
ENGELS'TEN HUBERTUSBURG'DAKİ A. BEBEL'E
Londra, 20 Haziran 1873
İlkin senin mektubunu yanıtlıyorum, çünkü Liebknecht'inki hâlâ Marx'ta ve o da mektubu şu anda bulamıyor.
Bizim burada, senin cezaevinde bulunmanın, ne yazık ki, tamamıyla lasalcı olan parti yetkilileri tarafından
Volksstaat'ı "içten" bir
Neuer Social-Demakrat haline getirmek için kullanılacağından korkmamıza yolaçan Hepner'in mektubu değil, komitenin imzasını taşıyan York'un mektubu oldu. York, böyle bir niyetin bulunduğunu açıkça itiraf ediyordu ve Komite de yazıkurulunu atama ya da görevden alma hakkına sahip olduğunu iddia ettiğinden, tehlike gerçekten büyüktü. Hepner'in beklenen sınırdışı edilmesi bu tasarıları daha da güçlendiriyordu. Bu koşullar altında durumun ne olduğunu öğrenmemiz kesinlikle gerekliydi; bu mektubun nedeni de bu.
Partinin lasalcılık karşısındaki tavrına ilişkin olarak, hangi taktiklerin uygulanması gerektiğini sen elbette bizden daha iyi takdir edersin, özellikle özel durumlarda. Ama dikkate alınması gereken bir de şu var. Senin durumunda olduğu gibi insan Alman İşçileri Genel Birliğinin289 sahibi durumunda oldu mu, hasmını çok fazla gözetmeye başlaması kolaylaşır ve onu her şeyden önce düşünme alışkanlığı edinir. Ama Alman İşçileri Genel Birliği ile Sosyal-Demokrat İşçi Partisi, ikisi birlikte, Alman işçi sınıfının hâlâ çok küçük bir azınlığını oluşturuyorlar. Uzun deneyimlerle doğrulandığını gördüğümüz bizim düşüncemize göre, propaganda sırasındaki doğru taktik, kişinin şurada burada hasmından birkaç adam ve üye koparması değil, henüz harekete katılmamış olan geniş yığın üzerinde çalışmasıdır. Kişinin hamlıktan çekip çıkardığı tek bir bireyin ham gücü, partinin içine o hatalı eğilimlerinin mikrobunu hep kendileriyle birlikte getiren on lasalcı dönekten daha değerlidir. Ve eğer yığınlar ancak yerel önderleri olmaksızın kazanılabiliyorsa, o da olur. Ama kişi, her zaman, daha önceki görüşleriyle olmasa bile, daha önceki açıklamaları ile kendilerini bağlamış olan bu önderlerin tümünü birden pazarlığa çekmeli ve
(sayfa 514) her şeyden önce de bunların ilkelerini bir yana bırakmadıklarını, tersine Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin
gerçek lasalcılık vaazettiğini göstermelidir. Eisenach'ta
[310] olan ve o sıra belki de kaçınılmaz olan talihsizlik de buydu, ama bu unsurların partiye zarar verdiklerinden hiç kuşku yoktur ve ben o katılma olmasaydı partinin bugün en azından gene o kadar güçlü olmayacağından emin değilim. Her ne ise, eğer bu unsurlar takviye alsaydılar, bunu bir talihsizlik olarak görürdüm.
"Birlik" çığlıkları insanı yanıltmamalı. Bu sözcüğü dillerinden düşürmeyenler, tıpkı bugün İsviçre'de bütün bölünmeleri yaratmış olan Jura bakunincilerin birlik için olduğu kadar başka hiç bir şey için bu kadar gürültü koparmamaları gibi, çoğu kez ayrılık tohumlarını en çok ekenlerdir. Bu birlik fanatikleri, ya her şeyi belirsiz bir bulamaç haline getirmeye çalışan kaz kafalılardır - ki bunun gerçekleşmesine bir kez izin verildi mi, ayrılıkları çok daha katı zıtlıklar halinde tekrar ortaya atarlar, çünkü o zaman hepsi aynı kefeye gireceklerdir (Almanya'da işçilerle küçük-burjuvazinin uzlaşmasını vaazedenler bunun güzel bir örneğidirler) ya da bunlar bilmeden (örneğin Mülberger gibi) ya da bilerek hareketi çarpıtmak isteyenlerdir. İşte bundan ötürü en büyük sekterler ve en büyük kavgacılar ve sahtekarlar, belirli anlarda, birlik için en fazla bağırıp çağıranlardır. Yaşamımız boyunca kimse bize birlik çığırtkanları kadar yük olmamış ve oyun oynamamıştır.
Her parti önderliği doğal olarak başarılı olmak ister, ve bu çok iyi bir şeydir. Ama öyle durumlar vardır ki, kişi o anlık başarıyı daha önemli şeyler için feda edebilme yürekliliğine sahip olmalıdır. Özellikle nihai başarısı kadar kesin olan ve bizim yaşamımız sırasında ve gözlerimizin önünde bunca büyük bir gelişme göstermiş olan bizimki gibi bir parti için, anlık başarı hiç de her zaman ve mutlaka gerekli değildir. Örneğin Enternasyonali al. Komünden sonra muazzam bir başarı elde etti. Hep bir ağızdan kıyameti koparan burjuvazi ona mutlak kudret atfetti. Üyelerin büyük bir yığını, durumun sonsuza dek böyle gideceğini sandı. Biz bu balonun patlamak
zorunda olduğunu biliyorduk. Her türden ayaktakımı ona elattı. İçindeki sekterler küstahlaştılar ve en
(sayfa 515) aşağılık ve en aptalca şeyleri yapmalarına izin verileceği umuduyla Enternasyonali istismar ettiler. Buna izin vermedik. Balonun bir gün patlayacağını bildiğimizden, bizim için sorun, yıkımı geciktirmek değil, Enternasyonalin bundan bozulmadan ve çarpıtılmadan çıkmasını sağlamaktı. Balon Lahey'de patladı ve Kongre üyelerinin çoğunluğunun ülkelerine hayal kırıklığı ile döndüklerini biliyorsun. Bununla birlikte, evrensel kardeşlik ve uzlaşma idealini Enternasyonal içinde bulacaklarını sanmış olan bütün bu hayal kırıklığı içindeki insanlar, kendi ülkelerinde Lahey'de çıkmış olanlardan çok daha sert kavgalara girdiler. Sekter kavgacılar şimdi uzlaşma vaazediyorlar ve bizi geçimsiz ve diktatör olmakla suçluyorlar. Ama eğer Lahey'de uzlaşmacı bir tavır takınmış olsaydık, bölünmenin ortaya çıkmasını engellemiş olsaydık - bu nasıl bir sonuç verirdi? Sekterler, özellikle bakuninciler, Enternasyonal adına daha da büyük aptallıklar ve rezillikler yapmak için bir yıl daha elde etmiş olacaklar; en gelişkin ülkelerin işçileri tiksinti içinde yüzçevirecekler; balon patlamayacak ama ufak iğne delikleri yüzünden yavaş yavaş sönecek ve bunalımı nasıl olsa ortaya çıkaracak olan bir sonraki Kongre,
ilkeler Lahey'de zaten feda edilmiş olduklarından, en bayağısından kişisel çelişmelere indirgenecekti. O zaman gerçekten paramparça olacaktı -"birlik" yüzünden paramparça olacaktı! Bunun yerine artık çürümüş unsurlardan kurtulmuş olma onurunu taşıyoruz-. Son ve belirleyici oturumda hazır bulunan Komün üyeleri, hiç bir Komün toplantısının, kendileri üzerinde Avrupa proletaryasına ihanet edenleri yargılayan bu mahkeme oturumu kadar korkunç bir etki bırakmadığını söylüyorlar. On ay boyunca bütün enerjilerini yalan, iftira ve entrikaya harcamalarına izin verdik - ve şimdi neredeler? Bunlar, sözümona Enternasyonalin büyük çoğunluğunun temsilcileri, gelecek Kongreye gelemeyeceklerini kendileri açıklıyorlar. (Ayrıntılar bu mektupla birlikte
Volksstaat'a gönderilen makalede.)
[27] Ve eğer bunu tekrar yapmak zorunda kalsaydık, bir bütün olarak alındığında, bundan farklı davranmazdık - taktik hatalar elbet her zaman yapılır.
(sayfa 516)
Her ne ise, lasalcılar arasındaki etkin unsurların zaman içersinde kendiliklerinden size geleceklerini sanırım ve bu yüzden, birlik güruhunun yapmak istediği gibi, meyveyi olgunlaşmadan koparmak akıllıca olmayacaktır.
Dahası, Hegel, bundan çok önceleri şöyle demişti: Bir parti
bölünmekle ve bu bölünmeyi göğüsleyebilmekle muzaffer olduğunu tanıtlar.
[311] Proletaryanın hareketi zorunlu olarak değişik gelişme aşamalarından geçer; her aşamada bazı insanlar tükenirler ve daha sonraki ilerlemede yer almazlar; tek başına bu bile, Roma İmparatorluğundaki hıristiyan tarikatlarının en kötü baskılar altında yaptıkları gibi, birbirleriyle ölüm-kalım kavgaları sürdüren çeşitli parti gruplarında, "proleter dayanışma"nın her yerde niçin fiilen gerçekleştirildiğini açıklar.
Şunu da unutmamalısın ki, eğer örneğin
Neuer Social-Demokrat'ın aboneleri
Volksstaat'ınkinden daha çoksa, bu her
tekkenin zorunlu olarak fanatik olmasından ve bu fanatiklik sayesinde, özellikle yeni olduğu yörelerde (örneğin Schleswig-Hoistein'daki Alman İşçileri Genel Birliği gibi), hiç bir sekter sapıklık olmaksızın gerçek hareketi temsil eden partiden çok daha büyük, anlık başarılar elde edebilmesindendir. Bu yüzden de bu fanatiklik fazla sürmez.
Posta kapanacağından, ben de mektubuma son vermeliyim. Yalnız hemen şunu ekleyeyim: Fransızca. çeviri tamamlanana kadar (yaklaşık temmuz sonu) -ki kendisini çok yorduğundan bundan sonra kesinlikle dinlenmesi gerekir- Marx, Lassalle'la uğraşamaz. ...
[312] (sayfa 517)
İlk kez kısaltılmış olarak
F. Engels, Politisches Vermächtnis.
Aus unveröffentlichten Briefen,
Berlin 1920'de, ve Rusça
tam metin olarak da
Bolşevik, n° 10, 1932'de
yayımlanmıştır
ENGELS'TEN HOBOKEN'DEKİ F. A. SORGE'YE
Londra, 12-[17] Eylül 1874
Senin gidişin ile
[313] eski Enternasyonal varolmaktan büsbütün çıktı. Ve bu da iyi bir şey. O, tüm Avrupa'da egemen olan baskının, daha yeni yeni uyanan işçi hareketine birlik ve her türlü iç polemikten çekinme buyurduğu İkinci İmparatorluk dönemine ilişkindi. Proletaryanın ortak kozmopolit çıkarlarının birinci plana gelebildikleri zamandı bu; Almanya, İspanya, İtalya, Danimarka, harekete ya daha yeni girmiş, ya da o sırada girmekte bulunuyorlardı. 1864'te, hareketin teorik niteliği, gerçeklikte tüm Avrupa'da, yani yığınlar içinde demek istiyorum, henüz çok belirsiz idi. Alman komünizmi henüz işçi partisi biçimi altında yoktu, prudonculuk kendi özel saplantılarına gösteriş yaptırabilmek için çok güçsüzdü. Bakunin'in yeni aşırılığı henüz kendi kafasında var olmamıştı; hatta İngiliz
trade-unionlar başkanları bile, harekete tüzük gerekçelerinde formüle edilmiş bulunan program temeli üzerinde girebileceklerini sanıyorlardı.
İlk büyük başarı, tüm bölüntülerin bu doğal birliğini bozacaktı. Başarı, her ne kadar Enternasyonal onu oluşturmak için parmağını bile kımıldatmadıysa da, söz götürmez bir biçimde onun çocuğu olan, ve Enternasyonalin de, bu ölçüde itiraza yer kalmayacak bir biçimde, ondan sorumlu tutulduğu, Komün oldu. Enternasyonal, Komünden ötürü, Avrupa'da manevi bir güç durumuna gelince, uyuşmazlık hemen başladı. Her eğilim, başarıyı kendi çıkarına sömürmek istiyordu. Sonunda, kaçınılmaz olan dağılma, geldi çattı. Yalnızca eski kapsamlı program doğrultusunda çalışmayı sürdürmeye gerçekten hazır olanların -Alman komünistlerinin- artan güçlerine karşı duyulan kıskançlık, Belçikalı prudoncuları serüvenci bakunincilerin kucağına attı. Lahey Kongresi her iki taraf için de fiilen bir son oldu. Enternasyonal adına hâlâ bir şeylerin yapılabileceği tek ülke Amerika idi, ve mutlu bir içgüdü ile yürütme oraya aktarılmıştı. Ama saygınlığı şimdi orada da tükenmiştir ve onu tekrar hayata getirmek için girişilecek her çaba delilik ve enerji kaybı olacaktır. Enternasyonal, on yıl boyunca
(sayfa 518) Avrupa tarihinin bir yönüne eğilmiştir -geleceği temsil eden yönü üzerinde- ve bu çalışmasından dolayı gurur duyabilir. Ama bu, eski biçimiyle yararlılığını tüketmiştir. Eskisine benzer bir yeni Enternasyonal yaratılması için, bütün ülkelerin proleterlerinin ittifakı, 1849-64 arasında olduğu gibi işçi hareketi üzerinde genel bir baskı gerekecektir. Proleter dünyası böyle bir şey için artık çok büyük, çok geniştir. Bundan sonraki Enternasyonalin -Marx'ın yazılarının etkilerini birkaç yıl göstermelerinden sonra- doğrudan doğruya komünist olacağına ve bizim ilkelerimizi ilan edeceğine inanıyorum.
(sayfa 519)
İlk kez kısaltılmış olarak
Briefe und Auszüge aus Briefen
von Joh. Phil. Becker, Jos. Pietzgen,
Friedriclı Engels, Karl Marx u. A.
an F. A. Sorge und Andere,
Stuttgart 1906'da. ve Rusça
tam metin olarak da
K. Marx ve F. Engels, Yapıtlar,
birinci baskı. c. XXVI, 1935'te
yayımlanmıştır
ENGELS'TEN BRESLAU'DAKİ W. BORGIUS'A
Londra, 25 Ocak 1894
Sayın Bay,
Sorularınızı aşağıda yanıtlıyorum:
1. Toplum tarihinin belirleyici temeli olarak kabul ettiğimiz ekonomik ilişkilerden, belli bir toplumda insanın, yaşama araçları üretiminin ve (işbölümü varolduğu sürece) ürünleri değişiminin biçimini anlıyoruz. Öyleyse, ekonomik ilişkiler,
tüm üretim ve ulaştırma
tekniklerini içerirler. Bizim yaklaşımımıza göre bu teknik, ayrıca değişim biçimi ve ondan öte, ürünlerin dağılımını ve buradan giderek kabile toplumlarının çözülmesinden sonra, sınıflara bölünüşü ve onun sonucunda egemenlik ve kölelik ilişkilerini ve onun da sonucu olarak devlet, politika, hukuk, vb.'yi belirler. Ekonomik ilişkiler, ayrıca üzerinde gerçekleştikleri
coğrafi temeli ve geçmişten -çoğu zaman yalnızca gelenek ya da
vis inetriae[28] nedeniyle- aktarılan ve yaşayan daha önceki ekonomik gelişme aşamalarının kalıntılarını da kapsar; ve elbette bu tür bir toplumu saran dış çevreyi de içine alır.
Sizin değindiğiniz gibi, teknik geni ölçüde bilimin durumuna bağlıysa, bilim de ondan daha çok tekniğin
durumuna ve
gereksinimlerine bağlıdır. Toplumun teknik gereksinmeleri olduğu zaman, o bilimi on üniversitenin yapacağından daha çok canlandırır. Tüm hidrostatik (Toricelli vb.), 16. Ve 17. yüzyıllarda İtalya'da dağ sellerinin düzenlenmesi yolundaki dirimsel gereksinmeden çıktı. Elektrik üzerine, ancak elektriğin teknik kullanımı bulunduktan sonra ussal bir şeyler biliyoruz. Ama, ne yazık ki, Almanya'da, bilimler tarihini, sanki bilimler gökten düşmüş gibi yazma alışkanlığı edinilmiş.
2. Biz ekonomik koşulları, tarihsel gelişmeyi son kertede belirleyen olarak görüyoruz. Ama ırkın kendisi ekonomik bir etmendir. Ancak bu bağlamda iki nokta gözden kaçırılmamalıdır:
a) Politik, hukuksal, felsefi, dinsel, yazınsal, sanatsal, vb. gelişme ekonomik gelişmeye dayanır. Ama bütün bunlar, birbirlerini olduğu gibi, ekonomik temeli de etkiler. Bu demek değildir ki ekonomik durum
nedendir, yalnızca o etkendir, bundan başka her şey ancak edilgen sonuçtur. Tersine, her zaman
son kertede ağırlığını koyan ekonomik zorunluluk temeli üzerinde bir etkileşim vardır. Örneğin devlet, koruyucu gümrükler, serbest ticaret, iyi ya da kötü mali sistem ile bir etki yapar; ve Almanya'nın 1648'den 1830'a değin sefil ekonomik durumundan kaynaklanan, kendisini önce
pietism[29] ile, sonra duygusallık, prenslere ve soylulara yaltaklanarak kulluk etme ile dışavuran Alman darkafalının aşırı beceriksizliği ve güçsüzlüğü bile ekonomik etkiden yoksun değildir. Bu ekonomik düzelmenin önündeki en büyük engellerden biriydi ve süreğen sefilliği dayanılmaz duruma getiren Devrime ve Napoléon savaşlarına dek sarsılmadı. Onun içindir ki, şurada burada salt kolaylık olsun diye düşünülmek istendiği gibi, ekonomik durumun otomatik bir etkisi yoktur, tersine, insanlar tarihlerini kendileri yaparlar; yalnız, kendilerini koşullayan verili bir çevrede ve önceden varolan edimsel ilişkiler temelinde. Bunlar arasında, tek başına sizi anlamaya götürecek ipucunu oluşturan ekonomik ilişkiler öteki -politik ve ideolojik- ilişkilerden ne denli çok etkilenebilir olurlarsa olsunlar, gene de, son kertede belirleyici olan ilişkilerdir.
b) İnsanlar, kendi tarihlerini kendileri yaparlar; ama henüz, genel bir plana göre, ve hatta belirli, örgütlü, verili bir toplum çerçevesi içinde, bir kollektif istence uyarak değil. İnsanların beklentileri birbiriyle çatışır ve işte tam da bu nedenle bütün bu toplumlar, tümleyeni ve açığa vuranı
raslantı olan
zorunluluk tarafından yönetilir. Burada kendini raslantı aracılığıyla ortaya koyan zorunluluk, gene sonal olarak ekonomik zorunluluktur. Bu bağlamda üzerinde durulması gereken, büyük adamlar denen sorundur. Şöyle şöyle bir adamın ve tam da ol adamın, belli bir zamanda, belli bir ülkede ortaya çıkışı, kuşkusuz yalnızca bir şanstır. Ama o eğer ortadan kaldırılırsa, ikame edilmesi gereği ortaya çıkar ve bu ikame, iyi ya da kötü, ama uzun zamanda bulunur. Napoléon'u, işte tam da o Korsikalıyı, bizzat kendi savaşlarıyla tükenen Fransa Cumhuriyetinin askeri diktatör olarak gereksinmesi raslantıydı; ama ortada bir Napoléon olmasaydı, onun yerini birinin dolduracak olduğunu, gerek duyulduğu zaman birinin mutlaka bulunduğu olgusu kanıtlamaktadır: Sezar, Augustus, Cromwell, vb.. Marks, materyalist tarih anlayışını keşfettiyse de, Thierry, Mignet, Guizot ve 1850'ye kadarki tüm İngiliz tarihçiler, bu yolda çaba gösterildiğinin kanıtıdırlar; aynı kavramın Morgan tarafından da keşfedilmiş olması, zamanın bu keşif için olgunlaşmış olduğunu ve bu kavramın keşfedilmesinin artık
gerekli hale geldiğini kanıtlar.
Tarihteki bütün diğer olumsallıklar [raslantılar] ve görünürdeki olumsallıklar [raslantılar] için böyledir. İrdelediğimiz alan ekonomiden ne denli uzaklaşır ve salt soyut ideolojininkine ne denli yaklaşırsa, gelişmesinin o denli raslantı gösterdiğini ve eğrisinin o denli zikzak çizdiğini görürüz. Ama eğrinin ortalama eksenini işaretlerseniz, dikkate alınan dönem ne denli uzun ve ilgilenilen alan ne denli geniş olursa, bu eksenin, ekonomik gelişme eksenine o denli yaklaştığını ve o denli koşut olma eğilimi gösterdiğini görürsünüz.
Almanya'da doğru anlamanın önündeki en büyük engel, ekonomik tarihin, yazında, sorumsuzca ihmal edilmesidir. Güç olan yalnızca, insanın kendisine okulda belletilen tarihsel nosyonlardan kurtulması değildir; bunu yaşması için gereken materyali bulup alması daha da güçtür. Örneğin, ihtiyar G. Von Gülich'in sayısız siyasal olgunun aydınlatılmasında yararı olan birçok bilgi içeren yorumsuz materyal koleksiyonunu kim okumuştur?
Aklıma gelmişken,
18 Brumaire'de Marks'ın verdiği iyi örnek, sanırım, sorularınıza oldukça iyi bir yanıt olacaktır, çünkü pratik bir örnektir. Dahası, gördüğüm kadarıyla konuların çoğuna ben zaten
Anti-Dühring I, bölüm 9-11'de; II, bölüm 2-4'de; III, bölüm 1'de; ya da "Giriş"te ve
Feuerbach'ın son bölümünde de değinmiştim.
Lütfen, yukarda söylediklerimi, kılı kırk yararak değerlendirmeyin, ama genel ilintiyi aklınızda tutun; bir yazıyı yayınlanmak üzere hazırlarken, sözcüklere gösterdiğim özeni, zamanımın olmayışı nedeniyle burada gösterememekten üzgünüm...
Dipnotlar
[1] Sonuçların sıralanması.
-ç.
[2] Marx ve Engels,
Alman İdeolojisi.
-Ed.
[3] Bkz: bu cildiln 604-606. sayfaları.
-Ed.
[4] Marx, Engels'in
New American Cyclopedia, Vol. II, 1858'de yayınlanan "Army" ("Ordu") konusundaki incelemesine değiniyor.
-Ed.
[5] Askerlikte oğul tarafından kazanılan mülk.
-ç.
[6] Karl Marx, "Stuttgart'taki
Beobachter Gazetesi Editörüne Mektup".
-Ed.
[7] Kaldı ki.
-ç.
[8] Kötü şeyleri görmezlikten geldik.
-ç.
[9] Birleşme.
-ç.
[10] Polisin izniyle.
-ç.
[11] Genel oy hakkı sorunu.
-ç.
[12] Tek tek üye olma.
-ç.
[13] Aynı şey Belçikalılar için de geçerli.
-ç.
[14] Dernekler.
-ç.
[15] Bir İngiliz üyelik kartı.
-ç.
[16] Parlak gençlik.
-ç.
[17] Benim büyük payım olan, (Virgil,
Aencid, Kitap II).
-Ed.
[18] Bu kadarı yeter de artar bile.
-ç.
[19] hareketinin.
-ç.
[20] Siyasal iktidar
-ç.
[21] İşçi sınıfının.
-ç.
[22] Ön örgütlenmesini.
-ç.
[23] Dışarıdan baskı.
-ç.
[24] Ön.
-ç.
[25] Londra'da.
-Ed.
[26] Engels, Enternasyonalin 187i'de Londra'da yapılan Konferansına değiniyor.
-Ed.
[27] F. Engels,
"Aus der Internationalen" (bkz: Karl Marx/Friedrich Engels,
Werke, Bd. 18, s. 472-75, Dietz Verlag, Berlin, 1962).
-Ed.
[28] Eylemsizlik (atalet) gücü. -ç.
[29] 17. Yüzyılın sonunda ve 18. yüzyılın ilk yarısında lutherci kilise içinde bir akım. Dinsel inancın dogmatik formüllerden daha yüce olduğunu öne sürüyordu. -Ed.
[336] I. Cilt'te yer alan mektuplar, K. Marx and F. Engels,
Selected Works (Progress Publishers, Moscow 1965, s. 517-530) adlı yapıttan Türkçeye çevrilmiştir.
[337] Marks, burada, yazmayı tasarladığı
Politikanın ve İktisadın Eleştirisi adlı yapıta değiniyor.
[338] Burada, merkezi 1850'lerde Great Windmill Street'te bulunan
Londra Alman İşçileri Eğitim Derneği'ne değiniliyor. Bu dernek Şubat 1840'ta Karl Schapper, Josef Moll ve Adalet Birliğinin öteki üyeleri tarafından kurulmuştur. 1849 ve 1850'de, Marks ve Engels bu derneğin çalışmalarına etkin bir biçimde katıldılar. Üyelerinin bir çoğunun sekter-merkezci Willich-Schapper hizbinden yana çıkmaları yüzünden, Marks ve Engels, 17 Eylül 1850'de birkaç yandaşlarıyla birlikte, Dernekten ayrıldılar. 1864'de Enternasyonalin kurulmasıyla Derngek, Londra'da, Enternasyonalin Alman kesimi oldu. Londra Eğitim Derneği, hükümet tarafından kapatıldığı 1918 yılına kadar varlığını sürdürdü. -638.
[339] Mainz (Mayence)'ın devrimci Fransız ordusu tarafından ele geçirilmesinden sonra Alman cumhuruyetçi demokratlar, Ekim 1792'de, Eşitlik ve Kardeşlik Dostları Kulübünü kurdular. Mainz kulüpçüleri, feodal sistemin kaldırılmasını, bir cumhuriyetin kurulmasını ve Ren'in sol yakasının devrimci Fransa'ya ilhakını savunuyorlardı. Bunların görüşlerini ne kent halkı ve ne de köylüler destekliyordu. Haziran 1793'te, Prusyalılar Mainz'ı aldıklarında, kulüpçüler eylemlerine son verdiler. -638.
[340] Condottieri — 14. ve 15. yüzyıllarda, İtalya'daki paralı asker birliklerinin önderleri. -638.
[284] Nordstern, - 1860-66'da Hamburg'da yayınlanan haftalık bir Alman gazetesi; 1863'te lasalcı bir çizgi izlemiştir. - 494.
[285] Ulusal Birlik, 15-16 Eylül 1859'da, Alman devletlerinin burjuva liberallerinin Frankfurt-on-Main'de topladıkları bir kongrede kurulmuştur. Bu birliğin kurucuları, Avusturya dışında kalan bütün A1manya'yı Prusya'nın egemenliği altında birleştirmeyi amaçlıyorlardı. 11 Kasım 1867'de, Kuzey-Alman Konfederasyonunun kurulmasından sonra Birlik kendisini dağıttığını ilan etti. -495.
[286] 1858'de Prusya Prensi Regent, Manteuffe1 hükümetini dağıttı ve ılımlı liberalleri iktidara getirdi. Burjuva basında buna
"yeni çağ" diye gösterişli bir ad takıldı; ama aslında Wilhelm'in politikası tamamıyla Prusya monarşisinin ve Junkerlerinin durumunu güçlendirmeye yönelikti.
"Yeni çağ", gerçekte, 1862'de iktidara gelen Bismarck'ın diktatörlüğüne giden yolu açmıştır. -495.
[287] Marquis Posa ve Philip II, Schiller'in
Don Karlos adlı piyesinde yeralan karakterlerdir. "Uckermark'lı Philip II" ile Wilhelm I kastediliyor. -495.
[288] Kreuz-Zeitung. - Günlük bir Alman gazetesi olan
Neue Preu Bische Zeitung'a başlığında yeralan ve Landwehr'in sembolü olan haç işareti yüzünden verilen ad. Bu gazete karşı-devrimci saray kliğinin ve Prusya Junkerlerinin organı olarak, Haziran 1848'de, Berlin'de çıkmaya başlamıştır. -496.
[289] Genel Alman İşçi Derneği. - Lassalle'ın etkin bir biçimde katılmasıyla 1863'te kurulan Alman işçilerinin siyasal örgütü. Bu dernek, lasalcıların ve ayzenahçıların (Liebknecht ile Bebel'in başında bulundukları partilerin) 1875'te Almanya Sosyalist İşçi Partisi olarak birleşmelerine kadar varolmuştur. -496, 514.
[290] İlericiler. - Haziran 1861'de kurulmuş olan Prusya burjuva partisinin üyelerine verilen ad. Bunlar Almanya'nın Prusya egemenliği altında birleştirilmesini, tüm-Alman Parlamentosunun toplanmasını ve Millet Meclisine karşı sonunda liberal bir hükümetin kurulmasını istiyorlardı. -496.
[291] Bu sorun, üretici yasalarının örgütlenmeyi ve grev yapmayı yasaklayan maddelerinin kaldırılmasını isteyen işçi gösterilerinin ardından, Ocak 1865'te, Prusya Landtag'ında ele alınmıştı. İlericiler, fabrika sahiplerinin işçileri dize getirmek amacıyla üretimi durdurmalarını yasaklayan 181. maddenin kaldırılmasını istiyorlardı. Aynı zamanda, kamuoyunun desteğini sağlamak için, işçilerin grev kışkırtıcılığı yapmalarını yasaklayan 182. maddenin de kaldırılmasını istiyorlardı. 14 Şubat 1865'te Landtag, işçilerin istemlerini dikkate almayarak yalnızca 181. ve 182. maddeleri kaldırmakla yetindi. -496.
[292] Bu, Marx'ın o sıra yürürlükte olan üretici yasalarına taktığı alaycı addır. Hizmetçiler için geçerli olan bu yasalar, 18. yüzyılda Prusya eyaletlerinde yürürlükte olan ve serf köylüler üzerinde Junkerlere kesin egemenlik tanıyan feodal yasalardı. -496.
[293] 1861 ilkyazında, Marx, tekrar Prusya yurttaşlığına kabul edilmesi için bir girişimde bulunmuş, ama Prusya yetkilileri kendisinin "kendi rızasıyla" Prusya yurttaşlığından ayrılmış olduğu gerekçesiyle bunu reddetmişlerdi. -497.
[294] Literarisches Centralblatt für Deutschland. - 1850-1944 yıllarında Leipzig'de yayınlanan haftalık bir Alman dergisi. -503.
[295] Haxthausen,
Über den Ursprung und die Grundlagen der Verfassung in den ehmals slavischen Landern Deutschlands imallgemeinen und des Herzogthums Pomern im hesondern, Berlin 1842. -503.
[296] 13 Haziran 1849'da bir küçük-burjuva partisi olan Montagne, İtalya'daki devrimin bastırılması için Fransız birliklerinin oraya gönderilmesini protesto amacıyla barışçıl bir gösteri düzenledi. Bu gösteri askeri birlikler tarafından dağıtıldı, Montagne önderlerinden birçoğu sürgüne gönderildi ya da Fransa'yı terketmek zorunda bırakıldı. -503.
[297] Karşılıkçılar. - 1860'larda prudoncular kendilerine bu adı veriyorlardı, çünkü çalışan halkı, karşılıklı yardım kooperatifleri, dernekleri vb. kurarak kurtarmayı öngören reformist küçük-burjuva planlar yapıyorlardı. -505.
[298] Alliance de la Democratie Socialiste. - Mihail Bakunin'in Ekim 1868'de Cenevre'de kurduğu uluslararası bir örgüt. Örgütün geçici komitesinde Bakunin'den başka Brasset, Duval, Guetat, Perron, Sagorski ve Johann Philipp Becker de yer alıyorlardı. -505.
[299] Burada 1871 'deki Londra Konferansının şu kararlarına atıf yapılıyor: "Ulusal Konseylerin Kurulması, vb." (Karar II, madde 1, 2, 3), "İşçi Sınıfının Siyasal Eylemi" (Karar IX), "Sosyal-Demokrasinin İttifakı" (Karar XVI), ve "İsviçrenin Fransızca Konuşan Kesimindeki Bölünme" (Karar XVII). -506.
[300] 300
4 Eylül 1870'te, Fransız ordusunun Sedan'da yenildiği haberi duyulunca, Paris halkı İkinci İmparatorluğun düşmesine ve cumhuriyetin ilanına yolaçan devrimci gösterilere girişmişti. Ama yeni kurulan Geçici Hükümette ılımlı cumhuriyetçilerle birlikte monarşistler de yer alıyordu. Paris askeri valisi Trochu'nun ve onun asıl yaratıcısı Thiers'nin başında bulundukları bu hükümet, ulusa ihanet etmiş ve dış düşmanla uzlaşmış, ve böylelikle de Fransız burjuvazisinin ve toprakbeylerinin teslimiyetçiliğini ve yığınlar karşısındaki korkaklıklarını ortaya koymuştur. -506.
[301] Basel Kongresinin (bkz: 100. not) Genel Konseyin yetkilerini genişleten örgütsel sorunlara ilişkin kararlarından sözediliyor. - 509.
[302] Gazzettino Rosa. - Günlük İtalyanca gazete. Sol-kanat mazzinicilerin organı; 1867-1873 arasında Milano'da çıkmıştır; 1871'de Paris Komününü desteklemiş ve Enternasyonalin belgelerini yayınlamıştır; 1870'ten itibaren bakunincilerin etkisinde kalmıştır. -509.
[303] La Liberte. - 1865'ten 1873'e kadar Brüksel'de yayınlanan demokrat bir Belçika gazetesi; 1867'den itibaren Enternasyonalin Belçika'daki yayın organlarından biri. -510.
[304] Section Française de 1871. - Fransız mülteciler tarafından Eylül 1871'de Londra'da kuruldu. Önderleri İsviçre'deki bakunincilerle yakın ilişkiler kurmuşlar ve Enternasyonalin örgütsel ilkelerine saldırmakta onlarla güçbirliği yapmışlardır. Tüzüğündeki bazı maddeler Enternasyonalin genel tüzüğüne uymadığı için bu kesim Enternasyonale kabul edilmemiştir. Bunun sonucu olarak da birkaç gruba bölünmüştür. -510.
[305] Bakuninci Jura Federasyorıunun 12 Kasım 1871'de Sonvillier'de toplanan kongresinde kabul edilen "Uluslararası İşçi Birliğinin Tüm Federasyonlarına Tamim". Bu tamim Londra Konferansının kararlarını ve Genel Konseyi tanımıyor ve Enternasyonalin Genel Tüzüğünü değiştirmek ve Genel Konseyi suçlamak üzere bütün federasyonların derhal bir kongrenin toplanmasın1 istemelerini öneriyordu. -511.
[306] Ficcanaso. - Günlük bir İtalyan hiciv gazetesi, 1868'den 1872'ye kadar Turin'de yayınlanmıştır, sol-kanat mazzinicilerin organı. - 511.
[307] "Sonvillier Kongresine Katılan Onaltıların Tamimine Latin Federasyonunun Yanıtı". -512.
[308] Sosyal-Demokratların
Sakson Kongresi. -6-7 Ocak 1872'de Chemnitz'de toplandı. Kongre, öteki şeyler yanında (genel oy hakkı, sendikaların kurulması), Sonvillier Tamimini (bkz: 305 not) ve Enternasyonal içindeki anti-anarşist mücadeleyi de görüştü. Kongre oybirliği ile Genel Konseyi destekledi ve Londra Konferansı karar1arını onayladı. -512.
[309] Enternasyonalin Belçika Federasyonunun 24-25 Aralık 1871'de Brüksel'de toplanan Kongresi, Sonvillier Tamimini tartışırken, İsviçre anarşistlerinin derhal bir genel kongrenin toplanması yolundaki istemlerini desteklemeyip Belçika Federal Konseyine Lahey Kongresinde görüşülmek üzere Enternasyonalin yeni Tüzük taslağını hazırlama talimatını verdi. -512.
[310] 7-9 Ağustos 1869'da
Eisenach'ta yapılan Alman, Avusturya ve İsviçre sosyal-demokratlarının tüm-Alman Kongresinde, programı genel anlamında Enternasyonalin ortaya koyduğu istemler doğrultusunda olan Alman Sosyal-Demokrat işçi Partisi kurulmuştu. -515.
[311] G. W. F. Hegel,
Phänomenologie des Geistes, "Die Wahrheit der Aufhlarung". -517.
[312] 1872-73'te Liebknecht ve Hepner, Marx'tan
Der Volksstaat'ta yayımlanmak üzere Lassalle'ın görüşlerini eleştiren bir broşür ya da makale yazmasını ısrarla istemişlerdir. -517.
[313] Ağustos 1874'te, La Haye Kongresinin bir kararı üzerine, Sorge, 1872'de New York'a taşınmış bulunan Enternasyonal Genel Konseyinden ayrıldı. İstifası, Eylül 1874'te resmen açıklandı. -518.