Karl Marx'ın
Capital, A Critical Analysis of Capitalist Productuon, Volume III,
(Progress Publishers, Moscow 1974) adlı yapıtını İngilizcesinden Alaattin Bilgi dilimize çevirmiş, ve kitap,
Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Üçüncü Cilt, adı ile, Sol Yayınları tarafından Şubat 1990 (Birinci baskı: Ağustos 1978) tarihinde yayınlanmıştır.
Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
DÖRDÜNCÜ KISIM
META-SERMAYENİN VE PARA-SERMAYENİN
TİCARET SERMAYESİNE VE PARA TİCARETİYLE
UĞRAŞAN SERMAYEYE DÖNÜŞMESİ
(TÜCCAR SERMAYESİ)
ONALTlNCI BÖLÜM
TİCARET SERMAYESİ
TÜCCAR ya da ticaret sermayesi, iki biçime ya da iki alt bölüme ayrılır; ticari sermaye ve para ticareti ile uğraşan sermaye; biz, bunları, şimdi, sermayeyi kendi temel yapısı içersindeki çözümlemelerimiz için gerekli oldukları ölçüde daha yakından inceleyeceğiz. Modern ekonomi politik, en iyi temsilcilerinin kişiliğinde bile, ticaret sermayesi ile sanayi sermayesini, aralarında hiç ayrım gözetmeksizin bir araya koyduğu ve gerçekte, ticaret sermayesinin kendine özgü özelliklerini tümüyle görmezlikten geldiği için, böyle bir inceleme daha da zorunlu hale geliyor.
Meta-sermayenin hareketleri İkinci Kitapta
[1*] incelenmiş bulunuyor. Toplumun toplam sermayesi ele alındığında, bunun bir kısmı –daima farklı öğelerden oluştuğu ve hatta büyüklük olarak değiştiği halde– her zaman piyasada paraya çevrilecek metalar biçiminde bulunur. Diğer bir kısım ise piyasada, metalara çevrilecek para biçiminde varolur. Daima bu geçiş, bu biçimsel başkalaşım süreci içersindedir. Dolaşım süreci içersindeki sermayenin bu işlevi, özel bir sermayenin özel bir işlevi
(sayfa 236) olarak ayrıldığı ve işbölümü sayesinde özel bir kapitalistler topluluğunun yerleşmiş bir işlevi halini aldığı ölçüde, meta-sermaye, ticari sermaye biçimine girer.
Ulaştırma sanayiinde, metaların dağıtıma hazır bir biçimde depolanma ve dağıtımının, ne ölçüde dolaşım sürecinde devam eden üretim süreçleri olarak görülebileceklerini daha önce (İkinci Cilt, Altıncı Bölüm, "Dolaşım Maliyetleri", 2 ve 3) açıklamış bulunuyoruz. Meta-sermayenin dolaşımıyla ilgili bu olay, bazan, tüccar ya da ticaret sermayesinin tamamen farklı işlevleriyle karıştırılır. Bazan bunlar uygulamada gerçekten de, bu farklı özgül işlevlerle bağlı haldedirler, oysa, toplumsal işbölümünün gelişmesiyle tüccar sermayesinin işlevi, arı bir biçim içersinde, yani gerçek işlevlerden ayrılmış ve bunlardan bağımsız bir biçim içersinde gelişmiştir. Amacımız, sermayenin bu özel şeklinin özgül farkını belirlemek olduğu için, bu işlevler zaten bizi ilgilendirmemektedir. Sırf dolaşım sürecinde iş gören sermaye olarak, özel ticaret sermayesi, kısmen bu işlevleri kendi özgül işlevleri ile birleştirir ve kendi arı biçimi içersinde görünmez. Biz onun kendi arı biçimini, bütün bu geçici işlevlerden sıyırdıktan sonra elde ederiz.
Sermayenin, meta-sermaye olarak varlığının ve piyasada dolaşım alanında meta-sermaye olarak geçirdiği başkalaşımların –satınalma ve satıştan, meta-sermayenin para-sermayeye ve para-sermayenin meta-sermayeye çevrilmesinden oluşan başkalaşımların– sanayi sermayesinin yeniden-üretim sürecinde, dolayısıyla bütünüyle üretim sürecinde bir evre oluşturduğunu görmüş bulunuyoruz. Bununla birlikte, bu sermayenin, dolaşım sermayesi şeklinde işlev yaparken, üretken sermaye şeklinde işlev yaptığından farklı bir durumda olduğunu da görmüş bulunuyoruz. Bunlar aynı sermayenin iki farklı ve ayrı varlık biçimleridir. Her ne kadar her bireysel sermaye, meta-sermaye olarak kendi varlığıyla ve meta-sermaye olarak geçirdiği başkalaşımlarla yalnızca durmadan kaybolan ve durmadan yenilenen düğüm noktalarını, yani kendi üretim sürecinin devamlılığında birer geçiş aşamasını temsil ediyorsa da, ve her ne kadar piyasadaki meta-sermaye öğeleri, meta-piyasasından durmadan çekilerek ve üretim sürecinin yeni ürünleri olarak gene aynı devresellikle bu piyasaya geri dönerek devamlı bu nedenle değişiyorsa da, toplumsal sermayenin bir kısmı, bu başkalaşım sürecinden geçerek piyasada sürekli olarak dolaşım sermayesi biçiminde bulunur.
Ticaret sermayesi, devamlı piyasada bulunan, her an kendi başkalaşım sürecinden geçen, daima, dolaşım alanında kalan, bu dolaşım sermayesinin bir kısmının değişmiş şeklinden başka bir şey değildir. Bir kısmının diyoruz, çünkü, meta alım-satımının bir kısmı, daima, doğrudan doğruya sanayi kapitalistleri arasında olur. Bu kısmı, biz, bütünüyle bu tahlilin konusu dışında bırakıyoruz, çünkü bunun, ne kavramın belirlenmesinde, ve ne de tüccar sermayesinin özgül niteliğinin anlaşılmasında bir yararı olmadığı gibi, bu konu, İkinci Kitapta amacımıza uygun
(sayfa 237) olarak enine boyuna ele alınmış bulunmaktadır. Meta ticareti yapan kimse, genellikle kapitalist olarak piyasada her şeyden önce, kapitalist olarak yatırdığı belli bir miktar paranın temsilcisi şeklinde görünür; yani o, bu belli miktardaki parayı, x'i (başlangıçtaki değeri), x +
Dx (başlangıçtaki miktar, artı, kâr) haline getirmek ister. Ama o –genel anlamda bir kapitalist olmayıp, özel anlamda meta ticaretiyle uğraşan bir kimse olduğu için–, sermayesinin önce piyasaya para-sermaye biçiminde girmesi gerektiğini de bilir; çünkü kendisi meta üretmemektedir. O, sadece bunların ticaretini yapmakta, hareketlerini sağlamaktadır ve bunlarla iş görmesi için önce bunları satın alması ve bu yüzden de, para-sermayeye sahip olması gerekmektedir.
Bir meta tüccarının 3.000 sterlini olduğunu ve bunu ticaret sermayesi olarak yatırdığını varsayalım. Bu 3.000 £ ile diyelim bir keten bezi yapımcısından, yardası 2 şilinden 30.000 yarda keten bezi satın alsın. Ve bu 30.000 yarda bezi satsın. Yıllık ortalama kâr oranı = %10 ise ve o, bütün ilgili giderler çıktıktan sonra yıllık %10 kâr sağlıyorsa, yıl sonunda 3.000 sterlinini 3.300 sterline çevirmiş olur. Bu kârı nasıl sağladığı sorununu daha sonra tartışacağız. Şimdilik amacımız, sırf ona ait sermayenin hareket biçimini incelemektir. 3.000 sterlini ile o, keten bezi satın almaya ve satmaya devam etmektedir; sürekli olarak o, bu satmak için satınalma işlemini, P–M–P', sermayenin tamamen dolaşım süreci içinde aldığı basit biçimi, kendi hareketi ve işlevi dışında kalan üretim süreci ile kesintiye uğratılmaksızın devamlı yinelemektedir.
Şimdi, bu ticaret sermayesi ile, sanayi sermayesinin salt bir varlık biçimi olarak meta-sermaye arasında ne gibi bir bağıntı vardır? Keten bezi yapımcısını ilgilendirdiği kadarıyla, bezinin değerini tüccarın parasıyla gerçekleştirmiş ve böylece, meta-sermayesinin başkalaşımında ilk evreyi –onun paraya çevrilmesini– tamamlamıştır. Diğer koşullar eşit olmak üzere, şimdi tekrar parasını ipliğe, kömüre, ücretlere, vb., ve gelirinin tüketimi için geçim araçlarına çevirebilir. Şu halde, gelirini harcaması bir yana, şimdi gene yeniden-üretim sürecine devam edebilir.
Ne var ki, keten bezinin satışı, paraya dönüşümü, üretici olarak onun için gerçekleşmiştir, ama, keten bezinin kendisi için henüz gerçekleşmemiştir. O hâlâ piyasada, ilk başkalaşımdan geçmek, satılmak için meta-sermaye olarak beklemektedir. Bu keten bezine, sahip değiştirme dışında, hiç bir şey olmamıştır. Onun amacı bakımından, süreçteki yeri yönünden, o hâlâ meta-sermaye, satılabilir bir metadır; aradaki tek fark, şimdi yapımcısının elinde olmak yerine tüccarın elinde olmasıdır. Onu satma işlevi, başkalaşımının ilk evresini gerçekleştirme işlevi, yapımcıdan tüccara geçmiş, tüccarın özel uğraşı halini almıştır; oysa daha önce bu, üretim işlevini tamamladıktan sonra üreticinin kendisinin yerine getirmek zorunda olduğu bir işlevdi.
Keten bezi yapımcısının pazara 3.000 £ değerinde bir başka 30.000 yarda keten bezi getirmesi için, gerekli olan zaman aralığı içersinde,
(sayfa 238) tüccarın 30.000 yardalık keten bezini satamadığını varsayalım. Tüccar bunu gene satın alamaz, çünkü elinde hâlâ para-sermayeye tekrar çeviremediği 30.000 yarda bez öylece beklemektedir. Bir tıkanma, yani yeniden-üretim sürecinde bir kesinti kendisini gösterir. Bez üreticisinin elinde, kuşkusuz, ek bir para-sermaye bulunabilir ve üretim sürecine devam etmek üzere, 30.000 yarda bezin satışını beklemeden bunu üretken sermayeye çevirebilir. Ama bu, durumu değiştirmez. 30.000 yarda beze bağlanan sermaye bakımından, bunun yeniden-üretim süreci kesintiye uğramıştır ve bu durum devam etmektedir. Burada kolayca görülebileceği gibi, aslında tüccarın yaptığı şey, üreticinin meta-sermayesini paraya çevirmek için her zaman yapılması gerekli işlemden başka bir şey değildir. Bunlar, meta-sermayenin dolaşım ve yeniden-üretim süreçlerindeki işlevlerini gerçekleştiren işlemlerdir. Eğer, satış ve aynı zamanda da alım, bağımsız bir tüccar yerine özel olarak üreticinin bir adamının üzerine yüklenmiş olsaydı, bu ilişki bir an için bile gözden gizlenmiş olmazdı.
Ticaret sermayesi, bu nedenle, üreticinin henüz paraya çevrilme sürecinden geçmesi gereken –piyasada meta-sermaye işlevini yerine getirmesi gereken– meta-sermayesinden başka bir şey değildir; aradaki tek fark, şimdi, üreticinin geçici bir işlevini temsil etmek yerine, özel türde bir kapitalistin, tüccarın, özel bir işi olmuştur ve özel bir sermaye yatırımı işi olarak ayrılmıştır.
Bu ayrıca, ticaret sermayesinin özgül dolaşım biçiminde de gözle görülür hale gelir. Tüccar bir meta satın almakta ve sonra da satmaktadır: P–M–P'. Basit meta dolaşımında ya da hatta, sanayi sermayesinin dolaşım sürecinde görüldüğü gibi metaların dolaşımında, M'–P–M hareketinde bile, dolaşım, her parça paranın iki kez el değiştirmesi ile gerçekleştirilir. Keten bezi yapımcısı, metaını, bezi satar, onu paraya çevirir; alıcının parası onun eline geçer. Bu aynı para ile o, iplik, kömür, emek, vb. satın alır, parayı, bezin değerini, bezin üretim öğelerini oluşturan metalara tekrar çevirmek için harcar. Satın aldığı meta, aynı meta değildir, sattığı meta ile aynı türden değildir. Ürün satmış, üretim aracı satın almıştır. Ama tüccar sermayesinin hareketi bakımından durum böyle değildir. Elindeki 3.000 £ ile bez taciri 30.000 yarda keten bezi satın almaktadır: para-sermayesini (3.000 £ ile kâr) dolaşımdan geri çekmek üzere aynı 30.000 yarda bezi satmaktadır. Burada iki kez yer değiştiren şey, aynı para parçaları değil, daha çok aynı metadır; meta, satıcının elinden alıcının eline ve şimdi satıcı haline gelen alıcının elinden de bir başka alıcının eline geçer. Meta iki kez satılmıştır ve bir dizi tüccarlar aracılığı ile de tekrar tekrar satılabilir. Ve işte bu, yinelenen satış, aynı metaın bu iki yönlü yer değiştirmesiyledir ki, onun satın alınması için ilk alıcı tarafından yatırılan para geri alınmış, paranın kendisine dönüşü gerçekleşmiştir. Bir durumda, M'–P–M, aynı paranın iki kez yer değiştirmesini, metaın bir biçimde satışını ve diğer bir biçimde satın
(sayfa 239) alınmasını gerçekleştirir. Öteki durumda, P–M–P', aynı metaın iki kez yer değiştirmesini, yatırılan paranın dolaşımdan çekilmesini sağlar. Açıktır ki, meta, üreticinin elinden tüccarın eline geçmekle nihai olarak satmış olmaz, tüccar yalnızca satış işlemini devam ettirir, ya da meta-sermayenin işlevini gerçekleştirir. Ama aynı zamanda şurası da bellidir ki, üretici kapitalist için sermayesinin geçici meta-sermaye biçimindeki işlevinden başka bir şey olmayan M–P, tüccar için, yatırdığı para-sermayenin değerinde belirli bir artış, P–M–P"dür. Metaların başkalaşımında bir evre, burada tüccar bakımından P–M–P' biçiminde, yani farklı türde bir sermaye evrimi olarak görünür.
Tüccar, en sonu, metaını, yani keten bezini tüketiciye, bu tüketici, ister üretken tüketici (örneğin, ağartıcı), ister bu bezi kendi özel kullanımı için alan bir birey olsun, satar. Böylece o, yatırdığı sermayeyi (bir kârla birlikte) geri alır ve bu işlemi yeni baştan yineleyebilir. Para, sırf keten bezinin satın alınmasında ödeme aracı olarak hizmet etmiş olsaydı ve böylece tüccar ancak altı hafta sonra ödeme durumunda bulunsaydı ve bu süre tamamlanmadan önce satış yapmayı başarsaydı; kendisine ait para-sermayeyi hiç yatırmadan, keten yapımcısına bir ödemede bulunabilirdi. Eğer bezi satmamış olsaydı, 3.000 sterlini, malın teslim edilmesi üzerine değil, sürenin sonunda kendi kasasından yatırmak zorunda kalırdı. Ve eğer, piyasa-fiyatlarındaki bir düşme, onu, malı alım-fiyatının altında satmak zorunda bıraksaydı, aradaki farkı, kendi sermayesinden kapatmak zorunda kalırdı.
Bu durumda, ticaret sermayesinin, üretici, kendi malını kendisi sattığı zaman; kendi sermayesinin dolaşım alanında kaldığı sırada yeniden-üretim sürecinin özgül bir evresinde sırf özel bir biçim olduğu açıkça belliyken, şimdi ona bağımsız iş gören bir sermaye niteliğini kazandıran şey nedir?
Birincisi: Meta-sermayenin nihai olarak paraya çevrilmesi, başkalaşımının ilk aşamasından geçmesi, yani meta-sermaye niteliğiyle piyasada kendisine özgü işlevi yerine getirmesi, üreticinin değil, bir başka aracının elinde iken olur, ve meta-sermayenin bu işlevi, tüccarın kendi faaliyeti, satınalma ve satma işlemi sırasında tüccar tarafından gerçekleştirilir ve böylece bu işlemler, sanayi sermayesinin öteki işlevlerinden farklı, ayrı bir iş –şu halde bağımsız bir girişim– görünüşüne bürünürler. Bu, toplumsal işbölümünün farklı bir biçimidir ve bu nedenle, normal olarak, sermayenin yeniden-üretim sürecinin özel bir evresinde –burada dolaşımda– yerine getirilen işlevin bir kısmı, üreticiden ayrı, özgül bir dolaşım aracısının sırf ona ait bir işlevi olarak görünür. Ne var ki, bu tek başına, bu özel işe, yeniden-üretim sürecinde çalışmakta olan sanayi sermayesinden ayrı ve ondan bağımsız, özgül bir sermayenin niteliğini hiç bir zaman kazandıramaz; gerçekten de, ticaretin, gezginci satıcılar ya da sanayi kapitalistlerinin doğrudan doğruya kendisine bağlı bulunan başka kimseler tarafından yapılması halinde, durum böyle görünmez. İşte bu nedenle, ikinci bir öğenin de işin içine karışması gerekir.
(sayfa 240)
İkincisi: Bu, bağımsız bir dolaşım aracısı sıfatıyla tüccarın (kendisine ait ya da borç aldığı) para-sermayeyi yatırması olgusundan ortaya çıkar. Yeniden-üretim sürecindeki sanayi sermayesi için sadece M–P, yani meta-sermayenin para-sermayeye çevrilmesi ya da sırf satış olan işlem tüccar için P–M–P' biçimini, ya da aynı metaın satın alınması ve satışı ve böylece, satın almada kendisinden ayrılan para–sermayenin, satışla kendisine geri dönmesi biçimini alır.
Tüccar, üreticilerden meta satın almak için sermaye yatırdığından, M–P, meta-sermayenin para-sermayeye çevrilmesi, daima tüccar için P–M–P biçimini alır; üretici için, ya da yeniden-üretim sürecindeki sanayi sermayesi için aynı işlem, P–M, paranın tekrar metalara (üretim araçlarına) çevrilmesi, başkalaşımın ikinci evresi olabildiği halde, tüccar için, daima, meta-sermayenin birinci başkalaşımıdır. Keten bezi üreticisi için, birinci başkalaşım M–P, meta-sermayenin para-sermayeye çevrilmesi idi. Tüccar için aynı hareket, P–M, para-sermayesinin meta-sermayeye çevrilmesi olarak görünür. Şimdi, eğer bu bezi bir ağartıcıya satarsa, bu, ağartıcı için, P–M, yani para-sermayenin üretken sermayeye çevrilmesi, meta-sermayesinin ikinci başkalaşımı demektir, oysa tüccar için, M–P, satın aldığı keten bezinin satışı anlamına gelir. Ama gerçekte, keten bezi yapımcısı tarafından üretilen meta-sermaye, işte ancak bu noktada nihai olarak satılmış olur. Başka bir deyişle, tüccarın bu P–M–P hareketi, iki yapımcı arasındaki M–P için bir aracı işlevinden başka bir şey değildir. Ya da, bez fabrikatörünün, sattığı bezin değerinin bir kısmı ile bir iplik satıcısından iplik satın aldığını varsayalım. Bu onun için P–M hareketidir. Ama iplik satan tüccar için, M–P, ipliğin tekrar satışıdır. İpliği, meta-sermaye olması bakımından ilgilendirdiği kadarıyla, bu onun nihai satışıdır ve böylece dolaşım alanından tüketim alanına geçmektedir; yani M–P hareketidir, birinci başkalaşımının sona ermesidir. Tüccar, ister sanayici kapitalistten satın almada bulunsun, ister ona satış yapsın, P–M–P hareketi, tüccar sermayesinin devresi, daima sırf M–P hareketini ya da yalnızca birinci başkalaşımının tamamlandığım, meta-sermaye bakımından, yeniden-üretim sürecindeki sanayi sermayesinin geçici bir biçimini ifade eder. Tüccar sermayesinin P–M hareketi, ürettiği meta-sermaye için değil, yalnızca sanayi kapitalisti için M–P'dir. Bu, meta-sermayenin, sanayi kapitalistinden, dolaşım aracısına aktarılmasından başka bir şey değildir. Tüccar sermayesi M–P hareketini tamamladıktan sonradır ki, işlev yapmakta olan meta-sermaye, en son M–P hareketini yerine getirir. P–M–P, aynı meta-sermayenin sadece iki M–P hareketinden, onun sırf son ve nihai satışını gerçekleştiren birbirini izleyen iki satışından başka bir şey değildir.
Şu halde, meta-sermaye, ticaret sermayesinde, bağımsız tipte bir sermaye biçimine girmektedir, çünkü, tüccar, ancak, sırf meta-sermayenin başkalaşımına, meta-sermaye olarak işlev yapmasına, yani paraya çevrilmesine aracılık etmekle gerçekleşen ve sermaye olarak işlev yapan
(sayfa 241) para-sermaye yatırır ve para-sermaye, bunu, sürekli meta alımı ve satışı ile başarır. Bu onun kendisine özgü işidir. Sanayi sermayesinin dolaşım-sürecini gerçekleştirme faaliyeti, tüccarın iş gördüğü para-sermayenin kendisine özgü işlevidir. Bu işlev aracılığı ile tüccar, parasını para-sermayeye çevirir, kendisine ait P'yi P–M–P haline getirir ve aynı süreç ile, meta-sermayeyi ticaret sermayesine dönüştürür.
Ticaret sermayesinin, meta-sermaye biçiminde bulunduğu sürece ve ölçüde –toplam toplumsal sermayenin yeniden-üretimi açısından– sanayi sermayesinin, piyasada başkalaşım süreci içersinde meta-sermaye olarak varolan ve işlev yapan bir parçasından başka bir şey olmadığı apaçıktır. Bu nedenle, tüccar-sermayesi, yalnız, sırf alım ve satım için kullanılan, bu yüzden de, meta-sermaye ve para-sermaye dışında herhangi bir biçime asla bürünmeyen, üretken sermaye şekline hiç girmeyen ve daima sermayenin dolaşım alanında kalan, tüccar tarafından yatırılmış
para-sermayedir – sermayenin tüm yeniden-üretim süreci ile ilgili olarak ele alınacak olan, işte yalnız bu para-sermayedir.
Üretici, keten bezi yapımcısı, 30.000 yarda bezi, 3.000 £ karşılığında tüccara satar satmaz, elde ettiği bu parayı, gerekli üretim araçlarını satın almak için kullanır ve böylece de sermayesi üretim sürecine geri dönmüş olur. Üretim süreci kesintisiz devam eder. Onu ilgilendirdiği kadarıyla, kendisine ait metaın paraya çevrilmesi tamamlanmıştır. Ama keten bezinin kendisine gelince, gördüğümüz gibi, onun başkalaşımı henüz olmamıştır. Henüz nihai olarak tekrar paraya çevrilmemiş, kullanım-değeri olarak henüz üretken ya da bireysel tüketime geçmemiştir. Başlangıçta piyasada keten bezi yapımcısı tarafından temsil edilen aynı meta-sermayeyi, şimdi keten bezi tüccarı temsil etmektedir. Keten bezi yapımcısı için dönüşüm süreci, ancak tüccarın elinde devam etmek üzere kesintiye uğramıştır.
Keten bezi üreticisi, bezinin bir meta olmaktan gerçekten çıkmasını, son alıcısının eline, üretken ya da bireysel tüketimi için geçmesini beklemek zorunda olsa, kendi üretim süreci kesintiye uğramış olurdu. Ya da bunu kesintiye uğratmamak için, üretimini kısmak, bezinin daha küçük bir kısmını, ipliğe, kömüre, emeğe, vb., kısacası, üretken sermayenin öğelerine çevirmek, ve bunun daha büyük bir kısmını, yedek akçe olarak elde tutmak zorunda kalır, böylece sermayesinin bir kısmı piyasada metalar biçiminde bulunur, öteki kısmı üretim sürecine devam ederdi; bir kısmı piyasada metalar biçiminde bulunurken, diğer kısmı para biçiminde dönmüş olurdu. Sermayesindeki bu bölünme, tüccarın işe karışmasıyla ortadan kalkmaz. Ama, o olmadan, dolaşımdaki sermayenin nakdi yedek kısmı, daima, üretken sermaye biçiminde kullanılan kısma oranla daha büyük olurdu ve üretimin ölçeğinin de buna göre sınırlandırılması gerekirdi. Oysa şimdi, yapımcı, sermayesinin daha büyük bir kısmını sürekli olarak kullanabiliyor ve daha küçük bir kısmı yedek akçe olarak bulunuyor.
(sayfa 242)
Ne var ki, öte yandan, toplumsal sermayenin diğer bir kısmı, tüccar sermayesi biçiminde, sürekli olarak dolaşım alanı içersinde tutuluyor. Bu, daima, sırf satınalma ve satış amacı için kullanılıyor. Bu yüzden de, sermayeyi ellerinde tutan kişilerin yer değiştirmesinden başka bir şey yokmuş gibi görünüyor.
Tüccar, tekrar satmak amacıyla, 3.000 £ değerinde keten bezi almak yerine, bu 3.000 sterlini üretken biçimde kullanmış olsaydı, toplumun üretken sermayesi artmış olurdu. Gerçekten de, şimdi keten bezi yapımcısı, sermayesinin daha büyük bir kısmını yedek akçe olarak tutmak zorunda kalırdı ve artık sanayi kapitalisti haline gelen tüccar için de aynı şey sözkonusu olurdu. Buna karşılık, tüccar, tüccar olarak kaldığı takdirde, yapımcı, satış işinden kazandığı zamanı, üretim sürecinin denetimine ayırabilir, tüccar da bütün zamanını satış işine vermek zorunda kalırdı.
Tüccar sermayesi kendi gerekli orantılarını aşmıyorsa, buradan şu sonuçlar çıkar:
1) İşbölümü sonucu olarak sırf alım ve satım işine ayrılan sermaye (bu, yalnız meta satın alınması için gerekli parayı değil, tüccara ait kuruluşların yürütülmesi için gerekli emeğe ve depolar, taşıma, vb. gibi değişmeyen sermayesine yatırılması zorunlu olan parayı da içerir) sanayi kapitalistinin işinin tüm ticari yanını da kendisi yürütmek zorunda kalsaydı, gerekli olacak miktardan daha küçüktür.
2) Tüccar bütün zamanını sırf bu işe ayırdığı için üretici metalarını daha büyük bir hızla paraya çevirebilir, ve üstelik, meta-sermayenin kendisi de, üreticinin kendi elinde olacağından daha büyük bir hızla kendi başkalaşımından geçer.
3) Toplam tüccar sermayesine, sanayi sermayesine oranı açısından bakıldığı zaman, tüccar sermayesinin bir devri, yalnız, bir üretim alanındaki birçok sermayenin devirlerini değil, çeşitli üretim alanlarındaki çok sayıdaki sermayelerin devirlerini de temsil edebilir. Örneğin, keten bezi tüccarı 3.000 sterlini ile bir bez yapımcısının ürününü satın aldıktan sonra bunu, aynı yapımcı piyasaya aynı miktarda başka mal getirmeden satsa ve bir başka ya da birkaç başka ürünü satın alıp tekrar satsa ve böylece keten yapımcıları aynı üretim alanında farklı sermayelerin devirlerini gerçekleştirseler, birinci durum sözkonusu olur. Örneğin, tüccar, keten bezini sattıktan sonra ipek satın alsa ve böylece, farklı üretim alanındaki sermaye devrini gerçekleştirse ikinci durum sözkonusudur. Genel olarak, sanayi sermayesinin devrinin, yalnız dolaşım zamanı ile değil, üretim zamanı ile de sınırlı olduğu söylenebilir. Tek bir tür meta ile iş yapan tüccar sermayesinin devri, sırf tek bir sanayi sermayesinin devri ile değil, aynı üretim alanındaki bütün sanayi sermayelerinin devri ile sınırlıdır. Tüccar, bir üreticinin keten bezini satın alıp sattıktan sonra, bu birinci üretici piyasaya aynı maldan getirmeden önce, bir başkasının
(sayfa 243) malını alıp satabilir. Şu halde aynı tüccar sermayesi, belli bir üretim alanına yatırılan sermayelerin farklı devirlerini ardarda gerçekleştirebilir, ama bu sermayenin devri, tek bir sanayi sermayesinin devirleriyle özdeş değildir ve bu nedenle de, bu tek sanayi kapitalistinin
in petto[2*] elde bulundurmak zorunda olduğu tek bir yedek akçenin yerini almaz. Tüccar sermayesinin, tek bir üretim alanında devri, doğal olarak, alandaki toplam üretim tarafından sınırlandırılmıştır. Ama, bu devir, üretimin ölçeğiyle ya da aynı alandaki herhangi bir sermayenin, ya da bu sermayenin devir dönemi kendi üretim zamanıyla belirlendiği sürece, sınırlı değildir. Diyelim A, üretimi üç ay alan bir meta sağlamaktadır. Tüccar bu metayı, diyelim bir ayda alıp sattıktan sonra, aynı ürünü bir başka yapımcıdan satın alabilir ve satabilir. Ya da, diyelim, bir çiftçinin tahılını sattıktan sonra, aynı para ile bir başka çiftçinin tahılını alıp satabilir vb.. Sermayesinin devri, belli bir dönemde, diyelim bir yılda, ardarda satın alabildiği ve satabildiği tahılın kitlesiyle sınırlı olduğu halde çiftçinin sermayesinin devri, devir zamanıyla kayıtlı olmayıp, bir yıl süren üretim zamanıyla sınırlıdır.
Ne var ki, aynı tüccar sermayesinin devri, pekala, farklı üretim kollarındaki sermayelerin devirlerini gerçekleştirebilir.
Aynı tüccar sermayesi, farklı meta-sermayeleri sırayla paraya çevirmek üzere farklı devirlerde işgördüğü, bunları ardarda satın almada ve satmada hizmet ettiği sürece, para-sermaye olarak, meta-sermaye karşısında, genel olarak paranın, metalar karşısında, belli bir dönemdeki bir dizi devirleriyle yerine getirdiği aynı işlevi yerine getirir.
Tüccar sermayesinin devri, eşit büyüklükte bir sanayi sermayesinin devri ya da tek bir kez yeniden-üretimi ile özdeş değildir; daha çok bu, aynı ya da farklı üretim alanlarında olsun, böyle birkaç sermayenin devirlerinin toplamına eşittir. Tüccar sermayesi ne kadar hızlı devrederse toplam para-sermayenin, tüccar sermayesi olarak iş gören kısmı o kadar küçük olur; ve tersine ne kadar yavaş devrederse, bu kısım o kadar büyük olur. Üretim ne kadar az gelişmiş ise, tüccar sermayesinin toplamı, piyasaya sürülen metaların toplamına oranla o kadar büyük olur; ama mutlak olarak ya da daha fazla gelişmiş koşullara oranla daha küçüktür ve bunun tersi de doğrudur. Bu nedenle, bu gibi az gelişmiş koşullarda, fiili para-sermayenin daha büyük bir kısmı, zenginlikleri başkalarının karşısında para-serveti oluşturan tüccarların ellerinde bulunur.
Tüccar tarafından yatırılan para-sermayenin dolaşım hızı, 1) üretim sürecinin yenilenme ve farklı üretim süreçlerinin birbirlerine bağlanan hızları ile 2) tüketimin hızına bağlıdır.
Yukarıda incelediğimiz devrin tamamlanması için tüccar sermayesinin, önce metaları tam değer tutarları karşılığında satın alması ve sonra da satması gerekmez. Bunun yerine, tüccar, her iki hareketi de aynı anda yapar. Sermayesi böylece iki kısma bölünmüş olur. Parçalardan birisi meta-sermaye, diğeri para-sermayeden oluşur. Bir yerde, satın almada
(sayfa 244)
bulunur ve parasını metalara çevirir. Bir başka yerde, satış yapar ve meta-sermayesinin bir başka kısmını paraya çevirir. Bir yanda, sermayesi kendisine para-sermaye biçiminde geri döner, öte yanda ise meta-sermaye almış olur. Bir biçimde bulunan kısım ne kadar büyük olursa, öteki biçimde bulunan kısım o kadar küçük olur. Bunlar birbiri ardına gelir, birbirlerini dengelerler. Paranın dolaşım aracı olarak kullanımı, ödeme aracı olarak kullanımı ve dolayısıyla kredi sisteminin gelişmesi ile bir arada bulunursa, tüccar sermayesinin para-sermaye kısmı, bu tüccar sermayesinin gerçekleştirdiği ticari işlemlerin hacmine oranla daha da küçülür. Üç ay vade ile 3.000 sterlin değerinde şarap satın alır ve bütün şarabı bu vade bitmeden peşin parayla satarsam, bu işlemler için tek bir kuruş yatırmam gerekmez. Bu durumda şurası da açıktır ki, burada tüccar sermayesi olarak iş gören para-sermaye, kendi para-sermaye biçiminde, yani para-biçiminde geriye akış süreci halinde sanayi sermayesinden başka bir şey değildir. (3.000 £ değerindeki şarabı üç ay vade ile satan üreticinin, elindeki alacak senedini bankada iskonto ettirmesi olgusu, durumu hiç değiştirmez ve bunun tüccar sermayesi ile bir ilişkisi yoktur.) Piyasa-fiyatları bu sırada, diyelim
1/
10 kadar düşse, tüccar kâr etmek bir yana, 3.000 £ yerine, ancak 2. 700 £ elde etmiş olurdu. 300 sterlini cebinden ödemek durumunda kalırdı. Bu 300 £ sırf fiyat farkını telafi eden bir yedek ödevi görmüş bulunurdu. Ama aynı şey yapımcı içinde geçerlidir. Düşük fiyatlar ile satış yapmış olsa, o da gene 300 £ kaybeder ve yedek sermaye olmaksızın üretimi aynı ölçüde yineleyemezdi.
Keten bezi tüccarı, yapımcıdan 3.000 £ değerinde bez satın alır. Yapımcı, bu 3.000 sterlinin, diyelim 2.000 sterlinini iplik için öder. Bu ipliği, o, bir iplik tüccarından satın alır. Yapımcının, iplik tüccarına ödediği para, bez tüccarının parası değildir, çünkü, bez tüccarı, bu para tutarında meta almış bulunmaktadır. Bu, yapımcının kendi sermayesinin para-biçimidir. Şimdi iplik tüccarının elinde bu 2.000 £ geri dönmüş para-sermaye olarak görünür. Ama bu para, para-biçiminden sıyrılmış keten bezini ve para-biçimine bürünmüş ipliği temsil eden 2.000 sterlinden ne ölçüde farklı ve ayrıdır? Eğer iplik tüccarı,kredi ile satın almada bulunsa ve borç vadesi sona ermeden önce peşin satış yapsa, bu 2.000 £ sanayi sermayesinin kendisinin, devresi sırasında büründüğü para-biçiminden ayrı ve farklı tüccar sermayesinin tek bir kuruşunu bile içermez. Şu halde, ticaret sermayesi, meta ya da para-sermaye olarak tüccarın elinde bulunan sanayi sermayesinin sırf bir biçimi olmadığı sürece para-sermayenin doğrudan doğruya tüccara ait olan ve metaların alım ve satışlarında dolaşımda bulunan kısmından başka bir şey değildir. Bu kısım, üretim için yatırılan sermayenin, sanayicinin elinde daima yedek akçe ve ödeme aracı olarak bulunması gereken ve her an onun para-sermayesi olarak dolaşımda kalması zorunlu olan kısmını, küçültülmüş bir ölçekte temsil eder. Bu kısım, küçültülmüş bir ölçekte, şimdi tüccar kapitalistlerin ellerindedir ve bu haliyle dolaşım sürecinde işlevlerini yerine getirir.
(sayfa 245) Bu kısım, gelir olarak harcanan parça bir yana, toplam sermayenin, yeniden-üretim sürecinin devamlılığını sağlamak için, satınalma aracı olarak piyasada sürekli dolaşmak zorunda bulunan kısmıdır. Yeniden-üretim süreci ne kadar hızlı ve ödeme aracı olarak paranın işlevi, yani kredi sistemi ne ölçüde gelişmiş ise,
[38] bu kısım, toplam sermayeye oranla o kadar küçük olur.
Tüccar sermayesi, dolaşım alanında işlev yapan sermayeden başka bir şey değildir. Dolaşım süreci, toplam yeniden-üretim sürecinin bir evresidir. Ne var ki, dolaşım sürecinde hiç bir değer, dolayısıyla hiç bir artı-değer üretilmez. Ancak, aynı değer kitlesinin biçim değişiklikleri sözkonusudur. Gerçekte, burada, metaların başkalaşımları dışında bir şey olmaz ve bunun da, değer yaratılması ya da değişikliği ile bir ilişkisi yoktur. Üretilen metaların satışı ile bir artı-değer gerçekleşmiş ise, bu, sırf bu artı-değerin zaten metalarda bulunması nedeniyle olmuştur. İkinci harekette, para-sermayenin metalara (üretim öğelerine) karşılık tekrar değiştirilmesinde, bu nedenle, alıcı da herhangi bir artı-değer gerçekleştirmiş olmaz. Yaptığı tek şey, parasını, üretim araçları ve emek –gücü karşılığında değişmek yoluyla, artı-değer üretimini başlatmaktır. Ne var ki, bu başkalaşımların, dolaşım zamanını gerektirmeleri ölçüsünde –bu zaman boyunca, sermaye, artı-değer üretmek şöyle dursun, hiç bir değer üretmez– değer yaratılmasını sınırlandırır ve artı-değer, kendisini, dolaşım döneminin uzunluğu ile ters orantılı, kâr oranı ile ifade eder. Tüccar sermayesi işte bunun için ne değer ne de artı-değer yaratır hiç değilse doğrudan doğruya yaratmaz. Dolaşım zamanının kısalmasına katkıda bulunduğu ölçüde, sanayi kapitalistleri tarafından üretilen artı-değerin artmasına dolaylı olarak yardım edebilir. Piyasanın genişlemesine,
(sayfa 246) sermayeler arasında işbölümünün gerçekleşmesine, dolayısıyla sermayenin daha geniş ölçekte iş görmesine yardımcı olması ölçüsünde, işlevi, sanayi sermayesinin üretkenliğini ve birikimini teşvik etmektir. Dolaşım zamanını kısalttığı ölçüde, artı-değerin yatırılan sermayeye oranını, şu halde kâr oranını yükseltir. Ve, sermayenin daha küçük bir kısmını, para-sermaye biçiminde dolaşım alanında bağlı tuttuğu ölçüde, sermayenin, doğrudan üretime katılan kısmını artırmış olur.
(sayfa 247)
ONYEDİNCİ BÖLÜM
TİCARİ KÂR
SERMAYENİN dolaşım alanındaki saf işlevlerinin –sanayi kapitalistinin, önce metaların değerini gerçekleştirmek ve sonra da bu değeri üretim öğelerine tekrar çevirmek için yerine getirmek zorunda olduğu işlemler, meta-sermayenin başkalaşımını M'–P–M hareketini, şu halde, satma ve satınalma hareketlerini gerçekleştiren işlemlerin– ne değer, ne de artı-değer ürettiklerini İkinci Kitapta
[3*] görmüş bulunuyoruz. Daha çok, bu amaç için, nesnel olarak metalar ve öznel olarak kapitalist bakımından gerekli-zamanın, değer ve artı-değer üretimini sınırladığı görülmüştü. Genel olarak meta-sermayenin başkalaşımı için doğru olan şey, kuşkusuz, bunun bir kısmının, ticari sermaye şeklini alması ya da meta-sermayenin başkalaşımını gerçekleştiren işlemlerin, özel bir kapitalistler topluluğunun özel işi ya da para-sermayenin bir kısmının özel işlevi olarak görünmesi olgusu ile en ufak bir şekilde değiştirilemez. Sanayi kapitalistlerinin bizzat kendileri tarafından yapılan satınalma ve satış –meta-sermayenin başkalaşımı, M'–P–M, olan şey– eğer, değer ya da artı-değer yaratan işlemler değilse, bu işlemlerin sanayi kapitalistlerinden başkaları tarafından yapılması halinde de ne değer, ne de
(sayfa 248) artı-değer yaratılamayacağı doğaldır. Üstelik, eğer toplam toplumsal sermayenin, yeniden-üretim sürecinin, dolaşım süreci tarafından kesintiye uğratılmaması ve sürekli olarak devam etmesi için, her an para-sermaye biçiminde elde bulundurulması gereken kısmının, – eğer bu para-sermaye ne değer, ne de artı-değer üretmiyorsa, bunun, sanayi kapitalistleri dışında kalan bir kapitalistler kesimi tarafından aynı işlevi yerine getirmek üzere sürekli olarak dolaşıma sürülmesiyle, değer ve artı-değer yaratma niteliklerini kazanamayacağı açıktır. Tüccar sermayesinin ne ölçüde dolaylı olarak üretken olabileceğini yukarda belirtmiştik, bu noktayı daha geniş biçimde ilerde tartışacağız.
Ticari sermaye, demek ki, –depolama, taşıma, ulaştırma, toptan ve perakende dağıtım gibi kendisiyle bağıntılı olabilecek bütün heterojen işlevlerden sıyrılmış ve asıl işlevi satmak için satınalma işiyle sınırlandırılmış durumda– ne değer ne de artı-değer yaratır, ama bunların gerçekleştirilmelerinde ve böylece aynı zamanda metaların fiili değişiminde, yani elden ele geçmesinde, toplumsal metabolizmada aracı olarak hareket eder. Ne var ki, sanayi sermayesinin dolaşım evresi, yeniden-üretim sürecinin üretim kadar bir evresini oluşturduğu için, dolaşım sürecinde bağımsız iş gören sermayenin de, tıpkı, çeşitli üretim alanlarında işgören sermayeler gibi, yıllık ortalama bir kâr sağlaması gerekir. Tüccar sermayesinin, sanayi sermayesinden daha yüksek bir yüzde ortalama kâr sağlaması halinde, sanayi sermayesinin bir kısmı kendisini tüccar sermayesine çevirir. Daha düşük ortalama kâr sağlaması halinde ise bunun tersi olur. Tüccar sermayesinin bir kısmı, sanayi sermayesine çevrilir. Hiç bir tür sermaye, amacını ya da işlevini, tüccar sermayesinden daha büyük bir kolaylıkla değiştiremez.
Tüccar sermayesinin kendisi artı-değer üretmediğine göre, ortalama kâr biçiminde cebe indirdiği artı-değerin, toplam üretken sermaye tarafından üretilen artı-değerin bir kısmı olacağı açıktır. Ama, şimdi de şu soru ortaya çıkıyor: Tüccar sermayesi, üretken sermaye tarafından üretilen artı-değer ya da kârdan kendi payını nasıl kendisine çeker?
Ticari kârın, metaların fiyatlarına, kendi değerlerini aşan sırf bir ekten ya da bunun üzerinde nominal bir artıştan ibaret olduğu tam bir yanılsamadır.
Tüccarın bu kârı, ancak, sattığı metaların fiyatından çekebileceği ortada olduğu gibi, metalarını satmakla elde ettiği kârın da, satınalma ve satış fiyatları arasındaki farka, yani ikinci fiyatın birinci fiyattan fazlalığına eşit olacağı da daha açık bir gerçektir.
Metalar satın alındıktan sonra ve satılmadan önce, ek giderlerin (dolaşım giderlerinin) metalara girmeleri olasılığı bulunduğu gibi, bu olmayabilir de. Böyle bir şey olmuşsa, satış-fiyatının alış-fiyatı üzerindeki fazlalığının hepsinin kâr olmayacağı açıktır. İncelememizi basitleştirmek için, şimdilik böyle bir giderin olmadığını kabul ediyoruz.
(sayfa 249)
Sanayici kapitalisti için, metalarının satış ve satınalma fiyatları arasındaki fark, bunların üretim-fiyatları ile maliyet-fiyatları arasındaki farka ya da toplam toplumsal sermaye açısından, metaların değeri ile bunların kapitalistler için maliyet-fiyatları arasındaki farka eşittir, ki bu da gene, bunlarda maddeleşen toplam emek miktarı ile karşılığı ödenen emek miktarı arasındaki fark demektir. Sanayici kapitalist tarafından satın alınmış olan metalar, satılabilir metalar olarak tekrar piyasaya sürülmeden önce fiyatlarının yalnız kâr olarak gerçekleşecek kısmının yaratıldığı üretim sürecinden geçerler. Ama tüccar için durum farklıdır. Metalar tüccarın elinde, ancak dolaşım sürecinde bulunduğu sürece vardır. O, yalnızca bunların satışlarını, üretken kapitalist tarafından başlatılan fiyatlarının gerçekleştirilmesi işlemini sürdürür ve bu yüzden de onların tekrar artı-değer emebilecekleri bir ara-süreçten geçmelerine neden olmaz. Sanayici kapitalist yalnızca daha önce yaratılmış bulunan artı-değeri ya da kârı dolaşım sürecinde gerçekleştirdiği halde, tüccar, kârını yalnız dolaşım sırasında ve dolaşım aracılığı ile gerçekleştirmek durumunda değildir, ama önce bunu yaratmak zorundadır. Bunun böyle olması için tek yol da, öyle görünüyor ki, tüccarın sanayi kapitalistinden, üretim-fiyatları üzerinden ya da toplam meta-sermaye açısından aldığı metaları, üretim-fiyatlarını aşan bir fiyatla satması, fiyatlarına nominal bir ilavede bulunması, şu halde, bunları, toplam meta-sermaye açısından değerlerinin üzerinde satması, bunların nominal değerlerinin gerçek değerlerini aşan kısmını cebe indirmesi; kısacası, bunları değerlerinden daha pahalıya satmasıdır.
Bu fazladan fiyat ekleme yöntemi kolay anlaşılır bir şeydir. Sözgelimi, bir yarda keten bezinin maliyet-fiyatı 2 şilin olsun. Eğer bunu tekrar satarak %10 bir kâr elde etmek istiyorsam, fiyata
1/
10 oranında bir ekleme yapmam, dolayısıyla bezin yardasını 2 şilin 2
2/
5 peniye satmam gerekir. Metaın gerçek üretim-fiyatı ile satış-fiyatı arasındaki fark, demek ki = 2
2/
5 penidir ve bu, 2 şilin üzerinden %10 bir kârı temsil eder. Bu, benim bir yarda bezi, alıcıya gerçekte 1
1/
10 yarda bezin fiyatına satmam demektir. Ya da aynı kapıya çıkan, alıcıya 2 şilin karşılığında yalnız bir yardanın
10/
11'i kadar bez satmam ve geriye kalan
1/
11 yarda bezi kendime saklamam demektir. Gerçekte ben, 2
2/
5 peni karşılığında, yardası 2 şilin 2
2/
5 peni fiyatla,
1/
11 yarda bezi geri satın alabilirim. Bu, demek ki, metaların fiyatlarında nominal bir yükseltme yaparak, artı-değer ve artı-üründen pay almanın yalnızca dolambaçlı bir yoludur.
Bu, ilk anda görüldü şekliyle, metaların fiyatını yükselterek, ticari kârın gerçekleştirilmesidir. Ve gerçekten de, kârın, metaların fiyatlarında nominal bir yükselmeden ya da değerleri üzerinde bir fiyatla satışlarından meydana geldiği düşüncesi, ticari sermayenin gözlemlenmesinden kaynaklanır.
Ama daha yakından yapılan bir inceleme, bunun sırf aldatıcı bir yanılsama olduğunu hemen ortaya. koyar. Kapitalist üretimin egemen
(sayfa 250) olduğu varsayılıyorsa, ticaret kârı bu şekilde gerçekleştirilemez. (Burada sözkonusu olan, tek tek olaylar değil, daima, ortalamalardır.) Tüccarın, metalarını, üretim-fiyatlarının %10 üzerinde satmakla, diyelim ancak %10 bir kâr gerçekleştirebildiğini niçin varsayıyoruz? Çünkü biz, bu metaların üreticisinin, sanayi kapitalistinin (kişileşmiş sanayi sermayesi olarak o, dış dünyanın önünde
üretici olarak görünür), bu malları üretim-fiyatları üzerinden tüccara sattığını kabul ediyoruz. Eğer metaların, tüccarın ödediği satınalma fiyatları, bunların üretim-fiyatlarına ya da son tahlilde değerlerine eşitse ve böylece, üretim-fiyatı ya da son tahlilde, değer, tüccarın maliyet-fiyatını temsil ediyorsa, gerçekten de, tüccarın satış-fiyatının satınalma fiyatını aşan fazlalığın –ve bu fark onun kârının tek kaynağıdır– metaların ticari-fiyatının, onların üretim-fiyatını aşan bir fazlalık olması gerekir ki, son tahlilde tüccarın bütün metalarını, metalarının değerlerinin üzerinde sattığı sonucu çıkar. Ama, sanayi kapitalistinin, metalarını tüccara üretim-fiyatlarıyla sattığı niçin varsayılmıştı? Ya da, daha doğrusu, bu varsayımda kesin kabul edilen neydi?
Bu, tüccar sermayesinin, genel kâr oranının oluşumuna girmemesi idi (Biz, burada, hâlâ, yalnız onun ticari sermaye olması niteliği ile ilgileniyoruz). Biz, genel kâr oranını tartışırken zorunlu olarak bu öncülden hareket etmiştik, çünkü, önce, ticaret sermayesi diye bir şey bizim için o sırada yoktu, ve sonra ortalama kârın, dolayısıyla genel kâr oranının, önce, farklı üretim alanlarındaki sanayi sermayeleri tarafından fiilen üretilen kârları ya da artı-değerleri aynı düzeye getirici olarak geliştirilmesi zorunluluğu vardı. Ama tüccar sermayesinde, biz, üretime katılmadığı halde, kâra ortak olan bir sermaye ile karşı karşıyayız. Şu halde şimdi bizim daha önceki açıklamalarımızı tamamlamamız gerekiyor.
Yıl boyunca yatırılmış olan toplam sanayi sermayesi = 720
s + 180
d = 900 (diyelim milyon sterlin) ve a' = %100 olsun. O halde ürün 720
s + 180
d + 180
a olur. Bu ürüne ya da üretilen meta-sermayeye S diyelim, bunun değeri ya da üretim-fiyatı (çünkü bunların her ikisi de toplam metalar bakımından özdeştirler) = 1.080 ve 900'lük toplam toplumsal sermaye için kâr oranı = %20 olur. Bu %20, bizim daha önceki çözümlemelerimize göre, ortalama kâr oranıdır, çünkü, artı-değer, burada, herhangi özel bir bileşimde şu ya da bu sermaye üzerinden değil, ortalama bileşimde toplam sanayi sermayesi üzerinden hesaplanmıştır. Demek ki, S = 1.080 ve kâr oranı = %20'dir. Ne var ki, şimdi, bu 900 sterlinlik sanayi sermayesinden başka, 100 sterlinlik bir tüccar sermayesi bulunduğunu ve tıpkı sanayi sermayesi gibi, kârdan, kendi büyüklüğüyle
pro rata[4*] pay aldığı varsayalım. Bizim varsayımımıza göre bu, 1.000'lik toplam sermayenin
1/
10'idir. Bu nedenle, 180'lik toplam artı-değerden
1/
10 oranında pay alır ve böylece %18 bir kâr sağlar. Öyleyse, toplam sermayenin diğer
9/
10'u arasında bölüşülecek kâr yalnız = 162 ya da 900'lük
(sayfa 251) sermaye üzerinden aynı şekilde = %18'dir. Şu halde 900'lük sanayi sermayesinin sahipleri tarafından S'nin tüccarlara satılacağı fiyat = 720
s + 180
d + 162
a + 1.062 olur. Tüccar, şimdi, 100'lük sermayesine ortalama %18 kâr ekleyecek olursa, bu metaları, 1.062 + 18 = 1.080'den, yani üretim-fiyatı üzerinden ya da toplam meta-sermaye açısından, elde edeceği kârı ancak dolaşım süreci sırasında ve bu süreç aracılığı ile ve yalnız, satış-fiyatının satınalma fiyatını aşan fazlalığından sağladığı halde, değerlerine eşit fiyatla satar. Gene de tüccar, bu metaları, sırf onları sanayi kapitalistinden, değerlerinin altında ya da üretim-fiyatlarının altında satın almış olduğu için, değerlerinin üzerinde ya da üretim-fiyatlarının üzerinde satmaz.
Şu halde, tüccar sermayesi, genel kâr oranını oluşumuna toplam sermayedeki yeriyle
pro rata bir belirleyici olarak girer. Demek ki, verilen örnekte, eğer toplam sermayenin
1/
10'i tüccar sermayesi olmayıp da genel kâr oranı bu nedenle 1/10 kadar düşmüş olsaydı, %18 dediğimiz ortalama kâr oranı, %20 olurdu. Bu, bizi üretim-fiyatının daha yakın ve kapsamlı bir tanımına götürür. Üretim-fiyatı dediğimiz zaman, biz, daha önce de olduğu gibi, metaın fiyatı = onun maliyeti (içerdiği değişmeyen + değişen sermayenin değeri) + ortalama kârı anlarız. Ama bu ortalama kâr, şimdi farklı bir biçimde belirlenmektedir. Şimdi o, toplam üretken sermaye tarafından üretilen toplam kâr ile belirlenmektedir; ama yalnız toplam üretken sermaye üzerinden hesaplandığı gibi olmayıp, yukarda varsayıldığı gibi eğer bu = 900 ve kâr = 180 ise, ortalama kâr oranı = 180/900 = %20 olurdu. Oysa bu, toplam üretken + tüccar sermayesi üzerinden hesaplandığında, 900 üretken ve 100 tüccar sermayesi ile ortalama kâr oranı = 180/1000 = %18 olur. Bu durumda, üretim-fiyatı, m (maliyet giderleri) + 20 yerine m + 18 olur. Toplam kârdan, tüccar sermayesinin payına düşen, böylece ortalama kâr oranında yer almış olmaktadır. Toplam meta-sermayenin fiili değeri ya da üretim-fiyatı, bu nedenle = m + k + t (t burada ticaret kârını gösteriyor) olmaktadır. Üretim fiyatı ya da sanayici kapitalistin metalarını sanayici kapitalist olarak sattığı fiyat, böylece, metaın fiili üretim-fiyatından daha küçüktür; ya da bütün metalar bir arada alındığında, sanayici kapitalistler sınıfının metalarını sattıkları fiyatlar, bu metaların değerlerinden daha düşüktür. Böylece, yukardaki durumda, 900 (maliyetler) + 900 üzerinden %18 ya da 900 + 162 = 1.062 olur. Buradan şu sonuç çıkar ki, karşılığında 100 ödediği bir metaı 118'e satmakla, tüccar, gerçekten bu fiyata %18 eklemiştir, ama karşılığında 100 ödediği bu meta, aslında 118 değerinde olduğu için, onu değerinin üzerinde bir fiyatla satmamaktadır. Üretim-fiyatı terimini biz bundan böyle, bu daha kesin anlamında kullanmış olacağız. Demek oluyor ki, sanayi kapitalistinin kârı, metaın üretim-fiyatının, maliyet-fiyatı üzerindeki fazlalığa; bu sanayi kârından farklı olarak ticari kârın, satış-fiyatının, tüccar için metaın satınalma fiyatı olan üretim-fiyatı üzerindeki fazlalığa eşit olduğu; ama, metaın fiili fiyatının = üretim fiyatı + ticari
(sayfa 252) kâr olacağı açıktır. Tıpkı sanayi sermayesinin yalnız, metaların değerinde zaten artı-değer olarak varolan kârları gerçekleştirmesi gibi, tüccar sermayesi de, ancak tüm artı-değer ya da kârın, sanayi kapitalisti tarafından metalar için gösterilen fiyatta henüz tamamen gerçekleşmemiş olması nedeniyle bir kâr gerçekleştirir.
[39] Tüccarın satış-fiyatı böylece, bu fiyat, toplam değeri aştığı için değil, satınalma fiyatı bu değerin altında olduğu için, satınalma fiyatını aşar.
Tüccar sermayesi, demek ki, artı-değer üretiminde yer almadığı halde, artı-değerin ortalama kâr düzeyine getirilmesine katılmış oluyor. Şu halde, genel kâr oranı, tüccar sermayesi nedeniyle artı-değerden bir indirimi, dolayısıyla, sanayi sermayesinin kârından bir indirimi içermektedir.
Bütün bunlardan aşağıdaki sonuçlar çıkar:
1) Sanayi sermayesine oranla tüccar sermayesi ne kadar büyük olursa, sanayi kâr oranı o kadar küçük olur, ve bunun tersi de doğrudur.
2) Birinci kısımda gösterildiği gibi, kâr oranı, daima fiili artı-değer oranından düşük olmakta, yani sömürünün yoğunluğunu daima küçük göstermektedir; yukardaki örnekte, 720
s + 180
d + 180
a, artı-değer oranın %100 ve kâr oranı ancak %20 olmaktadır. Tüccar sermayesine düşen pay da hesaba katılırsa, ortalama kâr oranı %20'den %18'edüşerek daha da küçük göründüğü için, aradaki fark daha da büyük hale gelir. Doğrudan sömürücü kapitalistin ortalama kâr oranı, bu yüzden, aslında olduğundan daha küçük bir kâr oranını ifade eder.
Öteki bütün koşulların aynı kaldığı varsayıldığında, tüccar sermayesinin nispi hacmi (melez bir tipi temsil eden küçük tüccar dışında) kendi devir hızıyla, şu halde genellikle yeniden-üretim sürecinin gücüyle ters orantılıdır. Bilimsel tahlil boyunca, genel bir kâr oranının oluşumu, sanayi sermayeleri ile bunların rekabetinden ileri gelir görünür ve ancak sonraları, tüccar sermayesinin, araya girmesiyle düzelir, tamamlanır ve değişikliğe uğrar. Ne var ki, tarihsel gelişmesi boyunca, bu süreç gerçekten tersine dönmektedir. Metaların değerlerini, az çok kendi değerlerine uygun olarak ilk belirleyen tüccar sermayesi olup, genel kâr oranının ilk şekillendiği alan yeniden-üretim sürecini sağlayan ve teşvik eden dolaşım alanıdır. Sanayi kârını başlangıçta belirleyen ticari kârdır. Ancak kapitalist üretim tarzının kendisini kabul ettirmesinden ve üreticinin kendisi tüccar haline geldikten sonradır ki, ticari kâr, toplam artı-değerin, toplumsal yeniden-üretim sürecine katılan toplam sermayenin bir parçası olarak tüccar sermayesinin payına düşen kısmına indirgenir.
Kârların, tüccar sermayesinin araya girmesiyle tamamlanan eşitlenmesi olayında, tüccarın para-sermaye yatırımı ile, metaların değerine ek bir öğe girmediği, fiyatlara kendi kârını sağlamak üzere tüccar tarafından
(sayfa 253) yapılan ilavenin, yalnızca, metaların değerinin, üretim-fiyatında üretken sermayenin hesaba katılmayan, yani hesap dışı bırakılan kısmına eşit olduğu daha önce görülmüştü. Bu para-sermayenin durumu, sanayi kapitalistinin sabit sermayesinin durumuna benzer, çünkü, bu sermaye tüketilmediği için, değeri de, metaın değerinin bir öğesini oluşturmaz. Meta-sermayenin satınalma fiyatında, tüccar, onun üretim-fiyatını = P, para olarak yerine koyar. Tüccarın kendi satış fiyatı, daha önce gösterildiği gibi P +
DP olup, burada
DP, metaların fiyatına yapılan ve genel kâr oranı ile belirlenen ilaveyi temsil eder. Tüccarın, metalarını satması üzerine, bunları satın almak için, yatırdığı ilk para-sermaye, kendisine bu
DP ile birlikte geri döner. Bir kez daha görüyoruz ki, tüccarın para-sermayesi, sanayici kapitalistin, para-sermayeye çevrilmiş meta-sermayesinden başka bir şey değildir ve bu para-sermaye, meta-sermayenin değer büyüklüğünü, meta-sermaye, tüccar yerine, doğrudan nihai tüketiciye satılmış olsaydı ne kadar etkilerse ancak o kadar etkiler. Bu para-sermaye fiilen, yalnızca tüketicinin yapacağı ödemeyi bekler durumdadır. Ne var ki, bu, yalnızca şimdiye kadar varsayılan koşula bağlı olarak doğrudur, yani tüccarın hiç bir genel gideri olmadığı ya da üreticiden metaları satın almak için yatırmak zorunda olduğu para-sermaye dışında, meta başkalaşımı sürecine, satınalma ve satış sürecine, döner ya da sabit herhangi diğer bir sermaye yatırımı yapmasına gerek bulunmadığı varsayıldığında doğrudur. Ama bu, dolaşım maliyetlerinin incelenmesinde görmüş olduğumuz gibi, gerçekte böyle değildir (İkinci Kitap, Altıncı Bölüm). Bu dolaşım maliyetleri, kısmen, tüccarın, dolaşımla ilgili diğer kimselerden geriye talep etmek zorunda olduğu ve kısmen de, doğrudan doğruya kendi özgül işinden doğan giderlerdir.
Bu dolaşım maliyetleri ne türden olurlarsa olsunlar –ister tüccara ait kuruluşun sırf ticari niteliğinden ileri gelsinler ve dolayısıyla, tüccarın özgül dolaşım giderlerine girsinler, ister, gönderme, ulaştırma, depolama, vb. gibi dolaşım sürecine eklenen daha sonraki üretim süreçlerine ait giderleri temsil eden kalemler olsunlar– bunlar, daima, tüccarın, metaların satın alınması için yatırdığı para-sermaye dışında, bu gibi dolaşım araçlarının satın alınması ve ödenmesi için ek bir sermaye bulundurmasını gerektirirler. Bu maliyet öğesi, döner sermayeden oluştuğu ölçüde, metaların satış-fiyatına ek bir öğe olarak, bütünüyle, ve sabit sermayeden oluştuğu ölçüde, ancak aşınması ve yıpranması ölçüsünde geçer. Ama bu öğe, tıpkı saf ticari dolaşım maliyetleri gibi metalara herhangi gerçek bir değer eklemese bile, yalnız nominal bir değer oluşturur. Ne var ki, ister sabit, ister döner olsun, bu ek sermayenin tamamı, genel kâr oranının oluşumuna katılır.
Saf ticari dolaşım maliyetleri (yani gönderme, ulaştırma, depolama, vb. giderleri dışında kalanlar) kendilerini, metaların değerlerini gerçekleştirmek, bu değeri, metalardan paraya ya da paradan metalara dönüştürmek, bunların değişimlerini sağlamak için gerekli giderler haline
(sayfa 254) getirirler. Biz, burada, dolaşım sürecinde devam edebilecek ve ticari işin kendisinden tamamıyla ayrılabileceği her türlü olası üretim sürecini bütünüyle inceleme dışı bırakıyoruz; gerçekten de, örneğin, asıl ulaştırma sanayii ile gönderme işi, ticaretten tamamen ayrı sanayi kolları olabilir ve böyledir de; ve alınıp satılabilir metalar, doklarda ve başka genel binalarda depolanarak depolama gideri üçüncü kişiler tarafından, kendisine düştüğü ölçüde tüccardan talep edilebilir. Bütün bunlar, tüccar sermayesinin, başka işlevlerle karışmamış kendi saf biçimi içersinde göründüğü, gerçek toptan ticarette yer alırlar. Taşıma şirketi sahibi, demiryolları yöneticisi, armatör, "tüccar" değildir. Bizim burada dikkate aldığımız giderler, satın alma ve satış giderleridir. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, bunlar, muhasebe, defter tutma, pazarlama, yazışma, vb. gibi kısımlara ayrılırlar. Bu amaçlar için gerekli değişmeyen sermaye, büro, kağıt, posta vb. gibi giderlerden oluşur. Diğer giderler, ticaret işiyle uğraşan ücretli işçilerin çalıştırılması için yatırılan değişen sermayeye ayrılır. (yollama ücreti, ulaştırma giderleri, gümrük resimleri, vb. kısmen, metaların alımında tüccar tarafından yatırılmış gibi düşünülebilir ve böylece, onu ilgilendirdiği kadarıyla, satınalma fiyatına girerler.)
Bütün bu giderler, metaların kullanım-değerinin üretimi sırasında değil, değerlerinin gerçekleştirilmesi sırasında yapılırlar. Bunlar saf dolaşım giderleridir. Bunlar, doğrudan üretim sürecine girmezler, ama dolaşım sürecinin bir kısmı oldukları için, toplam yeniden-üretim sürecinin de bir kısmıdırlar.
Bu giderlerden bizi bu noktada ilgilendiren tek kısım, değişen sermaye olarak yatırılmış olanıdır. (Aşağıdaki sorunların da incelenmesi gerekir: Birincisi, metaların değerine yalnız gerekli-emeğin girdiği şeklindeki yasa, dolaşım sürecinde nasıl işler? İkincisi, tüccar sermayesinde birikim nasıl olur? Üçüncüsü, toplumun gerçek toplam yeniden-üretim sürecinde tüccar sermayesi nasıl işlev yapar?)
Bu giderler, ürünün, bir metaın ekonomik biçimine sahip olmasından doğarlar.
Sanayi kapitalistlerinin, metalarını doğrudan doğruya birbirlerine satmakla kaybettikleri emek-zamanı –yani nesnel bir deyişle, metaların dolaşım zamanı– bu metalara değer katmadığına göre, bu emek-zamanının, sanayi kapitalisti yerine tüccarın payına düşmüş olmasıyla onun niteliğinde hiç bir değişiklik yapmayacağı açıktır. Metaların (ürünlerin) paraya ve paranın metalara (üretim araçlarına) çevrilmesi, sanayi sermayesinin zorunlu bir işlevidir ve bu yüzden de, aslında, kendi bilincine ve iradesine sahip bulunan kişileşmiş sermayeden başka bir şey olmayan kapitalistin yerine getirmesi gerekli bir iştir. Ne var ki, bu işlevler, ne değer, ne de artı-değer üretirler. Üretken kapitalist elini çektikten sonra, bu işlevleri yerine getirerek ve sermayenin işlevlerini dolaşım alanında devam ettirerek tüccar, yalnızca, sanayici kapitalistin yerini almış olur. Bu işlemlerin gerektirdiği emek-zamanı, sermayenin yeniden-üretim
(sayfa 255) sürecinin bazı gerekli işlemlerine harcanmaktadır, ama ek bir değer yaratmamaktadır. Tüccar bu işlemleri yerine getirmemiş olsaydı (şu halde, bunun gerektirdiği emek-zamanım harcamasaydı), sermayesini, sanayici kapitalistin dolaşım aracı olarak kullanmamış olurdu; bu durumda, sanayici kapitalistin kesintiye uğrayan işlevini sürdüremez, ve dolayısıyla da, sanayici kapitalistler tarafından üretilen kâr kitlesine, kapitalist olarak, yatırdığı sermaye ile,
pro rata katılamazdı. Artı-değer kitlesinden pay alabilmek ve yatırdığı paranın değerini sermaye olarak genişletebilmek için, ticari kapitalistin, ücretli işçi çalıştırması gerekmez. Eğer yaptığı iş ile sermayesi küçük ise, çalışan tek işçi o olabilir. Alacağı karşılık, kârın, metalar için ödediği fiyat ile bunların gerçek üretim-fiyatları arasında kalan farktan kendisine düşen kısmıdır.
Öte yandan şu da var ki, tüccarın, küçük bir sermaye yatırımı ile gerçekleştirdiği kâr, iyi bir ücret alan, usta bir işçinin alacağı ücretten daha fazla olmayabilir ve hatta bundan daha da az olabilir. Gerçekten de, o, ücret biçiminde ya da her satıştan sağlanan kârdan (yüzde, prim gibi) bir pay biçiminde, aynı ya da daha yüksek bir gelir elde eden alıcı, satıcı, gezginci esnaf gibi, üretken kapitalistin birçok doğrudan ticari aracıları ile yanyana işgörür. Birinci durumda tüccar bağımsız bir kapitalist olarak ticari kârı cebe indirir; diğerinde ise, satıcı, sanayi kapitalistinin ücretli işçisi, kârın bir kısmını, ya ücret biçiminde ya da doğrudan doğruya aracısı olduğu sanayi kapitalistinin kârından orantılı bir pay olarak alır, oysa patronu, hem sanayi ve hem de ticaret kârını cebe indirir. Ama bütün bu durumlarda, dolaşıma aracılık eden kimseye, sağladığı gelir, sıradan bir ücret, yerine getirilen bir işin karşılığı olarak görünse, ve hatta böyle görünmese bile, bu kâr, iyi ücret alan bir işçinin ücretinden daha büyük olmayabilir, geliri sırf ticari kârdan elde edilmiştir. Bu, onun emeğinin, değer üretmeyen bir emek olmasından ileri gelir.
Dolaşım hareketinin uzaması, sanayi kapitalisti için şu anlama gelir: 1) Üretken sürecin yöneticisi olarak, işlevini bizzat yerine getirmekten alıkoyduğu için, kişisel bir zaman kaybı; 2) ürününün, para ya da meta-biçimde, dolaşım sürecinde, böylece de, değer yaratmayan ve doğrudan üretim-sürecinin kesintiye uğradığı bir süreçte daha uzun bir zaman kalması. Üretim sürecinin kesintiye uğramaması için, ya üretimin kısıtlanması ya da üretim sürecinin aynı ölçekte devam etmesi için, daha fazla para-sermaye yatırılması gerekir. Bu, her seferinde, ya şimdiye değin yatırılan sermaye üzerinden daha az bir kâr sağlaması, ya da daha önceki kârın elde edilmesi için, ek para-sermaye yatırılması gerektiği anlamına gelir. Bütün bunlar, sanayici kapitalistin yerini tüccar aldığı zaman değişmez, aynen kalır. Dolaşım sürecine, sanayici kapitalist daha fazla zaman vereceğine, şimdi tüccar daha fazla zaman vermiş olur; dolaşıma ek sermaye yatıran, sanayici kapitalist yerine tüccardır; ya da aynı şey demek olan, dolaşım sürecine sanayi sermayesinin daha büyük bir kısmı yöneltilmek yerine, bu sürece bütünüyle tüccar sermayesi bağlanmış olur; ve, daha küçük bir kâr sağlamak yerine, sanayici kapitalist, kârının
(sayfa 256) bir kısmını bütünüyle tüccara aktarmak durumunda kalır. Tüccar sermayesi, gerekli sınırlar içersinde kaldığı sürece, aradaki tek fark, sermayedeki bu işlev bölümü, tamamen dolaşım sürecinde kullanılan zamanı kısaltır, bu amaç için daha az ek sermaye yatırılır ve toplam kârdan, ticaret sermayesi şeklinde uğranılan kayıp, başka türlü olacağından daha küçük olur. Eğer yukardaki örneğimizde, 720
s + 180
d + 180
a, 100'lük bir tüccar sermayesinin yardımıyla sanayi kapitalist için 162'lik ya da %18'lik bir kâr üretir, şu halde 18'lik bir azalmaya yolaçarsa, bu bağımsız tüccar sermayesi için, gerekli ek sermaye belki de 200 olurdu ve sanayici kapitalistin 900 yerine 1.100 toplam yatırımda bulunması gerekir, 180'lik bir artı-değer üzerinden sağlanacak kâr oranı ancak %16
4/
11 olurdu.
Aynı zamanda kendi tüccarı olarak iş gören bir sanayi kapitalisti, yalnız dolaşım sürecindeki ürünleri tekrar paraya çevrilmeden önce yeni metalar satın almak için ek sermaye yatırmakla kalmayıp, bir de, meta-sermayesinin değerini gerçekleştirmek ya da başka bir deyişle, dolaşım süreci için başka sermaye (büro giderleri ye ticari işlerde çalışan personelin ücretleri için) yatıracak olsa, bu ilaveler ek sermaye oluştururlar, ama artı-değer yaratmazlar. Bunların, metaların değerinden yerine konulması gerekir, çünkü, bu metaların değerinin bir kısmının tekrar bu dolaşım giderlerine çevrilmesi zorunludur. Ama böylece hiç bir artı-değer üretilmiş olmaz. Toplumun toplam sermayesini ilgilendirdiği kadarıyla, bu aslında, onun bir kısmının, sermayenin kendisini genişletme sürecinin bir parçasını oluşturmayan ikincil işlemler için bir tarafa konulması ve toplumsal sermayenin bu kısmının, bu amaç için sürekli yeniden üretilmesi gerektiği anlamına gelir. Bu, bireysel kapitalist ve tüm sanayici kapitalistler sınıfı için kâr oranını düşürür, ve aynı değişen sermaye kitlesini harekete geçirmek için böyle bir sermaye gerektiği zamanlarda her yeni ek sermaye yatırımından ileri gelen bir sonuçtur.
Dolaşım işine bağlı bu ek giderler sanayici kapitalistten ticari kapitaliste aktarıldığı ölçüde, kâr oranında benzer bir düşme olur, ama bu düşme daha az derecede ve farklı biçimdedir. Durum, şimdi, eğer bu giderler olmasaydı, tüccarın, gerekli olandan daha fazla sermaye yatırmış bulunacağı, ve bu ek sermaye üzerinden kârın, ticari kâr miktarını artıracağı ve böylece, ortalama kâr oranının eşitlenmesi işleminde, daha çok, tüccar sermayesinin sanayi sermayesine katılarak ortalama kârın düşmesi biçiminde bir gelişme gösterir. Yukardaki örneğimizde, 100'lük tüccar sermayesine, sözkonusu giderlerin karşılanması için, 50'lik bir ek sermaye yatırılacak olursa, 180 tutarındaki toplam artı-değer, 900'lük bir üretken sermaye, artı, 150'lik bir tüccar sermayesi, toplam = 1.050'lik sermayeye göre bölüşülmüş olacaktır. Ortalama kâr, bu yüzden %17
1/
7'ye düşecektir. Sanayi kapitalisti, metalarını tüccara, 900 + 15
2/
7 = 1054
2/
7 üzerinden ve tüccar da l.130 (1.080 + 50 geri almak zorunda olduğu giderler karşılığı) üzerinden satacaktır. Ayrıca, şurasını
(sayfa 257) da kabul etmek gerekir ki, tüccar sermayesi ve sanayi sermayesi arasındaki bölünme, ticari giderlerde bir merkezleşmeyi ve dolayısıyla bunlarda bir azalmayı birlikte getirecektir.
Şimdi şu soru ortaya çıkıyor: Ticari kapitalist tarafından, burada tüccar tarafından çalıştırılan, ticari ücretli işçilerin durumları nedir?
Bir bakıma, bu gibi ticaret işlerinde çalışanlar, diğerleri gibi ücretli işçilerdir. Her şeyden önce, bunların emek-gücü, gelir olarak harcanan parayla değil, tüccarın değişen sermayesi ile satın alınmıştır ve dolayısıyla bu güç, özel hizmetler için değil, kendisine yatırılan sermayenin değerinin genişletilmesi amacıyla satın alınmıştır. Sonra, onun da emek-gücünün değeri ve şu halde ücreti, diğer işçilerinki gibi belirlenmiştir, yani emeğinin ürünü ile değil, onun özgül emek-gücünün üretim ve yeniden-üretiminin maliyeti ile belirlenmiştir.
Bununla birlikte, sanayi sermayesi ile tüccar sermayesi, dolayısıyla sanayici kapitalist ile tüccar arasında bulunan aynı ayrımı, onunla doğrudan doğruya sanayi kapitalisti tarafından çalıştırılan ücretli işçi arasında da yapmak zorundayız. Tüccar, sırf bir dolaşım aracı olarak ne değer, ne de artı-değer üretmediğine göre (giderler aracılığı ile tüccarın metalara kattığı ek değer, burada kendi değişmeyen sermayesinin değerini nasıl koruduğu sorusu ortaya çıkmakla birlikte, daha önce mevcut değerlere bir ilave niteliğinde olduğu için) tüccar tarafından bu aynı işlevlerde çalıştırılan ticaret işçilerinin de, onun için doğrudan doğruya artı-değer üretmeyecekleri sonucu çıkar. Üretken emekçilerde olduğu gibi burada da ücretlerin emek-gücünün değeri ile belirlendiğini, şu halde, tüccarın, ücretleri düşürerek kendisini zenginleştirmediğini bunun için de maliyet hesabına, ancak kısmen ödemede bulunduğu emek için bir avans göstermediğini, başka bir deyişle, memurlarını, vb. kandırarak kendisini zenginleştirmediğini varsayıyoruz.
Ticaret ücretli işçileri ile ilgili güçlük, hiç bir zaman bunların, doğrudan doğruya herhangi bir artı-değer (kâr bunun ancak değişmiş bir şeklidir) yaratmaksızın, kendilerini çalıştıran için nasıl olup da doğrudan kâr ürettiklerini açıklamaktan ileri gelmiyor. Bu sorun, aslında, ticari kârların genel tahlilinde çözümlenmiş bulunuyor. Tıpkı sanayi sermayesinin, kârı, metalarda somutlaşan ve gerçekleşen, karşılığında bir eşdeğer ödenmeyen emeğin satışıyla sağlaması gibi, tüccar sermayesi de, kârı, metaların içerdiği (üretimleri için yatırılmış sermaye, toplam sanayi sermayesinin bir kısmı olarak işlev yaptığı ölçüde, metaların içerdiği) karşılığı ödenmeyen emeğin tamamı için üretken sermayeye tam bir ödemede bulunmayarak ve metaların hâlâ içermekte olduğu bu karşılığı ödenmemiş kısım için, satış yapılırken bir karşılık isteyerek sağlar. Tüccar sermayesi ile artı-değer arasındaki bağıntı, sanayi sermayesi ile artı-değer arasındaki bağıntıdan farklıdır. Sanayi sermayesi, başkalarının karşılığı ödenmeyen emeğine doğrudan doğruya elkoyarak artı-değer üretir. Tüccar sermayesi, artı-değerin bir kısmına, bu kısmı, sanayi
(sayfa 258) sermayesinden kendisine aktararak, sahip çıkar.
Ticaret sermayesi, yeniden-üretim sürecinde, ancak değerleri gerçekleştirme işlevi aracılığı ile, sermaye olarak iş görür ve böylece, toplam sermaye tarafından üretilen artı-değerden pay alır. Bireysel tüccarın elde edeceği kâr kitlesi, bu süreçte kullanabileceği sermayenin kitlesine bağlı olup, çalıştırdığı kimselerin karşılığı ödenmeyen emeği ne kadar fazla olursa o kadar fazla sermayeyi satınalma ve satma işinde kullanabilir. Tüccarın parasını sermaye haline getiren işlev, büyük ölçüde, bu işte çalıştırılanlar tarafından yerine getirilir. Çalıştırdığı kimselerin karşılığı ödenmeyen emeği artı-değer yaratmamakla birlikte, onun bu artı-değere elkoymasını sağlar ve bu da, sonuçta, sermayesi bakımından aynı şey demektir. Bu nedenle de o, tüccar için bir kâr kaynağıdır. Aksi halde ticaret hiç bir zaman büyük ölçekte ya da kapitalist biçimde yürütülemezdi.
Tıpkı, işçinin karşılığı ödenmeyen emeğinin, üretken sermaye, için doğrudan doğruya artı-değer yaratması gibi, ticari ücretlilerin karşılığı ödenmeyen emeği de, tüccar sermayesi için bu artı-değerden bir pay sağlar.
Güçlük şuradan gelir: Tüccarın emek-zamanı ve emeği, kendisi için, zaten üretilmiş bulunan artı-değerden bir pay sağladığı halde, bu emek-zamanı ve emek, değer yaratmadığına göre, tüccarın, ticari emek-gücü satın almak için yatırdığı değişen sermaye bakımından durum nedir? Bu değişen sermaye, yatırılan tüccar sermayesinin maliyet giderleri içersinde yer alacak mıdır? Eğer almayacaksa, bu, kâr oranının eşitlenmesi yasası ile çelişiyor gibi görünür; yatırılan sermayeyi ancak 100'lük bir sermaye olarak hesaba katacaksa, hangi kapitalist 150'lik bir sermaye yatırımına yanaşır? Eğer yer alacaksa, bu, tüccar sermayesinin niteliği ile çelişir görünür, çünkü, bu tür sermaye, sanayi sermayesi gibi, başkalarının emeğini harekete geçirmekle sermaye olarak hareket etmez, o daha çok, kendi işini yapmakla, yani satınalma ve satış işlevlerini yerine getirmekle, ve bu onun, sanayi sermayesi tarafından üretilen artı-değerin bir kısmını almasının tek yolu ve nedeni olduğu için, sermaye olarak hareket etmiş olur.
İşte bu nedenle, şu noktaları da çözümlememiz gerekir: tüccarın değişen sermayesi; dolaşım alanındaki gerekli-emek yasası; tüccarın emeğinin, kendi değişmeyen sermayesinin değerini nasıl devam ettirdiği; tüccar sermayesinin, bütün olarak yeniden-üretim sürecinde oynadığı rol; ve ensonu, bir yanda meta-sermaye ve para-sermaye, öte yanda ticaret sermayesi ve para ticareti yapan sermaye biçimindeki ikilik.)
Eğer her tüccarın, ancak kendi işini kendi emeğiyle çevirebilecek kadar sermayesi olsaydı, tüccar sermayesi sonsuz bir bölünmeye uğrardı. Bu küçülme, kapitalist üretim tarzının ileriye gidişi sırasında, üretken sermayenin üretimi artırması ve daha büyük bir kitleyi harekete geçirmesi oranında artardı. Böylece, bu ikisi arasındaki oransızlık büyürdü. Sermaye, üretim alanında merkezileştiği oranda, dolaşım alanında
(sayfa 259) merkezileşmesini yitirirdi. Sanayi kapitalistinin saf ticari işi ve dolayısıyla saf ticari giderleri böylece sonsuz büyürdü, çünkü, bu durumda, diyelim 100 yerine 1.000 tüccarla iş yapmak zorunda kalırdı. Böylece, bağımsız iş gören tüccar sermayesinin sağladığı yararlar, büyük ölçüde kaybolurdu. Ve yalnız sırf ticari giderler artmakla kalmaz, depolama, gönderme, vb. gibi öteki dolaşım giderleri de artardı. Bütün bunlar sanayi sermayesini ilgilendiren şeylerdir. Şimdi de tüccar sermayesini düşünelim. Önce, sırf ticaretle ilgili işlemleri görelim. Büyük sayılarla uğraşmak, küçüklerle uğraşmaktan daha fazla zaman almaz. 100 sterlinlik 10 satın almada bulunmak, 1.000 sterlinlik
tek bir satın almadan on katı fazla zaman alır. 10 küçük tüccarla yazışmak,
tek bir büyük tüccarla yazışmaktan on katı fazla yazışmaya, kağıda, posta giderine neden olur. Bir kişinin defter tuttuğu, bir başkasının para işleriyle uğraştığı, bir üçüncünün yazışmalarla ilgilendiği, birinin satın aldığı, ötekinin sattığı, bir üçüncüsünün seyahat ettiği, vb. bir ticari firmadaki açıkça belirlenmiş işbölümü, emek-zamanından büyük tasarruf sağlar ve bu yüzden de toptan ticaretle uğraşan firmalarda çalışan işçi sayısı, hiç bir zaman, kuruluşun nispi büyüklüğü ile orantılı değildir. Bunun nedeni, ticaretle, sanayide olduğundan daha fazla, aynı işlev, ister büyük ister küçük ölçekte yapılsın, aynı emek-zamanını gerektirir. Tarihsel olarak, ticaret işlerindeki yoğunlaşmanın, sanayi işyerlerinden daha önce görünmesinin nedeni işte budur. Değişmeyen sermaye yatırımlarına gelince. Yüz küçük büro, tek bir bürodan, 100 küçük işyeri, tek bir büyük işyerinden çok daha fazlaya mal olur. Ticari kuruluşların hesaplarına hiç değilse yatırım giderleri olarak dahil olan ulaştırma giderleri, küçülmelerle artmış olur.
Sanayici kapitalist, işinin ticari kısmına daha fazla emek ve dolaşım gideri yatırmak zorunda kalırdı. Aynı tüccar sermayesi, birçok küçük kapitalist arasında bölündüğünde, bu küçülmeler nedeniyle, işlevlerinin yerine getirilmesi için daha fazla emekçiye gereksinme olacaktı, ayrıca, aynı meta-sermayenin devri için daha fazla tüccar sermayesine gereksinme olacaktı.
Diyelim B, metaların alım ve satımında doğrudan kullanılan tüccar sermayesinin tamamı ve b de, ticari işlerde çalışanların ücretlerine ödenen değişen sermaye olsun. Eğer her tüccar yardımcısız işlerini yürütebilse ve bu yüzden b için hiç bir yatırımda bulunmasa, B + b, toplam tüccar sermayesi B'den daha küçük olur. Ne var ki, güçlüğün henüz üstesinden gelmiş değiliz.
Metaların satış-fiyatının, 1) B + b üzerinden ortalama kârı ödemeye yeterli olması gerekir. Bunu, yalnız, genellikle B + b'nin b olmaksızın gerekli olabilecekten daha küçük bir tüccar sermayesini temsil eden başlangıçtaki B'den bir indirim olması olgusu bile açıklayabilir. Ama bu satış fiyatının, 2) yalnız, b üzerinden ek kârı kapsamaya değil, ödenen ücretleri, tüccarın değişen sermayesini = b yerine koymaya yeterli olması gereklidir. İşte bu son hesap güçlüğe yolaçar. Bu b, fiyatın yeni bir öğesini
(sayfa 260) mi temsil eder, yoksa, B + b aracılığı ile elde edilen kârın, yalnız, ticari işlerde çalışan ücretli işçiyi ilgilendirmesi bakımından ücret olarak görünen tüccar bakımından ise sadece değişen sermayeyi yerine koyan bir parçası mıdır? İkinci halde, tüccarın, yatırdığı sermaye, B + b üzerinden kârı genel kâr oranı nedeniyle B'ye düşen bir kâr ile, ücretler biçiminde ödediği, ama kendisi bir kâr sağlamayan b'nin toplamına eşit olur.
Asıl sorun, gerçekte, b'nin sınırlarını (matematik anlamıyla sınırlarını) bulmaktır. Önce, sorunu doğru bir biçimde ortaya koyalım. Doğrudan doğruya metaların satın alınması ve satışına yatırılan sermayeye B, bu işlevde tüketilen değişmeyen sermayeye (fiili ticaret giderleri) K ve tüccarın yatırdığı değişen sermayeye b diyelim.
B'nin geri alınması hiç bir güçlük çıkartmaz Çünkü, tüccar için, bu sadece gerçekleşen satış fiyatıdır, yapımcı için üretim fiyatıdır. Bu, tüccarın ödediği fiyattır ve tekrar satmakla B'yi, o, satış fiyatının bir kısmı olarak geri alır; ayrıca bu B'ye ek olarak, daha önce açıklandığı gibi, B üzerinden bir kâr sağlar. Örneğin, metaın maliyeti 100 £ ve kâr %10 olsun. Bu durumda, meta 110 sterline satılır. Meta daha önce 100'e mal olmuştu ve 100'lük tüccar sermayesi buna sadece 10'luk bir ilavede bulunmuştur.
Şimdi K'ye bakacak olursak, bu, olsa olsa en çok, sabit sermayenin, üreticinin satınalma ve satış işinde tüketebileceği parçası kadar olur, ama aslında, bundan küçüktür; ne var ki, bu, üreticinin doğrudan doğruya üretiminde gereksinme duyacağı değişmeyen sermayeye bir ek teşkil edebilir. Gene de bu kısmın sürekli olarak metaın fiyatı ile karşılanması gerekir ya da aynı şey demek olan, metaın buna tekabül eden kısmının, sürekli olarak bu şekilde harcanması, ya da toplumun toplam sermayesi açısından, devamlı olarak bu biçimde yeniden üretilmesi gerekir. Yatırılan değişmeyen sermayenin bu kısmının, tıpkı doğrudan doğruya üretime yatırılan tüm değişmeyen sermaye kitlesi gibi, kâr oranı üzerinde sınırlayıcı bir etkisi vardır. Sanayi kapitalisti, işinin ticaret yanını tüccara bıraktığı sürece, sermayenin bu kısmını yatırmak durumundan kurtulur. Bunu onun yerine tüccar yatırır. Bir bakıma tüccar bunu ancak nominal olarak yapar, çünkü tüccar, tükettiği değişmeyen sermayeyi (aslında ticari giderler) ne üretir, ne de yeniden üretir. Bunun üretimi, yaşam gereksinmeleri üreticilerine, değişmeyen sermaye sağlayanlarınkine benzer bir rol oynayan bazı sanayi kapitalistlerinin ayrı bir işi ya da en azından işlerinin bir bölümü gibi görünür. Tüccar, bu yüzden, önce, kendisi için bu değişmeyen sermayenin karşılığını alır, ve sonra da bunun üzerinden bir kâr sağlar. Bu nedenle bu ikisi aracılığıyla, sanayici kapitalistin kârı azalmış olur. Ama, işbölümüne bağlı olarak sağlanan tasarruf ve yoğunlaşma nedeniyle, kârındaki azalma, bu sermayeyi kendisinin yatırması haline göre daha az olur. Böylece yatırılan sermaye daha az olduğu için kâr oranındaki azalma da daha küçük olur.
(sayfa 261)
Buraya kadar satış fiyatı, demek ki, B + K + B + K üzerinden kârın toplamına eşittir. Satış fiyatının bu kısmı bundan başka bir güçlük göstermez. Ama şimdi, tüccar tarafından yatırılan değişen sermaye b, bunun içine girer.
Bunun sonucu olarak da satış fiyatı, B + K + b + B + K üzerinden kâr + b üzerinden kârdır.
B, sadece satınalma fiyatını yerine koyar, ve ona B üzerinden kârdan başka bir şey eklemez. K, yalnız K üzerinden kârı eklemekle kalmaz, kendisini de ekler; ne var ki, K + K üzerinden kâr, yani dolaşım giderlerinin değişmeyen sermaye biçiminde yatırılan kısmı + buna uygun kâr oranı, sanayi kapitalistinin elinde tüccarın elinde olduğundan daha büyük olurdu. Ortalama kârdaki düşme, yatırılan sanayi sermayesinden B + K düşüldükten sonra hesaplanan tam ortalama kâr biçiminde ve B + K üzerinden ortalama kârdan indirimin tüccara ödenmesi şeklinde görünür, ve bu indirim, şimdi, özgül bir sermayenin, tüccar sermayesinin kârı gibi ortaya çıkar.
Ama, b + b üzerinden kâr ya da, kâr oranının = %10 kabul edildiği örneğimizde, b +
1/
10b sözkonusu olunca durum değişir. Ve asıl güçlük de işte buradadır.
Tüccarın b ile satın aldığı şey, varsayımımıza göre, ticari emekten, yani sermayenin dolaşımdaki işlevlerini yerine getirmesi, M-P ve P-M hareketi için gerekli-emekten başka bir şey değildir. Ne var ki, ticari emek, bir sermayenin, tüccar sermayesi olarak iş görmesi, metaların paraya ve paranın metalara çevrilmesine yardımcı olmak için genellikle gerekli olan emektir. Bu, değerleri gerçekleştiren, ama kendi değer yaratmayan bir emektir. Ve ancak bir sermaye, bu işlevleri yerine getirdiği -şu halde, bir kapitalist bu işlemleri ya da bu işi, sermayesi ile yerine getirdiği- sürece, tüccar sermayesi olarak hizmet eder ve genel kâr oranının düzenlenmesine katılır, yani toplam kârdan kendi payını alır. Ne var ki, (b + b üzerinden kâr) önce, emek karşılığında ödemeyi (çünkü, ister sanayi kapitalisti, kendi emeği için tüccara, ister tüccarın ücretlerini verdiği kimselerin emeği için ödemede bulunsun, bu hiç bir şeyi değiştirmez) ve sonra da, tüccarın şahsen yerine getirmiş olabileceği bu emek için yaptığı ödeme üzerinden kârı içerir görünür. Tüccar sermayesi önce, kendisine ait b'yi geri alır ve sonra bunun üzerinden bir kâr elde eder. Demek ki, bu, şu olgudan ileri geliyor; önce o,
tüccar sermayesi olarak yerine getirdiği iş için bir ödemede bulunmasını istiyor ye sonra da,
sermaye olarak iş gördüğü, yani işleyen bir sermaye olarak kendisine bir kâr ödenmesini gerektiren bir işi yerine getirmesi nedeniyle bir kâr talep ediyor. İşte bu nedenle çözümlenmesi gereken sorun da budur.
Diyelim, B = 100, b = 10 ve kâr oranı = %10 olsun. Buraya ait olmayan ve zaten hesap edilmiş bulunan, satınalma fiyatının bu öğesini konu-dışı bırakmak için K = 0 alıyoruz. Şu halde, satış fiyatı = B + k + b + k (= B + Bk' + b + bk'; burada k', kâr oranını temsil eder)
(sayfa 262) = 100 + 10+ 10+ 1 = 121 olur.
Ama eğer b, tüccar tarafından ücretlere yatırılmamış olsaydı -çünkü b, yalnız ticari emeği, şu halde, sanayi sermayesi tarafından piyasaya sürülen meta-sermayenin değerini gerçekleştirmek için gerekli-emeği öder- durum şöyle olurdu: tüccar B = 100'e almak ya da satmak için zaman ayırmak durumunda kalırdı ve biz bu zamanın, tüccarın kullanabileceği tek zaman olduğunu kabul ediyoruz. b ya da 10 tarafından temsil edilen ticari emek, ücretler yerine kâr ile ödenecek olsa, bu %10'dan b = 10 yapacağı için, başka bir tüccarın 100'lük sermayesinin varlığını öngörürdü. Bu ikinci B = 100, ek olarak metaların fiyatına girmezdi, ama %10 girerdi. Böylece, 100'lük iki işlem = 200 olur ve metalar 200 + 20 = 220 üzerinden satın alınırdı.
Tüccar sermayesi kesenkes dolaşım sürecinde iş gören sanayi sermayesinin bir kısmının bireyselleşmiş bir biçiminden başka bir şey olmadığı için bununla ilgili bütün sorunlar, tüccar sermayesine özgü görüngülerin henüz bağımsız olarak görünmedikleri, tersine hâlâ sanayi sermayesinin bir kolu olarak onunla doğrudan doğruya ilişkisi içersinde oldukları bir biçimde ortaya konularak çözümlenmelidir. Bir işlikten farklı bir büro olarak ticaret sermayesi, sürekli şekilde dolaşım sürecinde iş görür. İşte burada -bizzat sanayi kapitalistlerinin bürosunda- şimdi incelemekte olduğumuz b'yi önce çözümlememiz gerekir.
Bu büro, daha işin başında, daima sanayi işliğine göre son derece küçüktür. Bundan sonra ise, açıktır ki, üretimin boyutları genişledikçe, meta-sermaye şeklindeki ürünün satışı, buradan elde edilecek paranın üretim araçlarına çevrilmesi, bütün süreçle ilgili hesabın tutulması gibi işler, sanayi sermayesinin dolaşımı için gerekli ticari işlemleri sürekli şekilde çoğaltır. Fiyatların hesaplanması, defterlerin tutulması, kasa hesabı, yazışmalar, hep bu başlık altında toplanır. Üretimin ölçeği ne denli gelişirse, sanayi sermayesinin ticari işlemleri, ve dolayısıyla değer ve artı-değerin gerçekleşmesi ile ilgili emek ve diğer dolaşım giderleri, aynı oranda olmasa bile, o kadar büyük olur. Bu durum, gerçek büro personelini teşkil eden, ticari ücretli işçilerin çalıştırılmalarını gerekli kılar. Bu harcamalar, ücret biçiminde yapıldıkları halde, üretken emeğin satın alınmasında kullanılan değişen-sermayeden farklıdır. Sanayi kapitalistinin harcamalarını, yatırılacak sermayenin kitlesini, doğrudan doğruya artı-değeri artırmaksızın büyütür. Çünkü bu, sırf daha önce yaratılan değerin gerçekleşmesinde kullanılan emek için yapılan bir harcamadır. Bu türden diğer harcamalar gibi, yatırılan sermayeyi artırdığı, ama artı-değeri artırmadığı için kâr oranını küçültür. Yatırılan sermaye, (S +
DS)'ye yükseldiği halde artı-değer
a aynı kalıyorsa, kâr oranı a : S daha küçük bir kâr oranına a : (S +
DS) yerini bırakır. Sanayi kapitalisti bu nedenle, tıpkı değişmeyen sermayesine ait giderler gibi, bu dolaşım giderlerini de en alt düzeyde tutmaya çalışır. Şu halde, sanayi sermayesi, ticari ücretli işçilerine karşı, üretken ücretli işçilerine gösterdiği aynı davranışı
(sayfa 263) göstermez. Diğer koşullar aynı kalmak üzere, ne kadar fazla üretken işçi çalıştırırsa, verim o kadar büyük, artı-değer ya da kâr da o kadar fazla olur. Tersine, üretimin ölçeği ne kadar büyür, gerçekleştirilecek değer ve artı-değer miktarı ne kadar artarsa, üretilen meta-sermaye o kadar fazla olur, nispi olmasa bile mutlak büro giderleri o kadar artar ve bir tür işbölümünün doğmasına yolaçar. Kârın, bu harcamalar için ne ölçüde bir önkoşul olduğu, diğer şeyler yanında, ticari ücretlerin artmasıyla birlikte bunların bir kısmının, çoğu kez kârdan verilen pay ile ödenmesi olgusundan da görülür. Kısmen değerlerin hesaplanması, kısmen bunların gerçekleştirilmesi ve kısmen de gerçekleştirilen paranın tekrar üretim araçlarına çevrilmesiyle ilişkili sırf ara işlemlerden ibaret bulunan emeğin, bu nedenle, büyüklüğü, gerçekleştirilecek olan üretilmiş değerlerin miktarına bağlı bir emek olması, üretken emek gibi, bu değerlerin büyüklük ve kitlelerin bir nedeni olmaktan çok, bir sonucu gibi hareket etmesi, eşyanın doğası gereğidir. Aynı şey, öteki dolaşım maliyetleri için de geçerlidir. Çok ölçü, tartı, ambalaj, taşıma işi yapmak için, elde çok şeyin bulunması gerekir. Ambalaj, ulaştırma, vb. miktarı, bu işlerin konusu olan metaların kitlesine bağlıdır; bunun tersi doğru değildir.
Ticari işçi doğrudan doğruya artı-değer üretmez. Ama emeğinin fiyatı emek-gücünün değeriyle şu halde bunun üretiminin giderleriyle belirlenir, oysa, bu emek-gücünün uygulanması, kullanılması, enerji harcaması, aşınıp yıpranması, öteki bütün ücretli emekçilerde olduğu gibi, hiç bir şekilde değeriyle sınırlı değildir. Bu nedenle de, ücreti, gerçekleşmesinde kapitaliste yardım ettiği kâr kitlesi ile zorunlu bir orantı içersinde değildir. Kapitaliste neye malolduğu ile, onun için neler sağladığı, iki ayrı şeydir. Doğrudan doğruya artı-değer yaratmaz, ama karşılığı ödenmeyen emek harcaması ölçüsünde, artı-değeri gerçekleştirme giderini azaltması için ona yardım ederek, kapitalistin gelirini artırır. Sözcüğün gerçek anlamında ticari işçi, emeği vasıflı emek olarak sınıflandıran ve ortalama emeğin üzerinde sayılan, daha yüksek ücret alan ücretli işçiler sınıfına girer. Gene de bu ücret, kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle, ortalama emeğe göre bile bir düşme eğilimi gösterir. Bu kısmen bürodaki işbölümünden ileri gelir ve emeğin kapasitesinde tek yanlı bir gelişme olduğu için, bunun gideri bütünüyle kapitaliste yüklenmez, çünkü, işçinin becerisi, işini yapa yapa kendi başına gelişmiştir, ve işbölümü bunu tekyanlı yaptığı ölçüde de, bu gelişme o kadar hızlı olmuştur. Sonra, gerekli eğitim, ticari bilgi, yabancı dil vb., bilim ve halk eğitimindeki gelişmeyle birlikte gitgide daha hızlı, kolay, yaygın ve ucuz bir biçimde yeniden üretildikçe, kapitalist üretim tarzı da öğretim yöntemlerini, vb., pratik amaçlara doğru yöneltmeye başlar. Halk eğitiminin yaygınlaşması, kapitalistleri, bu gibi işçileri, eskiden bu işlere giremeyen ve daha düşük bir yaşam düzeyinde bulunan sınıflardan sağlama olanağına kavuşturur. Üstelik bu, arzı artırdığı için rekabeti de artırır. Pek az istisna ile bu kimselerin emek-gücü, bu yüzden, kapitalist üretimdeki gelişmeyle değer
(sayfa 264) kaybına uğrar. Emeğin kapasitesi arttığı halde bu işçilerin ücretleri düşer. Kapitalist, gerçekleştirilecek değer ve kârı arttıkça, bu işçilerin sayılarını çoğaltır. Bu emekteki artış hiç bir zaman artı-değerdeki artışın nedeni değil, daima onun bir sonucudur.
[39a]
Demek ki, ortada bir ikilem var. Bir yandan, meta-sermaye ve para-sermaye olarak (dolayısıyla, bir de tüccar sermayesi olarak) adlandırılan işlevler, sanayi sermayesinin büründüğü genel belirli biçimlerdir. Öte yandan ise, özgül sermayeler, ve dolayısıyla özgül kapitalist gruplar, sırf bu işlerle uğraşmaktadırlar; ve böylece bu işlevler, sermayenin kendisini genişlettiği özgül alanlar haline gelmektedir.
Ticari sermayede, ticari işlevler ve dolaşım giderleri, ancak bağımsızlaşmış biçimde bulunurlar. Sanayi sermayesinin dolaşıma ayrılan yanı, yalnız sürekli olarak, meta-sermaye ve para-sermaye şeklinde bulunmakla kalmaz, aynı zamanda işyerinin yanında büroda da bulunur. Ama, ticari sermayeden bağımsız hale gelir. Bu sermaye için büro, onun tek işyeridir. Sermayenin dolaşım maliyetleri biçiminde kullanılan kısmı, sanayiciye göre, büyük tüccar için daha büyük görünür, çünkü, sanayicinin, her sanayi işyeri ile bağlı kendi bürolarının yanı sıra, sermayenin, tüm sanayi kapitalistleri sınıfı tarafından bu iş için kullanılacak kısmı, birkaç tüccarın elinde toplanmıştır ve bunlar, dolaşım işlevlerini yerine getirirken, bunların gerektirdiği artan giderleri de karşılarlar.
Sanayi sermayesine, dolaşım maliyetleri, üretken olmayan giderler olarak görünürler, ve böyledirler de. Tüccara ise bunlar, genel kâr oranı belli iken, büyüklükleri ile orantılı bir kâr kaynağı gibi görünürler. Bu dolaşım maliyetleri için yapılacak yatırımlar, bu yüzden, tüccar sermayesi için üretken bir yatırımdır. Ve bu nedenle, tüccar sermayesinin satın aldığı emek de kendisi için aynı şekilde doğrudan doğruya üretken emektir.
(sayfa 265)
ONSEKİZİNCİ BÖLÜM
TÜCCAR SERMAYESİNİN DEVRİ
FİYATLAR
SANAYİ sermayesinin devri, kendi üretim dönemi ile dolaşım zamanının bir birliğidir, ve bu nedenle tüm üretim sürecini kapsar. Tüccar sermayesinin devri, öte yandan, aslında meta-sermayenin bağımsızlaşmış bir hareketinden başka bir şey olmadığı için, özgül bir sermayenin geri dönüş hareketi olarak, metaın başkalaşımında ancak birinci evreyi, M-P, temsil eder; P-M, M-P, ticari açıdan, tüccar sermayesinin devridir. Tüccar satın alır, parasını metalara çevirir, sonra satar, metaları tekrar paraya çevirir, ve bu böyle sürer gider. Dolaşım süreci içersinde, sanayi sermayesinin başkalaşımı, daima, kendisini M
1-P-M
2 biçiminde gösterir; üretilen meta M
1'in satışı ile gerçekleşen para, yeni üretim araçlarının, M
2'nin satın alınması için kullanılır. Bu doğrudan doğruya M
1'in M
2 ile değiştirilmesi demektir ve aynı para böylece, iki kez el değiştirmektedir. Paranın bu hareketi, iki ayrı türden metaın, M
1 ile M
2'nin değişimine aracılık eder. Tüccara gelince, tersine, aynı meta, P-M-P' hareketi ile iki kez el değiştirmektedir. Bu sadece paranın kendisine dönmesini sağlamaktadır.
Örneğin, 100 sterlinlik bir tüccar sermayesi olsa ve bu 100 ile tüccar meta satın alsa ve 110 sterline satsa, 100 sterlinlik sermayesi tek bir devri tamamlamış olur ve bu devirlerin bir yıldaki sayısı, bu P-M-P'
(sayfa 266) hareketinin kaç kez yinelendiğine bağlı olur. Biz burada, satınalma fiyatı ile satış fiyatı arasındaki farktan doğabilecek giderleri bir yana bırakıyoruz, çünkü bunlar şimdi incelemekte olduğumuz biçimi hiç bir şekilde etkilemezler.
Belli bir tüccar sermayesinin devir sayısı bu durumda, demek ki, sırf bir dolaşım aracı olarak paranın yinelenen devirlerine benzer. Tıpkı aynı talerin, on devir yaparak, meta şeklinde kendi değerinin on katını satın alması gibi, tüccara ait aynı para-sermaye de, on devir yaptığında, değerinin on katını metalar biçiminde satın alır ya da değerinin on katı tutarında bir toplam meta-sermayeyi gerçekleştirir; örneğin 100'lük bir tüccar sermayesinin on katı = l.000'dir. Ama arada şu fark vardır: Dolaşım aracı olarak paranın devrinde, aynı para parçaları farklı ellerden geçerler, dolayısıyla aynı işlevi tekrar tekrar yerine getirirler, böylece kendi dolaşım hızlarıyla, dolaşımdaki para parçaları kitlesini oluştururlar. Ama, tüccar sözkonusu olduğunda, hangi para parçalarının biraraya gelmesiyle oluşursa oluşsun, değeri tutarındaki meta-sermayeyi tekrar satın alan ve satan, bu nedenle, P +
DP, yani değer, artı, artı-değer olarak aynı ellere, aynı başlangıç noktasına dönen, aynı para-sermaye, aynı para-değerdir. Bu, onun devrini, bir sermaye devri olarak belirler. Burada, dolaşımdan, daima dolaşıma sürdüğünden daha fazla para çeker. Her ne olursa olsun, hızlandırılmış bir tüccar sermayesi devrinin (gelişmiş bir kredi sisteminde, paranın ödeme aracı olarak işlevi egemen durumdadır) aynı miktarda paranın daha hızlı dolaşım yaptığı anlamına geldiği apaçıktır.
Bununla birlikte, tüccar sermayesinin yinelenen devri, hiç bir zaman yinelenen bir satınalma ve satış işleminden daha fazla bir şey ifade etmediği halde, sanayi sermayesinin yinelenen devri (tüketim sürecini de içeren) tüm yeniden-üretim sürecinin devreselliğini ve yenilenmesini de ifade eder. Tüccar sermayesi için bu yalnızca dış bir koşul olarak görünür. Tüccar sermayesinin hızla devrini sürdürebilmesi için sanayi sermayesinin sürekli olarak piyasaya meta sürmesi ve çekmesi gerekir. Yeniden-üretim süreci ağır gidiyorsa, tüccar sermayesinin devri de yavaşlar. Tüccar sermayesinin, üretken sermayenin devrini sağladığı doğrudur, ama o bunu ancak, onun dolaşım zamanını kısalttığı sürece başarır. Sanayi sermayesinin devir dönemi için de bir sınır teşkil eden, üretim zamanı üzerinde doğrudan bir etkisi yoktur. Bu, tüccar sermayesinin devri ile ilgili birinci engeldir. İkinci olarak, yeniden üretken tüketimin koyduğu engel dışında, tüccar sermayesinin devri, kaçınılmaz olarak, bir de toplam bireysel tüketimin hızı ve hacmi ile sınırlıdır, çünkü, tüketim-fonunun bir kısmı olan bütün meta-sermaye ona bağlıdır.
Bununla birlikte (bir tüccarın bir diğerine daima aynı metaı sattığı ve bu tür dolaşımın spekülasyon zamanlarında çok kârlı görünebileceği, ticaret alemindeki devirler bir yana) tüccar sermayesi, her şeyden önce, üretken sermaye için M-P evresini kısaltır. Sonra, modem kredi sistemi
(sayfa 267) altında, toplam toplumsal para-sermayenin büyük bir kısmını eli altında bulundurur, ve böylece daha önce satın alınan malı daha elinden çıkartmadan önce bile, tekrar satın almada bulunabilir. Ve bu durumda, tüccarımızın doğrudan doğruya nihai tüketiciye ya da tüketiciyle arasındaki bir düzine başka aracı tüccara satış yapmasının hiç bir önemi yoktur. Daima belli sınırların ötesine itilme olanağı bulunan, yeniden-üretim sürecindeki büyük esneklik nedeniyle, üretim sürecinin kendisinde, herhangi bir engelle karşılaşmaz, karşılaşsa bile bu engel çok esnektir. Metaların niteliklerinden ileri gelen M-P ve P-M'nin ayrılmaları dışında, hayali bir talep yaratılır. Bağımsız bir duruma sahip olduğu halde, tüccar sermayesinin hareketi, hiç bir zaman, sanayi sermayesinin, dolaşım alanı içersindeki hareketinden başka bir şey değildir. Ne var ki, bu bağımsız durumu sayesinde, belli bir ölçüde, yeniden-üretim sürecinin bağlı olduğu sınırlardan bağımsız hareket eder ve böylece onun bu sınırlarını daha öteye iter. Bu iç bağımlılık ve dış bağımsızlık, tüccar sermayesini, iç bağıntının bir bunalımla zorla yeniden kurulduğu bir noktaya iter.
Bunalımların, önce doğrudan tüketimle ilgili perakende ticarette değil de, toptan ticarette ve toplumun para-sermayesini onun emrine veren bankacılıkta ortaya çıkması ve patlak vermesi görüngüsünün nedeni işte budur.
Yapımcı, aslında, ihracatçıya ve ihracatçı da kendi dış müşterisine mal satabilir; ithalatçı hammaddeyi yapımcıya ve yapımcı da ürünlerini toptancı tüccara, vb. satabilir. Ama gözle görülmeyen belli bir noktada mallar satılmadan kalır, ya da gene bütün üreticiler ve aracılarda yavaş yavaş aşırı bir mal yığılması olur. Tüketim bu anda en yüksek noktadadır ve bunun nedeni ya bir sanayi kapitalistinin diğerlerini ardarda harekete geçirmesi, ya da çalıştırılan işçilerin tam çalışma halinde olması ve her zamankinden fazla harcama yapabilecek durumda bulunmalarıdır. Kapitalistlerin harcamaları da, büyüyen gelirleriyle birlikte artar. Ayrıca daha önce de gördüğümüz gibi (İkinci Kitap, Bölüm III) değişmeyen sermaye ile değişmeyen sermaye arasında (hızlanmış bir birikim dikkate alınmasa bile) sürekli bir dolaşım yer alır. Başlangıçta bu, bireysel tüketime hiç girmediği için, bu tüketimin dışındadır. Ama bu tüketim gene de bu dolaşımı kesinlikle sınırlar, çünkü, değişmeyen sermaye hiç bir zaman kendisi için üretilmez, sırf ürünleri bireysel tüketime giren üretim alanlarında ona daha fazla gereksinme olduğu için üretilir. Bununla birlikte, bu dolaşım, gelecekteki talebe bel bağlayarak, bir süre sessiz-sedasız devam edebilir, ve bu nedenle, bu gibi üretim kollarında, tüccarlar ile sanayicilerin işleri canlı bir biçimde devam eder. Uzak dış piyasalara satış yapan (ya da malları iç piyasada da yığılan) tüccarların alacakları yavaşlar ve azalır, bankalar ödeme için baskı yapar ya da satın alınan mallar için verilen borç senetlerinin vadeleri bu mallar satılmadan
(sayfa 268) önce dolunca, bunalımlar başlar. Ardından zorunlu satışlar, ödemelerin karşılanması için gerekli satışlar başlar. Daha sonra da, bu hayali gönenci birdenbire sona erdiren çöküntü gelir.
Tüccar sermayesinin devrinin yüzeyselliği ve mantıksızlığı bir ve aynı tüccar sermayesinin devrinin birkaç üretken sermayenin devirlerini aynı anda ya da ardarda sağlayabilmesi nedeniyle daha da büyür.
Tüccar sermayesinin devri, sadece birkaç sanayi sermayesinin devirlerini sağlamakla kalmaz, ayrıca, meta-sermayenin başkalaşımındaki zıt evreleri de hızlandırabilir. Örneğin, tüccar, yapımcıdan keten bezi satın almakta ve bunu ağartıcıya satmaktadır. Bu durumda demek ki, aynı tüccar sermayesinin devri -gerçekte, aynı M-P, keten bezinin gerçekleştirilmesi- iki farklı sanayi sermayesi için, iki zıt evreyi temsil eder. Tüccar bu malı üretken tüketim için sattığı sürece onun M-P hareketi daima bir sanayi kapitalisti için P-M, ve P-M hareketi, bir başka sanayi kapitalisti için daima M-P'dir.
Biz eğer, bu bölümde yapmış olduğumuz gibi K'yi, dolaşım giderlerini dikkate almazsak, bir başka deyişle, sermayenin tüccarın metaları satın almak için gerekli parayla birlikte yatırdığı kısmını bir yana bırakırsak bu ek sermaye üzerinden sağlanan ek kârı
DK'yi de hesaba katmamış oluruz. Biz eğer, tüccar sermayesinin kârının ve devrinin fiyatları nasıl etkilediğini öğrenmek istiyorsak, bu tamamen mantığa uygundur ve matematiksel olarak doğrudur.
Bir libre şekerin üretim-fiyatı 1 sterlin ise, tüccar 100 £ ile 100 libre şeker alabilirdi. Bu miktar şekeri eğer o bir yıl boyunca satın alıyor ve satıyorsa ve eğer ortalama yıllık kâr oranı %15 ise, 100 sterline 15 sterlin ve 1 libre şekerin üretim-fiyatı olan 1 sterline 3 şilin katmış olurdu; Yani, 1 libre şekeri 1 sterlin 3 şiline satardı. Ama, eğer libre şekerin üretim-fiyatı 1 şiline düşecek olsa, tüccar 100 £ ile 2.000 libre şeker satın alabilir ve şekerin libresini 1 şilin 1
4/
5 peniye satardı. Şeker işine yatırılmış olan sermayenin yıllık kârı her 100 £ için gene 15 £ olurdu. Ne var ki tüccar birinci halde 100, ikinci halde 2.000 libre şeker satmak durumundadır. Üretim-fiyatının yüksek ya da alçak düzeyde oluşunun, kâr oranı ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Ama bu, bir libre şekerin satış fiyatının, kendisini tüccar kârına çeviren kısmını, yani belli bir miktar meta ya da ürün üzerinden tüccarın fiyata yaptığı ilaveyi büyük ölçüde ve kesinlikle etkileyebilir. Bir metaın üretim-fiyatı küçük ise, tüccarın, satınalma fiyatı için, yani bu metaın belli bir miktarı için yatıracağı miktar da küçük olur. Şu halde, belli bir kâr oranı ile, bu miktardaki ucuz meta üzerinden sağlayacağı kârın miktarı da az olur. Ya da aynı şey demek olan, belli bir miktar sermaye ile, diyelim 100 ile, bu ucuz metalardan daha büyük bir miktar satın alabilir ve her 100 için elde ettiği 15'lik toplam kâr, bu metalar kitlesine ait bulunan her tek parça ya da kısma, küçük kesirler halinde bölünmüş olur. Eğer bunun tersi olursa, bunların tersi doğrudur. Bu tamamen, tüccarın ürünlerini alıp sattığı, sanayi
(sayfa 269) sermayesinin üretkenliğinin büyüklüğüne ya da küçüklüğüne bağlıdır. Hollanda Doğu Hint Kumpanyasının zamanında olduğu gibi, tüccarın tekelci olması ve aynı zamanda üretimi tekeline alması hali dışında, bunun, tüccarın az bir kârla çok meta ya da metaların her parçası üzerinden daha büyük kârla az meta satmasına bağlı olduğu yolundaki yaygın düşünceden daha gülünç bir şey olamaz. Tüccarın satış fiyatının iki sınırı şunlardır: bir yandan, üzerinde hiç bir denetimi olmayan metaların üretim-fiyatı; öte yandan, gene üzerinde hiç bir denetimi bulunmayan ortalama kâr oranı. Ona düşen tek şey, pahalı ya da ucuz metaların alım-satımı ile uğraşmayı seçmektir ve bu konuda bile, elindeki sermaye ile diğer koşulların etkisi vardır. İşte bu yüzden, tüccarın izleyeceği yol, kendi iyi niyetine değil, tamamen kapitalist üretim tarzının gelişme derecesine bağlıdır. Üretim üzerinde tekele sahip eski Hollanda Doğu Hint Kumpanyası gibi tamamıyla ticari bir şirket, olsa olsa kapitalist üretimin başlangıç dönemine uyan bir yöntemin, bütünüyle değişmiş koşullar altında devam edebileceğini hayal edebilirdi.
[40]
Diğer şeylerin yanısıra aşağıdaki hususlar, halk arasında yaygın önyargının sürüp gitmesine yardım ederler ve kâr, vb. konusundaki bütün yanlış anlayışlar gibi, salt ticaret ve tüccar önyargısının dikkate alınmasından ileri gelirler:
Birincisi: rekabet görüngüsü, ama bunun yalnız, ticari kârın, bireysel tüccarlar, toplam tüccar sermayesinin hissedarları arasında dağılımı ile ilişkisi olanı; örneğin, rakiplerini piyasadan atmak için, birisinin daha ucuza satması.
İkincisi: Profesör Roscher çapında bir iktisatçı, Leipzig'de hâlâ, satış-fiyatlarında değişikliği meydana getiren şeyin, "sağduyu ve insancıl"
[5*] nedenlere dayandığını, köklü değişiklik geçiren üretim tarzının bir sonucu olmadığını hayal edebiliyor.
Üçüncüsü: üretim-fiyatları, emeğin üretkenliğindeki yükselme sonucu düşer ve satış-fiyatları da aynı nedenle düşerse, talep ve onunla birlikte piyasa-fiyatları, çoğu kez arzdan daha hızlı artar, ve böylece satış- fiyatları ortalama kârdan daha fazlasını sağlar.
Dördüncüsü: bir tüccar, daha büyük bir sermayenin, daha hızlı devretmesini sağlamak için, satış-fiyatını indirebilir (bu indirim hiç bir zaman, fiyata eklediği normal kârdan fazla olmaz). Bütün bunlar, yalnızca, tüccarların kendi aralarındaki rekabeti ilgilendiren şeylerdir.
(sayfa 270)
Bir metaın fiyatı, ve onunla birlikte bu fiyatta bulunan artı-değer payı, belli bir miktar emek tarafından üretilen metaların nispi büyüklüğüne bağlı olarak daha büyük ya da daha küçük olduğu halde, yüksek ya da düşük meta-fiyatlarının, ne belli bir sermaye tarafından üretilen artı-değer kitlesini ve ne de artı-değer oranını belirlemediğini Birinci Kitapta göstermiş bulunuyoruz. Bir metaın her özgülleşmiş miktarının fiyatı, bunlar değerlere tekabül ettikleri ölçüde, bu metada maddeleşen toplam emek miktarı ile belirlenir. Eğer çok metada az emek maddeleşmişse, metaın birim fiyatı düşük, ve içerdiği artı-değer küçük olur. Bir metada maddeleşen bu emeğin, karşılığı ödenen ve ödenmeyen emeğe nasıl bölündüğünün, bu nedenle, fiyatının hangi kısmının artı-değeri temsil ettiğinin, ne bu toplam emek miktarıyla ve dolayısıyla ne de o metaın fiyatıyla herhangi bir ilişkisi vardır. Ne var ki, artı-değer oranı metaın birim fiyatında bulunan artı-değerin mutlak büyüklüğüne bağlı değildir. Bu oran, artı-değerin nispi büyüklüğüne ve onun aynı metada yer alan ücretlere oranına bağlıdır. İşte bu yüzden, metaın her birimindeki artı-değerin mutlak büyüklüğü küçük olduğu halde, artı-değer oranı büyük olabilir. Metaın her parçasındaki artı-değerin bu mutlak büyüklüğü, birinci derecede, emeğin üretkenliğine ve ancak ikinci derecede, bu emeğin karşılığı ödenmiş ve ödenmemiş biçimde bölünmesine bağlıdır.
Şimdi, ticari satış-fiyatı sözkonusu olduğunda, üretim-fiyatı, belirli olan bir dış varsayımdır.
Daha önceleri, yüksek ticari meta-fiyatları, 1) yüksek üretim-fiyatlarından, emeğin üretken olmayışından; 2) tüccar sermayesinin, sermayelerin daha büyük bir genel hareketlilik içersinde olmaları halinde payına düşebilecek miktardan çok daha büyük artı-değer kitlesini emmesi sonucu, genel bir kâr oranının bulunmayışından ileri geliyordu. Her iki bakımdan da bu durumun sona ermesi demek ki kapitalist üretim tarzının gelişmesi sonucudur.
Tüccar sermayesinin devirleri, farklı ticaret dallarında süre bakımından değişir ve dolayısıyla yıllık devir sayıları daha fazla ya da az olur. Aynı ticaret kolunda sermayenin devri, ekonomik çevrimin farklı evrelerinde daha hızlı ya da daha yavaştır. Gene de, deneyimle belirlenen ortalama bir devir sayısı vardır. Tüccar sermayesinin devrinin, sanayi sermayesinin devrinden farklı olduğunu görmüş bulunuyoruz. Bu, eşyanın doğası gereğidir. Sanayi sermayesinin devrinde tek bir evre, bağımsız hale gelmiş bir tüccar sermayesinin, ya da bunun bir kısmının tam bir devri gibi görünür. Ayrıca bu, kâr ve fiyat saptanması bakımından farklı bir bağıntı içersinde bulunur.
Sanayi sermayesi sözkonusu olduğunda, bunun devri, bir yandan, yeniden-üretimin devreselliğini ifade eder ve bu yüzden belli bir dönemde piyasaya sürülen metaların kitlesi ona bağlıdır. Öte yandan, bu
(sayfa 271) sermayenin dolaşım zamanı, bir engel, uzayabilen bir engel yaratır ve üretim sürecinin hacmini etkilediği için, değer ye artı-değer yaratılması üzerinde, azçok kısıtlayıcı bir rol oynar. Devir, bu nedenle, yıllık üretilen artı-değer kitlesi, ve dolayısıyla genel kâr oranının oluşmasında belirleyici bir öğe olarak etki yapar ama bu olumlu bir öğe olmaktan çok, sınırlayıcı etkisi olan bir öğedir. Tüccar sermayesi için ise tersine, ortalama kâr oranı, belli bir büyüklüktür. Bu sermaye, kâr ya da artı-değerin yaratılmasına doğrudan doğruya katılmaz, ve genel kâr oranının şekillenmesine de ancak, sanayi sermayesince üretilen kâr kitlelerinden, toplam sermaye içersindeki payı ile orantılı bir hisse aldığı sürece katılır.
Sanayi sermayesinin, İkinci Cildin, İkinci Kısmında anlatılan koşullar altında yaptığı devir sayısı ne kadar fazla olursa yarattığı kâr kitlesi de o kadar büyük olur. Gerçi, genel bir kâr oranının oluşması yoluyla, toplam kâr, farklı sermayeler arasında, bunların bu toplam kârın üretimine katılma oranlarına göre değil, toplam sermaye içersinde tuttukları yere göre, yani kendi büyüklükleri ile orantılı olarak dağılır. Ama bu, sorunun özünü değiştirmez. Toplam sanayi sermayesinin devir sayısı ne kadar büyük olursa, kâr kitlesi, yıllık üretilen artı-değer kitlesi ve dolayısıyla, diğer koşullar aynı kalmak üzere, kâr oranı o kadar büyük olur. Tüccar sermayesinde durum farklıdır. Tüccar sermayesi için kâr oranı belli bir büyüklüktür ve bu, bir yandan, sanayi sermayesi tarafından üretilen kâr kitlesiyle, öte yandan, toplam tüccar sermayesinin nispi büyüklüğü, bunun üretim ve dolaşımı süreçlerinde yatırılmış bulunan toplam sermayeye olan nicel oranı ile belirlenmiştir. Bu sermayenin devir sayısı gerçekten de, toplam sermayeye olan oranını ya da dolaşım için gerekli tüccar sermayesinin nispi büyüklüğünü, belirleyici bir biçimde etkiler, çünkü, gerekli tüccar sermayesinin mutlak büyüklüğü ile bunun devir hızının ters orantılı oldukları apaçıktır. Ne var ki, diğer koşullar aynı kalmak üzere, tüccar sermayesinin nispi büyüklüğü ya da toplam sermaye içersinde tuttuğu yer, bu sermayenin mutlak büyüklüğü ile belirlenir. Toplam sermaye 10.000 ve tüccar sermayesi bunun 1/10'i ise bu = 1.000; toplam sermaye 1.000 ise bunun 1/10'i = 100 olur. Tüccar sermayesinin nispi büyüklüğü aynı kaldığı halde, mutlak büyüklüğü, toplam sermayenin büyüklüğüne bağlı olarak değişir. Ama biz burada, onun nispi büyüklüğünü, diyelim toplam sermayenin 1/10'i olduğunu veri olarak kabul ediyoruz. Ne var ki bu nispi büyüklük de gene devir ile belirlenir. Devri hızlı iken, mutlak büyüklüğü, örneğin, birinci durumda = 1.000 £, ikinci durumda = 100 £ ve şu halde nispi büyüklüğü 1/10 olacaktır. Daha yavaş bir devir ile, mutlak büyüklüğü, birinci durumda diyelim = 2.000, ikinci durumda = 200 olacaktır. Böylece nispi büyüklüğü, toplam sermayenin 1/10'i iken 1/5'ine yükselecektir. Tüccar sermayesinin devrini, örneğin ulaştırma araçlarındaki gelişme gibi, kısaltan durumlar, tüccar sermayesinin mutlak büyüklüğünü de
pro tanto azaltır ve böylece de, genel kâr oranını artırır. Eğer durum tersi olursa, bunun tersi doğrudur. Gelişmiş bir
(sayfa 272) kapitalist üretim tarzı, daha önceki koşullara göre, tüccar sermayesi üzerinde iki yönlü bir etki yapar. Bir yandan, fiilen işlev yapan daha küçük bir tüccar sermayesi kitlesiyle, aynı miktar meta devredilir; tüccar sermayesinin daha hızlı devri ve buna bağlı olarak, daha hızlı bir yeniden-üretim süreci nedeniyle, tüccar sermayesinin sanayi sermayesine oranı küçülür. Öte yandan, kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle birlikte, bütün üretim meta üretimi halini alır ve böylece bütün ürünler, dolaşıma aracılık edenlerin elinden geçer. Şurasını da eklemek gerekir ki, küçük ölçekte üretimde bulunulan daha önceki üretim tarzı koşullarında, üreticilerin çok büyük bir kısmı, mallarını doğrudan doğruya tüketicilere sattıkları ya da kişisel siparişler üzerine çalıştıkları gibi, ürünlerin bir kısmını doğrudan doğruya üreticinin kendisi ayni olarak tüketir, bir kısım hizmetler ayni olarak yerine getirilirdi. Bu yüzden, daha önceki üretim tarzlarında ticari sermaye, devrini sağladığı meta-sermayeye oranla daha büyük olduğu halde:
1) mutlak olarak daha küçüktü, çünkü, toplam ürünün, kıyas kabul etmeyecek kadar küçük bir kısmı meta olarak üretilir ve tüccarın eline düşerek meta-sermaye olarak dolaşıma geçerdi. Daha küçüktü, çünkü, meta-sermaye daha küçüktü. Ama aynı zamanda yalnızca devrinin çok yavaş olması nedeniyle değil, ve yalnızca devrettirdiği metaların kitlesi yönünden değil, orantılı olarak da daha büyüktü. Bir de, bu metalar kitlesinin fiyatı ve dolayısıyla bunlar için yatırılacak tüccar sermayesi emeğin üretkenliğindeki düşüklük yüzünden kapitalist üretim koşullarında daha büyük olması nedeniyle daha büyüktü, böylece, aynı değer, daha küçük bir metalar kitlesinde maddeleşmişti.
2) Kapitalist üretim temeli üzerinde, yalnızca daha büyük bir metalar kitlesi üretilmekle kalmaz (bu metalar kitlesinin değerindeki düşme de hesaba katılmak üzere), ama aynı ürünler kitlesi, örneğin tahıl, daha büyük bir meta kitlesi teşkil eder, yani tahıl, gitgide daha fazla bir ticaret nesnesi haline gelir. Bunun sonucu olarak, yalnız tüccar sermayesinin kitlesinde değil, deniz ulaştırması, demiryolları, telgraf, vb. gibi, dolaşımda kullanılan bütün sermaye kitlesinde de bir artış olur.
3) Ne var ki bu, "sermayeler arası rekabetin" tartışılmasına giren bir konudur: boş duran ya da ancak yan yana işlev yapan tüccar sermayesi, kapitalist üretim tarzındaki gelişmeyle, perakende ticarete girme kolaylığı ile, spekülasyonla, serbest kalan sermaye bolluğuyla büyür.
Ama, tüccar sermayesinin toplam sermayeye oranla nispi büyüklüğü veri kabul edildiğinde, çeşitli ticaret kollarındaki devir farkları, ne tüccar sermayesinin payına düşen toplam kârın büyüklüğünü ve ne de genel kâr oranını etkiler. Tüccarın kârını belirleyen şey, devrettirdiği meta-sermayenin kitlesi değil, bu devri sağlamak için yatırdığı para-sermayenin boyutlarıdır. Yıllık genel kâr oranı %15, yatırılan sermaye 100 £ ise ve bu sermaye yılda bir devir yapıyorsa, tüccar metalarım 115 sterline satacaktır. Eğer sermayesi yılda beş devir yapacak olursa, 100 sterline
(sayfa 273) satın aldığı meta-sermayeyi, yılda beş kez 103 sterline, şu halde 500'lük bir meta-sermayeyi 515'e satacaktır. Bu, yatırdığı 100'lük sermayesi üzerinden, 15'lik aynı yıllık kârı verir. Böyle olmasaydı, tüccar sermayesi, devir sayısına oranla, sanayi sermayesinden çok daha yüksek bir kâr sağlamış olurdu ki, bu da genel kâr oranı yasası ile çelişirdi.
Demek oluyor ki, çeşitli ticaret kollarındaki tüccar sermayesinin devir sayısı, metaların ticari fiyatları üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir. Ticari fiyata eklenen miktar, belli bir sermayenin ticari kârının, bir metaın üretim-fiyatına düşen kısmı, çeşitli ticaret kollarındaki tüccar sermayelerinin devir sayısı ile ya da devir hızı ile ters orantılıdır. Bir tüccar sermayesi, yılda beş devir yaparsa, bu sermaye, aynı değerdeki meta-sermayeye, yılda yalnız bir devir yapan diğer bir tüccar sermayesinin, aynı değerdeki meta-sermayeye kattığının yalnız 1/5'i kadar bir ek yapar.
Farklı ticaret kollarındaki sermayelerin ortalama devir sürelerine bağlı olarak satış-fiyatlarında görülen değişiklikler, sonunda şu anlamı taşır: Belli büyüklükteki tüccar sermayesi için, genel yıllık kâr oranı tarafından, şu halde, bu sermayenin ticari işlemlerinin özgül niteliğinden bağımsız olarak belirlenen aynı kâr kitlesi, eşit değerdeki metalar kitleleri arasında -devir hızı ile orantılı olarak- farklı dağılır, ve böylece, örneğin, bir tüccar sermayesi yılda beş devir yaparsa, metaların fiyatına %15/5 = %3, yılda bir devir yaparsa %15 ek yapar.
Farklı ticaret kollarındaki ticari kârın aynı yüzdesi, bu nedenle, metaların satış-fiyatlarını, tamamen bunların devir sürelerine bağlı olarak, bu metaların değerlerinin tamamen farklı yüzdeleri ile yükseltir.
Öte yandan, sanayi sermayesinde devir dönemi, belirli bir sermaye tarafından belli bir sürede üretilen değerlerin ve artı-değerlerin kitlesini, sömürülen emeğin kitlesini etkilediği için etkilemekle birlikte, üretilen bireysel metaların değer büyüklüğünü hiç bir şekilde etkilemez. Bu, hiç kuşkusuz, gözlerden saklı bir şeydir, ve üretim-fiyatlarına bakılır bakılmaz da başka türlü görünür. Ama bunun tek nedeni, daha önce incelenen yasalar gereğince, çeşitli metaların üretim-fiyatlarının, bunların değerlerinden sapması olgusudur. Ama biz, bütünüyle üretim sürecine, toplam sanayi sermayesi tarafından üretilen metalar kitlesine bakacak olursak, genel yasanın geçerli olduğunu hemen görürüz.
Şu halde, devir döneminin, sanayi sermayesi tarafından üretilen değerlerinin oluşumu üzerindeki etkisinin daha yakından incelenmesi, bizi tekrar genel yasaya, ekonomi politiğin temeline, metaların değerlerinin, içerdikleri emek-zamanı ile belirlendiği olgusuna götürdüğü halde, tüccar sermayesinin devrinin ticari-fiyatlar üzerindeki etkisi, birleştirici halkaların çok kapsamlı bir tahlili yapılmaksızın, fiyatların tamamen keyfi belirlendiğine işaret eder görünen bir görüngüyü açığa çıkartır; yani bu fiyatlar, yalnızca yılda belli bir miktar kârı cebe indirmeye azmetmiş bir sermaye tarafından saptanmaktadır. Sırf devirlerin bu etkisi yüzünden, belli sınırlar içersinde, dolaşım sürecinin kendisi, meta-fiyatlarını, üretim
(sayfa 274) sürecinden bağımsız olarak belirliyormuş gibi görünür. Bütün olarak yeniden-üretim süreci konusundaki her türlü yüzeysel ve yanlış anlayışlar, tüccar sermayesinin incelenmesinden ve bu sermayenin kendisine özgü hareketlerinin, dolaşıma aracılık edenlerin kafalarında uyandırdığı düşüncelerden çıkmışlardır.
Okurun büyük bir dehşetle farkettiği gibi, eğer kapitalist üretim sürecinin gerçek iç bağıntılarının tahlili, çok çetrefil ve uçsuz bucaksız bir iş ise; ve eğer, gözle görünür, tamamen dışsal bir hareketi, gerçek içsel bir harekete indirgemek bilimin görevleri arasında ise, kapitalist üretimi ve dolaşımı yürüten kişilerin kafalarında, üretim yasaları konusunda beliren kavramların, bu gerçek yasalardan bambaşka şeyler, ve sadece gözle görünen hareketlerin bilinçli ifadeleri olacağı besbellidir. Tüccar, borsa spekülatörü ve banker üzerine olan kavramlar, zorunlu olarak tamamen çarpıtılmıştır. Yapımcılar üzerine olan kavramlar, sermayelerinin tabi olduğu dolaşım hareketleri, ve genel kâr oranının eşitlenmesi yüzünden bozulmuştur.
[41] Aynı şekilde rekabet de, bunların kafalarında, baştan sona çarpıtılmış bir role bürünmüştür. Değer ile artı-değerin sınırları belirli ise sermayeler arasındaki rekabetlerin, değerleri üretim-fiyatlarına ve daha sonra da, tüccar fiyatlarına, artı-değeri ortalama kâra nasıl dönüştürdüğünü kavramak kolaydır. Ama bu sınırlar olmaksızın, rekabetin niçin genel kâr oranını bu değil de şu düzeye, örneğin, %1.500 yerine %15'e indirgediği, kavranılması olanaksız bir şey olur. Rekabet olsa olsa, ancak genel kâr oranını
bir düzeye indirgeyebilir, ama içinde bu düzeyin kendisini belirleyebilecek bir öğe taşımaz.
Tüccar sermayesi açısından işte bunun için, fiyatları belirleyen şey devrin kendisi gibi görünür. Buna karşılık, sanayi sermayesinin devir hızı, bir sermayenin daha çok ya da az emek sömürmesini sağladığı sürece, kâr kitlesi ve dolayısıyla, genel kâr oranı üzerinde belirleyici ve sınırlayıcı bir etki yaptığı halde, bu kâr oranı, tüccar sermayesi için dışsal bir olgu halini alır ve artı-değer üretimi ile içsel ilişkisi görünmez hale gelir. Diğer bütün koşullar eşit olmak üzere ve özellikle aynı organik bileşime sahip, aynı sanayi sermayesi yılda iki yerine dört devir yapsa, iki katı artı-değer ve dolayısıyla kâr üretir. Ve bu sermaye, bu daha hızlı devri olanaklı kılan, gelişmiş üretim yöntemi üzerinde tekele sahip olur olmaz ve olduğu sürece, bu durum görünür hale gelir. Tersine, farklı ticaret kollarında, devir dönemlerindeki farklar, belli bir meta-sermayenin devri üzerinde sağlanan kârın, bu meta-sermayeyi devrettiren para-sermayenin devir sayısı ile ters orantılı olgusunda kendilerini gösterirler.
Small profits and quick returns (Küçük kârlar ve hızlı devirler),
shopkeeper'a (dükkancı'ya), sırf ilke olarak izlediği bir ilke gibi görünür.
(sayfa 275)
Gerisine gelince, biri diğerini izleyen, karşılıklı olarak birbirini telafi eden, daha hızlı ve daha yavaş devirler bir yana, tüccar sermayesinin devri konusundaki bu yasanın, her ticaret alanında, ancak belirli bir alana yatırılan tüccar sermayesinin tamamının yaptığı devirlerin ortalaması için geçerli olduğu açıktır.
B ile aynı alanda iş yapan A'ya ait sermaye, ortalama devir sayısından daha fazla ya da daha az devir yapabilir. Bu durumda diğerleri, daha az ya da daha çok devir yaparlar. Bu, bu alana yatırılmış bulunan toplam tüccar sermayesi kitlesinin devrini değiştirmez. Oysa bunun, bireysel tüccar ya da dükkancı için büyük bir önemi vardır. Tıpkı, sanayi kapitalistlerinin daha iyi ortalama koşullar altında üretim yaptıklarında fazladan kâr sağlamaları gibi, o da bu durumda fazladan bir kâr elde eder. Rekabet onu zorlarsa, kârını ortalamanın altına düşürmeksizin, mallarını rakiplerinden daha ucuza satabilir. Sermayesini daha hızlı devrettirmesini sağlayan koşulların kendileri, eğer elverişli bir dükkan yeri gibi satılık şeyler ise, bunun için fazladan bir rant ödeyebilir, yani artı-kârının bir kısmını toprak rantına çevirebilir.
(sayfa 276)
ONDOKUZUNCU BÖLÜM
PARA TİCARETİYLE UĞRAŞAN SERMAYE
SANAYİ sermayesinin ve (sanayi sermayesinin dolaşım hareketinin bir kısmını kendi özel hareketi gibi üzerine aldığı için) şimdi ona ilave edebileceğimiz ticaret sermayesinin dolaşım sürecinde paranın yaptığı sırf teknik hareketler, tam bu hareketleri ve yalnız bu hareketleri, kendisine özgü işlemler olarak yerine getiren özel bir sermayenin işlevi halinde bağımsızlaşırlarsa, bu sermaye, para ticaretiyle uğraşan sermaye şeklini almış olur. Sanayi sermayesinin, ve daha doğrusu ticaret sermayesinin bir kısmı, her zaman yalnız genellikle para-sermaye olarak para-biçiminde bulunmaz, ama sırf bu teknik işlevleri yerine getiren para-sermaye olarak da para-biçiminde bulunur: Toplam sermayenin belirli bir kısmı, kendisini geri kalan kısımdan bağımsızlaştırır ve kapitalist işlevi, yalnızca, tüm sanayici ve tüccar kapitalistler sınıfı için bu işlemleri yerine getirmekten ibaret bulunan, para-sermaye biçiminde onlardan ayrılır. Ticaret sermayesinde olduğu gibi, sanayi sermayesinin dolaşım sürecinde para-sermaye biçiminde iş gören bir kısmı, geri kalan kısımdan ayrılır, ve yeniden-üretim sürecindeki bu işlemleri, diğer bütün sermayeler için yerine getirir. Bu para-sermayenin hareketleri bu nedenle, gene, yeniden-üretim sürecine katılan sanayi sermayesinin bağımsızlaşmış bir kısmının hareketlerinden başka bir şey değildir.
(sayfa 277)
Sermaye ancak yeni yatırıldığı zaman ve sürece -bu, birikim için de geçerlidir- para biçiminde sermaye, hareketin başlangıç noktası ve bitiş noktası olarak görünür. Ama dolaşım sürecinde iş görmekte bulunan bütün sermayeler için, bu birinci ve sonuncu noktalar, yalnızca geçiş noktaları olarak görünür. Basit meta dolaşımında görülmüş olduğu gibi, sanayi sermayesi, üretim alanından çıktığı andan bu alana tekrar girdiği ana kadar, M'-P-M başkalaşımından geçtiği için, P, aslında, başkalaşımın bir evresinin, bu evreyi tamamlayacak karşıt evrenin başlangıç noktasını teşkil etmek üzere olan bitiş noktasını temsil eder. Ve, sanayi sermayesinin M-P hareketi, daima, tüccar sermayesi için P-M-P olduğu halde, tüccar sermayesi için de fiili süreç, bu kez işlev yapmaya başlayınca sürekli M-P-M olur. Ama o, M-P ve P-M hareketlerini aynı zamanda yapar. Bunun anlamı, bir başka sermaye P-M evresinde iken, bir sermaye M-P evresinde bulunuyor ve ama, aynı sermaye, üretim sürecinin sürekliliği nedeniyle, bir ve aynı zamanda sürekli satın alıyor ve sürekli satıyor. Bir ve aynı zamanda daima her iki aşamada bulunuyor demektir. Bir kısmı, daha sonra tekrar metalara çevrilmek üzere paraya çevrilirken, bir diğeri tekrar paraya çevrilmek üzere aynı anda metalara çevrilmektedir.
Paranın burada, dolaşım aracı olarak mı yoksa ödeme aracı olarak mı iş gördüğü, tamamen meta değişiminin biçimine bağlıdır. Her iki halde de kapitalist, sürekli olarak birçok insana para ödemek ve sürekli olarak birçok kimseden para almak durumundadır. Para ödeme ve para alma şeklindeki bu tamamen teknik işlem, para ödeme aracı olarak iş gördüğü sürece, ödeme bilançoları yapmayı ve bilanço hesapları tutmayı gerekli kılan başlıbaşına bir emektir. Bu emek, bir dolaşım gideridir, yani değer yaratan bir emek değildir. Bu iş, özel bir araçlar ya da kapitalistler topluluğu tarafından, geriye kalan kapitalist sınıf adına yürütülmek suretiyle kısaltılır.
Sermayenin belirli bir kısmının, bir yığma olarak, potansiyel para-sermaye olarak - yedek bir ödeme aracı, yedek bir satınalma aracı, çalıştırmayı bekleyen para şeklinde boş duran bir sermaye gibi, her an elde bulunması gerekir. Diğer bir kısım, sürekli olarak bu biçimde geriye akar. Para toplama, ödeme, defter tutma dışında, bu, yığma halindeki paranın korunmasını da gerektirir ki, bu da başlıbaşına bir işlemdir. Gerçekten de, bu, sürekli olarak yığma paranın, dolaşım ve ödeme araçlarına çevrilmesi, ve satışlar ile süresi dolan alacak ödemelerinden sağlanan para aracılığı ile tekrar yığılması demektir. Sermayenin, kendi işlevleriyle ilişiğini kesen ve para olarak bulunan sermayenin bu kısmının işte bu devamlı hareketi, bu tamamen teknik işlev, dolaşım maliyetleri olarak sınıflandırılan, kendi başına bir emeğe ve harcamaya yolaçar.
İşbölümü, sermayenin işlevlerine bağlı bulunan bu teknik işlemlerin, tüm kapitalist sınıf için, elden geldiğince kendi özel işlevleri olarak, özel
(sayfa 278) bir aracılar ya da kapitalistler topluluğu tarafından yapılmasını - ya da bu işlerin bunların ellerinde toplanmasını gerektirir. Tüccar sermayesinde olduğu gibi burada da işbölümü iki anlamda sözkonusudur. Uzmanlık isteyen bir iş haline gelir ve tüm sınıfın para mekanizması için, özel bir iş olarak yapıldığından, belirli ellerde toplanır ve büyük ölçekte yürütülür. Hem çeşitli bağımsız kollara ayrılma ve hem de işin bu kollar arasında (büyük bürolar, sayısız sayman ve veznedarlar, alabildiğine geniş bir işbölümü) parçalanması yoluyla daha da ileri bir işbölümü yer alır, Para ödeme ve tahsil etme, hesapların kapatılması, cari hesapların tutulması, paranın korunması, vb. gibi bütün bu işler, bu teknik işlemleri zorunlu kılan faaliyetlerden ayrılarak, bu işlevler için yatırılmış sermayeyi, para ticaretiyle uğraşan sermaye haline getirir.
Özgül işler halinde bağımsızlaşmalarının, para ticaretine yolaçtığı çeşitli işlemler, paranın kendisinin çeşitli amaçlarından, ve sermayesinin para-biçiminde yürütmek zorunda bulunduğu işlevlerinden doğarlar.
Paranın, başlangıçta, farklı topluluklar arasındaki ürün değişiminden doğup geliştiğine daha önce değinmiştim.
[42]
Para ticareti, para-meta ticareti, bu nedenle, önce uluslararası ticaretten gelişmiştir. Farklı ulusal sikkelerin varolmalarından beri, yabancı ülkelerden satın almada bulunan tüccarlar, kendi ulusal sikkelerini yerel sikkeler ile değiştirmek ve bunun tersini yapmak ya da farklı sikkeleri, henüz sikke haline getirilmemiş saf gümüş ya da altınla -dünya parası ile- değiştirmek zorundaydılar. Modern para ticaretinin doğal temellerinden birisi olarak görülebilecek kambiyo işi böylece doğmuştur.
[43] Bundan, gümüşün (ya da altının), ulusal paradan farklı olan dünya parası -şimdi banka parası ya da ticaret parası denilmektedir- olarak iş gördüğü kambiyo bankaları doğmuştur. Bir ülkedeki bir sarraf,
(sayfa 279) seyyahlara, bir başka ülkedeki sarraf için ödenmek üzere verdiği poliçe anlamında olmak üzere, kambiyo işlemi, eski Roma ve Yunan'da, gerçek para değişiminden doğup gelişmişti.
Metalar olarak (lüks eşyalar yapımı için hammadde olarak) altın ve gümüş ticareti, külçe ticaretinin ya da evrensel para olarak paranın işlevleri için bir araç ödevini yerine getiren ticaretin doğal temelidir. Bu işlevler, daha önce de açıklandığı gibi (Buch I, Kap. III, 3, c) iki yönlüdür: uluslararası ödemelerde denge sağlamak için, ve faiz peşindeki sermaye göçleriyle ilgili olarak, çeşitli ulusal dolaşım alanları arasındaki ileri-geri para hareketi; bununla eşzamanlı olarak, değerli madenlerin, üretim kaynaklarından dünya piyasası yoluyla akışı ve bunların çeşitli ulusal dolaşım alanları arasında dağılımı. İngiltere'de, 17. yüzyılın büyük bir kısmında kuyumcular hâlâ bankerlik yapıyorlardı. Uluslararası ödemelerin dengelenme işlerinin daha sonraları kambiyo ticaretinde nasıl geliştiğini, vb. ve değerli senetler ile ilgili işlemler konusundaki her şeyi tamamen bir yana bırakacağız; kısacası, kredi sisteminin bizi burada henüz ilgilendirmeyen bütün özel şekillerini dikkate almayacağız.
Ulusal para, evrensel para olarak iş görürken yerel niteliğinden sıyrılır, bir ulusal para bir başkası ile ifade edilir ve böylece bunların hepsi de nihayet içerdikleri altın ya da gümüşe indirgenir ve bunlar da, dünya parası olarak dolaşımda bulunan iki meta oldukları için, aynı anda, sürekli değişiklik gösteren kendi karşılıklı değer oranlarına indirgenirler. Para ticareti yapan adamın kendi özel uğraşı haline getirdiği şey işte bu ara işlemlerdir. Sarraflık ile külçe ticareti, demek ki para ticaretinin başlangıçtaki biçimleri olup, paranın, ulusal para ve dünya parası olarak iki yanlı işlevinden doğarlar.
Kapitalist üretim süreci, ve genellikle ticaret, kapitalizm öncesi üretim biçimlerine dayandığı zaman bile şu sonuçlara ulaşır:
Birincisi, paranın yığma olarak biriktirilmesi, yani burada, sermayenin yedek bir ödeme ve satınalma fonu olarak para-biçiminde daima elde bulundurulması gereken kısmı. Bu, para yığmanın, kapitalist üretim tarzı altında tekrar görünen ve genellikle tüccar sermayesinin gelişmesiyle, en azından bu sermayenin amaçları için ortaya çıkan ilk biçimidir. Her iki nokta da, ulusal olduğu kadar uluslararası dolaşım için de geçerlidir. Para yığma, sürekli bir akış içersindedir, durmadan dolaşıma akar ve durmadan ordan geri döner. Bu para yığmanın ikinci biçimi, atıl halde duran ve, yeni biriken ve henüz yatırılmamış bulunan para-sermaye de dahil, geçici olarak kullanılmayan para şeklindeki sermayedir. Bu para yığmanın oluşmasıyla ortaya çıkan işlevler, her şeyden önce, paranın saklanmasıdır, defter tutulmasıdır, vb..
İkincisi, ne var ki bütün bunlar, satın almalar için para harcanmasını, satışlardan para toplanmasını, ödemeler yapılmasını ve yapılacak
(sayfa 280) ödemelerin kabulünü, bilançoları, vb. gerektirir. Para ticaretiyle uğraşan kimseler bütün bu hizmetleri, başlangıçta, tüccarlar ile sanayici kapitalistlerin basit
kasadarları olarak yerine getirirler.
[44]
Para ticareti, ilk evrelerinde bile, bu normal işlevlerine bir de borç verme, borç alma, kredi katılır katılmaz, iyice gelişir. Faiz getiren sermayenin ele alındığı bundan sonraki kısımda, bu konuda daha fazla durulacaktır.
Külçe ticaretinin kendisi de, altın ya da gümüşün bir ülkeden diğerine aktarılması, sırf meta ticaretinin bir sonucudur. Uluslararası ödemelerin durumunu ve çeşitli piyasalardaki faiz oranlarını ifade eden kambiyo kurları ile belirlenir. Külçe ticaretiyle uğraşan kişi, bu haliyle, bu sonuçların salt bir aracısı olarak işgörür.
Para ile para hareketlerinin ve biçimlerinin, basit meta dolaşımından nasıl geliştiğini tartışırken (Buch I, Kap. III), satınalma ve ödeme aracı olarak dolaşımda bulunan para kitlesinin hareketlerinin, metaların başkalaşımına, ve şimdi tüm yeniden-üretim sürecinde bir evreden başka bir şey olmadığını bildiğimiz bu başkalaşımın hacmi ile hızına bağlı bulunduğunu görmüştük. Para malzemesinin -altın ile gümüşün- bunların üretim kaynaklarından sağlanmasına gelince, bu doğrudan doğruya meta değişimi, meta olarak altın ile gümüşün diğer metalar ile değişimi yoluyla olur. Şu halde bunun kendisi de, demir ya da öteki madenlerin sağlanması gibi, meta değişiminde ancak bir evredir. Ne var ki, değerli madenlerin dünya piyasasındaki hareketlerini ilgilendirdiği kadarıyla (biz burada, borç yoluyla sermaye aktarılmasını ifade eden -bu, meta-sermaye şeklini de alabilen bir tür aktarmadır- hareketleri bir yana bırakıyoruz) bu da tıpkı paranın, ulusal satınalma ve ödeme aracı olarak hareketinin, iç piyasadaki meta değişimi ile belirlenmesi gibi, uluslararası
(sayfa 281) meta değişimi ile belirlenir. Değerli madenlerin, bir ulusal dolaşım alanından diğerine giriş-çıkışları, sırf ulusal paradaki değer kaybı ya da çifte standart uygulanması ile meydana geldiği sürece, para dolaşımına yabancı şeylerdir ve sadece devlet kararnameleri ile keyfi yaratılan sapmaların düzeltilmesini temsil ederler. Son olarak, ister iç ister dış ticarette satınalma ve ödeme aracı için yedek fon teşkil eden, ve gene sırf geçici olarak boş kalan bir sermaye biçimini temsil eden para yığmaya gelince, bunlar her iki halde de, dolaşım sürecinin zorunlu tortularıdır.
Tüm para dolaşımı, eğer hacim, biçim ve hareket olarak, meta dolaşımının sırf bir sonucu ise, ve bu da kapitalist açıdan yalnızca sermayenin dolaşım süreci ise (gelirin harcanması perakende ticaret yoluyla yapıldığı sürece, sermayenin gelir ile, ve gelirin gelir ile değişmesini de kapsamak üzere), para ticaretinin, yalnızca meta dolaşımının sırf bir sonucu ve görüngüsü olan para dolaşımını sağlamadığı apaçıktır. Bu para dolaşımının kendisi, meta dolaşımındaki bu evre, para ticaretinde zaten kendiliğinden varsayılır. Para ticaretinin sağladığı şey, yalnızca para dolaşımının teknik işlemlerini toplu, kısa ve basit hale getirmektir. Para ticareti, para yığmayı oluşturmaz. Bu yığma, isteyerek yapıldığı sürece (yani, kullanılmayan sermayenin ya da yeniden-üretim sürecindeki bir bozukluğun ifadesi olmadığı sürece) onun oluşumunun ekonomik asgariye indirgenebileceği teknik olanakları sağlar, çünkü, bütünüyle kapitalist sınıf için kullanıldığında, yedek satınalma ve ödeme aracı fonları, her kapitalistin bu işi kendisi yapması halinde olması gerekenden daha fazla olmak zorunda değildir. Para ticaretiyle uğraşanlar, değerli madenler satın almazlar. Onlar, yalnızca, meta ticareti bunları satın alır almaz, dağılımlarını sağlarlar. Para, ödeme aracı olarak iş gördüğü sürece, para ticareti yapanlar, ödemeler dengesinin sağlamlaştırılmasını kolaylaştırırlar ve bu yapay dengeleme mekanizması yoluyla, bu amaç için gerekli para miktarını azaltmış olurlar. Ama bunlar ne karşılıklı ödemeler arasındaki ilişkileri ve de bu ödemelerin hacmini belirlerler. Örneğin, bankalar ile kliring bürolarında birbirleriyle karşılıklı olarak değiştirilen poliçeler ile çekler, tamamen bağımsız ticari işlemleri temsil ederler ve belirli işlemlerin sonucudurlar; sözkonusu olan, bu sonuçların teknik bakımdan daha iyi bir biçimde dengelenmesidir. Para, satınalma aracı olarak dolaşımda bulunduğu sürece, satınalma ile satışların hacim ve sayısının, para ticareti ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Para ticareti ancak, satınalma ve satışla ilgili teknik işlemleri kısaltabilir ve böylece, metaların devri için gerekli nakit para miktarını azaltır.
Para ticareti, burada incelediğimiz yalın biçimiyle, yani kredi sisteminden ayrı olarak, öyleyse, meta dolaşımının belli bir evresinin, yani para dolaşımının tekniği ile, ve paranın kendi dolaşımından ileri gelen farklı işlevlerle ilgilidir.
Bu, para ticaretini, metaların başkalaşımını ve değişimini sağlayan ya da hatta meta-sermayenin bu sürecine sanayi sermayesinden ayrı bir
(sayfa 282) sermayenin süreci görünüşünü veren, meta ticaretinden esaslı şekilde ayılır. Bu nedenle, tüccar sermayesinin kendi dolaşım biçimi, P-M-P olduğu, burada metaın iki kez yer değiştirdiği ve böylece paranın geriye akışını sağladığı, oysa bundan farklı olan M-P-M biçiminde paranın iki kez el değiştirerek meta değişimini sağladığı halde, para ticareti yapan sermaye için böyle özel biçim yoktur.
Para-sermaye, ayrı bir kapitalistler sınıfı tarafından para dolaşımının bu teknik yanını sağlamak için yatırıldığı sürece -bu, diğer bir durumda, bu amaçlar için tüccarlar ile kapitalistlerin bizzat yatırmak zorunda kalacakları ek sermayeyi daha küçük ölçekte temsil eden bir sermayedir- sermayenin genel biçimi, P-P' burada da görülür. P yatırmak suretiyle bu kapitalist P +
DP sağlar. Ama, P-P' sağlaması, burada, başkalaşımın maddi değil teknik sürecini ilgilendirir.
Para ticaretiyle uğraşan kimselerin kullandıkları para-sermaye kitlesinin, tüccarlar ile sanayi kapitalistlerinin, dolaşım sürecindeki para-sermayeleri olduğu, bu kimsenin yaptığı işlemlerin aslında tüccarlar ile sanayi kapitalistlerinin işlevi olduğu, onun yalnızca aracılık ettiği açıktır.
Para ticaretiyle uğraşanların kârlarının, bunlar zaten gerçekleşmiş olan değerlerle (bunlar, alacaklı hakları biçiminde gerçekleştiği zaman bile) işgördükleri için, artı-değerden bir indirimden başka bir şey olmadığı aynı derecede açıktır.
Tıpkı meta ticaretinde olduğu gibi burada da ikili bir işlev vardır. Çünkü, para dolaşımı ile ilişkili teknik işlemlerin bir kısmını meta tacirleri ile meta üreticilerinin kendilerinin yapması zorunluluğu vardır.
(sayfa 283)
YİRMİNCİ BÖLÜM
TÜCCAR SERMAYESİ KONUSUNDA
TARİHSEL MALZEME
TÜCCAR sermayesi ile para ticareti yapan sermayelerin, para olarak özel birikim biçimi bundan sonraki bölümde incelenecektir.
Buraya kadar söylenenlerden, tüccar sermayesine, ister meta ister para ticareti yapan sermaye şeklinde olsun, sanayi sermayesinin, diyelim, madencilik, tarım, hayvancılık, imalat, ulaştırma, vb. gibi, toplumsal işbölümü ile ortaya çıkan ve bu nedenle farklı yatırım alanları teşkil eden yan kolları gibi özel bir türü gözüyle bakmaktan daha saçma bir şey olamayacağı apaçıktır. Her sanayi sermayesinin, kendi yeniden-üretim sürecinin dolaşım evresinde, meta-sermaye ve para-sermaye işlevlerini, yani tüccar sermayesinin iki biçiminin sırf kendilerine özgü işlevleri gibi görünen aynı işlevleri yerine getirdiğinin gözlenmesi bile, böylesine kaba bir düşüncenin yanlışlığını ortaya koymaya yeter. Öte yandan üretken sermaye olarak sanayi sermayesi ile, dolaşım alanındaki aynı sermaye arasındaki farklar, ticari ve para ticaretiyle uğraşan sermayelerde, sermayenin bir süre için büründüğü belirli biçimlerin ve işlevlerin, sermayenin ayrı bir kısmının, bağımsız biçimleri ve işlevleri olarak görünmesi ve özellikle bu sermayeye bağlanması olgusuyla, bağımsız bir nitelik kazanırlar. Sanayi sermayesinin değişmiş biçimi ile, farklı sanayi kollarına yatırılan üretken
(sayfa 284) sermayeler arasındaki bu çeşitli üretim kollarının niteliğinden ileri gelen maddi farklar, birbirlerinden çok farklı şeylerdir.
İktisatçıların, gerçekte yalnızca konunun maddi yanı ile ilgilendikleri için, biçim ayrılıklarını incelerken daima gösterdikleri üstünkörü tutumlarının yanısıra, vülger iktisatçılarda bir de, bu karışıklığın iki nedeni daha vardır. Birincisi, tüccar kârının kendine özgü niteliğini açıklamaktaki yetersizliği, ve ikincisi, meta-sermaye ile para-sermaye ve daha sonra da ticaret sermayesi ile para ticaretiyle uğraşan sermaye biçimlerini bu biçimler her şeyden önce temel olarak meta ve dolayısıyla para dolaşımını öngören kapitalist üretimin kendine özgü biçiminden ileri geldikleri halde, üretim sürecinin kendisinden zorunlu olarak doğan şekiller gibi ortaya koymak yolundaki mazur gösterme çabalarıdır.
Tüccar sermayesi ile para ticaretiyle uğraşan sermayenin tahıl üretiminden farkı, tahıl üretimi ile hayvancılık ve imalat arasındaki farktan daha fazla değilse, üretimle kapitalist üretimin tamamen özdeş şeyler olduğu ve diğer şeyler arasında, toplumsal ürünlerin toplumun üyeleri arasındaki dağılımının ister üretken ister bireysel tüketim için olsun, tıpkı et tüketiminin hayvancılık, elbise tüketiminin elbise sanayii tarafından sağlanması gibi devamlı olarak tüccarlar ve bankerler tarafından yönetilmesi gerekeceği gün gibi ortadadır.
[45]
Smith, Ricardo, vb. gibi büyük iktisatçılar, sermayenin temel şeklini, sanayi sermayesi olarak sermayeyi inceledikleri ve sırf her sermayenin yeniden-üretim sürecinde bir evre olması nedeniyle dolaşım sermayesini (meta-sermaye ile para-sermaye) gözönünde bulundurdukları için, özel bir tür olarak ticaret sermayesi karşısında şaşkınlığa düşmüşlerdir. Değer, kâr, vb. oluşumuyla ilgili olup, doğrudan doğruya sanayi sermayesi konusundaki, incelemelerinden çıkardıkları kurallar, tüccar sermayesini doğrudan kapsamına almamaktadır. Bu yüzden, tüccar sermayesini bütünüyle bir yana bırakmakta ve yalnız sanayi sermayesinin bir türü olarak sözünü etmektedirler. Bunu özel olarak inceledikleri zaman da, Ricardo'nun dış ticareti ele alırken yaptığı gibi; bu sermayenin değer (ve dolayısıyla artı-değer) yaratmadığını ortaya koymaya çalışırlar. Ne var ki, dış ticaret için doğru olan şey iç, ticaret için de doğrudur.
(sayfa 285)
Tüccar sermayesini buraya kadar, sırf kapitalist üretim tarzı açısından ve onun sınırları içersinde gözden geçirmiş bulunuyoruz. Ne var ki, yalnızca ticaret değil tüccar sermayesi de kapitalist üretim tarzından daha eskidir ve gerçekte tarih içersinde, sermayenin en eski serbest varlık biçimidir.
Para ticaretinin ve bunun için yatırılan sermayenin gelişmelerinin yalnızca toptan ticaretin ve daha sonra da ticari sermayenin varlığını gerektirdiğini daha önce gördüğümüz için biz burada yalnızca ikincisi, ticaret sermayesi üzerinde duracağız.
Tüccar sermayesi, dolaşım alanı içersinde bağlı bulunduğuna ve işlevi de sırf metaların değişimini sağlamak olduğuna göre, varlığı -doğrudan doğruya trampadan doğan gelişmemiş şekiller dışında-, metaların ve paranın basit dolaşımı için gerekli olan koşullardan başka bir koşulun bulunmasını gerektirmez. Ya da daha doğrusu para dolaşımı
onun varlık koşuludur. Meta olarak dolaşıma girmiş bulunan ürünler hangi üretim esasına göre üretilmiş olurlarsa olsunlar, ister ilkel topluluk, ister köleci üretim, küçük köylü ve küçük-burjuva ya da kapitalist üretim temeline dayansınlar, bu ürünlerin meta olma niteliklerini değiştirmezler ve bu ürünler meta olarak değişim sürecinden ve bu sürece bağlı biçim değişikliklerinden geçmek zorundadırlar. Aralarında tüccar sermayesinin aracı olarak hareket ettiği uçlar, tıpkı para için ve paranın hareketleri için olduğu gibi onun için de veridir. Gerekli olan tek şey bu uçların meta olarak elde bulunmasıdır; üretimin bütünüyle bir meta üretimi olmasının ya da sırf kendi tüketimleri için üretimde bulunan bağımsız üreticilerin kendi gereksinmelerini karşıladıktan sonra ürün fazlasını piyasaya sürmelerinin burada bir önemi yoktur. Tüccar sermayesi, yalnızca kendi varlığının önkoşulu olan bu uçların, bu metaların hareketlerini sağlamaktadır.
Ürünlerin ne ölçüde ticaret alanına girerek tüccar elinden geçeceği, üretim tarzına bağlı olup, ürünlerin doğrudan doğruya geçim araçları olarak değil de sırf bir meta olarak üretildikleri, kapitalist üretimin tam gelişmesi halinde en üst düzeye erişir. Öte yandan, her türlü üretim tarzında ticaret, üreticilerin (burada, ürünlerin sahipleri demektir), yararlanacakları olanakları ya da servetlerini artırmak üzere değişim alanına girecek artı-ürünlerin üretimini kolaylaştırır. Demek oluyor ki, ticaret, üretime, gitgide daha fazla değişim-değeri üretmeye yönelten bir nitelik kazandırır.
Metaların başkalaşımı, bunların hareketleri, 1) maddi bakımdan, farklı metaların birbirleriyle değişimlerinden, ve 2) biçimsel bakımdan, metaların satış yoluyla paraya ve paranın satınalma yoluyla metalara çevrilmesinden ibarettir. Ve tüccar sermayesinin işlevi, işte bu meta satın alınması ve satışından oluşur. Şu halde, o, yalnızca metaların
(sayfa 286) değişimini sağlamaktadır; gene de bu değişimin daha başlangıçta, sırf doğrudan üreticiler arasında bir meta değişimi olarak anlaşılmaması gerekir. Kölelik, feodalizm ve vasallık altında (ilkel toplulukları ilgilendirdiği kadarıyla), ürünlerin sahibi ve dolayısıyla satıcısı olan, köle sahibi, feodal toprakbeyi ve haraç alan devlettir. Tüccar birçok insan için satın alır ve satar. Satın almalar ve satışlar onun elinde toplanır ve dolayısıyla artık, alıcının (tüccar olarak) doğrudan doğruya gereksinmeleri ile sınırlı değildir.
Ne var ki, tüccarın meta değişimini sağladığı üretim alanlarının toplumsal örgütlenme biçimi ne olursa olsun, tüccarın serveti daima para-biçiminde bulunur ve parası da daima sermaye olarak iş görür. Bunun hareketi daima P-M-P' biçimindedir. Para, değişim-değerinin bağımsız biçimi, çıkış noktasıdır ve değişim-değerinin artması kendi başına amaçtır. Meta değişiminin kendisi ve bunu sağlayan işlemler -üretimden ayrılan ve üretici olmayanlar tarafından yürütülen bu işlemler-, sırf, serveti servet olarak artırmanın değil, serveti en evrensel toplumsal biçimde, değişim-değeri olarak artırmanın bir aracıdırlar. Burada, itici güç ve belirleyici amaç, P'nin P +
DP haline çevrilmesidir. P-P' hareketini sağlayan P-M ve M-P' işlemleri, yalnızca, P'yi P +
DP haline getirmede, geçici evreler olarak görünürler. Bu P-M-P' tüccar sermayesinin bu kendine özgü hareketi, onu, M-P-M hareketinden, son amacı kullanım-değerlerinin değişimi olan, üreticiler arası dolaysız meta ticaretinden ayırır.
Üretim ne kadar az gelişmişse, para olarak o kadar fazla servet tüccarların elinde toplanır, ya da tüccar servetinin özgül biçimi içersinde görünür.
Kapitalist üretim tarzında -yani sermaye, üretim üzerinde egemenliğini kurarak ona tamamen değişmiş, özgül bir biçim verir vermez- tüccar sermayesi, sırf,
özgül işlevi olan bir sermaye olarak gözükür. Daha önceki bütün üretim, tarzlarında ve hele üretimin üreticilerin en yakın gereksinmelerinin karşılanması için yapıldığı durumlarda, tüccar sermayesi, sermayenin işlevini
mükemmelen yerine getirir görünür.
İşte bu yüzden, tüccar sermayesinin, sermaye daha üretim üzerindeki egemenliğini kurmadan çok önce, sermayenin tarihsel biçimi olarak görünmesinin nedenini anlamak hiç de zor bir şey değildir. Bu sermayenin varlığı ve belli bir düzeye kadar gelişmesi, 1) para-servetin yoğunlaşmasının önkoşulu olarak ve 2) kapitalist üretim tarzı, ticaret için üretimi, tek tek müşterilere değil geniş ölçekte satışı ve dolayısıyla da, kendi kişisel gereksinmelerini karşılamak için değil birçok alıcının satın almalarını kendi tek bir alımında toplayan bir tüccarın varlığını öngördüğü için, kapitalist üretimin gelişmesinin bizzat tarihsel önkoşuludur. Öte yandan, tüccar sermayesindeki bütün gelişmeler, üretime gitgide daha fazla değişim-değeri üretimi niteliğini verme ve ürünleri gitgide daha fazla metalar haline getirme eğilimindedir. Ne var ki, tüccar sermayesinin gelişmesi,
(sayfa 287) biraz ileride göreceğimiz gibi tek başına, ne bir üretim tarzından diğerine geçişi sağlayabilir ne de bunun açıklanması için yeterlidir.
Kapitalist üretimde tüccar sermayesi, eski bağımsız durumundan, sermaye yatırımında özel bir evreye indirgenmiştir ve kârların eşitlenmesi de onun kâr oranını genel ortalamaya indirgemektedir. O, yalnız, üretken sermayenin bir aracısı olarak işlev yapmaktadır. Tüccar sermayesinin gelişmesiyle şekillenen özel toplumsal koşullar artık burada egemenliğini yitirmiş durumdadır. Tersine, tüccar sermayesinin hâlâ egemen olduğu yerlerde, geri koşulların bulunduğunu görüyoruz. Bu, hatta bir ve aynı ülke için bile geçerlidir, örneğin, özellikle tüccar kenti niteliğini taşıyan kentler, sanayi kentlerine göre, geçmiş dönemin koşulları ile daha çarpıcı bir benzeşme gösterirler.
[46]
Sermayenin, tüccar sermayesi olarak bağımsız ve egemen bir biçimde gelişmesi, üretimin sermayeye tabi olmaması, ve dolayısıyla sermayenin kendisinden de bağımsız, yabancı bir toplumsal üretim tarzı temeli üzerinde gelişmesi demektir. Tüccar sermayesinin gelişmesi, demek ki, toplumun genel ekonomik gelişmesiyle ters orantılıdır.
Sermayenin egemen biçimi olarak bağımsız ticari servet, dolaşım sürecinin kendi uçlarından ayrılmasını temsil eder ve bu uçlar, kendileri değişimde bulunan üreticilerdir. Bu uçlar dolaşım sürecinden bağımsız kalırlar; tıpkı dolaşım sürecinin onlardan bağımsız kalmaları gibi. Ürün, ticaret yoluyla meta haline gelir. Burada ürünleri meta haline getiren ticarettir, yoksa üretilen metalar, hareketleriyle ticareti doğurmazlar. Şu halde sermaye burada önce, dolaşım sürecindeki sermaye olarak ortaya çıkıyor. Para işte bu dolaşım sürecinde sermaye halini alıyor. Ürünler önce bu dolaşım sürecinde, değişim-değerleri, metalar ve para olarak gelişiyor. Sermaye, dolaşım sürecinin uçlarını -aralarında dolaşımın aracılık ettiği çeşitli üretim alanlarını- denetimi altına almayı öğrenmeden önce, dolaşım sürecinde oluşabilir ve oluşmak zorundadır. Para ve meta dolaşımı, iç yapıları hâlâ geniş ölçüde kullanım-değerleri üretimine uyarlanmış, çok farklı örgütlenmiş üretim alanları arasında aracılık edebilir. İçersinde üretim alanlarının bir üçüncü şey aracılığı ile birbirlerine bağlandıkları dolaşım sürecinin bu bağımsızlaşması iki anlam taşır. Bir yandan, bu dolaşım, üretim üzerinde henüz bir egemenlik kurmamıştır, ama onunla belli bir önkoşul bağıntısı içersindedir. Öte yandan, üretim süreci, henüz dolaşımı üretimin sırf bir evresi olarak içersine almamıştır. Ne var ki, bunların her ikisi de kapitalist üretimde gerçekleşmiştir.
(sayfa 288) Üretim süreci bütünüyle dolaşıma dayanır ve dolaşım, içersinde, meta olarak yaratılan ürünün gerçekleştirildiği ve gene metalar olarak yaratılan üretim öğelerinin yerlerine yenilerinin konduğu üretimin sırf bir geçiş evresidir. Doğrudan doğruya dolaşımdan doğup gelişen bu sermaye biçimi -tüccar sermayesi- burada yalnızca, sermayenin, kendi yeniden-üretim sürecinde ortaya çıkan biçimlerinden biri olarak görünür.
Tüccar sermayesinin bağımsız gelişmesinin, kapitalist üretimin gelişme derecesiyle ters orantılı olduğu yasası, Venedikliler, Cenovalılar, Hollandalılar, vb.'de olduğu gibi komisyonculuk ticareti (
carrying trade) tarihinde özellikle açık olarak görülür; buralarda başlıca kazanç, böylece, yerli ürünlerin ihracı ile değil, ticari ve diğer ekonomik bakımlardan gelişmemiş toplumların ürünlerinin değişimini sağlayarak ve her iki üretici ülkeyi sömürerek elde edilir.
[47] Burada tüccar sermayesi, uçlardan -aralarında aracılık ettiği üretim alanlarından- ayrılmış, kendi saf biçimindedir. Bu, onun gelişmesini sağlayan başlıca kaynaktır. Ne var ki, komisyonculuğa dayanan bu ticaret tekeli ve onunla birlikte bu ticaretin kendisi, iki yönlü olarak sömürdüğü ve gelişmemiş durumları kendi varlığının dayanağı olan halkların ekonomik kalkınmalarıyla orantılı olarak çözülüp dağılır. Komisyonculuk ticaretinde, bu, yalnızca özel bir ticaret kolunun çökmesi olarak görünmekle kalmaz, aynı zamanda, tamamen ticaretle uğraşan ulusların egemenliklerinin ve genellikle bu komisyonculuğa dayanan ticari servetlerinin zayıflaması şeklinde de görünür. Ama bu, yalnızca, kapitalist üretimin gelişmesiyle, tüccar sermayesinin sanayi sermayesinin egemenliği altına girdiğini ifade eden özel bir biçimdir. Tüccar sermayesinin üretime egemen olduğu yerlerdeki tutumu, yalnız genellikle sömürge ekonomisi (sömürgecilik sistemi denilen şey) ile değil, Hollanda Doğu Hint Kumpanyasının uyguladığı yöntemlerle tamamen özel bir biçimde de çarpıcı olarak ortaya konmuştur.
Tüccar sermayesinin hareketi P-M-P' olduğuna göre, tüccar kârı önce, yalnızca dolaşım sürecinde geçen hareketlerde, yani satınalma ve satış şeklindeki iki harekette sağlanır; ve sonra, son harekette, satışta gerçekleştirilir. Demek ki bu,
protif upon alienation'dur.
[6*] Prima facie,
[7*] saf ve bağımsız bir ticari kâr, ürünler kendi değerleri üzerinden satıldıkları sürece olanaksız görünür. Pahalı satmak için ucuza satın almak, ticaretin kuralıdır. Şu halde, eşdeğerlerin değişilmesi değildir. Değer
(sayfa 289) kavramı, burada, çeşitli metaların hepsi değerler ve dolayısıyla para oldukları ölçüde yer alır. Nitelik bakımından hepsi de toplumsal emeğin ifadeleridir. Ama bunlar, eşit büyüklükte değerler değildir. Ürünlerin nicel değişim oranları önceleri tamamen gelişigüzeldir. Bunlar, değiştirilebilir nesneler, yani bir ve aynı üçüncü bir şeyin ifadeleri oldukları ölçüde meta biçimine bürünürler. Sürekli değişim ve değişim için daha düzenli yeniden-üretim, gitgide bu gelişigüzel durumu azaltır. Ne var ki, bu, önce, üretici ile tüketici için değil, bunların aracıları para-fiyatları karşılaştıran ve aradaki farkı cebe indiren tüccarlar için sözkonusudur. Tüccar kendi hareketleriyle, eşdeğerleri saptar.
Tüccar sermayesi, başlangıçta denetlemediği uçlar arasında, ve yaratmadığı önkoşullar arasındaki basit harekettir.
Tıpkı, paranın, sırf meta-dolaşımının yalın biçiminden, M-P-M, yalnız bir değer ölçüsü ve dolaşım aracı olarak değil, aynı zamanda metaın ve dolayısıyla servetin ya da para-yığmanın mutlak biçimi olarak da çıkması ve böylece para şeklinde kalması ve birikiminin kendi başına bir amaç haline gelmesi gibi, para da, yığılmış para da, varlığını sırf elden çıkarma, devir ve ferağ yoluyla koruyan ve artıran bir şey olarak, tüccar sermayesinin yalın dolaşım biçiminden, P-M-P' hareketinden çıkar.
Eskiçağların tüccar ulusları, Epikür'ün, evrenin ara alemlerinde yaşayan tanrıları ya da daha doğrusu, Polonya toplumunun gözeneklerine yerleşen Yahudiler gibi varlıklarını sürdürüyorlardı. İlk bağımsız, gelişmiş ticaret kentleri ile tüccar ulusların ticareti, aralarında aracılık ettikleri üretici ulusların barbarlığına dayanan katkısız bir komisyonculuk ticareti idi.
Toplumun, kapitalist-öncesi aşamalarında, ticaret, sanayie egemendi. Modern toplum için bunun tersi doğrudur. Ticaret, aralarında yürütüldüğü topluluklar üzerinde hiç kuşkusuz azçok karşıt bir etki yapacaktır. Lüks nesneler ile geçim araçlarını, ürünlerin doğrudan kullanımından çok satışına bağımlı hale getirerek, üretimi gitgide değişim-değerinin boyunduruğu altına sokacaktır. Böylece o, eski ilişkileri çözüp dağıtır. Para dolaşımını artırır. Artık yalnızca üretim fazlasını ele geçirmekle kalmaz, üretimi gitgide daha fazla pençesine alır ve bütün üretim kollarını kendisine bağımlı hale getirir. Ne var ki bu çözücü, dağıtıcı etki, gene de büyük ölçüde üretici topluluğun niteliğine bağlıdır.
Tüccar sermayesi, gelişmemiş toplumlar arasında ürünlerin değişimini teşvik ettiği sürece, ticari kâr yalnız bir dolandırıcılık ve aldatma olarak görünmekle kalmaz, aynı zamanda büyük ölçüde bundan doğar. Bu sermayenin, çeşitli ülkelere ait ürünlerin fiyatları arasındaki farkı sömürmesi olgusu bir yana (ve bu bakımdan o, metaların değerlerini eşitleme ve saptama yönünde bir eğilim taşır), tüccar sermayesinin, kısmen esas olarak kullanım-değeri üretmeye devam eden ve ürünlerinin dolaşıma giren kısmının satışıyla ilgili ekonomik örgütlenmelerinin ve dolayısıyla da ürünlerin değerleri üzerinden satışının ikincil derecede
(sayfa 290) önem taşıdığı topluluklar arasında bir aracı olarak, ve kısmen de bu eski üretim tarzları içersinde tüccarın ilişki içine girdiği, artı-ürünün bellibaşlı sahiplerinin, yani köle sahiplerinin, feodal beylerin ve devletin (örneğin Doğulu despotun), Adam Smith'in daha önce aktarılan feodal zamanlarla ilgili pasajlarında doğru olarak sezinlediği gibi, tüccarın tuzağa düşürmeye çalıştığı tüketim zenginliğini ve lüksü temsil etmeleri nedeniyle, o üretim tarzları, tüccar sermayesinin artı-ürünün büyük bir kısmına elkoymasına yolaçar. Egemen bir duruma ulaştığında tüccar sermayesi her yerde bir yağma düzeninden yanadır,
[48] ve bu nedenle, eski ve yeni zamanlarda tüccar uluslar arasında gösterdiği gelişme, daima, yağmayla, korsanlıkla, köle hırsızlığı ile ve sömürgelerin ele geçirilmesi ile doğrudan doğruya elele gitmiştir; Kartaca'da, Roma'da ve daha sonraları, Venedikliler, Portekizliler, Hollandalılar, vb arasında olduğu gibi.
Ticaretin ve tüccar sermayesinin gelişmesi, her yerde, değişim-değerleri üretimine doğru bir eğilim yaratmış, hacmini artırmış, çeşitlendirmiş, kozmopolitleştirmiş, ve parayı, dünya-parası haline getirmiştir. Ticaret, bu nedenle hazır bulduğu ve farklı biçimleri, geniş ölçüde, kullanım-değeri gözönünde bulundurularak yürütülen üretim örgütleri üzerinde azçok çözücü bir etkide bulunmuştur. Bunun, eski üretim tarzında meydana getireceği çözülmenin genişliği, kendi sağlamlığına ve iç yapısına bağlıdır. Ve, bu çözülme sürecinin nereye varacağı, başka bir deyişle, eski üretim tarzının yerini hangi yeni üretim tarzının alacağı ticarete bağlı olmayıp, eski üretim tarzının kendisinin niteliğine bağlıdır. Antik dünyada ticaretin etkisi ve tüccar sermayesinin gelişmesi, daima bir köle ekonomisi ile sonuçlanmıştır; çıkış noktasına bağlı olarak, ancak, doğrudan geçim araçlarının üretimiyle uğraşan ataerkil bir köle sisteminin, artı-değer üretimiyle uğraşan bir köle sistemine dönüşmesiyle
(sayfa 291) sonuçlanmıştır. Ne varki, modern dünyada bu, kapitalist üretim tarzıyla sonuçlanır. Bütün bunlardan şu sonuca varılır ki, bu sonuçların kendileri, tüccar sermayesinin gelişmesinden daha başka koşullardan ileri gelirler.
Kent sanayii, kent sanayii olarak, tarımsal sanayiden ayrılır ayrılmaz, ürettiği ürünlerin de daha işin başında meta olmaları ve bu yüzden de, satışları için ticaretin aracılığını gerektirmeleri eşyanın doğası gereğidir. Ticaretin, kentlerin gelişmesine dayanması ve buna karşılık da kentlerin ticarete bağımlı bulunması da doğal bir şeydir. Ne var ki, sanayideki gelişmenin ne ölçüde gelişmeyle elele gideceği, büsbütün başka koşullara bağlı bulunur. Eski Roma, daha sonraki cumhuriyetçi günlerinde, zanaat alanında herhangi bir gelişme göstermeksizin, tüccar sermayesini, eski dünyada hiç görülmemiş bir düzeye yükseltmişti, oysa Korent ile, Avrupa ve Küçük Asya'daki öteki Yunan kentlerinde ticaretteki gelişme, yüksek derecede gelişmiş bir zanaatla birlikte olmuştur. Buna karşılık, kentlerdeki büyüme ve bununla ilgili koşullardaki gelişmenin tam tersine, ticaret ruhu ve tüccar sermayesindeki gelişme, çoğu kez, yerleşik olmayan göçebe halklar arasında da görülen bir şeydir.
Hiç kuşkusuz -ve, baştan aşağı yanlış sonuçlara yolaçan da işte bu olgudur- 16. ve 17. yüzyıllarda coğrafi buluşlar ile ticarette görülen ve tüccar sermayesinin gelişmesini hızlandıran büyük devrimler, feodal üretim tarzından kapitalist üretim tarzına geçişi kolaylaştıran belli başlı öğelerden birisini oluşturur. Dünya pazarındaki ani genişleme dolaşımdaki metaların çoğalması, Asya'nın ürünleriyle Amerika'nın hazinelerine sahip çıkmak için Avrupa uluslarının gösterdikleri hırs ve rekabet, sömürgecilik sistemi - bütün bunlar, üretim üzerindeki feodal zincirlerin parçalanmasına maddi katkıda bulunmuşlardır. Bununla birlikte, ilk dönemde -manüfaktür döneminde- modern üretim tarzı, ancak, kendisi için gerekli koşulların, ortaçağlarda oluştuğu yerlerde gelişmişti. Örneğin, Hollanda ile Portekiz'i karşılaştırınız.
[49] Ve, eğer 16. ve kısmen de 17. yüzyılda, ticaretteki ani genişleme ve, yeni dünya pazarlarının doğuşu, eski üretim tarzının yıkılmasına ve kapitalist üretimin doğuşuna büyük bir katkıda bulunmuş ise, bu, tersine, zaten varolan kapitalist üretim tarzı temeli üzerinde oluşmuştu. Bizzat dünya pazarı, bu üretim tarzı için temel teşkil eder. Öte yandan, bu üretim tarzının, gitgide büyüyen bir ölçekte üretimde bulunma yolunda kendi özünde bulunan zorunluluk, sürekli olarak dünya pazarını genişletme eğilimini yaratır ve bu durumda, sanayide devrimlere yolaçan şey, ticaret olmaz, ticareti sürekli
(sayfa 292) biçimde kökünden değiştiren sanayi olur. Ticari üstünlüğün kendisi, şimdi büyük sanayi için koşulların şu ya da bu derecede bir ağırlıkta olmasıyla bağlı durumdadır. Örneğin, İngiltere ile Hollanda'yı karşılaştırınız. Hollanda'nın egemen bir tüccar ulus olarak gösterdiği gerilemenin tarihi, tüccar sermayesinin, sanayi sermayesinin boyunduruğu altına girmesinin tarihidir. Kapitalist-öncesi ulusal üretim tarzlarının iç sağlamlığı ile örgütlenmesinin ticaretin çözücü ve bozucu etkilerine karşı koyduğu engeller, İngiltere'nin Hindistan ve Çin ile ilişkilerinde çarpıcı bir biçimde görülür. Üretim tarzının geniş temeli, bu ülkelerde küçük ölçekli tarım ve ev sanayiinin birliği ile oluşturulmuştur ve Hindistan'da, buna, ortak toprak mülkiyeti üzerinde kurulan köy topluluk1arını eklemek gerekir ki, Çin'de de bu, ilkel biçimi ile vardı. İngilizler, Hindistan'da ülkenin egemenleri ve sahipleri olarak bu küçük ekonomik toplulukları bozup parçalamak için, doğrudan doğruya kendi politik ve ekonomik güçlerini kullanma konusunda hiç zaman yitirmemişlerdir.
[50] İngiliz ticareti, bu topluluklar üzerinde devrimci bir etki yapmış ve düşük fiyatlı mallarıyla, bu sınai ve tarımsal üretim birliğinin çok eski zamanlardan beri tamamlayıcı bir öğesi olan iplik ve dokuma sanayilerini yıkması ölçüsünde, bu birlikleri parçalayıp dağıtmıştır. Ve böyle bile olsa, bu çözülme çok yavaş ilerler. Hele, doğrudan politik güçle desteklenmediği Çin'de, bu çözülme daha da ağır gitmektedir. Tarım ile manüfaktürün birliğinin zamandan sağladığı büyük tasarruf ve ekonomi, onlara egemen olan dolaşım sürecinin
faux frais'sini
[8*] de içeren fiyatlarıyla, büyük sanayiin ürünlerine karşı inatçı bir direnç göstermektedir. Öte yandan, İngilizlerin tersine, Rus ticareti, Asya tipi üretimin ekonomik temelini, dokunmadan olduğu gibi bırakmaktadır.
[51]
Feodal üretim tarzından geçiş iki farklı biçimde olur. Üretici, doğal tarımsal ekonomi ve ortaçağların kent sanayilerinin loncaya bağlı elzanaatlarının tersine, tüccar ve kapitalist halini alır. Bu, gerçekten devrim yapan bir yoldur. Ya da tüccar, üretim üzerinde doğrudan bir egemenlik kurar. Tarihsel yönden bir basamak taşı olarak ne denli fazla hizmet ederse de -dokumacıları, bağımsız oldukları halde, kendilerinin yünlerini onlara satmak ve onların kumaşlarını satın almak suretiyle denetimi altına alan 17. yüzyıl İngiliz kumaşçılarında olduğu gibi- kendiliğinden, eski üretim tarzının alaşağı edilmesine yardımcı olmaz, ancak kendi önkoşulu olarak onu koruma ve sürdürme eğilimini taşır. Örneğin, Fransız
(sayfa 293) ipek sanayiinde ve İngiliz çorap ve dantela sanayilerinde, yapımcı, 19. yüzyılın ortasına kadar çoğu kez ancak ad bakımından yapımcıydı. Gerçekte ise, dokumacıları eski örgütlenmemiş düzende çalıştıran, ve ancak, bunların gerçekten kendisi için çalıştıkları bir tüccarın denetim gücüne sahip düpedüz bir tüccardı.
[52] Bu sistem, her yerde, gerçek kapitalist üretim tarzı için bir engel olmuş ve onun gelişmesiyle yokolup gitmiştir. Üretim tarzında köklü bir değişiklik yapmaksızın, yalnızca doğrudan üreticilerin durumunu daha da kötüleştirir, ve bunları, sermayenin yakın denetimi altındakinden daha beter koşullar altında çalışan düpedüz ücretli işçiler ve proleterler haline getirir, ve artı-emeklerine, eski üretim tarzı esasına göre elkoyar. Aynı koşullar, biraz değişmiş biçimde, bir ölçüde Londra'da elişi mobilya yapımında da vardır. Bu usul, özellikle Tower Hamlets'de büyük ölçüde uygulanmaktadır. Üretimin tamamı, birbirinden bağımsız çok sayıda ayrı iş koluna bölünmüştür. İşyerlerinden birisi yalnız sandalye, diğeri yalnız masa, bir üçüncüsü yalnız dolap, vb. yapmaktadır. Ama bu işyerleri, aşağı yukarı elzanaatlarında olduğu gibi bir tek patron ve birkaç kalfa ile yönetilirler. Ne var ki, üretim doğrudan doğruya özel kişilere çalışmaya elvermeyecek kadar büyüktür. Alıcılar, mobilya mağazaları sahipleridir. Cumartesi günleri patron bu mağazalara gider, yapılan işleri satar, ve alışveriş, rehin karşılığında borç veren tefeci dükkanlarında olduğu gibi, çekişe çekişe bir sonuca bağlanır. Patronlar, başka bir nedenle olmasa bile, gelecek hafta için hammadde satınalabilmek ve ücretleri ödeyebilmek için, bu haftalık satışlara bağımlıdırlar. Bu koşullar altında, aslında bunlar, tüccar ile kendi işçileri arasında yalnızca aracıdırlar. Tüccar ise, artı-değerden aslan payını cebe indiren gerçek kapitalisttir.
[53] Aşağı yukarı aynı şeyler, daha önce elzanaatları ya da kırsal sanayilerin yan dalları olarak yürütülen iş kollarından manüfaktüre geçiş için de geçerlidir. Geniş ölçekli sanayie geçiş -elzanaatı şeklinde yürütülen işi uygun makinelerin kullanılmaları halinde- bu küçük ve sahibi tarafından çalıştırılan işyerlerinin teknik gelişmesine bağlıdır. Makine, el yerine buharla çalışmaktadır. Bu, örneğin, son zamanlarda, İngiliz çorap sanayiinde böyle olmuştur.
Şu halde, üçlü bir geçiş şekli sözkonusudur.
Birincisi, tüccar, doğrudan doğruya sanayi kapitalisti haline gelmektedir. Ticaret üzerine kurulmuş zanaatlarda ve özellikle, İtalya'nın 15. yüzyılda İstanbul'dan getirdiği gibi, dış ülkelerden hammaddesiyle birlikte işçilerinin de getirildiği lüks eşyalar üreten zanaatlarda bu böyle olur.
İkincisi, tüccar, küçük patronları kendi aracısı haline getirir ya da doğrudan doğruya bağımsız üreticiden satın almada bulunarak, sözde onun bağımsızlığına
(sayfa 294) dokunmamış, üretim biçimini değiştirmemiş olur.
Üçüncüsü, sanayici, tüccar haline gelir ve doğrudan doğruya toptan piyasa için üretim yapar.
Ortaçağlarda tüccar, yalnızca, Poppe'un doğru olarak söylediği gibi,
[9*] loncalar ve köylüler tarafından üretilen malları ''aktaran'' bir kimseydi. Tüccar, sanayici haline gelmekte ya da daha doğrusu, zanaatkarları, özellikle de küçük kırsal bölge üreticilerini kendi adına çalıştırmaktadır. Tersine, üretici, tüccar haline gelir. Örneğin, dokumacı ustası, işlediği yünü tüccardan parça parça alarak kalfalarıyla birlikte onun hesabına çalışmak yerine, yünü ya da ipliği kendisi satın alır ve dokuduğu kumaşı tüccara satar. Üretim öğeleri, üretim sürecine, dokumacının kendi satın aldığı metalar olarak girer. Ve, tek bir tüccar için ya da belirli müşteriler için üretmek yerine, ticaret alemi için üretimde bulunur. Şimdi, üreticinin kendisi tüccardır. Tüccar sermayesi, dolaşım sürecini yürütmekten başka bir şey yapmaz. Başlangıçta ticaret, elzanaatlarının, kırsal ev sanayilerinin ve feodal tarımın, kapitalist işletmelere dönüşümü için önkoşuldu. Ticaret, kısmen meta için pazar yaratarak, kısmen yeni meta eşdeğerleri ortaya çıkarmak ve üretime yeni ham ve yardımcı maddeler sağlamak suretiyle, hem iç ve dış piyasalar için yapılacak üretim, hem de dünya piyasasında doğacak üretim koşulları bakımından, daha başlangıçta ticarete dayalı yeni üretim kollarının açılmasına neden olarak ürünü meta şekline sokar. Manüfaktür ve özellikle büyük ölçekli sanayi yeterli güce ulaşır ulaşmaz, kendi metaları aracıyla, onu elegeçirerek, kendisi için bir pazar yaratır. Bu noktada ticaret, piyasanın sürekli genişlemesi kendisi için hayati zorunluluk halini alan sanayi üretiminin hizmetine girer. Gitgide büyüyen kitle üretimi mevcut piyasaya sel gibi akar, ve böylece, bu piyasanın daha da genişlemesi, sınırlarını parçalaması için sürekli çalışır. Bu kitle üretimini sınırlayan şey (mevcut talebi ifade ettiği sürece) ticaret olmayıp, kullanılan sermayenin büyüklüğü ile emeğin üretkenliğinin gelişme düzeyidir. Sanayici kapitalistin önünde daima bir dünya piyasası vardır ve kendi maliyet-fiyatlarını yalnız iç piyasa-fiyatları ile değil, bütün dünya piyasa-fiyatları ile de karşılaştırır, ve bu karşılaştırmayı sürekli olarak yapmak zorundadır. Daha önceki dönemde, bu gibi karşılaştırmaları yapmak neredeyse bütünüyle tüccarlara düşerdi, ve böylece, tüccar sermayesinin sanayi sermayesi üzerinde egemenliğini sağlardı.
Modem üretim tarzı üzerinde ilk teorik inceleme -merkantil sistem- zorunlu olarak, dolaşım sürecinin ticaret sermayesinin hareketlerinde bağımsızlık kazanmış olan yüzeysel görüngülerinden hareket etmiş ve bu yüzden de sorunların ancak dış yüzlerini kavrayabilmiştir. Bunun öyle olmasının nedeni; kısmen, tüccar sermayesinin, genellikle sermayenin ilk varlık biçimi olması ve kısmen de, feodal üretimin ilk köklü
(sayfa 295) değişiklik dönemi boyunca -modem üretimin doğuşunda- yaptığı muazzam etkidir. Gerçek modern ekonomi bilimi, ancak, teorik tahlillerin, dolaşım sürecinden üretim sürecine geçmesiyle başlar. Faiz getiren sermaye de, aslında, sermayenin çok eski bir biçimidir. Ama, merkantilizmin bunu niçin hareket noktası yapmayıp, yalnızca buna karşı bir polemik açmasının nedenini daha ilerde göreceğiz.
(sayfa 296)
Dipnotlar
[1*] Kapital, İkinci Cilt, s.153-169. -Ed.
[2*] Hazır, emre hazır. -ç.
[3*] Kapital, İkinci Cilt, S. 99-101.
-Ed.
[4*] Orantılı olarak, herkese düşen pay oranında.
-ç.
[5*] Roscher,
Die Grundlagen der Nationalökonomie, 3. Auflage, 1858, s. 192.
-Ed.
[6*] Devir ve ferağa dayanan kâr.
-ç.
[7*] İlk bakışta.
-ç.
[8*] Üretken olmadığı halde zorunlu olan ikinci maliyetler.
-ç.
[9*] Poppe,
Geschichte der Technologie seit der Wiederherstellung der Wissenschaften is an das Ende des achtzehnten Jahrhunderts, Band 1, Göttingen 1807, s. 70. -
Ed.
[38] Tüccar sermayesini, üretken sermaye olarak sınıflandırabilmek için Ramsay, bunu, ulaştırma sanayii ile karıştırmakta ve ticarete "metaların bir yerden bir başka yere taşınması" (
An Essay on the Distribution of Wealth, s. 19) demektedir. Aynı karışıklık Verri'de (
Meditazioni sulla Economia Politica, § 4 [
Scrittori classici italiani di economia politica. Parte moderna, t. XV, s. 32.
-Ed.]) ve Say'de de (
Traité d'économie politique, l, 14, 15) görülür.
Elements of Political Economy (Andover and New York, 1835) adlı yapıtında S. P. Newman şöyle diyor: "Toplumun bugünkü ekonomik düzeyinde, üretici ile tüketici arasında bulunan ve üreticiye sermaye verip karşılığında ürün alan ve sonra da bu ürünleri tüketiciye aktararak karşılığında sermayeyi geri alan tüccarın bu hareketi hem toplumun ekonomik süreçlerini kolaylaştıran ve hem de elinden geçen ürünlere değer katan ticari bir işlemdir" (s. 174). Üretici ve tüketici, böylece, tüccarın aracılık etmesiyle, zaman ve paradan tasarruf sağlar. Bu hizmet, bir sermaye, ve emek yatırımını gerektirir ve "aynı ürünler tüketicilerin elinde, üreticilerin elinde oldukları zamankinden daha değerli oldukları için ürünlere değer kattığına göre" ödüllendirilmelidir. Ve böylece ticaret ona, tıpkı M. Say'e olduğu gibi, "tam anlamıyla bir üretim hareketi" (s. 175) olarak görünmektedir. Newman'ın bu görüşü temelinden yanlıştır. Bir metaın
kullanım-değeri, tüketicinin elinde üreticinin elinde olduğundan daha büyüktür, çünkü, ilk kez tüketici tarafından gerçekleştirilmiştir. Çünkü, bir metaın kullanım-değeri, bu meta tüketim alanına girene kadar, kendi amacına hizmet etmez, işlevini yerine getirmeye başlamaz. Meta, üreticinin elinde bulunduğu sürece, ancak potansiyel biçimde vardır. Ama, bir kimse bir meta için iki kez, ilkinde onun değişim-değeri ve sonra da kullanım-değeri için ödemede bulunmaz. Metaın değişim-değerinin karşılığı ödenmekle, onun kullanım-değeri elde edilmiş olur. Ve, metaın değişim-değeri, üreticiden ya da aracıdan tüketiciye aktarılmakla zerre kadar artmaz.
[39] JohnBellers [
Essays about the Poor, Manufactures, Trade, Plantations, and Immorality, London 1699, s. 10.
-Ed.]
[39a] Ticaret proletaryasının kaderi konusunda, 1865'te yazılmış bulunan bu tahminin, zaman içersinde nasıl doğrulandığı, bütün ticari işlemlerde eğitim görmüş, üç-dört dil bilen yüzlerce Alman büro işçisinin, haftada 25 şilin ücretle -ki bu ücret, iyi bir tornacının ücretinin çok altındadır- London City'de boşu boşuna iş aramalarıyla görülmektedir. Elyazmasındaki iki boş sayfa, bu noktanın, daha uzun boylu ele alınacağını göstermektedir. Okur, daha fazlası için, bu başlık altına giren çeşitli konuların incelendiği İkinci Kitaba (Bölüm VI, s. 148-169, "Dolaşım Maliyeti" [
Kapital, İkinci Cilt, Altıncı Bölüm, s. 148-154 -
Ed] başvurabilir.
-F.E.
[40] "Kâr, genel ilke olarak, fiyat ne olursa olsun daima aynıdır; yükselen ya da alçalan bir deniz üzerindeki yüzen bir cisim gibi daima yerini korur. Bu nedenle fiyatlar yükselirken tüccar fiyatları yükseltir; fiyat düşerken tüccar da fiyatı düşürür." (Corbet,
An lnquiry into the Causes, etc., of the Wealth of Individiuals, London 1841, s. 20.) Burada, genellikle metinde olduğu gibi, sözkonusu olan normal ticarettir, spekülasyon değil. Spekülasyonun tahlili ve ticari sermayenin bölünmesiyle ilgili diğer şeyler, bizim inceleme alanımızın dışına düşüyor. "Ticaret kârı, sermayeye eklenen ve fiyatları bağımsız olan bir değerdir. İkincisi ise" (spekülasyon) "sermayenin değerinde ya da fiyatın kendisindeki değişikliğe dayanır" (
l.c., s. 128).
[41] Bu çok safça ama aynı zamanda çok doğru saptamadır: "Bir ve aynı metaın, farklı satıcılardan, oldukça farklı fiyatlarla elde edilebilmesi olgusu hiç kuşkusuz çoğu kez bir hesap yanlışlığından ileri gelmektedir." (Feller and Odermann,
Das Ganze der kaufmännischen Arithmetik, 7
th ed., 1859, s. 451). Bu, fiyatların saptanmasının nasıl tamamen teorik, yani soyut hale geldiğini göstermektedir.
[42] Zur Kritik der politischen Ekonomie, s. 27 (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yayınları, Ankara 1974, s. 76). Ayrıca bkz.
Kapital, 1. C. 2. Bölüm.
-Ed.
[43] "Sikke basma ayrıcalığına sahip bulunan birçok prensler ile kentlerin bastıkları sikkelerin, ayar ve baskılarıyla ilgili olarak sikkeler arasındaki büyük farklılıklar, tüccarların, farklı sikkelerin tasfiyesi için, gerektiğinde yerel parayı kullanabilmelerini sağlamak için bu işle ilgili kurumların yaratılmasını zorunlu kılmıştı. Yabancı piyasalara giden tüccarlar, nakit ödemelerde bulunabilmek için yanlarında sikke haline getirilmemiş saf gümüş ya da altın bulunduruyorlardı. Aynı şekilde, yerel piyasalardan aldıkları parayı da, yurtlarına dönerken sikke haline getirilmemiş gümüş ya da altınla değiştiriyorlardı. Para değiştirme işi, sikke haline getirilmemiş değerli madenlerin yerel sikkeler ile değiştirilmesi işi ya da bunun tersi, böylece yaygın ve kârlı bir iş haline geldi." (Hüllmann,
Städtwesen des Mittelalters, Bonn 1826-29, 1, s. 437-38.) "Kambiyo baskıları, bu adlarını, poliçe çıkartmaları olgusundan değil ... sikkeleri değiştirmeleri olgusundan alırlar. Amsterdam Kambiyo Bankasının 1609'da kurulmasından çok önce, Hollanda'nın ticaret kentlerinde, sarraflar, kambiyo yerleri ve hatta kambiyo bankaları vardı. ... Bu sarrafların işleri, ülkeye yabancı tüccarlar tarafından getirilen sayısız türdeki sikkeleri, resmi sikkelerle değiştirmekti. Yavaş yavaş bunların faaliyet çevreleri genişledi. ... Bunlar zamanın bankerleri ve kasadarları haline geldiler. Ama, Amsterdam hükümeti, kasadarlık ve kambiyo işlerinin birleştirilmesini tehlikeli gördü ve bu tehlikeyi önlemek için, hem kasadarlık ve hem de kambiyo işlemlerini yerine getirebilecek, yetkili ve büyük bir kurum kurmaya karar verdi. Bu kurum 1609'da kurulan ünlü Amsterdam Kambiyo Bankası idi. Aynı şekilde, Venedik, Cenova, Stockholın, Hamburg kambiyo bankaları kökenlerini, sürekli para değiştirme zorunluluğuna borçludurlar. Bunlar arasında Hamburg Kambiyosu bugün hâlâ iş yapan tek kurumdur, çünkü, kendisine ait darphanesi olmayan bu ticaret kentinde böyle bir kuruma hâlâ gereksinme duyulmaktadır, vb." (S. Vissering,
Handboek van Praktische Staathuishoudkunde, Amsterdam 1860-61, 1, s. 247-48.)
[44] "Kasiyerlik kurumu belki de, Hollanda ticaret gelirlerinde olduğu kadar hiç bir yerde başlangıçtaki bağımsız niteliğini korumamıştır" (Amsterdam'da kasadarlık işinin kökeni konusunda bkz: E. Lusac;
Holland's Rykdom, Part III). "Onun işlevleri kısmen, eski Amsterdam Kambiyo Bankasının işlevleriyle çakışmaktadır. Kasiyer, hizmetlerinden yararlanan tüccarlardan belli bir miktar para alır ve bunun karşılığında onlar için defterinde bir "kredi" açar. Tüccarlar daha sonra ona borç senetlerini gönderirler, kasiyer onlar adına bunları tahsil ederek hesaplarına alacak olarak geçirir. Aynı zamanda, bunların çektikleri senetler (
kassiers briefes) için ödemelerde bulunur ve bu miktarları hesaplarında borçlandırır. Bu tahsilat ve ödemeler için küçük bir ücret alır ve bu, ona yaptığı iş karşılığında ancak, taraflar arasındaki devir işlemlerinin hacmiyle orantılı bir gelir sağlar. Eğer ödemeler, aynı kasiyer ile iş yapan iki tüccar arasında yapılıyorsa, bu gibi ödemeler, kendi defterlerine yapılan karşılıklı kayıtlar ile çok basit şekilde tasfiye edilir. Çünkü, kasiyerler bunların karşılıklı alacaklarını günü gününe tasfiye eder. Kasiyerlerin asıl işi böylece, ödemelerdeki bu aracılık işi oluyor. Bu nedenle, kasiyerlik, sanayi girişimlerini, spekülasyonu, sınırsız krediler açmayı, konusu dışında bırakıyor; çünkü, kasiyerin, kendisinde hesabı bulunan bir kimseye alacağının üzerinde ödemede bulunmaması, bu işte bir kural olması gerektir." (Vissering,
loc. cit., s. 134) Venedik'teki banka birlikleri üzerine: "Külçe taşınmasının, başka yerlerden daha az uygun olduğu Venedik'te gereksinmeler ile yerel durum, bu kentin büyük tüccarlarını, gerekli güven, denetim ve yönetim altında banka birlikleri kurmaya yöneltti. Bu gibi birliklerin üyeleri, belli bir miktar para yatırıyorlar, alacaklılarına bu hesap üzerinde ödeme senetleri düzenliyorlar ve bu ödenen miktar, bu amaç için tutulan defterde borçlunun hesabından düşülerek, aynı defterde alacaklının hesabına kaydediliyordu. Bu, ciro bankaları denilen kurumların en eski öncüleridir. Bu birlikler gerçekten eskidirler. Ama. 12. yüzyıla bağlanacak olurlarsa, 1171'de kurulan Devlet İstikraz Kurumu ile karıştırılırlar." (Hüllmann,
loc. cit., s. 453-54.)
[45] Bilge kişi Bay Roscher [
Die Grundlagen, der Nationalökonomie, 3. Auflage, 1858, § 60, s. 103.
-Ed.] o derin düşüncesiyle, bazı kimseler ticareti, üreticiler ile tüketiciler arasında
aracılık etmek diye nitelendirdiklerine göre,üretimin kendisinin de pekala tüketimin
aracılığı olarak (kimler arasında acaba?) nitelendirilebileceği sonucuna varmıştır ki, bu da hiç kuşkusuz, tüccar sermayesinin de, tarım ve sanayi sermayesi kadar, üretken sermayenin bir kısmı olduğu anlamına gelir. Başka bir deyişle, ben, insanın tüketimine ancak üretim araçları yoluyla aracılık edebileceğini (ve o bunu Leipzig'de öğrenim görmeden de yapmak zorundadır), ya da Doğanın ürünlerini ele geçirmek için emeğin gerekli olduğunu (buna
aracılık da denebilir) söyleyebileceğime göre, bundan haliyle şu sonuç çıkar ki, üretimin özgül toplumsal biçiminden doğan toplumsal
aracılığın -aracılık
olduğu için- aynı mutlak zorunlu niteliğe ve öneme sahip bulunduğu sonucu çıkar.
Aracılık sözü her şeyi çözümlemektedir. Şu da var ki, tüccarlar, üreticiler ile tüketiciler (üreticilerden farklı olarak tüketiciler; yani kendileri üretim yapmayan tüketiciler şimdilik bir yana bırakılmıştır) arasında aracılık etmezler, bu üreticilerin kendi aralarındaki değişime aracılık ederler. Bunlar yalnızca, binlerce kez kendileri olmaksızın da yapılagelen değişim işleminde aracılık eden kimselerdir.
[46] Bay W. Kiesselbach (
Der Gang des Welthandels im Mittelalter, 1860 adlı yapıtında) hâlâ, tüccar sermayesinin, sermayenin genel biçimi olduğu bir dünya hayali içersindedir. Sermayenin modern anlamı üzerinde en ufak bir fikri olmadığı gibi, bu fikri de, Mommsen'in Roma tarihinde, "sermaye ve sermayenin egemenliği" konusunda söylediklerinden daha öteye geçmemekte. Modern İngiliz tarihinde, gerçek anlamda ticaret çevreleri ile tüccar kentleri de gene, politik bakımdan gerici ve sanayi sermayesine karşı, toprak sahipleri ve mali çevreler ile birlik halindedir. Örneğin, Liverpool'un politik rolü ile Manchester ve Birmingham'ın rollerini karşılaştırınız. Sanayi sermayesinin tam egemenliği, tahıl yasasının, vb. yürürlükten kaldırılmasından sonradır ki, ancak İngiliz tüccar sermayesi ve finans çevrelerince kabul edildi.
[47] "Ticaret kentlerinin yerleşik halkı, daha zengin ülkelerin geliştirilmiş mallarını ve pahalı lüks eşyalarını ithal ederek, bu gibi şeyleri, kendi ülkelerinin ham ürünlerinden büyük miktarlar vererek satın almaya pek hevesli bulunan büyük toprak sahiplerinin gösteriş meraklarını beslemiş oldular. O sıralarda, Avrupa ticaretinin büyük bir kısmı böylece, kendi ham ürünlerini, daha uygar ulusların mamul ürünleri karşılığında değiştirmekten oluşuyordu. ... Bu zevk alışkanlığı, oldukça önemli bir talebe yolaçacak biçimde yaygınlaştığında, tüccarlar, taşıma giderlerinden tasarruf sağlamak için, doğal ki, aynı türden bazı manüfaktürleri kendi ülkelerinde kurma çabasına düştüler.'' (Adam Smith [
Wealth of Nations],Book III, Ch. III, London 1776, s. 489-490.)
[48] "Şimdi tüccarlar arasında, soylular ya da eşkıyalar konusunda çok yakınmalar var, çünkü bunlar, büyük tehlikeler altında ticaret yapmak zorundalar ve kaçırılmak, dövülmek, şantaj yapılmak ve soyulmak tehlikesi ile yüzyüzedirler. Eğer bunlar, bu ıstıraplara adalet hatırına katlanmış o!salardı, tüccarlar kutsal kişiler olurlardı. ... Ne var ki, böylesine büyük haksızlıklar ve hıristiyanlığa yakışmayan hırsızlıklar ve soygunlar, bütün dünyada ve hatta kendi aralarında tüccarlar tarafından yapıldığına göre, Tanrının haksız kazanılan böyle büyük bir serveti tekrar kaybettirmesi ya da çaldırması ve kendilerinin de kellelerinden olmaları ya da tutsak edilmelerinde şaşılacak ne var? ... Ve prensler, böylesine haksız alışverişleri gereken şiddetle cezalandırmalı ve uyruklarının tüccarlar tarafından böylesine feci bir biçimde kandırılmamaları için dikkatli olmalıdırlar. Onlar bunu yapmadıkları için Tanrı, şövalyeler ile eşkıyaları kullanıyor ve tüccarları, yaptıkları haksızlıklar yüzünden bunlar aracılığı ile cezalandırıyor ve gene onları kendi şeytanları gibi kullanıyor; tıpkı Mısır ile bütün dünyanın başına şeytanları bela etmesi ya da düşmanlar aracılığı ile onları yoketmesi gibi. Böylece o, tüccarlar dünyayı her gün soyarlarken, şövalyelerin yılda bir-iki kez soymalarına karşın, şövalyelerin tüccarlardan daha az eşkıya olduklarını kabul etmeyerek; bunları birbirine kırdırıyor." "İşaya'nın dediği gibi hareket ediniz: Prensleriniz eşkıyaların yoldaşları oldular. Çünkü onlar, bir ya da yarım gulden çalan hırsızı astırırlar ama bütün dünyayı soyan ve büyük bir rahatlıkla hırsızlık yapanlar ile dost olular, böylece özdeyiş doğru çıktı: Büyük hırsızlar küçük hırsızları asarlar; Romalı senatör Cato'nun dediği gibi: Ufak hırsızlar zindanda, posugaları içinde, ama resmi hırsızlar, altın ve ipeklilere bürünmüşler. Ama Tanrının sonsözü ne olacak? Ezekiel'e dediği gibi yapacak: Prenslerle tüccarları, bir hırsızla bir diğer hırsızı, kurşun ve demir gibi kaynaştıracak ve kent yanıp kül olduğunda ne prensler kalacak ne de tüccarlar." (Martin Luther,
Von Kauffshandlung und Wucher, 1524, s. 296-97.)
[49] Diğer koşulları bir yana, Hollanda'nın gelişmesinde balıkçılığın, manüfaktürün ve tarımın nasıl önde gelen bir temel olduğu, Massie gibi 18. yüzyıl yazarlarınca zaten açıklanmış bulunuyor. Asya'da, antikçağda ve ortaçağlarda, ticaretin hacmini ve önemini küçümseyen eski görüşlere karşılık şimdi, bunun önemini abartmak adet halini aldı. Bu anlayışa karşı en iyi çare, İngiltere'nin 18. yüzyılın başındaki ithalat ve ihracatını incelemek ve bunu modern ithalat ve ihracat ile karşılaştırmaktır. Ve gene de bunlar, daha önceki herhangi bir tüccar ulusunkinden, karşılaştırılamayacak derecede büyük idiler. (Bkz: Anderson,
An Historical and Chronological Deduction of the Origin of Commerce. [vol. II, London 1764, s. 261 vd.,
-Ed.])
[50] Herhangi bir ulusun tarihi eğer, bir ekonomik deneyimler tarihi ise, İngiltere'nin Hindistan'daki tarihi, ardarda diziler, yararsız ve gerçekten saçma (uygulamada rezilce) bir ekonomik deneyimler tarihidir. Bengal'de, geniş İngiliz malikanelerinin bir karikatürünü yarattılar; güney-doğu Hindistan'da, küçük parçalara bölünmüş mülkiyetin bir karikatürünü; kuzey-batıda, ortak toprak mülkiyetine dayanan Hint ekonomik topluluğunu, kendi karikatürüne dönüştürmek için ellerinden geleni geri koymadılar.
[51] Rusya, tamamen kendi iç ve komşusu Asyatik pazara dayanan kendi kapitalist üretimini geliştirmek için, ateşli bir çaba içersine gireli beri, bu da değişmeye başlamış bulunuyor.
-F. E.
[52] Aynı şey, Ren bölgesindeki şerit ve sırma yapımcıları ile ipekli dokumacıları için de doğrudur. Kırsal bölgelerde yaşan bu el-dokumacıları ile kentli ''yapımcıların'' karşılıklı-ilişkileri için Krefeld yakınlarında bir demiryolu bile yapılmıştı. Ama bu daha sonraları, mekanik dokuma sanayii tarafından el-dokumacılarıyla birlikte bir yana atıldı.
-F. E.
[53] Bu sistem, 1865'ten beri, daha da büyük ölçüde gelişmiştir. Ayrıntılar için bkz:
First Report of the Selected Committee of the House of Lord on the Sweating System, London 1888.
-F. E.