KÜTÜPHANE | Karl Marks: Kapital">

KÜTÜPHANE | Karl Marks: Kapital, Cilt: III





Karl Marx'ın Capital, A Critical Analysis of Capitalist Productuon, Volume III, (Progress Publishers, Moscow 1974) adlı yapıtını İngilizcesinden Alaattin Bilgi dilimize çevirmiş, ve kitap, Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Üçüncü Cilt, adı ile, Sol Yayınları tarafından Şubat 1990 (Birinci baskı: Ağustos 1978) tarihinde yayınlanmıştır.

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
DEVRİN KÂR ORANI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ


      [Devrin, artı-değer ve dolayısıyla kârın üretimi üzerindeki etkisi, İkinci Ciltte tartışılmıştı. Kısaca özetlenirse, devir için gerekli zaman aralığı nedeniyle, sermayenin hepsi, aynı zamanda üretimde kullanılamaz; sermayenin bir kısmı, daima, ya para-sermaye, hammadde ikmali, mamul ama henüz satılmamış meta-sermaye ya da alacak bakiyesi şeklinde atıl durur; aktif üretimdeki, yani üretim ve artı-değerin elde edilmesindeki sermaye daima bu miktar kadar eksiktir ve üretilen ve elkonulan artı-değer daima aynı ölçüde azalmıştır. Devir dönemi ne kadar kısa olursa, sermayenin bütününe oranla atıl kalan bu kısmı o kadar küçük ve bu nedenle, diğer koşullar aynı kalmak üzere, elkonulan artı-değer o kadar büyüktür.
      Üretilen artı-değer miktarının, devir döneminde, ya da bunun iki kesimi olan üretim zamanı ile dolaşım zamanındaki kısaltmalar ile nasıl artırılabileceği İkinci Ciltte ayrıntılarıyla gösterilmiş bulunuyor. Ama, kâr oranı yalnız, üretilen artı-değer miktarının, bu üretimde kullanılan (sayfa 67) toplam sermayeye bağıntısını ifade ettiği için, bu türden herhangi bir kısalmanın kâr oranını artıracağı açıktır. Daha önce İkinci Cildin İkinci kısmında, artı-değer ile ilgili olarak söylenenler, aynı şekilde, kâr ve kâr oranı için de geçerlidir ve burada bunların yinelenmesine gerek yoktur. Biz yalnız bellibaşlı birkaç nokta üzerinde durmak istiyoruz.
      Üretim zamanını kısaltmanın başlıca yolu, genellikle sınai ilerleme denilen, emeğin daha yüksek verimliliğidir. Eğer bu aynı zamanda, toplam sermaye yatırımında, pahalı makinelerin, vb., kurulmasından ileri gelen önemli bir artışı, ve dolayısıyla, toplam sermaye üzerinden hesaplanan kâr oranında bir azalmayı birlikte getirmiyorsa, bu oranın yükselmesi gerekir. Ve bu, metalürji ile kimya sanayiindeki son gelişmelerde pek çok durumda kesinlikle doğrudur. Demir ve çelik üretiminde, Bessemer, Siemens, Gilchrist-Thomas, vb. gibi son zamanlarda bulunan üretim yöntemleri, eskiden pek zahmetli olan işleri, nispeten düşük maliyetlerle asgariye indirmiş bulunmaktadır. Kömür katranından çıkartılan, kırmızı boya maddesi alizarinin yapılması ve bunun, zaten mevcut bulunan kömür katranı boya yapımı tesislerinde elde edilmesi, eskiden yıllar alan bir işin birkaç haftada sonuçlandırılmasını sağlamıştır. Boya kökünün olgunlaşması bir yıl alıyor ve bu kökler işlenmeden önce genellikle birkaç yıl daha büyüsünler diye bırakılıyordu.
      Dolaşım zamanını kısaltmanın başlıca yolu, gelişmiş ulaşım ve haberleşme araçlarıdır. Son elli yıl, bu alanda, ancak 18. yüzyılın ikinci yarısındaki sanayi devrimi ile kıyaslanabilecek bir devrim yaratmıştır. Karada, kaplama şoselerin yerini demiryolları almış, denizde, ağır yollu ve düzensiz yelkenli tekneleri, süratli ve güvenilir buharlı gemiler ile geri plana itilmiş, yer yuvarlağının her yanı telgraf telleri ile örülmüştür. Süveyş Kanalı, Doğu Asya ile Avustralya'yı bütünüyle buharlı gemilerin gidiş-gelişine açmıştır. Doğu Asya'ya yapılan bir meta sevkiyatının dolaşım zamanı 1847'de en az oniki ay iken (bkz: Buch ll, s. 235 [Kapital, İkinci Cilt, s. 280-281. -Ed]) şimdi bir o kadar haftaya indirilmiştir. 1825-57 bunalımlarının iki büyük merkezi Amerika ile Hindistan, ulaştırmadaki bu devrim ile, Avrupa'nın sanayi ülkelerine yüzde 70 ile 90 daha yakın hale gelmiş ve böylece o patlayıcı niteliklerini büyük ölçüde yitirmişlerdir. Toplam dünya ticaretinin devir dönemi, aynı ölçüde azalmış ve bu işte kullanılan sermayenin etkinliği iki-üç kat artmıştır. Bunun, kâr oranı üzerinde etkili olduğunu söylemeye bile gerek yoktur.
      Toplam sermayenin devrinin kâr oranı üzerindeki etkisini seçip çıkarmak için, karşılaştırma yapılacak sermayelerin öteki bütün koşullarının eşit olduğunu varsaymamız gerekir. Artı-değer oranı ile işgünü dışında, bir de, sermayenin yüzde bileşimini eşit kabul etmemiz gereklidir. Şimdi, artı-değer oranı %100 olan ve yılda iki devir yapan, 80s + 20d = 100S bileşiminde bir A sermayesi alalım. Bu durumda yıllık ürün: (sayfa 68)
      160s + 40d + 40a
      olur. Bununla birlikte, kâr oranını belirlemek için biz 40a'yı, devredilen 200'lük sermaye-değer üzerinden değil, 100'lük yatırılan sermaye üzerinden hesaplıyoruz ve böylece k' = %40 buluyoruz.
      Şimdi biz bu sermayeyi, aynı %100 artı-değer oranına sahip, ama yılda yalnız tek bir devir yapan bir B = 160s + 40d = 200S sermayesi ile kıyaslayalım. Bu sermayenin yıllık ürünü, demek ki, A sermayesinin aynıdır:
      160s +40d + 40a.
      Ama bu sefer, 40a ancak, %20, yani A'nın yarısı kadar bir kâr oranı sağlayan 200 tutarındaki yatırılmış bir sermaye üzerinden hesaplanmak durumundadır.
      Bu durumda, yüzde olarak bileşimleri eşit, artı-değer oranları ile işgünleri eşit olan iki sermayenin kâr oranlarının, bu sermayelerin devir dönemleri ile ters orantılı olduğunu görürüz. Karşılaştırılan bu iki durumda, eğer , yüzde bileşimi, artı-değer oranları, işgünü ya da ücretler eşit değil ise, bu, doğal olarak kâr oranlarında daha başka farklılıklar yaratacaktır; ama bunların devir ile bir ilişkisi yoktur ve bu nedenle de bizi bu noktada ilgilendirmemektedir. Bunlar Üçüncü Bölümde tartışılmış bulunmaktadır. Kısaltılmış bir devir döneminin artı-değer üretimi ve bunun sonucu olarak da kârın üzerindeki etkisi, İkinci Cildin Onaltıncı Bölümünde "Değişen Sermayenin Devri"nde de gösterildiği gibi, sermayenin değişen kısmına bu suretle kazandırılan, daha yüksek etkinlikten ibarettir. Bu bölümde, yılda on defa devreden 500'lük bir değişen sermayenin, aynı artı-değer oranı ile aynı ücretlere sahip ve yılda yalnız bir defa devreden 5.000'lik bir değişen sermaye ile aynı miktarda artı-değer ürettiği gösterilmişti.
      Yıllık aşınma ve yıpranma oranı %10 = 1.000 olan 10.000 sabit sermaye ile 500 döner değişmeyen ve 500 değişen sermayeden oluşan, sermaye I'i ele alalım. Değişen sermaye, %100 artı-değer oranı ile bir yılda on devir yapsın. İşi basitleştirmek için, aşağıdaki bütün örneklerde, genellikle pratikte olduğu gibi, döner değişmeyen sermayenin, değişen sermaye ile aynı sürede devrettiğini kabul edelim. Bu durumda, böyle bir devir döneminin ürünü:
     
      100s (aşınma ve yıpranma) + 500s + 500d + 500a = 1.600
      olacak ve bu şekildeki on devir ile bütün yılın ürünü:
      l.000s (aşınma ve yıpranma) + 5.000s + 5.000d + 5.000a = 16.000,
      S = 11.000, a = 5.000, k' = 5.000 : 11.000 = %455/11
      olacaktır.
      Şimdi, sermaye II'yi alalım: 9.000 sabit sermaye, yıllık aşınma ve yıpranma, 1.000, 1.000 döner değişmeyen sermaye, 1.000 değişen sermaye, artı-değer oranı %100, değişen sermayenin yıllık devri 5. Bu durumda, değişen sermayenin beher devrinin ürünü:
      200s (aşınma ve yıpranma) + 1.000s + 1.000d + 1.000a = 3.200 (sayfa 69)
      olacak ve beş devirden sonra toplam yıllık ürün:
      l.000s (aşınma ve yıpranma) + 5.000s + 5.000d + 5.000a = 16.000,
      S = 11.000, a= 5.000, k' = 5.000 : 11.000 = %455/11
      olacaktır.
      Daha sonra, sabit sermayesi olmayan, sermaye III'ü alalım ve bu, 6.000 döner değişmeyen ve 5.000 değişen sermayeden oluşsun. %100 artı-değer oranı ile yılda bir defa devretmiş olsun. Bu durumda toplam yıllık ürün:
      6.000s + 5.000d + 5.000a = 16.000,
      S = 11.000, a = 5.000, k' = 5.000 : l1.000 = %455/11
      olur.
      Her üç durumda da demek ki, aynı yıllık artı-değer miktarı = 5.000 olacak ve toplam sermaye de gene her üç halde eşit, yani = 11.000 olduğu için, %455/11'lik bir aynı kâr oranı elde edilecektir.
      Ama eğer, sermaye l'de değişen kısım yılda 10 yerine yalnız 5 devir yapmış olsa sonuç farklı olacak ve bir devrin ürünü:
      200s (aşınma ve yıpranma) + 500s + 500d + 500a = 1.700 olacaktır.
      Ve yıllık ürün de:
      1.000s (aşınma ve yıpranma) + 2.500s + 2.500d + 2.500a = 8.500,
      S = 11.000, a = 2.500; k' = 2.500 : 11.000 = %228/11
      olacaktır.
      Devir dönemi iki katı olduğu için, kâr oranı yarıya düşmüştür.
      Bir yılda ele geçirilen artı-değer miktarı bu nedenle, değişen sermayenin bir devrinde elde edilen artı-değer miktarının, bir yıldaki devir sayısıyla çarpımına eşittir. Bir yılda elde edilen artı-değere ya da kâra A, bir devir döneminde elde edilen artı-değere a, değişen sermayenin bir yıldaki devir sayısına n dersek daha önce İkinci Cildin Onaltıncı Bölüm, I'de, gösterildiği gibi, A = an, ve yıllık artı-değer oranı A' -a'n olur.
      Söylemeye gerek yoktur ki, k' = a' (d : S) = a' [d : (s + d)] formülü ancak paydaki d paydadaki d ile aynı olduğu sürece doğrudur. Paydadaki d, toplam sermayenin, ücretlerin ödenmesi için, ortalama değişen sermaye olarak kullanılan kısmının tamamını temsil etmektedir. Paydaki d ise, her şeyden önce, yalnız kendisi tarafından üretilen ve elkonulan, belli bir artı-değer niceliği = a olgusu ile belirlenmiştir ve bu miktar ile bağıntısı a/d artı-değer oranı, a''dür. Ancak bu şekildedir ki, k' = a : (s + d) formülü, öteki, k' = a' [d : (s + d)] formülüne dönüşmüştür. Şimdi paydaki d paydadaki d'ye yani S sermayesinin tüm değişen kısmına eşit olması gerektiği olgusu ile daha doğru bir şekilde belirlenmiş olacaktır. Başka bir deyişle, k' = a : S eşitliği, k' = a' [d : (s + d)] eşitliğine ancak, a'nın, değişen sermayenin tek bir devrinde ürettiği artı-değeri temsil etmesi halinde doğru bir şekilde dönüşebilir. Eğer a, bu artı-değerin (sayfa 70) yalnızca bir kısmı ise, a = a'd gene doğru olur ama, bu d, S = s + d'deki d'den daha küçüktür, çünkü, ücretler için harcanan tüm değişen sermayeden daha küçüktür. Ama eğer, a, d'nin tek bir devrindeki artı-değerden fazlasını temsil ediyorsa, bu d'nin bir kısmı ve belki de tamamı iki defa iş görüyor, yani birinci ve ikinci devir ile daha sonraki devirlerde iş görüyor demektir. Artı-değeri üreten ve ödenen bütün ücretleri temsil eden d, bu nedenle, s + d' deki d' den büyüktür ve hesap yanlış sonuç verir.
      Yıllık kâr oranı formülünü kesinlikle doğru hale getirmek için, basit artı-değer oranı yerine, yıllık artı-değer oranını, yani a' yerine A' ya da a'n'yi koymamız gerekir. Başka bir deyişle, artı-değer oranını, a', ya da aynı şey demek olan, S'nin içerdiği değişen sermayeyi, d, bu değişen sermayenin bir yıldaki devir sayısı n ile çarpmamız gerekir. Böylece biz, yıllık kâr oranı formülünü, k' = a'n (d : S). elde ederiz.
      İşine yatırmış olduğu değişen sermaye miktarını, çoğu zaman kapitalistin kendisi de bilmez. İkinci Cildin Sekizinci Bölümünde gördüğümüz ve ilerde de göreceğimiz gibi, sermayesi içersinde, kapitalist üzerinde baskısını duyuran biricik temel ayrım, sabit ve döner sermaye arasındaki ayrımdır. Kapitalist, döner sermayenin, elinde para biçiminde bulunan kısmını, bu para bankaya yatırılmadığı sürece, bulunduğu kasadan ücretleri ödemek için alır; gene aynı kasadan, ham ve yardımcı maddeler için para alır ve bunların her ikisini de aynı kasa hesabının alacak hanesine kaydeder. Ve kapitalist, ücretler için ayrı bir hesap tutmuş olsaydı bile, yıl sonunda bu ancak, bu kalem için ödediği toplam parayı, yani dn'yi gösterecek ve ama değişen sermayenin kendisini, d, göstermeyecekti. Bunu saptamak için, burada bir örneğini verdiğimiz türden özel bir hesap tutması gerekecektir.
      Bu amaçla, Birinci Ciltte (s. 209/201) sözü edilen 10.000 iğlik pamuk ipliği eğirme fabrikasını alalım ve orada 1871 Nisanının bir haftası için alınan verilerin bütün 1 yıl için geçerli olduğunu varsayalım. Makinelerde nesneleşmiş bulunan sabit sermaye 10.000 sterlin idi. Döner sermaye verilmemişti. Biz bunun 2.000 sterlin olduğunu kabul edelim. Bu oldukça yüksek bir tahmin ama, bizim burada daima yaptığımız, hiç bir kredi işleminin yürürlükte olmadığı, dolayısıyla, başkalarına ait sermayenin devamlı ya da geçici olarak kullanılmadığı varsayımı nedeniyle haklı sayılabilir. Haftalık ürünün değeri, makinelerin aşınıp yıpranması için 20 sterlin, döner değişmeyen sermaye yatırımı 358 sterlin (6 sterlin kira, 342 sterlin pamuk, 10 sterlin kömür, gaz ve yağ için), 52 sterlin ücretler için ödenen değişen sermaye ve 80 sterlin artı-değer. Demek ki,
      20s (aşınma ve yıpranma) + 358s + 52d + 80a = 510.
      Bu durumda, haftalık döner sermaye yatırımı, 358s + 52d = 410 idi. Yüzde olarak bu, 87,3s + 12,7d ediyordu. 2.500 sterlinlik tüm döner (sayfa 71) sermaye için bu, 2.182 sterlin değişmeyen ve 318 sterlin değişen sermaye demekti. Ücretler için bir yıllık toplam harcama, 52 defa 52 sterlin, yani 2.704 sterlin olduğuna göre, 318 sterlinlik değişen sermaye bir yılda, neredeyse tam 8½ devir yapıyordu. Artı-değer oranı 80/52 = %15311/13 idi. Kâr oranını, bu öğelere dayanarak, yukardaki değerleri, a' = 15311/13, n = 8½, d = 318, S = 12.500, k' = a'n (d : S) formülünde yerine koyarak hesaplayabiliriz:
      k' = 15311/13 x 8½ x (318 :12.500) = %33,27.
      Biz bunu, basit k' = a : S formülü ile kontrol edebiliriz. Toplam yıllık artı-değer ya da kâr, 52 defa 80 sterlin, yani 4.160 sterlin etmekte ve bunu toplam sermaye 12.500 sterline bölersek, %33,28 ya da buna çok yakın bir sonuç elde ederiz. Bu ancak o anın olağanüstü elverişli koşulları (iplik fiyatlarının çok yüksek olmasına karşın pamuk fiyatlarının çok düşük olması gibi) ile açıklanabilecek, anormal yükseklikte bir kâr oranıdır ve bütün yıl boyunca elde edilmesi, doğal olarak olanaksızdır.
      k' = a'n (d : S) formülünde, a'n, daha önce de İkinci Ciltte belirtildiği gibi, yıllık artı-değer oranı denilen şeyi temsil etmektedir. Yukardaki durumda bu, %15311/13 çarpı 8½, ya da tam rakamlarıyla %1.3079/13'tür. Böylece, eğer Biedermann[
1*] adında birisi, İkinci Ciltte örnek diye kullanılan %l.000'lik yıllık artı-değer oranının anormalliği karşısında şaşkına dönmüş ise, şimdi Manchester'deki, yaşamdan alınan bu %1.300'ü aşan yıllık artı-değer oranı, kendisini belki biraz yatıştırabilir. Benzerini uzun zamandır gerçekten de görmediğimiz büyük gönenç dönemlerinde böyle bir oran hiç de ender raslanan bir şey değildir.
      Bu konuda biz burada, büyük-ölçekli modern bir sanayideki fiili sermaye bileşiminden bir örnek veriyoruz. 1 2.500 sterlinlik toplam sermaye, 12.182 sterlini değişmeyen ve 318 sterlini değişen sermaye olmak üzere bölünmüş bulunmaktadır. Yüzde olarak ifade edilirse bu, 97½s + 2½d = 100S'dir. Toplam sermayenin yalnız kırkta-biri olduğu halde, yılda sekizden fazla devretmek üzere, ücretlerin ödenmesine hizmet etmektedir.
      Pek az kapitalist, kendi işleri konusunda bu tür hesaplar yapmayı aklından geçirdiği için, toplam toplumsal sermayenin değişmeyen kısmı ile değişen kısmı arasındaki oran konusunda istatistiklerden bir şey öğrenmek neredeyse olanaksız. Yalnız Amerikan istatistikleri, modern koşullar altında mümkün olan şeyi, yani her işkolunda ödenen ücretlerin toplamı ile gerçekleştirilen kârları vermektedir. Kapitalistin kontrolü olanaksız beyanlarına dayanması nedeniyle, güvenilir olmamakla birlikte, bunlar, gene de çok değerli olup, bu konuda elde bulunan biricik kayıtlardır. Bizim, Avrupa'da, büyük kapitalistlerimizden bu gibi açıklamaları ummak için titizliğimiz pek fazla. -F.E.] (sayfa 72)


BEŞİNCİ BÖLÜM
DEĞİŞMEYEN SERMAYENİN KULLANIMINDA EKONOMİ


I. GENEL


      Değişen sermaye aynı kalır, ve böylece aynı sayıda işçiyi, fazla çalıştırılan zamanın karşılığı ödensin ya da ödenmesin, aynı nominal ücretle çalıştırırsa, mutlak artı-değerin artışı ya da artı-emek süresinin ve dolayısıyla işgününün uzaması, değişmeyen sermayenin nispi değerini, toplam sermayeye ve değişen sermayeye kıyasla azaltır, gene, artı-değer miktarında bir büyüme ve artı-değer oranında olası bir yükselme bir yana, böylece, kâr oranı artar. Değişmeyen sermayenin, fabrika binaları, makineler, vb., gibi sabit kısmının hacmi, bunlar ister 16, ister 12 saatlik iş-sürecinde hizmet görmüş olsunlar, aynı kalır. İşgünündeki bir uzama, bunda, değişmeyen sermayenin bu en pahalı kısmında herhangi bir yeni harcamayı gerektirmez. Ayrıca, sabit sermayenin değeri, böylece, daha küçük sayıda devir dönemlerinde yeniden üretilmiş olacağı için, belli bir kâr elde etmek üzere yatırılması gerekli süre kısaltılmış olur. İşgünündeki bir uzama, bu yüzden, fazla çalışmanın karşılığı ödense, ya da hatta, belli bir noktaya kadar, normal iş-saatine göre daha iyi ödeme yapılsa bile kârı artırır. Modern sanayide durmadan artan sabit sermayeyi yükseltme gereksinmesi, bu nedenle, kâr delisi kapitalistleri işgününü (sayfa 73) uzatmaya teşvik eden başlıca nedenlerden birisi olmuştur.[
11] İşgünü aynı kaldığı takdirde aynı sonuçlar elde edilemez. Bu durumda, daha büyük miktarda emek sömürebilmek için, ya işçi sayısını ve bununla birlikte belli bir ölçüde sabit sermaye miktarını, binaları, makineleri, vb., artırması gereklidir (çünkü biz burada, ücret indirmelerini ya da ücretlerin normal düzeyinin altına düşürülmesini bir yana bırakıyoruz) ya da emeğin yoğunluğu ve dolayısıyla verimliliğinin arttığı ve genellikle daha fazla nispi artı-değer üretildiği hallerde, belli bir sürede daha fazla hammadde, vb., işlendiği için, hammadde kullanan sanayi kollarında, değişmeyen sermayenin döner kısmının büyüklüğü artar; ve ikinci olarak da, aynı sayıda işçi tarafından harekete geçirilen makine miktarı ve dolayısıyla da değişmeyen sermayenin bu kısmı da büyür. Şu halde, artı-değerde bir artış, değişmeyen sermayede bir artış ile, ve emeğin daha fazla sömürülmesi, bu emeğin sômürülmesine aracılık eden üretim araçları için daha çok para harcanması ile, yani daha büyük sermaye yatırımı ile bir arada yürür. Demek ki, kâr oranı böylece bir yandan düşerken, öte yandan artmaktadır.
      İşgünü ister uzun ister kısa olsun, cari giderlerin büyük bir kısmı, neredeyse ya da tamamen sabit kalır. Günde 18 çalışma saati boyunca 500 işçinin gözetim ve denetim giderleri, 12 çalışma saati boyunca 750 işçininkinden daha azdır. "Bir fabrikanın 10 saatlik çalışma giderleri, 12 saatlik işletme giderlerine neredeyse eşittir." (Reports of Insp. of Fact., October 1848, s. 37.) Devlet ve belediye vergileri, yangın sigortası, çeşitli devamlı memur ücretleri, makinelerin aşınıp yıpranması, ve bir fabrikanın çeşitli diğer giderleri, çalışma süresi uzun ya da kısa olsun aynen kalır. Üretimin azalması ölçüsünde, kâra oranla bu giderler yükselir. (Reports of Insp. of Fact., October 1862, s. 19.)
      Makineler ile, sabit sermayenin öteki öğelerinin değerlerinin yeniden üretildiği süre, pratikte bunların yalnız ömürleri ile değil, bunların iş gördükleri ve aşınıp yıprandıkları tüm iş-süreci boyunca belirlenir. İşçilerin günde 12 saat yerine 18 saat çalışma zorunda kalmaları halinde, bu, bir haftada üç gün bir farklılık yapar ve böylece bir hafta, bir-buçuk haftaya uzatılmış, iki yıl, üç yıl haline getirilmiş olur. Bu fazla zamanın karşılığının ödenmemesi halinde, işçiler, kapitaliste normal artı-emek zamanının dışında, her üç haftada bir hafta, her üç yılda bir yıl bedavadan vermektedirler. Bu şekilde, makinelerin değerinin yeniden üretimi %50 hızlandırılmış olmakta ve, normal olarak gerekli zamanın üçte-ikisinde tamamlanmaktadır.
      Gereksiz karışıklıklardan kaçınmak için biz bu tahlillerimizde, hammaddelerin fiyat dalgalanmalarında olduğu gibi (Altıncı Bölüm), artı-değer kitlesi ve oranının belli olduğu varsayımından hareket ediyoruz. (sayfa 74)
      Daha önce, elbirliği, işbölümü ve makineler konularının seriminde gösterildiği gibi, büyük-ölçekli üretimde görülen, üretim koşullarında ekonomi, esas olarak, bu koşulların, toplam ya da toplumsal bakımdan bileşik emeğin koşulları ve dolayısıyla emeğin toplumsal koşullar olarak etkili olmaları olgusundan ileri gelir. Üretim araçları, birbirinden kopuk olarak çalışan, ya da olsa olsa, küçük ölçekte doğrudan elbirliği yapan bir işçi kitlesi tarafından parça parça tüketilecek yerde, üretim sürecinde toplam işçi tarafından ortaklaşa tüketilir. Bir ya da iki merkezi motoru olan büyük bir fabrikada, bu motorların maliyetleri, bunların beygir güçleri ve dolayısıyla faaliyet alanları ile aynı oranda artmazlar. İletme donanımının maliyeti, harekete geçirdiği toplam iş makineleri sayısı ile aynı oranda büyümez. Bir makinenin gövdesi, kendi organları vb. gibi kullandığı araçların artan sayısı ile aynı oranda daha pahalı hale gelmez. Üstelik üretim araçlarının birarada toplanmaları, yalnız fiilen çalışmakta olan işyerleri için değil, depolama, vb. için de gerekli çeşitli binalar konusunda bir tasarruf sağlar. Aynı şey, yakıt, aydınlatma, vb. harcamalar için de geçerlidir. Diğer üretim koşulları da, ister çok ister az kişi tarafından kullanılsınlar aynı kalır.
      Üretim araçlarının yoğunlaşmasından ve bunların kitle halinde kullanılmasından ileri gelen bu toplam ekonomi (tasarruf), ne var ki, mutlaka işçilerin biraraya toplanmasını, elbirliği yapmalarını, yani emeğin toplumsal bir bileşik haline gelmesini gerektirir. Şu halde, bu, tıpkı artı-değerin, tek başına alındığında bireysel bir işçinin artı-emeğinden doğması gibi, emeğin toplumsal niteliğinden doğmaktadır. Burada olağan ve gerekli olan sürekli iyileşmeler bile, sırf büyük ölçekte biraraya gelmiş toplam emeğin üretimiyle sağlanan ve olağan hale getirilen toplumsal deneyimlerden ve gözlemlerden doğar.
      Aynı şey, üretim koşullarında, ikinci büyük ekonomi kaynağı için de doğrudur. Burada, üretim artığı denilen döküntülerin, aynı ya da başka bir sanayi kolunda, yeni üretim öğeleri haline getirilmesine; bu artık denilen şeylerin üretim ve dolayısıyla, üretken ya da bireysel tüketim devresine tekrar sokulması sürecine değiniyoruz. İlerde daha yakından inceleyeceğimiz bu tasarruf biçimi de, gene aynı şekilde, büyük-ölçekli toplumsal emeğin bir sonucudur. Bu artıkları tekrar ticaret konusu ve dolayısıyla yeni üretim öğeleri haline getiren şey, bol miktarda ortaya çıkmalarıdır. Ancak, bileşik ve dolayısıyla geniş-ölçekli üretimin bir artığı olmaları nedeniyle üretim süreci için önemli hale gelmişler ve değişim-değeri taşıyıcısı olma niteliğini korumuşlardır. Bu artık, yeni bir üretim öğesi olarak iş görmesinden başka, hammadde maliyetini, tekrar satılabilir olması ölçüsünde azaltır, çünkü bu maliyet daima normal fireyi, yani üretim sürecindeki olağan kayıp miktarını içerir. Değişmeyen sermayenin bu kısmında maliyet düşmesi, değişen sermayenin büyüklüğü (sayfa 75) ile artı-değer oranının veri olduğu kabul edilirse, kâr oranını pro tanto [O ölçüde, o kadar. -ç.] artırır.
      Eğer artı-değer belli ise, kâr oranı ancak, meta üretimi için gerekli değişmeyen sermayenin değeri azaltılmak suretiyle artırılabilir. Değişmeyen sermaye, meta üretimine girdiği ölçüde, önemli olan, onun değişim-değeri değil yalnız kullanım-değeridir. Bir iplik eğirme fabrikasında ketenin emebileceği emek miktarı, emeğin üretkenliği, yani teknik gelişme düzeyi veri olmak üzere, ketenin değerine değil, miktarına bağlıdır. Aynı şekilde, bir makinenin, diyelim üç işçiye sağladığı yardım, onun değerine değil, makine olarak kullanım-değerine bağlıdır. Bir teknik gelişme düzeyinde, kötü bir makine pahalı, bir başka düzeyde iyi bir makine ucuz olabilir.
      Kapitalistin diyelim pamuk ve eğirme makinesindeki ucuzlama yoluyla elde ettiği artan kâr, emeğin daha yüksek üretkenliği sonucudur; bu yükseklik hiç kuşkusuz, eğirme işinde değil, pamuk yetiştirilmesinde ve makinelerin yapımındadır. Belli miktarda bir emeği maddeleştirmek ve böylece belli bir miktar artı-emek sızdırmak için, emek koşullarına daha az bir yatırım gerekecektir. Belli bir miktarda artı-emeğe elkoymak için gerekli giderler düşecektir.
      Üretim sürecinde, üretim araçlarının, toplam ya da toplumsal bakımdan bileşik emek tarafından ortaklaşa kullanılmasının sağladığı tasarruflara daha önce değinmiş bulunuyoruz. Değişmeyen sermayede, ulaştırma ve haberleşme araçlarındaki gelişmenin egemen bir etmen olduğu, dolaşım zamanındaki kısalmadan ileri gelen öteki tasarruflar daha sonra tartışılacaktır. Bu noktada, makinelerdeki sürekli iyileşmelerin sağladığı tasarrufları ele alacağız, şöyle ki: 1) kullanılan malzemeden, örneğin, tahta yerine demir kullanılması; 2) makine yapımındaki genel gelişme nedeniyle makinelerin ucuzlaması; böylece değişmeyen sermayenin sabit kısmının değeri, emeğin büyük ölçekte gelişmesi ile birlikte artmakla birlikte, bu artış aynı oranda olmaz;[12] 3) mevcut makinelerin daha ucuz ve daha etken çalışmasını sağlayan özel iyileştirmeler; örneğin, daha sonra ayrıntıları ile ele alınacak olan, buhar kazanları, vb. kısımlardaki iyileştirmeler; 4) daha iyi makineler kullanılarak artık (fire) miktarının azaltılması.
      Makinelerin ve genellikle sabit sermayenin, herhangi bir belli üretim dönemindeki aşınıp yıpranmasını azaltan her şey, her bireysel metaın, kendi fiyatında,bu aşınmanın kendisine düşen kısmını yeniden üretmesi olgusu gözönünde bulundurulursa, yalnız bu bireysel metaı ucuzlatmakla kalmaz, aynı zamanda, yatırılan sermayenin bu döneme düşen kısmını da azaltır. Onarım işi, vb., gerekli hale gelmesi ölçüsünde, makinenin ilk maliyetine eklenir. Makinenin daha fazla dayanıklı olması nedeniyle, (sayfa 76) onarım giderlerindeki azalma, bu makinenin fiyatım pro tanto düşürür.
      Bütün bu tasarrufların da gene, genellikle ancak bileşik emek ile mümkün olduğu ve çoğu kez bunun, üretim daha büyük ölçeklerde yürütülene ve böylece de, doğrudan doğruya üretim sürecinde, emeğin daha büyük ölçüde biraraya gelmesi gerekene kadar gerçekleşemeyeceği söylenebilir.
      Ama öte yanda, herhangi bir üretim kolundaki, örneğin doğa bilimleri ve bunların pratik uygulamaları gibi, entelektüel üretim alanındaki gelişmelere kısmen bağlı bulunan, demir, kömür, makine üretimindeki, mimarlıktaki vb. emeğin üretici gücündeki gelişme, başka sanayi kollarında, örneğin, tekstil sanayiinde ya da tarımda, üretim araçlarının değeri ve dolayısıyla maliyetinde bir düşmenin önkoşulu olarak ortaya çıkar. Belli bir sanayi kolunun ürünü olan bir meta, bir başkasına üretim aracı olarak girdiğine göre bu açık bir şeydir. Bunun fiyatının yüksek ya da düşük oluşu, ürün olarak çıktığı üretim kolundaki emeğin üretkenliğine bağlı olup, yalnız, üretim aracı olarak üretimine girdiği metaları ucuzlatan bir etmen olmakla kalmaz, burada öğesi halini aldığı değişmeyen sermayenin değerini de azaltarak, kâr oranını yükseltir.
      Değişmeyen sermayede, sanayiin giderek ilerlemesinden ileri gelen bu tür tasarrufun belirli özelliği, bir sanayi kolunda kâr oranındaki yükselişin, bir başkasında emeğin üretkenlik gücündeki gelişmeye bağlı olmasıdır. Bu durumda gene kapitalistin çıkarına olan şey, kendi sömürdüğü işçilerin ürünü olmasa bile, toplumsal emeğin ortaya koyduğu kazançtır. Üretken güçteki böyle bir gelişme gene, son tahlilde, üretime katılan emeğin toplumsal niteliğinde, toplumdaki işbölümünde; ve başta doğa bilimleri olmak üzere entelektüel emekteki gelişmelerde izlenebilir. Kapitalistin burada yararlandığı şey, bütün toplumsal işbölümü sisteminin sağladığı avantajlardır. Kapitalist tarafından kullanılan değişmeyen sermayenin değerini nispi olarak düşüren ve dolayısıyla kâr oranını yükselten, emeğin üretken gücünün dışındaki alanlarda, ona üretim araçları sağlayan alandaki gelişmedir.
      Kâr oranında bir başka yükselme değişmeyen sermaye yaratan emekte bir tasarruf ile değil, bu sermayenin kendisinin kullanılmasında tasarrufla sağlanır. Bir yandan, işçilerin yoğunlaşmaları, ve bunların büyük ölçekte elbirliği yapmaları, değişmeyen sermayede tasarruf sağlar. Aynı binalar, ısıtma ve aydınlatma donanımları, vb., küçük-ölçekli üretime göre büyük-ölçekli üretimde nispeten az gidere malolur. Aynı şey, güç ve iş makineleri için de doğrudur. Bunların mutlak değerleri artmakla birlikte bu değer, üretimin genişlemesi, değişen sermayenin büyüklüğü ya da harekete getirilen emek-gücü miktarına göre düşmektedir. Belli bir sermayenin kendi üretim alanında gerçekleştirdiği ekonomi, her şeyden önce emekte bir ekonomi, yani kendi işçilerinin karşılığı ödenen emeklerinde yapılan bir indirimdir. Öte yandan, daha önce sözü edilen ekonomi bundan şu olgu ile ayrılır ki, o, başkalarının karşılığı (sayfa 77) ödenmeyen emeğine elden geldiğince geniş ölçüde elkoyma işini en ekonomik şekilde, yani belli ölçekteki üretimin izin vereceği en az giderle başarır. Bu ekonomi, daha önce sözü edilen ve değişmeyen sermayenin üretiminde kullanılan toplumsal emeğin üretkenliğinin sömürülmesine değil de, değişmeyen sermayenin kendisinde yapılan tasarrufa dayandığı ölçüde, ya doğrudan doğruya belli bir üretim kolu içersinde elbirliğinden ve emeğin toplumsal biçiminden ya da makine, vb. üretiminin, bunların değerlerinin, kullanım-değerleri ile aynı oranda artmadığı bir ölçekte yapılmış olmasından doğar.
      Burada iki noktayı hatırda tutmak gerekir: Eğer s'nin değeri = sıfır ise k' = a', ve kâr oranı en üst düzeyde olur. Şu da var ki, emeğin kendisinin doğrudan sömürülmesi için en önemli şey sabit sermaye şeklinde olsun, ham ya da yardımcı maddeler şeklinde olsun, kullanılan sömürü araçlarının değeri değildir. Bunları, emeği soğurma araçları olarak, emeğin ve dolayısıyla da artı-emeğin kendilerinde ya da kendileriyle maddeleştiği nesneler olarak hizmet ettikleri sürece, makinelerin, binaların, hammaddelerin, vb., değişim-değerlerinin hiç bir önemi yoktur. Asıl önemli olan şey bir yandan bunların belli miktarda canlı emekle bileşmesi için teknik bakımdan gerekli miktarda bulunmaları, öte yandan, amaca uygun bulunmaları, yani yalnızca iyi makine değil, ham ve yardımcı maddelerin de iyi olmasıdır. Kâr oranı kısmen, hammaddenin iyi nitelikte olmasına bağlıdır. İyi malzeme ile daha az artık verilir. Böyle olunca da, aynı miktarda emeği soğurabilmek için daha az hammaddeye gereksinme olur. Ayrıca, iş makinelerinin üstesinden gelmek zorunda kalacakları direnç de azalır. Bu, kısmen, artı-değer ile artı-değer oranını bile etkiler. İşçiler, kötü hammadde kullanıldığında, aynı miktarı işlemek için daha çok zaman harcarlar. Ücretlerin aynı kaldığı varsayılırsa bu da artı-emeğin azalmasına yolaçar. Bu ayrıca, Birinci Ciltte gösterildiği gibi, kullanılan emeğin miktarından çok, üretkenliğine bağlı bulunan, sermayenin yeniden üretimi ve birikimi üzerinde köklü bir etki yapar.
      Kapitalistin, üretim araçlarında ekonomi yapılması konusundaki delicesine direnişinde, bu nedenle, anlaşılmayacak bir yan yoktur. Hiç bir şeyin kaybolmaması ya da boşa gitmemesi ve üretim araçlarının, ancak üretimin kendisinin gerektirdiği biçimde tüketilmesi, kısmen işçilerin beceri ve kavrayışlarına, kısmen de, kapitalistin bileşik emek konusunda sağlayacağı disipline bağlıdır. Bu disiplin, parça başına işte neredeyse tamamen gereksiz hale geleceği gibi, işçilerin kendi hesaplarına çalıştıkları, toplumsal bir sistem altında da gereksiz hale gelecektir. Bu delicesine direniş, değişmeyen sermayenin değerinin değişen sermayenin değerine oranla düşürülmesinin, böylece kâr oranının yükseltilmesinin bellibaşlı araçlarından birisi olan, üretim öğelerine hile katılmasında bunun tersine bir biçimde de kendisini gösterir. Böylece, bu üretim öğelerinin, (sayfa 78) kendi değerlerinin üzerinde satılması bu üründe yeniden ortaya çıktığına göre, önemli bir aldatma öğesi niteliği kazanır. Bu uygulama özellikle: Önce iyi örnekler, ardından da düşük kaliteli mallar gönderirsek halk bunu pekala yutar , ilkesini benimsemiş olan Alman sanayiinde önemli bir rol oynar. Ne var ki, bu konular rekabet alanına girdiği için bizi burada ilgilendirmemektedir.
      Şurasını da belirtmek gerekir ki, değişmeyen sermayenin değerini düşürmek, yani onun pahalılığını azaltmak yoluyla kâr oranında sağlanan bu yükselme, bunun yer aldığı sanayi kolunun, lüks nesneler, işçilerin tüketimi için geçim gereksinmeleri ya da genel anlamda üretim araçları üretmesine hiç bir şekilde bağlı değildir. Bu son durum ancak, esas olarak emek gücünün değerine, yani emekçinin normal gereksinmelerinin değerine bağlı bulunan artı-değer oranı sözkonusu olduğunda maddi bir önem taşıyabilir. Ama bizim ele aldığımız durumda, artı-değer ile artı-değer oranının belli olduğu varsayılmıştı. Artı-değerin toplam sermayeye oranı -ki, bu, kâr oranını belirler- bu koşullar altında, yalnızca değişmeyen sermayenin değerine bağlı olup, bu sermayeyi oluşturan öğelerin kullanım-değerlerine hiç bir şekilde bağlı değildir.
      Üretim araçlarında nispi bir ucuzlama, hiç kuşkusuz, bunların mutlak toplam değerlerinde bir artış olasılığını dıştalamaz, çünkü bunların mutlak kullanım hacmi, emeğin üretkenlik, gelişme ve onunla birlikte üretim düzeyindeki büyüme ile büyük ölçüde artar. Değişmeyen sermayenin kullanımındaki ekonomi, hangi açıdan bakılırsa bakılsın kısmen üretim araçlarının bileşik emeğin ortak üretim araçları olarak işlev yapması ve tüketilmesi, böylece meydana gelen tasarrufun, doğrudan doğruya üretken emeğin toplumsal niteliğinin bir ürünü olarak ortaya çıkması olgusunun tek sonucudur; ama kısmen de, sermayeye üretim araçlarını sağlayan alanlardaki emeğin üretkenliğinde gelişmenin sonucudur; böylece biz eğer yalnızca, kapitalist X'in kapitalist Y'ye oranla çalıştırdığı işçilere değil de, toplam sermayeye oranla toplam emeğe bakacak olursak bu ekonomi kendisini bir kez daha, toplumsal emeğin üretken kuvvetlerindeki bir gelişmenin ürünü olarak ortaya koyar, buradaki tek fark, kapitalist X'in, yalnız kendi kuruluşundaki emeğin üretkenliğinde değil, öteki kuruluşlardaki emeğin üretkenliğinde avantajlardan da yararlanmasıdır. Ne var ki, kapitalist kendi değişmeyen sermayesindeki ekonomiyi, kendi emekçilerinden bağımsız, onlara tamamen yabancı bir durum olarak görür. Bununla birlikte o gene de, işçinin, aynı miktar parayla şu ya da bu kadar emek satın alan işverenle daima bir ilişkisi bulunduğunu çok iyi bilir (çünkü, kapitalist ile işçi arasındaki alışveriş onun zihninde böyle görünür). Üretim araçlarının kullanılmasında sağlanan bu ekonomi, en az bir yatırımla belli bir sonuç elde etme konusundaki bu yöntem, emeğin özünde yatan diğer herhangi bir güçten daha fazla, sermayenin özünde bulunan bir güç, kapitalist üretim biçimine özgü ve biçimin niteliğini oluşturan bir yöntem olarak görünür.
      Bu anlayış, olgularla uyum halinde göründüğü için, ve sermaye (sayfa 79) ilişkisi, emekçiyi, kendi emeğini maddeleştirdiği araçlarla karşı karşıya koyan iç bağıntıyı, tam bir ilgisizlik, yalnızlık ve yabancılaşmanın ardına fiilen gizlediği için ve bu gizlenme ölçüsünde daha az şaşırtıcıdır.
      Birinci olarak,
değişmeyen sermayeyi oluşturan üretim araçları, yalnızca, kapitaliste ait olan parayı temsil ederler (Linguet'ya göre,[2*] tıpkı Romalı borçlunun vücudunun, alacaklının parasını temsil etmesi gibi) ve yalnız onunla aralarında bir bağ vardır; oysa bu üretim araçları ile ancak doğrudan üretim sürecinde temasa gelen emekçi, bunlarla, yalnız üretimin kullanım-değerleri olarak, emek araçları ve üretim maddeleri olarak bir ilişki içersindedir. Bunların değerlerindeki artma ya da eksilme, bu nedenle kapitalist ile olan ilişkisinde, onu ancak, bakır ya da demir üzerinde çalışması kadar ilgilendirir. Bundan ötürü kapitalist, daha sonra belirteceğimiz gibi, üretim araçlarının değerinin artması ve böylece kâr oranının düşmesi halinde bu noktaya farklı bir açıdan bakmak eğilimindedir.
      İkinci olarak,
kapitalist üretim sürecinde bu üretim araçları, aynı zamanda, emeği sömürme araçları olduğuna göre, emekçi bunların nispi pahalılığı ya da ucuzluğu ile, bir atın, gem ve dizginlerinin pahalı ya da ucuzluğu ile ilgilendiği kadar ilgilenir.
      Son olarak,
daha önce[3*] gördüğümüz gibi emekçi gerçekte, emeğinin toplumsal niteliğine, ortak bir amaç için başkalarının emeği ile bileştirilmesine, kendisine yabancı bir güce bakar gibi bakar; bu bileşmeyi gerçekleştiren koşul, ona ait olmayan yabancı bir şeydir ve bunda tasarruf sağlamasına zorlanmamış olsa da israf edilse, onun hiç umurunda değildir. Emekçilerin kendilerine ait fabrikalarda, örneğin Rochdale'de olduğu gibi, durum tamamen farklıdır.
      Bu durumda, şurasını belirtmeye gerek yoktur ki, bir sanayi kolunda emeğin üretkenliği, bir başkasında üretim araçlarının ucuzlaması ve iyileştirilmesinin ve böylece kâr oranının yükseltilmesinin bir aracı olarak kullanıldığı sürece, toplumsal emeğin bu genel iç bağıntısı emekçilere kendilerine yabancı bir konu, aslında yalnızca kapitalisti ilgilendiren bir sorun gibi gelir. Çünkü bu üretim araçlarını satın alan da, kendisine maleden de kapitalisttir. Başka bir sanayi kolundaki işçilerin ürününü kendi sanayi kolundaki işçilerin ürünü ile satın alması ve bu nedenle diğer bir kapitalistin emekçilerinin ürününe ancak kendi işçilerinin ürününe bedavadan elkoymak suretiyle sahip olması olgusu, bereket versin ki, dolaşım süreci, vb. ile gözlerden gizlenen bir gelişmedir.
      Üstelik, büyük ölçekte üretim ilk defa kapitalist biçimde geliştiği için bir yandan kâr hırsı, öte yandan, metaların elden geldiğince ucuza üretilmesini zorunlu kılan rekabet, değişmeyen sermayenin kullanılmasındaki bu ekonomiyi kapitalist üretim biçimine özgü bir şey ve bu nedenle (sayfa 80) sermayenin bir işlevi gibi gösterir.
      Kapitalist üretim tarzı bir yandan, toplumsal emeğin üretkenlik gücünün gelişmesini teşvik ederken, öte yandan da, değişmeyen sermayenin kullanılmasında tasarrufu kamçılar.
      Ne var ki, burada sözkonusu olan, yalnızca, emekçi, canlı emeğin taşıyıcısı ile, bu emeğin maddi koşullarının ekonomik, yani rasyonel ve tutumlu kullanılması arasında ortaya çıkan yabancılaşma ve umursamazlık değildir. Kapitalist üretim tarzı, çelişkili ve zıt niteliği gereği, emekçinin yaşam ve sağlığını bol keseden harcamayı, onun yaşam koşullarını düşürmeyi, değişmeyen sermayenin kullanımında bir tasarruf ve böylece kâr oranını yükseltmede bir araç sayacak kadar işi ileriye götürür.
      Emekçi, yaşamının büyük bir kısmını üretim süreci içersinde geçirdiği için, üretim sürecinin koşulları, geniş ölçüde, onun aktif yaşam sürecinin koşulları ya da yaşam koşullarıdır, ve bu yaşam koşullarında ekonomi, kâr oranını yükseltmenin bir yöntemidir; daha önce de gördüğümüz gibi, aşırı çalıştırma, emekçiyi bir dolap beygirine çevirme, sermayeyi çoğaltmanın ya da artı-değer üretimini hızlandırmanın bir aracıdır. Bu ekonomi, daracık ve sağlığa zararlı yerlere işçileri üstüste yığmaya, ya da kapitalistin diliyle, yerden tasarrufa; güvenlik aygıtları kullanmaksızın, tehlikeli makineleri avuç içi kadar yerlere doldurmaya; sağlığa zararlı, ya da madencilikte olduğu gibi tehlikeli, vb., üretim süreçlerinde güvenlik kurallarını ihmal etmeye kadar varır. Üretim sürecini, işçi için insani, zevkli ya da hiç değilse dayanılabilir hale getirmek için gerekli koşulların ve önlemlerin hiç birinin yerine getirilmediğinin burada sözünü bile etmiyoruz. Kapitalist açısından bu tamamen yararsız ve anlamsız bir israftır. Kapitalist üretim biçimi genellikle, bütün pintiliğine karşın, kendi insan malzemesi konusunda çok hovardadır; tıpkı, tersine, ürünlerini ticari kanallardan dağıtma yöntemi ve rekabet yüzünden, malzeme ve araç bakımından çok müsrif olması ve bireysel kapitalist için kazandığını toplum adına yitirmesi gibi.
      Sermayenin, doğrudan canlı emek kullanımını, yalnızca zorunlu emeğe indirgemek, ve bir metaın üretimi için gerekli emeği, emeğin toplumsal üretkenliğini sömürmek yoluyla daima azaltmak ve böylece doğrudan uygulanan canlı emekten azami tasarruf sağlamak eğilimi gibi, bir de, asgariye indirilmiş bu emeği, en ekonomik koşullar altında kullanma, yani kullanılan değişmeyen sermayenin değerini en az düzeye indirme eğilimi vardır. Eğer metaların değerini, bunların içerdiği tüm emek-zamanı değil de, gerekli emek-zamanı belirliyor ise, bu belirlemeyi gerçekleştiren, ve aynı zamanda belli bir metaın üretimi için toplumsal bakımdan gerekli emek-zamanını da sürekli azaltan, sermayedir. Metaın fiyatı, böylece, asgarisine indirilmiştir, çünkü, onun üretimi için gerekli emeğin her kısmı, asgarisine indirgenmiştir. (sayfa 81)
      Değişmeyen sermayenin kullanımı ile ilgili ekonomide bir ayrım yapmamız gerekir. Eğer, kullanılan sermayenin miktarı ve dolayısıyla toplam değeri artıyorsa, bu her şeyden önce, daha fazla sermayenin tek bir elde toplanması demektir. Ne var ki, işte bu, daha büyük miktarda değişmeyen sermayenin tek bir elden -kural olarak, mutlak olarak daha büyük ama nispi olarak daha küçük miktarda emek ile birlikte- kullanılmasıdır ki, değişmeyen sermayede ekonomi yapılmasını sağlar. Bireysel bir kapitalist alındığında, gerekli sermaye yatırım hacmi, özellikle bunun sabit kısmı artar. Ama, işlenilen malzeme kitlesine ve sömürülen emeğe oranla bu sermayenin değeri azalır.
      Şimdi bu, birkaç örnekle kısaca gösterilecektir. İşin sonundan, -emekçinin yaşama koşullarını da teşkil etmesi bakımından üretim koşullarındaki ekonomiden- başlayacağız.


II. İŞ KOŞULLARINDA, İŞÇİNİN SIRTINDAN YAPILAN
TASARRUFLAR


      Kömür Madenleri: En Zorunlu Harcamaların İhmali
      "Kömür ocağı sahipleri ve işleticileri arasındaki rekabet altında... en gözle görülür fizik göçlükleri yenmek için, gerekli olanın dışında hiç bir harcama yapılmaz; ve genellikle yapılacak iş için gerekli olandan çok daha fazla bulunan kömür işçileri arasındaki rekabet nedeniyle, çevrelerindeki tarım işçilerinden biraz yüksek bir ücret karşılığında, bunlar büyük tehlikelere ve çok zararlı etkilere seve seve katlanırlar ve bu iş onlara ayrıca çocuklarını kârlı bir şekilde kullanma olanağını da verir. Bu çifte rekabet ... ocakların büyük bir kısmının en yetersiz drenaj ve havalandırma ile işletilmelerini sağlamaya tamamen yetmektedir; çoğu kez kuyular kötü açılmış, kötü donatılmış ve mühendisler yetersizdir; galeriler ve yollar kötü açılmış ve yapılmıştır; bunlar, cankaybına, vücut ve sağlığın bozulmasına yolaçar; bunlara ait istatistikler, korkunç bir manzarayı ortaya koyarlar." (First Report on Children's Employment in Mines and Collieries, etc., April 21, 1829, s. 102)
      1860'larda, İngiltere'de kömür ocaklarında haftada ortalama 15 kişi hayatlarını kaybetmiştir. Kömür madenlerindeki kazalar (6 Şubat 1862) konusundaki rapora göre, 1852-61 yıllarını kapsayan on yıl içersinde toplam 8.466 insan ölmüştür. Şu da var ki, rapor bu sayının çok düşük olduğunu kabul etmektedir, çünkü, müfettişliğin ilk kurulduğu ve bölgelerinin çok geniş olduğu ilk birkaç yılda kaza ve ölümlerin pek çoğu bildirilmemişti. Kaza sayısının, gene de çok yüksek olmakla birlikte, teftiş sisteminin kurulmasından sonra belirli şekilde azalması ve bunun, müfettişlerin sınırlı yetkileri ve yetersiz sayıda olmalarına karşın sağlanmış olması, kapitalist sömürünün doğal eğilimini ortaya koymaktadır. Bu can kayıpları çoğu kez maden sahiplerinin doymak bilmez açgözlülüklerinden (sayfa 82) ileri gelmiştir. Çoğunlukla bunlar tek bir kuyu açtırırlardı, öyle ki, yeterli havalandırma eksikliği bir yana, bu deliğin kapanması halinde başka bir çıkış yeri yoktu.
      Kapitalist üretim, dolaşım süreci ile rekabetin aşırılıkları dışında ele alındığında, metalara katılmış bulunan maddeleşmiş emek bakımından çok ekonomiktir. Buna karşılık, başka herhangi bir üretim tarzından daha fazla, insan yaşamını ya da canlı emeği, ve yalnızca insan kanını ve etini değil, sinirini ve beynini de israf eder. Gerçekten de insan soyunun gelişmesi güvenlik altına alınmış ve sürdürülebilmiş ise, bu yalnızca toplumun bilinçli olarak yeniden örgütlenmesinden hemen önce gelen tarih döneminde, bireysel gelişmenin işte bu en korkunç şekilde harcanması sayesinde olmuştur. Burada tartışılan her türlü tasarruf, emeğin toplumsal niteliğinden ileri geldiği için, gerçekten de insan yaşamının ve sağlığının boşuna harcanmasına neden olan işte tam da bu, emeğin toplumsal niteliğidir. Fabrika müfettişi R. Baker tarafından ortaya atılan şu soru bu bakımdan çok dikkat çekicidir. "Üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken bütün sorun, çok kalabalık topluluklar halinde çalışmanın neden olduğu çocuk yaşamının bu kurban edilişinin en iyi şekilde hangi yolda önlenebileceğidir." (Reports of Insp. of Fact., October 1863, s.157. )
      Fabrikalar.
İşçilerin güvenliği, rahatı ve sağlığı ile ilgili koruyucu önlemlere gerçek fabrikalarda bile önem verilmeyişi, bu başlık altında toplanmıştır. Sanayi işçilerinden yararlanan ve ölenleri içeren kayıp listelerinin kaynağı büyük ölçüde bu ihmaldi. (bkz. yıllık fabrika raporları). Yer darlığı, havalandırma yetersizliği, vb. de buna eklenir
      Daha 1855 Ekiminde Leonard Horner, pek çok fabrikatörün, yatay maden kuyularına konacak güvenlik aygıtları ile ilgili yasal gereklere karşı gösterdikleri direnmeden yakınmaktadır; oysa tehlike, birçoğu ölümle sonuçlanan kazalar ile sürekli olarak kendini göstermekteydi ve bu güvenlik aygıtları çok pahalıya malolmadığı gibi, üretimi de engelleyecek gibi değildi. (Reports of Insp of Fact., October 1855, s. 6) Fabrikatörler, bu ve diğer yasal zorunluluklara karşı direnmelerinde, kendileri de çoğu kez fabrikatör ya da fabrikatörlerin dostu olan, ve kararlarını ona göre veren ücretsiz sulh yargıçları tarafından da destekleniyorlardı. Bu bayların ne türden kararlar verdikleri, başyargıç Campbell'in, bir karara karşı kendisine yapılan temyiz isteği ile ilgili olarak söylediği şu sözlerden anlaşılabilir: "Bu, Parlamento Yasasının bir yorumu değil, bu yasanın yürürlükten kaldırılmasıdır." (loc cit, s.11) Horner, aynı raporda bir çok fabrikada, işçilerin, makinelerin çalıştırılacağı zaman konusunda uyarılmadığını belirtmektedir. Makineler üzerinde, bunlar çalışmadığı zamanlar bile daima yapılacak bir şeyin olduğu için, parmaklar ve eller her zaman onunla uğraşır haldeydi ve yalnızca bir uyarı işareti verilmemesi yüzünden durmadan kazalar oluyordu (loc cit, s. 44). Fabrikatörler o sırada, fabrika yasasına karşı koymak için Manchester'de, National (sayfa 83) Association for the Amendment of the Factory Laws (Fabrika Yasalarının Değiştirilmesi İçin Ulusal Dernek) adı altında bir sendika kurmuşlar, 1855 Martında, fabrika müfettişleri tarafından kendilerine karşı açılan mahkeme giderlerini karşılamak ve birlik adına davalara bakmak üzere, beygir gücü başına iki şilin hesabıyla 50.000 sterlinden fazla para toplamışlardı. Amaç, kâr uğruna olduğu zaman adam öldürmenin, cinayet olmadığını[
4*] tanıtlamaktı. İskoçya'da görevli, Sir John Kincaid adında bir fabrika müfettişi, Glasgow'da bir firmanın kendi fabrikasında bütün makineler için koruyucu bir siper yapmak üzere parça demirlerden yararlandığını ve bütün giderin 9 sterlin 1 şilin tuttuğunu anlatmaktadır. Oysa, birliğe katılmak, 110 beygir gücündeki makineleri için 11 sterlinlik bir bağışa malolacaktı ki, bu bütün koruyucu aygıtların maliyetinden daha fazlaydı. Ne var ki, bu Ulusal Dernek, 1854 yılında, sırf, bu gibi koruma önlemlerini öngören bir yasaya karşı koymak için kurulmuştu. Fabrikatörler 1844-1854 dönemi boyunca bu yasaya zerre kadar aldırış etmemişlerdir. Fabrika müfettişleri, Palmerston'un emri ile, fabrikatörlere, yasanın ciddi olarak uygulanacağını bildirince onlar da hemen bir çok seçkin üyesi sulh yargıcı olan ve bu kimlikleri ile güya bu yasayı yürütmekten sorumlu bulunan kendi derneklerini kurdular. 1855 Nisanında yeni İçişleri Bakanı Sir George Grey, hükümetin neredeyse sözde güvenlik önlemleriyle yetinebileceği bir uzlaşma önerince dernek bunu bile öfkeyle reddetti. Çeşitli davalarda, ünlü mühendis William Fairbaim, sermayenin ihlal edilen özgürlüğünü savunarak, bütün şan ve şöhretiyle tasarruf ilkesini destekledi. Fabrika başmüfettişi Leonard Horner'e, fabrikatörler tarafından akla gelebilecek her türlü baskı ve iftira yapıldı.
      Ama fabrikatörler Court of Queen's Bench'den 1844 Yasasının yerden yedi ayak yükseklikteki yatay kuyular için koruyucu aygıtları öngörmediğini söyleyen bir ilam alana dek rahat durmadılar, ve sonunda 1856'da, dinleri imanları, para kesesi şövalyeleri adına kirli işler çevirmeye her an hazır olan o kutsal kişilerden birisi, yobaz Wilson Patten'in yardımlarıyla, kendileri için tamamen tatmin edici bir yasayı parlamentodan geçirmeyi başardılar. Bu yasa, işçileri, bütün özel koruma, önlemlerinden yoksun bırakıyor ve sanayi kazalarında tazminat için bunların olağan mahkemelerde dava açmalarını öngörüyordu (İngiltere'de mahkeme masraflarının ağırlığı nedeniyle bu düpedüz bir alaydı); ayrıca, bilirkişi mütalaasını öngören, çok ustaca kaleme alınmış bir madde ile, fabrikatörler için bir davayı kaybetme, neredeyse olanaksız hale getiriliyordu. Bunun sonucu, kazalar hızla arttı. Müfettiş Baker 1851 Mayısı ile Ekimi arasında altı ayda, bir önceki altı aya göre kazaların %21 arttığını bildirmektedir. Ona göre, bu kazaların %36,7'si önlenebilirdi. Kaza sayısının 1856 ile 1859'da 1845 ile 1846'ya göre daha az olduğu doğrudur. (sayfa 84) Denetlemeye tabi sanayi kollarında işçi sayısı %20 arttığı halde, kazalarda %29 bir azalma olmuştur. Ama, bunun nedeni neydi? Bu sorun şimdi (1865) halledildiğine göre, bu iş genellikle, üzerlerine güvenlik aygıtlarının zaten takılmış bulunduğu ve kendilerine ek bir gidere malolmadığı için fabrikatörlerin itiraz etmedikleri yeni makinelerin kullanılmasıyla başarılmıştı. Ayrıca, birkaç işçi, kaybettikleri kolları için yüksek tazminatlar almayı ve yüksek mahkemelerde de bu yargıları onaylatmayı başarmışlardı. (Reports of Insp. of Fact., April 30, 1861, s 31, ditto April 1862, s. 17.)
      İşçilerin (ve bunlar arasında birçok çocuğun) hayatlarını, kollarını ve bacaklarını, makinelerin kullanılması ve çalıştırılmasında yüzyüze geldikleri tehlikelere karşı koruyan aygıtlarda gözetilen tasarruf konusunda söyleyeceklerimiz bu kadar.
      Ana çizgileriyle, kapalı yerlerde çalışma.
Yerde ve binalarda yapılan tasarrufun ne ölçüde işçileri daracık yerlerde üstüste sıkıştırdığı çok iyi bilinir. Bu yetmiyormuş gibi, bir de havalandırma araçlarından da tasarruf edilir. Uzun çalışma saatleri ile birleştiğinde, bu iki etmen, solunum organlarındaki hastalıklarda ve dolayısıyla ölüm oranında büyük artışa yolaçar. Aşağıdaki örnekler, Public Health 6th, Rep., 1863'ten [Halk Sağlığı] alınmıştır. Bu rapor, Birinci Ciltten çok iyi tanıdığımız Dr. John Simon tarafından hazırlanmıştır.
      Nasıl ki emeğin bileşik hale gelmesi ve elbirliği, makinelerin geniş ölçüde kullanılmalarına, üretim araçlarının yoğunlaşmasına ve ekonomik olarak kullanılmalarına yolaçıyorsa, aynı şekilde, kitleler halinde, kapalı yerlerde ve sağlık gereksinmelerinden çok, üretimin işine gelen koşullar altında bu birarada çalışmadır ki; işte bu kitle halinde bir ve aynı işyerinde yoğunlaşmadır ki, bir yandan kapitalist için daha büyük bir kâr kaynağının, öte yandan da daha kısa çalışma saatleri ve özel önlemlerle karşılanmadığı takdirde işçilerin yaşam ve sağlıklarının hovardaca harcanmasının nedenini oluşturur.
      Dr. Simon, şu kuralı öne sürüyor ve bunu bol istatistiklerle destekliyor: "Bir bölge halkı, kapalı yerlerde birarada çalıştırıldıkları oranda, diğer şeyler eşit olmak üzere, bu bölgede, akciğer hastalıklarından ölüm oranı artacaktır". (s. 23). Bunun nedeni kötü havalandırmadır. "Ve belki de bütün İngiltere'de şu kuralın tek istisnası yoktur: kapalı yerde yapılan büyük sanayie sahip her bölgede, işçiler arasında artan ölüm oranı, bütün bölgenin ölüm istatistiklerinde, akciğer açısından belirli bir farklılık gösterir." (s. 23.)
      Sağlık Kurulu tarafından, 1860 ve 1861'de, kapalı yerlerde faaliyet gösteren sanayi kollan için toplanılan ölüm sayıları, 15 ile 55 yaşları arasındaki aynı sayıda erkek için, verem ve öteki akciğer hastalıklarından ölüm oranının İngiltere'nin tarım bölgelerinde 100, Coventry'de 163, Blackbum ve Skipton'da 167, Congleton ve Bradford'da 168, Leicester'de 171, Leek'de 182, Macclesfield'de 184, Bolton'da 190, (sayfa 85) Nottingham'da 192; Rochdale'de 193, Derby'de 198, Salford ve Ashton-under-Lyne'de 203, Leeds'de 218, Preston'da 220 ve Manchester'de 263 olduğunu göstermiştir. (s. 24.) Aşağıdaki tablo, daha da çarpıcı bir manzara göstermektedir.

Bölgeler

Başlıca Sanayi

15-25 Arasındaki Yaşlarda Her 100.000 Kişi İçin Göğüs Hastalıklarından Ölenlerin Sayısı

Erkek

Kadın


Berkhampstead
Leighton Buzzard
Newport Pagnell
Towcester
Yeovil
Leek
Congleton
Macclesfield
Sağlıklı taşra bölgesi

Hasır örgücülük (kadınlar)
Hasır örgücülük (kadınlar)
Dantelacılık (kadınlar)
Dantelacılık (kadınlar)
Eldivencilik (çoğunluğu kadın)
İpek sanayii (çoğunluğu kadın)
İpek sanayii (çoğunluğu kadın)
İpek sanayii (çoğunluğu kadın)
Tarım

219
309
301
239
280
437
566
593
331

578
554
617
577
409
856
790
890
333

      Bu tablo, her 100.000 nüfus için hesaplanan, 15 ile 25 yaşlar arasındaki her iki cins için, akciğer hastalıklarına ait ölüm oranını ayrı ayrı göstermektedir. Seçilen bölgelerde, kapalı yerlerde yürütülen sanayilerde yalnız kadınlar çalıştırılmakta; erkekler ise, bulabildikleri bütün işkollarında çalışmaktadırlar.
      Fabrikalarda daha çok erkeğin çalıştığı ipek bölgelerinde, bunlara ait ölüm oranları da yüksektir. Her iki cins için, verem, vb.'den ölüm oranı, raporun da dediği gibi, "ipekli sanayiimizin çoğunun içinde faaliyet gösterdiği feci sağlık koşullarını" gözler önüne sermektedir. Ve işte bu aynı ipekli sanayiidir ki, fabrikatörler, işletmelerindeki olağanüstü uygun sağlık koşullarını öne sürerek, bir istisna olarak, 13 yaşından küçük çocuklar için uzun çalışma saatleri talep ettiler ve bunu kısmen de elde ettiler. (Buch I, Kap. VIII, 6, s. 296/286. [Kapital, Birinci Cilt, s. 316-317. -Ed.])
      "Şimdiye kadar incelemiş olduğumuz sanayi kollarından hiç birisi belki de, Dr. Smith'in terzilik konusunda çizmiş olduğundan daha beter bir manzara göstermez - 'İşyerleri sağlık koşulları bakımından epey değişiklik gösterir ama bunların hemen hepsi, aşırı kalabalık, iyi havalandırılmamış ve sağlığa zararlı derecede sıcaktır. Bu gibi odalar zorunlu olarak sıcaktır; ama, sisli günlerde gündüzleri ve kış geceleri gaz yakıldığı zaman, ısı, 27 ve hatta 33 dereceye kadar çıkarak, müthiş terlemeye ve camlarda buharların yoğunlaşmasına yolaçar; böylece su damlacıkları duvar boyunca sızar ya da tavandan damlamaya başlar; işçiler bu durumda, soğuk alma pahasına da olsa pencerelerin bazılarını açmak zorunda kalırlar.' Ve Dr. Simon, Londra'nın West End bölgesinde, en (sayfa 86) önemli 16 işyerinde gördüklerini şöyle anlatıyor - 'Bu, havalandırması çok kötü odalarda işçi başına en fazla 270, en az 105 ayak küp yer düşmekte ve bütünü alındığında adam başına ancak 156 ayak küp düşmektedir. Etrafı bir dehlizle çevrili ve yalnız tepeden ışık alan bir odada, 92 ile 100 kişiye kadar erkek çalıştırılmakta, birçok gaz lambası yanmakta ve helalar hemen bitişikte bulunmaktadır; burada adam başına ancak 150 ayak küp yer düşmektedir. Bahçede bir köpek kulübesi denilebilecek, tavandan ışık alan ve tepedeki bir delikten havalanan bir başka odada beş-altı kişi çalışmakta ve adam başına 112 ayak küp yer düşmektedir.' ... Dr. Smith'in anlattığı bu iğrenç işyerlerinde terziler genellikle günde 12-13 saat çalışmakta ve bazen bu iş, günde 15-16 saate kadar çıkmaktadır." (s. 25, 26, 28, 30.) dikkate almak gerekir ki, bu raporun yazarı ve Sağlık Şubesi şefi John Simon'un da belirttiği gibi, Londra'da 25 ile 35 yaşlan arasındaki terziler, mürettipler ve baskıcılar için ölüm oranı gerçek rakamlardan düşük gösterilmiştir, çünkü, her iki işkolunda Londralı işverenler, taşradan gelen çok sayıda delikanlıyı (muhtemelen 30 yaşına kadar gençleri) çırak ve "öğrenci", yani ek eğitim gören kimse gibi çalıştırmaktadırlar. Londra'da, sanayideki ölüm oranlarını gösteren rakamları, bu durum şişirmiş olmaktadır. Ama bunlar, geçici olarak kaldıkları için, Londra'daki ölüm sayısına aynı oranda dahil olmamaktadır. Bu süre içersinde hastalanırlarsa, bunlar taşradaki evlerine dönmekte ve ölümleri halinde bu, orada kayda geçmektedir. Bu durum, küçük yaşlar için daha da fazla sözkonusu olmakta ve Londra'daki bu yaş gruplarına ait ölüm oranlarını, sanayiin sağlık üzerindeki kötü etkilerinin bir göstergesi olması yönünden tamamen değersiz hale getirmektedir (s. 30).

Çalıştırılan Kişi Sayısı

Sanayi Kolu ve Yöresi

Yaşlara Göre 100.000 Kişide Ölüm Oranı

25-35

35-45

45-55

958.265

Tarım, İngiltere ve Galler

743

805

1.145

22.301 Erkek ve
12.377 Kadın

Terzilik, Londra

958

1.262

2.093

13.803

Mürettipler ve baskıcılar, Londra

894

1.747

2.367


      Mürettiplerin durumu da terzilerinki gibidir. Havalandırma eksikliği, zehirli hava, vb. dışında, bir de sözü edilmesi gereken gece işi vardır. Bunların olağan çalışma zamanları 12-13 saat, bazen 15-16 saattir. "Gaz lambaları yakılır yakılmaz büyük bir sıcaklık ve pis hava (sayfa 87) başlar. ... Aşağıdaki odadan gelen ve dökümhaneden çıkan dumanlar ve makineler ile lağımlardan gelen pis kokular, yukardaki odaların berbatlığını büsbütün artırır. Alttaki odaların sıcak havası tavanı ısıtarak üst odaların ısısını yükseltir ve tavanlar alçak olduğu ve çok gaz yandığı zaman bu ciddi bir felaket olur; bunun daha da beteri, kazanların alt kattaki odada olup da bütün evi dayanılmaz bir sıcaklık ile doldurmasıdır. Genel olarak denilebilir ki, havalandırma her yerde kusurlu, akşamları ve bütün gece boyunca yanan gazın artıklarını ve sıcaklığı dışarı atmak için tamamen yetersizdir; birçok bürolarda ve özellikle evden bozma olanlarında durum felaket halindedir ve bazı bürolarda (özellikle haftalık gazetelerin bürolarında) çalışma -12 ile 16 yaşlar arasındaki çocukların da aynı şekilde katıldıkları bu çalışma- neredeyse hiç ara verilmeden iki gün ve bir gece devam eder; 'acele' iş yapan diğer basımevlerinde ise işçiler pazar günleri de dinlenemezler ve işgünü her hafta altı yerine yedi güne çıkmış olur" (s. 26, 28).
      Kadın şapkacıları ile terzileri, aşırı çalıştırma ile ilgili olarak dikkatimizi Birinci Cilde (Kap. VIII, 3. s. 249-241) çekmiş bulunuyor. Bunların işyerleri, Dr. Ord'un raporunda anlatılmaktadır. Buralar gündüzleri biraz iyi durumda olsalar bile, gaz yandığı saatler boyunca, aşırı sıcak, pis kokulu ve sağlığa zararlı hale gelirler. Dr. Ord, daha iyi türden 34 işyerinde, işçi başına düşen ortalama ayak küpü şöyle saptamıştır:
      "... Bunların dördünde 500'den fazla, diğer dördünde 400 ile 500, ... bir başka yedisinde 200 ile 250, diğer dördünde 150 ile 200 ve bir başka dokuzunda ancak 100 ile 150. Çalışılan yerler çok iyi havalandırılmadığı takdirde, bunların en büyükleri bile sürekli çalışma için yetersizdir; olağanüstü bir havalandırma dışında buralarda hava, gaz yandığı sürece dayanılamayacak kadar berbatlaşır." Ve Dr. Ord'un ziyaret ettiği, aracı hesabına çalışan küçük işyerlerinden birisi konusundaki sözleri: "1.280 ayak küp büyüklüğünde bir oda; içersinde 14 kişi bulunmakta; adam başına 91,5 ayak küp. Buradaki kadınlar bitkin görünüşlü ve perişan; kazançlarının haftada 1 ila 15 şilin ve bir de çay olduğu söylendi. ... İş-saatleri sabah 8 akşam 8. Bu 14 kişinin üstüste oturdukları küçük oda kötü havalandırılmış. Açılabilir iki pencere ile bir ocak vardı ama tıkanmıştı, herhangi özel bir havalandırma aygıtı yoktur" (s. 27).
      Aynı raporda, kadın şapkacıları ile terzilerinin aşırı çalışmaları konusunda şöyle deniliyor: "... bu tanınmış moda evlerinde çalışan genç kadınların aşırı çalışmaları, yılın aşağı yukarı dört ayında, birçok vesilelerle geçici bir süre kamunun şaşkınlığına ve öfkesine yolaçan bu korkunç derecelere ulaşır; buna karşılık, bu aylar boyunca kapalı yerlerde çalışan bu işçiler kural olarak günde tam 14 saat, işler sıkı olduğu zaman ise günde 17 ve hatta 18 saat olmak üzere günlerce çalışırlar. Yılın diğer zamanlarında evlerde çalışan bu işçilerin işi, belki de 10 ile 14 saat sürer; (sayfa 88) dışarda çalışan işçilerin ise devamlı 12-13 saattir. Masa örtüsü işleyenler, yaka yapanlar, gömlekçiler ve diğer çeşitli iğne işçilerinin (dikiş makinesinde çalışanlar da dahil), ortak işyerinde geçirdikleri süre daha kısa, genellikle 10-12 saatten fazla değildir; ama diyor Dr. Ord, bu düzenli iş-saatleri bazı evlerde belirli zamanlarda epeyce uzar ve fazla çalışma için fazla ücret ödenir; diğer bazı evlerde ise, iş-saatlerinden sonra yapmak üzere eve iş götürülür; şurasını da eklemek gerekir ki, her iki uygulama da çoğu kez zorunludur" (s, 28). John Simon, bu sayfaya yazdığı dipnotta diyor ki: "Birinci sınıf işyerlerinde çalışan genç kadınlarla konuşma fırsatını bulan . ... Epidemiological Society Sekreteri [Salgın Hastalıklar Derneği Yazmanı] ... Mr. Radcliffe'in muayene ettiği ve kendilerinin 'çok iyi' olduğunu söyleyen yirmi kızdan ancak bir tanesinin sağlık durumunun iyi olduğu söylenebilir; geri kalanlar çeşitli derecelerde, zafiyet sinir bozukluğu ve bunlardan ileri gelen çeşitli fonksiyonel düzensizlik belirtileri göstermişlerdir. Bu halleri o, önce, çalışma saatlerinin uzunluğuna -ölü mevsimde bile günde en az 12 saat olarak tahmin etmektedir- ve sonrada ... çalışma yerlerinin kalabalığına, havasızlığına, gaz kokusuna, yetersiz ve kötü besine, oturdukları evlerin kötü olmasına bağlamaktadır."
      İngiliz Sağlık Kurulu başkanının vardığı sonuca göre: "İşçilerin teorik olarak başta gelen sağlık hakları üzerinde direnmeleri pratikte olanaksızdır; bu hak gereği, işveren, kendilerini hangi iş için toplamış ise, masrafı kendisine ait olmak üzere, bütün sağlığa zararlı durumları ortadan kaldırmak zorundadır; ... oysa işçiler, pratikte bu sağlık hukukunu kendileri adına uygulayamadıkları gibi (yasalar öngördüğü halde) Nuisances Removal Acts [Sağlık Yasasını] yürütmekle görevli resmi memurlardan da etkili herhangi bir yardım bekleyemezler." (s. 29.) "İşverenlerin talimat hükümlerine uymaları gereken kesin çizginin belirlenmesi hiç kuşkusuz bazı ufak teknik güçlükler gösterebilir. Ama ... ilke olarak, sağlığı koruma hakkı geneldir. Ve şimdi hayatları, sırf çalıştıkları işlerin yolaçtığı sınırsız fiziki ıstıraplar ile gereksiz şekilde perişan olan ve kısalan, onbinlerce erkek ve kadın işçinin çıkarları adına şu umudumu ifade etmek isterim ki, sağlığa uygun çalışma koşulları, hiç değilse, genel olarak gerekli yasa hükümlerine bağlanmalı, bütün kapalı işyerlerinde etkin bir havalandırma sağlanmalı, niteliği gereği sağlığa zararlı işlerde, sağlığı tehlikeye sokan belirli etkiler elden geldiğince azaltılmalıdır" ( s. 31 ).


III. ENERJİNİN ÜRETİLMESİNDE, İLETİLMESİNDE
VE BİNALARDA TASARRUF


      L. Horner, Ekim 1852 tarihli raporunda, buharlı tokmağı bulan ünlü mühendis James Nasmyth of Patricroft'un bir mektubunu aktarıyor. Bu mektupta diğer şeyler arasında şu satırlar da bulunuyor:
      "... Halk, (buhar makinelerinde) size sözünü ettiğim donanım değişiklikleri ve iyileştirmeler yoluyla elde edilen hareket ettirici güçte (sayfa 89) sağlanan büyük artıştan pek az haberlidir. Bu bölgenin (Lancashire) makine gücü, neredeyse kırk yıldır geleneklerin çekingen ve önyargılı baskısı altındadır, ama şimdi, şükür, bundan kurtulmuş bulunuyoruz. Son onbeş yıldır, ama özellikle son dört yıldır (1848'den beri) buhar sıkıştırma makinelerinin çalışma donanımında bazı çok önemli değişiklikler olmuştu. ... Sonuç ... aynı tür makinelerle yapılan iş miktarında büyük bir artış ve yakıt giderlerinde gene çok önemli bir azalma olmuştur. Buhar gücünün, yukarda sözü edilen bölgelerdeki fabrikalara girmesinden sonra uzun bir süre, buhar sıkıştırma makinelerini çalıştırmak için pistonun bir dakikalık hareketi aşağı yukarı 220 ayak kabul ediliyordu; yani 5 ayak piston hareketli bir makinenin krank miline dakikada yaptıracağı dönüş, 'talimat' gereği 22 dönüşle sınırlandırılmıştı. Bu hızın ötesinde makineyi çalıştırmak elverişli ya da arzu edilir görülmüyordu; ve bütün mil dişlileri ... pistonun dakikadaki bu 220 ayak hızına göre yapıldığı için, bu ağır ve budalaca sınırlı hız, uzun yıllar bu makinelerin çalışmasına egemen oldu. Ne var ki, bir süre sonra, ya bu 'kuralın' ihmalinden ya da bazı gözüpek yenilik yandaşlarının akıllıca davranışıyla daha yüksek bir hız denendi ve sonuç çok iyi olduğu için diğerleri bunu izledi; o zamanki deyimiyle 'makinelerin dizginleri koyverildi', yani mil dişlileri genel olarak eski hızında kaldığı halde, bu mil dişlilerinin ilk hareket-kasnakları, makineyi dakikada 300 ayak ve daha hızlı çalıştıracak şekilde değiştirildi. ... Bu 'makinelerin dizginlerini koyvermek' ... makinelerde neredeyse genel bir 'hızlanmaya' yolaçtı, çünkü, aynı makinelerden daha fazla enerji elde edilmekle kalınmamış, makinelerdeki yüksek hız, volan kasnağındaki kuvveti artırdığı için, hareket daha düzenli hale gelmiş oluyordu. ... Biz ... bir buharlı makineden, sırf pistonu daha büyük bir hızla hareket ettirerek daha fazla bir güç elde ederiz (kondansatördeki buhar basıncı ile boşluk aynı kalmak üzere). Böylece, örneğin, pistonu dakikada 200 ayak hızla çalıştığı zaman 40 beygir gücü sağlayan bir makineyi eğer biz uygun değişiklikler ile pistonu dakikada 400 ayak hızla çalışacak duruma getirirsek (buhar basıncı ile boşluğu, daha önce de dediğimiz gibi aynı kalmak üzere) tam iki katı güç elde etmiş oluruz ... ve her iki halde de, buhar basıncı ile boşluk aynı kaldığı için, bu makinenin parçaları üzerindeki gerilim, 400 ayak hızda da 200 ayak hızdan daha büyük olmayacak ve hızla birlikte 'bozulma' tehlikesi de artmış olmayacaktır. Bütün fark böyle bir durumda buhar tüketimi, piston hızıyla orantılı, ya da buna yaklaşık bir oranda olacak, ve, 'yataklar' ile sürtünen kısımların aşınması ve yıpranması biraz artmakla birlikte, bu artış da pek önemli olmayacaktır. Ama, pistonun hızını artırmak suretiyle, aynı makineden daha büyük bir güç elde etmek için ... aynı kazanın altında, saatte daha fazla kömür yakılması ya da daha fazla buhar verme kapasitesi olan kazan kullanılması, yani daha büyük buhar-doğurucu güçlere gereksinme olacaktır. Bu böyle yapıldı ve eski 'hızlandırılmış' makinelere, daha çok buhar-doğuran kazanlar ya da su-buharlaştıran güçler takıldı (sayfa 90) ve yukarda sözü edilen değişiklikler ile çoğu durumda, aynı makinelerden neredeyse yüzde 100 fazla iş alındı. On yıl kadar önce, Cornwall madencilik işlerinde kullanılan makinelerle çok ekonomik güç üretimi sağlandığı dikkati çekti; iplik sanayiinde rekabet, fabrikatörleri, 'tasarrufa' başlıca kâr kaynağı gibi bakmaya zorladı; Cornish makinelerinin, saatte beher beygir gücü için kömür tüketiminde gösterdiği dikkati çekici fark ile, Woolf'un çifte silindirli makinelerinin olağanüstü ekonomik çalışmaları, bu bölgede, yakıt tasarrufu konusunda giderek dikkati çekmeye başladı; ve Cornish ve çifte silindirli makineler, saatte 3,5-4 pound kömür ile bir beygir gücü sağladığı halde genellikle pamuk ipliği makineleri, saatte bir beygir gücü için 8- 12 pound kömür tüketiyordu; bu dikkati çekici fark, bu bölgedeki fabrika sahipleri ile makine yapımcılarını, yüksek kömür fiyatlarının, fabrikatörleri, kendi işletmelerinin bu gibi masraflı kısımlarına daha dikkatle eğilmeye zorlayan Cornwall'da ve Fransa'da olduğu gibi, olağanüstü ekonomik sonuçlar veren aynı usulleri benimsemeye sevketti. Yakıt tasarrufu konusunda gösterilen bu dikkatin sonucu, birçok yönlerden çok önemliydi. Önce, kârların yüksek olduğu o güzel geçmiş günlerde yüzeylerinin yarısı tamamen çıplak durumda, soğuk havayla temas halindeki birçok eski kazan, kalın keçe, tuğla ve plaster ile kaplanmaya başlandı, ve yığınla yakıt tüketimine malolacak olan ısının açık düzeylerden kaçmasını önlemek için başka usul ve yollara da başvuruldu. Buhar boruları da aynı şekilde 'korunmaya' başlandı ve makine silindirinin dış kısmı keçeyle kaplandı ya da tahta koruyucu içersine alındı. Ardından, 'yüksek buhar' kullanıldı, yani inç kareye 4, 6 ya da 8 libre basınçla buhar veren emniyet subapları yerine, basıncı 14 ya da 20 libreye yükseltince, yakıtta çok önemli bir tasarruf sağlandığı görüldü; diğer bir deyişle, fabrikada işler, çok daha az bir kömür tüketimi ile yürütüldü, ... ve elinde olanağı ve cesareti olanlar, inç kareye 30, 40, 50, 60 ve 70 libre basınçta buhar veren uygun kazanlar kullanarak, yüksek basınç ve 'genleşme sistemini' en son boyutlarına kadar götürdüler; bu basınçlar, eski okuldan bir mühendisin aklını başından alabilirdi. Ne var ki bu artan buhar basıncının ekonomik sonuçları, çok geçmeden en yanılmaz biçimlerde, sterlin, şilin ve peni olarak ortaya çıktıkça, sıkıştırma makinelerinin çalıştırılması için yüksek basınçlı buhar kazanlarının kullanılması, neredeyse genel bir hal aldı. Ve, işi sonuna kadar götürmek isteyenler ... çok geçmeden bütünüyle Woolf makinesi kullanmaya başladılar ve son zamanlarda kurulan fabrikalarımızın çoğu Woolf makineleri ile çalışmaktadırlar; bunlarda her makinede iki silindir bulunmakta ve bunlardan biri, kazandan gelen yüksek basınçlı buhar ile, normal atmosfer basıncı üzerinde bir güç sağlamakta ve bu yüksek basınç, eskiden olduğu gibi pistonun her hareketinden sonra atmosfere verilmek yerine, aşağı yukarı birinci silindirin dört katı büyüklüğünde bir alçak basınç silindirine geçerek, gereği kadar genişledikten sonra kondansatöre verilir; bu makinelerden elde edilen ekonomik sonuçlara (sayfa 91) göre, saatte bir beygir gücü için 3½-4 libre kömür tüketilmektedir, oysa eski sistem makinelerde ortalama kömür tüketimi saatte bir beygir gücü için 12-14 libre idi. Ustaca yapılmış bir tertibatla, çift silindirli Woolf sistemi ya da bileşik alçak ve yüksek basınç makinesi, daha önce mevcut bulunan makinelere geniş ölçüde uygulandı ve bunların çalışması hem güç bakımından artırılmış ve hem de yakıt tasarrufu sağlanmış oldu. Aynı sonuç ... bu 8-10 yıl içersinde, bir yüksek basınç makinesinin bir sıkıştırma makinesi ile, daha önce kaybolan buharın sıkıştırma makinesine geçmesini ve onun iş görmesini sağlayacak şekilde birbirine bağlanmasıyla elde edilir olmuştur. Bu sistem birçok durumda, çok kullanışlıdır.
      "Bu iyileştirmelerin bazılarının ya da hepsinin uygulandığı aynı makinelerin kapasitesinin ya da yaptığı işin artırılmasında kesin bir sonuç almak çok kolay olamazdı; ama ben eminim ki, ... aynı ağırlıktaki buhar makinesinden biz şimdi, ortalama olarak en az yüzde 50 daha fazla hizmet ve iş elde etmekteyiz ve birçok hallerde, dakikada 220 ayak hızla sınırlandırılan günlerde 50 beygir gücü sağlayan aynı buharlı makineler, şimdi 100 beygir gücü sağlamaktadır. Sıkıştırmalı buhar makinelerinin çalıştırılmasında, yüksek basınçlı buhar kullanılmasından alınan çok ekonomik sonuçlarla birlikte, fabrikaların büyümesi sonucu, aynı makinelerden çok daha yüksek güç elde etme gereksinmesi, son üç yıl boyunca, fabrika makineleri için buhar üretmede daha önce kullanılan kazanlardan çok daha ekonomik sonuçlar veren borulu kazanların kullanılmasına yol açmıştır." (Reports of Insp., of Fact., October1852, s. 23-27.)
      Güç üretilmesi için geçerli olan şeyler, enerjinin iletimi ve iş makineleri için de doğrudur.
      "Makinelerdeki gelişmelerin, bu birkaç yıl içersinde hızlı adımlarla ilerlemesi, fabrikatörlere, ilave hareket ettirici güç olmaksızın üretimi artırma olanağını verdi. İşgünündeki kısalma, emeğin daha ekonomik kullanılmasını zorunlu kılmıştır ve iyi düzenlenmiş fabrikaların pek çoğunda, akıllı bir kafa, giderler azalırken üretimin ne şekilde artırılabileceğinin daima hesabı içersindedir. Önümde, kendi bölgemde çok akıllı bir bayın hazırlamak lütfunda bulunduğu, çalıştırılan işçi sayısını, yaşlarını, çalışmakta olan makineleri ve 1840'tan bugüne kadar ödenen ücretleri gösteren bir rapor var. 1840 Ekiminde, firması, 200'ü 13 yaşın altında olmak üzere 600 işçi çalıştırmaktadır. Geçen ekim ayında, ancak 60'ı 13 yaşın altında 350 işçi çalıştırıyordu; her iki dönemde birkaçı hariç aynı sayıda makine çalışıyordu ve ücret olarak aynı miktar ödenmişti." (Redgrave's Report in Reports of Insp. of Fact., Oct.1852, s. 58-59.)
      Makinelerdeki bu iyileştirmeler, yeni, uygun bir biçimde düzenlenmiş fabrikalarda kullanılana kadar, tam etkilerini göstermemektedir.
      "Makinelerde yapılan iyileştirmeler bakımından önce şunu söylemek isterim ki, gelişmiş makinelerin kullanılmasına uygun fabrikaların inşasında büyük bir ilerleme vardır. ... Alt kattaki odada, bütün ipliğini çift kat haline getiriyorum ve bu tek bir taban üzerine 29.000 katlama iği (sayfa 92) yerleştireceğim. Oda ile sundurmada en az yüzde 10 emek tasarrufu sağlıyorum; bunu iplik katlama işinde bir iyileşmede değil, makineleri tek bir yönetim altında toplayarak yapıyorum; ve bu sayıda iği tek bir mil ile çalıştırabileceğim ve aynı sayıda iğ ile çalışan öteki işyerlerine göre bu şekilde yüzde 60 ve bazı durumlarda yüzde 80 bir tasarruf sağlayacağım. Yağ, mil donanımı ve gresten büyük bir tasarruf sağlanmış olacaktır. ... Fabrikadaki daha üstün bir tertip ve gelişmiş makineler ile, en düşük tahminle, emekte yüzde 10, güçte daha büyük bir tasarruf sağlandığı gibi, kömür, yağ, donyağı, mil ve kayış donanımında önemli bir tasarruf sağlanmıştır." (Bir pamuk iplikçisinin ifadesi, Reports of Insp. of Fact., Oct. 1863, s. 109, 110.)


IV. ÜRETİM ARTIKLARINDAN YARARLANMA


      Kapitalist üretim tarzı, üretim ve tüketim artıklarından yararlanmanın boyutlarını genişletir. Bunlardan birincisi ile, sanayi ve tarım artıklarını, ikincisi ile, kısmen, insan vücudunda doğal madde değişiminin meydana getirdiği artıkları, kısmen de, nesnelerin tüketimlerinden sonra geriye kalan biçimlerini kastediyoruz. Örneğin kimya sanayiinde, üretim artıkları daha küçük ölçekte bir üretimde kaybolan yan ürünlerdir; makine yapımında biriken ve demir üretimine hammadde olarak tekrar dönen demir talaşları, vb. gibi. Tüketim artıkları, insan vücudunun dışarıya attığı doğal maddeler, paçavra şeklinde giyim eşyası kalıntıları, vb. gibi şeylerdir. Tüketim artıkları tarım için büyük önem taşırlar. Bunlardan yararlanılması konusunda, kapitalist ekonomide büyük bir israf vardır. Örneğin Londra'da, dört-buçuk milyon insanın artıklarından, Thames nehrini kirletmekten ve bu iş için de bir yığın para harcamaktan daha iyi bir yararlanma şekli bulunamamıştır.
      Yükselen hammadde fiyatları, hiç kuşkusuz, artık ürünlerden yararlanmada bir dürtü olmuştur.
      Bu artıkların tekrar kullanılması için genel koşullar şunlardır: ancak büyük-ölçekli üretimde görülebilen büyük miktarda artık; mevcut durumları içersinde daha önce hiç bir işe yaramayan maddeleri, yeni üretim için uygun bir hale sokan gelişmiş makineler; başta kimya olmak üzere, bu gibi artıkların yararlı özelliklerini açığa çıkaran bilimsel gelişme. Lombardiya, Güney Çin ve Japonya'da olduğu gibi, küçük-ölçekli tarımda, bu tür büyük tasarruflar sağlandığı doğrudur. Ama, genellikle bu sistemde tarımdaki üretkenlik diğer üretim alanlarından çekilen insan emek-gücünün israflı şekilde kullanılmasıyla elde edilir.
      Artık denilen şeyler, hemen her sanayide önemli bir rol oynar. Aralık 1863 tarihli Fabrika Raporunda, İngiliz ve İrlandalı çiftçilerin çoğunun keten yetiştirmek istememelerinin ya da pek nadiren yetiştirmelerinin bellibaşlı nedenlerinden birisi olarak bunun sözü edilmektedir: "Su ile çalışan küçük dövme fabrikalarında ... büyük fire verilir ... pamukta (sayfa 93) verilen fire nispeten küçük, ama ketende çok fazladır. Yeterli bir suyla ıslatma yöntemi ve iyi bir dövme makinesi, bu sakıncayı büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır. ... Keten İrlanda'da en utanç verici bir biçimde dövülür ve böylece büyük bir kısmı kaybolur; bu miktar yüzde 28-30'a varır." (Reports of lnsp. of Fact., Dec. 1863, s. 139, 142.) Oysa, bütün bunlardan, daha iyi makine kullanılarak kaçınılabilir. Yol kenarına o kadar çok kıtık dökülmüş ki, fabrika müfettişi şöyle diyor: "İrlanda'daki döğme fabrikaları ile ilgili olarak bana bildirildiğine göre, buradaki artıklar çoğu zaman dövücülerin evlerinde yakacak olarak kullanılmaktadır, oysa bunlar çok değerlidir" (Yukarıdaki Raporun 140. sayfası). Pamuk artığından, hammadde fiyatlarındaki dalgalanmaları ele aldığımız zaman daha ileride sözedeceğiz.
      Yünlü sanayii, keten fabrikatörlerinden daha kurnaz idi. "Artıkları ve yünlü paçavraları tekrar işlenebilecek şekilde hazırlama işine eskiden kötü gözle bakılırdı ama, Yorkshire'ın yünlü ticaretinde önemli bir dal halini alan, süprüntü ticareti ile ilgili önyargı tamamen ortadan kalktı ve hiç kuşkusuz pamuklu artık ticareti de, belirli bir gereksinmeyi sağladığı için aynı şekilde kabul edilecektir. Otuz yıl önce, yünlü paçavralar, yani sırf yün kumaş parçaları, eski kumaşlar, vb. tonu ortalama 4 sterlin 4 şilindi: son birkaç yıl içersinde bu fiyat, tonu 44 sterlin oldu ve bunlara olan istek o kadar arttı ki, pamuk ve yün karışımı kumaşlardan, yüne zarar vermeden pamuğu ayırma usulleri bulundu, şimdi binlerce kişi bu işte çalışmakta, tüketiciler ise çok düşük bir fiyata oldukça iyi kalitede kumaş bulabilmektedirler." (Reports of Insp. of Fact., Oct. 1863. s. 107.) 1862 yılı sonunda, bu yoldan elde edilen kumaş tiftiği, İngiliz sanayiinde bütün yün tüketiminin üçte-birine ulaşmaktadır. (Reports of lnsp. of Fact., October 1862, s. 81.) "Tüketicinin" elde ettiği "büyük avantaj" bu artıklardan yapılan kumaşların, eskiye göre üçte-bir oranında daha önce eskimesi ve altıda-biri kadar bir zamanda ise havını yitirmesidir.
      İngiliz ipekli sanayii de aynı inişli yolu izledi. Hakiki ham ipek tüketimi, 1839 ile1862 arasında her nasılsa azaldığı halde, ipek artığı tüketimi iki katına çıktı. Gelişmiş makineler, bu başka işe yaramayan maddeden, pek çok amaçlar için yararlı bir ipek yapıyordu.
      Artıklardan yararlanmada en çarpıcı örneği kimya sanayii veriyor. Yalnız yeni kullanımlar bulduğu kendi artıklarından değil, pek çok başka sanayiin artıklarından da yararlanıyor. Örneğin, önceleri neredeyse hiç bir işe yaramayan bir tür katranı, anilin boyalarına, alizarine ve son zamanlarda da ilaçlara çevirmektedir.
      Yeniden kullanımları yoluyla, üretim artıklarından sağlanan bu tasarrufu, artığa engel olunmak suretiyle sağlanan ekonomiden, yani üretim artıklarını en az düzeye indirmekten ve üretimde gerekli bütün ham ve yardımcı maddelerden en üst düzeyde yararlanılmasından ayırdetmek gerekir. (sayfa 94)
      Artığın azalması kısmen kullanılan makinenin niteliğine bağlıdır. Yağ, sabun, vb. gibi şeylerden tasarruf, mekanik kısımların yapımına ve parlatılmasına bağlıdır. Bu, yardımcı maddelerle ilgili bir tasarruftur. Bununla birlikte, üretim süreci sırasında, hammaddenin büyük ya da küçük bir kısmının artık haline gelmesi, kısmen ve önemli ölçüde, kullanılan makineler ile aletlerin niteliğine bağlıdır. Ensonu bu, hammaddenin kendisinin niteliğine bağlıdır. Bu da gene kısmen, hammadde üreten tarım ile doğal maddeleri sağlayan sanayideki gelişmeye (daha kesin deyimiyle uygarlıktaki gelişmeye ve kısmen de hammaddenin, imalata girmeden önce geçtiği süreçlerdeki iyileşmelere bağlıdır.
      "Parmentier, Fransa'da tahıl öğütme sanatının, pek de uzak olmayan dönemden, örneğin Louis XIV zamanından beri önemli ölçüde geliştiğini ve yeni değirmenlerin eskilerine göre, aynı miktar tahıldan yarısı kadar daha fazla ekmek yapabildiklerini göstermiştir. Bir Parislinin yıllık tüketimi gerçekten de, önce 4, sonra 3 ve ensonu 2 setiers iken, şimdilerde ancak 11/3 setiers ya da aşağı yukarı kişi başına 342 libredir. ... Uzun bir süre oturduğum Perche'de, granit ve volkanik kayalardan yapılma değirmentaşları kullanan eski değirmenlerin çoğu, son otuz yıldır hızla gelişen mekanik biliminin kurallarına göre yeniden yapılmıştır. Bunlara, La Ferte'den getirilen iyi cins değirmen taşları takılmış, tahıl iki kez öğütülmüş, un çuvallarına dairesel bir hareket verilmiş ve aynı miktar tahıldan elde edilen un altıda-bir artmıştır. Romalılar ile bizim tahıl tüketimimiz arasındaki büyük farklılık böylece kolayca açıklanabilir. Bu, sırf yetersiz öğütme ve ekmek yapma yöntemlerinden ileri gelmiştir. Pliny'nin yapmış olduğu dikkate değer bir gözlemi (XVIII, Ch. 20, 2) böylece açıklayabileceğimi sanıyorum: ... 'Roma'da un, kalitesine göre, her modius'u, 40, 48 ya da 96 as'a satılırdı. Bugünkü tahıl fiyatlarına oranla çok yüksek olan bu fiyatların nedeni, henüz çocukluk çağında bulunan, o dönemdeki değirmenlerin yetersiz durumu ve bunun sonucu olarak da öğütme işindeki büyük giderlerdi.'" (Dureau de la Malle, Economie PoIitique des Romains, Paris 1840, 1, s. 280-81.)


V. BULUŞLAR YOLUYLA SAĞLANAN TASARRUF


      Sabit sermayenin kullanılmasında sağlanan bu tasarruflar, yineliyoruz, emek koşullarının geniş bir ölçekte kullanılmasından ileri gelir; kısacası bunlar, doğrudan doğruya toplumsal ya da toplumsallaştırılmış emeğin ya da üretim süreci içersinde doğrudan elbirliğinin koşulları olarak hizmet etmeleri olgusunun sonuçlarıdır. Bir yandan bu, mekanik ve kimyasal buluşlardan, metaların fiyatını artırmaksızın yararlanmak için vazgeçilmez bir gereksinmedir ve daima, conditio sine qua non'dur. [Vazgeçilmez koşul. -ç.] Öte yandan, ancak geniş ölçekte bir üretim, ortaklaşa üretken tüketimden ileri gelen tasarruflara olanak verir. Ensonu, nereden ve nasıl (sayfa 95) tasarruf sağlanacağını, buluşları uygulamada en yalın yöntemleri ve teorinin uygulama alanına konulmasında - üretim sürecinde uygulamaya geçilmesinde ortaya çıkan sürtüşmelerin nasıl yenilebileceğini, vb., ancak kolektif çalışan emekçinin deneyimleri bulur ve ortaya çıkarır.
      Yeri gelmişken evrensel emek ile ortaklaşa emek arasında bir ayrımın yapılması yerinde olur. Her iki tür emek de, üretim sürecinde kendi rollerini oynar, birbiri içersine geçer, ama her ikisi gene de farklıdırlar. Evrensel emek, her tür bilimsel emek, keşifler ve buluşlardır. Bu emek kısmen, canlı emeğin elbirliğine, kısmen de daha önce yaşamış kimselerin emeklerinden yararlanmaya dayanır. Öte yandan, ortaklaşa emek ise, bireylerin doğrudan doğruya elbirliği yapmalarıdır. Bu söylenenler, sık sık yinelenen şu gözlemler ile de doğrulanır:
      1) Yeni bir makinenin ilk modelinin maliyeti ile, daha sonra yapılanların maliyeti arasındaki büyük fark (bu konuda Ure[
5*] ve Babbage'a[6*] bakınız).
      2) Yeni bir buluş üzerine dayanan bir kuruluşta işletme giderlerinin, daha sonra ex suis ossibus[7*] kurulan işletmelerin giderlerine göre çok daha büyük olması. Bu öylesine doğrudur ki, bir işte öncülük edenler çoğu zaman iflas ettikleri halde, daha sonra binaları, makineleri, vb., daha ucuza satın alanlar ancak bundan para kazanırlar. İşte bu yüzdendir ki, insan zekası ile ilgili evrensel emeğin bütün yeni gelişmelerinden ve bunların bileşik emek yoluyla toplumsal uygulanmasından aslan payını alanlar, genellikle, en değersiz ve sefil türden para-kapitalistleridir. (sayfa 96)






Dipnotlar



[1*] Biedermann - Darkafalı. Aynı zamanda, Deutsche Allgemeine zeitung'un yazıişleri müdürünün adı üzerine yapılan bir sözcük oyunu. -ç.
[2*] [Linguet,] Teorie des loix civilles, ou principes fondamentaux de la societe, t. 2, Londres 1767, livre V, Chapitre XX. -Ed.
[3*] Kapital, Birinci Cilt, s. 352-353. -Ed.
[4*] 1657'de İngiltere'de yayınlanmış olan Killing no Murder adlı kitapçığa kinaye. Yazarı tasviyeci Edward Sexby idi. -Ed.
[5*] A. Ure, The Philosophy of Manufactures, Second edition, London 1855. -Ed.
[6*] Ch. Babbage, On the Economy of Machinery and Manufactures, London 1832, S. 280-81. -Ed.
[7*] Onun kemiklerinden. -ç.

[11] Bütün bu fabrikalarda çok büyük bir miktarda bina ve makine şeklinde sabit sermaye olduğuna göre, makineleri işler halde tutmak için ne kadar çok metaya gereksinme varsa, o kadar çok geliri olacaktır. (Reports of Insp. of Fact., 31st. October, 1858, s. 8.)
[12] Fabrika yapımındaki gelişmeler üzerine Ure'e bakınız.



Sayfa başına gidiş