Karl Marx'ın Capital, A Critical Analysis of Capitalist Productuon, Volume II,
(Progress Publishers, Moscow 1974) adlı yapıtını İngilizcesinden Alaattin Bilgi dilimize çevirmiş, ve kitap, Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, İkinci Cilt, adı ile, Sol Yayınları tarafından Haziran 1979 (Birinci baskı: Ağustos 1976) tarihinde yayınlanmıştır.
Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
BEŞİNCİ BÖLÜM
DOLAŞIM ZAMANI[8]
SERMAYENİN üretim alanındaki hareketi ile dolaşım alanındaki iki evresinin bir dizi zaman dönemleri içerisinde yer aldığını görmüş bulunuyoruz. Üretim alanındaki seyahat süresi onun üretim zamanı, dolaşım alanındaki kalış süresi ise onun dolaşım zamanıdır. Demek oluyor ki, devresini çizdiği toplam zaman, üretim zamanı ile dolaşım zamanının toplamımı eşit oluyor.
Üretim zamanı, doğal olarak, emek-süreci dönemini kapsıyor, ama bu, onun kapsamına girmiyor. Şurası her şeyden önce unutulmamalıdır ki, değişmeyen sermayenin bir kısmı, makineler, binalar, vb. gibi emek araçları biçiminde bulunur ve eskiyene kadar sürekli yinelenen aynı emek-sürecine hizmet ederler. Emek-sürecinin sözgelişi geceleri, devresel kesintileri, bu emek araçlarının işlevlerini kesintiye uğratır, ama üretimin yapıldığı yerde kalmalarını kesintiye uğratmaz. İşlev yaptıkları zaman olduğu kadar yapmadıkları zaman da, bu araçlar, bu iş yerine aittirler. Öte yandan, kapitalist, pazardan yapılan
(sayfa 132) günlük ikmallerdeki aksamalara bağlı kalmadan üretim sürecini önceden belirlenen ölçülerde, daha uzun ya da kısa sürelerde sürdürebilmek için belirli bir hammadde ve yardımcı malzeme stokunu hazır bulundurmak. zorundadır. Bu hammadde vb. stoku, ancak yavaş yavaş üretken olarak tüketilir. Bunun için, bunların üretim zamanı
[9] ile, işlevlerini yerine getirme zamanı arasında bir fark vardır. Üretim araçlarının üretim zamanı, bu nedenle, genellikle şunları kapsar, 1° üretim aracı olarak işlev yaptıkları ve böylece üretken sürece hizmet ettikleri zaman; 2° üretim sürecindeki duraklamalar ve böylece sürece katılan üretim araçlarının işlevlerinin kesintiye uğramaları; 3° sürecin öngereksinmeleri olarak hazır vaziyette elde bulundurdukları ve üretken sermayeyi temsil ettikleri halde üretim sürecine henüz girmedikleri zaman.
Buraya kadar gözönünde tutulan farklar, her durumda, üretken sermayenin üretim alanında kaldığı süre ile üretim sürecinde kaldığı süre arasındaki zamandır. Ama bizzat üretim süreci, emek-sürecindeki ve dolayısıyla emek-zamanındaki kesintilerden sorumlu olabilir ve bu aralıklar sırasında, emek konusu, insan emeğinin daha fazla müdahalesi olmaksızın fiziki süreçlerin faaliyetine terkedilir. Üretim süreci ve üretim araçlarının faaliyeti, bu durumda, emek-süreci ve dolayısıyla üretim araçlarının, emek aletleri olarak işlev yapmaları kesintiye uğradığı halde devam eder. Bu, örneğin, tarlaya ekilmiş bulunan tohuma, mahzende mayalanmakta olan şaraba, dericilik gibi malzemenin bir süre için kimyasal süreçlerin faaliyetine bırakıldığı birçok fabrikadaki emek-malzemesine uygulanır. Üretim zamanı burada emek-zamanından daha uzundur. İkisi arasındaki fark, üretim zamanının emek-zamanına göre fazlalığından ibarettir. Bu fazlalık, daima, üretken sermayenin, bizzat üretim sürecinde işlev yapmaksızın üretim alanında
gizil olarak var olmasından ya da, emek-sürecinde, yer almaksızın üretken süreçte işlev yapmasından ileri gelir.
Üretken sürecin bir gereği olarak, sözgelişi bir iplik fabrikasında pamuk, kömür, vb. gibi el altında hazır bulundurulan bu gizil üretken sermayenin bu parçası, ne bir ürün ne de bir
(sayfa 133) değer yaratıcısı olarak iş görür. Sermayenin bu boşu boşuna duruşu, üretim sürecinin kesintisiz akışı için esas olmakla, birlikte, bu, boş duran bir sermayedir. Bu üretken ikmalin (gizil sermayenin) depolanması için gerekli binalar, aygıtlar, vb., üretken sürecin koşuludur, ve bu nedenle yatırılmış bulunan üretken sermayeyi oluşturan parçaları teşkil ederler. Bunlar, işlevlerini, hazırlık aşamasında, üretken kısımların, saklayıcıları olarak yerine getirirler. Bu aşamada emek-süreçleri gerekli olmaları ölçüsünde, hammadde, vb., maliyetlerini artırırlar ama gene de üretken emektirler ve artı-değer üretirler, çünkü, bu emeğin bir kısmının, diğer bütün ücretli emekler gibi karşılığı ödenmemiştir. Üretim sürecinin tamamının normal kesintileri, üretken sermayenin işlev yapmadığı aralıklar, ne değer, ne de artı-değer yaratır. Böylece işin geceleri de sürdürülmesi isteği doğar. (Buch I, Kap. VII, 4.)
Üretim sürecinin kendisinde, yapılan işin niteliği gereği karşılaşılan kesintiler ne değer yaratır ne de artı-değer. Ama bu aralıklar ürünü geliştirir, onun yaşamının bir kısmını, geçmek zorunda olduğu bir süreci oluşturur. Aygıtların vb. değerleri, ürüne, bunların işlevlerini yaptıkları sıradaki tüm zamana orantılı olarak aktarılır; ürün, bu, aşamaya, bizzat emek tarafından getirilir ve bu araçların kullanılması, pamuğun ürüne girmeyen ve gene de değerini ürüne aktaran, kısmının toz haline getirilmesi kadar, üretimin bir koşuludur. Binalar, makineler vb. gibi gizil sermayenin öteki kısmı, yani işlevleri ancak üretken sürecin düzenli aralıkları ile kesintiye uğrayan emek aletleri -üretimin kısıtlanması, bunalımlar, vb. gibi olayların neden olduğu düzensiz kesintiler bütünüyle kayıptır- ürünün yaratılmasına girmeksizin değer ekler. Sermayenin bu kısmının ürüne kattığı toplam değer onun ortalama süreğenliği ile belirlenir, sermayenin bu kısmı, hem işlevlerini yerine getirdikleri ve hem de getirmedikleri süreler içerisinde kullanım-değerini kaybettiği için değerini kaybeder.
Ensonu, sermayenin, emek-süreci kesintiye uğradığı halde, üretken sürece devam eden değişmeyen kısmının değeri, üretken sürecin sonucunda tekrar görünür. Bizzat emek, burada, üretim araçlarını, sonucu belli bir yararlı etki ya da, kendi kullanım-değerleri biçiminde bir değişiklik olan bazı doğal süreçlerden
(sayfa 134) geçecekleri koşullar içerisine sokmuştur. Emek, daima, üretim araçlarının değerini, bunları üretim araçları olarak, gerçekten uygun bir biçimde tükettiği ölçüde ürüne aktarır. Bu etkiyi yaratmak için emeğin emek aletleri aracılığı ile devamlı olarak konusuyla ilişki içerisinde bulunup bulunmamasının ya da doğal süreçler sonucu, emeğin daha fazla yardıma gerek kalmaksızın, üretim araçlarının istenilen değişikliklerden kendiliklerinden geçebilecekleri koşulları sağlayarak yalnızca bir ilk itişi vermesinin hiç bir önemi yoktur.
Üretim zamanının, emek-zamanından fazlalığının nedeni ne olursa olsun -ister üretim araçları yalnızca gizil üretken sermayeyi oluşturan ve dolayısıyla, fiili üretken sürece hâlâ bir hazırlık aşamasında bulunsun, ya da, kendi işlevleri, üretim sürecinde, duraklamaları ile kesintiye uğratılmış olsurı, ya da son olarak, üretim sürecinin kendisi, emek-sürecinde kesintileri zorunlu kılsın- bu durumların hiç birinde üretim araçları, emek soğurucusu olarak işlev yapmazlar. Ve emek soğurmadıklarına göre, artı-emek de soğurmazlar. Böylece üretken sermayenin, üretim zamanının emek-zamanını aşan kısmında kaldığı sürece, bu duraklamalar sermayenin kendi kendini genişletmesi sürecinden ne kadar ayrılamaz olursa olsun, değerinde bir genişleme olmaz. Üretim zamanı ile emek-zamanı birbirlerini ne kadar fazla kapsarlarsa, belli bir üretken sermayenin belli bir süredeki üretkenliğinin ve kendisini genişletmesinin o kadar büyük olacağı açıktır. Kapitalist üretimin, üretim zamanının emek-zamanından fazlalığını olabildiğince azaltma eğilimi işte bundan ileri gelir. Bir sermayenin üretim zamanı, emek-zamanından farklı olabilir, ama üretim zamanı daima emek-zamanını kapsar ve bu fazlalık kendi başına, üretim sürecinin bir koşuludur. Üretim zamanı, öyleyse, daima, sermayenin, ya gizil ya da değerini genişletmeksizin kaldığı zamanları kapsamakla birlikte, kullanım-değerleri ürettiği, genişlediği ve dolayısıyla üretken sermaye olarak işlev yaptığı zamandır.
Dolaşım alanında sermaye, meta-sermaye ve para-sermaye olarak bulunur. İki dolaşım süreci, meta-biçimden para-biçime, para-biçimden meta-biçime dönüşümünü kapsar. Metaların paraya dönüşümünün burada aynı zamanda, metalarda somutlaşan artı-değerin gerçekleşmesi, ve paranın metalara dönüşmesinin ise aynı zamanda, sermaye-değerin, üretim öğelerinin biçimine
(sayfa 135) dönüşmesi ya da yeniden dönüşmesi durumu, bu süreçlerin, dolaşım süreçleri olarak, metaların basit başkalaşımı süreçleri olması olgusunu hiç değiştirmez.
DOLAŞIM zamanı ile üretim zamanı karşılıklı olarak birbirlerini dıştalarlar. Dolaşımı sırasında sermaye, üretken sermaye işlevini yerine getirmez ve bu nedenle, de, ne meta, ne de artı-değer üretir. Eğer biz, devreyi, tüm sermaye-değerin bütünüyle bir evreden diğerine geçtiği zaman olduğu gibi en yalın biçimiyle incelersek, üretim sürecinin ve dolayısıyla sermaye-değerin kendi kendisini genişletmesinin dolaşım zamanı devam ettiği sürece kesintiye uğradığını ve üretim sürecinin yenilenmesinin, dolaşım zamanının uzunluğuna bağlı olarak daha hızlı ya da daha yavaş devam ettiğini açıkça görürüz. Yok eğer tersine, sermayenin çeşitli kısımları devreden birbiri ardına geçer de, tüm sermaye-değerin devresi, kendisini oluşturan çeşitli kısımların ardarda devreleri ile tamamlanırsa, bu kısımlar dolaşım alanında ne kadar uzun süre kalırlarsa, üretim alanında işlev yapan kısmın o kadar küçük olması gerektiği açıktır. Dolaşım zamanının genişlemesi ve daralmasının, bunun için, üretim zamanının daralması ya da genişlemesi üzerinde ya da belli büyüklükte bir sermayenin üretken sermaye olarak işlev yapmasının boyutları üzerinde olumsuz sınırlandırıcı bir etkisi vardır. Bir sermayenin dolaşımındaki başkalaşımlar ideale ne kadar yaklaşırsa, yani dolaşım zamanı sıfıra ne derece eşitse ya da sıfıra yaklaşıyorsa, sermaye o kadar fazla işlev yapar, üretkenliği ve değerini genişletmesi o kadar artar. Örneğin, eğer bir kapitalist, bir siparişi, ödemenin ürünün teslimi üzerine yapılması koşuluyla yerine getirmiş ve bu ödeme kendi üretim araçları ile yapılmış ise dolaşım zamanı sıfıra yaklaşır.
Demek oluyor ki, bir sermayenin dolaşım zamanı, genel bir söyleyişle onun üretim zamanını ve dolayısıyla artı-değer üretme sürecini sınırlıyor. Ve bu süreci, o, kendi süresi ile orantılı olarak sınırlar. Bu süre, sermayenin üretim zamanını, çok değişik ölçülerde artırabilir ya da azaltabilir ve dolayısıyla da sınırlandırabilir. Ne var ki, ekonomi politik yalnız
görünürde olanı görür, yani dolaşım zamanının, genellikle, sermayenin artı-değer yaratma süreci üzerindeki etkisini görür. Bu olumsuz etkiyi, sonucu olumlu olduğu için, olumlu bir etki gibi görür. Sermayenin
(sayfa 136) kendi üretim sürecinden ve dolayısıyla dolaşım alanından kendisine bir dere gibi akan emeğin sömürülmesinden bağımsız gizemli bir kendi kendisini genişletme kaynağına sahip bulunduğuna bir kanıt sağlıyormuş izlenimini verdiği için bu görünüşe daha da sıkı sıkıya sarılır. Bilimsel ekonomi-politiğin bile, bu görüntüye aldandığını daha ileride göreceğiz. Çeşitli görüngülerin bu benzerliğe renk kattığı görülecektir: 1° Kapitalist kâr hesabı yönteminde olumsuz neden olumlu bir neden gibi sayılmaktadır, çünkü yalnızca dolaşım zamanları farklı olan farklı yatırım alanlarındaki sermayelerde, daha uzun bir dolaşım zamanı fiyatlarda bir artış yaratmaya eğilim gösterir, kısacası, kârları eşitleyen nedenlerden birisi olarak hizmet eder. 2° Dolaşım zamanı, devir zamanında yalnızca bir evredir; bununla birlikte, devir zamanı, üretim ya da yeniden-üretim zamanını kapsar. Aslında devir zamanından ileri gelen şey, dolaşım zamanından ileri geliyormuş gibi görünür. 3° Metaların değişen sermayeye (ücretlere) çevrilmesi, bunların daha önce paraya çevrilmiş olmalarıyla gerekli hale getirilmiştir. Sermaye birikiminde, ek değişen sermayeye çevrilme, bu nedenle dolaşım alanında olur ya da dolaşım zamanı sırasında olur. Dolayısıyla, böylece oluşan birikim, dolaşım zamanından ileri geliyormuş gibi görünür.
Dolaşım alanında sermaye iki karşıt evreden geçer, M-P ve P-M; bunun sırası önemli değildir. Bu nedenle, dolaşım zamanı da aynı biçimde iki kısma ayrılır, yani metadan paraya çevrilmesi için gerekli zaman ve paradan metalara çevrilmesi için gerekli zaman. Metaların basit dolaşımının incelenmesinden öğrendiğimiz gibi (Buch I, Kap. III), M-P, yani satış, başkalaşımın en güç kısmıdır ve bu yüzden de olağan koşullar altında, dolaşım zamanının daha büyük kısmını alır. Para olarak değer daima çevrilebilir biçimde bulunur. Meta olarak ise, bu doğrudan doğruya çevrilebilir ve dolayısıyla daima harekete hazır biçime girmeden önce, paraya dönüşmesi gerekir. Bununla birlikte, sermayenin dolaşım sürecinde P-M evresi, sermayenin, bilinen bir girişimdeki üretken sermayenin belirli öğelerini oluşturan metalara dönüşmesiyle ilişki içerisine girmek zorundadır. Üretim araçları pazarda bulunmayabilir ve önce üretilmeleri ya da uzak pazarlardan satın alınmaları gerekir ya da olağan arzları düzensiz hale gelebilir, fiyatları değişebilir, vb.,
(sayfa 137) kısacası, P-M biçiminin basit değişmesinde göze çarpmayan, ama dolaşım evresinin bu kısmında da bazan fazla bazan da daha az zamana gereksinme gösteren pek çok durumlar vardır. M-P ile P-M, yalnız zaman olarak değil, yer olarak da ayrı olabilir; alış pazarı ile satış pazarı ayrı ayrı yerlerde olabilir. Örneğin fabrikalar sözkonusu olduğunda alıcı ile satıcı çoğu kez başka başka kimselerdir. Meta üretiminde, dolaşım, tıpkı üretimin kendisi kadar gereklidir ve bu nedenle, dolaşım öğelerine de an az üretim öğeleri kadar gerek vardır. Yeniden-üretim süreci, sermayenin her iki işlevini de içerir, bu nedenle, ya kapitalistin kendi kişiliğinde ya da onun ücretli-emekçilerinin kişiliğinde bu işlevlerin temsilcilerine sahip olma zorunluluğunu içerir. Ama bu, hiç bir zaman dolaşımı yerine getiren kimselerle üretimi yerine getiren kimselerin birbirine karıştırılması için bir neden olamayacağı gibi, meta-sermaye ile para-sermayenin işlevlerinin, üretken sermayenin işlevleri ile karıştırılması için de bir neden değildir. Dolaşımı yerine getirenlere, üretimi yerine getirenler ödemede bulunmak zorundadır. Birbirlerine satan ve birbirlerinden satın alan kapitalistler, bu hareketleri ile ne değer ne de ürün yaratmadıkları gibi, işlerinin hacmi gereği ya da zoruyla bu işlevleri birbirleriyle değişmek durumunda kaldıkları zaman da durum hiç değişmiş olmaz. Bazı işlerde alıcılar ve satıcılar kâr üzerinden yüzde alırlar. Bu parayı tüketicilerin ödediğini söylemek sorunu çözmez. Tüketiciler, ancak, üretimi yapan öğeler olarak, kendileri için metalar olarak bir eşdeğer üretmeleri ölçüsünde ödemede bulunabilirler, ya da bunu üretimi yapanlardan yasal bir hakka dayanarak (ortak, vb. gibi) ya da kişisel hizmetleri karşılığında elde ederler.
M-P ile P-M arasında, metalar ile paranın biçimlerindeki farklılıkla hiç bir ilişkileri bulunmayan, ama üretimin kapitalist niteliğinden ileri gelen bir fark vardır. Aslında, M-P ve P-M hareketlerinin her ikisi de, yalnızca belli değerlerin, bir biçimden bir diğerine çevrilmesidir. Ama, M'-P' aynı zamanda M' 'nde bulunan artı-değerin gerçekleşmesidir, ama P-M değildir. Dolayısıyla, satış, satınalmadan daha önemlidir. Normal koşullar altında P-M, P ile ifade edilen değerin kendisini genişletmesi için gerekli bir harekettir, ama artı-değerin gerçekleşmesi değildir; artı-değerin üretiminde sonsöz değil, bir giriştir.
Bir metaın varoluş biçimi, kullanım-değeri olarak varlığı,
(sayfa 138) meta-sermayenin dolaşımına, M'-P' hareketine belli sınırlar koyar. Kullanım-değerleri doğa tarafından yok edilebilir. Bu nedenle, kullanım amaçlarına bağlı olarak, belli bir sürede üretken olarak ya da bireysel biçimde tüketilmedikleri takdirde, bir başka deyişle, belli sürede satılmadıkları zaman bozulurlar ve kullanım-değerlerini, değişim-değeri taşıyıcısı olma özelliklerini yitirirler. İçerdikleri sermaye-değer, dolayısıyla da kendilerinde oluşan artı-değer yok olup gider. Kullanım-değerleri, devamlı yenilenmedikçe, yeniden-üretilmedikçe, aynı ya da başka bir yeni kullanım-değeri ile yerine konulmadıkça, durmadan kendini genişleten sermaye-değerin taşıyıcıları olarak kalmazlar. Son biçimlerini alan metalar biçimindeki kullanım-değerlerinin satışı, şu halde bu satış ile üretken ya da bireysel tüketim alanına girişleri, bunların yeniden-üretiminin her zaman devamlı yinelenen bir koşuludur. Varlıklarını yeni bir biçim içerisinde sürdürmek için, eski kullanım-biçimlerini belli bir zaman içerisinde değişmek zorundadırlar. Değişim-değeri, kendini, ancak bu devamlı yenileme-aracılığı ile sürdürür. Çeşitli metaların kullanım-değerleri ergeç bozulur; üretimleri ile tüketimleri arasındaki aralık bu yüzden nispeten uzun ya da kısa olabilir; dolayısıyla M-P dolaşım evresinde, meta-sermaye biçiminde bozulmadan uzun ya da kısa bir zaman varlıklarını sürdürürler, metalar biçiminde dolaşımda kısa ya da uzun zaman kalabilirler. Bir metaın bozulma süresinin meta-sermayenin dolaşım zamanına koyduğu sınır, dolaşım zamanının bu kısmının ya da meta-sermayenin dolaşım zamanının mutlak sınırıdır. Bir meta ne kadar çabuk bozulabilirse ve bu nedenle de üretiminden sonra tüketimi ve dolayısıyla satışının ne kadar erken yapılması gerekirse, üretim yerinden taşınmaya uygunluğu o kadar sınırlı, dolaşım alanı o derece dar ve satılabileceği pazarlar o derece yereldir. Bu yüzden, bir meta ne kadar çabuk bozulabilir ve meta olarak taşıdığı fiziksel özellikleri nedeniyle, dolaşım zamanının mutlak sınırlılığı ne derece büyükse, kapitalist üretim konusu olmaya uygunluk derecesi o kadar azdır. Böyle bir meta, onun üretim alanına ancak yoğun nüfuslu bölgelerde ya da gelişmiş ulaştırma araçlarının uzaklıkları kısaltması ölçüsünde girebilir. Bir nesnenin üretiminin nüfusu yoğun bir bölgede, birkaç kişinin elinde toplanması, büyük bira fabrikalarının, süthanelerin, vb. ürünleri gibi nesneler için bile nispeten geniş bir pazar yaratabilir.
(sayfa 139)
ALTINCI BÖLÜM
DOLAŞIM MALİYETİ
I. GERÇEK DOLAŞIM MALİYETLERİ
1. Satınalma ve Satış Zamanı
Sermaye biçimlerinin metalardan paraya, paradan metalara dönüşümü aynı zamanda, kapitalistin alışverişleridir, satınalma ve satış hareketleridir. Biçimlerin bu dönüşümlerinin yer aldığı zaman, kapitalist açısından öznel olarak, satınalma ve satış zamanını oluşturur; bu, onun, pazarda, satıcı ve alıcı işlevlerini yerine getirdiği zamandır. Tıpkı, sermayenin dolaşım zamanının, yeniden-üretim zamanının gerekli bir kısmı olması gibi, kapitalistin alıp sattığı ve pazarda dört döndüğü zaman da, kapitalist olarak, yani kişileşmiş sermaye olarak işlev yaptığı zamanın gerekli bir kısmıdır. Bu, onun iş saatlerinin bir kısmıdır.
[Biz metaların değerleri üzerinden alındığı ve satıldığını varsaydığımız için, bu hareketler, yalnızca belli bir değerin, bir biçimden bir diğer biçime, meta-biçimden para-biçime ya da para-biçimden meta-biçime çevrilmesidir - varlık biçimindeki bir değişmedir. Eğer metalar değerleri üzerinden satılıyorsa, alıcı ile satıcının ellerindeki değerlerin büyüklüğü değişmeden kalıyor demektir. Yalnızca değerin varlık biçimi değişmiştir. Metalar
(sayfa 140) değerleri üzerinden satılmıyorsa, dönüşen değerlerin toplamı değişmeden kalır; bir yanda artı, öteki yanda eksidir.
M-P ve P-M, o başkalaşımları alıcılar ile satıcılar arasındaki alışverişlerdir; pazarlık ve anlaşmalarını tamamlayabilmeleri için- zamana gereksinmeleri vardır ve hele herkesin karşısındakini kandırma savaşımında ve karşı karşıya gelenlerin işadamları olduğu bu durumda zamana daha fazla gereksinme vardır; ve "Yunanlı Yunanlıya raslayınca bir rekabet savaşıdır başlar".
[1*] Varlık durumunda bir değişiklik yapmak, zamana ve emek-gücüne malolur ve burada amaç değer yaratmak değil, değerin bir biçimden bir başka biçime dönüşmesini sağlamaktır. Bu fırsattan yararlanarak, karşılıklı, bu değerden fazla bir pay koparma çabaları hiç bir şeyi değiştirmez. Her iki yanın şeytanca tertipleriyle artan bu emek, ancak bir yargılama sırasında yapılan işin dava konusunun değerini artırması kadar değer yaratmış olur. Bu emek için durum -bu emek, dolaşımı kapsayan ya da onun kapsamına giren bütünüyle kapitalist üretim sürecinde gerekli bir öğedir- diyelim, ısı yaratmak için kullanılan bir maddenin yanma işinde olduğu gibidir. Yanma sürecinde zorunlu bir öğe olmakla birlikte, bu yanma işi, herhangi bir ısı yaratmaz. Sözgelişi, yakıt olarak kömür tüketmek için bunu oksijen ile birleştirmem gerekir ve bu amaçla onu katı durumdan gaz haline çevirme zorunluluğu vardır (çünkü, yanmanın sonucu karbonik asit gazında, kömür gaz halindedir); dolayısıyla, kömürün varlık biçiminde ya da içinde o bulunduğu halde fiziksel bir değişiklik meydana getirmem gerekir. Katı bir kütle halinde birleşmiş bulunan karbon moleküllerinin ayrılması ve bu moleküllerin kendi ayrı atomlarına parçalanması, yeni bileşimden önce gerçekleştirilmelidir, ve böylece ısıya dönüştürülmeyip ısıdan elde edilmiş belli miktarda bir enerji harcamasını gerektirir. Demek oluyor ki, meta sahiplerinin kapitalist olmayıp da, doğrudan bağımsız üreticiler olmaları halinde, alım ve satım için harcadıkları zaman emek-zamanlarından bir eksilmedir ve bu nedenle, bu gibi alışverişler (eski ve ortaçağlarda) bayram günlerine bırakılırdı.
Kuşkusuz, bu kapitalistlerin elinde metaların çevrilmesinin ulaştığı boyutlar, bu emeği -değer yaratmayan, ama yalnızca
(sayfa 141) değerin biçiminin değişmesinde bir araç niteliğinde olan bu emeği- değer üreten bir emek haline dönüştüremez. Bu cisim değiştirme mucizesi, bir yer değiştirme ile de gerçekleştirilemez; yani sanayi kapitalistlerinin bu "yakma işini", kendileri yapmak yerine ücretini ödedikleri yalnızca bir üçüncü kişinin işi haline getirmeleri ile de gerçekleştirilemez. Bu üçüncü kişilere emek güçlerini kapitalistlere, kuşkusuz onların kara gözlerine aşık oldukları için sunmayacaklardır. Bir taşınmaz mal sahibinin kira toplayıcısı ya da bir bankada ulaklık eden bir kimse için, kendi emeklerinin, kiranın ya da bir başka bankaya çuvallarla taşınan altınların değerine bir zerre bile katmaması hiç de önemli değildir.]
[10]
Kendi hesabına başkalarını, çalıştıran kapitalist için, alım ve satım başlıca bir işlev halini alır. Birçok insanın ürününü büyük bir toplumsal ölçekte ele geçirildiğine göre, bunları aynı ölçeklerde satmak, ve sonra da bunu, paradan tekrar üretim öğelerine çevirmek zorundadır. Şimdi de daha önceki gibi, ne satınalma zamanı ve ne de satma zamanı herhangi bir değer yaratır. Tüccar, sermayesinin işlevi, bir yanılgının doğmasına yolaçar. Ama burada, buna uzun boylu girmeksizin, şu kadarı daha başlangıçta apaçıktır: Eğer, yeniden-üretimin gerekli bir öğesi olmakla birlikte kendisi üretken olmayan bir işlev, birçok kimsenin arızi bir işi iken, işbölümü ile, birkaç kişinin özel işi, bir tek uğraşı haline gelirse, bu işlevin niteliği değişmiş olmaz. Bir tek tüccar (burada dikkate alınan, yalnızca metaların biçim değişmesi ile ilgili bir kimse, salt bir alıcı ve satıcıdır) yaptığı işle birçok üretici için, satınalma ve satma zamanını kısaltabilir. Bu gibi durumda ona, yararsız enerji harcamaların azaltan ya da üretim zamanının serbest kalmasına yardım eden bir makine gözüyle bakılması yerinde olur.
[11] (sayfa 142)
Konuyu yalınlaştırmak için (çünkü biz, kapitalist olarak tüccarı ve tüccar sermayesini daha ileride inceleyeceğiz) bu alım ve satım işiyle uğraşan kimseyi, emeğini satan bir insan olarak kabul edeceğiz. Emek-gücünü ve emek-zamanını M-P ve P-M işlemlerinde harcamaktadır. Yaşamını, tıpkı iplik ya da hap yapan bir kimse gibi bu yoldan kazanmaktadır. Gerekli bir işlevi yerine getirmektedir, çünkü yeniden-üretim sürecinin kendisi da üretken olmayan işlevleri içermektedir. Tıpkı bir başka insan gibi çalışmakta, ama emeği, özünde, ne değer, ne de ürün yaratmaktadır. O bizzat üretimin
faux frais'ne ait bulunmaktadır. Yararlılığı, üretken olmayan bir işlevi üretken bir işleve ya da üretken olmayan emeği üretken emeğe dönüştürmekten ileri gelmemektedir. Bir işlevin salt bir başkasına aktarılmasıyla böyle bir dönüşüm başarılabilse bu bir mucize olurdu. Onun yararlılığı, daha çok, toplumun emek-gücünün ve emek-zamanının daha küçük bir kısmının bu üretken olmayan işleve bağlanmasından ileri gelmektedir. Dahası da var. Daha iyi ücret alsa bile, bu durumun yarattığı farklılığa karşın, bizi onun yalnızca bir ücretli emekçi olduğunu varsayacağız. Aldığı ücret ne olursa olsun, ücretli emekçi olarak, zamanının bir kısmında karşılıksız çalışır. Günde sekiz işsaatlik ürünün değerini alabilir, ama gene de on saat iş yapar. Ne var ki, gerekli-emeğin aracılığı ile toplumsal ürünün bir kısmı kendisine aktarılmasına karşın, ancak sekiz saatlik gerekli-emeği nasıl bir değer yaratmıyorsa, bu iki saatlik artı-emek de değer yaratmaz. Her şeyden önce, toplum açısından bakıldığında emek-gücü, şimdi de eskiden olduğu gibi, salt dolaşım işlevinde on saat tüketilmiştir. Bu emek-gücü, herhangi bir başka şey için, üretken emek için kullanılamaz. İkincisi, bu iki saatlik artı-emek, bu işi yapan birey tarafından harcandığı halde, toplum bunun karşılığını ödemez. Toplum bundan, herhangi bir ek ürün ya da değer elde etmemektedir. Ama onun temsil ettiği dolaşım maliyetleri, on saatten sekiz saate beştebir oranında azalmıştır. Toplum, onun aracılığı ile gerçekleşen bu faal dolaşım zamanının beşte-biri için herhangi bir eşdeğer ödememektedir. Ama bu adamı bir kapitalist çalıştırıyorsa, bu iki saatin karşılığının ödenmemesi,
onun sermayesinin dolaşım
(sayfa 143) maliyetini azalttığı ve bu da gelirinden bir indirim oluşturur. Bu, kapitalist için olumlu bir kazançtır, çünkü sermaye-değerinin kendisini genişletmesinin olumsuz sınırı böylece daralmıştır. Küçük bağımsız meta üreticileri kendilerine ait zamanın bir kısmını alım ve satım için harcadıkları sürece, bu, olsa olsa, üretken işlevlerinin arasında kalan sürelerde harcadıkları zamanı ya da üretim zamanındaki bir azalmayı temsil eder.
Ne türlü olursa olsun, bu amaç için tüketilen zaman, dönüşmüş değerlere bir şey katmayan dolaşım maliyetlerinden birisini oluşturur. Bu, onların meta-biçimden para-biçime dönüştürülmelerinin maliyetidir. Bir dolaşım aracı olarak hareket edan kapitalist meta üreticisini, doğrudan meta üreticisinden ayıran şey, yalnızca daha, büyük çapta satın almalarda ve satışlarda bulunması ve bu nedenle de, bir aracı olarak, bu işlevinin daha büyük boyutlara ulaşmasıdır. Ve eğer işinin hacmi, onu, kendisine ücretli-emekçi olarak hizmet edecek ve dolaşımı yerine getirecek bir kimseyi satın almaya (kiralamaya) zorlar ya da ona bu olanağı sağlarsa durumun niteliği böylelikle değişmiş olmaz. Dolaşım sürecinde (salt bir biçim değişikliği olması ölçüsünde) belli bir miktar emek-gücü ve emek-zamanı harcanması gerekir. Ne var ki, bu, şimdi ek bir sermaye yatırımı gibi görünmektedir. Yalnız dolaşımda işlev yapan bu emek-gücünün satın alınması için, değişen-sermayenin bir kısmının yatırılması gerekir. Bu sermaye yatırımı, ne ürün ne de değer yaratır. Bu, yatırılan sermayenin üretken biçimde işlev yapacağı boyutları
pro tanto azaltır. Sanki ürünün bir kısmı, geri kalan kısmını satan ve satınalan bir makineye dönüştürülmüş gibidir. Bu, makine üründe bir azalma meydana getirir. Dolaşımda, harcanmış olan emek-gücünü, vb., azaltabildiği halde, üretken sürece katılmaz. Dolaşım maliyetlerinden yalnız bir kısmını oluşturur.
2. Defter Tutma
Fiili alım ve satımdan ayrı olarak, defter tutma için de emek-zamanı harcanır ve bu, bir de, kalem, kağıt, mürekkep, masa, büro malzemesi gibi maddeleşmiş emeği içerir. Bu işlev, bunun için bir yandan emek-gücünün, öte yandan emek aletlerinin harcanmasını gerekli kılar. Bu da, gene aynı alım ve satım zamanında olduğu gibi aynı durumu yaratır.
Devreleri içerisinde bir birlik, hareket halinde bir değer
(sayfa 144) olarak sermaye, ister üretim alanında, ister dolaşım alanının herhangi bir evresinde olsun, ancak hesap parası biçiminde, her şeyden önce meta üreticisinin, kapitalist meta üreticisinin zihninde düşünsel olarak bulunur. Bu hareket, fiyatların belirlenmesini ya da meta fiyatlarının hesaplanmasını içeren defter tutma ile saptanır ve denetlenir. Üretim hareketi ve özellikle de artı-değer üretimi hareketi -ki, burada metalar yalnızca değer taşıyıcıları, değer olarak ideal varlıkları hesap parasında kristalleşen şeylerin adları görünümündedirler- böylece tasavvurda simgesel olarak yansır. Bireysel meta üreticisi hesabını yalnızca kafasında tuttuğu sürece (örneğin bir köylü; defter tutan kiracı çiftçi, ancak kapitalist tarımın gelişmesi ile ortaya çıkmıştır) ya da masraflarını, alacaklarını, borç vadelerini vb., kendi üretim zamanının dışında ancak arızi olarak kaydediyorsa, apaçıktır ki, bu işlev ile bu işte tüketilen kağıt, vb. gibi emek aletleri, gerekli-emek-zamanının ve aletlerinin ek bir tüketimini temsil eder, ama bu üretken tüketime ayrılan zamandan ve gerçek üretim sürecinde işlev yapan emek aletlerinden bir indirimdir, ürün ve değer yaratılmasına katılır.
[12] Bu işlevin niteliği, ne kapitalist meta üreticisinin elinde toplanması nedeniyle ulaştığı boyutlar ve ne de birçok küçük meta üreticisinin işlevi olarak ortaya çıkmak yerine
tek bir kapitalistin büyük-ölçekli bir üretim süreci içerisindeki görevi olarak görünmesi olgusu ile değişmediği gibi, bir ekini oluşturduğu üretken işlevlerden ayrılması ya da salt bu işle uğraşan kimselerin bağımsız işlevleri haline getirilmesi ile de değişmez.
İşbölümü ile bağımsızlık varsayımı, bir işlevi, eğer aslında ürün ve değer yaratmıyorsa, yani işlev bağımsız hale gelmezden önce, ürün ve değer yaratır duruma getirmez. Kapitalistin sermayesini yeni baştan yatırması halinde bunun bir kısmını, bir sayman tutmak vb., ve saymanlık giderlerini karşılamak için
(sayfa 145) ayırması gerekir. Yok eğer sermayesi zaten çalışıyorsa, sermayesi devamlı yeniden-üretme sürecine girmişse, ürünün bir kısmını devamlı bir biçimde paraya dönüştürmek suretiyle, saymana, büro memurlarına ve benzeri şeylere çevirmesi zorunludur. Sermayesinin bu kısmı üretim sürecinden çekilmiştir, dolaşım maliyetleri ve toplam üründen yapılan indirimler arasına katılmıştır (bu toplam ürüne, salt bu işlev için harcanan emek-gücünün kendisi de dahildir).
Ne var ki, defter tutma maliyetleri ya da emek-zamanının üretken olmayan biçimde harcanması ile, yalnızca satınalma ve satış için harcanan zaman arasında belli bir fark vardır. Bu sonuncusu, ancak, üretim sürecinin belirli bir toplumsal biçimde bulunmasından, bunun meta üretim süreci olması olgusundan ileri gelir. Sürecin denetimi ve zihinsel sentezi olarak defter tutma, sürecin toplumsal boyutlara ulaşması ve salt bireysel niteliğini yitirmesi ölçüsünde daha gerekli duruma gelir. Bu nedenle, bu, elzanaatının ve köylü ekonomisinin dağınık üretimine kıyasla kapitalist üretimde, kapitalist üretime kıyasla kolektif üretimde daha gereklidir. Ama üretim yoğunlaştıkça defter tutma maliyetleri düşer ve bu iş, toplumsal niteliğe bürünür.
Biz, burada, yalnızca, biçimlerin başkalaşımından ileri gelen dolaşım maliyetlerinin genel niteliği ile ilgileniyoruz. Bunun bütün biçimlerini ayrıntılarıyla burada tartışmak gereksizdir. Ama salt biçim ve değer değişmeleri alanına dahil olan, dolayısıyla üretim sürecinin belirli toplumsal biçiminden doğan biçimlerin ve bireysel meta üreticisi sözkonusu olduğunda yalnızca geçici ve zor farkedilebilir öğeler olan bu biçimlerin kapitalistin üretken işlevlerinin yanısıra nasıl gittiği ya da bunlarla nasıl içiçe geçtiği; bunların büyük dolaşım maliyetleri olarak nasıl göze çarptığı, bu işlemler bağımsız hale geldiğinde ve bankaların vb. ya da bireysel girişimlerdeki kasadarların kendilerine özgü işlevleri olarak büyük ölçekte yoğunlaştığında salt giren ve çıkan paralardan görülebilir. Ama şurası da iyice akılda tutulmalıdır ki, bu dolaşım maliyetlerinin niteliği, görünüşlerindeki değişmelerle değişmiş olmaz.
3. Para
Bir ürün, ister meta olarak yapılmış olsun ya da olmasın, daima maddi bir servet biçimi, bireysel ya da üretken tüketime
(sayfa 146) özgü bir kullanım-değeridir. Meta olarak değeri, filli kullanım-biçimi ile en küçük bir değişiklik göstermeyen fiyatında ideal ifadesini bulur. Altın ve gümüş gibi belirli metaların para işlevini görmesi ve bu halleriyle yalnızca dolaşım sürecinde kalmaları olgusu (para-yığma, yedek fon vb. biçimlerinde bile, gizil olmakla birlikte gene de dolaşım alanında kalırlar), üretim sürecinin, meta üretim sürecinin özel toplumsal biçiminin katıksız bir ürünüdür. Kapitalist üretimde ürünler, metaların genel biçimine büründükleri, ürünlerin büyük kitleler halinde meta olarak yaratıldıkları ve, bu nedenle de, para biçimine girmek zorunda oldukları için, ve metaların büyük bir yığını, meta olarak işlev yapan toplumsal servetin bu kısmı devamlı bir büyüme gösterdiği için, dolaşım, ödeme, yedek fon vb. aracı biçiminde işlev yapan altın ve gümüş miktarı da aynı şekilde artar. Para işlevini yerine getiren bu metalar, ne bireysel ve ne de üretken tüketime girerler. Bunlar, salt dolaşım mekanizması olarak hizmet ettikleri bir biçim içinde sabitleşen toplumsal emeği temsil ederler. Ayrıca, toplumsal servetin bir kısmının bu üretken olmayan biçime girmeye mahkum bulunması olgusu ve paraların aşınması, bunların devamlı yenilenmelerini ya da ürünler biçimindeki daha fazla toplumsal emeğin daha fazla altına ve gümüşe çevrilmesini gerektirir. Bu yenileme maliyetleri, gelişmiş kapitalist uluslarda epeyce fazladır, çünkü genellikle para biçiminde bağlanan servet oranı çok büyüktür. Para metalar olarak altın ve gümüş, toplum için dolaşım maliyetleri demektir ve yalnızca üretimin toplumsal biçiminden ileri gelir. Bunlar genellikle meta üretiminin
faux frais'sidir ve bu üretimin gelişmesiyle, özellikle kapitalist üretimin gelişmesiyle birlikte artarlar. Toplumsal servetin, dolaşım sürecine feda edilmesi gereken kısmını temsil ederler.
[13]
II. DEPOLAMA MALİYETLERİ
Dolaşımda değerin salt biçim değiştirmesinden doğan dolaşım maliyetleri, ideal olarak düşünüldüğünde, metaların değerine girmez. Sermayenin bu tür maliyetler olarak harcanan kısımları,
(sayfa 147) kapitalisti ilgilendirdiği kadarıyla, yalnızca, üretken biçimde harcanan sermayeden yapılmış indirimlerdir. Şimdi gözden, geçireceğimiz dolaşım maliyetleri farklı niteliktedir. Bunlar, yalnızca dolaşımda sürdürülmekte olan üretim süreçlerinden doğabilirler ve üretken nitelikleri, böylece, salt dolaşım biçimi ile gizlenmiş olurlar. Öte yandan, bunlar, toplum açısından yalnızca maliyet yaşayan ya da maddeleşmiş emeğin üretken olmayan biçimde harcanması olabilirler, ama gene aynı nedenle bireysel kapitalist için üretken değer haline gelebilirler ve metalarının satış fiyatına bir ek olabilirler. Bu durum, bu maliyetlerin çeşitli üretim alanlarında farklı olmaları ve, hatta bir ve aynı üretim alanındaki farklı bireysel sermayeler için bile bazan farklı olması olgusundan ileri gelir. Metaların fiyatlarına eklenmekle, bunlar, her bireysel kapitalistin payına düşen miktara orantılı olarak bölüştürülür. Ne var ki, değer katan her emek, aynı zamanda, artı-değer de katar, ve kapitalist üretim altında daima artı-değer katacaktır, tıpkı emeğin yarattığı değerin bizzat emeğin miktarına bağlı olmasına karşılık, yarattığı artı-değerin, kapitalistin onun için yaptığı ödemenin büyüklüğüne bağlı olması gibi. Dolayısıyla metaın kullanım-değerine bir şey katmaksızın fiyatını yükselten ve, bu nedenle de, toplum yönünden, üretken olmayan harcamalar diye sınıflandırılan maliyetler, bireysel kapitalist için bir zenginleşme kaynağı olabilirler. Öte yandan, metaların fiyatlarına yapılan bu ek, bu dolaşım maliyetlerini yalnızca eşit biçimde dağıttığı için, üretken olmayan niteliklerini bir yana bırakmış olmazlar. Örneğin, sigorta şirketleri, bireysel kapitalistlerin kayıplarını kapitalist sınıf arasında bölüştürürler. Ne var ki, bu durum, bu eşitlenmiş kayıpların, toplam toplumsal sermayeyi ilgilendirdiği kadarıyla kayıp olarak kalmalarını önlemiş olmaz.
1. Genel Olarak İkmalin Oluşumu
Meta-sermaye biçiminde bulunuşu ya da pazarda kalışı boyunca, bir başka deyişle, çıktığı üretim süreci ile girdiği tüketim süreci arasındaki ara sürede ürün, bir meta ikmali oluşturur. Pazarda bir meta ve bu nedenle de bir ikmal biçiminde iken, meta-sermaye, her iki devrede, çifte bir yetiyle ortaya çıkar: bir seferinde, devresini incelemekte olduğumuz süreçteki sermayenin meta-ürünü olarak; diğer bir sefer de, pazarda satın alınmak ve üretken sermayeye dönüştürülmek üzere bulunması gerekli diğer
(sayfa 148) bir sermayenin meta-ürünü olarak. Aslında bu son meta-sermaye, sipariş edilene kadar üretilmez. Bu durumda, üretilene kadar bir kesinti olur. Ama üretim ve yeniden-üretim sürecinin akışı, belli bir metalar kitlesinin (üretim araçlarının) daima pazarda bulunmasını ve böylece bir ikmal oluşturmasını gerektirir. Üretken sermaye, aynı şekilde, emek-gücü satın alınmasını kapsar ve para-biçim burada ancak zorunlu tüketim maddelerinin değer-biçimi olup bu maddelerin büyük kısmını emekçinin pazarda hazır bulması zorunluluğu vardır. Biz, bunu, bu kesimde, daha ileride, ayrıntılarıyla tartışacağız. Ama bu noktada şu kadarı zaten açıktır. Metaya dönüştürülmüş bulunan, ve şimdi satılması, yani tekrar paraya çevrilmesi gerekli olan ve bu nedenle de o an için pazarda meta-sermaye işlevini görmekte olan süreç içindeki sermaye-değeri ilgilendirdiği kadarıyla, bu sermaye-değerin bir ikmal oluşturduğu durum, burada, yersiz ve gönülsüz bir kalış olarak ifade edilebilir. Satış ne kadar çabuk olursa, yeniden-üretim süreci o kadar pürüzsüz yürür. M'-P' dönüşüm biçimindeki gecikme, sermaye devresinde yer alması gereken gerçek madde değişimini engellediği gibi, ileride üretken sermaye olarak işlev yapmasını da engellemiş olur. Öte yandan, P-M bakımından, metaların pazardaki sürekli varlığı, yani meta-ikmal, yeniden-üretim sürecinin akışının ve yeni ya da ek sermaye yatırımının bir koşulu olarak ortaya çıkar.
Meta-sermayenin pazarda meta-ikmal olarak kalması, binaları, depoları, ardiyeleri, ambarları, bir başka deyişle, değişmeyen sermaye harcamasını gerektirdiği gibi, bir de, metaların buralara yerleştirilmesi için emek-gücü ödemesini gerektirir. Üstelik metalar bozulurlar ve hava koşullarının zararlı etkilerine maruz kalırlar. Metaları bunlara karşı korumak için, kısmen malzeme biçiminde emek aletlerine, kısmen de emek-gücüne ek sermaye yatırılması gerekir.
[14]
Demek oluyor ki, sermayenin, meta-sermaye ve dolayısıyla
(sayfa 149) meta-ikmal biçimindeki varlığı, dolaşım maliyetleri diye sınıflandırılması gerekli maliyetlerin yükselmesine yol açmaktadır, çünkü bu maliyetler üretim alanından gelmemektedir. Bu dolaşım maliyetleri, I. başlık altında sözü edilen maliyetlerden, bir ölçüde metaların değerlerine girmeleri, yani bunların fiyatlarını artırmaları olgusuyla ayrılırlar. Her ne olursa olsun, meta-ikmalin korunması ve depolanması gereksinmesine hizmet eden sermaye ile emek-gücü, dolaysız üretim sürecinden çekilmiş bulunmaktadır. Öte yandan, sermayenin bir öğesi olan emek-gücü de dahil, bu biçimde kullanılan sermayelerin yerlerinin toplumsal üründen doldurulması gerekmektedir. Bu yüzden, bunların harcanmasının, üretken emek-gücünü azaltmak gibi bir etkisi olur, ve böylece belli yararlı bir etki elde edilebilmesi için daha büyük miktarda sermaye ve emek gerekir. Bunlar,
üretken olmayan maliyetlerdir.
Bir meta-ikmal oluşumu için gereken dolaşım maliyetleri, salt mevcut değerlerin meta-biçimlerden para-biçime çevrilmesi için gerekli-zaman nedeniyle ortaya çıktığı, dolayısıyla üretim sürecinin belirli toplumsal biçiminden ileri geldiği için (yani salt, ürünün bir meta olarak meydana getiriliyor olması, ve böylece paraya dönüştürülme zorunluluğunda bulunması olgusu nedeniyle), bu maliyetler tamamen I. başlık altında sıralanan dolaşım maliyetlerine ait nitelikleri taşırlar. Öte yandan, burada metaların değerinin korunmasının ya da artmasının tek nedeni, kullanım-değerinin, ürünün kendisinin, sermaye yatırımına malolan belirli maddi koşullar içerisine konulması ve kullanım-değerleri üzerinde ek emek harcanmasını gerektiren işlemlere tabi tutulmasıdır.
Bununla birlikte, metaların değerlerinin hesaplanması, bu sürece özgü defter tutma, alım ve satım işlemleri, meta-değerlerin içinde bulunduğu kullanım-değerini etkilemez. Bunların, yalnızca meta-değerin biçimi ile ilişkisi vardır. Sözü edilen örnekte
[2*] bir ikmal oluşturulma maliyetleri (ki, bu, burada istenmeden yapılmış oluyor), yalnızca biçim değişikliğindeki bir gecikmeden ve bunun gerekliliğinden ileri gelmekle birlikte, gene de bu maliyetler I. başlık altında sözü edilenlerden, amaçlarının değerin biçimini değiştirmek olmayıp bir ürün olarak, yararlı bir nesne olarak metada bulunan değerin korunmasıyla ayrılır; ve bu değer, ancak, ürünün, kullanım-değerinin kendisinin muhafazası, ile korunmuş olur. Kullanım-değeri burada ne yükselir, ne de artar, tersine
(sayfa 150) azalır. Ama bu azalma sınırlıdır ve kullanım-değeri korunmuştur. Metaın içerdiği yatırılmış değer de burada artmamıştır; ama maddeleşmiş ve yaşayan yeni bir emek eklenmiştir.
Biz şimdi burada bir de bu maliyetlerin ne ölçüde, genellikle meta üretiminin belirli niteliğinden ve meta üretiminin genel, mutlak biçiminden, yani kapitalist meta üretiminden ileri geldiğini; ve öte yandan da bunların ne ölçüde, bütün toplumsal üretimde ortak bulunduğunu ve kapitalist üretimde yalnızca özel bir biçime, özel bir görünüş biçimine büründüğünü incelemek zorundayız.
Adam Smith, bir ikmalin oluşumunun kapitalist üretime özgü bir olay olduğu biçiminde harika bir düşünce taşıyordu.
[15] Daha sonraki iktisatçılar, örneğin Lalor, tersine, bunun, kapitalist üretimin gelişmesi ile gerilediğinde ısrar ediyorlar.
[3*] Hatta, Sismondi, ikmale, kapitalist üretimin kusurlarından biri gözüyle bakar.
[4*]
Gerçekte ikmal üç biçim içinde bulunur: üretken sermaye biçiminde, bireysel tüketim fonu biçiminde ve meta-ikmal ya da meta-sermaye biçiminde. İkmalin niceliği, her üç biçimde de aynı zamanda mutlak olarak artabilirse de, bir biçimdeki ikmal artarken diğer biçimdeki nispi olarak azalır.
Üretimin, üreticinin gereksinmelerinin doğrudan karşılanması ve yalnızca küçük ölçüde değişim ya da satış için yapılması ve dolayısıyla toplumsal ürünün meta biçimine hiç bürünmemesi ya da ancak küçük bir ölçüde bürünmesi halinde, metalar biçimindeki ikmalin, yani meta-ikmalin, servetin ancak küçük ve önemsiz bir kısmını oluşturuyor olması daha başlangıçta apaçıktır. Ama burada tüketim fonu, özellikle geçim araçları fonu nispeten geniştir. Bunun için, eski moda köylü ekonomisine bir gözatmak yeterlidir. Burada ürünün büyük bir kısmı, salt sahibinin elinde kaldığı için, meta-ikmali halini almadan, doğrudan, üretim aracı ya da geçim araçları ikmaline dönüşür. Bu ürün bir meta-ikmal biçimini almaz, ve bu yüzden Adam Smith, bu üretim biçimine dayanan toplumlarda ikmal bulunmadığını ilan eder. A. Smith,
(sayfa 151) ikmalin biçimi ile ikmalin kendisini birbirine karıştırmakta ve bu toplumun şimdiye kadar günü gününe yaşadığını ya da yarına allah kerim diye düşündüğüne inanmaktadır.
[16] Bu çok safça bir yanlış anlamadır.
Üretken sermaye biçiminde bir ikmal, üretim sürecine girmiş durumda ya da hiç değilse üreticinin elinde ve, böylece gizil olarak zaten üretim süreci içerisinde bulunan, üretim araçları biçiminde vardır. Daha önce de görüldüğü gibi, emeğin üretkenliğindeki gelişme ve bu nedenle de kapitalist üretim tarzındaki gelişme ile birlikte -bu üretim tarzı, emeğin toplumsal üretkenlik gücünü, daha önceki bütün üretim biçimlerinden daha fazla geliştirir- üretim araçları kitlesinde (binalar, makineler, vb.) düzenli bir artış vardır ve bunlar, emek aletleri biçiminde ilk ve son olarak sürece girmişler ve buradaki işlevlerini uzun ya da kısa sürelerle düzenli yinelemelerle yerine getirmektedirler. Bu artışın, aynı zamanda, emeğin toplumsal üretkenlik gücünün gelişmesinin öncülü ve sonucu olduğu da görülmüştü. Servetin bu biçim içerisinde yalnız mutlak değil nispi büyümesi de (karş: Buch I, Kap. XXIII, 2) her şeyden önce kapitalist üretim biçiminin karakteristik özelliğidir. Değişmeyen sermayenin maddi varlık biçimleri, üretim araçları, ne var ki, yalnızca bu gibi emek aletlerinden ibaret olmayıp, sürecin çeşitli aşamalarındaki emek malzemeleri ile yardımcı malzemeleri de kapsar. Üretim ölçeğindeki genişleme ve elbirliği, işbölümü, makineler, vb. aracılığıyla emeğin üretkenlik gücündeki artış ile, günlük yeniden-üretim sürecine giren hammaddelerin, yardımcı maddelerin vb. miktarlarında da bir büyüme olur. Bu öğelerin üretim yerinde elaltında
(sayfa 152) hazır bulunmaları gerekir. Üretken sermaye biçiminde bulunan bu ikmalin hacmi, bu nedenle mutlak olarak artar. Sürecin devam edebilmesi için -bu ikmalin günlük ya da yalnızca sabit aralıklarla yenilenebilmesi olgusu dışında- üretim yerinde, daima, diyelim günlük ya da haftalık olarak kullanılandan daha fazla miktarda, hazır hammadde vb. birikimi bulunması gerekir. Sürecin devamlılığı, onun koşullarının varlığını, satın almalar günlük olarak yapılırken olası kesintilerle tehlikeye atılmamasını gerektirdiği gibi, ürünün günlük ya da haftalık satılmasına ve dolayısıyla üretim öğelerine ancak düzensiz bir biçimde çevrilebilmesine de bağlı bulunmamalıdır. Ama şurası da açıktır ki, üretken sermaye gizil olabilir ya da tamamen farklı oranlarda bir ikmal oluşturabilir. Örneğin bir iplik fabrikası sahibinin elinde, üç aylık ya da bir aylık bir pamuk ya da kömür ikmali bulundurması gereği arasında büyük fark vardır. Açıktır ki, bu ikmal mutlak olarak artarken, nispi olarak azalabilir.
Bu, hepsi de sonuçta herhangi bir kesintiye uğramasın diye, gerekli hammadde miktarını sağlamakta daha büyük bir hız, düzen ve güven istemine varan çeşitli koşullara bağlıdır.
Bu koşullara ne kadar az uyulursa, dolayısıyla ikmalin hızı, düzeni ve güvenilir oluşu ne kadar eksik ise, üretken sermayenin gizil kısmı o kadar büyük olmak durumundadır, yani üreticinin elinde işlenmeyi bekleyen hammadde vb. ikmali o kadar fazladır. Bu koşullar, kapitalist üretimin gelişme derecesi ile, şu halde toplumsal emeğin üretkenlik gücündeki gelişme ile ters orantılıdır. Aynı şey, bu nedenle, bu biçimdeki ikmal için de geçerlidir.
Bununla birlikte, burada ikmalde bir azalma olarak ortaya çıkan şey (örneğin Lalor'da olduğu gibi), kısmen, yalnızca meta-sermaye biçimindeki ikmalde, yani asıl anlamda meta-ikmalde bir azalmadır; dolayısıyla bu, yalnız aynı ikmalde bir biçim değişikliğidir. Örneğin, bir ülkede günlük üretilen kömür miktarı ve bu nedenle kömür sanayii işleminin ölçeği ve enerjisi büyük ise, iplikçinin, üretiminin sürekliliğini sağlamak için fazla bir kömür stoku yapmasına gerek yoktur. Kömür ikmalinin düzenli ve güvenli bir biçimde yenilenmesi bunu gereksiz kılmaktadır. İkincisi, bir sürecin ürününün bir başka sürece üretim aracı olarak aktarılabilme hızı, taşıma ve iletişim kolaylıklarının gelişmesine bağlıdır. Taşımanın ucuzluğu bu sorunda büyük önem taşır. Sözgelimi, taşımanın fiyatının nispeten ucuz olması halinde, kömürün
(sayfa 153) ocaktan iplik fabrikasına durmadan yenilenerek taşınması, büyük miktarda kömür stokunun uzun süre depolanmasından daha pahalı olacaktır. Buraya kadar incelenen bu iki durum üretim sürecinin kendisinden ileri gelir. Üçüncü olarak, kredi sisteminin gelişmesi de bu konuda etkili olur. İplikçi, pamuk, kömür vb. ikmalinin yenilenmesi için ipliğin doğrudan satışına ne denli az bağımlı olursa -kredi sistemi ne kadar fazla gelişmişse, bu doğrudan bağımlılık o denli küçük olacaktır-, bu ikmaller nispeten o denli küçük olabilir ve gene de belli bir ölçekteki sürekli bir iplik üretimi, ipliğin satışındaki tehlikelerden bağımsız bir üretimi sağlar. Dördüncü olarak, pek çok hammadde, yarı-mamul malın, vb. üretimleri için oldukça uzun süreler gerekir. Bu, özellikle tarımın sağladığı bütün hammaddeler için geçerlidir. Üretim sürecinde kesinti olmaması için, eski ürünün yerini yeni ürünün almasına. olanak bulunmayan bütün süre için elde belli miktarda hammadde bulunması gerekir. Eğer bu ikmal, sanayi kapitalistinin elinde azalıyorsa, bu, yalnızca onun, tüccarın elinde meta-ikmal biçiminde arttığını gösterir. Ulaştırmanın gelişmesi, sözgelimi Liverpool ithalat depolarında bulunan pamuğun Manchester'e süratle sevkedilmesine olanak sağlıyorsa, fabrikatörler ikmallerini nispeten küçük oranlarda ve gerektiği biçimde ve zamanda yenileyebilir. Ama bu durumda pamuk, Liverpool'lu tüccarların elinde o denli büyük miktarlarda meta-ikmal olarak kalmış olur. İşte dolayısıyla bu, yalnızca ikmalin bu biçimindeki değişikliktir ve Lalor ile diğerlerinin görmezlikten geldikleri şey de budur. Ama eğer toplumsal sermayeyi gözönüne alacak olursanız, her iki durumda da aynı miktar ürün, ikmal biçiminde vardır. Diyelim ki, bir yıl süreyle tek bir ülke için gerekli miktar, ulaşımdaki iyileştirmelerle azalır. Çok miktarda yelkenli ve buharlı geminin Amerika ile İngiltere arasında sefer yapması halinde, İngiltere'nin pamuk ikmalini yenileme olanağı artarken, İngiltere'de depolanması gerekli ortalama miktar azalır. Dünya pazarının gelişmesi ve bunun sonucu aynı ticari malların ikmal kaynaklarının çoğalması da aynı sonucu doğurur. Bu nesneler, çeşitli ülkelerden, farklı aralıklarla parça parça sağlanır.
2. Tam Deyimiyle Meta-İkmal
Kapitalist üretimde ürünün genel meta biçimine büründüğünü ve üretimin boyutlarının büyümesiyle bunun daha da arttığını
(sayfa 154) görmüş bulunuyoruz. Dolayısıyla, üretim aynı hacimde kalsa bile, daha önceki üretim, biçimleri ya da daha az gelişmiş bir aşamadaki kapitalist üretim biçimine göre, ürünlerin çok daha büyük bir kısmı metalar biçiminde bulunurlar. Ve her meta -dolayısıyla, sermaye-değerin varoluş biçimi olarak hizmet eden metalardan başka birşey olmayan her meta-sermaye- derhal üretim alanında, üretken yada bireysel tüketim alanına geçmedikçe, yani bu arada pazarda beklemedikçe, meta-ikmalin bir öğesini oluşturur. Eğer üretimin hacmi aynı kalıyorsa, meta-ikmal (yani ürünün meta-biçiminin bu yalıtılması ve sabitleşmesi) kendiliğinden kapitalist üretim ile birlikte büyür. Yukarda da gördüğümüz gibi bu yalnız ikmalin biçimindeki bir değişmedir, yani doğrudan üretim ya da tüketim için ayrılan biçimiyle ikmal bir yanda azaldığı için, öte yanda metalar biçimindeki ikmal artmış olur. Bu, yalnızca ikmalin toplumsal biçimindeki bir değişikliktir. Aynı zamanda bu, yalnız, meta-ikmalin, toplam toplumsal sermayeye oranla nispi büyüklüğünde bir artış değil, mutlak büyüklüğünde de bir artıştır ve nedeni de, toplam ürün kitlesinin, kapitalist üretimin büyümesiyle birlikte büyümesidir.
Kapitalist üretimdeki gelişmeyle birlikte üretimin ölçeği gitgide daha az bir biçimde, ürüne olan doğrudan taleple ve gitgide daha fazla bir biçimde, bireysel kapitalistin elinde bulunan sermaye miktarıyla, sermayenin özünde yatan kendisini genişletme zorunluluğu ve üretim sürecinin devam etme ve genişleme gereksinmesiyle belirlenir. Böylece, her belirli üretim dalında, pazarda metalar biçiminde bulunan, yani alıcı peşinde koşan, ürünler kitlesinde zorunlu bir artış vardır. Meta-sermaye biçiminde kısa ya da uzun bir süre için sabitleşmiş sermaye miktarı büyür ve şu halde meta-ikmal de büyür.
Ensonu, toplumun üyelerinin çoğunluğu, ücretli-emekçilere, ücretlerini haftalık olarak alan ve bunu günlük harcayan ve bu nedenle de geçim araçlarının ikmal biçiminde kendileri için daima hazır bulundurulması gereken, günü gününe yaşayan insanlar haline dönüştürülür. Bu ikmalin ayrı ayrı öğeleri devamlı bir akış halinde olabildiği halde, ikmalin bir bütün olarak akış durumunda kalabilmesi için bunların bir kısmı daima hareketsizleşmelidir.
Bütün bu özelliklerin kökeni, üretimin biçiminde ve ürünün dolaşım sürecinde geçirmek zorunda kaldığı arızi biçim değişikliğindedir.
(sayfa 155)
Ürün-ikmalin toplumsal biçimi ne olursa olsun, bunların depo edilmesini, korunmalarını sağlamak amacıyla binalar, gemiler, vb., için yatırım yapılması gerekir; ayrıca, zararlı etkilerle savaşım için de, ürünün cinsine göre, şu ya da bu ölçüde üretim aracı ve emek harcanması da gereklidir. İkmal toplumsal yönden ne denli yoğunsa, maliyetler de o denli küçüktür. Bu yatırımlar daima toplumsal emeğin maddeleşmiş ya da yaşayan bir kısmını -yani kapitalist biçimde sermaye yatırımını- oluştururlar ve bizzat ürünün oluşmasına girmedikleri için üründen yapılması gerekli indirimlerdir. Toplumsal servetin bu üretken olmayan giderleri zorunludur. Bunlar, meta-ikmalin bir öğesi olarak, varlıkları ister yalnızca üretimin toplumsal biçiminden, dolayısıyla meta-biçimden ve onun zorunlu biçim değişikliğinden ileri gelsin, ister dolaşım sürecine ait ürün-ikmal oluşturan meta-ikmal biçiminde olmadığı halde, bütün toplumlarda ortak ürün ikmallerinin ancak özel bir biçimi olarak kabul edilen meta-ikmal olsun, toplumsal ürünün korunması için gerekli maliyetlerdir.
Şimdi, bu maliyetlerin, metaların değerlerini ne ölçüde artırdığı sorulabilir.
Eğer kapitalist, üretim araçları ve emek-gücü biçiminde yatırdığı sermayeyi ürüne, satışa hazır belli miktarda metaya çevirmiş ise ve bu metalar satılmadan stok halinde kalıyorsa, bu, yalnızca yatırdığı sermaye-değerin bu süre içerisinde kendisini genişletme sürecindeki durgunluğunu göstermekle kalmaz, bu ikmalin binalarda korunması, ek emek, vb. maliyetleri, gerçek bir kayıp anlamına da gelir. Eğer en sonunda bir alıcı bulabilse bile, bu alıcı, satıcının şu sözlerine kahkahalarla gülecektir: "Mallarımı altı aydır satamadım; bu süre içerisinde bu malların saklanması yalnızca şu kadar sermayemin atıl kalmasına yolaçmadı, bir de bana şu kadar fazla masrafa maloldu." Alıcı,
"Tant pis poor vous!"
[5*] diye karşılık verir. "İşte na şuracıkta bir başka satıcı daha var ve malları daha evvelsi gün tamamlanmış. Senin malların hem taponlaşmış ve belki de acımasız zaman onları azçok yıpratmış. Bu nedenle, onları, rakibinden daha ucuza satman gerekir."
Bir metaın varoluş koşullarını, onun üreticisinin gerçek üretici ya da kapitalist üretici, yani fiilen ancak gerçek üreticinin temsilcisi olması hiç etkilemez. O, ürününü paraya çevirmek zorundadır. Ürününü metalar biçiminde. sabit tutması nedeniyle
(sayfa 156) ortaya çıkan giderler, onun kişisel hesaplarının bir kısmıdır ve alıcıyı hiç ilgilendirmez. Alıcı, onun metalarının dolaşım zamanı için para ödemez. Kapitalist, mallarını, değerlerdeki fiili ya da umulan köklü bir değişiklik zamanlarında bilerek pazara sürmese bile, bu ek giderleri geri alıp almaması, bu değer değişikliğinin olup olmamasına, bu hesaplarının isabetli ya da isabetsiz oluşuna bağlıdır. Ama bu değer değişiklikleri, onun ek maliyetlerinin sonucu ortaya çıkmaz. Demek oluyor ki, eğer bir ikmalin oluşumu, dolaşımda bir durgunluk yaratırsa, bu yüzden meydana gelen giderler metaların değerini artırmış olmaz. Buna karşılık, dolaşım alanında kalmaksızın, sermaye şu ya da bu süre için meta-biçimde bulunmaksızın, herhangi bir ikmal sözkonusu olamaz; demek ki, tıpkı para rezervi oluşmadan para dolaşımı olamayacağı gibi, dolaşımda durgunluk olmadan da ikmal olamaz.
Öyleyse, meta-ikmal olmaksızın da, meta dolaşımı olamaz. Kapitalist, bu zorunluluk ile, M'-P' hareketinde yüzyüze gelmese bile, P-M hareketinde gelir; kendi meta-sermayesi ile ilgili olarak yüzyüze gelmese bile, kendisi için üretim araçları, emekçileri için geçim araçları üreten diğer kapitalistler yönünden bu durumla karşı karşıya kalır.
İkmalin oluşumu ister gönüllü, ister gönülsüz olsun, yani meta üreticisi ister bilerek bir ikmali hazır bulundursun ya da ürünleri, dolaşım sürecinin koşullarının yarattığı satış direnci sonucu, ikmal biçimine girmiş olsun, öyle görünüyor ki, sorunu esasta etkileyemez. Ama bu sorunun çözümlenmesi için, gönüllü ikmal oluşumunu, gönülsüzünden ayıran şeyi bilmekte yarar vardır. Gönülsüz ikmal oluşumu, dolaşımda, meta üreticisinin bilgisi dışında meydana gelen ve onun iradesini engelleyen bir durgunluktan ileri gelir ya da bu durgunluk ile özdeştir. Peki, gönüllü ikmal oluşumunun özelliği nedir? Her iki durumda da satıcı, mallarını her zamankinden daha hızlı olarak elden çıkarma yollarını arar. Ürünlerini daima satışa meta olarak arzeder. Eğer bunları satıştan çekmiş olaydı bu aktüel (
energeia) değil, ancak potansiyel (
dunamei) bir meta-ikmal öğesi olurdu. Onun için bu durumdaki meta, tıpkı eskisi kadar değişim-değeri taşıyıcısıdır ve ancak meta-biçimden sıyrılıp para-biçime bürünerek ve büründükten sonra bu rolü oynayabilir.
Belli bir süre içerisindeki talebi karşılayabilmek için, meta-ikmalin belli bir hacimde olması gerekir. Alıcılar çevresinin
(sayfa 157) sürekli genişlemesini hesaba katılır. Örneğin, bir günlük gereksinmeyi karşılamak için metaların bir kısmı pazarda devamlı meta biçimde kalmak zorunda olduğu halde, diğer kısmı akıcı haldedir ve paraya çevrilir. Açıkdırki, geri kalan kısmının akıcı olmasına karşılık, hareketsiz kısmı sürekli azalır, tıpkı tümüyle satılana kadar ikmalin kendi büyüklüğünün azalması gibi. Metaların durgunluğu, demek ki, satılmalarının gerekli bir koşulu oluyor. Ayrıca bu hacmin, ortalama satıştan ya da ortalama talepten büyük olması da gerekir. Aksi halde, bu ortalamanın üzerindeki fazlalık karşılanamazdı. Öte yandan, sürekli çekilmekte olduğu için, ikmalin sürekli yenilenmesi gerekir. Bu yenilenme, bu son durumda, üretimden, meta-ikmalinden başka hiç bir yerden gelemez. Bunun yurtdışından gelip gelmemesinin hiç bir önemi yoktur. Bu yenilenme, metaların yeniden-üretimi için gerekli olan süreye bağlıdır. Meta-ikmal, bütün bu süre için yeterli olmalıdır. İlk üreticinin elinde kalmayıp çeşitli depolardan, toptancının elinden perakendeciye geçmesi, yalnızca görünüşü değiştirir, işin aslını değil. Toplum açısından, sermayenin bir kısmı, her iki durumda o da meta-ikmal biçimini, bu metalar üretken ya da bireysel tüketime girene kadar korur. Üretici, doğrudan üretime bağlı kalmamak ve kendisine sürekli ve düzenli bir müşteri sağlamak için, ortalama talebe göre bir stok bulundurmaya çalışır. Üretim dönemlerine tekabül eden, satınalma dönemleri oluşur ve metalar, yerlerini aynı türden yeni metalar alana kadar uzun ya da kısa süreler için ikmal oluştururlar. Dolaşım sürecindeki ve dolayısıyla dolaşım sürecini de kapsayan yeniden-üretim sürecindeki değişmezlik ve süreklilik, ancak bu gibi ikmallerin oluşmasıyla güvenlik altına alınır.
M, hâlâ pazarda bulunsa bile, M'nin üreticisi için M' -P' hareketinin tamamlanmış olabileceğini unutmamak gerekir. Üretici, eğer kendi metalarını, bunlar sonal tüketiciye satılana kadar stokta tutmuş olsaydı, birisi metaların üreticisi, diğeri de tüccarı olarak iki sermayeyi hareket halinde tutmuş olacaktı. Metaya, biz ister bireysel meta, ister toplumsal sermayenin tamamlayıcı bir kısmı gözüyle bakalım, ikmalin oluşum maliyetlerinin üretici ya da A'dan Z'ye kadar bir dizi tüccarlar tarafından karşılanmasının meta yönünden önemi yoktur.
Toplumsal üretimin belli bir düzeyinde, ya üretken ikmal (gizil üretim fonu) ya da tüketim fonu (tüketim araçları rezervi)
(sayfa 158) olarak bulunacak olan ürünün, meta-biçiminden başka bir şey olmadığına göre, meta-ikmal, bu biçimi ile daha önce mevcut değil idiyse, onun saklanması için gerekli harcamalar, yani ikmal oluşum maliyetleri -bu amaç için harcanan maddeleşmiş ya da canlı emek- yalnızca ya üretim ya da tüketim için toplumsal fonun sürdürülmesi amacıyla yapılan harcamalardır. Bu harcamaların metaların değerinde neden olduğu artış bu maliyetleri farklı metalar üzerine
pro rata[6*] dağıtır, çünkü maliyet farklı tür metalar için farklıdır. Ve ikmal oluşum maliyetleri, toplumsal servetin varlık koşullarından birisini oluşturduğu halde, her zaman ki gibi, toplumsal servetten yapılan indirimdir.
Tıpkı para rezervinin oluşumu, para dolaşımının, önkoşulu olması gibi, meta-ikmal de, meta dolaşımının bir önkoşulu ve kendisi de meta dolaşımından zorunlu olarak doğan bir biçim olması ölçüsünde, bu görünüşteki durgunluk ancak kendisi bir hareket biçimi olduğu için ve işte ancak bu ölçüler içerisinde böyle bir durgunluk normaldir. Ne var ki, dolaşım haznesinde bekleyen metalar, hızla gelen yeni üretim- dalgalarına yer bırakmayacak hale gelip de hazneler aşırı dolgunluk noktasına ulaşınca, tıpkı para dolaşımı tıkandığı zaman para-yığmanın artması gibi, meta, ikmal de genişler. Bu tıkanıklığın sanayi kapitalistinin depolarında ya da tüccarın ardiyelerinde olması arasında hiç bir fark yoktur. Bu durumda artık meta-ikmal, kesintisiz satışın bir önkoşulu değil, malları satma olanaksızlığının bir sonucudur, Maliyetler gene aynıdır, ama şimdi salt bir biçimden, yani metaları paraya dönüştürme zorunluluğundan, bu başkalaşımdan geçme güçlüğünden ileri geldiği için artık bunlar metaların değerine girmez ve ancak değerin gerçekleşmesinde indirimler, değer kayıpları oluştururlar. Normal ve anormal ikmal biçimleri biçim bakımından farklı olmadıkları ve her ikisi de dolaşımı tıkadığı için bu iki olay karıştırılabilir ve bizzat üretimde bulunanı da aldatabilir, çünkü üretici için sermayesinin dolaşım süreci devam ettiği halde, şimdi el değiştirme ve tüccara ait bulunan metaların dolaşımı tamamen durdurulmuş olabilir. Üretim ile tüketim kabardığı zaman, diğer şeyler eşit kalmak kaydıyla, meta-ikmal de aynı biçimde kabarır. Meta-ikmal aynı hızla yenilenir ve soğurulur, ama hacmi daha büyüktür. Böylece, dolaşımdaki durgunluğun yol açtığı meta-ikmalin büyüyen hacmi, özellikle kredi sisteminin gelişmesi
(sayfa 159) gerçek hareketi bir esrar perdesiyle gizlediği zaman, yanlışlıkla üretim sürecindeki genişlemenin bir belirtisi gibi görülebilir.
İkmal oluşum maliyetleri şunları kapsar: 1) ürünlerin kitlesinde nicel bir azalma (örneğin, un ikmalinde olduğu gibi); 2) nitel yönünden bir bozulma; 3) ikmalin korunması için gerekli maddeleşmiş ve canlı emek.
III. TAŞIMA MALİYETLERİ
Burada, ambalajlama, tasnif vb. gibi dolaşım maliyetlerinin bütün ayrıntılarına girmek gereksizdir. Genel yasa şudur:
yalnızca metaların biçim değişikliğinden ileri gelen dolaşım maliyetlerinin hepsi değerlerine katkıda bulunmaz. Bunlar, yalnız, değerin gerçekleşmesi ya da bir biçimden diğerine çevrilmesi sırasında yapılan harcamalardır. Bu maliyetleri karşılamak için harcanan sermaye (bunun denetimi altında yapılan emek de dahil) kapitalist üretimin
faux frais'si
[7*] arasındadır. Bunların artı-üründen karşılanmaları gerekir ve bunlar, tüm kapitalist sınıfı ilgilendirdiği kadarıyla, artı-değerden ya da artı-üründen bir indirimdir; tıpkı geçim araçlarının satın alınması için bir işçiye gerekli zamanın, bir zaman kaybı olması gibi. Ancak, ulaşım maliyetleri, birkaç kısa söz söylemeden geçilemeyecek kadar önemli bir rol oynar.
Sermaye devresi içerisinde ve onun bir kısmını oluşturan metaların başkalaşımında, toplumsal emekte karşılıklı bir madde değişimi yeralır. Bu karşılıklı madde değişimi, ürünlerin bulundukları yerde bir değişikliği, bir yerden diğerine gerçek hareketlerini gerektirebilir. Gene de metaların dolaşımı, bunlar fiziksel harekette bulunmadan da olabilir ve metalar dolaşmaksızın ve hatta doğrudan bir ürün değişimi yapılmaksızın da ürünlerin taşınması olabilir. A'nın B'ye sattığı bir ev meta olarak dolaşımda bulunduğu halde, bir yerden diğer bir yere gitmiş olmaz. Pamuk ya da dökme demir gibi taşınabilir meta-değerler, bir düzine dolaşım sürecinden geçtikleri, spekülatörler tarafından alınıp satıldıkları halde, bir süre aynı ardiyede kalabilirler.
[17] Burada gerçekten hareket eden şey malların kendileri değil, mallar üzerindeki mülkiyet hakkıdır. Öte yandan, toplumsal ürün, ne meta olarak dolaştığı, ne de trampa yoluyla dağıldığı halde, taşıma, İnkalar
(sayfa 160) ülkesinde önemli bir rol oynuyordu.
Dolayısıyla, taşıma sanayii kapitalist ,üretime dayandığı zaman, dolaşım maliyetlerinin bir nedeni gibi görünürse de, bu özel görünüş biçimi durumu hiç değiştirmez.
Taşımayla ürün miktarı artmış olmaz. Birkaç istisna dışında, ürünlerin taşıma sırasında doğal niteliklerindeki olası değişiklikler, bilerek elde edilen yararlı sonuçlar, değildir; bunlar, daha çok kaçınılması olanaksız zararlardır. Ne var ki, nesnelerin kullanım-değerleri ancak tüketimleri ile maddeleşir, ve bunların tüketimi, bu şeylerin yer değiştirmesini, dolayısıyla da taşıma sanayiinde ek bir üretim sürecini gerektirebilir. Bu sanayie yatırılmış bulunan üretken sermaye, kısmen ulaştırma araçlarından değer aktarmak, kısmen de ulaştırmada harcanan emek sonucu değer eklemek yoluyla, taşınan ürünlere değer katmış olur. Bu son sözü edilen değer artışı, bütün kapitalist üretimde olduğu gibi, ücretler ile artı-değerin yerine konulmasını içerir.
Her üretim sürecinde -pamuğun tarandığı yerden eğirildiği yere taşınması ya, da kömürün ocaktan yüzeye çıkarılması gibi-, emek konusunun yer değiştirmesi ve bunun için gerekli emek araçları ile emek-gücü büyük bir rol oynar. Son biçimini alan ürünlerin, sonal mallar olarak, bağımsız bir üretim yerinden uzaktaki bir diğer üretim yerine geçişi aynı olayı ortaya kor, ama daha büyük bir ölçekte. Ürünlerin bir üretken kuruluştan diğerine taşınmasını, bir de son biçimini almış ürünlerin üretim alanından tüketim alanına geçişi izler. Bu hareketleri tamamlamadan, ürün, tüketim için hazır değildir.
Yukarda gösterildiği gibi, meta üretimi genel yasasına göre: emeğin üretkenliği, yarattığı değerle ters orantılıdır. Bu yasa, diğerleri için olduğu gibi taşıma sanayii için de geçerlidir. Metaların belli bir uzaklığa taşınması için gerekli ölü ve canlı emek miktarı ne kadar az olursa, emeğin üretkenlik gücü o kadar büyüktür ve bunun tersi de doğrudur.
[18] (sayfa 161)
Taşımanın metalara eklediği değerin mutlak büyüklüğü, diğer koşullar aynı kalmak kaydıyla, taşıma sanayiinin üretken gücüyle ters, taşındıkları uzaklık ile doğru orantılıdır.
Taşıma maliyetleri nedeniyle metaların fiyatlarına eklenen değer kısmı, diğer koşullar aynı kalmak kaydıyla, hacmi ve ağırlıkları ile doğru, değerleriyle ters orantılıdır. Ama bunu değiştiren pek çok etmen vardır. Taşıma, örneğin, azçok önemli koruma önlemlerini gerektirir, bu nedenle malların kolay kırılabilir, bozulabilir, patlayabilir, vb. oluşuna bağlı olarak azçok emek ve emek aletleri harcamasını gerektirir. Burada demiryolu kralları hayali türler icad etmekte botanikçiler ile hayvan bilimcilere taş çıkartan deha örnekleri gösterirler. İngiliz demiryollarında eşyaların sınıflandırılması, sözgelimi ciltler doldurur ve ilke olarak, malların çeşitli doğal özelliklerini, taşımanın sayısız zorluklarına ve hileli ücretler almak için sıradan bahanelere dönüştürme genel eğilimine dayanır. "İmalatta yer alan iyileştirmelerden ve gümrük vergisinin kaldırılmasından bu yana, eskiden kasası 1l Sterlin olan cam, şimdi yalnızca 2 sterlin; ama taşıma ücreti eskisinin aynı olduğu halde, kanal yoluyla taşındığında eskisinden daha yüksek. İmalatçılar, bana, eskiden tesisatçıların kullandıkları cam ile cam avadanlıkların, Birmingham'da 50 mil içerisinde tonunun aşağı yukarı 10 şiline taşındığını bildirdiler. Şimdi ise, kırılma tehlikesine karşı alınan ücret bunun üç katıdır, ki [kırılma halinde
-ç.] nadiren ödenmesine rıza gösterilir. ... Kırılma nedeniyle öne sürülen taleplere şirketler daima karşı çıkmaktadırlar."
[19] Üstelik, taşıma maliyetleri nedeniyle bir mala eklenen değerin, bu malın değeriyle ters orantılı olması gerçeği, demiryolu krallarına, bu mallara değerleriyle doğru orantılı bir vergi koymak için özel bir bahane sağlamış oluyor. Sanayiciler ile tüccarların bu konudaki yakınmaları sözü edilen rapordaki ifadelerin her sayfasında bulunabilir.
Kapitalist üretim tarzı, taşıma ve ulaştırma araçlarındaki gelişmeyle olduğu kadar, taşımadaki -artan ölçekteki- yoğunlaşma ile de bireysel metaların taşıma maliyetlerini azaltmaktadır.
(sayfa 162) Bu üretim tarzı, birincisi, ürünlerin çoğunluğunu metalara çevirmek, ikincisi de yerel pazarların yerine uzak pazarları koymak suretiyle, metaların taşınması için harcanan canlı ve maddeleşmiş emeğin miktarını artırmaktadır.
Dolaşım, yani metaların mekan içerisinde fiili hareketi, kendisini metaların taşınmasına indirgemektedir. Taşıma sanayii, bir yandan üretimin bağımsız bir kolunu ve böylece de üretken sermayenin ayrı bir yatırım alanını oluşturmaktadır. Öte yandan ise, onun ayırıcı özelliği, dolaşım süreci
içerisinde ve dolaşım süreci
için, üretim sürecinin bir devamı olarak görünmesidir.
(sayfa 163)
Dipnotlar
[1*] Nathaniel Lee'nin 17. yüzyılda yazılmış,
Rakip Kraliçeler ya da Büyük İskender'in Ölümü adlı trajedisinden bir tümce.
-Ed.
[2*] 14. dipnotta değinilen Corbet'nin hesaplamaları.
-Ed.
[3*] Bkz: J. Lalor,
Money and Morals: a Book for the Times, London 1852, s. 43-44.,-
Ed.
[4*] J. C. L. Sismondi de Sismondi,
Etudes sur léeconomie politique, c. I, Bruxelles 1837, s. 49 vd.
-Ed.
[5*] Vah zavallı vah!
-ç.
[6*] Herkese düşen pay oranında. -
ç.
[7*] Beklenmedik masraf.
-ç.
[8] Elyazması IV'ün başlangıcı.
-F.E.
[9] Üretim zamanı, burada aktif anlamda kullanılmıştır: Üretim araçlarının üretim zamanı, bu durumda, bunların üretimi için gerekli zaman olmayıp, bunların, belli bir metaın üretim sürecinde yer aldıkları zaman oluyor.
[10] Köşeli parantez. içindeki metin, Elyazması VIII'in sonundaki bir nottan alınmıştır. -
F.E.
[11] "Ticari maliyetler gerekli olmakla birlikte, buna, fazladan bir gider gözüyle bakılması gerekir." (Quesnay,
Analyse du Tableau Economique. in Daire,
Physiocrates, Part I. Paris,.1846, s.71.) Quesnay'ye göre, tüccarlar arasındaki rekabetten doğan "kâr", bu haliyle onları "küçük bir ödül ya da kazançla yetinmeye zorlar ... ve tam anlamıyla, ilk elde satıcı ve alıcı tüketici için bir
kaybın önlenmesinden (privation de perte) başka birşey değildir. Şimdi, ticari maliyetler üzerinde bir kaybın önlenmesi, taşıma maliyeti olsun ya da olmasın basit bir değişim olarak kabul edildiği takdirde,
gerçek bir ürün ya da ticaret aracılığıyla servete kavuşma değildir." (s. 145-146.) "Ticari maliyetler, eğer ara harcamalar yoksa, daima ürünleri satanlar ve bu ürünlere alıcılar tarafından ödenen fiyatların tümünden yararlanacak olanlarca ödenir." (s. 163.) Mülk sahipleri ve üreticiler,
"salarianis" (ücret ödeyicileri), tacirler,
"salariés" (ücret alıcılar)'dırlar. (s. 164, Quesnay,
Dialogues sur le Commerce et sur les Travaux des Artisans. in Daire,
Physiocrates, Part I, Paris 1846.)
[12] Ortaçağlarda tarım konusunda defter tutmayı ancak manastırlarda görüyoruz. Ama biz ta ilkel Hint topluluklarında tarım için bir sayman ayrıldığını biliyoruz (Buch I, s. 343 [
Kapital,. c. I, s. 372]). Bunlarda saymanlık bir topluluk memurunun bağımsız ve özel görevi haline getirilmiştir. Bu işbölümü, zamandan, çabadan ve giderden tasarruf sağlamıştır ama, üretim alanında üretim ve saymanlık, bir gemideki yük ve konşimento kadar iki ayrı şey olarak kalmıştır. Saymanın kişiliğinde, topluluğun emek-gücünün bir kısmı üretimden çekilmiştir ve bu görevin giderleri kendi emeğiyle değil, topluluk ürününden yapılan bir indirimle karşılanmıştır. Bir Hint topluluğundaki sayman için geçerli olan şey,
mutatis mutandis [gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra -ç.], kapitalist bir sayman için de geçerlidir. (Elyazması II'den.)
[13] "Bir ülkede dolaşımda bulunan para, o ülke sermayesinin geriye kalan kısmının üretkenliğini kolaylaştırmak ya da artırmak için, üretken amaçlardan mutlak olarak çekilen belli bir kısmıdır. Tıpkı, herhangi bir üretimi kolaylaştırmak için bir makine yapılmasının gerekli olması gibi, altının dolaşım aracı olarak kabul edilmesi için de, bu nedenle, belli bir miktar servet gereklidir," (
Economist, Vol. V., s. 520.)
[14] Corbet'nin 1841'de yaptığı hesaba göre, buğdayın dokuz aylık bir mevsim için depolanma masrafı, %½ miktar kaybına, buğdayın fiyatı üzerinden %3 faize, %2 depo kirasına, %1 kaldırma ve taşıma ücretine, %½
teslimata olmak üzere, toplam %7'ye ya da 50 şilinlik beher
quarter için 3 şilin 6 peniye ulaşmaktadır. (Tb. Corbet,
An Inquiry into the Causes and Modes of the Wealth of Individuals. etc., London 1841.) Liverpool'lu tüccarların Demiryolu Komisyonu önündeki ifadelerine göre, 1865 yılında, hububat depo maliyetleri (net) ayda beher
quarter için aşağı yukarı 2 peniye, ya da bir ton için 9 ya da 10 peniye ulaşmaktadır. (Royal Commission on Railways. 1867, Evidence, s. 19, n° 331.)
[15] Cilt II. Giriş. [A. Smith,
An Inquiry into the Nature and Causes of
the Wealth of
Nations. A new editions in four volumes, London 1843, c. II, s. 249-252.
-Ed.]
[16] Adam Smith'in yanlış olarak düşündüğü gibi, bir ikmalin yalnızca ürünün bir metaya ve tüketim-ikmalin bir meta-ikmale dönüşmesine dayanması ve bu dönüşümden ortaya çıkması yerine, bu biçim değişikliği tersine, üreticilerin kendi gereksinmeleri için üretim yapmaktan meta üretimine geçiş döneminde üreticiler ekonomisinde en şiddetli bunalımlara yolaçar. Sözgelişi Hindistan'da yakın zamanlara kadar, bolluk yıllarında karşısında çok az şey alınabilen tahılın geniş ölçüde stok edilmesi eğilimi görülüyordu. ("Return, Bengal and Orissa Famine. H. of C., 1867, I. s. 230-31, n° 74.) Amerikan İç savaşı nedeniyle pamuk ve hint kenevirine vb. olan talepteki ani artış Hindistan'ın birçok kısımlarında, pirinç ekiminde ciddi bir kısıtlamaya, pirinç fiyatlarında yükselmelere ve üreticilerin eski pirinç stoklarını satmalarına yolaçtı. Buna bir de, 1864-66'dan sonra Avustralya'ya, Madagaskar'a vb.'ye yapılan eşi görülmemiş pirinç ihracını eklemek gerekir. Bu durum, yalnız Orissa bölgesinde milyonlarca insanın hayatına malolan 1866 kıtlığının şiddetini açıklar.
(loc., cit., 174, 175, 213, 214 ve III: "Papers relating to the Famine in Behar", s. 32, 33; bu belgelerde "eski stokların eritilmesi" kıtlığın nedenlerinden biri olarak vurgulanmaktadır.) (Elyazması II'den.)
[17] Storck, buna,
"circulation factice" ("hayali dolaşım") diyor.
[18] Ricardo taşıma maliyetleri aracılığı ile ürünlerin fiyatını ya da değerini artırmasını ticaretin erdemlerinden biri sayan Say'dan alıntı yapıyor, "Ticaret" diye yazıyor Say, "bize, bir metaı bulunduğu yerde edinebilmemizi ve tüketileceği bir başka yere aktarmamızı sağlar; böylece bize, ilk yerlerindeki fiyatları ile ikinci yerdeki fiyatları arasındaki fark kadar metaın değerini artırma gücünü verir." (J. B. Say,
Traité d'économie politique. Troisième édition. Paris 1817, c. n, s. 433. -
Ed.) Ricardo bununla ilgili olarak şöyle der: "Doğru ama, bu ek değer ona nasıl verilir? Birincisi, üretim maliyetine taşıma harcamalarını ekleyerek; ikincisi, tüccarın yaptığı sermaye yatırımları üzerine konan kârı ekleyerek. Bütün diğer metalar, tüketiciler tarafından satın alınmazdan önce bunlara üretimlerinde ve taşınmalarında daha fazla emek harcandığı için nasıl daha değerli hale geliyorlarsa, bu meta da ancak aynı nedenle daha değerlidir. Bundan, ticaretin üstünlüklerinden biri olarak sözedilmelidir." (Ricardo,
Principles of Politica! Economy, 3. ed., London 1821. s. 309, 310.)
[19] "Demiryolları Kraliyet Komisyonu", s. 31, n° 630.