ÜÇ BASKININ ÖNSÖZLERİ
I
Aşağıdaki çalışma herhangi bir "iç dürtü"nün ürünü değildir. Tersine.
Bundan üç yıl önce bay Dühring, sosyalizmin yandaşı ve aynı zamanda
düzelticisi olarak birdenbire yüzyılına meydan okuduğu zaman, Almanya'daki
dostlar, o sıralarda sosyal-demokrat parti merkez organı olan Volksstaat'ta
bu yeni sosyalist teorinin eleştirici incelemesini yapmam için beni birçok
kez zorladılar. Onlar bu işin, eğer henüz çok genç olan ve kesin olarak daha
kısa bir süre önce birleşmiş bulunan partide, mezhepçilik anlayışına yeni
bölünme ve karışıklık çıkarma firsatları verilmek istenmiyorsa, kesenkes
gerekli olduğunu düşünüyorlardı. Almanya'daki dostlar, Almanya'daki
koşulları benden daha iyi değerlendirecek bir durumda bulunuyorlardı; buna
göre, onlara inanmam gerekiyordu. Ayrıca sosyalist-basının bir kısmının, bu
yeni-dönmeyi gerçi (sayfa: 43) yalnızca iyi
niyetine yönelen bir sıcaklıkla karşıladığı belli olmuştu; ama aynı zamanda,
bu gazetelerde bay Dühring'in sözü geçen iyi niyetine karşı beslenen saygı
sonucu, onun öğretisini ve üstelik gözü kapalı kabul etme iyi niyeti de
kendini gösteriyordu. Hatta bu öğretiyi vulgarize bir biçim altında işçiler
arasında yaymak için hazırlanan kimseler bile çıktı. Ve son olarak bay
Dühring ve küçük mezhebi, Volksstaat'ı böyle büyük savlarla ortaya
çıkan yeni öğreti karşısında açık bir durum almaya zorlamak için, her türlü
reklam ve entrika ustalıklarını kullanıyorlardı.
Gene de, öbür işleri bir yana bırakarak bu ekşı elmayı ısırmaya karar
vermem için bana bir yıl gerekti. Bu ekşi elma gerçekte, bir kez ısırıdıktan
sonra tamamen yutulması gereken elmalardandı. Ve yalnızca çok ekşi değil,
çok iriydi de. Yeni sosyalist teori, yeni bir felsefe sisteminin son pratik
meyvesi olarak çıkıyordu ortaya. Öyleyse bu teoriyi, bu sistem bütünü içinde
incelemek ve sonra sistemin kendisini incelemek gerekiyordu; bay Dühring'i,
olanaklı olan her şeyi ve daha başka birkaç şeyi ele aldığı o geniş alanda
izlemek gerekiyordu. 1877 yılından başlayarak, Volksstaat'ın ardılı
olarak Leibzig'de çıkan Vorwärts'de yayınlanan ve burada birarada
bulunacak olan bir dizi makalenin kökeni, budur.
Eleştiriye konunun, yani bay Dühring'in yapıtlarının bilimsel yüküyle
tamamen ters orantılı boyutları kazandıran şey, konunun niteliği oldu.
Bununla birlikte, bu boyutları bağışlatabilecek iki başka şey daha var. Bir
yandan bu boyutlar bana, burada yanaşılması gereken çok çeşitli alanlarda,
bugün bilimsel ya da pratik bir önem taşıyan sorunlar üzerindeki görüşümün
olumlu bir açıklamasını sunmak fırsatını veriyordu. Bu işi her bölümde
yaptım ve bu yapıt bay Dühring'in "sistem"ine karşı bir başka sistemi
çıkarma amacını ne denli az taşırsa taşısın, tarafımdan sunulan düşünceleri
birbirine bağlayan iç bağın okurun gözünden kaçmayacağını umarım. Bu
bakımdan, çalışmamın büsbütün verimsiz olmadığı konusunda, daha şimdiden
yeterli kanıtlara sahibim.
Öte yandan "sistem yaratıcı" bay Dühring, bugünkü Almanya'da tek başına bir olay değildir. Bir süreden beri
Almanya'da evrendoğum, genel doğa felsefesi, siyaset, iktisat vb.
sistemleri, bir gece içinde, mantar gibi, düzinelerle boy vermektedir. En
önemsiz felsefe doktoru, hatta en önemsiz öğrenci bile, bugün kendini, en
azından bir tam "sistem" kurmaktan bağışık saymıyor. Tıpkı modern devlette
her yurttaşın, üzerinde oy vermeye çağrıldığı bütün sorunlar konusunda bir
yargıya varmak için olgun bulunduğunun varsayılması gibi; tıpkı ekonomide,
her tüketicinin, geçimi için satın alma durumunda bulunduğu bütün metalar
üzerinde tam bir bilirkişi olduğunun kabul edilmesi gibi — aynı varsayım
bundan böyle bilimde de hüküm sürecek. Bilim özgürlüğü kişinin öğrenmediği
şeyler üzerinde yazması ve bunu sıkı sıkıya bilimsel tek yöntem olarak
satması anlamına geliyor. Bay Dühring'e gelince o, bugünün Almanya'sında her
yerde öne fırlayan ve kendi ekstra... işporta malının yaygarası her şeyi
bastıran bu gösterişçi sözde-bilimin en temsil edici örneklerinden biridir.
Şiirde, felsefede, siyasette, iktisatta, tarihte ekstra işporta malı, ders
ve siyaset kürsüsünde ekstra işporta malı, her yerde ekstra işporta malı,
öteki ulusların orta malı ve bayağı işporta malından farklı olarak, üstünlük
ve fikir derinliği iddialarına sahip ekstra işporta malı; Almanya
entelektüel sanayisinin, tam da Philadelphia sergisinde ne yazık ki
yanlarında temsil edilmediği öteki Alman malları gibi, ucuz ama kötü
kaliteli, en özellik belirtici ve en ağır ürünü olan ekstra işporta malı.
Alman sosyalizmi bile, bu yakınlarda, özellikle bay Dühring tarafından
verilen iyi örnekten bu yana, kendini ekstra işporta malına veriyor ve "tek
sözcüğünü bile gerçekten öğrenmediği" [1*]
bir "bilim"i sergileyen şu ya da bu kişiyi öne sürüyor.
Alman
öğrencisinin sosyal-demokrasıyi benimseyişinin başlangıcını gösteren ve
bundan ayrılmaz bir şey olan, ama işçilerimizin son derece sağlıklı
yaradılışı sayesinde çabucak üstesinden gelinecek bir çocukluk hastalığıdır bu.
Eğer bay Dühring'i ancak amatör olarak ilerleme savında
bulunabileceğim alanlarda izlemek zorunda kaldıysam, bu benim suçum değil.
Böyle durumlarda, çoğu kez, hasmının düzmece ya da yanlış olumlamalarının
karşısına doğru, sözgötürmez olguları koymakla yetindim. Hukuk alanında ve
sık sık da doğa bilimlerinde böyle oldu. Öteki durumlarda, doğa bilimlerinin
teorik kısmından çıkartılmış genel fikirler alanı, yani uzmanın bile, bay
Virchow'un itirafına göre, hepimiz gibi bir "yarı-bilgin" olduğu komşu
alanlara geçmek üzere, kendi uzmanlığının dışına çıkmak zorunda kaldığı bir
alan sözkonusudur. [2*]
Bu konuda, küçük yanlışlıklar ve anlatım beceriksizlikleri için
herkese gösterilen hoşgörünün bana da gösterileceğini umarım.
Bu önsözü bitirirken elime, bay Dühring'in Rasyonel Bir
Fiziğin ve Rasyonel Bir Kimyanın Yeni
Temel Yasaları adlı yeni bir "temel" yapıtını duyurmak için,
gene bay Dühring tarafından kaleme alınmış bir kitabevi duyurusu geçti.
Fizik ve kimya bilgilerimin yoksulluğunu ne denli bilirsem bileyim, gene de
bu yapıtı hiç görmeksizin, bay Dühring'in bu yapıtta ortaya koyduğu fizik ve
kimya yasalarının, yanlışlıklar ve beylik düşünceler bakımından, kendisi
tarafından daha önce bulunmuş ve bu kitapta incelenmiş olan iktisat, evrenin
genel şematik bilgisi vb. ile ilgili yasalar yanında yer alacaklarını ve bay
Dühring tarafından yapılmış rigometre ya da son derece düşük ısıları ölçme
aletinin, yüksek ya da düşük ısıları değil, ama yalnızca bay Dühring'in zır
cahil gururunu ölçmeye yarayacağını söyleyebilmek için, bay Dühring'imi
yeteri kadar tanıdığımı sanıyorum.
Londra, 11 Haziran 1878
II
Bu yapıtın bir yeni baskısını yayınlama zorunluluğu benim için
şaşırtıcı bir şey oldu. Eleştirisinin konusu olan şey, bugün hemen hemen
unutulmuştur. Yapıtın kendisi, yalnızca Leipzig'de çıkan Vorwärts'de
1877 ve 1878 yıllarında bir dizi halinde binlerce okura sunulmakla kalmamış,
ayrıca çok sayıda basılmış bir cilt halinde bütün olarak yayınlanmıştır da.
Nasıl oluyor da biri çıkıp, benim yıllarca önce bay Dühring üzerinde
söylemek gereğini duyduğum şeylerle ilgilenebiliyor?
Kuşkusuz bunu, en başta, bu yapıtın o sırada dolaşımda bulunan hemen
bütün çalışmalarım gibi, sosyalistlere-karşı yasanın resmen yayınlanmasından
hemen sonra, Alman İmparatorluğunda yasaklanmış olmasına borçluyum.
Kutsal-Bağlaşma ülkelerinin soydan geçme bürokratik önyargılarına saplanıp
kalmamış herhangi bir kimse için bu önlemin etkisi apaçık ortadaydı:
yasaklanan kitapların iki-üç kat fazla sürümü, uygulama güçleri olmaksızın
yasaklar yayınlayan Berlinli efendilerin güçsüzlüklerinin günışığına
çıkması. Aslında İmparatorluk hükümetinin iyilikseverliği, küçük
kitaplarımın benim göze alabildiğimden çok yeni baskı yapmasını sağlıyor;
metni gerektiği gibi gözden geçirecek zamanım yok ve çoğu kez, onu olduğu
gibi yeniden bastırmak zorunda kalıyorum.
Ama buna bir başka özellik daha ekleniyor. Bay Dühring'in bu kitapta
eleştirilen "sistem"i çok geniş bir teorik alanı kapsar; ben onu her yerde
izlemek ve onun görüşlerine karşı kendi görüşlerimi çıkarmak zorunda
kalmıştım. Böylelikle olumsuz eleştiri olumlu bir duruma gelmiş, polemik,
Marks'ın ve benim temsil etmekte olduğumuz diyalektik yöntem ve komünist
dünya görüşünün, hem de bir dizi oldukça geniş alanda, azçok tutarlı bir
açıklaması durumuna dönüşmüştü. Bizim görüşümüz, ilk kez Marks'ın
Felsefenin Sefaleti'nde ve Komünist Manifesto'da
ileri sürülmesinden bu yana, Kapital'in yayınlanmasına değin yirmi yıl süren
bir kuluçka döneminden geçti; o
zamandan beri giderek daha hızlı bir biçimde her gün daha geniş çevrelere
yayılıyor, öyleki şimdi, Avrupa sınırlarının çok ötesinde, bir yanda
proleterler ve öte yanda taraf kayırmayan bilimsel teorisyenler bulunan
bütün ülkelerde, dinleyici ve destek buluyor. Öyle görünüyor ki, üstelik
Dühring'in tezlerine karşı birçok bakımdan bu vesileyle verilen olumlu
açıklamalar yararına gereksiz bir duruma gelmiş polemiği bile kabul etmek
üzere, konu ile yeteri kadar ilgilenen bir kamuoyu var.
Bu arada bir not: bu kitapta açıklanan görüşlerin temelleri ve
gelişmesi çok büyük ölçüde Marks'a ve ancak çok küçük ölçüde bana ilişkin
olduğundan, kitabımın onun bilgisi dışında yazılmadığı kendiliğinden
anlaşılır. Ben bütün elyazmasını basılmadan önce ona okudum, ve ekonomi
üzerindeki kısımda onuncu bölümü ("Eleştirel Tarih Üzerine")
yazan da odur; ben yalnızca, büyük bir üzüntü duyarak, dışsal nedenlerden
ötürü bu bölümü biraz kısaltmak zorunda kaldım. Zaten bizim özel konularda
her zaman birbirimize yardım etme alışkanlığımız vardı.
Bu baskı, bir bölüm dışında, bundan öncekinin tıpkısıdır. Bir yandan,
kitapta birçok değişiklik yapmak yolundaki isteğim ne denli büyük olursa
olsun, derinleştirilmiş bir gözden geçirme için zamanım yoktu. Marks
tarafından bırakılmış elyazmalarını baskı için hazırlamak ödevim var ve bu
iş, bütün başka işlerden çok daha önemli. Ve sonra, vicdanım herhangi bir
değişikliği kabul etmiyor. Bu yapıt, bir polemik yapıtıdır ve hasmıma karşı,
onun hiçbir şey düzeltemediği yerde, kendi payıma hiçbir şey düzeltmemek
borcuyla yükümlü olduğumu sanıyorum. Ben yalnızca bay Dühring'in yanıtına
karşı yanıt vermek hakkını isteyebilirdim. Ne var ki ben, bay Dühring'in
saldırıma karşı yazdıklarını okumadım ve özel bir neden olmadıkça da
okumayacağım; teorik düzeyde ondan kurtulmuş bulunuyorum. Öte yandan, o
günden bu yana, Berlin Üniversitesi tarafından utanç verici bir haksızlığa
uğramış bulunduğu için, ona karşı yazınsal savaşımın efendilik kurallarına
daha da çok uymak gereğini duyuyorum.
Gerçi üniversite, bunun cezasını gördü: bay Dühring'in öğretim özgürlüğünü,
bilinen koşullar altında geri almaya razı olan bir üniversite, gene bilinen
koşullar altında, bay Schweninger'i [3*]
kendisine zorla kabul ettirmelerine şaşırmamalıdır.
Açıklamalar eklemekte sakınca görmediğim tek bölüm, üçüncü kısmın
ikinci bölümüdür: "Teorik Bilgiler" bölümü. Burada yalnızca tuttuğum görüşün
önemli bir noktasının açıklanması sözkonusudur ve hasmımın daha popüler bir
üslup kullanmak ve fikirlerin birbirine bağlanmasını tamamlamak için çaba
göstermemden yakınmasının yeri yoktur. Aslında, bunun bir dış nedeni vardı.
Yapıtın üç bölümünü (girişin ilk bölümü ile, üçüncü kısmın birinci ve ikinci
bölümleri), Fransızcaya çevrilmesi amacıyla bağımsız bir broşür durumuna
getirecek biçimde, dostum Lafargue için yeniden elden geçirmiştim ve
Fransızca baskının bir İtalyanca ve bir de Polonya dilindeki baskıya temel
hizmeti görmesi üzerine, Sosyalizmin Ütopyadan Bilime
Evrimi başlığı altında bir Almanca baskı çıkardım.
[4*] Bu
sonuncusu, birkaç ay içinde üç baskı yaptı ve Rusça ve Danimarka dilinde de
çevirileri yayınlandı. Bütün bu baskılarda, yalnızca sözkonusu bölüme bazı
eklemeler yapılmıştı ve özgün yapıtın yeniden yayınlanmasında, uluslararası
bir nitelik kazanan daha sonraki metin yerine ilk metne sarılmayı istemek,
ukalalık etmek olurdu.
Yapılmış olmasını istediğim öteki değişiklikler, başlıca iki nokta ile
ilgili. Önce Morgan'ın, anahtarını bize ancak 1877'de verdiği insanlığın
ilkel tarihi ile. Ama, o zamandan beri, Ailenin, Özel
Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Zürih 1884, adlı
yapıtımda, buarada elime geçen bilgileri kullanmak fırsatını bulduğumdan, bu
sonraki çalışmaya işarette bulunmak yeter.
İkinci olarak, teorik doğa bilimini işleyen kısmı değiştirmek
isterdim. Bu kısımda büyük bir açıklama beceriksizliği egemendir ve bugün birçok nokta daha açık ve daha belgin
bir biçimde anlatılabilirdi. Eğer burada kendime bazı düzeltmeler yapmak
hakkını tanımıyorsam, bundan ötürü bu düzeltmeler yerine kendi özeleştirimi
yapmaya daha da zorunluyum.
Alman idealist felsefesinden bilinçli diyalektiği, onu doğanın ve
tarihin materyalist anlayışı ile bütünleştirmek üzere kurtaran, hemen hemen
yalnızca Marks ve ben olduk. Ne var ki aynı zamanda, hem diyalektik hem de
materyalist bir doğa anlayışı, matematik ve doğa bilimi ile içli-dışlı
olunmasını gerektirir. Marks, dörtbaşı bayındır bir matematikçi idi ama doğa
bilimlerini biz ikimiz de ancak parça parça, kesikli, dağınık bir biçimde
izleyebiliyorduk. Ancak, tecimsel işlerden çekilmem ve Londra'ya yerleşmem
bana zaman verdikten sonradır ki sekiz yıl boyunca zamanımın en büyük
bölümünü bu işe vererek, matematik ve doğa bilimlerinde, olanak ölçüsünde,
(Liebig'in dediği gibi) [5*]
tam bir "ses değişimi" yaptım. Bay Dühring'in sözde doğa
felsefesi ile ilgilenme firsatını bulduğum zaman, işte tam da bu ses
değişimi işleminin ortasındaydım. Bu nedenle, tam teknik deyimi her zaman
bulamamamdan ve teorik doğa bilimi alanında genellikle belli bir yavaşlıkla
ilerlememden daha doğal bir şey olamaz. Ama bir başka yandan, bu alanda
henüz rahat olmadığımı bilmenin bilinci beni sakınımlı yaptı: o zaman
tanıtlanmış olgular konusunda gerçek düşünüş yanlışlıkları ya da o sıralarda
kabul edilmiş bulunan teorilerin yanlış bir sunuluşu suçunu, kimse bana
yükleyemez. Bu bakımdan, yalnızca bilinmeyen bir büyük matematikçi, benim
kök içinde 'in onuruna
kıyarcasına suikastte bulunmuş olduğumdan Marks'a mektupla yakındı.
[6*]
Matematik ve doğa bilimlerinde bu özetlemeyi yaparken, benim için hiç
kuşkusuz, sayısız değişikliklerin karışıklığı arasından, tarihte de
olayların görünürdeki olumsallığını düzenleyen aynı hareket yasalarının;
insan düşüncesi tarafından gerçekleştirilen evrim tarihinde de çıkış yolu
oluşturarak, yavaş yavaş düşünen insanların bilinç alanına giren aynı
yasaların: Hegel'in ilk kez olarak geniş bir tarzda, ama mistikleştirilmiş
bir biçim altında geliştirdiği ve bizim öteki özlemlerimiz arasında, bu
mistik zarftan çekip çıkarmak ve bütün basitlikleri, bütün genellikleri ile
bilinç alanına sokmak istediğimiz yasaların, doğada kendilerini zorla kabul
ettirdiklerinden —bütünde hiçbir kuşkum olmadığıina göre— ayrıntıda güven
getirmek sözkonusuydu. Eski doğa felsefesinin, gerçek değer ve verimli
tohumlar olarak içerdiği her şeye karşın, [7*]
bizi doyuramadığı açıktı. Bu yapıtta ayrıntılı
(sayfa: 51) biçimde açıklamış bulunduğum gibi doğa felsefesi,
özellikle hegelci biçimi altında, doğada zaman içinde bir evrim, bir ardarda
geliş değil yalnızca bir yanyana konuluş görme kusuruna sahipti. Bu, bir
yandan yalnızca "tin"e ("esprit") tarihsel bir gelişme tanıyan
hegelci sistemin kendisinin, ama öte yandan da o zamanki doğa bilimlerinin
genel durumunun sonucuydu. Böylece Hegel, daha önce nebula (bulutsu) teorisi
ile güneş sisteminin doğuşunu ve dünyanın dönüşünün sulardaki gel-git
yüzünden yavaşlaması bulgusuyla da bu sistemin sonunu açıklamış bulunan
Kant'in çok gerisine düşüyordu. [8*]
Ensonu benim için, diyalektik yasaları kurgu aracıyla doğaya
sokmak değil ama onları orada bulmak ve oradan çıkarmak sözkonusu
olabilirdi.
Bununla birlikte bu iş, eğer buna tutarlı bir biçimde ve her özel alan
için girişilirse, bir dev işidir. Egemenlik altına alınması gereken alanın
hemen hemen sonsuz derecede büyük olması bir yana, ayrıca bütün bu alan
üzerinde doğa biliminin kendisi öylesine güçlü bir altüst olma süreci içine
girmiş bulunuyor ki hatta bütün boş zamanını bu iş için kullanan bir kimse
tarafından bile güç izlenebilir. Oysa, Karl Marks'ın ölümünden sonra
zamanım, en geciktirilmez ödevler tarafından alınmıştı, ve işime ara vermek
zorunda kaldım. Durum değişene değin bu kitapta verilen bilgilerle yetinmein
ve çıkacak bir firsatın bana elde edilen sonuçları bir araya getirme ve
onları belki de Marks tarafından bırakılmış son derece önemli matematik
elyazmaları ile birlikte yayınlama olanağını sağlamasını beklemem gerekiyor.
[9*]
Bununla birlikte, teorik doğa bilimindeki gelişmenin çalışmamı, büyük
bir bölümü bakımından ya da bütünüyle gereksiz kılması olanaklı. Çünkü,
teorik doğa bilimine, yığınsal olarak biriken salt görgücül (empirique)
bulguları bir düzene koyma basit zorunluluğu tarafından zorla kabul
ettirilen devrim öylesine büyük ki en dikkafalı görgücüyü bile doğal
süreçlerin diyalektik niteliği üzerine gitgide daha çok bilinç sahibi olmaya
zorluyor. Eski sert karşıtlıklar, açık ve aşılmaz ayrım çizgileri, gitgide
ortadan kalkıyor. [10*]
Son "gerçek" gazların bile sıvılaşmasından, bir cismin sıvı ve
gaz biçimlerinin birbirinden ayırdedilmez bir duruma getirilebileceğinin
gösterilmesinden sonra, çökelekleşme durumları, eski mutlak niteliklerinin
son kalıntısını da yitirmiş bulunuyorlar. Tam gazlarda, gaz moleküllerinin
hareket hızlarının karelerinin, eşit sıcaklıkta, molekül ağırlıklarıyla ters
orantılı oldukları yolundaki kinetik-gazlar teorisinin önerisiyle, sıcaklık
da doğrudan doğruya hareketin araçsız olarak ölçülebilir biçimleri dizisi
içine giriyor. Daha on yıl önce, hareketin daha yeni bulunmuş olan büyük
temel yasası, enerjinin basit sakınımı yasası olarak, hareketi
yoketme ve yaratma olanaksızlığının yalın anlatımı olarak, yani yalnızca
nicel yönünden kavranmıştı: ama gitgide bu olumsuz anlatım, yerini enerjinin
dönüşümü olumlu anlatımına bırakıyor ki bu anlayış içinde, sürecin
nitel yönünün ilk kez hakkı veriliyor ve doğaüstü yaratıcının son anısı da
sönüyor. Hareket miktarının (enerji denilen şey), (mekanik güç denilen)
kinetik enerji durumundan elektriğe, sıcaklığa, potansiyel konum enerjisine,
vb. ve bunların da kinetik enerji durumuna dönüştüğü zaman değişmediği
düşüncesinin artık bir yenilik olarak öğütlenmeye gereksinmesi yoktur; bu
düşünce, dönüşüm sürecinin, bilgisi bütün doğa bilgisini kapsayan o büyük
temel sürecin, şimdi içerik yönünden daha zengin bir irdelenmesine sağlam
bir temel hizmeti görüyor. Ve biyoloji, evrim teorisi
(sayfa: 53) ışığında gelişmeye başladığından beri, organik doğa
alanında sert sınıflandırma sınırlarının birbiri ardına, eridiği görüldü;
hemen hemen hiç bir sınıflandırmaya girmeyen aracı halkalar günden güne
artıyor, daha özenli bir irdeleme, organizmaları bir sınıftan ötekine atıyor
ve hemen hemen bir inanç konusu haline gelmiş bulunan ayırdedici belirtiler
mutlak değerini yitiriyor; şimdi yumurtlayan memelilerimiz ve hatta, eğer
haber doğrulanırsa, dört ayak üzerinde yürüyen kuşlarımız var.
[11*]
Eğer Virchow, bundan yıllarca önce, hücrenin bulunması üzerine hayvan
bireyin birliğini, bilimsel ve diyalektik olmaktan çok ilerici bir biçimde,
bir hücre devletleri federasyonları biçiminde dağıtmak zorunda kaldıysa,
[12*]
bugün de yüksek derecedeki hayvanların bedenlerinde amipler gibi
dolaşan beyaz kan yuvarlarının bulunmasıyla daha da karmaşık bir durum alan
hayvan (dolayısıyla insan) bireyliği kavramı karşısında bulunuyoruz. Ama
modern çağların teorik doğa bilimine sınırlı metafizik niteliğini veren şey
de, işte o uzlaşmaz ve çözülmez olarak tasarlanan taban tabana karşıtlıklar,
ayrım çizgileri ve zorla saptanmış sınıf ayrımlarıdır. Bu karşıtlık ve
ayrımların doğada elbette varolduklarını ama ancak görece bir geçerlilikle
varolduklarını; buna karşılık, onlara yüklenen o mutlak değişmezlik ve
değerin doğaya yalnızca bizim düşüncemiz tarafından yüklendiğini kabul
etmek: işte doğanın diyalektik anlayışının özü. Doğa biliminde biriken
olguların baskısı altında bu anlayışa varmak olanaklıdır; ama eğer bu
olguların diyalektik niteliğine diyalektik düşünce yasaları bilinciyle
yanaşılırsa, bu anlayışa daha kolay varılır. Herhalde, doğa bilimi öylesine
gelişmeler gerçekleştirmiştir ki artık diyalektik bireşimden kurtulamaz.
Doğa bilimi, eğer deneylerinin içinde bireşimleştiği sonuçların kavramlardan
başka bir şey olmadığını; (sayfa: 54) kavramlarla iş
görme sanatının ne doğuştan geldiğini, ne de her günkü olağan bilinçle elde
edildiğini ama gerçek bir düşünce, doğanın görgücül araştırmasından ne daha
çok, ne de daha az uzun bir görgücül tarihe sahip gerçek bir düşünce
gerektirdiğini unutmazsa, bu işte kolaylıklar kazanacaktır. Doğa bilimi, bir
yandan kendi dışında ve kendi üstünde geçinen her türlü ayrı doğa
felsefesinden ve öte yandan İngiliz görgücülüğün kalıtı olan kendi öz
sınırlı düşünce yönteminden, işte ancak felsefenin iki bin beş yüz yıllık
evrim sonuçlarını özümlemeyi öğrenerek kurtulacaktır.
Londra, 23 Eylül 1885
III
Bu yeni baskı, çok önemsiz bazı biçem değişiklikleri dışında, bir
önceki baskının tıpkısıdır. Yalnızca bir bölüme, ikinci kısmın
"Eleştirel
Tarih Üzerine" başlıklı onuncu bölümüne, aşağıdaki nedenlerle,
bazı önemli eklemeler yapmakta sakınca görmedim.
Daha önce ikinci baskının önsözünde de belirtmiş bulunduğum gibi bu
bölüm, özsel olarak Marks'ın elinden çıkmıştır. Bir gazete için hazırlanan
ilk versiyonunda Marks'ın elyazmasını, özellikle Dühring'in tezlerinin
eleştirisinin yerini daha çok iktisat tarihi üzerindeki kişisel açıklamalara
bıraktığı yerlerde, önemli ölçüde,kısaltma zorunda kalmıştım. Ama bunlar,
tam da elyazmasının bugün bile canlı ve en sürekli yarar sağlayan bölümünü
oluşturan açıklamalardır. Kendimi, Marks'ın Petty, North, Locke, Hume gibi
kimseleri, klâsik ekonominin oluşumu içinde yerli yerlerine koyduğu
parçaları ve daha önemlisi Quesnay'nin
Tableau économique'ini,
bütün modern iktisat için çözümlenemez kalan o sfenks bilmecesini aydınlığa
çıkarma biçimini, olanaklı olduğunca tam ve sözcüğü sözcüğüne bir biçimde
vermek zorunda sayıyorum. Buna karşılık, salt bay Dühring'in yapıtlarına
göndermede bulunan parçalar, fikirlerin akışı izin verdiği
(sayfa: 55) ölçüde, bir yana bırakıldı.
Bunun dışında, bu yapıtta sunulan görüşlerin, bir önceki baskıdan bu
yana, dünyanın bütün uygar ülkelerinde, bilim dünyasının ve işçi sınıfının
bilincini dışavuran yayınlardaki yaygınlaşma biçiminden son derece hoşnut
olabilirim.
(sayfa: 56)
Londra, 23 Mayıs 1894 (sayfa: 57)
ANTİ-DÜHRİNG
GİRİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
GENEL DÜŞÜNCELER
Modern sosyalizm, içeriği bakımından, her şeyden önce bir yandan
modern toplumda varlıklılar ile varlıksızlar, ücretliler ile burjuvalar
arasında egemen olan sınıf karşıtlıklarının, öte yandan da üretimde egemen
olan anarşinin bilincine varmanın ürünüdür. Ama, teorik biçimi bakımından,
başlangıçta 18. yüzyıl Fransa'sındaki büyük Aydınlanma çağı filozofları
tarafından konulan ilkelerin daha gelişmiş ve daha tutarlı olmak isteyen bir
uzantısı olarak ortaya çıkar. Her yeni teori gibi, kökleri ekonomik
olguların derinliklerine daldığı ölçüde, ilkin daha önce varolan düşünler
temeline bağlanmak zorunda kalmıştır.
Fransa'da, gelmekte olan devrim konusunda kafaları aydınlatan büyük
adamların kendileri de son derece büyük devrimciler olarak görünüyorlardi.
Ne türden olursa olsun, hiçbir dış yetke tanımıyorlardı. Din, doğa anlayışı,
toplum, devlet örgütü, her şey,
amansız bir eleştiriden geçirildi; her şey, ya us mahkemesi önünde
varoluşunu doğrulamak, ya da varolmaktan vazgeçmek zorunda kaldı. Düşünen
us, her şeye uygulanacak tek ve eşsiz ölçü oldu. Bu dönem, Hegel'in dediği
gibi, önce insan beyni ile onun düşüncesi tarafından bulunan ilkelerin bütün
insan eylem ve topluluklarına temel hizmeti görmeleri anlamında, daha sonra
da bu ilkelerle çelişki durumunda bulunan gerçekliğin aslında tepeden
tırnağa ters çevrilmesi gibi daha geniş bir anlamda, dünyanın kafası üstüne
konulduğu dönem oldu. [13*]
Toplum ve devletin bütün eski biçimleri, bütün eski geleneksel
fikirler, usdışı ilan edildi ve bir yana atıldı; dünya o zamana değin
yalnızca önyargılarla yönetilmişti; geçmişe ilişkin olan her şey, ancak
acıma ve küçümsemeye değerdi. Ensonu gün doğuyordu; bundan böyle boşinan,
haksızlık, ayrıcalık ve baskı; sonsuz doğruluk, sonsuz adalet, doğa üzerine
kurulu eşitlik ve insanın devredilmez hakları tarafından silinip
süpürülecekti.
Bugün usun bu egemenliğinin, burjuvazinin ülküselleştirilmiş
egemenliğinden başka bir şey olmadığıni; ölümsüz adaletin, gerçekleşmesini
burjuva adaletinde bulduğu; eşitliğin, yasa önünde burjuva eşitliğine
vardığını; insanın temel haklarından biri olarak ... burjuva mülkiyetin ilan
edildiğini ve ussal devletin, Rousseau'nun toplum sözleşmesinin, dünyaya
ancak bir burjuva demokratik cumhuriyeti biçimi altında geldiğini ve ancak o
biçimde gelebilecek olduğunu biliyoruz.
18. yüzyılın büyük düşünürleri de, kendi çağlarının kendileri için saptadığı
engelleri, öncellerinin hiçbirinden çok aşamazlardı.
Ama feodal soyluluk ile burjuvazi arasındaki karşıtlığın yanısıra,
sömürenler ile sömürülenler, aylak zenginler ile çalışan yoksullar arasında
evrensel karşıtlık vardı. Ve burjuvazinin temsilcilerine, kendilerini özel
bir sınıfın değil ama acı çeken tüm insanlığın temsilcileri olarak gösterme
olanağını sağlayan şey de işte bu durum oldu. Dahası var. Burjuvazi,
doğuşundan başlayarak, karşıtının ağırlığı altındaydiı ücretliler olmaksızın
kapitalistler varolamazlar ve ortaçağ loncaları burjuvasinin modern burjuva
durumuna geldiği ölçüde, loncalar kalfası ile özgür gündelikçi de proleter
durumuna geliyordu. Ve hatta genel olarak, soyluluğa karşı savaşımda
burjuvazi, aynı zamanda o çağdaki çeşitli emekçi sınıfların çıkarlarının da
temsilcisi olduğunu ileri sürebiliyorduysa da, gene de her büyük burjuva
hareketinde, modern proletaryanın az çok gelişmiş önceli olan sınıfın
bağımsız hareketlerinin kendini gösterdiği görüldü. Almanya'da Reform ve
Köylüler savaşı döneminde Thomas Münzer eğilimi; büyük İngiliz devriminde
eşitleştiriciler; büyük Fransız devriminde Babeuf gibi. Daha gelişmesinin
ilk basamağında olan bir sınıfın bu devrimci ayaklanmasına karşılık düşen
teorik belirtiler de vardı: 16. ve 17. yüzyıllarda, ülküsel (ideal) bir
toplumun düşülküsel (ütopik) betimlemeleri;[14*]
18. yüzyılda da, daha o zamandan açıktan açiğa komünist
teoriler (Morelly ve Mably). Eşitlik istemi artık siyasal haklarla
sınırlanmıyordu; eşitlik, bireylerin toplumsal durumunu da kapsamalıydı;
ortadan kaldırılması gereken şey, artık yalnızca sınıf ayrıcalıkları değil,
sınıf ayrılıklarının ta kendisiydi. Yeni öğretinin ilk görünümü, böylece
Isparta'ya öykünen çileci (ascétique) bir komünizm oldu. Sonra üç
büyük ütopyacı geldi: Burjuva eğilimin proleter yönelim yanında henüz
belirli bir ağırlık taşıdığı Saint-Simon; Fourier ve Owen: Bu sonuncusu
(sayfa: 61), en gelişmiş kapitalist üretim ülkesinde
ve bu üretimin doğurduğu çelişkilerin etkisi altında, doğrudan doğruya,
Fransız materyalizmine bağlanarak, sınıf aynmlarının ortadan kaldırılması
üzerindeki önerilerini sistemli olarak geliştirdi.
Bunların her üçünde de ortak olan şey, tarihin bu arada meydana
getirdiği proletaryanın çıkarlarının temsilcileri olarak görünmemeleridir.
Aydınlanma çağı filozofları gibi bunlar da, belirli bir sınıfı değil ama tüm
insanliği kurtarmak isterler. Onlar gibi, usun ve ölümsüz adaletin
krallığını kurmak isterler. Ama onların krallığı ile Aydınlanma çağı
filozoflarının krallığı arasında dipsiz bir uçurum var. Bu filozofların
ilkelerine göre örgütlenmiş olan burjuva dünyası da usdışı ve adaletsizdir
ve bu nedenle mahkum edilmeli ve feodalizm ve daha önceki öteki toplumsal
durumlarla aynı torba içine konmalıdır. Eğer şimdiye değin gerçek us ve
adalet dünyada egemen olmamışsa, bunun nedeni, onların henüz tastamam
bilinmemiş olmasıdır. Eksik olan şey, şimdi gelmiş ve gerçeği gormüş bulunan
deha sahibi bireyin ta kendisiydi; onun şimdi gelmiş, gerçeğin tam da şimdi
görülmüş olması, tarihsel gelişim zincirinin, kaçınılmaz bir olay olarak,
zorunlu sonucu değil, basit bir şans eseridir. Deha sahibi birey, pekala 500
yıl önce de doğabilir ve insanlığı 500 yıllık yanılgı, savaşım ve acıdan
esirgeyebilirdi.
Bu görüş biçimi, özsel olarak bütün İngiliz ve Fransız sosyalistleri
ile Weitling dahil, ilk Alman sosyalistlerinin görüş biçimidir. Sosyalizm
mutlak doğruluk, mutlak us ve mutlak adaletin dışavurumudur ve kendi öz gücü
aracıyla dünyayı fethetmesi için bulgulanması yeter; mutlak doğruluk olarak
zamandan, uzaydan ve insan tarihinin gelişmesinden bağımsızdır;
bulgulanmasının tarihi ve yeri, yalnızca raslantıya bağlıdır. Böyle olduğu
için mutlak doğruluk, mutlak us ve mutlak adalet, her okul kurucusu ile
birlikte değişir ve her okul kurucusuna özgü mutlak doğruluk, mutlak us ve
mutlak adalet türü, onun öznel anlığına (müdrikesine), yaşam koşullarına,
bilgi ve düşüncesinin oluşma derecesine (sayfa: 62)
bağlı olduğundan, bu mutlak doğruluklar çatışmasının tek olanaklı çözümü,
bunların birbirini yıpratmasıdır. Bundan, bugün bile, gerçekte Fransa ve
İngiltere sosyalist işçilerinden çoğunun kafasında egemen olan sosyalizm
gibi ortalama bir seçmeci sosyalizm türünden başka bir şey çıkamazdı: içine
çeşitli mezhep kurucularının eleştirel gözlemlerinin, ekonomik savlarının ve
gelecekteki toplum konusundaki betimlemelerinin girdiği çok büyük bir
ayırtılar (nüanslar) çeşitliliği kabul eden bir karışım; ve her bileştiren
öğe içinde, belginliğin sivri köşeleri, tartışmalar boyunca, dere içindeki
çakıllar gibi ne denli çok yassılaşırsa, bu karışım o denli kolay oluşur.
Sosyalizmi bir bilim durumuna getirmek için, önce onu gerçek bir alan
üzerine yerleştirmek gerekiyordu.
Bununla birlikte, 18. yüzyıl Fransız felsefesi yanında ve onun
arkasından, modern Alman felsefesi doğmuş ve en gelişmiş biçimini Hegel'de
bulmuştu. Hegel'in en büyük değimi, en yüksek düşünce biçimi olarak
diyalektiğe dönmek oldu. İlkçağ Yunan filozoflarının hepsi doğuştan en
yüksek derecede doğal diyalektikçilerdi ve aralarında en ansiklopedik zeka
olan Aristoteles, diyalektik düşüncenin en özsel biçimlerini daha o zamandan
irdelemişti. Buna karşılık modern felsefe, diyalektiğin orada da parlak
temsilcileri (örneğin Descartes ve Spinoza) bulunmasına karşın, özellikle
İngiliz etkisi altında, 18. yüzyıl Fransızlarını da, hiç değilse salt
felsefi yapıtlarında hemen hemen ayrıklamasız egemenliği altına alan ve
metafizik denilen düşünce biçimi içine battı. Gerçek anlamıyla felsefe
dışında, gene de 18. yüzyıl Fransızları, diyalektik başyapıtları verecek
durumdaydılar; yalnızca Diderot'un Rameau'nun Yeğeni ile
Rousseau'nun İnsanlar Arasında Eşitsizliğin Kaynağı
ve Temelleri Üzerine Söylev'ini anımsatacağız. —
Burada kısaca, iki yöntemin özüne değinelim; ilerde bu konuya ayrıntılı bir
biçimde gene geleceğiz.
Doğayı, insan tarihini ya da kendi öz kafa etkinliğimizi düşüncenin
incelemesi altına koyduğumuz zaman, bize ilk görünen şey, hiçbir şeyin
olduğu gibi, olduğu yerde, olduğu (sayfa: 63) biçimde
kalmadığı ama her şeyin hareket ettiği, değiştiği, olduğu ve yokolduğu
sonsuz ve karşılıklı ilişkiler ve etkiler yumağı tablosudur. Demek ki içinde
ayrıntıların henüz azçok silindiği genel tabloyu görüyöruz; hareket eden,
geçen ve birbirine bağlanan şeyin kendisinden çok harekete,
birinden ötekine geçişIere, bağlantılara dikkat ediyoruz. Dünyayı düşünmenin
bu ilk, doğal, ama aslında doğru biçimi, antik Yunan filozoflarının düşünme
biçimidir ve onu açıkça ilk formüle eden de Herakleitos olmuştur: Her şey
hem kendisidir, hem de değildir, çünkü her şey akar, her şey
sürekli dönüşme, oluş ve yokoluş durumundadır. Ama bu görüş biçimi olaylar
bütününün sunduğu tablonun genel niteliğini ne denli doğru bir biçimde
kavrarsa kavrasın, gene de bu genel tabloyu meydana getiren ayrıntıları
açıklamaya yetmez ve onları açıklamaya yetenekli olmadığımız sürece, genel
tablo üzerinde açık bir düşünce sahibi de olamayız. Bu ayrıntıları bilmek
için, onları doğal ya da tarihsel bağlantılarından ayırmak ve nitelikleri,
özel neden ve sonuçları vb. içinde irdelemek zorundayız. Bu en başta, doğa
bilimi ile tarihsel araştırmanın görevidir; bu araştırma dalları, Yunanlılar
önce gereç toplama zorunda olduklarına göre, klasık çağ Yunanlılarında çok
yerinde nedenlerle ancak ikincil bir yer tutuyordu. Eleştirici incelemeye,
sınıflara, takımlara, türlere göre karşılaştırma ya da bölmeye geçebilmek
için, önce doğal ya da tarihsel verileri, belli bir noktaya değin toplamış
olmak gerekir. Gerçek doğa biliminin ana çizgileri, ancak İskenderiye dönemi
Yunanlıları ve daha sonra ortaçağda Araplar tarafından geliştirilmiştir;
gerçek bir doğa bilimine bir kez daha, ancak o tarihten sonra, bu bilimin
durmadan artan bir hızla geliştiği 15. yüzyılın ikinci yarısında raslanır.
Doğanın tekil parçalarına bölünmesi, çeşitli doğal süreç ve nesnelerin
belirli sınıflara ayrılması, organik cisimlerin iç yapılışlarının anatomik
yönlerinin çeşitliliği içinde irdelenmesi: doğanın bilinmesinde son dört
yüzyılın bize getirdiği büyük ilerlemelerin temel koşulları, işte bunlardı.
Ama bu yöntem bize, doğal nesne ve süreçleri tek başlarına, büyük
(sayfa: 64) genel bağlantı dışında, bunun sonucu
hareketleri içinde değil, hareketsizlikleri içinde; özsel bakımdan değişken
öğeler olarak değil, değişmez öğeler olarak; yaşamları içinde değil,
ölümleri içinde şöyle böyle kavrama alışkanlığını da geçirdi. Ve Bacon ile
Locke sayesinde bu görüş biçimi, doğa biliminden felsefeye geçtiği zaman,
son yüzyılların özgül darkafalılığını, metafizik düşünce biçimini meydana
getirdi.
Metafizikçi için şeyler ve onların düşüncedeki yansıları olan
kavramlar, biri ötekinden sonra ve öteki olmaksızın dikkate alınacak
değişmez, eğilip bükülmez, her zaman tıpkı kalan, yalıtık irdeleme
konularıdır. Metafizikçi orta terimler olmaksızın, yalnızca antitezler
aracıyla düşünür: evet evet, hayır hayır der; bunun ötesine geçen şey
metelik etmez. Ona göre, bir şey ya var ya da yoktur; bir şey aynı zamanda
hem kendisi, hem de bir başkası olamaz. Olumlu ile olumsuz birbirlerini
mutlak olarak dıştalarlar; neden ve sonuç da aynı derecede sert bir biçimde
birbirlerine karşı gelirler. Eğer bu düşünce biçimi, bize ilk bakışta son
derece usayatkın görünüyorsa bunun nedeni, bu düşünce biçiminin sağduyu
denilen şeyin düşünce biçimi olmasıdır. Ama kendi dört duvarının zavallı
alanında kapanıp kaldığı sürece bu arkadaş, ne denli saygıdeğer olursa
olsun, geniş araştırma dünyasına atılmayı göze aldığı andan başlayarak
sağduyu büsbütün şaşılacak sierüvenlerle karşılaşır ve metafizik görüş
biçimi, boyutları konunun niteliğine göre değişen geniş alanlarda ne denli
doğrulanmış ve ne denli zorunlu olursa olsun, her zaman, er ya da geç,
ötesinde dar, sınırlı, soyut bir duruma geldiği ve çözülemez çelişkiler
içinde kendini yitirdiği bir engele çarpar; bunun nedeni, tekil nesneler
karşısında onların bağlantılarını; tekil nesnelerin varlıkları
karşısında,onların oluş ve yokoluşlarını; hareketsizlikleri karşısında,
hareketlerini unutmasıdır; ağaçlar, onun ormanı görmesini engeller. Günlük
gereksinmeler bakımından, örneğin bir hayvanın yaşayıp yaşamadığını biliyor
ve kesinlikle söyleyebiliyoruz; ama daha belgin bir irdeleme bize, bu
sorunun bazan en karışık sorunlardan biri olduğunu gösterir ve bir çocuğu
arınesinin (sayfa: 65) karnında öldürmenin canakıyma
olduğu ussal sınırı bulmak için boşuna çabalayan hukukçular bunu çok iyi
bilirler; ve ölüm anını saptamak da aynı derecede olanaksızdır, çünkü
fizyoloji, ölümün tek ve bir anlık bir olay değil, ama çok uzun süreli bir
süreç olduğunu göstermektedir. Aynı biçimde, her organik varlık, her an, hem
aynı, hem aynı-olmayan şeydir; her an, yabancı maddeleri özümler ve başka
yabancı maddeleri dışarı atar, her an bedenindeki hücreler yok olur ve yeni
hücreler oluşur; azçok uzun bir zaman sonunda, bu bedenin maddesi tamamen
yenilenir, başka madde atomları ile değiştirilir; öyleki her organik varlık
hem hiç değişmez, hem de bir başkasıdır. Şeylere biraz yakından bakınca, bir
çelişkinin olumlu ve olumsuz gibi iki kutbunun, karşıt oldukları kadar
ayrılmaz da olduklarını ve bütün antitez değerlerine karşın, karşılıklı
olarak birbirlerine karıştıklarını; aynı biçimde, neden ve sonucun, ancak
özel bir duruma uygulandıklarında geçerliği bulunan kavramlar olduklarını,
ama bu özel durumu, dünyanın bütünü ile genel bağlantısı içinde düşünmeye
başladığımız andan başlayarak, bu kavramların, neden ve sonuçların sürekli
olarak yer değiştirdiklerini, şimdi ya da burada sonuç olanın, başka yerde
ya da daha sonra neden, ve vice versa [15*]
durumuna geldiği evrensel karşılıklı etki görünümü içinde
birleştiklerini, birbirlerine dönüştüklerini de görürüz.
Bütün bu süreçlerin, bütün bu düşünce yöntemlerinin hiçbiri, metafizik
düşünce çerçevesine girmez. Nesneleri ve onların kavramsal yansılarını,
özsel olarak bağlantıları, zincirlemeleri, hareketleri, doğuşları ve sonları
içinde kavrayan diyalektik içinse, tersine, yukarda sözü edilen süreçler,
onun kendine özgü davranış biçiminin birer doğtulanmasıdır. Doğa,
diyalektiğin deneme tezgahıdır ve modern doğa bilimi onuruna, onun bu deneme
tezgahı için her gün artan zengin bir olgular hasadı sağlayarak, böylece
doğada her şeyin, son çözümlemede, metafizik olarak değil diyalektik olarak
olup bittiğini, doğanın durmadan yinelenen bu çevrimin sonsuz
(sayfa: 66) tekdüzeliği içinde hareket etmeyip,
gerçek bir tarih geçirdiğini tanıtladığını söylemeliyiz. Burada, herkesten
önce, bugünkü bütün organik doğanın, bitkilerin, hayvanların ve dolayısıyla
insanın da, milyonlarca yıl süren bir evrim sürecinin ürünü olduğu
tanıtlayarak, doğanın metafizik anlayışına en büyük darbeyi indirmiş bulunan
Darwin'i anmak gerek. Ama şimdiye değin diyalektik biçimde düşünmeyi
öğrenmiş bulunan bilginler parmakla sayılabilecek denli az olduğu için,
bulunan sonuçlar ile geleneksel düşünce biçimi arasındaki çatışma, bugün
doğa bilimleri teorisinde egemen olan ve öğretmenler ile öğrencileri,
yazarlar ve okurları umutsuzluğa düşüren o büyük karışıklığı açıklar.
Evrenin, onun ve insanlığın evriminin olduğu gibi, bu evrimin
insanların beynindeki yansımasının da doğru bir biçimde kavranması, öyleyse
ancak oluş ve yokoluşun, ilerleyen ve gerileyen değişikliklerin evrensel
karşılıklı etkilerini sürekli olarak gözönünde tutarak, diyalektik yoldan
olanaklıdır. Ve modern Alman felsefesi de, kendini işte hemen bu yönde
gösterdi. Kant, mesleğine, Newton'un kararlı güneş sistemini ve onun —bir
kez o ünlü ilk hareket olduktan sonra— sonsuz süresini, güneşin ve bütün
gezegenlerin dönüş durumunda bulunan nebula yığınından döğduğu biçimindeki
tarihsel bir süreç biçimine dönüştürerek başladı. Ve o bundan, daha o
zamandan, doğmuş olduğuna göre güneş sisteminin bir gün zorunlu olarak
ölmesi gerektiği sonucunu çıkarıyordu. Bu görüş, bir yarım yüzyıl sonra
Laplace tarafından matematik olarak doğrulanmış ve bir yüzyıl sonra da
spektroskop, evrende çeşitli yoğunluk derecelerinde bulunan bu türlü akkor
durumunda gaz yığınlarının varlığını göstermiştir.[16*]
Bu modern Alman felsefesi doruğunu, ilk kez olarak bütün doğa, tarih ve tin dunyasının sürekli bir
hareket, sürekli bir değişme, sürekli bir dönüşüm ve evrim içine girmiş bir
süreç biçiminde kavrayan ve bu hareket ile bu evrimin iç bağlantısını
göstermeye girişen Hegel sisteminde buldu ve Hegel sisteminin büyük değimi
de budur. Bu açıdan insanlık tarihi, artık olgunluğa varmış felsefi us
mahkemesi önünde hepsi de aynı biçimde hüküm giymesi gereken ve olanaklı
olduğunca çabuk unutulmasında yarar bulunan anlamsız zorbalıkların kaotik
bir karışımı olarak değil, insanlığın kendisinin evrimlenebilen süreci
olarak görünüyordu; ve şimdi düşüncenin, bu sürecin tüm dolambaçları
arasından yavaş ilerleyişini izlemek ve onda, bütün görünür olumsallıklar
arasında, yasaların varlığını göstermek gibi bir görevi vardi.
Hegel'in bu sorunu çözmemiş olmasının burada pek önemi yok. Onun çağ
açan başarısı, bu sorunu koymuş olmasıdır. Bu sorun hiç kimsenin, hiçbir
zaman tek başına çözemeyeceği sorunlardandır. Hegel —Saint-Simon ile
birlikte— çağının en ansiklopedik kafası olmasına karşın, gene de önce kendi
öz bilgilerinin zorunlu olarak kısıtlı genişliği, sonra çağının bilgi ve
görüşlerinin aynı biçimde kısıtlı genişlik ve derinliği ile sınırlıydı. Ama
bir üçüncü özelliği daha hesaba katmak gerek. Hegel idealistti, yani
kafasındaki fikirleri, gerçek şey ve süreçlerin azçok soyut yansıları olarak
görecek yerde tersine, nesneler ile nesnelerin gelişmesini, dünya varolmadan
önce bilinmeyen bir yerde varolan "idea"nin gerçekleşmiş yalın kopyaları
olararak görüyordu. Bundan ötürü her şey başaşağı konulmuş ve dünyanın
gerçek bağlantısı tamamen tersine çevrilmişti. Ve Hegel, birçok özel
ilişkiyi büyük bir doğruluk ve deha ile kavramış bulunmasına karşın,
yukardaki nedenler ayrıntının da çoğu kez yırtık yamamaya, oyuna, yapmaçığa,
sözün kısası gerçeğin bozulmasına dönmesini kaçınılmaz kılıyordu. Hegel
sistemi, bu niteliğiyle büyük bar başarısızlık olmuştu — türün sonuncusu
olmasına karşın. Gerçekten, her zaman onulmaz bir iç çelişkinin acısını
çekmiyor muydu? Bir yandan, özsel konutu (postulatı),
(sayfa: 68) insanlık tarihinin, niteliği gereği, entelektüel sonunu
sözde mutlak bir doğruluğun bulgulanmasında bulamayacak evrimlenebilir bir
süreç olduğu yolundaki tarihsel anlayıştı; ama öte yandan, bu mutlak
doğruluk kitabının ta kendisi olduğunu ileri sürüyordu. Her şeyi kapsayan ve
hep aynı kalan bir doğa ve tarih bilgisi sistemi, diyalektik düşüncenin
temel yasaları ile çelişki durumundadır; bununla birlikte, bu, dış dünyanın
genel matematik bilgisinin kuşaktan kuşağa dev adımlarıyla yürüyebilmesini
hiçbir zaman dıştalamaz, tersine içerir.
Geçmişteki Alman idealizmine özgü tam bozulma bir kez kavrandıktan
sonra, ister istemez materyalizme dönmek gerekiyordu, ama —dikkat edelim—
18. yüzyılın katıksız metafizik, salt mekanik materyalizmine değil. Bütün
önceki tarihin o yalınkat, o bönce devrimci bir biçimde kınanması karşısında
modern materyalizm, tarihte insanlığın evrim sürecini görür ve görevi de bu
sürecin hareket yasalarını bulmaktır. 18. yüzyıl Fransızlarında olduğu denli
Hegel'de de egemen olan ve doğayı hep aynı kalan ve Newton'a göre ölümsüz
göksel cisimler, Linné'ye göre ise değişmez organik varlıklarla dar
çevrimler biçiminde hareket eden bir bütün olarak düşünen doğa anlayışı
karşısında modern materyalizm, tersine, doğa biliminin, doğanın da zaman
içinde bir tarihi olduğu yolundaki modern ilerlemelerinin bireşimini yapar;
göksel cisimler, orada uygun koşullar içinde yaşamaya yetenekli canlı
varlıklar olarak doğarlar ve ölürler ve dolaşım çevrimleri, kabul
edilebildikleri ölçüde, son derece daha büyük boyutlar kazanır. Her iki
durumda da modern materyalizm, özsel olarak diyalektiktir ve öteki
bilimlerin üstünde yer alan bir felsefeye gereksinme duymaz. Her özel
bilimin, şeylerin genel bağlantısı ve bilgisi içinde tuttuğu yer konusunda
tam bir hesap vermeye çağrıldığı andan başlayarak, genel bağlantının her
türlü bilimi gereksiz duruma gelir. O zaman bütün eski felsefeden, bağımsız
bir durumda, düşünce ve düşünce yasaları öğretisinden, biçimsel (formel) ve
diyalektik mantıktan başka bir şey kalmaz. Üst yanı, pozitif doğa ve
(sayfa: 69) tarih bilgisi içine girer.
Ama doğa anlayışındaki değişme, ancak araştırma buna uygun düşen
nicelikte olumlu bilgi sağladığı ölçüde gerçekleşebilirken, tarih
anlayışında yeni bir yön getiren tarihsel olgular, kendilerini çok daha
önceden kabul ettirmişlerdi. 1831'de Lyon'da ilk işçi ayaklanması olmuştu;
1838'den 1842'ye, ilk ulusal işçi hareketi, İngiliz çartistleri hareketi, en
yüksek noktasına varıyordu. Proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf
savaşımı bir yandan büyük sanayideki gelişme, bir yandan da burjuvazi
tarafından ele geçirilmiş bulunan siyasal egemenlik ile orantılı olarak,
Avrupa'nın en ileri ülkelerinin tarihinde birinci plana geçiyordu. Burjuva
iktisadının sermaye ile emek çıkarları arasındaki özdeşlik üzerindeki, özgür
yarışma (serbest rekabet) sonucu evrensel uyum ve evrensel gönenç üzerindeki
öğretileri, olgular tarafından gitgide daha sert bir biçimde yalanlanıyordu.
Bütün bu olguları ve bütün eksikliklerine karşın bu olguların teorik
dışavurumu olan Fransız ve İngiliz sosyalizmini yalanlamak, artık olanaklı
değildi. Ama tarihin henüz geri püskürtülmemiş bulunan eski idealist
anlayışı, maddi çıkarlara dayanan sınıf savaşımlarını, hatta genel olarak
maddi çıkarları tanımıyordu; üretim ve bütün ekonomik ilişkiler ona,
yalnızca "uygarlık tarihi"nin ikincil öğeleri olarak, savsaklanabilir şeyler
olarak görünüyorlardi.
Yeni olgular, bütün geçmiş tarihi yeni bir incelemeden geçmeye
zorladılar ve bütün geçmiş tarihin bir sınıflar savaşımı tarihi
olduğu, birbirine karşı savaşım durumundaki bu toplumsal sınıfların her
zaman üretim ve değişim ilişkilerinin, kısacası çağlarındaki ekonomik
ilişkilerin ürünleri oldukları; buna göre, toplumun ekonomik yapısının her
kez, son çözümlemede, hukuksal ve siyasal kurumların tüm üst yapısını olduğu
gibi, her tarihsel dönemin dinsel, felsefi ve öteki fikirlerini de
açıklamayı sağlayan gerçek temeli oluşturduğu görüldü. Böylece idealizm, son
sığınağından, tarih anlayışından kovulmuş; tarihin materyalist bir anlayışı
ortaya çıkmış ve şimdiye değin yapıldığı gibi, insanların varlığını
(sayfa: 70) bilinçleri aracıyla açıklamak yerine,
insanların bilincini varlıkları aracıyla açıklamak için yol bulunmuş
oluyordu.
Bunun sonucu sosyalizm, artık şu ya da bu dahinin rasgele bir buluşu
olarak değil ama tarih tarafından oluşturuları iki sınıfın, proletarya ile
burjuvazinin savaşımlarının zorunlu ürünü olarak görünüyordu. Artık
sosyalizmin görevi, elden geldiğince eksiksiz bir toplumsal sistem imal
etmek değil ama iktisadın, bu sınıfları ve onların karşıtlıklarını zorunlu
bir biçimde ortaya çıkaran tarihsel gelişmesini incelemek ve bu biçimde
türetilen ekonomik durum içinde çatışmayı çözme araçlarını bulmaktı.
Ama Fransız materyalizminin doğa anlayışı, diyalektik ve modern doğa
bilimi ile ne denli bağdaşmaz idiyse, daha önceki sosyalizm de bu
materyalist anlayışla o denli bağdaşmaz idi. Gerçi daha önceki sosyalizm
varolan kapitalist üretim biçimi ile bu üretim biçiminin sonuçlarını
eleştiriyordu, ama onu ne açıklayabiliyor, dolayısıyla ne de üstesinden
gelebiliyordu; kötü diye kaldırıp atmaktan başka bir şey yapamıyordu. İşçi
sınıfının kapitalist üretim biçiminden aynlmaz sömürülmesine karşı ne denli
çok öfkeleniyorsa, bu sömürünün neye dayandığını ve kaynağının ne olduğunu
açık bir biçimde o denli az gösterme durumunda bulunuyordu. Sorun bir yandan
bu kapitalist üretim biçimini tarihsel bağlantısı ve tarihin belirli bir
dönemi için zorunluluğu içinde, öyleyse yıkılma zorunluluğu ile birlikte
düşünmek, öte yandan, eleştiri şimdiye değin bu üretim biçiminin
işleyişinden çok kötü sonuçları üzerine atıldığından, onun hala gizli kalmış
iç hareketlerini ortaya çıkarmaktı. Artı- değer'in bulunması,
işte bu işi yaptı. Ödenmemiş emeğe sahip çıkmanın, kapitalist üretim
biçiminin ve işçinin bundan doğan sömürülmesinin temel biçimi olduğu;
kapitalist işçinin emek-gücünü,[17*]
bu (sayfa: 71) gücün pazarda meta olarak
sahip olduğu değer üzerinden satın aldığı zaman bile, ondan gene de onun
için ödemiş bulunduğundan daha çok değer elde ettiği ve bu artı-değerin, son
çözümlemede, varlıklı sınıflar elinde birikmiş, durmadan büyüyen sermaye
yığınının çıktığı değer toplamını oluşturduğu tanıtlandı. Kapitalist
üretimin olduğu denli, sermaye üretiminin işleyişi de açıklanmiş
bulunuyordu..
Bu iki büyük bulguyu: tarihin materyalist anlayışı ile kapitalist
üretimin gizeminin artı-değer aracıyla açıklanmasını, Marks'a borçluyuz.
Onun sayesindedir ki sosyalizm, şimdi bütün ayrıntıları üzerinde uzun uzun
çalışılması gereken bir bilim durumuna geldi.
İşte bay Eugen Dühring, hiç de gürültüsüz olmayan bir biçimde sahneye
sıçradığı ve felsefede, ekonomi politikte ve sosyalizmde kendi çabalarıyla
gerçekleşmiş tam bir altüst oluşu bildirdiği sırada, teorik sosyalizm ve
müteveffa felsefe alanlarında işler aşağı yukarı bu merkezdeydi.
Şimdi bay Dühring'in bize ne söz verdiğine... ve neyi tuttuğuna
bakalım. (sayfa: 72)
İKİNCİ BÖLÜM
BAY DÜHRİNG'İN VERDİĞİ SÖZLER Bay Dühring burada gözönünde tutulan yapıtları, her şeyden önce
Felsefe Dersleri, Siyasal ve Toplumsal
İktisat Dersleri, ve Ekonomi Politik ve
Sosyalizmin Eleştirel Tarihi adlı yapıtlarıdır. BaşIamak
için, dikkatimizi özellikle gerektiren yapıt, birinci yapıttır.
Daha ilk sayfadan başIayarak bay Dühring, kendisini "zamanında ve
felsefenin gelişmesinin önceden görülebilir bir dönemi için bu gücü
(felsefeyi) temsil hakkını isteyen adam" olarak
sunuyor. Yani bugünün ve "önceden görülebilir" geleceğin tek gerçek filozofu
olduğu savında bulunuyor. Ondan ayrılan, doğruluktan da ayrılır. Bay
Dühring'ten önce de birçok kişi kendisi üzerine böyle düşündü ama
—Richard Wagner bir yana— kendisi üzerine rahatlıkla bunu söyleyen ilk kişi,
bay Dühring'tir.
Bay Dühring'in felsefesi, "doğal sistem ya da gerçeğin
(sayfa: 73) felsefesi [dir] ... Bu
felsefede gerçeklik, kuruntuya dayanan ya da öznel bakımdan sınırlı bir
dünya tasarımının her türlü geçici hevesini
dıştalayan bir biçimde düşünülür."
Demek ki bu felsefe, bay Dühring'i kendisinin bile yadsımaya cüret
edemeyeceği sınırların, kişisel ve öznel sınırlamanın koyduğu sınırların
üstüne yükseltecek nitelikte. Şimdiye değin bu mucizenin nasıl
gerçekleşeceğini henüz görmemiş olmamıza karşın, işte felsefenin son
çözümlemede kesin doğrulukları tanıtlayacak bir durumda bulunabilmesi için
her durumda zorunlu olan kişi.
"Zeka bakımından kendi niteliği gereği değerli olan [bu] doğal bilgi
sistemi, düşünce derinliğinden hiçbir şey yitirmeksizin, Varlığın temel
biçimlerini kesinlikle tanıtladı."
Bu sistem, kendi "gerçekten eleştirici" görüşü açısından, "gerçek ve
bunun sonucu doğanın ve yaşamın gerçekliği üzerine yönelmiş bir felsefenin,
salt görünür çevreni (ufku) kabul etmeyen ama iyiden iyiye
devrimci hareket içinde dış ve iç
doğanın bütün yerleri ile bütün göklerini
kullanan bir felsefenin öğelerini" sunar; "yeni bir düşünce biçimi"dir bu ve
"son derece özgün sonuçlar ve görüşlere ... sistem doğurucu fikirlere ...
tanıtlanmış doğruluklara" varır.
"Gücünü yoğunlaştırılmış girişkenlikte [bu da ne demek ola?] aramak
zorunda olan bir yapıt, köklere kadar inen bir inceleme
.. köktenci bir bilim ... şeylerin ve insanların sıkı
sıkıya bilimsel bir görüşü ... şeyleri her
yönden kavrayan bir düşünce çalışması, düşüncenin egemen
olabilecek durumda bulunduğu varsayım ve tümdengelimlerin yaratıcı bir
taslağ ... mutlak temel" karşısındayız.
Ekonomi politik alanında bay Dühring, bize yalnızca, üstelik
aralarında "büyük üsluplu tarih yazma biçimim" ile
sivrilen ve iktisada "yaratıcı değişiklikler" getiren tarihsel yapıtlar da
bulunan "tarihsel bakımdan ve sistematik bakımdan geniş bir değer taşıyan
çalışmalar" vermekle kalmaz, ayrıca gelecekteki toplum için, "açık
ve en uzak köklere kadar erişen
bir teorinin pratik sonucu" olan ve dolayısıyla kurtuluş için
dühringvari felsefe denli yanılmaz ve o denli gerekli (sayfa
74) bulunan, kendi icadı dörtbaşı bayındır bir sosyalist planla da
işini tamamlar; gerçekten, "ancak ve ancak Siyasal ve
Toplumsal İktisat Dersleri yapıtımda başlıca özelliklerini vermiş
bulunduğum sosyalist kuruluştadır ki gerçekten kendi malı olarak malik
olmak, yalnızca görünüşteki ve geçici ya da zor üzerine kurulu mülkiyetin
yerine geçebilir".
İşte gelecek, buna göre kendisine çekidüzen vermeli.
Bay Dühring'e gene bay Dühring tarafından yapılan bu övgüler demeti
kolayca on kat büyütülebilirdi. Bu demet, daha şimdiden kendi kendine
gerçekten bir filozofla mı, yoksa bir ... ile mi karşı karşıya bulunduğunu
soran okurun kafasında bazı kuşkular uyandırmış olmalı. Ama, kendisine
duyurulan "köktenci" derinliği daha yakından tanıyıncaya değin, okurlardan
yargısını saklamasını rica etmemiz gerekiyor. Eğer yukardaki demeti vermiş
bulunuyorsak, bu yalnızca önümüzde fikirlerini yalınlıkla dışavuran ve
bunlarin değerini kararlaştırma işini geleceğe bırakan bir filozof ve
sıradan bir sosyalist değil, ama papa kadar yanılmaz olduğunu öne süren ve
sapıklıkların en kınanması gerekeninin içine düşmek istenmiyorsa, kurtuluş
için zorunlu olan öğretisinin düpedüz kabul edilmesi gereken tamamen
doğaüstü bir varlık bulunduğunu göstermek içindir. Hiç de bütün ülkelerdeki
ve yakın bir süreden beri de Almanya'daki sosyalist yazında bol bol görülen
çeşitli çaplardaki adamların, dünyanm en içten biçimiyle, çözümleri için
azçok gereç sıkıntısı çekebildikleri sorunlarda bir açıklığa varmaya
çalıştıkları, ama bilimsel ya da yazınsal eksiklikleri ne olursa olsun
sosyalist iyi niyetin her zaman kabul edilmesi gereken o çalışmalardan biri
karşısında bulunmuyoruz. Tersine bay Dühring, bize son çözümlemede kesin
doğruluklar olduklarını, yanlarında her türlü başka kanının a
priori [önsel olarak] yanlış olduğunu ileri sürdüğü tezler sunuyor,
başka doğruluklara yer vermeyen doğrulukla birlikte, yanında bütün öteki
yöntemlerin bilime yabancı kaldıkları sıkı sıkıya bilimsel tek araştırma
yöntemini de elinde tutuyor. Ya haklıdır — ya o zaman biz gelmiş geçmiş
bütün devirlerin en büyük dehası, ilk yanılmaz insan olduğu için,
(sayfa 75) ilk üstün insan ile karşı karşıya
bulunuyoruz demektir; — ya da haksızdır ve o zaman, yargımız ne olursa
olsun, olası iyi niyeti için gösterilecek bütün iyilikçi saygılar, bay
Dühring'in gözünde saldırıların en korkuncu olacaktır.
İnsan, son çözümlemede kesin doğruluk ile sıkı sıkıya bilimsel olan
tek yöntemi elinde tutunca, elbette insanlığın yanlışlığa batmış ve bilime
yabancı geri kalan bölümü için belirli bir küçümseme duyacaktır. Öyleyse,
bay Dühring'in öncellerinden büyük bir küçümseme ile söz ettiğini görmek ve
onun köklü derinliği karşısında bağışlanan, büyük adamlığa ayrıksın olarak
kendisi tarafından yükseltilmiş az büyük adam bulunduğunu saptamakla
şaşırmamalıyız.
Önce filozoflar üzerine dediklerini dinleyelim:
"Her türlü yüksek ahlak duygusundan yoksun Leibniz ... olanaklı bütün
saray filozoflarının en iyisi".
Kant henüz biraz hoşgörü görüyor; ama ondan sonra herşey altüst olmuş,
o zaman gelsin "en yakın artçıların (epigonlann), özellikle bir Fichte ve
bir Schelling'in düzeni bozulmuş imgelemeleri ve boş olduğu denli de
budalaca çılgınlıkları ... bilgisiz bir doğa felsefeciliğinin korkunç
karikatürleri ... bir Hegel'in [doruğuna çıkardığı] Kant-sonrası saçmalıklar
ve saçmaca kuruntular".
Hegel, "hegelci bir jargon" konuşuyor ve "biçimdeki bilim-dışı tarzı"
ve "kabalıkları" ile "hegelci vebayı" yayıyordu.
Bilginlerin payına da daha iyisi düşmüyor, ama yalnızca Darwin kendi
adıyla anılmış ve biz de onunla yetinmek zorundayız:
"Darvinci yarı-şiir ve kaba anlayış darlığı ve ayırt etme körlüğü ile
birlikte değişimlerle oynama ustalığı. Bizim kanımızca, lamarkcı tezlerin
elbette ayrık tutulmaları gereken özgül darvincilik, insanlığa
karşı yönelmiş bir kabalık eseridir."
Ama en kötü davranışı görenler, sosyalistler. Louis Blanc —hepsinin en
önemsizi olan Louis Blanc— bir yana, hepsi de toptan yoksul günahkârlardır
ve bay Dühring'den önce (ya da sonra) sahip olabildikleri ünün adamakıllı
altındadırlar. (sayfa 76) Ve yalnızca doğruluk ve
bilimsel kavrayış bakımından değil, karakter bakımından da böyledirler.
Babeuf ve birkaç 1871 komüncüsü dışında, bunların hiçbiri "adam" sayılmaz.
Üç ütopyacı "toplumsal simyacılar" adını alırlar. Üçü arasında Saint-Simon,
"coşkunluk"tan başka bir şeyle eleştirilmediği ve merhametli bir biçimde
deli olabileceği yavaşça aşılandığı ölçüde, gene de kollanmaktadır. Fourier
ise, tersine, bay Dühring'in sabrını taşırır. Çünkü Fourier "çılgınlığın
bütün belirtilerini ... göstermiştir... . Daha çok tımarhanelerde bulunması
beklenen düşünceler ... en düzensiz kuruntular ... sayıklama ürünleri ...
Fourier, bu sözle anlatılmaz sersem"; bu "zavallı çocuk beyni", bu "budala",
bütün bunlarla birlikte, sosyalist bile değildir; onun phalanstère'inin[18*]
ussal sosyalizm ile hiçbir ilişkisi yoktur, "günlük alış-veriş
modeline göre kurulmuş eciş-bücüş bir yapı"dır. Ve ensonu:
"Bu tiradların [Fourier'nin Newton üzerine yaptığı açıklamalar] ...
Fourier'nin adında ve bütün furiyecilikte doğru olarak yalnızca birinci
hecenin[19*]
bulunduğuna inandıramadığı kişinin de budalalar
kategorilerinden birinin içine sokulması gerekir."
Ensonu, Robert Owen, "donuk ve yoksul fikirlere sahipti ... ahlak
konusunda öylesine bayağı düşüncesi ... ciddi kılığa sokulmuş saçmasapan
sözler halinde yozlaşmış birkaç beylik düşünce ... saçma ve kaba görüş tarzı
Owen'ın düşüncelerinin akışı biraz ciddi bir eleştiriden geçirme zahmetine
pek değmez ... boşluğu ... [vb.]"
Ütopyacıları, büyük bir zeka ile, adlarına göre: Saint-Simon, saint
[aziz], Fourier, fou [deli], enfantin, enfant [çocuk] diye
nitelendirdikten sonra (ekleyecek yalnızca bir şey kalıyor: Owen-
déveine! [bahtsızlık], bay Dühring, sosyalizm tarihinin bütün bu önemli
dönemini dört sözcükte ... düpedüz yıldırımla vurulmuşa döndürüyor. Ve kim
ki bundan kuşkuya düşerse, "budalalar kategorilerinden birinin içine
sokulabilir."
Bay Dühring'in daha sonraki sosyalistler üzerindeki yargıları
arasından, kısa olmak için, yalnızca Lassalle ve Marks üzerine
söylediklerini not edeceğiz.
"[Lassalle]: Her şeyde kusur arama bilgiç zevkiyle birleşmiş
vulgarizasyon denemeleri ... taşkın skolastik ... genel teoriler ile bayağı
hafifliklerin korkunç bir karışımı saçma ve biçimsiz hegelci boşinan ...
izlenmeyecek örnek ... doğuştan anlayış darlığı ... en bayağı işporta
malıyla kendine önemli adam süsü vermek... Yahudi kahramanımız ... yergici
... alelade ... yaşam ve dünya görüşünde iç kılıksızlık."
"[Marks]: Kavrayış darlığı ... çalışmaları ve ürünleri, kendiliğinden
ve kendisi için, yani salt teorik açıdan, konumuz [sosyalizmin eleştirel
tarihi] bakımından sürekli bir anlamdan yoksundurlar; entelektüel akımların
genel tarihi bakımından, olsa olsa modern bir sekter skolastik dalının
etkilerinin belirtileri olarak gösterilebilirler ... Bireşim ve sınıflama
yetilerinin güçsüzlüğü ... düşünce ve anlatımın biçimsiz karakteri, dilin
bayağı gidişi ... ingilizleştirilmiş boşluk ... aldatmaca ... gerçekte
tarihsel ve mantıksal hayalgücünün soysuz ürünlerinden başka birşey olmayan
düzeni bozulmuş kavramlar ... aldatıcı anlatım ... kişisel kendini
beğenmişlik ... küçük ve yaralayıcı davranış ... saygısız ... akıllı geçinen
oyun ve kırıtkanlıklar ... derin bilgi anlaşılmazlıkları ... felsefe ve
bilimde geri kafa".
Ve başka, ve başka, çünkü bütün bunlar henüz bay Dühring'in gül
bahçesinden geçerken toplanmış küçük bir buketten başka bir şey değil.
Kuşkusuz konumuz, şimdilik, —eğer biraz terbiyesi olsaydı, bay Dühring'i
yaralayıcı ve saygısız herhangi bir şey bulmaktan
alıkoymaları gereken— bu sevimli sövgülerin de son çözümlemede kesin
doğruluklardan olup olmadıklarını bilmek değil. Bundan ötürü bizi, içine
gireceğimiz budalalar kategorisini bile seçmekten alıkoyan korku yüzünden,
şimdilik bunların "köktenci" derinlikleri üzerine herhangi bir kuşku
belirtmekten adamakıllı sakınacağız. Yalnızca, bir yandan bay Dühring'in
"sakınımlı ve sözcüğün gerçek anlamıyla alçakgönüllü dilin incelmiş
karakteri" (sayfa 78) dediği şeyden bir örnek vermeyi
ve öte yandan da öncellerinin değersizliğinin bay Dühring'in gözünde kendi
öz yanılmazlığından daha az kesin olmadığını saptamayı kendimize görev
bildik. Bu yanılmazlık konusunda, gelmiş geçmiş bütün çağların en güçlü
dahisi için en derin saygılarımızı sunarız ... eğer gerçekten öyle ise.(sayfa
79)
Dipnotlar
[1*] Bu alıntı, Fransız tuğamirali Chevalier
de Panat'nın 1796 yılında yazdığı bir mektuptaki bir söze anıştırmadır.
Devrimden hiçbir ders alamayan Fransız kralcılarından sözeden tuğamiral,
şöyle yazıyordu: "Kimse ne bir şey unutabildi, ne de bir şey öğrenebildi."
-Ed.
[2*] Rudolf Virchow'un, 22 Eylül 1877 günü
Münih'te, Alman doğabilimci ve hekimlerinin 50. Kurulunda verdiği söyleve
anıştırma. Bkz:
Virchow, Die Freiheit der
Wissenschaft im modernen Staat.... Berlin 1877, s.
13. -Ed.
[3*] Dr. Schweninger, 1881 yılından beri
Bismarck'ın özel hekimi idi ve bu nedenle 1884'te üniversiteye profesör
atandı. -Ed.
[4*] Sözkonusu yapıt için, bkz:
Ütopik
Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Sol Yayınları,
Ankara 1993. -Ed.
[5*] Tarımsal kimya irdelemesine girişinde,
Liebig şöyle yazar: "Kimya, çok hızlı ilerlemeler yapıyor ve treni izlemek
isteyen kimyacılar, sürekli bir ses değişimi durumu (
état de
mue) içinde bulunuyorlar...... Justus von Liebig,
Dies
Chemie in ihrer Anwendung auf Agricultur
und Physiologie, 7. baskı, Brunswick 1862, s. 26. -Ed.
[6*] Amerika'da yaşayan sosyal-demokrat H. W.
Fabain, 6 Kasım 1880 günü, Marks'a şöyle yazmıştı: "Her ne denli Bay Engels,
birçok durumda
'in kesin
matematik işlemlerin zorunlu sonucu olduıunu düşünüyorsa da, gerçeğin sıkı
felsefi teorisi anlamında,
kavramının mantıksal bir ucube olduğunu anımsatmak gerek, çünkü olumsuz bir
varoluşu bilmek, düpedüz olanaksızdır..." -Ed.
[7*] Düşüncesiz Karl Vogt'çular sürüsü ile
birlikte, eski doğa felsefesine saldırmak, onun tarihsel anlamını
değerlendirmekten çok daha kolaydır. Eski doğa felsefesi, önemli bir
anlamsızlık ve düşlem payı içerir, ama aynı çağdaki görgücü (empiriste)
doğalcıların felsefi-olmayan teorilerinden daha çok değil; ve evrim
teorisinin yayılmasından bu yana, eski doğa felsefesinin de hayli anlam ve
bilgi içerdiği anlaşılıyor. Böyle olduğu içindir ki Haeckel, Treviranus ve
Oken'in değerini kabul etmekte yerden göğe değin haklıydı. [Bkz: Dördüncü
Konferans: Ernst Haeckel, "Goethe ve Oken'e göre Evrim Teorisi",
Natürliche Schöpfungsgeschichte.... 4. baskı, Berlin 1873, s.
83-88.] İlkel sümüksü maddesi ve ilkel kabarcığıyla Oken, biyolojide
kendisinden sonra protoplazma ve hücre olarak keşfedilen şeyi, konut
(postulat) olarak koyar. Hele Hegel'e gelince, o birçok bakımdan,
temellerinde bir güç —yerçekimi gücü, yüzebilme gücü, elektrik kontak gücü
vb.—, ya da eğer bu olanaksızsa, bilinmeyen bir töz, ışıksal töz, ışısal
töz, elektrik tözü vb. varsaydıkları zaman, bütün anlaşılmamış olayları
açıkladıklarına inanan görgücü çağdaşlarından çok ilerdedir. Sanal tözler
şimdi aşağı yukarı ortadan kaldırıldı ama Hegel tarafından savaşılan
güçlerin şarlatanlığı, örneğin Helmholtz'un 1869 Irınsbruck söylevinde,
kendini sık sık göstermeye sevine sevine devam ediyor (bkz: Helmholtz,
Populäre Vorlesungen, II. fasikül, 1871, s. 190). [Bkz: Engels,
"Hareketin Temel Biçimleri",
Doğanın Diyalektiği.]
İngiltere'nin şan ve zenginliğe boğduğu Newton'un —18. yüzyıl
Fransızlarından müdevver— tanrılaştırılması karşısında Hegel, Almanya'nın
açlıktan öldürdüğü Kepler'in, modern gök cisimleri (yıldızlar) mekaniğinin
gerçek kurucusu olduğunu ve nevtoncu evrensel çekim yasasının, daha önce
Kepler'in üç yasası içinde ve hele üçüncüsünde açıkça bulunduğunu vurguladı.
Hegel'in
Doğa Felsefesi, s. 270 ve eklerinde birkaç basit
denklem aracıyla gösterdiği şey (Hegels,
Werke, 1842, c. VII, s. 98
ve 113-115), Gustav Kirchhoff'un yapıtında, en yeni matematik mekaniğin
sonucu olarak yeniden ortaya çıkıyor;
Matematik Fizik
Dersleri, 2. baskı, Leipzig 1877, s. 10, hem de özünde ilk olarak Hegel
tarafından açımlanan biçime benzer basit bir matematik biçim altında. Modern
komünizm karşısında ütopyacılar neyse, bilinçli olarak diyalektik doğa
bilimi karşısında doğa felsefecileri de odur. [F.E.]
[8*] Kant, kendi nebula teorisini 1755 yılında
Königsberg ve Leipzig'de adsız olarak çıkan bir yapıtta açıklamıştır:
Allgemeine Naturgeschichte und Theorie des
Himmels... -Ed.
[9*] Engels burada,
Doğanın
Diyalektiği'ni haber veriyor. Marks'ın, 1.000 sayfayı aşkın matematik
elyazmaları, yakın zamanlarda yayımlanmıştır. -Ed.
[10*] Burada, 1869'da gazların kritik
durumunu irdeleyen İngiliz fizikçi Thomas Andrews'un, 1877'de oksijenin
yoğunlaştırılabilir olduğunu tanıtlayan Fransız fizikçi Louis-Paul
Cailletet'nin ve gazların sıvılaşmasına çalışan İsviçreli fizikçi Raoul
Pictet'nin çalışmaları sözkonusudur. -Ed.
[11*] Birinci durumda,
Ornitornik
(Avusturalya'da yaşayan, ördek gagalı bir tür memeli hayvan -ç.), ikinci
durumda ise
Arkeopterix (ikinci çağın ikinci döneminde yaşamış, bir
tavuk iriliğinde, bazı sürüngen nitelikleri gösteren, bilinen ilk kuş)
sözkonusu. -Ed.
[12*] Virchow:
Vorlesungen über
Patyologie, c. I:
Die Cellular- Pathologie in
Ihrer Begründung auf physiologische und
pathologische Gewebelehre, 3. baskı, Berlin 1862 , s. 15-16.
-Ed.
[13*] İşte Fransız Devrimi üzerine olan
parça: "Hukuk fikri, hukuk kavramı
birdenbire değer kazanıyor ve buna
karşı, eski haksızlık yığını direnemiyordu. Hukuk fikri üzerindedir ki şimdi
bir Anayasa yükseliyor ve artık her şeyin bu temele dayanması gerekiyordu.
Güneş gökkubbede parladığı ve gezegenler onun çevresinde döndüğü günden
beri, insanın baş, yani fikir üzerinde dikeldiği ve gerçekliği, fikrine göre
kurduğu görülmemişti. Usun dünyayı yönettiğini ilk olarak Anaxagoras
söylemişti: ama oradan, fikrin tinsel gerçekliği yönetmesi gerektiğini kabul
etmeye, insan ancak şimdi varmış bulunuyor. Böylece bu,
göz
kamaştırıcı bir gün doğuşu oldu.
Bütün
düşünen varlıklar bu çağı hep birlikte
kutsadı. Tanrısalın acun ile uzlaşması sanki ilk kez görülüyormuş
gibi, o çağda yüksek bir heyecan hüküm sürdü,
bir ruh
coşkunluğu bütün dünyayı titretti." (Hegel,
Tarih Felsefesi, 1840, s. 535). — Muteveffa profesör Hegel'in
devrimci örgütlerinin temsil ettiği genel tehlikeye karşı anti-sosyalist
yasayı harekete geçirmenin tam da sırası değil mi? [
Ütopik
Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm için Engels'in
notu.]
[14*] Thomas More'un, 1516 yihnda yayımlanan
Ütopya'si ile Campanella'nin 1613 yılında yayımlanan Güneş Kenti
sözkonusudur. -Ed.
[15*] Tersine -ç.
[16*] Laplace'in yapıtı:
Acun
Sisteminin Sergilenmesi, 1795-1796'da yayınlandı. Evrende akkor
durumunda bir gaz tözünün varoluşu, 1859'da Kirchhoff ve Bunsen tarafından
bulgulanan spektral çözümleme (tayf çözümlemesi) yöntemlerinden
yararlanarak, 1864 yılında İngiliz gökbilimci William Higgings tarafından
tanıtlandı. Bkz: Antonio Secchi,
Die Sonne..., Brunswick 1872,
s. 787, 789-790. -Ed.
[17*] Force de travail
teriminin işgücü olarak çevrilmesi tam anlamıyla bir galat-ı meşhur durumuna
geldi. Ne var ki bu galat-ı meşhuru, gene eskilerin dediği gibi,
lûgat-ı
fasihten evlâ saymak olanaksız. Çünkü işgücü, tastamam
main
d'œuvre karşılığı olarak, iktisat ve istatistik yazınımıza girmiş
bulunuyor. Tam bir kesinlik alanı olması gereken teorik alanda herhangi bir
karışıklığa yol açmamak için, bundan böyle
force de travail
teriminin işgücü olarak değil, emek-gücü olarak çevrilmesini öneriyorum. -ç.
[18*] Fourier'nin toplumsal sisteminde, geniş
üretim birliği. -ç.
[19*] Fou = deli. -ç.