TARIM PROLETARYASI
SINAÎ ve tarımsal çalışmanın eski birliği
dağıldığı zaman, küçük-burjuvazinin ve eski işçilerin orta-karar bağımsızlığının
yanısıra, küçük köylünün de eşzamanlı olarak nasıl çöktüğünü, terkedilen
tarlaların birleştirilip büyük çiftlikler haline geldiğini ve küçük köylülerin,
büyük çiftçiler arasındaki ezici rekabetle yerlerinden edildiklerini Giriş
bölümünde görmüştük. O zamana kadar olduğu üzere topraksahibi ya da uzun süreli
toprak kiracısı olmak yerine, artık kendilerini, büyük çiftçilere ya da
topraksahiplerine kiralamak[489*]
zorunda olan emekçiler haline gelmişlerdi. Her ne kadar eski konumlarıyla
karşılaştırıldığı zaman bir gerilemek anlamına geliyor idiyse de bir süre için
katlanılabilir bir durumdu. İmalattaki gelişimin adımları yavaşlamaya ve
[sayfa 340] makinelerin dursuz-duraksız
yetkinleştirilmesi, sanayinin tarımdaki artı nüfusu.emmesini
olanaksızlaştırıncaya dek, sanayideki genişleme nüfus artışına ayak uydurmuştu.
Ama bu uygunluğun bozuluşundan itibaren, o zamana dek yalnızca sanayi
yörelerinde zaman zaman ortaya çıkan sıkıntılar, tarım yörelerinde de görülmeye
başlandı. Fransa'yla İngiltere arasında yirmibeş yıl süren çatışma,[70]
yaklaşık o sıralarda sona ermişti; çeşitli savaş bölgelerinde üretimin azalması,
ithalatın durdurulması, İspanya'daki İngiliz ordusunun beslenmesi zorunluğu,
İngiliz tarımına yapay bir gönenç sağlamış ve çok sayıda işçiyi, sıradan
işlerinden ayırarak orduya çekmişti. İthalattaki kontrol, ihracat fırsatları,
askeriyenin işçileri askere alması, bütün bunlar birdenbire sona erdi; bunun
zorunlu sonucu, İngilizlerin tarımsal sıkıntı[490*]
dediği şeydir. Çiftçiler kendi tahıl ürünlerini düşük fiyattan satmak zorunda
kalıyorlardı; o nedenle de yalnızca düşük ücret ödeyebiliyorlardı. 1815'te
fiyatları yüksekte tutabilmek için, buğdayın quarter[491*]
fiyatı 80 şilinin altında kaldığı sürece tahıl ithalini yasaklayan Tahıl Yasası
kabul edildi. Doğal olarak etkisiz kalan bu yasa, birçok kez yeniden düzenlendi,
ama tarım yörelerindeki rahatsızlıkları düzeltmeyi başaramadı. Tahıl Yasasının
yaptığı şey, dış serbest rekabet çerçevesinde şiddetlenebilecek olan hastalığı,
zararını tarım emekçilerinin çektiği kronik bir hastalık haline dönüştürmek oldu.
Tarım proletaryasının ortaya çıkışından sonra bir
süre, efendiyle çalışan arasında, manüfaktür yüzünden yıkılmış olan ataerkil
ilişkiler, çiftçiyle onun yanında çalışanlar arasında yeniden gelişti; bu tür
ilişki Almanya'da hâlâ her yerde görülüyor. Bu ilişki sürdüğü ölçüde,
çiftliklerde çalışanların yoksulluğu daha az belirgindi; çiftçinin kaderini
paylaşıyorlardı ve ancak çok zor durumlarda işten çıkarılıyorlardı. Ama bu durum
artık tümden değişti. Çiftlik çalışanları hemen her yerde gündelikçi emekçiler
haline geldi; çiftçiler tarafından ancak gerek duyulduğu zaman çalıştırılıyorlar
ve
[sayfa 341] bu nedenle de çoğu zaman, özellikle kış aylarında haftalar
boyu işleri olmuyor. Ataerkil dönemde, çalışanlar ve aileleri çiftlikte
yaşarlardı, çocukları orada büyürdü, çiftçi, gelen kuşak için, orada bir iş
yaratmaya çalışırdı; gündelikçi emekçiler o zamanlar istisna idi, kural değildi.
İşte bu çerçevede, her çiftlikte, gerekenden daha fazla çalışan bulunurdu. Bu
nedenle o ataerkil ilişkiyi sürdürmemek, çiftlik çalışanlarını çiftlikten
çıkarmak ve onu gündelikçi emekçi haline dönüştürmek çiftçinin işine gelmeye
başladı. Bu 1830'a doğru[492*]
hayli yaygınlaştı; sonuç şu ki, o zamana kadar gözükmeyen,[493*]
potansiyel fazla nüfus açığa çıktı; ücret oranları aşağı çekildi ve yoksullara
yardım vergisi müthiş ölçüde arttı. O zamandan beri de nasıl ki sanayi bölgeleri
periyodik yoksulluk bölgeleri ise, tarımsal yöreler de sürekli yoksulluk
karargahı oldu;[494*]
Yoksullar Yasasının değiştirilmesi, devletin, kırsal kesimde her gün artan
yoksullaşmaya karşı aldığı ilk önlem oldu. Dahası, büyük ölçekli çiftliğin
sürekli genişlemesi, harman makinesinin ve başka makinelerin kullanılmasına
başlanması ve kadınlarla çocukların çalıştırılması (bu o kadar genelleşti ki,
sonuçları bu yakınlarda, bir resmî komisyon tarafından araştırıldı), çok sayıda
erkeği işsiz bıraktı. Apaçık ortada olan şu: Büyük ölçekli çiftlik, bu alanda
çok büyük önemi olan ataerkil ilişkiler düzeninin kaldırılması, makine ve buhar
enerjisi kullanımının başlaması, kadınların ve çocukların çalıştırılması yoluyla
sınai üretim sistemi bu alana da girmiş oldu. Böyle yaparak da emekçi aleminin
son ve en durağan bölümünü de devrimci hareketin içine sürükledi. Ama tarımın
uzun süre durağan kalması, işçi üzerinde şimdiki yükünü daha da ağırlaştırdı ve
eski toplumsal dokunun dağılmasının sonuçları daha şiddetli biçimde etkisini
gösterdi. "Fazla nüfus" gün ışığına derhal çıktı ve, imalat
[sayfa 342] yörelerinde olduğu gibi, artan bir üretimin gereksinimleriyle
hemen emilemedi. Eğer ürünleri için tüketici varsa, yeni fabrikalar her zaman
kurulabilirdi, ama yeni toprak yaratılamazdı. Boş, orta-malı toprakların
ekilmesi de barışı izleyen sıkıntılı zaman dikkate alınınca çok cesurca bir
serüven olurdu.[495*]
Bu durumun zorunlu sonucu şu oldu: İşçilerin kendi aralarındaki rekabet en yoğun
noktasına ulaştı ve ücretler minimuma indi. Eski Yoksullar Yasası yürürlükte
kaldığı sürece, işçiler bina vergisine eklenen bir verginin gelirlerinden ödenen
bir yardım alıyordu; çiftçiler, olabilecek çok sayıda emekçiyi yardım isteminde
bulunmaya zorlayarak ücretleri daha da düşürdüler. Artı nüfusun gerektirdiği
daha yüksek oranlı yoksullara yardım vergisi, bu tutum yüzünden yükseltildi ve
bir tedavi çaresi olarak, daha sonra üzerinde tekrar duracağımız Yeni Yoksullar
Yasası çıkarıldı. Ücretler artmadı, artı nüfustan kurtulunamadı ve yeni yasanın
merhametsiz hükümleri, halkı büyük ölçüde tedirgin etti. Emlak vergisine ek
olarak alman yoksullara yardım vergisi oranı da yeni yasayla birlikte ilkin
düştüyse bile, birkaç yıl içinde eski yüksek düzeyine yeniden geri döndü. Yeni
yasanın tek sonucu şuydu: Eskiden üç-dört milyon arasında yoksul vardı, şimdi bu
sayı bir milyona indi; geri kalanlar, hâlâ yarı-yoksullar, yardım alamaz duruma
geldi. Tarımsal yörelerdeki yoksulluk her yıl arttı. İnsanlar büyük yoksunluk
içinde yaşıyorlardı, bütün bir aile haftada 6, 7 ya da 8 şilinle geçinmeye
çalışıyordu ve bazan da bir kuruşu bile olmuyordu. Bir liberal parlamento
üyesinin bu nüfus hakkında 1830'da yaptığı tanımlamayı dinleyelim:[496*]
"Bu bir İngiliz köylüdür ya da yoksuldur; çünkü
bu [sayfa 343] sözcükler eş anlamlıdır. Onun babası
da yoksuldu; annesinin sütü beslemiyordu. Bebekliğinden itibaren gıdası hem
kötüydü, hem yetersizdi; şimdi ne zaman uyansa, doyurulmamış bir açlığın
ağrılarını duyar; giysisi varla yok arasıdır; ancak o bir parçacık aşını
pişirebilecek kadar ateş bulur; soğuk ve ıslaklık onu bulur ve hava öyle
gittikçe de onunla kalır. Evlidir, ama kocalığın ve babalığın üstün zevklerini
tatmamıştır. Kendisi gibi çoğu zaman aç ve açık, bazan hasta ama umarsız, ve her
zaman umutsuz kederlerle yüklü olan eşi ve yavruları bu yüzden onun gibi açgözlü,
bencil ve sinirlidirler; onun kendi deyişiyle söylersek, 'onları görmeye bile
tahammülü yoktur'; o yüzden kendini açık ağıla atar; çünkü çevresindeki
çalı-çırpıdan yapılma çit, rüzgardan ve yağmurdan daha az koruduğu için oraya
gelmezler. Elinden hiçbir şey gelmediği halde, ailesine bakmak zorundadır. O
zaman rica-minnet, hilekarlık ve kavga; ve bir uzlaşıyla biter. Gerçi içinden
geçirir geçirmesine ama, kendi sınıfının daha enerjik insanları gibi korsan
avcılık ya da geniş çaplı kaçakçılık yapacak cesareti yoktur; ama ara sıra
ufak-tefek şeyler çalar ve çocuklarına da yalan söylemeyi ve çalmayı öğretir.
Büyük komşularına karşı başının eğik oluşu ve köle gibi yaklaşması, ona kuşkuyla
ve sert davrandıklarını gösterir. Sonuç, onlara karşı da korku duyar ve nefretle
dolar; ama onlara zarar verecek hiçbir şiddete, hiçbir zaman başvurmayacaktır.
Umutsuzluktan gözü dönmüş biri olamayacak kadar aşağılanmış ve tepeden tırnağa
bozulmuştur. Sefil kariyeri kısa sürecektir; romatizması ve astımı, yakında onu
yoksullar çalışma yurduna sürükleyecek; hoş hiçbir anısı olmaksızın son nefesini
verecek ve aynı biçimde yaşayıp ölecek biri için yer açacak."[497*]
Yazarımız, bu tür tarım emekçilerinin yanısıra,
bir ölçüde daha enerjik, bedensel, zihinsel ve moral bakımdan daha iyi durumda
bulunan bir başka tür sınıfın daha olduğunu [sayfa 344]
ekliyor; bunlar, aynı biçimde sefilce yaşayan, ama bu koşullarda doğmamış
olanlar. Bunların, aile yaşamlarında daha iyi olduklarını ama kaçakçılık ve özel
yerlerde korsan avcılık yaptıklarını, o nedenle sık sık avlak korucularıyla ve
kıyı kesimindeki vergi memurlarıyla kanlı çatışmalara girdiklerini, sık sık
girdikleri cezaevindeki yaşamlarında topluma karşı daha da kinlendiklerini ve
mülk sahiplerine nefrette ilk safta yeraldıklarını yazıyor.
"Nezaket olsun diye" diyor yazar sözünü bağlarken,
"bunların tümüne 'İngiltere'nin cesur köylüleri' derler."[498*]
Bu tanımlama bugün bile, İngiltere'nin tarım
emekçilerinin büyük kısmı için geçerlidir. 1844 Haziranında Times
gazetesi, bu sınıfın koşullarını incelemek üzere tarım yörelerine bir muhabir
gönderdi; muhabirin haberi, yukardaki alıntıya tamamen uyuyor.[71]
Belli bazı yörelerde ücret, haftada altı şilinden fazla değil; yani Almanya'nın
birçok yöresindeki ücretten yüksek değil; buna karşılık zorunlu ihtiyaç
maddelerinin fiyatı en az iki kat fazla. Bu insanların nasıl bir yaşam
sürdürdükleri tahmin edilebilir; yiyecekleri kıt ve kötü; giysileri pejmürde,
evleri sıkıntılı, yıkık-dökük, küçük, sefil kulübeler, hiçbir konforu yok;
gençler için olan pansiyonlar ise, erkeklerle kadınların yerlerinin pek ayrı
olmadığı, böylece gayrımeşru cinselliği kışkırtan yerler. Bir ay içinde işsiz
geçirilen bir ya da iki gün, bu insanları, ister-istemez en ciddi bir yokluğun
içine atıyor. Üstelik, ücretleri yükselttirmek için aralarında birlik de
olamıyorlar, çünkü sağa-sola dağılmışlar; eğer biri düşük ücretle çalışmayı
reddederse, işsiz olan ya da yoksulluk ödeneğiyle geçinen[499*]
ve en hasis öneriyi bile teşekkürle karşılayacak olan düzinelerce insan var; bu
arada düşük ücretle çalışmayı reddedene ise, Yoksullara [sayfa
345] Yardım görevlileri, tembel serseri diye, hiçbir yardım yapmıyorlar,
yalnızca, o nefret edilesi Yoksullar Çalışma Yurdunun yolunu gösteriyorlar;
çünkü, o görevliler, kendisinden iş isteyebileceği çiftçinin ya kendisi, ya
komşusu, ya da hısmı-akrabası. Bu raporlar, İngiltere'nin yalnızca bir ya da iki
özel yöresinden geliyor değil. Tam tersine sıkıntı genel; kuzeyde güneyde,
doğuda batıda aynı ölçüde büyük. Suffolk ve Norfolk'daki emekçilerin durumuyla
Devonshire, Hampshire ve Sussex'dekilerin koşulları aynı. Ücretler Dorsetshire
ve Oxfordshire'da, Kent, Surrey, Buckinghamshire ve Cambridgeshire'daki kadar
düşük.
İşçi sınıfına[500*]
gösterilen özellikle barbar bir gaddarlık Avlanma Yasasında yeralıyor; yasa[501*]
herhangi bir ülkede-kinden çok daha sert, ama avcılık akıl almayacak kadar
yaygın. İngiliz geleneğine ve adetlerine göre, avlanmakta cesaretin ve meydan
okumanın doğal ve soylu ifadesini gören İngiliz köylüyü, binlerce tavşanı ve av
kuşunu kendi özel keyfi için ayıran lordun car tel est nötre plaisir[502*]
yaklaşımı ile kendi yoksulluğu arasındaki karşıtlık da ayrıca kışkırtıyor.
Emekçi şuraya buraya kapan kurar ya da bir av hayvanı vurur. Gerçekte bu
topraksahibine pek de zarar vermez, çünkü onunki fuzuli denecek ölçüde fazladır,
kaçak avlanan emekçiye ve aç ailesine ise bir öğünlük yemek demektir. Ama
yakalanırsa hapse girer, ikinci seferinde ise en az yedi yıllık sürgün cezası
alır. Bu sert yasalar, avlak korucularla sık sık kanlı çarpışmalara girilmesine
ve her yıl birçok insanın ölmesine neden olur. Bu yüzden de avlak korucusunun
görevi yalnızca tehlikeli olmakla kalmaz, üstelik bir de adı kötüye çıkmıştır ve
hor görülür. Geçen yıl iki olayda avlak korucular, bu işte kalmaktansa
kendilerini vurmayı yeğlediler. Toprak sahibi aristokrasinin soylu avcılık sporu
için ödediği makul fiyat budur; ama toprağın [sayfa 346]
lordlarının[503*]
umurunda mı? Bir ya da iki "artı" nüfus ölse ne olur, yaşasa ne olur; üstelik Av
Yasası sayesinde artı nüfusun yarısı ortadan kaldırılabilse, İngiliz
topraksahiplerinin insanseverliğine göre, işler öteki yarısı için çok daha iyi
olur.
Kırsal kesimdeki yaşam koşulları, birbirinden
uzak uzak evler, ortamın ve insan uğraşının ve dolayısıyla da düşüncelerinin hep
aynı kalması, her ne kadar her türlü gelişmenin aleyhine ise de, yoksulluk ve
yoksunluk buralarda da ürünlerini veriyor. Sanayi ve maden proletaryası,
toplumsal düzenimize direnişin ilk aşamasından, bireyin suç işleyerek doğrudan
isyanı aşamasından, erkenden çıktı; köylülerse bugün henüz o aşamadalar.
Toplumsal savaşta pek beğendikleri yöntem yangın çıkarma. 1830-31'de Temmuz
Devrimini izleyen kış aylarında, bu yangın çıkarmacılık ilkin genelleşti. Kıyı
koruma görevlilerinin artırılması {kaçakçılığı güçleştiren ve bir çiftçinin
deyişiyle "kıyıyı mahveden bir gelişme"), Yoksullar Yasasındaki değişiklik,
düşük ücretler ve makinelerin kullanılmaya başlanması nedeniyle tüm Sussex
yöresini ve komşu illeri Ekimde bir heyecan dalgası sardı ve karışıklıklar çıktı.
Kış aylarında çiftçilerin tarlalardaki saman ve tahıl yığınları ve
pencerelerinin hemen dibindeki ahır ve ambarları yakıldı. Hemen hemen her akşam
böyle bir iki yangının alevleri göğü sarıyordu ve çiftçilerle topraksahiplerini
dehşetten dehşete atıyordu. Suçlular pek seyrek yakalanıyordu, işçiler bu yangın
çıkarmacılığı, adına "Swing" dedikleri efsanesel bir yaratığa bağladılar.
İnsanlar bu Swing'in kim olduğunu keşfetmek için kafa yoruyorlar, kırsal kesim
insanları arasındaki bu öfkenin nereden çıktığını merak ediyorlardı. Tarımsal
yörelerde hiç kimse bunun nedenini bilmiyordu; ancak sağda solda tek-tük birkaç
kişi, bunun yoksulluktan ve zulümden kaynaklandığını, büyük itici gücün bu
olduğunu düşünüyordu. O zamandan itibaren, tarım emekçilerinin işsizliğinin
yinelendiği her kış mevsiminde [sayfa 347]
bu yangınlar da yinelenmeye başladı. 1843-1844 kış aylarında yangınlar bir kez
daha aşırı ölçüde arttı. Elimde Northern Star'ın o günlere ait birçok
sayısı var; her birinde, kaynak göstererek birçok yangın olayını haber veriyor.
Aşağıdaki listede eksik olan sayılar[504*]
elimde yok; ama kuşkusuz, onlarda da bu tür haberler çıkmıştır. Kaldı ki, böyle
bir gazete, olup bitenlerin hepsini de zaten belirleyemez. 25 Kasım 1843 iki
olay; daha önceki birçok yangın olayı da ayrıca tartışılıyor. 16 Aralık,
Bedfordshire'da hemen her gece çıkarılan yangınların sonucu olarak son iki hafta
içindeki genel heyecan. Son birkaç gün içinde iki büyük çiftlik evi yakıldı;
Cambridgeshire'da dört büyük çiftlik evi, Hertfordshire'da bir çiftlik evi
bunların yanısıra, çeşitli yörelerde onbeş ayrı yangın çıkarma olayı. 30 Aralık,
Norfolk'da bir, Suffolk'da iki, Essex'de iki, Cheshire'da bir, Lancashire'da bir,
Derby, Lincoln ve güneyde oniki. 6 Ocak 1844, tamamı on yangın. 13 Ocak yedi
yangın. 20 Ocak dört yangın. Bu tarihten sonra da eskiden olduğu gibi yalnızca
bahara kadar değil, ama Temmuza Ağustosa kadar her hafta üç, dört yangın haberi
veriliyor. Ve bu tür suçların yaklaşan 1844-45 kış mevsiminde artmasının
beklendiğini İngiliz gazeteleri belirtiyor.[505*]
İngiltere'nin sakin, şairane kırsal
kesimlerindeki bu tür olaylar için okurlarım ne düşünüyor acaba? Bu toplumsal
bir savaş mı değil mi? Bu, canım sürse ne olur denebilecek doğal bir durum mu?
Yine de topraksahipleri ve çiftçiler, vurdum duymaz ve duygusuz oldukları kadar,
onların cebine doğrudan doğruya para kazandırmayan her şeye karşı da körler,
tıpkı sanayi yörelerindeki imalatçılar ve genel olarak burjuva gibi. Eğer
burjuvazi, yanında çalışanlara, Tahıl Yasasının kaldırılmasıyla kurtuluşa
ulaşacaklarını vaadediyorsa, topraksahipleri ve çiftçilerin çoğu kendi
yanlarında çalışanlara, aynı yasa geçerli kalırsa cennetin ayaklarına geleceği
sözünü [sayfa 348] veriyor. Ama mülk sahiplerinden ne
biri ne ötekisi, işçileri, kendi davalarına kazanabiliyor. İşçiler gibi tarım
emekçileri de Tahıl Yasasının kalkmasına ya da kalmasına tümden ilgisizler. Ama
sorun gene de her ikisi için de önemli. Şunun için önemli – Tahıl Yasasının
kaldırılmasıyla serbest rekabet, yani şimdiki toplumsal ekonomi, en uç noktasına
kadar götürülür; bugünkü düzende ileri doğru her gelişme sona erer; ileri doğru
tek olası adım, toplumsal düzenin radikal bir biçimde dönüştürülmesi adımı olur.[506*]
Tarımdaki tarım emekçileri için, bunun ötesinde, sorun şu sonucu getirir:
Serbest tahıl ithali, çiftçileri topraksahiplerinden özgürleştirir (nasıl
olduğunu burada açıklayamam) onları birer liberale dönüştürür. Tahıl
Yasasına Karşı Lig, bu oluşuma zaten büyük ölçüde katkıda bulunagelmiştir;
esasen tek gerçek hizmeti de budur. Çiftçiler liberal olunca, yani bilinçli
burjuva haline gelince, tarım emekçileri de kaçınılmaz olarak çartist ve
sosyalist olacaklardır;[507*]
birinci değişim, ikincisini getirir. Zaten tarım emekçileri arasında başlayan
yeni hareket bunun kanıtıdır; bir liberal topraksahibi olan Radnor kontunun,
Ekim 1844'te, malikanesinin yakınındaki Highvrorth'de düzenlenmesini sağladığı
toplantıda Tahıl Yasasına karşı kabul edilen önerge bunu göstermektedir. Tahıl
Yasasına karşı çok ciddi biçimde ilgisiz kalmış olan emekçiler, o toplantıda,
tamamen farklı şeyler istemişlerdir; özellikle kendileri için düşük kirayla
küçük toprak parçaları istemişler, bütün acı gerçekleri Radnor kontunun yüzüne
söylemişlerdir. İşte böylece görüldüğü gibi, işçi sınıfı hareketi, ücra, durağan,
zihinsel yönden ölü tarımsal kesime doğru kendine yolaçmaya başlamıştır; genel
sıkıntı sayesinde, yakında, sanayi yörelerinde olduğu gibi sağlamca kök salacak
ve enerjik hale gelecektir.[508*]
[sayfa 349]
Tarım emekçilerinin dinsel inanışlarına gelince,
doğru, onlar, sanayi işçilerinden daha inançlılar, ama onlar da kiliseyle büyük
ölçüde karşıtlık içindeler; çünkü tarımsal yörelerdeki kilise, neredeyse her
yerde resmî kilisedir. Morning Chronicle gazetesinin "Sabanda ıslık çalan
adam"[509*]
imzasıyla, tarımsal yörelere yaptığı geziyi anlatan muhabiri, başka konuların
yanısıra, bir kilise ayininden sonra, bazı emekçilerle arasında geçen konuşmayı
şöyle aktarıyor:
"Vaaz eden rahibin, sürekli olarak orada mı
oturduğunu sordum. Evet, o Allahın belası bizim papazdır; her zaman dilenir;
bildim bileli günah işler" (vaaz, putperestlere karşı ödev üzerineydi) "Ben
tanıdığımdan beri de günah işler" diye söze karıştı bir başkası, "ne halt olursa
olsun ille de bişey dilenir. Hiç böyle bir papaz görmemişimdir." Kiliseden henüz
çıkan bir kadın 'Ah' dedi, 'şu ücretlere bak gene düşüyor. Bir de şu zengin para
babalarına bak, papazların birlikte ava çıktığı, yemek yiyip şarap içtiği şu
para babalarına bak. Allah yardımcımız olsun; sendikaya girelim de zararı yok,
isterse acımızdan ölelim; papaza da verelim parasını, dışarı gitsin.' 'Sahi'
diye ekledi bir başkası 'şu papazları gönderseler, Salisbury Katedraline, her
gün boş taş duvarlara karşı ilahicilik yapsalar, bunlar neden gitmez ki?'
İlk kez konuşan yaşlı bir adam 'Gitmezler' dedi, 'her yanda yörede çok
toprakları vardır; pek zengindirler. Onlar ister ki, parayı o rahipciklere
göndereler. Ne isterler ben iyi bilir; bunu bilmeyecek ne var diyecek kadar iyi
bilirim onları.' 'Ama sevgili dostlarım' dedim, 'herhalde kiliseye her zaman,
papaz hakkında böyle koyu bir nefret duygusuyla dolarak çıkmak için
girmiyorsunuz herhalde. Eğer öyleyse, neden gitmeli ki?' 'Neden gitmeli ha?'
dedi kadın, 'Gideriz, çünkü öte-beriyi yitirmek istemeyiz, işi falan. Onun için
gideriz.' Sonradan öğrendim ki, kiliseye giderlerse ufak-tefek yararlar
sağlıyorlar – bir parça odun kömür ve (bedeli ödenmek üzere) patates için bir
parça toprak gibi."
Köylülerin yoksulluğunu ve cahilliğini
anlattıktan sonra
[sayfa 350] muhabir, yazısını şöyle bitiriyor:
"Şimdi hiç korkusuzca belirtmek isterim ki, bu
insanların içinde bulunduğu durum, yoksullukları, kiliselere duydukları nefret,
kilise babalarına karşı dışardan saygılı görünseler de içlerinde taşıdıkları
burukluk, tüm kırsal İngiltere'de kuraldır; bunun tersine bir şey ayrıksındır."[72]
Büyük ölçekli çiftlikle çok sayıda tarım
proleterinin bağlantısından ortaya çıkan sonuçları, İngiltere'deki köylüler
gösteriyorsa, Galler yöresi de küçük topraklı çiftçinin çöküşünü gözler önüne
seriyor. Eğer İngiliz kır toplulukları kapitalistle proleter arasındaki
karşıtlığı yeniden üretiyorsa, Galler yöresi köylülerinin durumu, kentlerdeki
küçük-burjuvazinin çöküşüne denk düşüyor. Galler yöresinde, hemen hepsi küçük
topraklı çiftçiler var; bunlar rekabet etmek zorunda oldukları, konumu daha iyi,
daha geniş toprakları olan İngiliz çiftçilerle rekabet etmek mecburiyetinde
iseler de ürünlerini, onlarınki kadar düşük fiyattan kârlı olarak satamıyorlar.
Ayrıca bazı yerlerde toprağın kalitesi, yalnızca hayvan yetiştirmeye elverişli;
hayvancılık ise çok az kâr getiriyor. Ayrıca Galli çiftçiler, sıkı sıkıya
sarıldıkları ayrı milliyetleri nedeniyle, İngiliz çiftçilerden çok daha az
hareketliler. Ama hem kendi aralarında hem İngilizlerle giriştikleri rekabet, (ve
bunun sonucu olarak topraklarındaki ipoteğin artması) onları öyle bir duruma
soktu ki, ayakta kalmaları çok zorlaştı; sefil durumlarının gerçek nedenini
doğru dürüst belirlemedikleri için, olup biteni ufak-tefek nedenlere, örneğin
yüksek köprü geçiş ücretlerine bağlıyorlar; bu gayet doğal ki, tarım ve
ticaretin gelişimini gemliyor, ama toprak kiralayan herkes bu giderleri, sabit
harcamalar hesabına geçiriyor ve dolayısıyla sonuçta topraksahibi tarafından
ödeniyor. Oralarda da kiracılar Yeni Yoksullar Yasasını nefretle karşılıyorlar,
çünkü sürekli olarak yasanın hükmü altına girme tehlikesi içinde yaşıyorlar.
1843'te[510*]
Galler köylüsü arasında ünlü "Rebecca" karışıklıkları patlak verdi; kadın
giysileri giyen, yüzlerini siyaha boyayan köylüler silahlanıp,
[sayfa 351] paralı köprülere saldırdılar; büyük bir
keyifle ve arada silahlarını ateşleyerek köprüleri kırıp döktüler, geçiş ücreti
toplayan memurların evlerini yıktılar, varolmayan hayalî bir "Rebecca"nın
imzasıyla tehdit mektupları yazdılar; hatta bir ara Carmarthen Yoksullar Çalışma
Yurduna bile saldırdılar. Daha sonra milis kuvvetleri göreve çağrıldı ve polis
gücü artırıldı; ama köylüler, harika bir maharetle onları yanlış iz üzerine
çektiler; yanlış iz süren milis kuvvetleri ters yönde yürüyüşe geçerken köylüler,
bir köprünün geçiş kapılarını yıkıyorlardı; en sonunda polis iyice takviye
edildikten sonra da yangın çıkarma ve adam öldürme olaylarına giriştiler. Her
zaman olduğu gibi, daha ciddi olan bu suçlar, hareketin de sonunu getirdi.
Birçoğu onaylamadığı için, bir kısmı korkudan geri çekildi ve barış geri geldi.
Hükümet, olayı ve nedenlerini soruşturmak üzere bir komisyon kurdu ve iş kapandı.
Ama köylülerin yoksulluğu sürüyor; varolan koşullar altında azalmayacağı,
tersine artacağı için günün birinde, Rebecca maskeli balosundan daha ciddi
durumlar ortaya koyacaktır.
İngiltere büyük ölçekli çiftlik sisteminin,
Galler yöresi küçük olanının sonuçlarını ortaya koyuyorsa, İrlanda, toprağın
aşırı bölünmesinin sonuçlarını sergiliyor. İrlanda nüfusunun büyük kesimi,
içinde bölmesi olmayan yürekler acısı bir kulübede oturan ve kış boyunca
kendilerine kıt-kanaat patates verebilecek genişlikte toprak parçasını kiralayan
küçük kiracılardan oluşur. Bu küçük kiracılar arasındaki büyük rekabet sonucu,
toprak kirası daha önce hiç işitilmedik bir düzeye çıkmıştır; İngiltere'de
ödenenin iki, üç, hatta dört katma yükselmiştir. Her tarım emekçisi
kiracı-çiftçi olmak istediği için, toprak onca bölündüğü halde, hâlâ bu küçük
toprak parçaları için rekabete giren emekçiler vardır. Büyük Britanya'da
34.000.000, İrlanda'da 14.000.000 akr toprakta tarım yapıldığı halde, Büyük
Britanya 150.000.000, İrlanda 36.000.000
poundluk tarım ürünü ürettiği halde,[511*]
İrlanda'da [sayfa 352] komşu adadan 75.000 daha
fazla tarım proleteri vardır.[512*]
Bu müthiş dengesiz sayılar, hele bir de Büyük Britanya'daki emekçilerin çok
büyük sıkıntılar içinde yaşadıkları düşünülürse, İrlanda'da toprak için
rekabetin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Bu rekabetin sonucu şu ki,
kiracıların, ödedikleri yüksek kira nedeniyle, emekçilerden daha iyi yaşıyor
olmaları olanaksızdır. İrlanda halkı işte bu nedenle ezici bir yoksulluğun içine
atılmıştır, bugünkü toplumsal koşullarımızda, bu yoksulluktan kendini kurtaramaz.
Bu insanlar, çamurdan yapılmış hayvan ahırı bile olamayacak kadar kötü, rezil
kulübelerde yaşarlar; tüm kış boyunca yiyecekleri çok kıttır, ya da yukarda
alıntıladığımız raporda ifade edildiği gibi, yılın otuz haftasında kıt-kanaat
patatesleri varsa, yılın geri kalanında hiçbir şeyleri yoktur. Baharda patates
bittiği ya da filizlendiği için artık, yenemeyeceği zaman anneyle çocuklar
ellerinde bir tencere, dilenmeye, avare avare dolaşmaya giderler. Koca ise
gelecek yılın patateslerini diktikten sonra, ya İrlanda'da ya İngiltere'de iş
aramaya çıkar ve patatesin hasat döneminde ailesine geri döner. İrlandalı kırsal
yöre insanının onda-dokuzunun yaşam koşulu budur. Bir kilise faresi kadar
zavallıdırlar, en rezil giysiler içindedirler, yarı yarıya uygarlaşmış bir
ülkede olabilecek en alt zeka düzeyindedirler. Alıntıladığımız rapora göre, 8V2
milyonluk nüfusta 585.000 aile reisi tam bir mahrumiyet içindedir;[513*]
ve Sherrif Alison'un andığı[514*]
başka otoritelere göre de devletin ya da özel kişi ve kuruluşların yardımı
olmaksızın yaşayamayacak insanların sayısı 2.300.000'dir ya da tüm nüfusun yüzde
27'si yoksuldur.
Bu yoksulluğun nedeni, varolan toplumsal
koşullardır, özellikle, toprağın çok aşırı ölçüde bölünmesi biçiminde ortaya
çıkan rekabettir. Başka nedenler bulmak için epey çaba gösterilmiştir. Toprağını
büyük parçalar halinde kiralayan
[sayfa 353] topraksahibi ile kiracıları arasındaki
ilişki bir neden olarak ortaya konmuştur; kiracının toprağı daha küçük parçalar
halinde başkalarına kiraladığı, onların da aynı biçimde toprağı parça parça
kiraya verdikleri, bazan topraksahibiyle toprağı ekip biçen arasında on aracı
bulunduğu öne sürülmüştür; eğer birinci kiracı topraksahibine kirayı ödemezse,
kendi kirasını ödeyen toprağı ekip biçenin malına el koyma hakkını
topraksahibine tanıyan utanç verici yasanın, tüm yoksulluğun sorumlusu olduğu
belirtilmiştir. Ama bu yalnızca, yoksulluğun kendini ortaya koyuş biçimini
belirler. Küçük kiracıyı, toprağın sahibi yapın, ne fark eder? Kira ödemese bile
çoğunluk, o topraktan zaten geçinemezdi ve olabilecek herhangi bir ufak gelişme,
nüfusun hızlı artışı nedeniyle birkaç yıl içinde gene elden kaçırılırdı. Şimdi
yoksulluk nedeniyle, ilk yıllarda ölen çocuklar, gelişen koşullar nedeniyle
yaşar ve büyürlerdi. Bir başka yönden gelen sav, İngilizlerin utanmaz zulüm ve
baskısının, sorunun kaynağı olduğudur. O baskı, bu yoksulluğun bir ölçüde daha
önceki görünümünün nedenidir, ama yoksulluğun kendisinin nedeni değil. Ya da suç,
katolik bir ulusa zorlanan protestan kilisesine atılmıştır; ama kilisenin
onlardan aldığını İrlanda halkına bölün, adam başına altı şilini[515*]
bulmaz. Kaldı ki, ondalık, taşınmaz maldan alman vergidir, ismen kiracı ödüyor
olabilir ama, kiracıdan alman bir vergi değildir; şimdi, 1838 tarihli Değişim
Yasasından beri,[73]
topraksahibi ondalık vergisini doğrudan kendisi ödemekte ve kirayı da ona göre
yükseltmektedir; öyle ki kiracının durumu bir damla bile iyileşmemiştir. Aynı
biçimde bu yoksulluk için daha başka yüz neden öne sürülmüştür; ama hepsinin
katkısı işte bunca azdır. Bu yoksulluk, toplumsal koşullarımızın sonucudur; bu
koşulların dışında, yoksulluğun kendini ortaya koyuş biçiminin nedenleri
bulunabilir, ama varoluşunun nedeni değil. Bu yoksulluk kendisini İrlanda'da
başka türlü değil de böyle ortaya koyuyorsa, bu halkın karakterinden ve tarihsel
gelişimlerinden ötürü böyledir. İrlandalılar, karakterleri Latin
uluslarınınkiyle, [sayfa 354] Fransızlarla ve
özellikle İtalyanlarla ilişkili olan bir halktır. Karakterlerinin kötü yanlarını,
daha önce Carlyle'ın kaleminden aktarmıştık. Şimdi de Tötonik karakter[516*]
lehindeki önyargısıyla Carlyle'dan hiç değilse biraz daha gerçeğe yakın gelen
bir İrlandalıyı[517*]
dinleyelim:
'Yerlerinde duramazlar, ama üşengeçtirler;
açıkgöz ve boşboğaz, tezcanlı, sabırsız ve tutumsuz, içgüdüsel olarak cesur,
düşüncesizce cömert; dostluk kurup bozmakta, öfkelenmekte ve affetmekte
hızlıdırlar. Yetenekte cömertçe ödüllendirilmişlerdir, yargılama yetisindeyse
cimrice."
İrlandalıya egemen olan duygu ve tutkudur;
bunların önünde mantık boyun eğer. Tensel ve kolay tahrik olur doğaları,
düşüncenin ve sakin, sebatlı davranışın gelişmeye dönüşmesini engeller – böyle
bir ulus, bugün aldığı biçimle sanayi üretimi için kesinlikle uygun değildir. O
nedenle dört elle tarıma sarılmışlardır, ama onda da en alt düzeyde kalmışlardır.
Fransa'da ve Rhine'de olduğu gibi büyük malikanelerin yapay biçimde bölünmesi[518*]
suretiyle yaratılmış olmayan ve çok eski zamanlardan bu yana süregelen bir
gelenek, yani toprağın küçük parçalara bölünmesi nedeniyle sermaye yatırımı
yaparak toprağın iyileştirilmesi düşünülmedi; düşünülseydi bile, Alison'a göre,
toprağı İngiltere'deki yüksek verimlilik düzeyine çıkarmayacak bir ortalama
geliştirme için bile 120 milyon sterline gerek olacaktır. İrlanda uygarlığının
standardını yükseltebilecek olan İngiliz göçü, İrlanda halkını en vahşice
yağmalamakla yetinmeyi yeterli buldu; İngiltere'ye göçen İrlandalıların buraya
çaldıkları maya gerçi sonuçlarını daha ilerde ortaya koyacak ama, İngilizlerin
İrlanda'ya göçünde teşekkür edecekleri bir yan yok. [sayfa
355]
İrlandalıların, kendilerini şimdiki yıkımdan
kurtarma girişimleri, bir yandan suç işleme biçiminde beliriyor. Tarım
yörelerinde gündem maddesi bu suçlar; suç hemen hemen her zaman en yakındaki
düşmanları, topraksahiplerinin temsilcilerini ya da onların sadık
hizmetkarlarını, yerinden-yurdundan edilmiş yüzlerce ailenin küçük patates
tarlalarından bölünen geniş çiftliklerin çağrısız sahibi protestan konukları
hedef alıyor. Bu suçlar, özellikle güneyde ve batıda çok sık işleniyor. Öte
yandan, İrlandalılar, İngiltere'yle Yasama Birliğinin[74]
yürürlükten kaldırılması ajitasyonundan kurtuluş umudu taşıyorlar. Yukardan beri
söylenenlerden açıkça görülüyor ki, eğitilmemiş İrlandalı İngiliz'de en kötü
düşmanını, ulusal bağımsızlığın kazanılmasında da ilk gelişme umudunu görmek
durumundadır. Ama oldukça açık olan bir başka şey de şudur: İrlanda'nın
sıkıntısı, herhangi bir biçimde birliği ortadan kaldıracak bir yasayla da
siliniverecek bir sıkıntı değildir. Hatta böyle bir yasa, İrlanda'da, şimdi,
nedeninin dışardan kaynaklandığı düşünülen sefaletin, gerçekte ülke içinden
kaynaklandığını bir anda ortaya koyacaktır. Bunu İrlandalıya anlatmak için
birliğin dağıtılmasını gerçekleştirmeye gerek olup olmadığı tartışılması gereken
bir sorudur. Şimdiye dek ne çartizm, ne sosyalizm İrlanda'da başarı kazanmıştır.
İrlanda'ya ilişkin gözlemlerimi bu noktayla
tamamlıyorum, çünkü 1843'ün birliğe son verme ajitasyonu ve O'Connell'in
yargılanması[75]
Almanya'da İrlanda'nın sıkıntısı hakkında giderek daha fazla bilgilenilmesinin
araçları oldu.
Böylece Britanya Adaları proletaryasını,
etkinliğinin tüm alanlarında gözden geçirdik; her yerde tümüyle insanca olmayan
koşullarda yoksulluk ve sefalet içinde yaşadığını gördük. Proletaryanın
doğusuyla birlikte hoşnutsuzluğun da ortaya çıktığını, büyüdüğünü, geliştiğini
ve örgütlendiğini; proletaryanın burjuvaziye karşı açık, kanlı ve kansız
savaşımlar verdiğini gördük. Proletaryanın kaderini, umutlarını ve korkularını
kararlaştıran esasları araştırdık ve koşullarında bir iyileşme beklenmemesi
gerektiğini gözledik.
[sayfa 356]
Yer yer, burjuvazinin proletaryaya karşı tutumunu
gözleme fırsatını bulduk; yalnızca kendini düşündüğünü, gözünde kendi yararından
başka bir şey olmadığını gördük. Ama, haksızlık etmemek için, onun tutumunu
biraz daha yakindan inceleyelim. [sayfa 357]