İNGİLTERE'DE EMEKÇİ SINIFIN DURUMU
GİRİŞ
İNGİLTERE'DE proletaryanın[21*]
tarihi, geçen yüzyılın ikinci yarısında buhar motorunun ve pamuklu işleme
makinelerinin icadıyla başlar. Bu icatlar, çok iyi bilindiği gibi bir sanayi
devrimine, tüm sivil toplumu değiştiren bir devrime yolaçtı; o devrimin tarihsel
önemi ancak şimdi anlaşılmaya başlanıyor. Sessiz geliştiği ölçüde daha da güçlü
olan bu dönüşümün klasik toprağı İngiltere'dir, ve o nedenle İngiltere, o
devrimin esas ürününün, proletaryanın da klasik ülkesidir. Proletarya tüm
ilişkileri içinde ve her yönüyle ancak İngiltere'de incelenebilir.
Şimdi ve burada ne bu devrimin tarihine eğilmemiz gerekir, ne de günümüz
ve gelecek için taşıdığı engin öneme. Bu tanımlama işi, geleceğe, daha geniş bir
çalışmaya bırakılmalıdır. [sayfa 45] Şimdilik
kendimizi, izleyecek olguları anlamak üzere, İngiliz proletaryasının bugünkü
durumunu kavramak için gerekli olan küçük hedefle sınırlamalıyız.
Makineler gelmeden önce hammadde işçinin evinde eğiriliyor, işçinin evinde
dokunuyordu. Kadın ve kız çocuk, babanın dokumada kullanacağı ipliği eğiriyor ya
da baba ipliği bizzat kullanmıyorsa satıyorlardı. Bu dokumacı aileler, kentlere
komşu olan kırsal alanda yaşarlar, ve ücretleriyle oldukça iyi geçinir
giderlerdi; çünkü iç pazar hemen tek pazardı,[22*]
ve dış pazarların fethi ve ticaretin genişlemesiyle sonradan gelen rekabetin
ezici gücü, henüz ücretler üzerinde baskı yapmıyordu. Dahası, iç pazara dönük
talepte, nüfus artışındaki yavaşlığa ayak uyduran ve bütün işçileri istihdam
eden sürekli bir artış vardı; ayrıca, evleri kırsal alana yayıldığı için
işçilerin kendi aralarında hızlı bir rekabet olasılığı da yoktu. İşte bu
çerçevede dokumacı, bir kenara üç-beş kuruş ayırabileceği, boş zamanlarında
ekip-biçeceği küçük bir toprak kiralayabileceği, canı istedikçe ve dilediği
zaman dokumacılık yapabileceği için, istediği kadar toprak kiralayabilecek bir
konumda bulunuyordu. Doğru, o kötü bir çiftçiydi, toprağını iyi işleyemiyor,
çoğu zaman kötü ürün alıyordu; ama yine de proleter değildi, sürekli olarak
yerleştiği o topraklarda onun da bir çıkarı vardı ve bugünkü İngiliz işçiden,
toplumda bir basamak daha yukardaydı.
İşte böylece, çalışanlar oldukça rahattılar, dindar, dürüst, namuslu ve
barışçıl bir yaşam içindeydiler; maddi konumları ardıllarından çok daha iyiydi.
Aşırı çalışmaları gerekmiyordu; çalışmak istedikleri kadar çalışıyorlar ve
gereksindikleri parayı kazanıyorlardı. Bahçede ya da tarlada sağlıkları için
yararlı olan çalışma yapacak boş zamanları vardı; bu çalışmanın kendisi, onlar
için bir tür dinlenme oluyordu; bunun yanı sıra, komşularının eğlencelerine ve
oyunlarına da katılabiliyorlardı; ve bütün bu oyunlar — bowling, kriket,[23*]
[sayfa 46] futbol, vb. beden sağlıklarına, dinç
kalmalarına yardım ediyordu. Çoğu güçlü-kuvvetli, yapılı insanlardı; komşu
köylülerden pek farklı bir görünümde değillerdi. Çocukları, temiz kır havasında
büyüyordu; çalışmada ana-babalarına yardım ederlerse, bu ancak ara sıra olurdu;
onlar için sekiz ya da oniki saat çalışma diye bir şey sözkonusu değildi.
Bu sınıfın moral ve entelektüel karakterinin ne olacağı tahmin edilebilir.
Hiç içine girmedikleri kentlerden uzak kalan, ipliği ve dokumayı gezginci
simsarlara teslim edip ücretini onlardan alan, böylece kentin yakın çevresinde
sakin bir yaşam sürdüren ve makineler gelip de onu işinden edinceye ve ücretini
çalışma karşılığı kentte aramak zorunda kalıncaya kadar oraya gitmeyen bu
dokumacılar moral ve entelektüel bakımdan, küçük toprakları nedeniyle bağlantı
içinde bulundukları yeomanler[24*]
düzeyindeydiler. Kendisinden toprak kiraladıkları squirei —o yöredeki en
büyük topraksahibini— doğal üstleri olarak görüyorlardı; işlerini ona danışırlar,
ufak-tefek anlaşmazlıklarını çözüm için ona götürürler, ataerkil ilişkilerin
gerektirdiği her türlü saygıyı gösterirlerdi. "Saygın" insanlardı, iyi koca, iyi
babaydılar, ahlaklı bir yaşamları vardı; yakınlarında meyhane ya da randevuevi
olmadığı için ahlaksızlığa kışkırtacak bir şey yoktu, çünkü ara sıra
susuzluklarını giderdikleri hanın işletmecisi de genelde büyük kiracı-çiftçi
olan ve düzenliliğiyle, birasıyla ve birahanesini erken kapatmakla gurur duyan
saygıdeğer bir insandı. Çocukları gün boyu evdeydi; onları, içlerinde tanrı
korkusu taşıyan itaatkar insanlar olarak yetiştirirlerdi; çocuklar evleninceye
dek ataerkil ilişki, hiç değişmeksizin sürerdi. Gençler evlenme yaşına gelinceye
kadar oyun arkadaşlarıyla kırsal bir sadelik ve özdenlik içinde büyürlerdi;
gerçi evlilikten önce hemen hemen hiç şaşmaksızın cinsel ilişkiye girilirdi ama,
her iki taraf da evliliği ahlaksal bir zorunluluk olarak benimsediği zaman bu
olurdu ve evlilik her şeyi düzeltirdi. Kısacası, o günlerin İngiliz sanayi
işçileri, Almanya'da kıyıda-köşede hâlâ karşılaşılabilecek bir emeklilik ve
inziva [sayfa 47] havası içinde, herhangi bir
düşünsel çabadan uzak ve konumlarında şiddetli dalgalanmalar olmaksızın
yaşarlardı. Çok seyrek okuyabiliyorlar, ondan daha seyrek yazabiliyorlardı;
kiliseye düzenli giderlerdi; hiç politika konuşmazlardı; birinin arkasından
dolap çevirmezlerdi; hiç düşünmezlerdi; beden eğitimine bayılırlardı; İncil
okunurken, babadan oğula geçen bir saygıyla dinlerlerdi ve "daha üst" sınıflara
karşı aşırı ölçüde iyi duygularla ve tam bir alçakgönüllülükle yaklaşırlardı.
Ama beyinsel olarak ölüydüler; yalnızca küçük, özel çıkarları için, dokuma
tezgahları ve bahçeleri için yaşarlardı; onların ufkunun ötesinde insanlığı
baştan sona saran güçlü hareket hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Sakin, otsu
yaşamlarında huzurluydular; sanayi devrimi olmaksızın, sıcak-romantikse de
insana yakışmayan bu yaşamdan asla çıkamazlardı. Gerçekte, onlar insan değildi;
o zamana kadar tarihe rehberlik etmiş bir avuç aristokratın hizmetinde çalışan
makinelerdi. Sanayi devrimi, işçileri basit ve salt makineler yaparak onlardan,
bağımsız etkinliğin son kırıntılarını da çekip aldı ve böylece onları, insana
yaraşır bir konumu düşünüp istemeye zorlayarak, süregelmiş durumu, kendi
mantıklı sonucuna ulaştırmış oldu. Fransa'da politikanın yaptığını, İngiltere'de
manüfaktür ve genel olarak sivil toplum hareketi yaptı — insanlığın evrensel
çıkarlarına karşı uyuşuk bir kayıtsızlığa batmış son sınıfları da tarih
kasırgasının içine sürükledi.
İngiliz işçilerin durumunda çok radikal bir değişikliğe yolaçan ilk icat,
kuzey Lancashire'da Blackburn yakınlarındaki Stanhill'den[25*]
dokumacı James Hargreaves'in 1764'te bulduğu jenny[26*]
idi. Bu makine, daha sonra icat edilen masuranın başlangıcıydı ve elle hareket
ettiriliyordu. Alelade çıkrıktaki bir iğ yerine bu çıkrık onaltı ya da onsekiz
iğ taşıyordu ve tek işçi hepsini çalıştırmaya yetiyordu. Bu icat, o zamana
kadarkinden çok daha. fazla miktarda iplik yapılmasını [sayfa
48] olanaklı kıldı. Eskiden bir dokumacı üç eğirici çalıştırdığı halde
gene de yeterince iplik olmazdı ve dokumacı iplik beklemek zorunda kalırdı;
şimdiyse mevcuttaki dokumacıların kullanabileceğindan daha fazla iplik çıkıyordu.
Zaten artmakta olan talep, dokuma ürünlerinin ucuzluğu nedeniyle daha da
fazlalaştı; o ucuzluk da iplik üretimi maliyetinin düşmesinin sonucuydu. Daha
fazla dokumacı gerekiyordu; bu yüzden dokumacı ücretleri arttı. Dokumacı şimdi
artık tezgahının başında daha fazla kazanabildiği için, yavaş yavaş çiftçiliği
bırakmaya başladı; tüm zamanını dokumacılığa ayırdı. O sıralarda dört büyükle
iki çocuktan (masuralamakta çalıştırılırlardı) oluşan bir aile, günde sekiz[27*]
saatlik bir çalışma ile haftada dört pound sterlin[28*],
eğer ticaret iyiyse ve iş sıkıştırırsa daha da fazla kazanırlardı. Tek
dokumacının, dokuma tezgahından haftada iki pound kazandığı sık görülürdü. Yavaş
yavaş çiftçi-dokumacılar sınıfı bütünüyle ortadan kalktı ve yeni ortaya çıkmakta
olan, tamamen aldığı ücretle yaşayan, herhangi bir mülkü ya da kira-mülk sahibi
olmayan dokumacılar sınıfı içinde eridi; böylece işçiler,[29*]
proleterler ortaya çıktı. Dahası, eğiriciyle dokumacı arasındaki eski ilişki
yıkıldı. O zamana kadar, olabildiği ölçüde, iplik aynı çatı altında eğirilir ve
dokunurdu. Şimdi artık çıkrık da dokuma tezgahı gibi güçlü bir el istediği için,
erkekler iplik eğirmeye başladılar; ve bazıları antika çıkrıkları bir kenara
atarken, aileler tüm olarak iplik eğirme işiyle geçinir oldular; eğer (yeni)
çıkrık alacak kadar olanakları yoksa, yalnızca babanın ücretiyle geçinmek
zorunda kaldılar. İşbölümü, eğirme ve dokumayla işte böyle başladı ve ondan
sonra sonsuz denecek kadar yetkinleştirildi.
Sanayi proletaryası, henüz hiç yetkinleşmemiş ilk makineyle böylece
gelişirken, aynı makine tarım proletaryasını da ortaya çıkarıyordu. O yıllara
gelinceye kadar, komşuları [sayfa 49]
çiftçi-dokumacılar gibi, düşünsel bir çaba gerektirmeyen otsu bir yaşam sürdüren
çok sayıda küçük topraksahipleri, yeomanler, vardı. Topraklarını,
atalarının eski ve hiç de etkin olmayan tarzıyla eker-biçerlerdi; kuşaktan
kuşağa hep aynı kalmışlardı; alışkanlık tutsağı yaratıklara özgü bir inatçılıkla
her değişikliğe karşı dururlardı. Bunlar arasında, sözcüğün şimdiki anlamında
kiracı olmamakla birlikte, küçük topraksahipleri de vardı — bunlar, toprakları
kendilerine, ya kalıtsal kira-mülk olarak ya eski bir geleneğin zorlamasıyla
babadan geçmiş ve o zamana kadar sanki kendilerine ait mülkmüş gibi güvenle
ellerinde tutmuş kişilerdi. Sanayi işçileri tarımdan çekilince, kirayla tutulmuş
olan bu küçük toprakların çoğu işlenmez oldu ve bu topraklara yeni bir büyük
kiracılar sınıfı geldi; bunlar, yıl sonunda geri verilmesi gereken, ama daha
gelişkin bir toprak sürme ve daha geniş çiftçilik sayesinde ürünü artırılan,
elli, yüz, ikiyüz, hatta daha çok akr[30*]
araziyi işleyen tenants-at-will[31*]
idi. Bunlar ürünlerini yeomanden daha ucuz satabiliyorlardı; çiftliği
artık kendisini besleyemeyen yeomane de toprağı satmaktan, bir çıkrık ya
da dokuma tezgahı almaktan ya da büyük çiftçinin hizmetinde tarım işçisi olarak
çalışmaktan başka bir şey kalmıyordu. Kalıtsal yavaşlığı, atalarından miras
kalma etkisiz ekip-biçme yöntemleri ve bunların üstüne çıkamayışı ona başka
seçenek bırakmıyordu. Daha sağlam esaslarla ve geniş ölçekli tarımın ve toprağı
iyileştirmek için sermaye yatırımı yapmanın getirdiği üstünlüklerle daha iyi
tarım yapabilen insanlarla rekabete zorlandığı zaman, yeomanin başka
seçeneği yoktu.
Bu arada, sınai gelişme durmadı. Kapitalistler tek başlarına, büyük
yapılarda eğirme çıkrıkları kurmaya ve bunları su gücüyle döndürmeye başladılar;
böylece işçi sayısını azaltabilecek, ve ipliği, kendi makinelerini el ile
çalıştıran tek [sayfa 50] tek eğiricilerden daha
ucuza satabilecek bir konuma geldiler. Çıkrık sürekli geliştiriliyordu; öyle ki
mevcutların sürekli olarak ya yeniliğe uydurulması ya da bir kenara atılması
gerekiyordu; gerçi kapitalistler, su gücünden yararlandıkları için, eski
makinelerle bile dayanabilirlerdi ama, tek tek eğiriciler için bu olanaksızdı.
Ve işte başlangıcı bu olan fabrika sistemi, Kuzey Lancashire'da Preston'dan
berber Richard Arkwright'ın 1767'de icat ettiği döner iplik makinesiyle [spinning
throstle] yeni bir genişleme gösterdi. Buhar motorundan sonra, 18.
yüzyılın en önemli mekanik icadı buydu;[32*]
daha başından itibaren, mekanik hareket gücü için düşünülmüştü ve tamamen yeni
ilkelere dayandırılmıştı. Çıkrıkla iplik makinesinin özelliklerini biraraya
getirerek, Lancashire'da Firwood'dan Samuel Crompton 1785'te[33*]
masurayı icat etti ve Arkwright'ın çırçır makinesini ve aynı zamanda ilk kademe
düzeneğini ("hafif büküm ve fitil bükümü")[34*]
geliştirmesiyle fabrika sistemi, pamuk ipliği üretiminde başat sistem haline
geldi. Ufak-tefek değişikliklerle bu makineler, adım adım, keten ipliğine[35*]
de uyarlandı ve o alanda da el çalışmasının yerini aldı. Ama o zaman bile son
henüz gelmemişti. Geçen yüzyılın son yıllarında, bir köy papazı olan Dr.
Cartwright, motorlu dokuma tezgahını icat etti ve 1804 dolayında öylesine
geliştirdi ki, tezgah, el dokuma tezgahıyla başarılı biçimde rekabet edebilir
oldu. Ve bütün bu makineleri, James Watt'ın 1764'te icat ettiği ve 1785'ten
itibaren hareket ettirici enerjiyi sağlayan buhar motoru bir kat daha önemli
hale getirdi.
Yıldan yıla geliştirilen bu icatlarla, İngiliz sanayisinin ana dallarında
makineli çalışma, elle çalışmaya üstün geldi; [sayfa 51]
ve o zamandan itibaren de el işçiliğinin tarihi, el-işçilerinin makineler
tarafından nasıl, bir siperden ötekine geriletildiklerini anlata gelir. Bu
gelişmenin sonuçları, bir yandan, tüm mamul meta fiyatlarındaki hızlı düşüş,
ticaretin ve imalatın gelişmesi, korunmayan dış pazarların hemen tümünün fethi,
sermayenin ve ulusal zenginliğin çarçabuk katlanarak art-masıydı; öte yandan,
proletaryanın daha da hızlı katlanarak büyümesi, elde toprak tutmanın ve işçi
sınıfı için işsiz kalmama güvencesinin bütünüyle yıkılması, moral bozukluğu,
siyasal heyecan ve rahat koşullarda İngilizlerin hiç de haz etmeyecekleri,
izleyen sayfalarda gözden geçireceğimiz olgular oldu. Çıkrık gibi hantal bir
makinenin, alt sınıfların toplumsal durumunda ne tür bir değişiklik yarattığını
gördükten sonra, ince ayarlarla çalışan tam ve birbiriyle uyumlu makine
donanımının, bir yandan hammaddeyi alıp öte yandan dokunmuş mal çıkaran makine
donanımının getirdiği sonuçlarda şaşılacak hiçbir şey yoktur.
Şimdi, pamuklu sanayisi[36*]
ile başlamak üzere, İngiliz manüfaktürünün[37*]
gelişimini[38*]
biraz daha yakından inceleyelim. 1771-1775 arasında İngiltere'ye yılda 5.000.000
pounddan[39*]
daha az ham pamuk girdi; 1841'de ithalat 528.000.000 pounddu, 1844'ün ithalatı
en azından 600.000.000 pound olacak. 1834'te dışarıya 556.000.000 yarda[40*]
pamuklu dokuma ürünü, 76.500.000 pound pamuk ipliği ve erkek iç çamaşırı sattı;
bunların toplam değeri 1.200.000 pound sterlindi. Aynı yıl iplik makineleri
dışında, 8.000.000'dan fazla masura, 110.000 dokuma makinesi,
[sayfa 52] 250.000 el tezgahı pamuklu sanayisinin
emrindeydi; McCulloch'un hesaplarına göre,[41*]
bu branştan[42*]
yaklaşık bir-buçuk milyon insan ekmek yedi — bunların ancak 220.000'i
fabrikalarda çalıştı; bu fabrikalarda kullanılan enerji 33.000 beygir gücünde
buhar enerjisi, 11.000 beygir gücünde su enerji-siydi. Bugün, bu rakamlar
yeterli olmaktan uzaktır; 1845'te kullanılan enerjinin, makine sayısının ve
çalıştırılan işçi sayısının 1834'tekinden bir-buçuk kat daha fazla olduğunu
tahmin etmek hatalı olmaz. Bu sanayinin ana merkezi, başladığı Lancashire'dır;
bu gözlerden ırak, kötü ekilip biçilen, bataklıkla kaplı yöreyi tümden
değiştirmiş, meşgul, canlı, seksen yılda nüfusunu on kat artıran, toplam nüfusu
700.000 olan Liverpool'la Manchester gibi iki dev kent yaratan, 60.000 nüfuslu
Bolton, 75.000 nüfuslu Rochdale, 50.000 nüfuslu Oldham, 60.000 nüfuslu Preston,
40.000'er nüfuslu Ashton ve Stalybridge gibi komşu kasabaların yanısıra, sanki
sihirli değnekle dokunmuşçasına bir dizi imalatçı kasaba yaratan bir bölgeye
dönüştürmüştür. Güney Lancashire'ın tarihi, modern zamanların en yüce
harikalarından bazılarını içinde taşımaktadır, ama bunlardan yine de hiç kimse
sözetmez; tüm bu mucizeler pamuklu sanayisinin ürünüdür. İskoçya'nm pamuklu
yöresi Lanarkshire'la Renfrewshire'ın merkezi[43*]
olan Glasgow, sanayinin gelişinden bu yana nüfusunu 30.000'den 300.000'e
yükseltmiştir. Nottingham'ın ve Derby'nin çorap ve erkek çamaşırı imalatı, önce
düşük iplik fiyatından, sonra çorap dokuma tezgahının geliştirilmesinden, aynı
anda iki çorabın örülmesini sağlayan bu gelişmeden hız almıştır. 1777'de dantel
örme makinesinin icadından sonra dantel imalatı da sanayinin önemli bir branşı
haline gelmiştir; o tarihten kısa süre sonra Lindley pointnet makinesini
ve 1809'da da Heathcoat bobbin-net makinesini icat etmiştir; bunun sonucu
olarak dantel üretimi çok basitleşmiş, [sayfa 53]
azalan maliyet oranında da dantele olan talep artmıştır; şimdi en azından
200.000 kişi bu sanayiden ekmek yiyor. Dantelin bellibaşlı merkezleri,
Nottingham, Leicester ve İngiltere’nin batısı, Wiltshire, Devonshire, vb.'dir.
Pamuklu sanayisine bağımlı olan boyama, renk ağartma ve baskı sanayisinde de
koşut bir genişleme gözlenmiştir. Oksijen yerine klorla ağartma, kimyasal
gelişmelere dayanan boyama ve baskı, ayrıca çok parlak mekanik bir dizi buluşa
dayanan baskı teknikleri daha da büyük bir ilerleme sağlamış, pamuklu
sanayisindeki büyümenin, bu alanlarda sağladığı genişleme, daha önce hiç
görülmedik bir düzeye çıkmıştır.
Aynı etkinlik, yünlü imalatında da kendini göstermiştir. Aslında yünlü
imalatı, İngiliz sanayisinin o zamana değin önde gelen bölümüydü; ama eskiden
üretilen miktarlar, şimdi üretilenin yanında hiç kalıyordu. 1782'de, önceki üç
yılın tüm yün ürünü, işçi sıkıntısı nedeniyle işlenmeden kalmıştı; yeni icat
edilen makine, eğirmek için yardıma koşmasa, öyle de kalırdı. Bu makinenin yün
eğirmeye uygun bir biçime getirilmesi çok başarılı oldu. Sonra, pamuk
bölgelerinde gördüğümüz bu hızlı gelişmeler, yün bölgelerinde de olmaya başladı.
1738'de Yorkshire'daki West Riding'de üretilmiş 75.000 parça yünlü giyecek vardı;
1817'de aynı yerde 490.000 parça üretildi; sanayideki genişleme öylesine
hızlıydı ki, 1834'te, 1825'tekinden 450.000 parça daha fazla üretilmişti.[44*]
1801'de 101.000.000 pound yün (7.000.000'u ithalat) işlenmişti; 1835'te
180.000.000 pound işlendi, bunun 42 milyon poundu da ithal edilmişti. Bu
sanayinin esas merkezi Yorkshire'daki West Riding'dir; orada özellikle
Bradford'da uzun İngiliz yünü iplik haline getiriliyor, Leeds, Halifax,
Huddersfield vb. kentlerde kısa yünler sıkıca eğirilmiş ipliğe ve giyeceğe
dönüştürülüyordu. Sonra Lancashire'ın yakın yöresi, Rochdale bölgesinde pamuklu
sanayisinin yanısıra çok miktarda pazen, batı İngiltere’de ise iyi kalite kumaş
üretiliyordu. Buralardaki nüfus artışı da dikkate değer: [sayfa
54]
|
1801'de |
1831'de |
Bradford nüfusu |
29.000 |
77.000 |
Halifax nüfusu |
63.000 |
110.000 |
Huddersfield nüfusu |
15.000 |
34.000 |
Leeds nüfusu |
53.000 |
123.000 |
West Riding (bütünü) nüfusu |
564.000 |
980.000 |
1831'den bu yana bu nüfus en azından yüzde 20-25 daha artmış olmalıdır.
1835'te yün eğirme işinde Birleşik Krallıkta 71.300 işçi çalıştıran 1.313
fabrika vardı; bu sayıda işçi, dokumacılar dışında, doğrudan ya da dolaylı
olarak ekmeğini bu işten, yünlü imalatından kazananların çok ufak bir bölümüdür.
Keten ticaretindeki gelişme ise daha sonralarıdır; çünkü hammaddesinin
yapısı, eğirme makinesinin bu işte kullanılmasını çok güçleştiriyordu. Geçen
yüzyılın son yıllarında İskoçya'da bu iş denenmişti, ama 1810'da keten eğirme
makinesini yapan Fransız Girard, pratikte bu işi başaran ilk kişi oldu;
Girard'ın makineleri de İngiltere’de geçirdikleri değişimden sonra önem
kazandılar ve Leeds'de, Dundee'de ve Belfast'ta kullanılmaya başlandılar. O
tarihten itibaren İngiliz keten bezi ticareti hızla genişledi. 1814'te 3.000 ton
[45*]
keten ithal edildi;
[46*]
1833'te de yaklaşık 19.000 ton keten, 3.400 ton kenevir. İrlanda'nın
İngiltere’ye sattığı keten miktarı 1800'deki 32.000.000 yardadan 1825'te
53.000.000 yardaya yükseldi; bunun büyük bir bölümü de İngiltere'den yeniden
ihraç edildi. İngiliz ve İskoç dokunmuş keten ürünleri 1820'deki 24.000.000
yardadan 1833'te 51.000.000 yardaya yükseldi.
1835'te keten ipliği üreten kuruluşların sayısı 347 idi; 33.000 işçi
çalıştırıyorlardı; bu kuruluşların yarısı İskoçya'nın
[sayfa
55] güneyindeydi, 60'tan fazlası Yorkshire'ın West Riding kasabasında,
Leeds'de ve Leeds çevresinde, 25'i İrlanda'da Belfast'ta, geri kalanlar da
Dorset'le Lancashire'daydı. Dokumacılık İskoçya'nın güneyinde, İngiltere'nin
şurasında-burasında, ama esas olarak İrlanda'da gerçekleştiriliyordu.
Benzer bir başarı düşüncesiyle İngilizler dikkatlerini ipekli imalatına
çevirdiler. Zaten eğirilmiş olan hammadde Güney Avrupa'dan ve Asya'dan ithal
ediliyordu; ondan sonrası bu ince eğirilmiş iplikleri bükmeye kalıyordu.
[47*]
Bir poundluk hammadde için dört şilinlik ağır ithalat vergisi, İngiliz ipekli
sanayisinin gelişimini 1824'e kadar büyük ölçüde geciktirdi; bu arada
İngiltere'nin ve sömürgelerin pazarları ipekli açısından koruma altında tutuldu.
O yıl gümrük vergisi bir peniye indirildi ve fabrikaların sayısı bir anda pıtrak
gibi artıverdi. Tek bir yıl içinde ibrişim iğlerinin sayısı 780.000'den
1.180.000'e yükseldi; her ne kadar 1825'teki ticaret bunalımı bu sanayi kolunu o
an için kötürüm ettiyse de rakiplerinin hantal makineleri karşısında kendi
ibrişim makinelerinin üstünlüğünü sağlayan İngilizlerin deneyimi ve yeteneğiyle,
1827'de, o zamana dek üretilmemiş ölçüde ürün çıkarıldı. 1835'te Britanya
İmparatorluğu, 30.000 işçi çalıştıran 263 ibrişim fabrikasına sahipti; bu
fabrikalar başlıca Cheshire'da, Macclesfield'da, Congleton'da ve çevresinde ve
Manchester'la Somersetshire'da kuruluydu. Bunların yanısıra atıkları işleyen ve
İngilizlerin Paris ve Lyons dokumacılarına bile sattıkları, ipek lifi
[48*]
denen bir ürün çıkaran fabrikalar da var. Böylece eğirden ve ibrişime
dönüştürülen ipek, Paisley'de ve İskoçya'da daha başka yerlerde, Spitalfıelds'da,
Londra'da ama aynı zamanda Manchester'da ve başka yerlerde de dokunuyor.
1760'tan itibaren İngiliz manüfaktüründe elde edilen devcesine ilerleme,
kumaş üretimi ile de sınırlı kalmadı. O ilk hız, sanayinin tüm dallarına yansıdı
ve burada andığımız icatlarla hiçbir ilgisi olmayan bir dizi icat, genel bir
hareketin orta yerinde gerçekleştiriliyor oluşu nedeniyle, bir kat daha önem
kazandı. Mekanik gücün ölçülemeyecek kadar büyük olan önemi bir kez ortaya
çıkınca, tüm enerji, bu güçten her alanda yararlanma ve mucitlerle imalatçıların
çıkarına kullanma gayretinde yoğunlaştırıldı. Makineye, yakıta ve malzemeye olan
talep işçi kitlelerine gerek duyar oldu ve birçok işkolunu, çalışmaları bir kat
artırmaya itti. İlkin buhar makinesi İngiltere'nin kömür madenlerini önemli hale
getirdi; ilk kez başlayan makine üretimi de bu alana hammadde sağlayan demir
madenlerine ilgiyi artırdı. Artan yün tüketimi, İngiliz koyun besiciliğini
teşvik etti; yün, keten ve ipek ithalatındaki artış da İngiliz deniz
taşımacılığının genişletilmesini gerektirdi. Gelişmenin en büyüğü de demir
üretiminde oldu. İngilizlerin zengin demir cevheri madenleri, o zamana kadar çok
az gelişmişti; demir, mangal kömürü ateşinde eritilegelirdi; ama tarım
ilerledikçe ve ormanlar kesildikçe, mangal kömürü pahalı
[49*]
hale geldi. Demir eritilmesinde kok
[50*]
kömürü kullanılmaya başlanması geçen yüzyılda olmuştu; 1780'de de o zamana kadar
ancak dökme demire dönüştürülebilen kok ateşinde eritilmiş demiri, dövme demire
çeviren bir yöntem bulundu. Dökme demiri ocakta "tavlama" denen bu yöntem,
eritme işlemi sırasında demirle karışan karbonu ayırmaktan ibaretti ve İngiliz
demir üretiminde yeni bir çığır açtı. Eskisinden elli kat daha büyük eritme
ocakları kuruldu; sıcak hava dolaşımı yönteminin uygulanmasıyla eritme işlemi
basitleştirildi; böylece demir daha ucuz üretilebiliyordu ve daha önce ya taştan
ya tahtadan yapılan birçok eşya artık demirden yapılabiliyordu.
1788'de, ünlü demokrat Thomas Paine, Yorkshire'da ilk demir köprüyü yaptı.
[7]
Bunu başka demir köprüler izledi. Öyle ki hemen hemen tüm köprüler, özellikle
demiryolu trafiği için olanlar, dökme demirden yapıldı. Londra'da da
[sayfa 57] Thames nehri üzerindeki Southwark köprüsü,
aynı malzemeden yapıldı. Demirden sütunlar, makine tezgahları, vb. yaygın olarak
kullanılır hale geldi; gaz lambaları ve demiryolları, İngiliz demir ürünleri
için yeni alanlar açtı. Çivi ve vida, adım adım makineler tarafından yapılmaya
başlandı. Sheffieldlı Huntsman, 1760'ta büyük ölçüde emek tasarrufu sağlayan bir
çelik döküm yöntemi geliştirdi; böylece, bir dizi yeni malın daha ucuza üretimi
olanaklı oldu. Ve eldeki malzemenin daha saf hale gelişi, daha gelişkin gereçler,
yeni makineler ve işbölümünün daha da yetkinleşmesi sonucu İngiltere'nin metal
ticareti ilk kez öne çıktı. Birmingham'ın nüfusu 1801'de 73.000 iken 1844'te
200.000'e yükseldi; Sheffıeld'ın nüfusu 1801'deki 46.000'den 1844'te 110.000'e
çıktı. Yalnızca Sheffield'daki kömür tüketimi 1836'da 515.000 tona ulaştı.
1805'te 4.300 ton demir eşya ürünü ve 4.600 ton pik demiri ihraç edilmişti.
1834'te ihraç edilen demir ürünleri 16.200 ton, pik demiri 107.000 tondu.
1740'ta demir ürünleri üretimi 17.0ft0 tona çıkarken, tüm demir ürünleri toplam
üretimi 1834'te neredeyse 700.000 tona ulaşmıştı. Yalnızca pik demiri eritmesi
yılda 3 milyon tondan fazla kömür tüketiyor;
[8]
son 60 yıl içinde kömür üretiminin kazandığı önemi anlatmaya gerek yok.
İngiltere ve İskoçya'daki tüm maden yatakları işlenmeye başladı. Yalnızca
Northumberland ve Durham'daki madenler gemicilik için yılda 5 milyon tondan
fazla üretiyor ve 40-50 bin kişi çalıştırıyor.
Durham Chronicle
gazetesine göre bu iki kasabada 1753'te 14 ocak; 1800'de 40 ocak; 1836'da 76
ocak; 1843'te 130 ocak işletiliyordu.
Ayrıca tüm ocaklar şimdi eskisine bakışla daha etkin biçimde işletiliyor.
Benzer bir yoğun çalışma kalay, bakır ve kurşunda da görülüyor; cam imalatının
genişletilmesinin yanısıra, 1763 dolayında Josiah Wedgwood'un çabalarıyla önem
kazanan yeni bir sanayi kolu, porselen üretimi ortaya çıktı. Bu mucit, tüm
porselen üretimini bilimsel bir temele oturttu; daha zevkli çanak-tabak yapmaya
başladı; eskiden boş yaban bir arazi olan, şimdi fabrikaların ve konutların
doldurduğu 60.000'den fazla insanı besleyen sekiz mil karelik
[sayfa 58] Kuzey Staffordshire porselenlerinin
temelini attı.
Her şey bu genel hummalı çalışmanın girdabına çekildi. Tarım da buna uygun
bir gelişme gösterdi. Daha önce gördüğümüz gibi, yalnızca toprak yeni sahiplerin
ve üreticilerin eline geçmekle kalmadı, tarım da bir başka açıdan etkilendi.
Elinde büyük toprak bulunanlar toprağı geliştirmek üzere sermaye yatırdılar,
gereksiz çitleri söküp attılar, bataklıkları kuruttular, gübrelediler, daha iyi
araç-gereç kullandılar ve ürün çeşitlemesi
[51*]
yolunu seçtiler. Bilimdeki gelişmeler de onlara yardım etti; sir Humphry Davy,
kimyayı, başarıyla tarıma uyguladı; mekanik bilimindeki ilerleme de büyük
çiftçilere bir dizi yarar sağladı. Dahası, nüfus artışının sonucu olarak tarım
ürünlerine olan talep öylesine büyüdü ki, 1760'tan 1834'e kadar 6.840.540 akr
yaban arazi tarıma elverişli hale getirildi. Buna karşın İngiltere gene de tahıl
ihraç eden bir ülke olmaktan tahıl ithal eden bir ülkeye dönüştü.
Ulaşımda da aynı etkinlik geliştirildi. 1818'den 1829'a kadar İngiltere'de
Galler bölgesinde yasa gereği genişliği 60 fit
[52*]
olan 1.000 İngiliz mili
[53*]
uzunluğunda karayolu yapıldı; neredeyse bütün eski yollar da yeni makadam
sistemiyle baştan yapıldı. Bayındırlık bakanlığı İskoçya'da 1803'ten bu yana
yaklaşık 900 mil karayolu ve 1.000'den fazla köprü yaptı. Bunlar sayesinde
Highlands'in insanları, uygarlığın erişebileceği bir mesafeye geliverdiler.
Highlandsliler o zamana dek korsan avcılıkla ya da kaçakçılıkla geçinirlerdi;
şimdi çiftçi
[54*]
ve el sanatları ustası oldular. Gerçi Gal dilini koruyabilmek için Gal okulları
kuruldu ama, İngiliz uygarlığı daha oralara girmeden önce Gal-Kelt geleneği ve
dili hızla yokoluyor. İrlanda'da da öyle. Cork, Limerick ve Kerry arasında,
yakın zamana kadar geçit vermeyen vahşi bir doğa
[sayfa 59]
uzanırdı; erişilmesi güç olduğu için de her türlü suçlu için barınma ve sığınma
yeriydi; İrlanda'nın güneyindeki Kelt-İrlandalı milliyetçilik için de esaslı bir
koruma sağlıyordu. Şimdi bu vahşi toprakları bir uçtan ötekine yollar kesiyor.
Böylece, uygarlık, bu vahşi yöreye bile girme olanağını buldu. 60 yıl önce
Almanya ile Fransa'nınki kadar kötü yolları olan tüm Britanya İmparatorluğu ve
özellikle İngiltere, şimdi en iyisinden bir yol ağıyla örtülü; ve bunlar da
İngiltere'deki başka her şey gibi, özel girişimin eseri; çünkü devlet bu
doğrultuda çok az şey yapıyor.
1755'ten önce İngiltere'de hemen hemen hiç kanal yoktu. O yıl
Lancashire'da Sankey Brook'tan St. Helen's'e bir kanal yapıldı; 1759'da ilk
önemli kanalı James Brindley yaptı: Manchester'dan ve o yöredeki kömür
ocaklarından, Barton yakınlarında bir suyolu kemeriyle Irwell nehrini aşıp
Mersey ırmağının ağzına ulaşan Bridgewater Dükü kanalı. İngiltere'de, önemini
Brindley'in ortaya koyduğu kanal yapımı, bu tarihten başlar. Şimdi her yönde
kanallar yapılıyor ve nehirler ulaşıma elverişli duruma sokuluyor. Yalnızca
İngiltere'de 2.200 mil uzunluğunda kanal ve ulaşıma elverişli 1.800 mil
uzunluğunda nehir var. İskoçya'da Caledonia kanalı ülkeyi bir uçtan ötekine
kesiyor; İrlanda'da da birçok kanal yapıldı. Demiryolları ve karayolları gibi bu
suyolları da neredeyse tümüyle özel kişilerin ve şirketlerin eseri.
Demiryollarının yapımı daha yeni. İlk büyük demiryolu 1830'da Liverpool'la
Manchester arasında açıldı. Ondan sonra tüm büyük kentler birbirine demiryoluyla
bağlandı. Londra Southampton'la, Brighton'la, Dover'la, Colchester'îa, Exeter'le
[55*]
ve Birmingham'la; Birmingham Gloucester'la, Liverpool'la, Lancaster'la (Newton
ve Wigan yoluyla,ve Manchester ve Bolton yoluyla); ve ayrıca Leeds'le
(Manchester ve Halifax yoluyla ve Leicester, Derby ve Sheffield yoluyla); Leeds
Hull ve Newcastle'la (York yoluyla). Ayrıca daha birçok ufak çaplı yol yapımı ya
da projesi var. Kısa süre sonra
[sayfa 60]
Edinburgh'tan Londra'ya bir gün içinde yolculuk olanaklı olacak.
Buharın uygulanışı karadan ulaşımı dönüştürdüğü gibi, deniz yoluyla
ulaşımda da devrim yaptı. İlk buharlı gemi 1807'de Kuzey Amerika'da Hudson'da
denize indirilmişti; Britanya İmparatorluğundaki ilk buharlı gemi 1811'de
Clyde'da denize indirildi. O zamandan bu yana İngiltere'de 600'den fazla gemi
yapıldı; 1836'da 500'den fazlası İngiliz limanları arasında sefer yapıyordu.
İngiliz sanayisinin gelişmesinin son 60 yıl içindeki tarihi, insanlığın
kayıtlarında .bir eşi olmayan tarihi, kısaca böyle. Altmış, seksen yıl önce
İngiltere küçük kasabalarıyla, az sayıdaki basit sanayisi ile
oransal
olarak büyük ama ülkeye seyrekçe yayılmış tarım nüfusu ile, herhangi bir başka
ülke gibiydi. Bugün, iki-buçuk milyon nüfuslu başkentiyle; geniş imalatçı
kentleriyle; dünyayı besleyen ve hemen her şeyi karmaşık makinelerle üreten bir
sanayi ile; üçte-ikisi bir meslekte ve ticarette
[56*]
çalışan ve tümüyle farklı sınıflardan oluşan, çalışkan, zeki, yoğun nüfusuyla;
öteki gelenekleri ve gereksinmeleriyle, gerçekte, geçmiş günlerin
İngiltere'sindekinden farklı bir ulus oluşturmaktadır ve başka
herhangi
bir ülke gibi değildir. Siyasal devrim Fransa için neyse, felsefi devrim Almanya
için neyse, sınai devrim de İngiltere için odur. 1760 İngiltere'siyle 1844
İngiltere'si arasındaki farklılık, en azından
ancien regime[57*]
Fransası ile Temmuz Devrimi Fransası arasındaki fark kadar büyüktür. Ama bu
sınai dönüşümün en önemli sonucu İngiliz proletaryasıdır.
Makinenin gelişiyle proletaryanın nasıl ortaya çıktığını daha önce
görmüştük. İmalatın hızla gelişmesi işçiye gerek duyuyordu; ücretler yükseldi ve
işçi orduları tarımsal yörelerden kentlere göçtüler. Nüfus büyük ölçüde arttı ve
artışın neredeyse tümü proletaryada oldu. Ayrıca, İrlanda 18. yüzyılın başından
itibaren, düzenli bir gelişme içine girdi. İlk zamanlardaki karışıklıklar
sırasında İngiliz gaddarlığıyla büyük ölçüde kırılan nüfus, orada da hızla ve
özellikle imalattaki ilerleme başladıktan sonra, İrlandalıların kitleler halinde
İngiltere'ye çekilmesinden sonra arttı. Böylece Britanya İmparatorluğunun büyük
imalat ve ticaret kentleri ortaya çıktı. Bu kentlerde nüfusun en azından
dörtte-üçü işçi sınıfına mensuptur; alt orta-sınıf yalnızca küçük esnaftan ve az
sayıda el zanaatları ustasından oluşur. Çünkü, her ne kadar yükselen imalat
sanayisi aleti makineye, atölyeyi fabrikaya ve dolayısıyla çalışan alt
orta-sınıfı çalışan proletaryaya ve eski büyük tüccarı imalatçıya dönüştürerek
önemli hale geldiyse,her ne kadar alt orta-sınıf böylece erken bir zamanda
ezildiyse ve nüfus birbirine karşıt iki öğeye işçilerle kapitalistlere
indirgendiyse de, bu sözcüğün tam anlamındaki imalat alanının dışında el
zanaatları ve perakende ticaret alanlarında da böyle oldu. Eski ustalarla
çırakların yerini büyük kapitalistler ve kendi sınıfının üstüne çıkması
beklentisi bulunmayan emekçiler aldı. El zanaatı fabrika işi tarzında yürütüldü;
işbölümü özenle uygulandı; ve büyük kuruluşlarla rekabet edemeyen küçük
işverenler proletaryaya katılmak zorunda kaldılar. Aynı zamanda, eski zanaat
düzenlemelerinin yıkılması ve alt orta-sınıfın yokolması, işçilerin orta-sınıfa
yükselmesi olasılığını da ortadan kaldırdı. O insan o zamana kadar şurada ya da
burada bir iş kurup usta-zanaatkar olarak belki de gezginci ustaları ya da
çırakları yanında çalıştırma olasılığına hep sahip olagelmişti; ama şimdi,
sanayiciler usta-zanaatkarları saf dışı edince, işi bağımsız biçimde
sürdürebilmek için büyük bir sermaye gerekli hale gelince, işçi sınıfı da ilk
kez nüfusun sürekli ve tamamlayıcı bir parçası oldu; oysa eskiden burjuvaziye
ulaştıran bir ara geçişten ibaretti. Ama artık, emekçi doğan yaşamının geri
kalan bölümünde de emekçi kalmaktan başka bir beklentiye sahip değildi. Bu
nedenle proletarya şimdi ilk kez bağımsız bir harekete girişebilecek bir konuma
geliyordu.
İşte artık Britanya İmparatorluğunu dolduran, toplumsal durumu her geçen
gün uygar dünyanın dikkatini gerektiren geniş emekçi yığınlar, böylece
biraraya getirildi.
İşçi sınıfının durumu, İngiliz halkının büyük çoğunluğunun durumudur. Soru
şu: Dün ne kazandıysa bugün onu yiyen; kendi buluşları ve çalışmalarıyla
İngiltere'nin büyüklüğünü yaratan; her geçen gün güçlerinin daha çok bilincine
varan ve her gün artan bir ivecenlikle, toplumun yararlarından kendi paylarını
isteyen bu yoksul milyonlar ne olacak? Bu soru Reform Yasa taslağından
[9]
itibaren ulusal ölçekte sorulmaya başlandı. Önemli parlamento görüşmelerinin
hepsi dönüp dolaşıp bu noktaya geliyor; gerçi İngiliz orta-sınıfı bunu henüz
itiraf etmiyor ve bu sorudan kaçınmaya çalışıyor ve kendi belli çıkarlarını,
gerçekten ulusal çıkarlarmış gibi sunmaya gayret ediyor ama, çabaları tümden
yararsızdır. Parlamentonun her oturumunda işçi sınıfı yeni siperler kazanıyor,
orta-sınıfın çıkarları önemce azalıyor; ve orta-sınıfın parlamentodaki ana hatta
tek güç oluşu gerçeğine karşın, 1844'ün son oturumunda yapılan tartışma işçi
sınıfını ilgilendiren Yoksullara Yardım tasarısı, Fabrika Yasası ve Ustalar ve
Hizmetliler
[58*]
Yasası gibi işçi sınıfını ilgilendiren konular üzerindeydi; liberal orta-sınıf,
Tahıl Yasasının yürürlükten kaldırılmasına ilişkin önergesiyle ve radikal
orta-sınıf da vergileri reddeden önergesiyle yürek sızlatıcı roller oynarken,
emekçilerin Avam Kamarasındaki temsilcisi Thomas Duncombe, oturumun yıldızıydı.
İrlanda hakkındaki görüşmeler bile özünde İrlanda proletaryası ve ona yardım
araçları hakkındaki görüşmelerden başka bir şey değildi. İngiliz orta-sınıfının
da artık yalvarmayan ama tehdit eden
[59*]
emekçilere bazı ödünler verme zamanı gelmiştir; yoksa kısa süre sonra çok geç
kalınmış olabilir.
Tüm bunlara karşın, İngiliz orta-sınıfı, özellikle de işçilerin yoksulluğu
pahasına zenginleşen imalatçı sınıf, bu yoksulluğu görmezden gelmeyi sürdürüyor.
Bu sınıf, ulusun güçlü temsilci sınıfı olduğu duygusuyla, İngiltere'nin kanayan
yarasını dünyanın gözleri önüne apaçık sermekten utanç
[sayfa
63]; duymaktadır; işçilerin sıkıntı içinde olduğunu kendine bile itiraf
etmiyor; çünkü bu sıkıntının manevi sorumluluğunu mülksahiplerinin, imalatçı
sınıfın taşıması gerekir. Bu yüzden de kim işçi sınıfının durumundan söz etmeye
kalkışsa zeki İngilizlerin (ve Kıta Avrupası'nda yalnızca onlar, bu orta-sınıf,
biliniyor) yüzüne, karşısındakini küçümseyen bir gülümseme yayılır; tüm
orta-sınıfın, işçilere ilişkin konulardaki o muazzam cehaletlerinin nedeni de
budur; proletaryanın konumu gündeme geldiği zaman, parlamentonun içinde ya da
dışında bu sınıf insanlarının gülünç acemilikler yapması da bundandır;
orta-sınıfın, herhangi bir an çökebilecek ve hızla çökmesi matematik ya da
mekanik bir gerçeklik olan kalbur gibi delik-deşik bir taban üzerinde otururken,
saçma sapan bir kaygısızlık içinde olması da bundandır; kaç yıldan beridir
bilinmez ama, eski defterleri karıştırmalarına karşın, kendi işçilerinin durumu
hakkında İngilizlerin henüz tek kitabı olmayışı mucizesi de bundandır.
Glasgow'dan Londra'ya tüm emekçi sınıfın kendisini sistemli olarak yağmalayan ve
acımasızca, kendi kaderine terkeden zengine karşı duyduğu derin öfkenin, çok
geçmeden, bir insanın öngörebileceği
[60*]
kadar bir süre içinde, Fransız Devrimiyle karşılaştırılabilir bir devrime
dönüşmek durumunda olan derin öfkenin nedeni de budur. O zaman 1794 yılı, çocuk
oyuncağı kalacak.
[sayfa 64]