DİYALEKTİK ÜZERİNE
Aşağıdaki çalışma asla bir "iç iti" ürünü değildir. Tersine, dostum Liebknecht, Bay Dühring'in en yeni sosyalist teorisine eleştirinin ışığını yöneltmem için beni harekete getirinceye kadar ne denli zahmet çektiğine tanıklık edebilir. Buna bir kez karar verdikten sonra, yeni bir felsefe sisteminin en son pratik ürünü olduğunu iddia eden bu teoriyi, bu sistemle olan ilişkisi içinde, ve bu şekilde bizzat sistemin kendisini incelemekten başka bir şey yapamazdım. Ben, bundan ötürü, Bay Dühring'i, mümkün olan her şeyden ve daha başkalarından sözettiği bir geniş alanda izlemek zorundaydım. 1877 yılı başından itibaren Leipzig'deki
Vorwärts'da
[41] yayınlanan ve burada birbirine bağıntılı bir bütün olarak sunulan makaleler dizisinin kaynağı buydu.
Kendi kendisini övmesine karşın, sistemin son derece
(sayfa 70) önemsiz bir eleştirisi, konunun doğası gereği, bütün ayrıntılarına kadar burada sunuluyorsa, iki nokta bunu bağışlatabilir. Bir yandan bu eleştiri, bana, bugün genel bilimsel ve pratik ilgi gören tartışma konularında görüşümü çeşitli alanlarda olumlu biçimde ortaya koyma olanağını verdi. Bay Dühring'in sisteminin karşısına başka bir sistem çıkarmayı düşünmüyorsam da, umarım okur, ele alınan konunun çeşitliliğine karşın, ileri sürdüğüm görüşlerdeki içbağıntısını gözlemekten geri kalmayacaktır.
Öte yandan ise, "sistem yaratan" Bay Dühring, kuşkusuz, günümüz Almanya'sından yalıtlanmış, tek başına bir olay değildir. Bir süredir Almanya'da felsefe, özellikle doğa felsefesi sistemleri, bir gecede, düzineler halinde mantar gibi fışkırıyorlar. Sayısız yeni siyasal, iktisadi vb. sistemlerden ise hiç sözetmeyelim. Modern devlette her yurttaşın oyunu vermesi, istenilen bütün sorunlar üzerinde yargı olgunluğuna erişmesi şart koşulduğu gibi; iktisatta her alıcının, geçimi için satınalmak fırsatını bulduğu bütün metaları iyice tanıdığının varsayılıyor olması gibi, şimdi bilimde de buna benzer varsayımların ileri sürülmesi gerekiyor. Herkes her şey üzerine yazabilir; "bilim özgürlüğü" ise, insanın incelemediği şey üzerinde yazması ve bu yazdığını tek ve kesin bilimsel yöntem olarak ileri sürmesi oluyor. Bay Dühring, bugün Almanya'da önplana geçmeye çalışan ve heybetli bir saçmalık halinde gürleyen patırtısıyla her şeyi bastıran bu yaygaracı, sözde bilimin en karakteristik tiplerinden biridir. Şiirde, felsefede, iktisatta, tarih yazarlığında heybetli saçmalık
(höheres Blech); öğretim kürsüsünde ve hitabet kürsüsünde heybetli saçmalık; her yerde heybetli saçmalık; başka ulusların basit, kaba-saba saçmalığından farklı olarak üstünlük ve düşünce derinliği iddiasını taşıyan heybetli saçmalık; Alman fikir sanayiinin en karakteristik yığın ürünü olan heybetli saçmalık, öteki Alman yapımı mallar gibi ucuz ama kötü, yalnız ne var ki, maalesef ötekilerle birlikte Filadelfiya' da sergilenmiyor.
[42] Alman sosyalizmi bile, son zamanlarda özellikle Bay Dühring'in güzel örneğinden beri, heybetli saçmalık içine geniş ölçüde girdi. Uygulamada sosyal-demokrat hareketin bu heybetli saçmalığına kendisini pek az kaptırması, doğabilimi dışta bırakılırsa,
(sayfa 71) şimdilik hemen her şeyin berbatlaştığı bir ülkede işçi sınıfımızın dikkate değer ölçüde sağlık niteliği için başka bir kanıt sayılır.
Nägeli, doğabilimcilerin Münih toplantısında yaptığı konuşmada, insan bilgisinin her şeyi bilme niteliğini hiçbir zaman kazanmayacağı görüşünü ileri sürerken, anlaşılan Bay Dühring'in başarılarından habersizdi. Bu başarılar, olsa olsa bir heveskar olarak hareket edebildiğim birçok alanlarda kendisini izlemeye beni zorladı. Bu, şimdiye dek "meslekten olmayan" birinin söz sahibi olmak istemesinin küstahlıktan da öte bir şey sayıldığı özellikle doğabiliminin çeşitli dalları için geçerlidir. Ama gene Münih'te söylenmiş, başka bir yerde daha ayrıntılı olarak üzerinde durulan, Bay Virchow'un, her doğabilimcisi kendi uzmanlık alanı dışında ancak bir yarı-cahil,
vulgo -sıradan- bir kişidir yollu sözleri bir dereceye kadar bana cesaret veriyor.
[43] Böyle bir uzman, zaman zaman komşu alanlara el atma cesaretini nasıl gösterebiliyor ve göstermek zorunda kalıyorsa, bu alanların uzmanları anlatma yetersizliğinden ve ufak-tefek eksikliklerden dolayı onu nasıl bağışlıyorlarsa, ben de genel teorik görüşlerimin kanıtlayıcı örnekleri olarak doğa süreçlerini ve doğa yasalarını belirtme özgürlüğünü kendime tanıyorum ve herhalde aynı hoşgörüyü bekleyebilirim.
[1*] Modern doğabiliminin elde ettiği sonuçlar, teorik konularla uğraşan herkese, bugünkü doğabilimcilerinin, istesinler istemesinler, genel teorik sonuçlara sürüklenmelerinde görülen karşıkonamazlıkla kendilerini zorla kabul ettiriyorlar. Burada bir çeşit dengelenme ortaya çıkıyor. Teorisyenler doğabilimi alanında yarı-cahil olunca, bugünkü doğabilimcileri de, teori alanında, bugüne değin felsefe olarak nitelenen alanda, aynı ölçüde, gerçekten yarı-cahil oluyorlar.
Görgücül doğabilimi öylesine çok olumlu bilgi malzemesi yığmıştır ki, bu malzemeyi, her ayrı araştırma alanında sistematik olarak ve içbağıntısına göre sınıflandırma gereği mutlak hale gelmiştir. Ayrı bilgi alanlarını kendi aralarında doğru bir ilişki durumuna getirmek de aynı ölçüde gerekli olmaktadır. Ama bunu yaparken doğabilimi, teorik
(sayfa 72) alana girer ve burada görgücül yöntemler işlemez, burada ancak teorik düşünce yardımcı olabilir;
[2*] Teorik düşünce ise, ancak doğal yetenekle ilgili bir niteliktir. Bu doğal yeteneğin geliştirilmesi, iyileştirilmesi zorunludur. Böyle bir iyileştirme için bundan önceki felsefeyi incelemekten başka araç henüz bulunamamıştır.
Teorik düşünce, her çağda ve dolayısıyla çağımızda da, çeşitli dönemlerde çok değişik biçim ve bununla birlikte çok değişik bir içerik kazanan tarihsel bir üründür. Bundan dolayı, düşünce bilimi, bütün ötekiler gibi tarihsel bir bilim, insan düşüncesinin tarihsel gelişiminin bilimidir. Bu, düşüncenin görgücül alanlara pratik uygulaması için de önemlidir. Çünkü, önce düşünce yasaları teorisi, darkafalı nedenlemenin "mantık" sözcüğü ile tasarladığı gibi, yalnız bir kez ve herkes için ortaya konmuş "ölümsüz bir doğru" değildir. Formel mantığın kendisi de, Aristoteles'ten bugüne kadar şiddetli tartışmaların alanı olmuştur. Diyalektik de, şimdiye kadar, ancak iki düşünür, Aristoteles ile Hegel tarafından oldukça geniş biçimde incelenmiştir. Oysa asıl diyalektik, bugünkü doğabilimi için en önemli düşünme biçimidir, çünkü ancak o, doğada ortaya çıkan evrim süreçleri, genel olarak içbağıntılar ve bir araştırma alanından ötekine geçiş için benzeşimler ve bununla birlikte açıklama yöntemleri verir. İkincisi de, teorik doğabiliminin kendisi tarafından ileri sürülen teorilerin bir ölçüsünü sağladığı nedenlerden de ötürü, bu bilim, insan düşüncesinin evriminin tarihsel akışı, değişik dönemlerde ileri sürülen dış dünya ile ilgili genel içbağlantılar konusundaki görüşlerin bilinmesini gerekli kılar. Ama felsefenin tarihini tanıma eksikliği, burada, sık sık ve açık şekilde görülür. Yüzyıllar önce felsefede kullanılan, defalarca felsefe tarafından terkedilmiş önermeler, teori koyan doğabilimcileri tarafından yepyeni bir hikmet diye sık sık ileri sürülür ve hatta bir süre moda olurlar. Isının mekanik teorisinin enerjinin sakınımı yasasını yeni kanıtlarla desteklemesi ve yeniden önplana çıkarması, onun için, kuşkusuz büyük bir başarıdır. Ama değerli fizikçiler bunun Descartes tarafından ortaya konduğunu anımsamış olsalardı,
(sayfa 73) bu yasa tamamen yeni bir şey olarak ileri sürülebilir miydi? Fizik ile kimya hemen yalnızca moleküller ve atomlarla yeniden uğraşmaya başladığından ötürü, eski Yunan atomcu felsefesi zorunlu olarak tekrar önplana çıkmıştır. Ama en iyi doğabilimcileri tarafından bile ne kadar yüzeysel biçimde ele alınıyor! Örneğin Kekule
(Ziele und Leistungen der Chemie); bize bunun kökünün Leukippos yerine Demokritos'a dayandığını söylüyor;
[3*] nitelik bakımından çeşitli elementer atomların varlığını ilk kabul edenin ve bunların değişik elementlerin değişik ağırlık özellikleri olduğunu ilk düşünenin Dalton olduğunu ileri sürüyor. Oysa herkes Diogenes Laertius'da (X, l, §§ 43-44 ve 61), Epikuros'un, atomların, yalnızca büyüklük ve biçim bakımından değil, aynı zamanda,
ağırlık bakımından da farklı olduğunu düşündüğünü, yani kendine göre atom ağırlığını ve hacmini bildiğini okuyabilir.
Almanya'da başka hiçbir şeyi sonuca ulaştırmamış olan 1848 yılı, yalnız felsefe alanında tam bir devrim başardı. Ulus, pratik alana kendini bırakarak, kimi yerde sanayiin ve dolandırıcılığın temellerini atarak, kimi yerde o zamandan bu yana Almanya'da doğabilimin sağladığı, Vogt, Büchner vb gibi karikatür taslağı gezgin vaizler tarafından başlatılan büyük bir ilerlemeyi gerçekleştirerek, Berlin'in eski hegelciliğinin kumlarında kendini yitirmiş klasik Alman felsefesine kesinlikle sırtını çevirdi. Berlin'in eski hegelciliği, bunu fazlasıyla hak etmişti. Oysa, bilimin doruğuna tırmanmak isteyen bir ulus, teorik düşünce olmaksızın bir şey yapamaz. Yalnızca hegelcilik değil, diyalektik de fırlatılıp atıldı -ve doğa süreçlerinin diyalektik niteliğinin düşünce üzerine dayanılmaz bir güçle kendini zorla kabul ettirdiği, doğabiliminin teori dağı ile anlaşılmasında ancak diyalektiğin yardımcı olabileceği bir anda-, böy1ece, çaresizlik içinde, tekrar eski metafiziğe gömülme oldu. O günden bu yana, halk arasında, bir yandan Schopenhauer'ın darkafalılara uygun düşen yüzeysel düşünceleri ve sonra da hatta Hartmann'ın bu türlü düşünceleri öne geçti; öte yandan ise, bir Vogt'un ve bir Büchner'in kaba, gezgin, vaiz-materyalizmi
(sayfa 74) üstünlük kazandı. Üniversitelerde seçmeciliğin en farklı biçimleri birbiriyle yarıştı; bunların bir tek ortak yanı, eski felsefelerin bir sürü artıklarından meydana gelmiş olma benzerliğiydi ve hepsi de aynı ölçüde metafizikseldi. Klasik felsefenin kalıntılarından, kendini, ancak, yalnızca bir çeşit yeni-kantçılık kurtardı; bunun son sözü, muhafaza edilmeyi en az hak etmiş bir miktar Kant, yani hiçbir zaman bilinemez olan kendinde-şey idi. Varılan sonuç, teorik düşüncenin şimdi egemen olan tutarsızlığı ve karışıklığı oldu.
Doğabilimcilerinin, bu tutarsızlığın ve karışıklığın ne kadar çok etkisi altında kaldıklarını, şimdi geçerli olan sözde felsefenin, onlara hiçbir çıkar yol göstermediği izlenimini vermeyen teorik bir doğabilimi kitabı bulmak zordur. Gerçekten de, bu konuda açıklığa kavuşmak için, şu ya da bu şekilde metafizikten, diyalektik düşünceye dönüşten başka bir olanak, bir çıkar yol yoktur.
Bu dönüş, çeşitli yollardan olabilir. Metafiziğin eski Prokrustes yatağına
[4*] sürüklenmeye artık daha fazla izin vermeyen doğabilimine ait keşiflerin sert gücü dolayısıyla, kendiliğinden gerçekleşebilir. Ama bu, bir sürü gereksiz sürtüşmelerin aşılmasını gerektiren, uzun, güç bir süreçtir. Halen bu süreç, özellikle biyolojide, büyük ölçüde sürüp gitmektedir. Eğer doğabilimleri alanındaki teorisyenler, var olan tarihsel biçimleri içinde diyalektik felsefe ile daha yakından tanışıklık sağlarlarsa, süreç çok kısaltılabilir. Sözkonusu biçimler arasında özellikle iki tanesi, modern doğabilimi için çok verimli olabilir.
Bunlardan birincisi, Yunan felsefesidir. Burada, diyalektik düşünce, hâlâ doğal saflığı içinde görünmektedir, hâlâ 17. ve 18. yüzyılın metafiziğinin -İngiltere'de Bacon ve Locke, Almanya'da Wolff- kendi önüne koyduğu tatlı engellerle
[5*] bozulmamış, ve bu yüzden parçanın anlaşılmasından bütünün anlaşılmasına, engellenmiş şeylerin genel içbağıntısının kavranmasına geçiş engellenmiştir. Yunanlılarda doğa -henüz doğayı parçalara ayıracak, tahlil edecek kadar
(sayfa 75) ilerlemedikleri için- bir bütün olarak, genel halde görünür. Doğa görüngülerinin evrensel bağıntısı, özellikleriyle tanıtlanmaz; Yunanlılar için bu, dolaysız görü sonucudur. Yunan felsefesinin yetersizliği buradadır, bu yüzden, bu felsefe, sonradan dünya konusundaki öteki görüş biçimlerine boyun eğmek zorunda kalmıştır. Ama daha sonraki bütün metafizik muhalifleri karşısındaki üstünlüğü de buradadır. Metafizik, Yunanlılar karşısında ayrıntılarda haklı ise; Yunanlılar da, metafizik karşısında genel olarak haklıdırlar. İnsanlığın gelişme tarihinde başka hiçbir halkın erişemediği yeri, evrensel yeteneği ve çalışması ile sağlayan küçük bir halkın başarılarına başka birçok alanlarda olduğu gibi felsefede de ikide bir başvurmak zorunda oluşumuzun nedenlerinden ilki budur, ama öteki neden de, daha sonraki hemen bütün dünya görüş biçimlerinin, Yunan felsefesinin çok sayıda biçimleri içinde tohum olarak, oluş halinde bulunmasıdır. Bundan ötürü teorik doğabilimi de, bugünkü genel yasalarının kaynağının ve gelişmesinin tarihini izlemek istiyorsa, Yunanlılara dönmek zorundadır. Bu anlayış, gittikçe yerleşmektedir. Kendileri, Yunan felsefesinin parçalarını, örneğin atomculuğu, ölümsüz gerçekler olarak ele aldıkları halde, Yunanlılara, görgücül doğabilimleri yok diye, Bacon kibirliliğiyle yukardan bakan doğabilimcilerinin sayısı gittikçe azalmaktadır. Yunan felsefesi ile gerçek bir tanışıklığa doğru ilerlenmesi, sırf bu anlayış için istenilir bir şey olurdu.
Alman doğacılarına en yakın olan ikinci diyalektik biçimi, Kant'tan Hegel'e kadar olan klasik Alman felsefesidir. Bu alanda, yukarda değinilen yeni-kantçılıktan da ayrı olarak Kant'a dönmenin yeniden moda oluşuyla yeni bir başlangıç zaten yapılmış bulunmaktadır. Bugün, teorik doğabiliminin onlar olmaksızın hiçbir ilerleme gösteremeyeceği iki parlak varsayımın -güneş sisteminin meydana gelişine değin ve eskiden Laplace'a maledilen teori ile, gel-gitin dünyanın dönüşünü engellediği teorisi- yazarının Kant olduğunun keşfedilmesinden bu yana, Kant, doğabilimcilerinin katında hak ettiği saygınlığı yeniden kazandı. Ama tamamen yanlış bir çıkış noktasından gelişmiş olsa bile,
Hegel'in yapıtlarında, diyalektiğin geniş bir özeti bulunduğuna göre,
(sayfa 76) Kant'ın yapıtlarından diyalektiği öğrenmek, gereksiz çabalar isteyen ve pek az yarar getiren bir iştir.
Bir yandan, "doğa felsefesine" karşı ortaya çıkan Berlin hegelciliğinin yanlış çıkış noktası ve onmaz yozlaşması yüzünden geniş ölçüde haklılık kazanan tepki genişlemeye başladıktan ve salt sövme biçimine döndükten; öte yandan, doğabilimi teorik gereksinmeleri ile ilgili olarak yaygın bir seçmeci metafizik tarafından açıkça yüzüstü bırakıldıktan sonra, Bay Dühring'in keyifle oynadığı St. Vitus dansına meydan vermeksizin, Hegel'in adını doğabilimcilerinin önünde bir kez daha anmak belki mümkün olacaktır.
Her şeyden önce burada Hegel'in, ruhun, zihnin, düşüncenin birincil olduğu, gerçek dünyanın ancak düşüncenin kopyası sayılacağı yollu çıkış noktasını savunma sözkonusu değildir. Feuerbach bile bundan vazgeçmişti. Bilimin her alanında, tarih biliminde olduğu gibi doğabiliminde de, var olan
olgulardan, doğabiliminde bu yüzden çeşitli maddi biçimlerden ve maddenin çeşitli hareket biçimlerinden ilerlemesi gerektiği;
[6*] o halde teorik doğabiliminde de içbağıntıların gerçekler içinde inşa edilmeyip, onların içerisinde keşfedilmesi gerektiği, keşfedilince de mümkün olduğu kadar deneylerle doğrulanması gerektiği noktalarında aynı düşüncedeyiz.
Bunun kadar, Berlin hegelciliğinin eski ve yeni çizgisinin istediği gibi, Hegel sisteminin dogmatik içeriğini ayakta tutmak da pek sözkonusu olamaz. İdealist çıkış noktasının yıkılışı ile birlikte onun üzerine kurulmuş olan sistem de, yani özellikle Hegel'in doğa felsefesi de yıkılıyor. Ama doğabilimcilerinin Hegel'e karşı açtıkları polemik, onu doğru olarak anlayabildikleri ölçüde, yalnız bu iki noktaya idealist çıkış noktasına ve sistemin olgulara meydan okuyan keyfi yapısına yönelmiştir.
Bütün bunlar hesaba katıldıktan sonra, geriye, Hegel diyalektiği kalıyor. "Kültürlü Almanya'da gevezelik eden hırçın, küstah ve bayağı '
Ehtgouoi'un
[7*] tersine, Marx,
(sayfa 77) unutulmuş diyalektik yöntemi, bunun Hegel diyalektiği ile bağıntısını ve ondan ayrı yanlarını herkesten önce gene ortaya koymak, aynı zamanda
Kapital'de, bu yöntemi bir görgücül bilimin, ekonomi politiğin gerçeklerine uygulamak yoluyla büyük hizmette bulunmuştur. Bunu öylesine başarılı yapmıştır ki, kültürlü Almanya'da bile, yeni iktisadi okul ancak bu yoldan, kaba serbest ticaret sisteminin üstüne çıkıyor, Marx'ı eleştirme özürü arkasında, onu (çoğunlukla yanlış olarak) kopya ediyor.
Hegel'in diyalektiğinde, sisteminin bütün öteki dallarında olduğu gibi, gerçek içbağıntıların hepsinin aynı ters çevrilmesi egemendir. Oysa, Marx'ın dediği gibi: "Hegel'in elinde diyalektiğin mistisizmle bozulması, ayrıntılı ve bilinçli bir biçimde diyalektiğin genel işleyiş biçimini ilk kez onun sunmuş olduğu gerçeğini örtemez. Hegel'de diyalektik baş aşağı duruyor. Mistik kabuk içerisindeki akla-uygun özü bulmak istiyorsanız, onun yeniden ayakları üzerine oturtulması gerekir."
[8*]
Ama doğabiliminde de, gerçek ilişkinin baş aşağı durduğu teorilere yeteri kadar çok sayıda raslarız. Bunlarda da, ilk şekil olarak yansıma alınmıştır. Bunların da tersyüz edilmeleri gereklidir. Bôyle teoriler, çoğunlukla oldukça uzun süre egemendirler. Isı, basit maddenin bir hareket biçimi yerine, iki yüzyıla yakın zaman özel gizemli bir töz diye kabul edilirken durum bunun aynıydı, ısının mekanik teorisi, onun tersyüz edilmesini sağladı. Bununla birlikte, kalori teorisinin egemen olduğu fizik, ısının son derece önemli bir dizi yasalarını keşfetti; özellikle Fourier ve Sadi Carnot
[44] ile önceli tarafından keşfedilmiş yasaları şimdi doğru yanından almak, onları fiziğin kendi diline çevirmek için gerekli anlayışa giden yol açılmış oldu.
[9*] Aynı şekilde, kimyadaki filojistik teori,32 yüzlerce yıllık deneysel çalışma ile, ilk kez malzeme sağlamış oldu, ki bunun yardımıyla Lavoisier, Priestley'in elde ettiği oksijende, simyacıların yanmanın esası olarak kabul ettikleri hayali uçucu maddenin gerçek
(sayfa 78) karşıtını bulmayı başardı ve böylece filojistik teoriyi tümüyle alaşağı edebildi. Ama bununla, filojistiğin deney sonuçları tamamen ortadan kaldırılmadı. Durum tersine oldu. Kendileri kaldılar, yalnızca formülasyonları değişti, filojistik dilden şimdi geçerli olan kimyasal dile çevrildi ve böylece geçerliklerini korudular.
Hegel diyalektiğinin rasyonel diyalektikle olan ilişkisi, kalori teorisinin, ısının mekanik teorisine ilişkisi ve filojistik teorinin Lavoisier'nin teorisine olan ilişkisi gibidir.
(sayfa 79)
Mayıs-Haziran başı 1878'de
Engels tarafından yazılmıştır
İlk kez Almanca ve Rusça
olarak Marks-Engeıs Arşivi,
Kitap II, 1925'te yayımlanmıştır
Dipnotlar
[1*] Engels, birinci baskının önsözünde kullandığı için "Eski önsöz"ün buraya kadarki kısmını yukardan aşağıya bir çizgi ile çizmiştir. -Ed.
[2*] Elyazmasında bu bundan ve önceki tümce kurşun kalemle çizilmiştir, ama herhalde Engels tarafından değil. -Ed.
[3*] A. Kekulé,
Die Wissensahaftlichen Ziele und Leistungen der Chemie, Bonn 1878, s. 13-15. -Ed.
[4*] Yunan mitolojisinde, boylarını yatağa uydurmak için konuklarının kol ve bacaklarını çekip uzatan ya da kesip kısaltan dev. -Ed.
[5*] "Tatlı engeller"
(holde Hindernisse) - Heine'nın
Neuer Frühling, "Prolog"unda geçen bir deyim. -Ed.
[6*] Metnin burasında önceden bir nokta vardı ve noktadan sonra, Engels'in sonradan çizdiği şöyle bir yarım tümce başlıyordu. "Biz sosyalist materyalistler, bu konuda, doğabilimcilerinden de çok ilerilere giderek..." -Ed.
[7*] Epigonentum, mukallitler. -ç.
[8*] Bkz:
Seçme Yapıtlar, 2, s. 118. -Ed.
[9*] Carnot'nun C fonksiyonu aynen şöyle çevrilir
1/
c = mutlak sıcaklık. Bu çevrilme olmazsa, fonksiyon bir işe yaramaz. [
Engels'in notu.]
[41] Vorwärts. - Almanya Sosyalist İşçi Partisinin 1 Ekim 1876'- dan 27 Ekim 1878'e kadar Leipzig'de yayınlanan merkez organı. Engels'in
Anti-Dühring adlı yapıtı 3 Ocak 1877-7 Temmuz 1878 tarihleri. arasında bu yayın organında yayınlanmıştı. -70, 116.
[42] 10 Mayıs 1876'da Filadelfiya'da açılan Altıncı Dünya Sanayi Sergisi, Amerika Birleşik Devletleri'nin kuruluşunun yüzüncü yılına adanmıştı. Almanya, sergide temsil edilen kırk ülke arasındaydı. Ama Berlin Sanayi Akademisi Müdürü Profesör F. Reuleaux, Alman hakemler komitesi başkanlığına Alman hükümeti tarafından atanmış Alman sanayiinin öteki ülkelerin çok gerisinde olduğunu, "ucuz ama çürük" parolasını benimsediğini itiraf etmişti. Onun bu açıklaması birçok yorumlara neden oldu.
Volksstaat bu skandalla ilgili olarak Temmuz ve Eylül ayları arasında bir dizi makale yayınladı. -71.
[43] Engels, Virchow'un Münih'te toplanan 50. Alman Doğa Bilginleri ve Fizikçileri Kongresinde söylediklerini kastediyor, 22 Eylül 1877. Bkz: R. Virchow,
Die Freiheit der Wissenschaft im modernen Staat, Berlin 1877 , s. 13. -72.
[44] Engels, matematikçi Jean Baptiste Joseph Fourier'yı,
Theorie analytique de
la chaleur ("Isının Analitik Teorisi"), Paris 1822, yapıtının yazarını ve S. Carnot'yu,
Reflexions sur la puissance motrice du feu et sur les machines propres á développer cette puissance ("Ateşin İtici Gücü ve Bu Gücü Meydana Getirebilen Makineler Üzerine Düşünceler"), Paris 1824, kastediyor. Engels'in değindiği C fonksiyonu daha sonra Carnot'nun kitabının 73-79. sayfaları ile ilgili bir notta da geçiyor .-78.