KÜTÜPHANE | Marks-Engels

Karl Marks Ekonomi Politiğin Eleştirisine GİRİŞ 19 Ağustos 1857 tarihini taşıyan bu giriş">

KÜTÜPHANE | Marks-Engels

Karl Marks Ekonomi Politiğin Eleştirisine GİRİŞ 19 Ağustos 1857 tarihini taşıyan bu giriş, Marksizm-Leninizm Enstitüsündeki elyazması fotokopilerinden Fransızcaya çevrilmiş olan metin esas alınarak Türkçeye çevrilmiştir. Bu giriş kısmı Marks(ın sağlığında yayınlanmamıştır ve yayınlanmamasının nedeni, Marks, "Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı"nın Önsöz'ünde açıklamaktadır. Genel olarak kullanılmakta olan "Ekonomi Politiğin Eleştirisine Giriş" adı, Marks'a ait değildir.

[Türkçe çevirisi, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı içinde Sol Yayınları tarafından Temmuz 1979 (Birinci Baskı: Mayıs 1970; İkinci Baskı: Kasım 1974; Üçüncü Baskı: Eylül 1976) yayınlanmıştır.]

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.


EKONOMİ POLİTİĞİN ELEŞTİRİSİNE GİRİŞ

A. - Giriş
Üretim, tüketim, dagitim, degişim (dolaşim)
  I. Üretim
  Tarihsel üretim ilişkilerinin sürdürülmesi. Genel olarak üretim ve dagitim. Mülkiyet
  II. Üretim ile dagitim, degişim, tüketim arasinda genel ilişki
    A1) Üretim ayni zamanda tüketimdir de
    B1) Dagitim ve üretim
    C1) Degişim ve üretim
  III. Ekonomi politigin yöntemi
  IV. Üretim. Üretim araçlari ve üretim ilişkileri. Üretim ilişkileri ve dolaşim ilişkileri. Üretim ve dolaşim koşullarina göre devlet ve bilinç biçimleri. Hukuki ilişkiler. Aile ilişkileri

A. GİRİŞ
ÜRETİM, TÜKETİM, DAĞITIM, DEĞİŞİM (DOLAŞIM)

 

I. Ü R E T İ M


      a) Bu incelemenin konusu, her şeyden önce, maddi üretimdir.
      Toplum olarak üretimde bulunan bireyler -bundan dolayı da toplumsal bakımdan belirlenmiş bireylerin üretimi, işte hareket noktamız. Smith ve Ricardo'nun incelemelerine başlangıç olarak kabul ettikleri bireysel ve tecrit edilmiş avcı ve balıkçı, 18. yüzyılın gerçeğe uymayan yavan hayalleri içinde yer alırlar. Bunlar, bazı uygarlık tarihçilerinin sandıkları gibi, pek aşırı inceliklere karşı basit bir tepkiyi, ve iyice anlaşılmayan doğa koşullarına bir dönüşü hiç de ifade etmeyen robensonculuklardır. Aynı şekilde, nitelik bakımından birbirinden bağımsız olan konular arasında, bir antlaşma (sayfa 245) ile ilişkiler ve bağlar kuran Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi de, bu biçimde bir doğacılığa dayanmaktan uzaktır. Bunların hepsi görünüştür, küçük ve büyük robensonculukIarda sırf estetik nitelikte görünüş. Gerçekte sözkonusu olan, 16. yüzyılda hazırlanmakta olan ve 18. yüzyılda dev adımlarla olgunluğa doğru yürüyen "burjuva toplumun" müjdelenmesidir. Serbest rekabetin hüküm sürdüğü bu toplumda, birey, kendisini daha önceki tarihsel çağlarda belirli ve sınırları çizili bir insan konglomerasının (yığışımının) unsuru haline getiren doğal vb. bağlardan kopmuş olarak görülmektedir. 18. yüzyıl peygamberleri için -ki Smith ve Ricardo da onların tutumlarını tam olarak benimsemiş bulunmaktadırlar-, bir yandan feodal toplum biçimlerinin dağılmasından, öte yandan 16. yüzyıldan beri gelişmiş olan, yani üretim güçlerinden meydana gelen bu 18. yüzyıl bireyi, geçmişte yaşamış olan bir ideal gibi görünmektedir. Onlar, bunda bir tarihsel sonuç değil, tarihin bir hareket noktasını görmektedirler, çünkü onlar, bu bireyi, bir tarih ürünü olarak değil, bir doğa verisi olarak, insan doğası kavramlarına uygun doğal bir şey gibi değerlendirmektedirler. Bu hayal şimdiye kadar her yeni çağın paylaştığı bir hayaldir. 18. yüzyıla birçok bakımlardan karşı çıkan ve aristokrat niteliği ile tarihsel alanda daha çok tutunabilen Steuart, bu safça hayalden kendini kurtarmıştır.


      Tarihte ne kadar gerilere gidersek birey, -ve üretici birey de- o ölçüde, bir bağımlılık durumunda, daha büyük bir bütünün üyesi olarak görünmektedir: bu durum, ilkönce aile içinde ve kabileyi meydana getirecek kadar genişlemiş olan aile içinde; daha sonra da kabilelerin çatışmasından ve birbiriyle kaynaşmasından meydana gelen değişik toplum biçimlerinde tamamen doğal olarak belirmektedir. Toplumsal bütünün değişik biçimlerinin, bireye, özel amaçlarını gerçekleştirmeye yarayan basit bir araç olarak kendi dışında bir gereksinme olarak görünmeleri, ancak 18. yüzyılın (sayfa 246) "burjuva toplumu"nda olmuştur. Ama bu görüşü, tecrit edilmiş birey görüşünü doğuran çağ, toplumsal ilişkilerin (bu bakımdan genel bir niteliğe bürünerek) geçmişte görülmedik büyük bir gelişmeye ulaştıkları çağdır. İnsan, sözcüğün tam anlamıyla, bir zwon politikon[2*] yalnızca toplumcul bir hayvan değil, ancak kendini toplum içinde tecrit edebilen bir hayvan. Toplum dışında tecrit edilmiş birey tarafından gerçekleştirilen üretim -ki bu ıssız bir yere raslantı olarak götürülmüş olan ve topluma özgü güçlere sahip bulunan bir uygar kişinin başına gelebilecek istisnai bir haldir- birbiriyle konuşan canlı bireylerin bulunmadığı yerde dilin gelişmesi kadar saçma bir şeydir. Bu konu üzerinde daha fazla durmanın gereği yoktur. 18. yüzyıl insanları arasında bir anlamı ve varlık nedeni olan bu safça görüşler, Bastiat, Carey, Proudhon vb. tarafından çok ciddi olarak çağdaş ekonomi politiğin içine sokulmaya kalkışılmamış olsaydı, bu noktaya değinmenin gereği de olmazdı. Proudhon için, tarihsel kökenlerini bilmediği bir iktisadi ilişkiyi, tarihsel-felsefi bakımdan açıklayabilmek için mitolojiye başvurmak; elbette ki kolay bir yoldur; bu ilişki fikri, Adem'in ya da Prometeus'un aklına günün birinde hazır olarak gelmiş, ve onlar da bunu dünyaya kabul ettirmişler, vb... sayıklamaya varan locus communis[3*] kadar usandırıcı bir şey olamaz.
     
       

TARİHSEL ÜRETİM İLİŞKİLERİNİN SÜRDÜRÜLMESİ
GENEL OLARAK ÜRETİM VE DAĞITIM. MÜLKİYET


      Demek ki, bizim, üretim deyince, sözkonusu ettiğimiz, toplumsal gelişmenin belirli bir aşamasında üretimdir - toplum içinde yaşayan bireylerin üretimidir. Dolayısıyla, genel olarak üretimin, sözünü etmek için, ya üretimin değişik aşamalarında gelişmesinin tarihsel sürecini izlemeli, ya da belirli bir tarihsel dönemin ele almadığı, örneğin gerçekte (sayfa 247) bizim asıl konumuz olan modern burjuva üretiminin ele alındığı, baştan belirtilmelidir. Ama üretimin bütün dönemlerinin bazı ortak nitelikleri, bazı ortak belirtileri vardır. Genel olarak üretim soyut bir kavramdır, ama ortak özelliklere dikkati çektiği ve bunları tam olarak belirttiği ölçüde bizi yinelemelerden kurtarmasıyla akla-uygun bir soyutlamadır. Bununla birlikte, bu genel nitelik, ya da bu ortak özellikler kıyaslama olanağı sağladığı gibi, öğeleri birbirinden ayrılarak değişik niteliklere bürünen çapraşık bir bütün oluşturur. Bu niteliklerden bir kısmı bütün dönemleri kapsar, bir kısmı ise dönemlerden ancak birkaçı için geçerlidir. Bu özelliklerden bazıları, en modern dönemin olduğu gibi, en eski dönemin de ortak özelliğidir. Bunlar olmadan, herhangi bir üretim düşünülemez. Ama en gelişmiş dillerin, en az gelişmiş dillerle ortak yasaları ve özellikleri bulunmasına karşılık, bu dillerin evrimini teşkil eden şey, bu genel ve ortak niteliklerden onları ayırdeden şeydir; onun için -özne olan insanın ve nesne olan doğanın aynı oluşu olgusundan meydana gelen- birliğin, temel farkları unutturmaması için genel olarak üretim için geçerli özel1ikleri iyice ayırdetmek gerekir. Örneğin şu anda mevcut olan toplumsal ilişkilerin sonsuzluğunu ve uyumunu tanıtlama iddiasında olan çağdaş iktisatçıların bütün bilgelikleri işte bunu unutmalarından gelmektedir. Örneğin, üretim aleti olmadan (bu alet insan eli olsa bile) üretim de olmaz. Sözkonusu emek, vahşi insanın elinin yinelenen idmanının geliştirdiği ve saptadığı ustalık olsa bile, geçmişte birikmiş emek olmadan üretim de olmaz. Öteki nitelikleri arasında sermaye de bir üretim aletidir, o da geçmişteki emek, nesnelliktir. Demek ki, sermaye, evrensel ve sonsuz doğal bir ilişkidir; evet ama, "üretim aletini" sermaye biçimine sokan biricik şeyi, "birikmiş emeği", özgül unsurun kendisini, görmezlikten gelmek koşuluyla, üretim ilişkilerinin tüm öyküsü, örneğin Carey'de olduğu gibi, hükümetlerin kötü niyetli tutumlarının kışkırttığı bir (sayfa 248) sahtecilik olarak görülür. Genel olarak üretim olmadığına göre, genel üretim de olmaz. Üretim, her zaman üretimin özel bir koludur -örneğin tarım, hayvancılık, imalat vb.- ya da bir bütün oluşturur. Ama ekonomi politik, teknoloji değildir. Belirli bir toplumsal aşamada, üretimin genel sınırlamalarıyla, üretimin özel biçimleri arasındaki ilişkiyi başka yerde (ilerde) açıklamak gerekecektir. Ve ensonu, üretim, yalnızca bir özel üretim de değildir. Üretim kollarının az ya da çok, geniş ve zengin bütünü üzerinde eylemini icra eden bir toplumsal konunun belirli bir varlığı biçiminde her zaman görünür. Bilimsel açıklama ile gerçek hareket arasındaki ilişkiyi de incelemenin yeri burası değildir. Genel olarak üretim. Üretimin özel kolları. Tümü içinde ele alınan üretim.


      Ekonomi politikte herhangi bir incelemeden önce, bir genel bölüm koymak modadır -özellikle üretim başlığı altındaki incelemeden önce bu yapılır (örneğin J. St. Mill'e bakınız)-, bu genel bölümde her türlü üretimin genel koşulları ele alınır. Bu genel bölüm şunları içerir ya da içermesi gerektiği kabul edilir:


      1° üretimin olabilmesi için gerekli koşulların incelenmesi, ki burada her türlü üretimin ortak temel etkenlerini belirtmekle yetinilir. Ama, gerçekte burada söylenenler, göreceğimiz gibi, bilinen şeylerin yavan yinelenmesinden öte bir değer taşımaz.


      2° üretimin gelişmesine azçok elverişli olan koşulların incelenmesi, örneğin Adam Smith'in ilerleyen ya da durgun toplumsal durumu gibi. Özünde bir özetlemeden öte bir değer taşımayan bu bölüme, bilimsel bir nitelik verebilmek için, ayrı ayrı halkların gelişmesi sürecinde değişik üreticilik derecesi dönemlerini incelemek gerekiyor: -bu da bizim konumuzun asıl sınırlarını aşan bir incelemedir, ama o sınırlar içine girdiği ölçüde, rekabeti, birikimi vb. açıklayan bölümde ele alınmalıdır. Genel biçimiyle, varılan sonuç, (sayfa 249) bir sanayi halkının, genel olarak tarihin en yüksek noktasına ulaştığı anda üretiminin de en yüksek noktasına ulaşmış olacağı genellemesidir. Ve gerçekten de, bir halk için, esas, kârın değil, kazancın sağlanması olduğu sürece, o halk, sınai doruğa ulaşmıştır. Yankee'lerin İngilizler üzerindeki üstünlüğü, bu anlamda bir üstünlüktür. Ya da şöyle bir sonuca da varılır, bazı ırkların, bazı koşulların, bazı iklimlerin, deniz kıyısında bulunma, toprağın verimliliği vb. gibi bazı doğal koşulların, üretime daha elverişli olduğu sonucuna, bu da şu bilinen şeyin yinelenmesine bizi vardırmaktadır: servetin öznel ve nesnel öğeleri daha yüksek bir ölçüde varoldukları zaman, servet o ölçüde daha büyük bir kolaylıkla yaratılabilir.
     

Ama bu genel bölümde, iktisatçıların gerçekteki sorunu hiç de bu değildir. Mill'in örneğinde görüldüğü gibi, söz konusu olan, daha çok, üretimi, dağıtımdan vb. farklı olarak, tarihe bağlı bulunmayan sonsuzluğa kadar yürürlükte kalacak olan doğa yasaları içinde hapsedilmiş olarak göstermek, ve bu fırsattan yararlanarak burjuva ilişkilerinin, in abstracto[4*] kavranan toplumun değişmez doğal yasaları olduğu fikrini el altından ileri sürmektedir. Bütün bu yöntemin bilinçli ya da bilinçsiz olarak güttüğü amaç, işte budur. Dağıtımında ise, bunun tam tersine, insanlar, geniş ölçüde, kendi iradeleriyle hareket edebilirler. Üretim ile dağıtımın bu biçimde kabaca birbirinden ayrılması ve aralarındaki gerçek ilişkinin koparılması bir yana, daha başlangıçta hiç değilse şunu açıkça görmek mümkündür: toplumun değişik aşamalarında dağıtım ne kadar çeşitli olursa olsun, üretimin ortak niteliklerini belirtmek ve genel olarak insana uygulanabilen yasaları anabilmek için, bütün tarihsel farkları silmek ya da ortadan kaldırmak gene de mümkündür. Örneğin köle de, serf de, ücretli emekçi de, köle, serf, ücretli olarak varlıklarını sürdürebilmeleri için, (sayfa 250) belirli bir miktar gıda almaktadırlar. İster haraçla geçimlerini sağlasınlar, ister vergiden, toprak rantından, sadaka ya da öşürden gelirlerini elde etsinler, memur, toprak sahibi, papaz ya da müstecir olsun, bunların hepsi, toplumsal üretimin, kölelerin vb. yasalarından değişik olan yasalara göre saptanan bir hisse alırlar. Bu başlık altına, bütün iktisatçıların koydukları iki başlıca nokta şunlardır: 1° mülkiyet; 2° bu mülkiyetin adalet, polis vb. tarafından güvenliğe alınması. Buna gayet kısaca yanıt vermek mümkündür.


      Birinci nokta: Her üretim, belirli bir toplum biçiminin çerçevesi içinde ve onun aracılığıyla doğanın birey tarafından mülk edinilmesidir. Bu anlamda, mülkiyetin (mülk edinmenin) üretimin bir koşulu olduğunu söylemek, bilinen bir şeyin beyanından öteye bir değer taşımaz. Ama, bu noktadan hareket ederek, bir atlayışta, belirli bir mülkiyet biçimine, örneğin özel mülkiyete geçmeye kalkışmak gülünçtür. (Üstelik bu, bunun karşıtı olan bir biçimi, ademi-mülkiyeti de varsaymaktadır.) Tarih bize, tam tersine, ortak-mülkiyet İçinde (örneğin Hintlilerde, İslavlarda, Eski Keltlerde vb.), ilkel biçimi, komünal mülkiyet görünüşüyle daha uzun süre önemli bir rol oynayacak olan biçimi, göstermektedir. Servetin şu mülkiyet biçimi altında mı, yoksa ötekinde mi daha iyi gelişip gelişmediği, burada sözkonusu değildir. Ama hiç bir üretimin olmamasının sözkonusu olamayacağını söylemek ve bunun sonucu olarak, hiç bir mülkiyet biçiminin bulunmadığı bir toplumun olamayacağını iddia etmek, safsatadan başka bir şey değildir. Hiç bir şeyi mülk edinmeyen bir mülk edinme, bir contradictio in subjecto'dur.[5*]
     

 İkinci nokta: Edinilen malların vb. güvenlik altına alınması. Eğer bu yavan sözleri gerçek anlamlarına indirgersek, bunların taşıdığı anlam, vaaz verenlerin sandıklarından çok daha derindir. Bu da, her üretim biçiminin kendi öz hukuki ilişkilerin, kendi öz hükümetini vb. doğurduğu (sayfa 251) anlamıdır. Organik bir bütün teşkil eden şeyler arasında olabilen ilişkiler kurmaya kalkmak, bunlar arasında, düşünceden gelme bağlar kurmaya kalkmak, incelik ve anlayış yoksunluğunu ifade eder. İşte böylece, burjuva ekonomistler, örneğin "en güçlünün hak sahibi olduğu" döneme oranla, üretimin modern polis ile daha kolay olduğu muğlak görüşünü benimsemişlerdir. Onların unuttukları şey, "en güçlünün hakkı"nın da, onların "hukuk devleti"nden başka bir biçimde varlığını sürdüren bir hak olduğudur.
      Üretimin belirli bir aşamasına karşılık veren toplumsal koşullar henüz şekillenme yolundayken, ya da bunun tersine, yok olma yolunu tutmuşken, elbette ki, değişik derece ve etkide de olsa, üretimde kargaşalıklar meydana gelir.
      Özetleyelim: üretimin bütün aşamalarının ortak özellikleri vardır ve düşünce, bunlara, genel bir nitelik tanıma eğilimi gösterir; ama her üretimi kapsadığı iddia edilen genel koşullar, üretimin gerçek tarihsel aşamasının hiç bir bakımdan karşılığı olmayan soyut etkenlerden başka bir şey değildir.
     
       

II. ÜRETİM İLE DAĞITIM, DEĞİŞİM, TÜKETİM
ARASINDA GENEL İLİŞKİ


      Üretim tahlilinde daha ileri gitmeden, iktisatçıların bu konuyla birlikte ele aldıkları ayrı ayrı konuları incelemek gerekir.
      İşte kendiliğinden karşımıza çıktığı biçimde fikir şudur: üretimde, toplumun üyeleri, doğanın ürünlerini, insan gereksinmelerine uygun biçimde benimserler (üretirler, biçimlendirirler); dağıtım, bireyin bu ürünlerin bölüşülmesine hangi ölçüde katıldığını belirler; değişim, dağıtımda payına düşen hisseye karşılık elde etmek istediği özel ürünleri ona sağlar; ve ensonu tüketimde, ürünler tatmin, bireysel mülk edinme sağlayan eşya haline gelirler. Üretim, gereksinmelere cevap veren şeyleri yaratır; dağıtım, (sayfa 252) bunları toplumsal yasalara uygun olarak bö1üştürür; değişim, bu bölüştürülen şeyi bir kere daha bölüştürür, ama bu ikinci bölüşme bireysel gereksinmelere uygun olarak gerçekleşir; ve ensonu tüketimde ürün, bu toplumsal hareketin dışına kaçar ve tatmin ettiği bireysel gereksinmenin konusu ve doğrudan doğruya hizmet edeni olur. Üretim, böylece, hareket noktası olarak, tüketim ise bitiş noktası olarak belirir, dağıtıma ve değişime gelince, bunlar, orta süreçtir ki, bu da kökeninde toplumun bulunduğu an olan dağıtım ve kökeninde bireyin bulunduğu an olan değişim olmak üzere ikili bir nitelik taşır. Üretimde kişi nesnelleşir ve kişide de[6*] eşya öznelleşir; dağıtımda, egemen genel belirlenme biçimi olarak üretim ile tüketim arasında aracılık görevini yerine getiren toplumdur; değişimde, birinden ötekine geçişi, bireyin kesin olmayan belirlemesi sağlar.
     

Dağıtım, bireyin payına düşen ürün oranını (miktarını) belirler; değişim ise her bireyin kendisine dağıtım tarafından ayrılan pay olarak üzerinde hak iddia ettiği ürünleri belirler.


      [İktisatçıların öğretisine göre[7*]] üretim, dağıtım, değişim, tüketim, kurallara uygun bir mantıklı kıyaslama teşkil eder; üretim, genel nitelik taşır; dağıtım ve değişim, özeli teşkil eder; tüketim de, bütünün sonuca vardığı tekildir. Kuşku yok ki, burada bir silsile vardır, ama son derece yüzeysel bir silsile. Üretimi genel doğa yasaları belirler; dağıtımı bağlı bulunduğu toplumsal ortam belirler, ve bu da, üretim üzerinde, az ya da çok hızlandırıcı bir etki yapar; değişim, kesin nitelikte bir toplumsal hareket olarak bu ikisi arasında yerini alır, ve yalnızca bir sonuçlanma olarak değil, bir sonal hedef olarak düşünülen en sondaki tüketim fiili ile, gerçekte, başlangıç noktası üzerinde etkide bulunarak, bütün süreci yeniden aştığı durumlar dışında, ekonominin dışındadır. (sayfa 253)
     

 İktisatçıları bir tüm teşkil eden şeyler arasında bağlantıyı barbarca koparmakla suçlayan -içten ya da dıştan- hasımları, ya onlarla aynı alanda yer almaktadırlar, ya da onlardan daha aşağı bir düzeye inmektedirler. İktisatçılara yöneltilen, üretimi kendiliğinden bir amaç saymalarının yanlış olduğu yolunda, dağıtımın üretim kadar önemli olduğunu ima eden eleştiriler kadar yavan bir şey düşünülemez. Bu eleştiri, iktisatçıların dağıtımın üretimin yanında özerk, bağımsız bir alan olarak mevcut olduğu yolundaki anlayışlarına dayanır. Ya da onlar, bu ayrı ayrı aşamaları, teşkil ettikleri birlik içinde ele almadıkları için kınanmaktadırlar. Sanki bu ayrım, gerçekten kitaplara değil de, kitaplardan gerçeğe yansımış gibi, ve sanki burada gerçek ilişkilerin kavramı[8*] değil de fikri kavramların diyalektik dengesi sözkonusuymuş gibi!
       

A1) ÜRETIM AYNI ZAMANDA TÜKETIMDİR DE


      Tüketimin çifte niteliği vardır, nesnel ve öznel: tıpkı çocuk dünyaya getirmenin hayat gücünün tüketimi olduğu gibi, üretimde bulunarak yeteneklerini geliştiren birey, aynı zamanda, bu yeteneklerini sarfetmekte, üretim eylemi esnasında bunları tüketmektedir. Öte yandan: kullanılan üretim araçları da tüketilmektedir, bunlar yıpranmakta ve (örneğin yakıtın yanması gibi) evrenin unsurlarına dönüşerek dağılmaktadırlar. Aynı şeyi, doğal biçimini ve bileşimini muhafaza etmeyen ve tüketilen ilkel madde için de söyleyebiliriz. Demek ki, üretim eyleminin kendisi de, bütün uğraklarında (moments), aynı zamanda, bir tüketim eylemidir de. Zaten iktisatçılar da bunu teslim ediyorlar. Üretimin dolaysız tüketimle özdeş sayılması ve tüketimin üretimle dolaysız biçimde uyuşması, bu, üretici tüketim olarak (sayfa 254) adlandırılmaktadır. Üretim ile tüketimin bu özdeşliği Spinoza'nın görüşüne varmaktadır: Determinatio est negatio.[9*]


      Ama bu üretimi tüketimin belirlenmesi, üretimle aynı kimlik taşıyan tüketimi asıl tüketimden, üretimin daha çok yok edici bir antitezi olarak düşünülen tüketimden ayırdetmek içindir. Şimdi asıl tüketimi ele alalım.


      Tıpkı doğada kimyasal öğe ve tözlerin tüketimi, bitkinin üretimi olduğu gibi, tüketim de, aynı biçimde, dolaysız üretimdir. Belli bir şeydir ki, örneğin tüketimin özel bir biçimi olan beslenmede, insan, kendi vücudunu üretir. Ama bu, şu ya da bu tarzda, herhangi bir yandan insanın üretimine katkıda bulunan bütün öteki tür tüketimler için de doğrudur. Tüketici üretim. Ama, diye itiraz ediyor iktisat, tüketimle özdeş olan bu üretim, ilkel ürünün tahribinden meydana gelen bir ikinci üretimdir. Birincisinde, üretici, kendini nesnelleştiriyordu; ikincisinde, tersine, kendini kişileştirenin yarattığı nesnedir. Onun için -üretimin ve tüketimin dolaysız bir birliğini oluşturmakla birlikte- bu tüketici üretim, özünde, asıl üretimden farklıdır. Üretimin tüketimle ve tüketimin de üretimle uyuştuğu dolaysız birlik, bu ikisinin özlerinde, birbirinden ayrı olmalarına engel teşkil etmez.


      Demek ki, üretim dolaysız tüketimdir ve tüketim de dolaysız üretimdir. Herbiri, dolaysız kendi karşıtına bürünür. Ama aynı zamanda, bu iki terim arasında, aracı bir hareket de meydana gelmektedir. Üretim, tüketimin aracısıdır ve onun maddi öğelerini yaratır ki, bunlar olmadan üretimin bir nesnesi olamazdı. Ama tüketim de ürünlere, uğrunda üretildikleri özneyi sağlamakla, üretimin aracısı olmaktadır. Ürün, en yüksek tamamlanmasını ancak tüketimde bulmaktadır. Yolcu taşımaya yaramayan bir demiryolu, yani kullanılmayan bir demiryolu, tüketilmez ve ancak olanak (dunamet) alanında bir demiryoludur, gerçeklik (sayfa 255) alanında değil. Üretim olmadan tüketim olmaz. Ama tüketim olmadan da üretim olmaz, çünkü o zaman üretim amaçsız olur. Tüketim, üretimi iki bakımdan üretir 1° Ürün, ancak tüketimde gerçekten ürün olur. Örneğin bir giysi, ancak sırta giyildiğinde gerçekten giysi olur; içinde oturulmayan bir ev, gerçekten bir ev değildir: demek ki, basit doğal nesneden farklı olarak ürün, ancak tüketimde, ürün olarak kendini olurlamakta ancak ürün olmaktadır. Ancak tüketimdir ki, ürünü soğururken, ona, ürün olarak son fırça darbesini (finishing stroke) vurmaktadır; çünkü üretim, nesnel faaliyet olarak ürün değildir, yalnızca özne için iş gören nesne (Gegenstqnd) olarak üründür [tüketim üretimi üretir[10*]]. 2° Tüketim, yeni bir üretim gereksinmesini, dolayısıyla, önkoşulu bulunduğu üretimin nedenini, iç devindiricisini yaratır. Tüketim, üretimin devindiricisini yaratır; tüketim, aynı zamanda, üretimin amacını belirleyerek, üretimde iş gören nesneyi de yaratır. Üretimin, maddi biçimiyle, tüketimin konusunu sunduğu ne kadar doğruysa, tüketimin de, iç imaj biçiminde, gereksinme biçiminde, devindirici ve amaç olarak üretimin konusunu fikir olarak koyduğu da o kadar doğrudur. Tüketim, üretimin konularını henüz öznel olan bir biçimde yaratır, gereksinme olmadan üretim de olmaz. Ama tüketim, gereksinmeyi yeniden üretir.


      Bu çifte niteliği, yönünden [şunlara -ç.] tekabül eder:
      1. Tüketimde, maddesini, nesnesini sağlar. Nesnesi olmayan bir tüketim, tüketim değildir; demek ki, bu bakımdan üretim, tüketimi yaratır, üretir.
      2. Ama üretimin tüketime sağladığı şey, yalnızca nesne (Gegenstanci) değildir. O, tüketimi sonal biçimine sokar, onu sonal niteliğine ulaştırır, son cila (finish) ödevi görür. Tıpkı tüketimin ürüne ürün olarak son fırça darbesini vurduğu gibi, üretim de tüketim için aynı şeyi yapar. İlkönce (sayfa 256) nesne, genel olarak bir nesne değildir, üretimin kendisinin ona aracılık edeceği,[11*] belirli bir tarzda tüketilecek olan belirli bir nesnedir. Açlık, açlıktır, ama çatal bıçakla yenen pişmiş etle giderilen açlık, ellerden, tırnak ve dişlerden yararlanarak parçalanan ve yutulan çiğ etle giderilen açlıktan değişiktir. Üretimin ürettiği şey, yalnızca tüketimin nesnesi değildir, aynı zamanda, tüketim tarzıdır da, ve bu da yalnızca nesnel değil, aynı zamanda öznel tarzda yapılmaktadır. Demek ki, üretim tüketiciyi yaratır.
      3. Üretim, yalnızca gereksinmeye maddi bir nesne sağlamakla yetinmez, maddi nesneye de, bir gereksinme sağlar. Tüketim ilkel kabalıktan kurtulunca dolaysız niteliğini yitirdiği zaman -ve bu ilkellikte zaman kaybetmek de ilkel kabalık aşamasında kalmış bir üretimin sonucu sayılmalıdır-, tüketimin içgüdü olarak aracısı, nesnesidir. Bu nesne için tüketimin duyduğu gereksinme, onun kavranışı tarafından yaratılır. Sanat nesnesi -herhangi bir başka ürün gibi- sanattan anlayabilen ve güzelliğin zevkini duyan bir çevre yaratır. Demek ki, üretim, yalnızca özne için bir nesne yaratmakla yetinmez, aynı zamanda, nesne için bir özne de yaratır.
      O halde üretim, 1° ona maddesini sağlayarak; 2° tüketimin tarzını belirleyerek; 3° tüketicide ilkten basit olarak nesneler biçiminde ürün gereksinmeleri yaratarak, tüketimi üretmektedir. Üretim, demek ki, tüketimin nesnesini, tüketim tarzını, tüketim içgüdüsünü yaratmaktadır. Aynı biçimde, tüketim, üretimin amacını belirleyici bir gereksinme biçiminde olmasını sağlayarak üreticinin yeteneğini kışkırtır.


Dipnotlar

[2*] Siyasal hayvan. -ç.
[3*] Genel ve yavan fikirler. -ç.
[4*] Soyut olarak. -ç.
[5*] Terimlerde çelişki. -ç.
[6*] Kautsky'nin yayınladığı metinde: tüketimde. -Ed.
[7*] Özgün metne Kautsky tarafından eklenmiştir. -Ed.
[8*] Kautsky burada Auffassung (kavram) silzcüğünü yanlışlıkla Auflösung (tahlil) diye okumuştur. -Ed.
[9*] Her belirleme yadsımadır. -ç.
[10*] Bu tümcecik özgün metinde bulunmamaktadır. -Ed.
[11*] Kautsky'nin elindeki metinde: yazar. -Ed.