ÖNSÖZ
BURJUVA iktisat sistemini şu sırayla inceliyorum:
sermaye,
toprak mülkiyeti, ücretli emek, devlet,
dış ticaret, dünya pazarı. İlk üç başlık altında
modern bujuva toplumun bölündüğü üç büyük sınıfın iktisadi varlık
koşullarını inceliyorum; öteki üç başlığın birbiriyle bağlantısı
besbellidir. Sermayeyi ele alan birinci kitabın birinci kısmı, şu bölümlere
ayrılmıştır: 1. meta; 2. para ya da basit dolaşım; 3. genel olarak sermaye.
İlk iki bölüm, bu kitabın içeriğini oluşturmaktadır. Basılmak üzere değil,
kendi aydınlanmam için uzun zaman aralıklarıyla karaladığım ve tasarlanan
plan gereğince sistemli olarak hazırlanması koşullara bağlı bulunan
monografiler şeklinde materyaller, toplu halde
(sayfa 23)
önümde bulunmaktadır.
Hazırlamış olduğum bir genel girişi yayınlamıyorum;
[1*]
çünkü, düşünüp taşındıktan sonra, bana öyle geldi ki, ilkönce tanıtlanması
gereken sonuçlar hakkında önceden yargılara varmak, ancak sıkıcı olabilirdi
ve beni izleyecek okurun, tekil'den genel'e geçmesi gerekecekti. Buna
karşılık, benim kendi ekonomi politik incelemelerimin seyri hakkında bazı
bilgiler sunmam, bana, burada, yerinde bir hareket gibi gelmektedir.
Benim uzmanlaşmış çalışmalarımın konusu, felsefe ile tarih yanında
ikincil bir bilgi kolu saymış olmama karşın, hukuktu. 1842-43'te
Rheinische Zeitung'un başyazarı olarak, ilk defa, maddi çıkarlar
denen şey üzerine yazı yazmak gibi zor bir yükümlülükle karşılaştım. Renanya
Landtag'ındaki orman kaçakçılığı ve toprak mülkiyetinin parçalanması üzerine
tartışmalar, o zamanlar Renanya eyaletinin birinci başkanı olan Bay Von
Schaper'in, Mosel köylülerinin durumu üzerine
Rheinische Zeitung
ile giriştiği polemik, ve ensonu serbest ticaret ve himayecilik konusundaki
tartışmalar, iktisadi sorunlarla uğraşmam için, ilk nedenler oldular. Öte
yandan, "öne geçme" yolunda iyi niyetin sık sık bilginin yerini aldığı o
dönemde,
Rheinische Zeitung'da, Fransız felsefesine,
sosyalizmine ve komünizmine hafif çalan bir yankı duyulmaktaydı. Ben, bu
acemi işine karşı çıktım, ama aynı zamanda,
Allgemeine Augsburger
Zeitung ile giriştiğim bir tartışmada, o zamana kadar yapmış olduğum
incelemelerin, Fransız eğilimlerininin asıl niteliği üzerinde herhangi bir
hükme varma cesaretini göstermeme olanak vermediğini açıkça itiraf ettim.
Bunun yerine gazeteleri için verilmiş ölüm fermanını, gazeteye daha ılımlı
bir tutum vererek affettirebileceklerini sanan
Rheinische Zeitung
yöneticilerinin bu hayalinden özenle yararlanmayı, politika sahnesini
terketmek
(sayfa 24) ve çalışma odama kapanmak için
yeğliyordum.
Kafamda biriken kuşkuları gidermek için ilk giriştiğim çalışma,
hegelci
Hukuk Felsefesi'ni eleştirici bir gözle yeniden gözden
geçirmek oldu. Bu çalışmanın girişi, Paris'te, 1844'te yayınlanan
Deutsch-
Französische
Jahrbücher'de çıkmıştır. Araştırmalarım, devlet biçimleri kadar
hukuki ilişkilerin de ne kendilerinden, ne de iddia edildiği gibi insan
zihninin genel evriminden anlaşılamayacağı, tam tersine, bu ilişkilerin
köklerinin, Hegel'in 18. yüzyıl İngiliz ve Fransız düşünürlerinin örneğine
uyarak "sivil toplum" adı altında topladığı maddi varlık koşullarında
bulundukları, ve sivil toplumun anatomisinin de, ekonomi politiğin içinde
aranması gerektiği sonucuna ulaştı. Ben, ekonomi politiği incelemeye
Paris'te başlamıştım ve bu incelemeye, Bay Guizot'nun hakkımda verdiği
sınırdışı edilme kararı sonucu göçmek zorunda kaldığım Brüksel'de devam
ettim. Ulaşmış olduğum ve bir kez ulaşıldıktan sonra incelemelerime
kılavuzluk etmiş olan genel sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir:
Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi
iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri,
onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül
eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli
toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının
üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı,
genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır.
İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine,
onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belli
bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde
hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki
ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler.
Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri
haline gelirler. O zaman bir
(sayfa 25) toplumsal
devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya
da az bir hızla altüst eder. Bu gibi altüst oluşların incelenmesinde, daima,
iktisadi üretim koşullarının maddi altüst oluşu ile —ki, bu, bilimsel
bakımdan kesin olarak saptanabilir—, hukuki, siyasal, dinsel, artistik ya da
felsefi biçimleri, kısaca, insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve
onu sonuna kadar götürdükleri ideolojik şekilleri ayırdetmek gerekir. Nasıl
ki, bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm
verilmezse, böyle bir altüst oluş dönemi hakkında da, bu dönemin kendi
kendini değerlendirmesi gözönünde tutularak, bir hükme varılamaz; tam
tersine, bu değerlendirmeleri maddi hayatın çelişkileriyle, toplumsal
üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklamak
gerekir. İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal
oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin
maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip
yerlerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme
bağlayabileceği sorunları koyar. Çünkü yakından bakıldığında, her zaman
görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi
koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar.
Geniş çizgileriyle, asya üretim tarzı, antikçağ, feodal ve modern burjuva
üretim tarzları, toplumsal-ekonomik şekillenmenin ileriye doğru gelişen
çağları olarak
nitelendirilebilirler. Burjuva üretim ilişkileri,
toplumsal üretim sürecinin en son uzlaşmaz karşıtlıktaki biçimidir —
bireysel bir karşıtlık anlamında değil, bireylerin toplumsal varlık
koşullarından doğan bir karşıtlık anlamında; bununla birlikte burjuva
toplumunun bağrında gelişen üretici güçler, aynı zamanda, bu karşıtlığı
çözüme bağlayacak olan maddi koşulları yaratırlar. Demek ki, bu toplumsal
oluşum ile, insan toplumunun tarih-öncesi sona ermiş olur.
Deutsch-
Französische Jahrbücher'de, iktisadi
kategorilerin
(sayfa 26) eleştirisine katkının dâhice
taslağını yayınlamasından beri yazışarak devamlı surette fikir alışverişinde
bulunduğum Friedrich Engels, benim vardığım sonuca, başka bir yoldan (
İngiltere'de
Emekçi Sınıfların Durumu adlı yapıtıyla
karşılaştırınız) ulaşmıştı. 1845 ilkyazında, o da gelip Brüksel'e yerleştiği
zaman, birlikte çalışmaya ve Alman Felsefesinin bakış açısı karşısında olan
kendi bakış açımızı oluşturmaya karar verdik: bu, gerçekte, bizim geçmişteki
felsefi bilincimizle hesaplaşmamızdı. Bu planımız, Hegel-sonrası felsefenin
bir eleştirisi biçiminde gerçekleşti. Elyazısı, formalar halinde, iki cilt
olarak, Vestfalya'daki yayınevi sahibinin elindeydi ki, yeni gelişmelerin,
yapıtın basılmasını olanaksız kıldığını öğrendik. Biz, görüşlerimizi
açıklığa kavuşturmak olan başlıca amacımıza vardığımız için, elyazısını
farelerin kemirici eleştirisine seve seve terkettik. Bu dönemde çeşitli
sorunlar üzerine görüşlerimizi kamuoyuna açıkladığımız dağınık çalışmalar
arasında, ancak Engels ile birlikte kaleme aldığımız
Komünist
Parti Manifestosu ile benim yayınlamış olduğum
Serbest
Ticaret Sorunu Üzerine'yi belirteceğim. Bizim görüş
tarzımızın kilit noktaları, polemik tarzında olsa da, ilk defa olarak
bilimsel şekilde 1847'de yayınlanmış olan ve Proudhon'u hedef tutan
Felsefenin Sefaleti adlı yapıtımda sunuldu. Almanca olarak
yazılmış olan ve Brüksel'deki Alman İşçileri Derneğinde konuyla ilgili
konferanslarımı toplayan
Ücretli Emek üzerine incelemenin
basımı, Şubat devrimi ve bunun sonucu olarak Belçika'dan sınırdışı edilmem
yüzünden yarıda kesildi.
Neue Rheinische Zeitung'un 1848-49'da
yayınlanması ve bunu izleyen olaylar, iktisat üzerine incelemelerimi
kesintiye uğrattı ve ben, bu konuya, ancak 1850'de Londra'da dönebildim.
British Museum'da toplanmış olan ekonomi politiğin
(sayfa
27) tarihi ile ilgili malzemenin bolluğu, burjuva toplumun gözlemi
için Londra'nın elverişli mevkii ve ensonu Kaliforniya ve Avustralya
altınının bulunmasından sonra, burjuva toplumun girer gözüktüğü yeni gelişme
aşaması, işe baştan başlamamın ve yeni malzemeyi eleştirici bir anlayışla
derinliğine incelemeye karar vermemin nedeni oldu. Bu incelemeler, beni,
kısmen kendiliğinden asıl konumdan uzaklaştırır gibi görünen ama gene de
üzerinde az ya da çok bir zaman süresi durmam gereken bilgi kollarına doğru
yöneltti. Ama bu çalışmaya ayırmak istediğim zamanımı asıl kısaltan şey,
para kazanmak amacıyla çalışmak zorunluluğu oldu. İlk İngiliz-Amerikan
gazetesi olan
New York Tribune'deki artık sekiz yılı
bulan işim, asıl gazetecilikle ancak istisnai olarak uğraştığım için,
incelemelerimin olağanüstü dağılmasının nedeni oldu. Bununla birlikte,
İngiltere'de ve Kıtadaki kayda değer iktisadi olaylar üzerine makalelerim,
bu gazeteye katkılarım arasında öyle önemli bir yer tutuyordu ki, asıl
ekonomi politik biliminin alanına girmeyen pratik ayrıntılar hakkında bilgi
edinmek zorunda kaldım.
Ekonomi politik alanındaki incelemelerimin seyri hakkındaki bu
taslakla, ben, yalnızca görüşlerimin, nasıl değerlendirilirse
değerlendirilsin ve yönetici sınıfların çıkarcı yargılarıyla ne kadar az
uyuşursa uyuşsun, uzun ve özenli incelemelerin sonucu olduklarını göstermek
istedim. Ama bilimin eşiğinde, cehennemin giriş kapısında olduğu gibi, şu
kurala uymak zorunludur:
Qui si convien lasciare ogni
sospetto
Ogni viltà convien che qui sia
morta.[2*]
(sayfa 28)
Londra, Ocak 1859
KARL MARX
KARL MARX'IN "EKONOMİ POLİTİĞİN ELEŞTİRİSİ"
FRİEDRİCH ENGELS
I
Bütün bilim alanlarında, Almanlar, uzun zamandan beri, öteki uygar
uluslarla boy ölçüşebildiklerini ve birçok alanlarda da onlardan daha üstün
olduklarını tanıtlamışlardır. Yalnızca bir bilimin doruğunda herhangi bir
Alman adına raslanmıyordu: ekonomi politik. Bunun nedeni basittir. Ekonomi
politik, çağdaş burjuva toplumun teorik tahlilidir ve bu bakımdan gelişmiş
burjuva koşullarını varsayar, ki bu koşullar, Almanya'da, Reform ve Köylü
savaşlarından beri ve özellikle Otuz Yıl savaşından beri, yüzyıllar boyunca
gerçekleşmemiştir. Hollanda'nın İmparatorluktan ayrılması, Almanya'yı,
(sayfa 29) dünya ticaretinden ayırdı ve daha başından
onun sanayi gelişmesini en kısır boyutlara indirdi; ve Almanlar, iç
savaşların yıkımından zorlukla kurtulup yavaş yavaş kendilerine gelirken,
her küçük prensliğin ve imparatorluk baronunun tabilerinin sanayiini bağımlı
kıldığı gümrük duvarlarına karşı ve insafsız ticari yönetmeliklere karşı,
hiç bir zaman pek yüksek olmayan medeni enerjileriyle direndikleri bir
sırada, Almanya kentleri lonca ve soylu baskısı altında hareketsizlik ve
kısırlık içinde kıvranıp iflasa sürüklenirken, bu sırada, Hollanda,
İngiltere ve Fransa, dünya ticaretinde başa geçiyorlar, sömürge üstüne
sömürge ediniyorlar ve, kömür ve demir madeni yataklarına bütün değerlerini
kazandıracak olan buhar sayesinde, İngiltere'nin ensonu modern burjuva
gelişmesinin başına geçtiği ana kadar, imalat sanayiini, en yüksek bir
açılıp gelişme düzeyine ulaştırıyorlardı. Ama 1830'a kadar Almanya'nın maddi
burjuva gelişmesini engelleyen o gülünç derecede eskimiş ortaçağ
kalıntılarına karşı savaşım vermek gerektiği sürece, bir Alman ekonomi
politiği olamazdı. Almanlar, ancak
Zollverein kurulduktan sonra,
ekonomi politiği
anlayacak duruma geldiler. Bundan sonra gerçekten
Alman burjuvazisine büyük çıkarlar sağlayan İngiliz ve Fransız ekonomisinin
ithali başladı. Kısa bir zaman sonra bilginler ve bürokrasi âlemi, ithal
olunan bu malzemeyi ele aldılar ve onu, "Alman ruhunun" hiç de lehine
olmayan bir tarzda işlediler. Yazı yazma meraklısı kodaman sanayicilerden,
tüccarlardan, ağzı kalabalık gevezelerden ve bürokratlardan meydana gelen
karmakarışık halitadan öyle bir Alman iktisat yazını meydana geldi ki,
yavanlık, kofluk, ukalalık ve intihal bakımından onunla ancak Alman
romancılığı boy ölçüşebilir. Pratik amaçlar güden kimseler arasında, ilkönce
sanayicilerin himayeci ekolü kuruldu, ki bunlar arasında List, şanlı yapıtı,
Kıta ablukası sisteminin ilk teorisyeni olan Fransız Ferrier'den kopya
edilmiş olmasına karşın, gene de Alman burjuva iktisat yazının
(sayfa 30) en değerli yapıtını meydana getirmiş olan
bir otorite sayılmaktadır. Bu eğilim karşısında 1840 ila 1850 yıllarında
çocukça ama çıkarlarına uygun bir inançla İngiliz
Freetrader'lerinin*
iddialarını kekeleyerek yineleyen Baltık eyaletleri tüccarlarının serbest
değişimci ekolü kuruldu. Ve en sonu iktisat dersinin teorik yanını inceleme
görevini yüklenmiş olan okul bilgiçleri ve bürokratlar arasında, Bay Rau
gibi eleştirici zihniyetten yoksun kupkuru bitki koleksiyoncuları, Bay Stein
gibi bilgin edasına bürünerek yabancı fikirleri sindirilmemiş bir Hegel
argosuna çeviren spekülatörler, ya da Bay Riehl gibi "kültür tarihi"
tarlasında başak döküntülerini toplayanlar vardı. Sonunda bütün bundan çıkan
şey kameralistik** denen devlet memuru sınavlarını geçebilmek için, her
hukuk mezununun bilmesi gereken cinsten ve birbirini tutmayan birçok şeyden
meydana gelmiş ve üzerinde eklektik bir ekonomik salça gezdirilmiş bir
lapaydı.
Almanya'da burjuvazi, okul bilgiçleri ve bürokrasi, İngiliz-Fransız
ekonomisinin en ilkel bilgilerini dokunulmaz dogmalar olarak ezberlemeye ve
bunlardan bir anlam çıkarmaya çalışırken, Alman proleter partisi sahneye
çıkıyordu. Bu partinin teori olarak nesi varsa, ekonomi politiğin
incelenmesinin sonucuydu, ve o sahneye çıktığı andan başlayarak, bağımsız
Alman iktisat bilimi de doğmuş oldu. Bu Alman ekonomisi, esasında,
tarihin materyalist anlayışına dayanır, ki bunun başlıca
çizgileri, yukarda belirtilen yapıtın önsözünde kısaca açıklanmıştır. Bu
önsöz, öz olarak,
Das Volk'ta yayınlanmıştır ve okur oraya
başvurabilir. Yalnızca iktisat için değil bütün tarih bilimleri için (ve
doğa bilimleri olmayan bütün bilimler, tarih bilimleridir) devrim yaratan
keşif şu tümceyle özetlenebilir:
"Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak, toplumsal, siyasal ve
entelektüel yaşam sürecini koşullandırır."
(sayfa 31)
Tarihte toplumun ve devletin bütün ilişkilerini, bütün dinsel ve
hukuki sistemleri, ortaya atılan bütün teorik görüşleri, ancak bunlara
tekabül eden çağlardaki maddi hayat koşulları anlaşılırsa ve bu birinciler,
maddi koşullardan tümdengelim yoluyla çıkarılırsa, anlamak mümkündür.
"İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir: tam
tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır."
Bu fikir o kadar yalındır ki, kafası idealist önyargılarla
doldurulmamış herhangi bir kimse için apaçık bir şeydir. Ama bu, yalnızca
teori için değil, pratik için de, tamamen devrimci sonuçlar verir:
"Gelişmelerinin belirli bir aşamasında, toplumun maddi üretici
güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine
ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet
ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu
ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir
toplumsal
devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı,
büyük ya da az bir hızla altüst eder. ... Burjuva üretim ilişkileri,
toplumsal üretim sürecinin en son uzlaşmaz karşıtlıktaki biçimidir —
bireysel bir karşıtlık anlamında değil, bireylerin toplumsal varlık
koşullarından doğan bir karşıtlık anlamında; bununla birlikte, burjuva
toplumun bağrında gelişen üretici güçler, aynı zamanda, bu karşıtlığı çözüme
bağlayacak olan maddi koşulları yaratırlar."
Demek ki, materyalist tezimizi izlemeye devam ettiğimiz ve onu bugüne
uyguladığımız anda, muazzam bir devrimin bütün çağların en büyük devriminin
perspektifleri gözümüzün önünde açılmaktadır.
Ama, yakından bakıldığında, insanların bilincinin onların varlığına
bağımlı olduğu ve bunun tersinin doğru olmadığı şeklindeki görünüşte bu
kadar yalın bir fikir, daha ilk sonuçlarıyla, üstü en örtülü olanı dahil her
türlü idealizm ile doğrudan
(sayfa 32) doğruya
cepheden çatışır. Bu görüş, tarihsel nitelik taşıyan bütün geleneksel ve
alışılagelmiş kavramları reddeder. Bütün o geleneksel siyasal muhakeme tarzı
yoktur; burjuva ulusçuluğunun savunucuları, böyle onur kırıcı bir dünya
anlayışının karşısında öfke ile dikilirler. Onun için yeni görüş tarzı,
yalnızca burjuvazinin temsilcilerinin değil,
özgürlük, eşitlik,
kardeşlik, sihirli formülü ile dünyayı ayaklandırmak isteyen Fransız
sosyalistlerinin kitlesi üzerinde de şok tesiri yapıyor. Ama asıl küplere
binen Almanya'nın kaba demokrat yaygaracıları oldu. Ama gene de bunlar,
çalıntı yoluyla, yeni fikirleri, az rastlanır bir anlayış yeteneksizliği ile
istismar etmeye kalkıştılar.
Tek bir tarihsel örnek üzerinde olsa bile, materyalist anlayışın
geliştirilmesi, yıllar süren dingin bir bilimsel çalışmayı gerektirirdi,
çünkü besbelli ki, burada, basit tümcelerle bir sonuç almak mümkün değildir
ve böyle bir sorunu çözüme bağlayabilmek için, eleştirici bir tarzda
ayıklanmış ve tam bir ustalıkla kavranmış büyük bir tarihsel malzeme kitlesi
gereklidir. Şubat devrimi, partimizi, politika sahnesine çıkardı ve
böylelikle onun salt bilimsel amaçlarla eylemi olanaksız hale geldi. Bununla
birlikte, temel anlayışı partinin bütün yayınları içinde bir kılavuz olarak
arayıp bulmak mümkündür. Bütün bu yayınların içinde, her özel durumda,
eylemin, daima, doğrudan doğruya maddi dürtülerden nasıl doğduğu, eyleme
eşlik eden sözlerden değil de, tersine, tıpkı siyasal eylem ve onun
sonuçları gibi, siyasal ve hukuki sözlerin maddi dürtülerden nasıl
çıkarıldığı gösterilmiştir.
1848-49 devriminin yenilgiye uğramasından sonra, Almanya'daki hareketi
dışardan etkilemek gittikçe olanaksızlaşınca, partimiz, muhaceretin o hileli
davalarını, mümkün olan biricik eylem alanında, vülger demokrasiye bıraktı.
Muhaceretin temsilcileri, bir gün saçsaça başbaşa gelerek, ertesi gün öpüşüp
koklaşarak, daha ertesi gün de bütün kirli çamaşırlarını dünyanın gözü
önünde yıkamaya kalkarak mutluluk
(sayfa 33) içinde
didişirlerken, Amerika'da bir uçtan bir uca dilendikten sonra hemen ardından
elde edilen birkaç talerin üleşilmesinde yeni skandallar yaratırlarken,
partimiz, bilimsel çalışma için biraz zaman bulabildi. Ve partimizin
işlenmesi büyük emekler gerektirecek olan bir teorik temele, yeni bir
bilimsel anlayışa sahip olmak gibi bir üstünlüğü vardı; muhaceretin "büyük
adamları" kadar aşağılara düşmemek için, bu kadarı yeterdi.
Sözkonusu bilimsel çalışmaların ilk ürünü, bu kitaptır.
II
Böyle bir yapıtta, iktisadın birbirinden tecrit edilmiş bölümlerinin
eleştirisi, tartışma konusu olan şu ya da bu iktisadi sorunun ayrı olarak
incelenmesi sözkonusu olamaz. Yapıt, tersine, iktisat biliminin bütün
çapraşıklığıyla sistema-tik sentezine varmayı, burjuva üretimin ve değişimin
yasalarının tutarlı bir incelemesini amaç edinmektedir. Burjuva
iktisatçıları, bu yasaların yorumcusu ve savunucusundan başka bir şey
olmadıklarına göre, bu inceleme, aynı zamanda, bütün iktisadi yazının da bir
eleştirisidir.
Hegel'in ölümünden beri bir bilimi kendi iç bağlantıları içinde
inceleyip geliştirmeye girişilmedi. Resmî hegelci okul, ustanın
diyalektiğinin ancak en basit yöntemlerinin kullanılmasını benimsemişti ve
bunu da çok defa gülünç bir beceriksizlikle uyguluyordu. Hegel'den bu okula
kalan bütün miras, her konunun suni olarak inşa edilmesine yarayan basit bir
rutinden, olumlu fikir ve bilgilerin yokluğunu gidermekten, yani yer
doldurmaktan, sözcük ve üslup oyunlarından ibaretti. Böylece öyle bir
noktaya varıldı ki, Bonn'lu bir profesörün dediği gibi, bu hegelciler,
hiçbirşeyi anlamadıkları halde, her şey üzerinde yazabiliyorlardı. Ve
gerçekten de öyleydi. Bununla birlikte, bu baylar, kendi kendilerini
beğenmişliklerine karşın, gene de zayıflıklarının
(sayfa 34)
öylesine bilinciydekiler ki, büyük görevlerden mümkün olduğu kadar uzak
duruyorlardı; eski bilgiçlik bilimi, olumlu bilgisinin üstünlüğü sayesinde,
kendi alanında hükümrandı; ve en sonu Feuerbach, kurgul düşüncenin
değersizliğini açıkladığı zaman, aşırı Hegel hayranlığı yavaş yavaş yok oldu
ve sanıldı ki, sabit kategorileriyle eski metafiziğin bilimde egemenliği
yeniden başlayacaktır.
Bu durumun elbette bir nedeni vardı. Salt lafazanlıklar içinde
kaybolan Hegel mirasçılarının düzenini, doğal olarak, bilimin olumlu yanının
biçimsel yanına üstünlük sağladığı bir dönem izledi. Ama aynı zamanda,
Almanya, olağanüstü bir enerjiyle, 1848'den bu yana meydana gelen güçlü
burjuva gelişmesine uygun olarak doğa bilimlerine sarıldı; ve spekülatif
eğilimin hiç bir zaman etkili olamadığı bu bilimler moda olunca, Wolff'un en
aşırı yavanlıkları dahil, eski metafizik düşünce tarzı da yeniden
yaygınlaştı. Hegel artık unutulmuştu, doğa bilimlerinde yeni materyalizm
gelişti, ki ilkesel olarak bu, 18. yüzyıl doğa bilimleri materyalizminden
pek az farklıdır ve birincinin ikinciye üstünlüğü, yalnızca özellikle kimya
ve fizyoloji alanlarında çoğunlukla daha zengin bilimsel malzemeye sahip
olmasındandır. Burada Büchner ve Vogt'ta ve hatta bağnaz foyerbahçı geçinen
ve en basit kategorilerde en eğlendirici bir biçimde kendi kendini mat eden
Moleschott'ta bile, en aşırı yavanlığa kadar yinelenen Kant-öncesi dönemin
dargörüşlü burjuva düşünüş tarzını bulmaktayız. Burjuva sağduyusunun sakat
beygiri, varlığı olaydan, nedeni sonuçtan ayıran çukur önünde, elbette ki,
ne yapacağını bilmeyerek durur kalır; ama insan, soyut düşüncenin
engebelerle dolu alanında dörtnala at sürüp avlanmaya çıktığı zaman, kötü
bir beygire binmemeye dikkat etmelidir.
Demek ki, burada kendiliğinde ekonomi politikle bir ilişiği olmayan
başka bir sorunun çözümüyle karşı karşıyayız. Bilimi nasıl ele alacağız? Bir
yanda, Hegel'in bıraktığı yerde
(sayfa 35) duran
tamamen soyut "kurgul" biçimde hegelci diyalektik vardı; öte yanda, burjuva
iktisatçılarının, bağlantısı ve fikir silsilesi olmayan o koca kitaplarını
yazarken dayanmış oldukları yeniden moda olmuş Wolff tarzı, özünde metafizik
yöntem vardı. Bu ikincisi, Kant tarafından ve özellikle Hegel tarafından
teorik bakımdan öylesine yıkılmıştı ki, pratikte, varlığını sürdürmesi,
ancak tembellikten ve bir başka
yalın yöntemin yokluğundan ötürü
olabilirdi. Öte yandan, Hegel yöntemi,
mevcut şekliyle, kesin olarak
kullanılamazdı. Bu yöntem, özünde, idealistti ve burada sözkonusu olan,
bütün daha önceki dünyaya anlayış tarzlarından daha materyalist olan bir
anlayış tarzının geliştirilmesiydi. Hegel yöntemi, salt fikirden hareket
ediyordu. Burada ise, en inatçı gerçeklerden hareket etmek zorunluluğu
vardı. Kendi itirafıyla "hiçten gelen ve hiçle hiçe giden" bir yöntem, bu
biçimiyle hiçbir işe yaramazdı. Bununla birlikte, bu yöntem, hiç değilse
dayanılabilecek olan elde mevcut bütün mantıki malzemenin biricik
parçasıydı. Onu eleştirmemişlerdi, böyle bir işin üstesinden gelememişlerdi.
Büyük diyalektikçinin hasımlarından hiçbiri, onun heybetli yapısında bir
yarık meydana getirememişti; ve bu yöntem, hegelci okul ondan yararlanmasını
bilmediği için yokolup gitmişti. Demek ki, yapılacak şey, her şeyden önce,
Hegel'in yöntemini kesin bir eleştiriye tabi tutmaktı.
Hegel'in düşünce tarzını bütün öteki filozofların düşünce tarzından
ayırdeden şey, bu düşünce tarzının temelini oluşturan o muazzam tarihsel
anlamdı. Biçim ne kadar soyut ve ne kadar idealistçe olursa olsun,
düşüncesinin geliştirilmesi, gene de her zaman dünya tarihinin gelişmesine
paralel düşüyordu, ve bu dünya tarihi, sorunun özünü tam olarak ifade etmek
gerekirse, onun düşüncesinin mihenk taşı olmalıdır. Böylelikle tam ve doğru
ilişki, tersine, başaşağı döndürülüyorsa da, bu düşüncenin gerçek içeriği,
gene de felsefenin bütün alanlarına nüfuz edebiliyordu, ve üstelik Hegel'i
kendi
(sayfa 36) tilmizlerinden ayırdeden bir şey de
onun, bütün çağların en bilgin kafalarından birini taşımasına karşılık,
berikilerin bilgisizlikleriyle göze çarpmalarıydı. Tarihte bir iç gelişme,
zincirleme bir iç bağlantı olduğunu tanıtlamayı deneyen ilk adam Hegel'dir,
ve onun tarih felsefesindeki birçok şey, bugün bize ne kadar tuhaf gelirse
gelsin, onu izleyenleri, hatta ondan sonra tarih üzerinde genel muhakemeler
yürütmeye kalkışanları kendisiyle kıyasladığımızda, temel anlayışının yüce
niteliği bugün de hayranlığa layıktır.
Phénoménologie'sinde,
Estetik'inde,
Felsefe Tarihi'nde, heryere tarihin bu yüce
anlayışı girer, ve her yerde konu, tarihsel tarzda, soyut olarak başaşağı
edilmiş olsa da, tarih ile belirli ilişkisi içinde incelenir. Büyük
yankıları olan bu tarih anlayışı, yeni materyalist görüş tarzının doğrudan
doğruya teorik önkoşulu oldu. Ve böylelikle mantık yöntemi içinde bir
hareket noktası oluşturdu. Eğer bu kaybolmuş diyalektik, "salt fikir"
açısından böyle sonuçlara varabilmişse, ve eğer kendisinden önce gelen bütün
mantığın ve bütün metafiziğin zahmetsizce hakkından gelebilmişse, bunun,
herhalde sofizmden, kılıkırk yarmadan öte bir şey olması gerekirdi. Ama,
önünde bütün resmî felsefenin gerilemiş olduğu ve şu anda da gerilediği bu
yöntemin eleştirisi az iş değildi.
Hegel'in mantığından onun bu alandaki gerçek buluşlarını içinde
saklayan çekirdeği çıkarma ve idealist örtülerinden arındırarak, diyalektik
yöntemi, düşünce gelişmesinin biricik doğru şekli olabileceği saf biçiminde
ortaya çıkar-mak işini başarabilecek tek adam, Marx idi. Marx'ın ekonomi
politiğin eleştirisinde temel görevini yerine getiren yöntemi
geliştirmesini, biz, önem bakımından, esas materyalist dünya anlayışından
hiç de daha az önemli olmayan bir sonuç saymaktayız.
Ama yöntem elde edilince, ekonominin eleştirisine iki tarzda yaklaşmak
mümkündür: tarihsel bakımdan ya da
(sayfa 37) mantık
bakımından. Tarihte olduğu gibi, tarihin yazına yansımasında da, gelişme,
genellikle daha basit ilişkilerden daha karmaşık ilişkilere doğru ilerleme
kaydeder; ekonomi politiğin yazılı tarihteki seyri, eleştiriye yol
gösterebilecek olan doğal bir yön gösterici olabilirdi ve bütünüyle iktisadi
kategoriler, mantıki gelişmedeki sırayla ortaya çıkabilirlerdi. Bu biçim,
görünürde, daha açık olma üstünlüğüne sahiptir, çünkü izlenmekte olan şey,
gerçek gelişme değil midir? Ama bu biçimin gerçekte biricik
üstünlüğü, yapıtın herkes tarafından daha kolayca anlaşılır olabilmesiydi.
Tarih çok kere sıçramalarla ve zikzaklarla ilerleme kaydeder ve onu her
yerde izlemek gerekir ki, bu da, yalnızca pek önemli olmayan birçok
malzemenin ele alınmasını zorunlu kılmakla kalmaz, aynı zamanda, düşünce
zincirinin de sık sık kesintiye uğratılmasını gerektirir; üstelik burjuva
toplumun tarihini yazmadan, ekonominin tarihini yazmak mümkün değildir ve bu
durumda çalışmanın sonu gelmez, çünkü bu konuda daha önce yazılmış yapıtlar
yoktur. Demek ki, ekonominin eleştirisini incelemede biricik elverişli tarz,
mantıki tarzdır. Ama bu tarz, gerçekte, yalnızca tarihsel seyrin soyut ve
teorik bakımdan tutarlı bir biçimde biçimden ve tersi raslantılardan
arındırılmış tarihsel tarzdan başka bir şey değildir. Fikirler zinciri,
sözkonusu tarihin başladığı şeyle başlamalıdır, ve bunun sonraki gelişmesi,
tarihsel seyrin soyut ve teorik bakımından tutarlı bir biçimde yansımasından
başka bir şey olmayacaktır; bu, düzeltilmiş bir yansıma olacaktır, ama her
anın gelişmesinin tam olgunluğa vardığı noktadan, klasik saflığı içinde
müşahede edilebilmesiyle, bizzat tarihin gerçek seyrinin sunduğu yasalar
gereğince düzeltilmiş bir yansıma olacaktır.
Bu yöntemle hareket noktamız, ilk ilişkidir ve bizim için tarihsel
bakımdan pratik olarak mevcut olan en basit ilişkidir, yani burada, önümüze
çıkan ilk iktisadi ilişkiden hareket etmekteyiz. Bu ilişkiyi tahlil
ediyoruz. Bunun bir ilişki olmasından çıkan sonuç şudur ki, bu ilişkinin
(sayfa 38) biri ötekiyle bağıntısı
olan iki yönü vardı. Bu her iki yön de, kendi içinde incelenir;
bundan, ikisinin birbirine karşı davranış tarzı, karşılıklı etkileri çıkar.
Bundan çözüm bekleyen çelişkiler doğacaktır. Ama, burada, yalnızca kafamızın
içinden geçen soyut bir akli süreci incelemediğimiz için, tersine, sözkonusu
olan herhangi bir anda geçen ya da hâlâ gerçekten yer almakta olan bir
süreci incelediğimiz için, bu çelişkiler de, pratikte gelişmiş olacaklar ve
besbelli ki, çözümlerini de pratikte bulacaklardır. Biz, bu cins çözüme
bağlı kalacağız ve göreceğiz ki, bu çözümü sağlayan şey, iki karşıt yanın,
bundan böyle, geliştirmemiz gerekecek olan yeni bir ilişkinin şekillenmesi
olmuştur vb..
Ekonomi politik,
meta ile, [yani] ürünlerin ya bireyler
tarafından ya da ilkel topluluklar tarafından birbirleriyle değişildikleri
anda başlar. Değişime giren ürün, meta olur. Ama ancak, o
şeye,
ürüne, iki şahıs ya da iki topluluk arasındaki bir
ilişki, burada
artık tek bir şahısta birleşmeyen üretici ile tüketici arasındaki ilişki
eklendiği içindir ki, o şey, bir metadır. İşte burada, daha başlangıçta,
özel nitelikte bir olay ile karşı karşıyayız ki, bu, ekonomide bir boydan
bir boya her yerde bulunmaktadır ve burjuva ekonomistlerinin kafalarında
büyük karışıklıkların nedeni olmuştur: iktisat, nesneyi incelemez, insanlar
arasındaki ilişkileri ve son tahlilde, sınıflar arasındaki ilişkileri
inceler; oysa bu ilişkiler her zaman,
nesneye bağlıdırlar
ve nesne gibi gözükürler. Bazı tek tek hallerde,
bulanık bir şekilde olmakla birlikte, şu ya da bu iktisatçı tarafından
görülebilen bu zincirleme bağlantıyı, ekonominin tümü için ilk keşfeden ve
böylelikle, şimdi artık bizzat burjuva iktisatçıların bile anlayabileceği
şekilde en çetin sorunları basitleştiren ve açıklığa kavuşturan Marx'tır.
Eğer biz, şimdi metaya iki ayrı yönünden bakarsak, ve özellikle
metaya, ilkel iki topluluğun doğal değişim ticareti içinde ilkten güçlükle
geliştiği şekliyle değil de, tam gelişmiş
(sayfa 39)
şekliyle bakarsak, meta, karşımıza, kullanım-değeri ve değişim-değeri olarak
iki görüş açısından çıkar, ve bu an iktisadi tartışmalar alanına girmiş
oluruz. Alman diyalektik yönteminin şu andaki gelişme aşamasında, yavan ve
yüzeysel eski metafizik yönteme üstünlüğünü, hiç değilse ortaçağın taşıt
araçlarına kıyaslandığı zaman demiryolununki kadar üstünlüğünün bir örneğini
görmek isteyen kimse, Adam Smith'i ya da otorite sayılan herhangi bir resmî
iktisatçıyı okusun ve bu bayların değişim-değeri ile kullanım-değerini nasıl
işkencelere tabi tuttuğunu, bunların, bu ikisini birbirinden belirli
özellikleriyle ayırdetmede nasıl büyük güçlüklerle karşılaştıklarını görsün;
ve sonra da bunu, Marx'ın yalın ve açık tahliliyle karşılaştırsın.
Değişim-değeri ile kullanım-değeri geliştirildi mi, meta,
değişim
süreci içinde göründüğü şekilde, bu ikisinin birliği olarak ifade
edilmiş olur. Bundan ne gibi çelişkilerin doğduğunu anlamak için 20-21.
sayfalar okunsun.* Biz ancak belirtelim ki, bu çelişkiler, yalnızca teorik,
soyut bir önem taşımazlar, doğrudan doğruya değişim ilişkisinin, basit
değişim ticaretinin niteliğinden gelme güçlükleri, değişimin bu kaba saba
ilk biçiminin zorunlu olarak vardığı olanaksızlıkları yansıtırlar. Bu
olanaksızlıklar, bütün öteki metaların değişim-değerlerini ifade etme
vasfının özel bir metaya —
paraya— devredilmesiyle çözümlenir. Bu
durumda para ya da basit dolaşım, ikinci bölümde incelenmektedir, şu
bakımlardan: 1.
değerlerin ölçüsü olarak para, ki bu, para
olarak ölçülen değerin —
fiyatın— daha tam ve doğru olarak
belirlenmesini sağlar; 2.
dolaşım aracı olarak para; ve 3. her
iki belirlenmenin de birimi olarak, bütün burjuva maddi servetini temsil
eden
gerçek para. Birinci fasikülün inceleme konusu burada
sona ermektedir ve paranın sermayeye dönüşümü, ikinci fasiküle
bırakılmaktadır.
Görüldüğü gibi, bu yöntemle, mantıksal sergileme salt
(sayfa 40) soyutlama alanında kalmak zorunda değildir. Tam tersine,
burada, tarihsel örneklerle, gerçekle sürekli temas gereklidir. Bunun
içindir ki, yapıtta kanıt olarak gösterilen örnekler bol ve çeşitlidir,
bunlar toplumsal gelişmenin değişik aşamalarındaki gerçek tarihsel seyre
atıflar şeklinde olsun, ya da iktisadi ilişkiler belirlenmelerinin, daha
başından izlediğimiz açık ve seçik tahlilinin yer aldığı iktisat yazınına
atıflar şeklinde olsun, az veya çok dargörüşlü ya da karışık değişik
kavrayış tarzlarının eleştirisi, böylece, esas olarak, mantıksal
sergilemenin içinde verilmiş olmaktadır ve bu bakımdan bu konu kısa
tutulabilir.
Bir üçüncü yazımızda, yapıtın iktisadi içeriğini inceleyeceğiz.
[3*]
(sayfa 41)
FRİEDRİCH ENGELS
Dipnotlar
[1*] Marx'ın yayınlamadığı, 1857'de yazılmış
olan bu giriş kısmı, bu kitabın içinde "Ekonomi Politiğin Eleştirisine
Giriş" adı ile yayınlanmıştır.
[2*] [Burada bütün kuşkular kovulsun
Ve burada her türlü kaygı yok olsun]
(Dante,
İlahi Komedya)
[3*] Bu makale, Marx'ın, Ekonomi Politiğin
Eleştirisine Katkı adlı yapıtının eleştirisidir. Engels bu yapıtı,
proletaryanın partisinin önde gelen bir bilimsel başarısı ve proletaryanın
bilimsel dünya görüşünün işlenmesinde önemli bir aşama olarak
betimlemektedir. Bu eleştiri makalesi tamamlanamamıştır. Yalnızca ilk iki
kısmı yayınlandı, Engels'in kitabın iktisadi içeriğini ele almayı arzuladığı
üçüncü kısım, bu makaleleri yayınlayan gazetenin yayınına son vermesi
yüzünden basılamadı. Bu üçüncü kısmın elyazmaları bulunamamıştır.