ULUSLAR VE SÖMÜRGELER KOMİSYONUNUN RAPORU
26 TEMMUZ 1920
YOLDAŞLAR, ben kısa bir giriş konuşmasıyla yetineceğim, ve benden sonra komisyonumuzun sekreteri olan Maring yoldaş, size, tezler üzerinde yapmış olduğumuz değişikliklerle ilgili ayrıntılı bir rapor sunacaktır. Tamamlayıcı tezler formüle etmiş olan Roy yoldaş da, daha sonra sözalacaktır. Komisyonumuz sunulan ilk tezleri değişiklikler ve tamamlayıcı tezlerle birlikte oybirliğiyle kabul etmiştir. Böylece, bütün önemli sorunlarda tam bir görüş birliğine varmış bulunuyoruz. Ben, şimdi, bazı noktalara kısaca değineceğim.
Birincisi, bizim tezlerimizin temel, esas fikri nedir? Ezilen halklarla ezen halklar arasında ayrımın yapılması. Biz, (sayfa 220) II. Enternasyonalin ve burjuva demokrasisinin tersine, bu ayrımı özellikle belirtiyoruz. Emperyalizm döneminde, uluslar ve sömürgeler sorununun çözüme bağlanmasında somut iktisadi gerçekleri gözönünde bulundurmak, soyut kavramlardan değil de somut gerçeklerden hareket etmek, proletarya için ve II. Enternasyonal için özellikle önemlidir.
Emperyalizmin ayırdedici özelliği, bütün dünyanın, gördüğümüz gibi şu anda püyük sayıda ezilen halklarla muazzam servetleri ve büyük bir askeri gücü elinde bulunduran küçük sayıda ezen halklara bölünmüş olmasıdır. Eğer dünya nüfusunu bir milyar yediyüzelli milyon olarak tahmin edersek, bunun, bir milyarın üzerinde, yaklaşık olarak bir milyar ikiyüzelli milyonu, yani dünya nüfusunun aşağıyukarı yüzde-yetmişi, ya doğrudan doğruya sömürge bağımlılığı düzenine bağımlı kılınmış, ya İran, Türkiye, Çin gibi yarı-sömürge durumunda olan, ya da büyük bir emperyalist devletin ordusuna yenilerek bir barış antlaşması gereğince bağımlı durumda tutulan ezilen halklardandır. Bu ayrım fikri, halkları, ezilenler ve ezenler olarak ayırma fikri, gerek benim imzamla çıkanlar, gerek sonra yayınlananlar olsun, gerek Roy yoldaşın imzasıyla çıkanlar olsun, bütün tezlerde vardır. Roy yoldaşın tezleri, daha çok Hindistan'ın ve Büyük Britanya tarafından ezilen öteki Asya halklarının durumları açısından yazılmıştır ve, bu yüzden, bu tezler bizim için büyük önem taşır.
Tezlerimizdeki ikinci yön verici fikir, bugünün uluslararası durumunda, Emperyalist Savaştan sonraki durumda, halklar arasındaki karşılıklı ilişkilerin ve bütün dünya siyasal sisteminin, küçük sayıda emperyalist ulusların, başında Sovyet Rusya'nın bulunduğu Sovyetler devletinin, sovyetik hareketine karşı savaşımıyla belirlendiğidir. Eğer bunu gözönünde tutamazsak, dünyanın en ücra bir noktasında olsa bile, hiç bir ulus ya da sömürge sorununu doğru olarak koyamayız. Ancak bu noktadan hareket ederektir ki, (sayfa 221) uygar ülkelerin olsun, geri kalmış ülkelerin olsun, devrimci partİleri, siyasal sorunları doğru olarak koyabilirler ve bunları doğru şekilde çözüme bağlayabilirler.
Üçüncüsü, ben, burada, dikkatleri özellikle geri kalmış ülkelerdeki burjuva demokratik hareket sorunu üzerine çekmek istiyorum. Aramızda bazı görüş ayrılıklarına neden olan sorun, işte budur. III. Enternasyonalin ve komünist partilerin geri kalmış ülkelerdeki burjuva demokratik hareketi desteklediklerini ilân etmelerinin, ilkelerde ve teoride doğru olup olmadığını aramızda tartıştık; bu tartışma sonunda "burjuva demokratik" hareket teriminin yerine "devrimci-ulusal hareket" terimini kullanmayı oybirliğiyle kararlaştırdık. Kuşkusuz, her ulusal hareket, ancak burjuva demokratik bir hareket olabilir, çünkü geri kalmış ülkelerin nüfusunun büyük kitlesi, burjuva ve kapitalist ilişkileri temsil eden köylülerden meydana gelmektedir. Bu ülkelerde, genel olarak kurulduklarını kabul etsek bile, proleter partilerinin köylü hareketiyle belirli ilişkiler kurmadan, köylü hareketini eylemde desteklemeden, bu geri ülkelerde sosyalist bir taktik ve siyaset izleyebileceklerine inanmak, hayale kapılmak olur. Ama şöyle itirazlar olmuştur: eğer biz, burjuva demokratik hareketten sözedersek, reformist hareketle devrimci hareket arasındaki ayrım silinmiş olacaktır. Oysa, son zamanlarda, bu ayrım, geri kalmış ülkelerde ve sömürgelerde bütün açıklığıyla belirli bir hal almıştır, çünkü emperyalist burjuvazi bütün araçlara başvurarak, reformcu hareketi, ezilen halklar arasına da ekmeye çalışmaktadır. Sömürücü ülkelerin burjuvazisiyle sömürgelerin burjuvazisi arasında bir ölçüde yakınlaşma olmuştur, öyle ki, sık sık ve belki de çoğu durumda, ezilen ülkelerin burjuvazisi, bir yandan ulusal hareketleri desteklerken, aynı zamanda, emperyalist burjuvaziyle anlaşma halindedir, yani emperyalist burjuvaziyle birlikte devrimci hareketlere karşı ve devrimci sınıflara karşı savaşım vermektedir. (sayfa 222) Bu, komisyonda yadsınamaz bir biçimde tanıtlanmıştır; ve bu yüzden, bu ayrımın gözönünde tutulmasının ve hemen her yerde "burjuva demokratik" terimi yerine "devrimci-ulusal" teriminin kullanılmasını tek doğru davranış saydık. Bu terim değişikliğinin anlamı şudur ki, biz, sömürge ülkelerin burjuva kurtuluş hareketlerini, ancak bu hareketler gerçekten devrimci oldukları takdirde, bu hareketlerin temsilcilerinin o ülkelerdeki köylülüğü ve sömürülen geniş kitleleri, devrimci bir ruhla örgütlendirmemize engel olmadıkları takdirde desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz. Eğer bu koşullar yerine getirilmezse, bu ülkelerde reformcu burjuvaziye karşı (ki bunlara II. Enternasyonal kahramanları da dahildir) savaşım veririz. Sömürge ülkelerde reformcu partiler şimdiden mevcutturlar, ve bunların temsilcileri, bazan kendi kendilerini sosyal-demokrat ve sosyalist olarak adlandırmaktadır. Değindiğimiz bu ayrım, bütün tezlerde şimdi mevcuttur ve öyle sanıyorum ki, böylelikle bizim götüşümüz, şimdi artık çok daha tam ve kesin bir biçimde formüle edilmiş bulunmaktadır.
Şimdi de köylü sovyetleri konusunda birkaç söz söylemek istiyorum. Rus komünistlerinin, çarlık Rusyasının tahakkümü altında bulunmuş olan sömürgelerde, Türkistan vb. gibi geri kalmış ülkelerdeki pratik çalışmaları, şu sorunu ortaya çıkarmıştır: bu ülkelerin esas ayırdedici özellikleri, kapitalist-öncesi ilişkilerin egemen bulunması olduğuna göre ve bu yüzden de, bu ülkelerde salt proleter bir hareket sözkonusu olamayacağına göre, kapitalist-öncesi koşullarda taktik ve siyaset nasıl uygulanacaktır? Bu ülkelerde sanayi proletaryası hemen hemen yoktur. Ama buna karşın, biz, bu ülkelerde de yönetici rolünü üzerimize almayı gerekli saydık. Çalışmalarımız, bu ülkelerde, pek büyük güçlükleri yenmemiz gerektiğini bize gösterdi, ama elde ettiğimiz pratik sonuçlar da göstermiştir ki, bütün bu güçlüklere karşın bu ülkelerin yığınlarında siyasal bilince ve (sayfa 223) bağımsız siyasal eyleme bir özlem uyandırmak, proletaryanın hemen hemen mevcut olmadığı koşullarda bile olanaklıdır. Bu çalışma, bizim için, Batı Avrupa ülkelerindeki ydldaşlarımızın çalışmalarından daha zordu, çünkü Rusya proletaryası, aynı zamanda, devleti de yönetmekteydi. Yarı-feodal bir bağımlılık durumunda olan köylülerin, sovyet örgütlenmesi fikrini benimsemeleri ve bunu uygulamaları ko!ayca anlaşılır bir şeydir. Gene besbellidir ki, yalnızca tüccar sermayesi tarafından değil, feodaller ve feodal temeller üzerine kurulu devlet tarafından da sömürülen ve ezilen yığınlar sovyet örgütlenmesi silahını kendi durumlarında bile kullanabilirler. Sovyet örgütlenme fikrı basittir; bu, yalnızca proleter ilişkileri çerçevesi içinde değil, aynı zamanda feodal ya da yarı-feodal nitelikte köylü ilişkileri çerçevesi içinde de uygulanabilir. Bizim bu alandaki deneyimlerimiz henüz pek zengin sayılamaz, ama birçok sömürge temsilcilerinin katıldıkları komisyon tartışmaları, köylü sovyetlerinin, sömürülenlerin sovyetlerinin yalnızca kapitalist ülkeler için değil, aynı zamanda kapitalist-öncesi ilişkilerin egemen bulunduğu ülkelerde de geçerli bir araç olduğunu, her zaman ve her yerde geri kalmış ülkelerde, sömürgelerde köylü sovyetleri lehine propaganda yapmak olduğunu; ve koşulların izin verdiği yerlerde derhal emekçi halkın sovyetlerini kurmaya girişmek olduğunu kaçınılmaz bir biçimde tanıtlamış bulunmaktadır.
Burada, bizim önümüzde, son derece ilginç ve son derece önemli bir pratik çalışma alanı açılmaktadır. Bugüne kadar bu konudaki ortak deneyimimiz çok değildir, ama yavaş yavaş gittikçe zenginleşen bir dokümantasyon toplamaktayız. İleri ülkelerin proletaryasının, geri kalmış ülkelerin emekçi yığınlarına yardım edebileceği ve yardım etmesi gerektiği, geri kalmış ülkelerin bugünkü gelişme aşamalarından, Sovyet Cumhuriyetlerinin utkun proletaryasının bu yığınlara el uzattığı zaman ve kendilerine yardımda (sayfa 224) bulunma durumuna geldiği zaman kurtulabilecekleri tartışma götürmez.
Bu konuda benim tarafımdan imzalanmış olan tezler üzerinde ve özellikle Roy yoldaşın imzaladığı tezler üzerinde canlı tartışmalar oldu. Roy yoldaş, üzerinde bazı deyimlerin oybirliğiyle kabul edildiği bu tezleri, burada savunacaktır.
Sorun şöyle konmaktaydı: iktisadi gelişmenin kapitalist aşamasının, halen kurtuluş yolunda ilerleyen ve aralarında savaştan bu yana ileri bir hareket görülen geri kalmış halklar için kaçınılmaz bir aşama olduğu görüşünü, doğru bir görüş sayabilir miyiz? Biz, buna olumsuz yanıt verdik. Eğer utkun devrimci proletarya, bu halklar arasında sistemli bir propaganda yürütürse, eğer sovyet hükümetleri, ellerindeki bütün olanaklarla bu halklara yardımda bulunursa, kapitalist gelişme aşamasının geri kalmış halklar için kaçınılmaz olduğuna inanmak yanılgı olur. Sömürgelerde ve geri ülkelerde yalnızca bağımsız militan grupları ve parti örgütleri yaratmakla, yalnızca köylü sovyetleri kurulması için propagandaya girişmekle ve bunları kapitalist-öncesi koşullara uyarlamaya çalışmakla yetinmemeliyiz. Aynı zamanda Komünist Enternasyonal, geri ülkelerin, kapitalist aşamayı geçmek zorunda kalmaksızın, ileri ülkeler proletaryasının yardımıyla sovyet sistemine ve belli gelişme aşamalarından sonra komünizme ulaşabileceği önerisini, uygun teorik temelde öne sürmelidir.
Bu bakımdan gerekli olan olanakların neler olacağını önceden kestirmek olanaksızdır. Bunların neler olduğunu deneyim bizim kulağımıza fısıldayacaktır. Ama açıkça belli olmuştur ki, sovyetler fikri, en uzak halkların emekçi yığınları için ulaşılabilir bir fikirdir, ve bu organlar, sovyetler, kapitalist-öncesi toplumsal düzenin koşullarına uygun hale getirilmelidir.
Quelch yoldaş, Britanya Sosyalist Partisi adına, komisyonumuzda (sayfa 225) bu konuya değindi. Basit bir İngiliz işçisinin, köle haline getirilmiş halklara, İngiliz boyunduruğuna karşı ayaklanmalarında yardımcı olmayı, ihanet saydığını söyledi. Büyük Britanya'nın ve Amerika'nın işçi aristokrasisinin dargörüşlü şovenizminın sosyalizm için en büyük tehlikeyi oluşturduğu; bunların II. Enternasyonalin en sağlam dayanakları olduğu ve burada sözkonusu olan şeyin, bu burjuva enternasyonaline bağlı olan işçi liderlerinin en büyük ihaneti olduğu doğrudur. II. Enternasyonal de ulusal sorunu tartışmıştır. Basle Bildirisi bu sorundan apaçık terimlerle sözetmektedir. II. Enternasyonal partileri, devrimcilere yaraşır biçimde hareket edeceklerine söz de vermişlerdi, ama II. Enternasyonalin ve öyle sanıyorum ki, II. Enternasyonalden III. Enternasyonale katılmak niyetiyle ayrılan partilerin çoğunluğunun, sömürge ve bağımlı halklara, kendilerini ezen uluslara karşı ayaklanmalarında yardım da bulunarak gerçekten devrimci bir çalışmada bulunduklarına henüz tanık olmamaktayız. Bunu yüksek sesle ilân etmeliyiz ve bu yadsınamaz bir gerçektir. Söylediklerimizin yalanlanması yolunda bir davranışın olup olmayacağını göreceğiz.
Metinleri çok daha uzun olan kararlarımızın temelindeki fikirler işte bunlardır; ve ben, bu kararların yararlı olacağını ve uluslar ve sömürgeler sorunlarında gerçekten devrimci olan bir çalışmanın geliştirilmesine ve örgütlendirilmesine yardımcı olacağı umudundayım, zaten bizim temel görevimiz de budur. (sayfa 226)