KÜTÜPHANE |
LENIN |
ULUSAL SORUN
Viladimir İliç Lenin
Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı
V. ULUSAL SORUNDA LİBERAL BURJUVAZİ VE SOSYALİST
OPORTÜNİSTLER
Rus marksistlerinin
programına karşı haçlı seferinde, Rosa Luxemburg'un "güvendiği kozun", şu iddia
olduğunu gördük: ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı, ezilen ulusların
burjuva milliyetçiliğini desteklemeye eşittir. Öte yandan şöyle söylemektedir,
eğer bu hak ile, başka uluslara karşı şiddete başvurulmasıyla, savaşımdan başka
bir şey kastetmiyorsa, o. zaman bunun için programa ayrı bir madde koymanın
gereği yoktur, çünkü sosyal-demokratlar genel olarak her türlü ulusal baskıya ve
her türlü ulusal eşitsizliğe karşıdırlar.
Birinci iddia, Kautsky'nin hemen hemen yirmi
yıl önce tartışma götürmez bir biçimde tanıtlamış olduğu gibi, kendi
milliyetçiliğinden ötürü başkalarını suçlama halidir; çünkü ezilen ulusların
burjuvazisinin milliyetçiliğinden korkmakla Rosa Luxemburg, gerçekte
Büyük-Rusların kara-yüzler milliyetçiliğinin oyununa gelmektedir; ikinci iddia
ise, sonuçta, sorundan ürkmek ve kaçmaktan başka bir şey değildir: ulusal
eşitliğin tanınması, ulusların ayrılma "hakkının" tanınmasını içermekte midir,
içermemekte midir? Eğer içeriyorsa, o zaman Rosa Luxemburg, ilke olarak,
programımızın 9. maddesinin doğru olduğunu kabul ediyor demektir. Eğer
içermiyorsa, o zaman, o, ulusal eşitliğe inanmıyor demektir. Dolambaçlı sözler
ve kaçamaklar burada, hiç bir işe yaramaz! Ama yukarıdaki iddiaların ve
benzerlerinin doğru olup olmadıklarının saptanması için en iyi yol, toplumun
değişik (sayfa 76) sınıflarının bu sorun karşısındaki tutumlarını
incelemektir. Bir marksist böyle testler yapmalıdır. O nesnel olandan hareket
etmeli, ve bu noktada sınıf ilişkilerini incelemelidir. Bunu yapmadığı sürece,
Rosa Luxemburg, tepeden bir bakışla hasımlarını suçladığı metafizik soyutlamalar,
yavan sözler, aşırı ölçüde kapsamlı beyanlar vb. günahlarını asıl kendisi
işlemiş olmaktadır.
Biz, Rusya'daki marksistlerin, yani
Rusya'daki bütün ulusal-topluluklardan gelme marksistlerin programını
tartışıyoruz. Rusya'daki egemen sınıfların davranışını incelememiz
gerekmez mi?
"Bürokrasinin "[38]
(bu muğlak terimi kullandığımız için okurdan özür dileriz) ve bizim birleşmiş
soylularımız tipindeki feodal toprak sahiplerinin bu konudaki tutumu iyi
bilinmektedir. Bunlar, hem ulusların eşitliğini, hem de bunların kendi
kaderlerini tayin etme hakkını kesin olarak reddetmektedir. Serflik zamanının
eski sloganını benimsemektedirler: otokrasi, ortodoksluk, ulus - bu son terim,
yalnızca Büyük-Rus ulusunu kapsamaktadır. Ukraynalılar bile "yabancı" ilan
edilmişlerdir, ve onların dili bile yasak edilmiştir.
"Üç Haziran"[39]
yasama ve yürütme sistemi hükümetinde yer almaya -kuşkusuz çok mütevazi bir yer,
ama gene de bir yer almaya- "çağrılan" Rus burjuvazisine bir gözatalım.
Oktobristlerin[40]
bu sorunda sağı izledikleri yadsınamaz. Ne yazık ki, bazı marksistler, Büyük-Rus
liberal burjuvazisinin, ilericilerin[41],
kadetlerin tutumlarına pek dikkat etmiyorlar. Oysa bunların tutumlarını
incelemekte ve bunların üzerine düşünmekte kusur eden bir kimse,
ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı sorununu tartışırken, kaçınılmaz
olarak soyutlamalara ve dayanaksız beyanlara düşecektir.
"Tatsız" soruları doğrudan doğruya
yanıtlamaktan diplomatça kaçınma sanatında usta olmasına karşın,
Anayasacı-Demokrat (sayfa 77) Partinin başlıca organı Reç,[42]
Pravda[43]
ile geçen yılki polemiğinde, bazı değerli kabullenmelerde bulunmak zorunluluğunu
duymuştu. Tartışma 1913 yazında Lvov'da toplanan Bütün Ukrayna Öğrenci Kongresi[44]
üzerinde koptu. Reç'in "Ukrayna sorunları uzmanı" ya da Ukrayna muhabiri
Bay Mogilyanski, milliyetçi-sosyalist Dontsov'un savunduğu ve yukarda sözü geçen
kongrenin kabul ettiği Ukrayna'nın ayrılması fikrine karşı bir yazı yazdı ve bu
yazıda ("sayıklamak", "serüvencilik" vb. gibi) en ağır sözcükleri kullandı.
Raboçaya Pravda, Bay Dontsov'un
görüşlerine hiç bir şekilde katılmadan ve onun bir milliyetçi-sosyalist olduğunu
ve birçok Ukraynalı marksistin kendisiyle görüş ayrılığı olduğunu açıkça
belirterek, Reç gazetesinin tonunun, ya da bu gazetenin sorunu
ilke olarak formüle ediş biçiminin, bir Rus demokratı için, ya da demokrat
geçinen herhangi bir kimse[45]
için yakışıksız olduğunu ve kınanması gerektiğini açıkladı. Varsın Reç,
eğer istiyorsa, Dontsovları çürütsün, ama ilke bakımından, bu
gazetenin sözümona Büyük-Rus demokratlarının organının, ayrılma
özgürlüğünü, ayrılma hakkını unuttuğu kabul edilemez.
Birkaç ay sonra Bay Mogilyanski, Lvov'da
yayınlanan Şliyaki[46]
adındaki Ukrayna gazetesinden Bay Dontsov'un yanıtını öğrenince -ki bundan
Dontsov, "Reç'in şovence saldırılarına yalnızca Rus sosyal-demokrat basınında
gerektiği gibi karşılık verildiğini" söylemişti - Reç, n° 331'de bir "açıklama"
yazdı. Bu "açıklama"da,"Bay Dontsov'un öğütlediği reçetenin eleştirilmesinin,
ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkının reddi anlamına gelmediği" üç kez
yinelenmekte idi.
"Şu söylenmelidir ki" diye yazıyordu Bay
Mogilyanski, " 'ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı' bile
eleştirilmemesi gereken bir tabu [bakın hele!] değildir: ulusların yaşamındaki
kötü koşullar, kendi kaderini tayin etmede kötü eğilimlere neden olabilir,
ve bunların günışığına çıkarılması, ulusların kendi kaderlerini tayin etme
hakkının reddi anlamına gelmez."
Gördüğümüz gibi, bu liberalin "tabu"dan söz
etmesi, Rosa Luxemburg'un davranışına pek uymaktadır. Besbelli ki Bay
Mogilyanski, siyasal kaderini tayin etme, yanı ayrılma hakkını tanıyıp
tanımadığı sorusuna doğrudan doğruya yanıt vermekten kaçınmak istiyordu.
Proletarskaya Pravda (11 Aralık 1913,
n° 4'te) Bay Mogilyanski'ye ve Anayasacı-Demokrat Partiye bu soruyu açıkça
sordu.
Bunun üzerine Reç, (n° 340), soruya
yanıt veren imzasız,yani görüşünü gazeteye bağlayan resmi bir açıklama yayınladı.
Bu yanıtı, üç noktaya indirgeyebiliriz:
1) Anayasacı-Demokrat Partinin programının
11. maddesi çok kesin ve açık olarak, "ulusların özgür kültürel
kaderlerini tayin etme hakkını" tanıdığını beyan etmektedir.
2) Reç'in görüşüne göre, Proletarskaya
Pravda, ulusların kaderlerini tayin etme hakkı ile ayrılıkçılığı, belirli
ulusların ayrılma hakkını "feci şekilde birbirine karıştırmaktadır".
3) "Gerçekte, anayasacı-demokratlar, hiç
bir zaman, ulusların, Rus devletinden ayrılma hakkını savunma taahhüdüne girmiş
değildir." (Bkz: Proletarskaya Pravda, 20 Aralık, 1913, n° 2'de, "Ulusal
Liberalizm ve Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Etme Hakkı" başlıklı yazı.)
İlkin, Reç'te çıkan yazının ikinci
noktasını ele alalım. Burada Semkovskilerin, Liebmann'ların, Yurkeviçlerin ve "kendi
kaderini tayin etme" teriminin "muğlaklığını" ya da "belirli olmayışını" iddia
ederek kıyameti koparan öteki oportünistlerin, gerçekte, yani nesnel
sınıf ilişkileri ve Rusya'da sınıf savaşımı' bakımından liberal monarşist
burjuvazinin söylediklerini yinelemekten, başka bir şey
yapmadıkları açıkça görülmektedir!
Bunun üzerine, Proletarskaya Pravda,
aydın "anayasacı-demokrat" (sayfa 79) bayları Reç üzerine şu üç soruyu
sordu: (1) Uluslararası demokrasi tarihi boyunca, ve özellikle 19. yüzyılın
ortasından bu yana, ulusların kendi kaderini tayin etmesi teriminin tam olarak
siyasal kaderi tayin etme, bağımsız bir ulusal devlet kurma hakkı anlamında
kabul edildiğini yadsıyorlar mı? (2) 1896 Londra Uluslararası Sosyalist
Kongresinin kabul ettiği ünlü kararın da aynı anlamı taşıdığını yadsıyorlar mı?
ve (3) Plehanov'un daha 1902'de ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi
konusunda yazarken kastettiği şeyin,siyasal kaderi tayin etme olduğunu
yadsıyorlar mı? Proletarskaya Pravda bu üç soruyu sorduğu zaman,
kadetler sustular!
Karşılık olarak hiç bir şey söylemediler,
çünkü söyleyecekleri bir şey yoktu. Üstü örtülü biçimde Proletarskaya
Pravda'nın kesin olarak haklı olduğunu kabul etmişlerdi.
Liberallerin, "ulusların kendi kaderini tayin
etmesi" teriminin muğlak olduğu ve sosyal-demokratların, bunu, ulusal ayrılmaya
"feci şekilde" birbirine karıştırdıkları yolundaki feryatları, konuyu
karmakarışık hale getirme, evrensel olarak yerleşmiş bir demokratik ilkeyi
kabul etmekten kaçınma yolunda çabalardan başka bir şey değildir. Eğer
Semkovskiler, Liebmann'lar ve Yurkeviçler bu kadar bilisiz olmasalardı,
işçilerle liberaller gibi konuştuklarından ötürü utanırlardı.
Ama biz, sözümüze devam edelim.
Proletarskaya Pravda, Reç'i anayasacı-demokratların programında, "kültürel"
kaderini tayin etme teriminin, uygulamada, siyasal kaderi tayin etmenin reddi
anlamını taşıdığını kabul etmek zorunda bıraktı.
"Gerçekte, kadetler, hiç bir zaman, ulusların,
Rus devletinden ayrılma hakkını savunma taahhüdüne girmiş değillerdir" -
Proletarskaya Pravda'nın Reç'ten alınma ve bu sözcükleri Novoye
Vremya[47]
ve Zemşçina'nın,[48]
kadetlerimizin "sadakatinin" bir örneği olarak salık vermesi nedensiz değildir.
"Yahudileri" anma ve kadetlere karşı türlü yıpratıcı (sayfa 80) saldırılara
geçme fırsatını kaçırmayan Novoye Vremya, her şeye karşın, n° 13.365'te
şöyle yazıyordu:
"Sosyal-demokratlar arasında siyasal
bilgeliğin herkesçe kabul edilmiş bir ilkesi olan bu şey" (ulusların kendi
kaderlerini tayin etme, ayrılma hakkının tanınması sözkonusu edilmektedir), "kadet
çevrelerinde bile, bugün, görüş ayrılıklarına neden olmaya başlamıştır."
"Ulusların, Rus devletinden ayrılma hakkını
savunma taahhüdüne hiç bir zaman girmiş olmadıklarını" beyan etmekle, kadetler,
ilkelerde, Novoye Vremya ile aynı tutumu tıpatıp benimsemişlerdir. Bu,
onları, Purişkeviçlere yakınlaştıran kadet ulusal-liberalizminin
ilkelerinden biridir ve kadetlerin, Purişkeviçlere, ideolojide ve pratikte
siyasal bağımlılıklarının nedenlerinden biri sayılmalıdır. Proletarskaya
Pravda şöyle yazmıştır: "Kadet baylar tarihi okumuşlardır ve Purişkeviçlerin
'eski tutuklama ve önleme' haklarının çoğu kez neden olduğu, ılımlı bir deyişle
'pogrom gibi' hareketleri pekala bilirler." Purişkeviçlerin kudretinin feodal
köken ve niteliğini pek iyi bilmelerine karşın, kadetler, tutumlarını, bu
sınıfın yaratmış olduğu ilişkiler ve sınırlar temeli üzerine
yerleştirmektedirler. Bu sınıfın yarattığı ya da saptadığı ilişkilerde ve
sınırlarda, Avrupalı olmayan, anti-Avrupa! (Japonlara ve Çinlilere haksız yere
hakarette bulunmamak için Asya! demiyoruz) ne kadar çok şey bulunduğunu pek iyi
bildikleri halde, kadet baylar, her şeye karşın, bu ilişki ve sınırları, ötesine
aşma yürekliliğini göstermedikleri sınır olarak kabul etmektedirler.
Böylece onlar, Purişkeviçler önünde
yaltaklanarak, onların durumlarını tehlikeye düşürmekten korkarak, halk
hareketinden, demokrasiden onları koruyarak, Purişkeviçlere ayak
uydurmaktadırlar. Bu, Proletarskaya Pravda'nın yazdığı gibi: "gerçekte
kadetler, bu önyargılara karşı sistemli olarak savaşım vereceklerine,
feodallerin çıkarlarına, ve egemen ulusun en kötü milliyetçi önyargılarına
kendilerini uydurdukları (sayfa 81) anlamına gelir."
Tarihi bilen ve demokrat olduğunu iddia eden
kimseler olarak kadetler, bugün Doğu Avrupa'yı ve Asya'yı nitelendiren ve her
ikisini de uygar kapitalist ülkeler örneğine uygun biçimde değiştirme çabası
gösteren demokratik hareketin, feodal çağda, Purişkeviçlerin tam kudretli
oldukları ve burjuvazi ile küçük-burjuvazinin geniş haklardan yoksun bulunduğu
feodal çağda saptanan sınırları, olduğu gibi bırakması gerektiğini de
söyleyemiyorlar.
Proletarskaya Pravda ile Reç
arasındaki çatışmada sözkonusu edilen sorunun, yalnızca yazınsal bir sorun
olmadığı, tersine, günün gerçek bir siyasal konusuyla, ilgili bulunduğu, başka
kanıtlar arasında, 23-25 Mart 1914'te toplanan Anayasacı-Demokrat Partinin son
kongresi tarafından da kanıtlanmıştır. Reç'te çıkan bu konferansa
ilişkin resmi yazıda (n° 83, 26 Mart 1914) şunları okuyoruz:
"Ulusal sorun üzerinde canlı tartışmalar oldu.
N. V. Nekrasov ve A. M. Kolyubakin tarafından desteklenen Kiev temsilcileri,
ulusal sorunun, şimdiye kadarkinden daha akıllıca ele alınması gereken önemli
bir etken haline gelmekte olduğunu belirttiler. F. F. Kokoşkin, bununla birlikte."
(bu "bununla birlikte", Sçerdin'in "ama"sına pek benziyor - "kulaklar hiçbir
zaman alnı aşacak ölçüde büyümeyecektir, hiç bir zaman!"), "hem programın,hem de
geçmişteki, siyasal deneyimlerin 'ulusların kendi siyasal kaderlerini tayin
etmeleri yolundaki esnek formülün' çok büyük dikkatle ele alınmasını emrettiğini
belirtti."
Kadet kongresinin bu pek dikkate değer
uslamlama tarzı üzerinde bütün marksistler ve bütün demokratlar, dikkatle
durmalıdırlar. (Ayraç içinde şunu da belirteceğiz ki, olayları yakından
izlediğinden ve Bay Kokoşkin'in fikirlerini doğru olarak sunduğundan kuşku
bulunmayan Kievskaya Mysıl[49]
doğal ki, hasımlarına gözdağı vermek için, devletin "çözülüp dağılması"
tehlikesini özellikle belirtmiştir.) (sayfa 82)
Reç'te çıkan resmi rapor, perdeyi
olabildiğince az aralayacak şekilde, ve gerçeği olabildiğince gizleyecek biçimde,
diplomatik incelikle kaleme alınmıştır. Ama kadet kongresinde olan şey, esasında
açık-seçik ortadadır. Ukrayna'da durumu iyi bilen liberal burjuva delegeler ve
,"sol" kadetler, ulusların kendi siyasal kaderlerini kendilerinin tayin
etmeleri sorununu ortaya attılar.. Böyle olmasaydı, Bay Kokoşkin'in bu "formülün"
"ihtiyatla ele alınmasını" öğütlemesi için bir neden olmazdı.
Kadet kongresi delegelerinin elbette ki pek,
iyi bildikleri kadet programı, siyasal değil, ulusların "kültürel"
kaderlerini tayin etme hakkından sözeder. Onun için Bay Kokoşkin, Ukraynalı
delegelere karşı, "sol" kadetlere karşı programı savunmaktaydı; o,
"kültürel" kaderi tayin etmeyi, "siyasal" kaderi tayin etmeye karşı
savunuyordu. Besbelli ki, ulusların "siyasal" kaderlerini tayin etme hakkına
karşı çıkarken, "devletin çözülüp dağılması" tehlikesinden sözederken, (tıpkı
Rosa Luxemburg gibi!) "ulusların siyasal kaderlerini tayin etme hakkı" formülünü
"esnek" bir formül olarak nitelendirirken, Bay Kokoşkin, Rus
ulusal-liberalizmini, Anayasacı-Demokrat Partinin daha "'sol" ya da daha
demokratik öğelerine karşı ve Ukrayna burjuvazisine karşı savunuyordu.
Reç'te çıkan raporda kendilerini
eleveren "bununla birlikte" gibi küçücük bir sözden de anlaşıldığı üzere, Bay
Kokoşkin, kadet konferansında zaferi elde etmiştir. Kadetler safında Rus
ulusal-liberalizmi üstün gelmiştir. Bu zafer, Rusya'daki marksistler arasında,
tıpkı kadetler gibi, "ulusların siyasal kaderlerini tayin etme hakkı esnek
formülünden" korkmaya başlayan akılsız kimselerin gözünü açmayacak mı?
Biz, "bununla, birlikte", Bay Kokoşkin'in
uslamlama tarzının özünü inceleyelim. "Geçmişin siyasal deneyimine" atıfta
bulunurken, (yani besbelli ki, Rus burjuvazisinin ulusal ayrıcalıklarından ötürü
telaşa kapıldığı ve bu korku ve (sayfa 83) telâşı kadet partisinin de geçirdiği
1905 deneyimine atıfta bulunarak), ve "devletin çözülüp dağılması" tehlikesinden
sözederek" Bay Rakoşkin, ulusların siyasal kaderlerini tayin etmeleri hakkının,
ayrılma ve bağımsız bir ulusal devlet kurma hakkından başka bir anlama
gelemeyeceğini pek güzel anladığını göstermiştir. Soru şudur: Bay Kokoşkinin bu
korkuları, genel olarak demokratik bakımdan, ve özel olarak da proletaryanın
sınıf savaşımı açısından nasıl değerlendirilmelidir?
Bay Kokoşkin, ulusların ayrılma hakkının
tanınmasının, "devletin çözülüp dağılması", tehlikesini artıracağına bizi
inandırmak istemektedir. Bu, sloganı "tutukla ve önle" olan polis şefi
Mimretsov'un da görüşüdür[50]
Genel olarak, demokratik bakımdan doğru olan, bunun tam tersidir: ulusların
ayrılma hakkının tanınması, "devletin çözülüp dağılma" tehlikesini azaltır.
Bay Kokoşkin tıpkı bir milliyetçi gibi
konuşmaktadır. Bunlar, son kongrelerinde, Ukraynalı "mazeppacılara" en sert
biçimde saldırdılar. Bay Savenko ve şürekâsı, Ukraynalıların hareketinin,
Ukrayna ile Rusya arasındaki bağların zayıflaması tehdidini taşıdığını beyan
ettiler; çünkü Ukrayna dostluğu gösterileriyle Avusturya, Ukraynalılarla
arasındaki bağları güçlendirmektedir! Avusturya'nın kullanmasından ötürü, Bay
Savenko gibilerin suçladığı aynı yöntemlerle, yani Ukraynalılara kendi
dillerini kullanma kendi hükümetlerini kurma, özerk bir meclise sahip olma, vb.
özgürlüğünün tanınması yöntemleriyle, Ukraynalılarla bağlarını "güçlendirmeyi"
Rusya'nın niçin yapamayacağı sorusu yanıtsız kalıyor.
Savenkoların ve Kokoşkinlerin ileri
sürdükleri iddialar, birbirinin tıpatıp aynıdır, ve yalnızca mantıksal açıdan
eşit ölçüde gülünç ve saçmadır. Ukrayna ulusal-topluluğunun herhangi belirli bir
ülkede ne kadar özgürlükten yararlanırsa, o ülkeye o ölçüde bağlanacağı besbelli
değil midir? Demokrasinin temel ilkelerini tam olarak terketmedikçe, bir
kimsenin (sayfa 84) bu belli gerçeği tartışmayacağı sanılır. Ve bir ulusal
topluluk için, ayrılma özgürlüğünden, bağımsız bir ulusal devlet kurma
özgürlüğünden büyük özgürlük olabilir mi?
Liberaller tarafından (ve saflıklarıyla
onların dediklerini yineleyenler tarafından) bu ölçüde karışık hale getirilmiş
olan bu sorunu biraz açıklığa kavuşturmak için, çok basit bir örnek vereceğiz.
Boşanma sorununu ele alalım. Rosa Luxemburg,. yazısında, demokratik merkezi
devletin, onu oluşturan parçalara özerklik tanırken, boşanma ile ilgili yasalar
dahil, yasama kollarının en önemlilerini merkezi parlamentonun yetkisinde
tutmalıdır, diye yazıyor. Demokratik devletin merkezi yetkili organının boşanma
serbestliğini tanıma yetkisine sahip olmasını istemek anlaşılır bir şeydir.
Gericiler, boşanma serbestliğine karşıdırlar; onlar, bu konunun "dikkatle ele
alınması" gerektiğini söylerler ve yüksek sesle bunun "ailenin çözülüp dağılması"
olacağını ilân ederler. Demokratlar ise, gericilerin ikiyüzlülük ettiklerine,
gerçekte polisin ve bürokrasinin baskısını, bir cinsin ötekine kıyasla
ayrıcalıklı durumunu ve kadınların en kötü biçimde haksızlığa uğratılmasını
savunduklarına inanırlar. Onlar, boşanma serbestliğinin, ailenin "çözülüp
dağılmasına" neden olmayacağına, tersine, uygar bir toplumda, biricik olanaklı
ve sağlam temel olan demokratik temel üzerinde aileyi güçlendireceğine inanırlar.
Boşanma serbestliğini savunan bir kimseyi,
aile bağlarını yıkmak istemekle suçlamak ne kadar ahmakça ve ne kadar ikiyüzlüce
bir davranışsa, ulusların kendi kaderlerini tayin etme özgürlüğünü savunanları
da, yani ayrılma özgürlüğünü savunanları da, ayrılmayı isteklendirmeyle suçlamak,
o ölçüde ahmakça ve ikiyüzlü bir davranıştır. Tıpkı burjuva toplumda, burjuva
evlenme kurumunun üzerine kurulu bulunduğu ayrıcalıkların ve ahlâksızlıkların
savunucuları boşanma özgürlüğüne karşı çıktıkları gibi, aynı şekilde, kapitalist
devlette, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını, yani ulusların ayrılma
hakkını reddetmek, egemen ulusun ayrıcalıklarını ve demokratik yöntemlere karşı
polis yönetim yöntemlerini savunmaya eşittir.
Kuşkusuz, kapitalist toplumda yürürlükte olan
ilişkilerden doğma siyasal ahlâk bozukluğu, bazen parlamento üyelerinin ve
gazetecilerin belli bir ulusun ayrılması yolunda ciddi olmayan ve hatta saçma
olan gevezeliklerde bulunmalarına neden olur. Ama bu gevezeliklerden korkacak
olan (ya da korkar gözükecek olan) ancak gericiler olabilir. Demokratik ilkelere
bağlı bulunanlar, yani devlet sorunlarının halk tarafından karara bağlanmasında
direnenler, siyasetçilerin üzerinde gevezelik ettikleri şeyle halkın karar
verdiği şey arasında "pek büyük bir fark olduğu"nu[51]
çok iyi bilirler. Halk her günkü deneyiminden, coğrafi ve iktisadi bağların,
değerini ve büyük bir pazarla büyük bir devletin üstünlüklerini bilir. Onun için
halk, ancak ulusal zulüm ve ulusal sürtüşme, yaşamı dayanılmaz hale getirdiği
zaman ve iktisadi ilişkileri baltaladığı zaman, ayrılmaya, bir çare olarak
başvurur. Böyle bir durumda kapitalist gelişmenin ve sınıf savaşımının
özgürlüğünün çıkarlarına en iyi şekilde hizmet, ancak ayrılmayla sağlanabilir.
Böylece, Bay Kokoşkin'in ileri sürdüğü
fikirlere hangi açıdan, bakarsak bakalım, Bunların kesin olarak saçma oldukları
ve demokrasi ilkeleriyle alay ettikleri anlaşılır. Ama bu fikirlerde bir
parçacık mantık da vardır: Rus burjuvazisinin sınıf çıkarlarının mantığı.
Anayasacı-Demokrat Partinin üyelerinin çoğunluğu gibi, Bay Kokoşkin de, bu
burjuvazinin parababalarının bekçisidir. O, Rus burjuvazisinin genel olarak
ayrıcalıklarını ve özel olarak da devlet ayrıcalıklarını savunmaktadır.
O, bu ayrıcalıkları, Purişkeviç ile elele, omuz omuza savunmaktadır.
Aralarındaki biricik fark, Purişkeviç'in feodal sopaya daha çok güvenmesi,
Kokoşkin ve şürekâsının ise bu sopanın 1905'te onarılmaz biçimde çatladığına
inanmaları, ve küçük-burjuvaları ve köylüleri "devletin (sayfa 86) çözülüp
dağılması" umacısıyla korkutarak, onları "halkların. özgürlüğü"nü, tarihin
yerleştirdiği ilkelerle birleştirme vb. gibi tümceciklerle aldatarak, yığınları
kandırma konusunda daha burjuva yöntemlere dayanmalarıdır.
Ulusların siyasal kaderlerini tayin etme
ilkesine liberallerin düşmanlığı, sınıf açısından, tek bir anlam taşıyabilir; o
da, ulusal-liberalizmdir, yani Büyük-Rus burjuvazisinin devlet ayrıcalıklarının
savunulması. Ve bugün Üç Haziran Rejimi altında, ulusların kendi kaderlerini
tayin etme hakkına gayretkeşlikle karşı koyan Rusya marksistleri arasındaki
oportünistler, likidatör Semkovski, bundçu Liebmann, Ukraynalı küçük-burjuva
Yurkeviç, gerçekte ulusal-liberallerin peşinden gitmekte ve ulusal-liberal
fikirlerle işçi sınıfı arasına fesat sokmaktadırlar.
İşçi sınıfının ve onun kapitalizme karşı
savaşımının çıkarları, bütün uluslar işçilerinin tam dayanışmasını ve en sıkı
birliğini gerektirmektedir; bu çıkarlar, her ulusal-topluluktan burjuvazinin
milliyetçi siyasetine karşı şiddetle karşı koymayı emreder. Onun için
sosyal-demokratlar, eğer ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını, yani
ezilen ulusun ayrılma hakkını reddederlerse, ya da ezilen ulusların
burjuvazisinin bütün ulusal istemlerini desteklerlerse, proletaryanın siyasal
çizgisine karşı gelmiş olurlar ve işçileri burjuvazinin siyasetine boyun eğmeye
yöneltirler. Ücretli işçinin, Büyük-Rus olmayan burjuvazi değil de, başlıca
Büyük-Rus burjuvazisi tarafından sömürülmesi, ya da Yahudi burjuvazisi değil de
Polonya burjuvazisi tarafından sömürülmesi vb. hiç de önemli değildir. Sınıf
çıkarlarını anlayan ücretli işçi, Büyük-Rus kapitalistlerinin devlet
ayrıcalıklarına olduğu kadar, Polonyalı ya da Ukraynalı kapitalistlerin, devlet
ayrıcalıklarına kavuştukları zaman, dünya yüzünde cenneti kuracakları yolunda
vaatleri karşısında da kayıtsızdır. Kapitalizm gelişmektedir ve türdeş olmayan
toplulukların bütünleşmiş devletleri içinde olsun, ayrı ulusal devletler içinde
(sayfa 87) olsun, şu ya da bu biçimde gelişmeye devam edecektir.
Her iki durumda da işçiler sömürüleceklerdir.
Ve sömürüye karşı başarıyla savaşım verebilmek için, proletarya, her türlü
milliyetçilikten arınmış olmalıdır; o, eğer deyim uygun düşerse, çeşitli
ulusların burjuvazileri arasında üstünlük uğruna süregelmekte olan, savaşımda
mutlak olarak yansız kalmalıdır. Eğer herhangi bir ulusun proletaryası, "kendi"
ulusal burjuvazisinin ayrıcalıklarını en hafif şekilde de olsa desteklerse, bu,
kaçınılmaz olarak, öteki ulusun proletaryası arasında güvensizlik yaratacaktır;
işçilerin uluslararası sınıf dayanışmasını zayıflatacak, onları bölecektir, ve
böyle bir duruma sevinecek olan, ancak burjuvazi olacaktır. Ve ulusların kendi
kaderini tayin etme ya da ayrılma hakkının reddedilmesi, uygulamada kaçınılmaz
olarak, egemen ulusun ayrıcalıklarının desteklenmesi anlamını taşır.
Norveç'in İsveç"ten ayrılması gibi somut bir
olguyu ele alırsak, bunun daha göze batan bir doğrulaması ile karşılaşmış oluruz.
|