ULUSAL POLİTİKA ÜZERİNE[69]
6 (19) NİSAN 1914
HÜKÜMETİMİZİN ulusal sorun ile ilgili siyaseti üzerinde durmak istiyoruz. İçişleri bakanlığı "yetkisine" giren sorunlar arasında, bu, önemli sorunlardan biridir. Bu bakanlık bütçesinin Devlet Dumasında son tartışılmasından beri, yönetici sınıflarımız ulusal sorunu, günün sorunu haline getirmektedir ve bu sorun, her geçen gün, daha da önem kazanmaktadır.
Beylis davası, yurdumuzdaki utanç verici durumu gözler önüne sererek, uygar dünyanın dikkatini bir kez daha Rusya 'nın üzerine çekmiştir. Rusya'da, hukuk devleti denen şeye, yakından ya da uzaktan benzerliği olan hiç bir şey yoktur. Yahudilere zulmetmek sözkonusu olduğu zaman, merciler (sayfa 130) ve polis, her şeyi yapmakta serbesttir; onlar için bir cinayetin gizlenmesi ve hasıraltı edilmesi dahil, her şeyi, merasimsiz ve utanmadan yapmaya izin vardır. ... Arasında sıkı bir bağın bulunduğunu tanıtlamış olan Beylis davasından anlaşılan budur. ...
[21*]
Rusya üzerine çöken pogrom [Yahudi katliamı, -ç.]
havasından sözederken abartmadığımı göstermek için, en muhafazakâr bir yazarın, "bakanları atayan" adamın tanıklığına başvurabilirim; Prens Meşçerski'nin sözünü ediyorum.
Grajdanin adlı dergisinde sözlerini aktardığı "Kievli bir Rus", bakın ne diyor:
"İçinde yaşadığımız ortam bizi boğmaktadır: nereye gidilirse gidilsin, işittiğimiz, suikastçı fısıldaşmalarıdır, her yerde kana susamışlık, her yerde muhbirliğin pis kokusu, her yerde nefret, her yerde yakınmalar, her yerde iniltiler..."[22*]
Rusya'da ciğerlere çekilen siyasal hava. Böyle bir hava içinde, hukuktan, hukuk devletinden, anayasadan ve başka liberal safdilliklerden sözetmek, bunların hayalini kurmak gülünçtür; ya da daha doğrusu, eğer bir facia olmasaydı gülünç olurdu!
Ülkemizde yaşayan herkes, fazla bilinçli ve dikkatli olmasa da, bu durumun acısını her geçen gün çekmektedir. Ama herkeste bu pogrom havasının
anlamını takdir edecek yüreklilik olamaz. Bu hava bizim ülkemizde niçin hüküm sürmektedir? Nasil hüküm sürebiliyor? Hüküm sürebiliyor, çünkü, ülkemiz gerçekte, ustaca gizlenemeyen bir
iç savaş durumundadır. Bu gerçeği kabul etmek, bazıları için hiç de hoş olmayan bir şeydir, bazılarıda gerçeğin üzerine perde örtmek çabasındadırlar. Libarellerimiz -kadetlerimiz gibi ilericiler-, bu örtüyü, sözde "anayasacı" teori paçavralarıyla imal etmekten özel bir zevk duyarlar. Ama ben o görüşteyim ki, halkın temsilcileri için Devlet Dumasının kürsüsünden "yüksek perdeden yalanlar" va'zetmek kadar tiksindirici (sayfa 131) ve canice bir davranış olamaz.
Hükümetin, Yahudilere ve öteki "ayrı ırktan olanlara" -hükümetin kullandığı bu terimi hoşgörünüz- karşı siyasetinin, gerçeğe cepheden baktığımızda ve ülkenin kötü kamufle edilmiş bir iç savaşın sahnesi olduğu yadsınamaz gerçeğini teslim ettiğimizde, bütünüyle anlaşılır, doğal ve kaçınılmaz bir siyaset olduğu görülecektir. Hükümet, ülkeyi yönetmiyor, savaşıyor.
Eğer bu amaçla "Rusya'ya özgü" pogromlar gibi araçlara başvuruyorsa,
bu, elinde başka araçlar olmadığından ötürüdür. Herkes becerebildiği şekilde kendini savunur. Purişkeviç ve dostları, ancak bir "pogram" siyasetiyle kendilerini savunabilirler, çünkü yararlanabilecekleri,
emirlerinde başka bir siyasetleri yoktur. Yakınmak hiç bir şeye yaramaz, ve anayasa üzerine, hukuk ya da hükümet sistemi üzerine parlak sözlerden yardım beklemek ahmaklıktır, çünkü söz konusu olan, yalnızca Purişkeviç ve benzerlerinin
sınıfının çıkarlarıdır, bu sınıfın içinde bulunduğu zor durumdur.
Ya Purişkeviç ve benzerlerinın hesabı tam olarak görülecektir, ya da Rusya'nın bütün siyasetinde bir "pogram" ortamımn varlığını kaçınılmaz ve mukadder sayacağız. Ya bu siyasete kendimizi uyduracağız, ya da bu siyasete karşı dikilen halk hareketini, yığınların hareketini destekleyeceğiz. Ya biri, ya öteki. Orta yol yoktur.
Rusya'da, hükümet istatistikleri, yani "hükümetin görüşlerine" uygun olarak abartmalar ve sahtekarlıklar içerdikleri bilinen istatistikler bile, ülkenin nüfusu içinde Rusların oranını %43 olarak göstermektedir. Ruslar, Rusya nüfusunun yarısından
azını oluşturmaktadır. Bizde, Stalipin'in "bizzat" ilan ettiği gibi, Küçük-Rusyalılar ya da Ukraynalılar bile
"öteki ırklardan" sayılmaktadırlar.. Bu demektir ki, Rusya nüfusunun %57'si, yani bu ülkede yaşayanların çoğunluğu, hemen hemen 3/5'i ve, gerçekte hiç kuşku yok ki, daha fazlası "ayrı ırklardan" gelmedirler. Ben, Dumada, nüfusun (sayfa 132) ezici çoğunluğunun Ukraynalılardan oluştuğu Ekaterinoslav eyaletini temsil etmekteyim. Şevçenko'yu anma töreninin yasaklanması, hükümete karşı propaganda olarak öyle mükemmel, öyle olağanüstü, öyle kusursuz ve öyle basarılı bir önlemdi ki, bu durumda, bundan daha iyisini düşünüp bulmak olanaksızdı. Öyle sanıyorum ki, en usta sosyal-demokrat ajitatörlerimiz bile, bu önlemin sağladığı başdöndürücü başarıyı, bu kadar kısa bir zamanda; hükümete karşı eylemlerinde sağlayamazlardı. Bu hükümet önlemi sayesindedir ki, milyonlarca "dargörüşlü küçük-burjuva" bilinçli yurttaşlar olmaya ve Rusya'nın gerçekte bir "halklar hapisanesi" olduğunu görmeye başladılar.
Sağcı partilerimiz ve milliyetçilerimiz, şu günlerde, "mazeppacılara" karşı öyle yaygara koparıyorlar ki, ünlü Bobrinskimiz, Ukraynalıları
Avusturya hükümetinin zulmüne karşı savunmak için öyle demokratça çabalar harcıyor ki, nerdeyse kendisine Avusturya Sosyal-Demokrat Partisine yazılma niyeti yakıştırılabilir. Ama eğer Avusturya'ya doğru bir eğilime ve bu ülkenin siyasal adetlerini tercih etmeye "mazeppacılık" deniyorsa, Bobrinski belki de "mazeppacıların" en sonuncusu olmaz, çünkü o, Avusturya Ukraynalılarının... uğradıkları zulme karşı protestolarda bulunmakta ve ateş püskürmektedir. Yoksa Rusya Ukraynalılarının, ve hatta yalnızca benim temsil ettiğim Ekaterinoslav eyaleti halkının böyle şeyler okuduklarında ya da dinlediklerinde neler duyabileceklerini bir düşünün! Eğer "bizzat" "Bobrinski, eğer milliyetçi Bobrinski, eğer kont Bobrinski, eğer büyük toprak sahibi Bobrinski, eğer fabrikatör Bobrinski, eğer yüksek sosyeteye (nerdeyse "en yüksek çevrelere") girebilen Bobrinski, ne Yahudiler için zorunlu ikamet bölgeleri gibi utanç verici bir şeyin, ne despot valilerin kaprislerine tabi olarak Yahudi sürgün etmeler gibi iğrenç davranışların, ne de okullarda kendi anadilinde eğitimin yasaklanması gibi bir şeyin bulunmadığı Avusturya'da ulusal azınlıkların durumunu, adaletle (sayfa 133) bağdaşmayan ve onur kıncı bir durum sayıyorsa, Rusya'da yaşayan "ayrı ırktan" olanlar için ne demeli?
Bobrinski'nin, öteki Rus milliyetçilerinin ve hatta sağın adamlarının, kendileri yüzünden Rusya'da "ayrı ırklardan olanların", yani ülke nüfusunun 3/5'inin, Avrupa devletlerinin en geri kalmışı olan Avusturya ile
bile kıyaslandığında, . Rusya 'nın geri durumunun bilincine varacaklarını görmemeleri mümkün müdür?
Çünkü Purişkeviçler tarafından yönetilen, ya da daha doğrusu, Purişkeviçlerin çizmesi altında inleyen Rusya'nın durumunun şu özgün yanı vardır ki, milliyetçi Bobrinski'nin söylevleri, sosyal-demokrat propagandayı mükemmel olarak açıklamakta ve körüklemektedir.
Devam ediniz, devam ediniz, pek saygıdeğer fabrikatör ve büyük toprak sahibi Bobrinski: siz, kuşkusuz, Ukraynalıları, hem Rusya'nın, hem de Avusturya'nın Ukraynalılarını uyandırmamıza, aydınlatmamıza ve sarsmamıza yardım edeceksiniz! Ekaterinoslav'da birçok Ukraynalının, Ukrayna'nın Rusya'dan ayrılması lehinde yararlı propagandasından ötürü kont Bobrinski'ye bir teşekkür mektubu göndermek istediklerini işittim. Ve buna şaşmadım. Yüzünde Şevçenko'yu anma törenini yasaklayan kararname metninin yazılı bulunduğu ve arkasında da Bobrinski'nin Ukraynalılardan
yana dokunaklı söylevlerinden parçaların bulunduğu bildiriler gördüm. Bu bildirilerin Bobrinski'ye, Purişkeviç'e ve
öteki bakanlara gönderilmesini öğütledim.
Ama Purişkeviç ve Bobrinski'nin, Rusya'nın demokratik bir cumhuriyet haline gelmesi yolunda birinci sınıf propagandacılar olmalarına karşılık, bizim liberallerimiz, kadetler dahil, Purişkeviçlerle aralarındaki ulusal politikanın bellibaşlı sorunları üzerinde
anlaşmalarını halktan gizli tutmak istemektedirer. Bilinen ulusal politikayı uygulayan içişleri bakanlığının bütçesinden sözederken, kadet partisinin bu bakanının benimsediği ilkelerde
anlaşma durumundan sözetmezsem (sayfa 134) görevimi yerine getirmiş olmam.
Gerçekten, içişleri bakanlığına (ılımlı bir biçimde ifade edelim) "muhalefet etmek" isteyen bir kimsenin, bu bakanlılığın , kadetler kampındaki
ideolojik müttefiklerini de tanıması gerektiği besbelli değil midir?
Reç'in yayınladığı bir habere göre, kadet partisi, ya da "halkın özgürlüğü partisi", bu yılın 23-25 Martında, St. Petersburg'da olağan kongresini toplamıştır.
"Ulusal sorunlar -diye yazıyor Reç (n° 83)- son derece canlı tartışmalara neden oldu. N. Nekrasov ve A.. Kolyubakin'in de, aralarında bulunduğu Kiev delegeleri, ulusal sorunun olgunlaşmakta olan güçlü bir etken olduğunu ve bu sorunu şimdiye kadar olduğundan daha kararlı olarak ele almak gerektiğini belirttiler. Ama F. Kokoşkin, programın ve şimdiye kadar edinilmiş olan siyasal deneyimin, 'ulusal-toplulukların' kendi siyasal kaderlerini serbestçe tayin etmeleri gibi 'esnek formüller' karşısında çok tedbirli ve dikkatli davranılmasmı gerektirdiğini belirtti."
Reç; böyle yazıyor. Her ne kadar bu açıklama, ustaca ve
mümkün olduğu kadar az okurun sorunun özünü anlayabileceği biçimde kaleme alınmışsa da, dikkatli olan ve düşünebilen bir kimse bu özün ne olduğunu açıkça görememezlik edemez. Kadetlere sempati besleyen ve onların fikirlerini benimseyen
KievskayaMysıl gazetesi, Kokoşkin'in bu sözünü naklettikten, sonra, şu açıklayıcı tümceyi de ekliyor: "Çünkü böyle bir şey, devletin dağılmasına neden olabilir."
Kuşkusuz, Kokoşkin'in söylevinin anlamı buydu. Ve onun görüşü, kadet partisi içinde, Nekrasov ve Kolyubakin'in pek ürkek demokratizmine üstün geldi. Kokoşkin'in tutumu, (Rusya'da Ruslar bir azınlık olmalarına karşın)
Rus ayrıcalıklarını savunan, bunları içişleri bakanıyla elele savunan bir liberal burjuva milliyetçisinin tutumudur. Kokoşkin, bakanlığın siyasetini, "teorik planda" desteklemiştir, sorunun özü, düğüm noktası budur.
"Ulusların kendi kaderlerini serbestçe tayin etme ilkesini yavaştan alın!" yoksa "devlet dağılır"! Kokoşkin'in, içişleri bakanlığının siyasetinin temel çizgisiyle
tam uygunluk halinde olan ulusal siyasetinin içeriği işte budur. Ama Kokoşkin olsun, öteki kadet partisi liderleri olsun çocuk değillerdir. Onlar şu sözü pek iyi bilirler: "İnsan, cumartesi için yapılmamıştır; cumartesi, insan için yapılmıştır." Halk, devlet için yapılmamıştır; devlet, halk için yapılmıştır. Kokoşkin ve kadetlerin öteki ileri gelenleri çocuk değillerdir. Onlar, bizde, devletin (gerçekte) Purişkeviçler sınıfı olduğunu pek güzel anlarlar. Devletin bütünlüğü, Purişkeviçler sınıfının bütünlüğüdür. Eğer politikalarının diplomatik küllerini atıp da
özüne varırsak, Kokoşkinlerin derdi budur.
Meramımı somut olarak anlatabilmek için basit bir örnek vereceğim: bilindiği gibi, 1905'te, Norveç, İsveçli büyük toprak sahiplerinin sert protestolarına ve savaş tehditlerine karşın, İsveç'ten ayrıldı. Ne mutlu ki, İsveç'te feodaller, Rusya'da olduğu gibi her şeye hükmedecek güçte değildiler, ve savaş olmadı. Nüfusu, toplam nüfusun içinde bir azınlık olan Norveç, İsveç'ten barış yoluyla, demokratik biçimde, uygarca ayrıldı. Savaştan yana olan feodallerin istedikleri biçimde değil. Ve sonra ne oldu? İsveç halkı herhangi bir kayba uğradı mı? Kültürel çıkarlar darbelendi mi? Demokrasi ya da işçi sınıfının çıkarları baltalanmış oldu mu?
Kesinlikle, bunların hiç biri olmadı! Norveç, tıpkı İsveç gibi, Rusya İle kıyaslanmayacak ölçüde daha uygar olan ülkeler safındadır ve bu, ulusların "siyasal kaderlerini serbestçe tayin etme" formülünü demokratik biçimde uygulayabildikleri
için böyle olabilmiştir. Zora dayanan birbağın koparılması, serbest iradeye dayanan iktisadi ilişkilerin
sağlamlaştırılması, kültürel ilişkilerin sıkılaştırılması, dilleri ve öteki özellikleri bakımından birbirine bu kadar yakın olan bu iki halkın karşılıklı saygısının derinleştirilmesi anlamını taşıyordu. Ayrılma yüzünden İsveç ve Norveç halklarının ortak (sayfa 136) yaşamı ve dostluk duyguları kuvvetlenmiştir, çünkü bu ayrılma
zora dayanan bağların koparılmasıydı.
Öyle umuyorum ki, bu örnek, Kokoşkin'in ve kadet partisinin, "devletin dağılması" bostankorkuluğuyla bizi korkutmaya kalkıştıkları zaman ve ulusal-toplulukların "kendi siyasal kaderlerini serbestçe tayin etmeleri" formülüne karşı, bütün uluslararası demokrasi için kesin olarak açık ve tartışma götürmez bu formüle karşı "dikkatli ve tedbirli bir tutum" öğütledikleri zaman, düpedüz içişleri bakanlığının görüşüne sahip çıktıklarını açıkça gösterir. Biz sosyal-demokratlar
her türlü milliyetçiliğe karşıyız, ve demokratik merkeziyetçilikden
yanayız. Biz, aynı zamanda, yerel özelciliğe, bölge milliyetçiliğine de karşıyız; biz,
bütün öteki etkenler eşit olduğu takdirde, büyük devletlerin, iktisadiilerlemenin doğurduğu sorun1arı ve proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımının getirdiği sorunları, küçük devletlerden çok daha başarılı olarak çözüme bağlayabilecekleri inancındayız. Ama biz, ancak serbest rızaya dayanan ve zorla kabul ettirilmeyen ilişkileri kabul ediyoruz. Her nerede, uluslar arasında
zora dayanan bağlar görürsek, biz, her ulusun ayrılma gereğini va'zetmeye asla kalkışmadan, her ulus için, kendi siyasal kaderini serbestçe tayin etme
hakkını, yani ayrılma hakkını azimle ve kayıtsız şartsız savunuruz.
Bu hakkı savunmak, tanımak ve ondan yana olmak, ulusların hak eşitliğini savunmaktır, zora dayanan bağlara karşı çıkmaktır, hangi ulus olursa olsun, onun siyasal ayrıcalıklarına karşı savaşım vermektir, ve bu yüzden de ayrı ayrı ulusların işçileri arasında tam bir sınıf dayanışmasını geliştirmektir.
Zora dayanan feodal, askeri bağların yerine, serbest rızaya dayanan ilişkiler kurulduğunda, bundan, ayrı ayrı ulusların işçilerinin sınıf dayanışması kazançlı çıkar.
Biz, halkın özgürlüğü ye sosyalizm uğruna savaşım konusunda ulusların hak eşitliğine özel bir değer vermekteyiz.[23*]
… ve Rusların ayrıcalıklarının savunulması. Ve biz diyoruz, ki:
hiç bir ulus için hiç bir ayrıcalık olmasın, ama ulusların tam hak eşitliği olsun,
bütün ulusların işçileri arasında birlik ve dayanışma olsun.
Bundan 18 yıl önce, 1896'da, işçi ve sosyalist örgütlerin Londra Uluslararası Kongresi, ulusal sorun konusunda, gerçek bir "halkçı özgürlük" özlemlerini doyurmak için olsun, sosyalizme doğru yürümek için olsun, doğru yolları gösteren, biricik doğru kararı almıştır. İşte bu kararda söylenenler:
"Kongre bütün ulusların kendi kaderlerini tayin etmek için tam hakka taraftar olduğunu ve şu anda bir askeri, ulusal ya da başka türlü despotizmin boyunduruğu altında bulunan bütün ülkelerin işçilerine sempati duyduğunu açıklar. Kongre bütün ülkelerin işçilerine, uluslararası kapitalizmi yenmek
ve uluslararası sosyal-demokrasinin hedeflerine ulaşmak amacıyla birlikte savaşım verebilmek için bütün dünyanın bilinçli işçilerinin, saflarına katılmaları çağrısında bulunur."
Biz de Rusya'nın bütün uluslarının işçilerini birleşmeye çağırıyoruz, ancak bu birlik, ulusların hak eşitliğini, halkların özgürlüğünü ve sosyalizmin çıkarlarını güvenlik altına alabilir.
1905 yılı, Rusya'nın bütün uluslarının "işçilerini bir safta topladı. Gerici güçler, uluslararası düşmanlığı körüklemeye çalışmaktadırlar.
Bütün ulusların liberal burjuvazisi, -ve hepsinden çok Büyük-Rus burjuvazisi-
kendi öz ulusunun ayrıcalıkları için savaşım vermektedir. (Örnek: Polonya Kolosunun, Polanya'daki Yahudilerin hak eşitliğine karşı çıkması), ulusal özel çıkarlar için, ulusal tekelcilik için savaşım vermektedir ve bu yüzden de, bizim içişleri bakanlığımızın siyasetini
desteklemektedir.
Ama gerçek demokrasi, işçi sınıfı başta olmak üzere, bütün ulusların tam hak eşitliği ve bütün ulusların işçilerinin sınıf savaşımlarında birleşmeleri bayrağını yükseltiyor. İşte bu bakımdandır ki, biz, "ulusal-kültürel" diye nitelendirilen (sayfa 138) özerkliğe, yani ayını devlet içinde eğitim kurumlarının ulusal-topluluklara göre bölünmesine ya da okulun devlet yönetiminden alınarak, ayrı ayrı kurulacak olan ulusal ligalara devredilmesine karşıyız. Demokratik bir devlet, ayrı ayrı bölgelerin ve özellikle ayrı ulusal bileşimde olan bölgelerin ve ilçelerin özerkliğini tanımalıdır. Bu özerklik, demokratik merkeziyetçilikle bağdaşmayan bir şey değildir; tersine, türdeş olmayan ulusal bileşimli bir büyük devlet içinde, gerçek demokratik merkeziyetçilik, ancak bölgelerin özerkliğiyle
gerçekleştirilebilir. Demokratik bir devlet, ayrı ayrı dillerin tam özgürlüğünü
kayıtsız şartsız tanımalı ve hangisi olursa olsun bu dillerden biri için ayrıcalığı reddetmelidir. Demokratik bir devlet, hiç bir ulusal-topluluğun bir başka ulusal-topluluk tarafından hiç bir alanda, hiç bir kamu eyleminde ezilmesini, vesayet altına alınmasını hoşgörüyle karşılayamaz.
Ama, okulu, ayrı ayrı ligalar içinde örgütlenmiş bulunan uluslar arasında bölüştürmek üzere devletin elinden almak, demokrasi bakımından ve hele proletarya açısından zararlı bir önlemdir. Bu, ancak ulusların ayrı özelliklerinin sağlamlaşması sonucunu doğurur, oysa biz, ulusları birbirine yaklaştırma yolunda çaba harcamalıyız. Böyle bir önlem, şovenliğin gelişmesi sonucunu verir, oysa biz, bütün ulusların işçilerinin en sıkı birliğine doğru,
her türlü şovenizme karşı, her türlü ulusal tekelciliğe karşı ve
her türlü milliyetçiliğe karşı yürümek zorundayız. Bütün ulusal-topluluklardan gelme işçilerin eğitim politikası birdir: anadilin özgürlüğü demokratik ve
laik okul.
Sözlerimi bitirirken, Prusya'daki rejimin bütününe karşı yararlı propagandalarından ötürü, Rusya'nın bir demokratik cumhuriyet haline gelmesinin kaçınılmazlığı üzerine verdikleri
eşya dersinden ötürü Purişkeviç'e, Markov II'ye ve Bobrinski'ye şükranlarımı, bir kez daha ifade ediyorum. (sayfa 139)