KÜTÜPHANE | LENIN | ULUSAL SORUN

Viladimir İliç Lenin Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı

X. SONUÇ


      Özetleyelim:

      Genel olarak marksizmin teorisi bakımından ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı sorunu">

KÜTÜPHANE | LENIN | ULUSAL SORUN

Viladimir İliç Lenin Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı

X. SONUÇ


      Özetleyelim:

      Genel olarak marksizmin teorisi bakımından ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı sorunu, hiç bir zorluk içermez. 1896 Londra kararlarına, ya da ulusların kendi kaderini tayin etme hakkının yalnızca ayrılma hakkı anlamına geldiği gerçeğine, ya da bağımsız ulusal devletlerin kuruluşunun bütün burjuva demokratik devrimlerin eğilimi olduğu gerçeğine. ciddi olarak kimse karşı gelemez.

      Zorluk, bir ölçüde, Rusya'da hem ezilen, hem de ezen ulusların proletaryasının omuz omuza savaşım vermekte olmalarından ileri gelmektedir. Proletaryanın sosyalizm uğruna sınıf savaşımı birliğini korumak ve her türlü burjuva ve kara-yüzler milliyetçiliğinin etkilerine karşı direnmek görevdir. Ezilen uluslar arasında, proletaryanın bağımsız bir parti biçiminde ayrı olarak örgütlenmesi, bazen o ulusun milliyetçiliğine karşı öyle sert bir savaşıma neden olmaktadır ki, perspektifler bozulmakta ve ezen ulusun milliyetçiliği unutulmaktadır.

      Ama bu perspektif bozulması uzun süremez. Ayrı ayrı ulusların proleterlerinin ortak savaşımının deneyimi, siyasal sorunları, "Krakov" açısından değil, bütün Rusya açısından formüle etmemiz gerektiğini göstermiştir. Ve bütün Rusya'nın  siyasal alanında hüküm sürenler, Purişkeviçler ve Kokoşkinlerdir. Onların fikirleri egemen durumdadır, "ayrılıktan yana oldukları" için, ayrılmayı düşündükleri için, yabancı ırklara zulmedilmesinin gereği, Dumada, okullarda, kiliselerde, kışlalarda ve yüzlerce ve binlerce gazetede savunulmakta ve uygulanmaktadır. Bütün Rusya'nın siyasal ortamını baştanaşağı zehirleyen, işte bu Büyük-Rus milliyetçiliği zehiridir. Bu, başka ulusları boyunduruk altında tutarak, Rusya içinde gericiliği güçlendiren bir ulusun bahtsızlığıdır. 1849 ve 1863'ün anıları öyle bir siyasal geleneği temsil ederler ki, ülkeyi bir baştan bir başa büyük fırtınalar süpürmedikçe, bu, daha uzun yıllar Rusya'daki her demokratik ve özellikle her sosyal-demokratik hareketi engelleyebilir.

      Kuşkusuz, ezilen ulusların bazı marksistlerinin görüşleri bazı durumlarda, ne kadar doğal sayılabilirse sayılsın, gerçekte Rusya'da sınıf güçlerinin nesnel mevzilenmesi, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını savunmakta kusur etmeyi, en kötü oportünizme, Kokoşkinlerin fikirlerinin proletaryaya aşılanmasına eşit bir davranış haline getirmektedir. Ve özünde, bu fikirler, Purişkeviçlerin fikirleri ve onların siyasetidir.

      Bu nedenle Rosa Luxemburg'un görüşü, ilkten Polonya'ya özgü, "Krakov" dargörüşlülüğü
[
18*] olarak hoşgörülebildiği halde, şimdi artık, milliyetçiliğin ve hepsinin üstünde Büyük-Rus hükümetinin milliyetçiliğinin her yerde güçlendiği, Büyük-Rus milliyetçiliğinin siyaseti saptadığı bir anda, böyle bir dargörüşlülüğü hoşgörmeye olanak yoktur. Nitekim "fırtınalar" ve "sıçrayışlar" fikrinden ürken, burjuva demokratik devrimin sona erdiğini sanan ve Kokoşkinlerin  liberalizminin özlemini duyan bütün ulusların oportünistleri, bu dargörüşlülüğe sahip çıkmışlardır.

      Büyük-Rus milliyetçiliği, öteki milliyetçilikler gibi, burjuva ülkede, o anda üstün durumda olan sınıflara göre değişik aşamalardan geçer, 1905'ten önce, hemen hemen yalnızca milliyetçi-gericileri tanıdık. Devrimden sonra, ülkemizde ulusal-liberaller ortaya çıktılar.

      Ülkemizde, hem oktobristlerin, hem de kadetlerin (Kokoşkin) , yani bugünün bütün burjuvazisinin benimsediği tutum budur.

      Ve daha sonraları, Büyük-Rus ulusal-demokratları da kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaklardır, "Halkçı Sosyalist"
[64] Partinin kurucularından Bay Peşehanov (Ruskoye Bogatstvo'nun[65] Ağustos 1906 sayısında), köylünün milliyetçi önyargılarına karşı ihtiyatlı davranmayı öğütlediği zaman, bu görüşü ifade etmiştir, Her ne kadar başkaları, biz bolşevikleri, köylüyü "ülküleştirmekle" suçluyorlarsa da, biz, köylünün zekasıyla köylünün boş inancları arasında, köylünün demokrasi özlemleri ve Purişkeviçlere muhalefetiyle, köylünün papazla ve büyük toprak sahibiyle barış kurma yolundaki çabaları arasında her zaman açık bir ayrım yaptık ve yapacağız.

      Şimdi bile, ve herhalde daha uzun bir zaman için, proleter demokrasisi, (ona ödünde bulunmak anlamında değil, ona karşı savaşım verme anlamında) Büyük-Rus köylüsünün milliyetçiliğini hesaba katmak zorundadır.
[19*] 1905'ten sonra  büsbütün belirli bir hal alan ezilen uluslar arasındaki milliyetçiliğin uyanışı (örneğin Birinci Dumada "otonomist-federalistler" grubunu, Ukrayna hareketinin, müslüman ulusların hareketinin vb. büyümesini anımsayalım), kaçınılmaz olarak, Büyük-Rusların kent ve köy küçük-burjuvazisi saflarında milliyetçiliğin yoğunlaşmasına neden olacaktır. Rusya'nın demokratlaşması ne kadar yavaş giderse, ulusal baskı ve ayrı ayrı ulusların burjuvazileri arasındaki kavga, o ölçüde gaddarca ve sert olacaktır. Rus Purişkeviçlerinin özellikle gerici zihniyeti, aynı zamanda, bazen komşu devletler içinde daha büyük özgürlükten yararlanan, ayrı ayrı ezilen milliyetler arasında "ayrılıkçı" eğilimlere neden olacak (ve bu eğilimleri güçlendirecektir).

      Böyle bir durum Rusya proletaryasının karşısına iki yönlü, ya da daha doğrusu, iki yanlı bir görev koymaktadır: birincisi, her türlü milliyetçiliğe karşı ve özellikle Büyük-Rus milliyetçiliğine karşı savaşım vermek, yalnızca genel olarak bütün ulusların tam hak eşitliğini tanımakla yetinmemek, ama aynı zamanda bağımsız devlet kurmada da, hak eşitliğini, yani ulusların kendi kaderlerini tayin etmede, ayrılmada hak eşitliğini tanımak. Ve ikincisi, özellikle bütün ulusların herhangi bir biçimdeki milliyetçiliğine karşı başarıyla savaşım verebilmek için, bugünkü durum, karşımıza, proleter savaşımının ve proleter örgütlerinin birliğini koruma görevini, ulusal tecrit doğrultusunda burjuva çabalarına karşın, bu örgütleri uluslararası bir birlik içinde toplama görevini koymaktadır.

      Bütün uluslar için tam hak eşitliği; ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı; bütün ülkelerin işçilerinin birleşmesi -marksizmin ulusal programının, bütün dünyanın deneyiminin ve Rusya'nın deneyiminin işçilere öğrettiği işte budur.
     
      Bu yazı tamamlanmıştı ki, Naşa Raboçaya Gazeta'nın üçüncü sayısı elime geçti. Burada Bay VI. Kossovski, bütün (sayfa 122) ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkının tanınması konusunda şöyle yazıyor:

      "Partinin Birinci Kongresinin (1898) kararlarından mekanik olarak devralınan -ki bu kongrede, bunu, Uluslararası Sosyalist Kongresinin kararlarından ödünç olarak almıştı- bu karar, tartışmalardan da anlaşıldığı gibi, 1903 Kongresinde, tıpkı Sosyalist Enternasyonalin anladığı biçimde yorumlanmıştır, yani ulusların kendi siyasal kaderlerini tayin etme hakkının, ulusların siyasal bağımsızlık doğrultusunda kendi kaderlerini tayin etme hakkı olarak. Böylece toprağını ayırma hakkı anlamını taşıyan, ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri formülü, belirli bir devlet organizması içinde bu devletten ayrılamayan ya da ayrılma isteğinde olmayan ulusal-topluluklarla ulusal ilişkilerin düzenlenmesi sorununu kapsamaz."

      Besbelli ki, Bay VI. Kossovski, 1903 İkinci Kongresinin tutanaklarını elinin altında bulundurmaktadır ve ulusların kendi kaderini tayin etme teriminin gerçek (ve biricik) anlamını pek iyi bilmektedir. Bunu, Bundun gazetesi Zeit'ın yazıkurulunun, Bay Liebmann'ı, muğlak olduğu iddiasıyla, programı yuhalamaya kışkırtmasıyla kıyaslayın!! Bundçular arasında hüküm süren "parti" ahlakı, tuhaf bir ahlak... Kongrenin ulusların kendi kaderini tayin etme ilkesini mekanik olarak benimsediğini niçin iddia etmektedir Kossovski, "bunu, yalnız Allah bilir". Bazı kimseler illa ki "itiraz etmek isterler", ama nasıl, niçin ve neden, işte bunu bilmezler.
     

      Şubat-Mayıs 1914'te yazıldı
      Prosveşçenye, n° 4, 5 ve 6; Nisan-Haziran 1914
      İmza: V. İlyin
(sayfa 123)