KÜTÜPHANE | LENIN | ESERLER 4

BUGÜNKÜ HÜKÜMETİN (GENEL) TARIM POLİTİKASI SORUNU ÜZERİNE

Hükümetin tarım politikası 1905 Devriminden sonra eski karakterini tamamen değiştirdi. Otokrasi eskiden Katkov ve Pobedonostsev çizgisini izliyor ve meseleyi halk kitlelerinin gözünde sanki kendisi “sınıflarüstü” bir konumdaymış">

KÜTÜPHANE | LENIN | ESERLER 4

BUGÜNKÜ HÜKÜMETİN (GENEL) TARIM POLİTİKASI SORUNU ÜZERİNE

Hükümetin tarım politikası 1905 Devriminden sonra eski karakterini tamamen değiştirdi. Otokrasi eskiden Katkov ve Pobedonostsev çizgisini izliyor ve meseleyi halk kitlelerinin gözünde sanki kendisi “sınıflarüstü” bir konumdaymış, sanki köylülüğün geniş kesimlerinin çıkarlarını savunuyormuş ve onları topraksız kalmaktan ve mahvolmaktan koruyormuş gibi göstermeye çabalıyordu. Köylüler için duyulan bu ikiyüzlü kaygının, gerçekte sadece eski, devrim öncesi Rusya’nın bu söz konusu “liderleri”nin ahmakça bir düzlükle devletin ve toplumsal yaşamın bütün alanlarında izledikleri derebeyi politikasını gizlediği kendiliğinden anlaşılır. O sıralar otokrasi, tümüyle ve bütünüyle, köylü kitlelerinin tamamen geri, cahil ve bilinçsiz oluşlarına güveniyordu. Pay toprağının “devredilemezliği”nin savunucusu, “Köy Birliği” yanlısı rolünü oynuyor ve böylece devrim öncesi dönemde Rusya’nın ekonomik durgunluğuna, köylü halk kitlelerinin derin bir politik uyku içinde olmasına dayanmaya çalışıyordu. O zamanlar bütün tarım politikası derebeyi soyluların ruhuyla doluydu.[107]

Şimdi 1905 Devrimi otokrasinin tüm tarım politikasında bir değişikliğe yol açtı. Stolypin, Birleşik Soylular Konseyi’nin[108] emirlerini tam olarak uygulayarak, kendi deyimiyle, “güçlüden yana olma” *kararı aldı. Bu, hükümetimizin, 1905 Devriminin yol açtığı

* Stolipin’in 18 [5] Aralık 1908’de III. Duma’da yaptığı “Köylülük İçin Bir Tarım Anayasası Yasa Tasarısı Üzerine” konuşma ima edilmektedir. —Red.

proletaryanın ve Rusya’daki demokratik köylülüğün geniş kesimlerinin güçlü uyanışından sonra, artık kendisini güçsüzlerin koruyucusu olarak gösterecek durumda olmadığı anlamına gelmektedir. Rusya’nın eski, derebeyi devlet düzeninde (henüz yetersiz de olsa) ilk gediği açmasını bilen halk, böylece politik uykudan uyandığını, hükümetin “Köy Birliği”ni ve “pay toprağının devredilemezliği”ni koruduğu, güçsüzlerin sınıflarüstü bir hükümet tarafından korunduğu masalının köylülük içinde her türlü kredisini kesin olarak kaybedecek ölçüde politik uykudan uyanmış olduğunu ispatladı.

Hükümet 1905 yılına kadar, yüzyıllardır süren kölelik, sabır ve itaatkârlık önyargılarından kurtulamayan bütün köylü kitlesinin çaresizliği ve hareketsizliğinde kendine bir dayanak bulmayı umabilirdi. Köylüler itaatkâr ve yılgın kaldıkları müddetçe, hükümet kendine “güçsüzlerden yana olduğu” imajını, yani gerçekte sadece derebeyi çiftlik sahiplerini ve kendi otokrasisini korumaya itina göstermesine rağmen güçsüzlere itina gösterdiği imajını verebilirdi.

1905 yılından sonra eski politik önyargılar öylesine derinden ve büyük ölçüde kırıldı ki, hükümet ve onu yöneten Birleşik Soylu Derebeyleri Konseyi* köylülerin bilisizliği ve kuzu gibi uysallığı üzerine eski spekülasyonların artık olanaksız olduğunu kabul ettiler. Hükümet kendisiyle, kendisi tarafından mahvedilen, tam bir sefalete itilen, yok olmaya ve açlığa mahkûm edilen köylü halk kitleleri arasında bir barışın olamayacağını gördü. İşte “Birleşik Soylular Konseyi”nin politikasında değişikliğe yol açan bu bilinçti, köylülükle bir “barış”ın olanaksızlığı bilinciydi. Konsey, ne pahasına olursa olsun köylülüğü bölmeye ve köylülük arasından,1905 yılında devrimci kitlelerin saldırısından yine de bir ölçüde zarar görmüş olan çiftlik beylerinin muazzam mülklerinin asayişini ve masuniyetini kitlelere karşı korumaya kendi isteğiyle ve içgüdüsel olarak hazır olacak bir “yeni çiftlik sahipleri” katmanı, zengin-köylü mülk sahipleri katmanı [109]çıkarmaya çalışmayı kararlaştırdı.

* “Birleşik Soylular Konseyi” kastedilmektedir. —Red.

Devrimden sonra hükümetin tüm tarım politikasındaki bu değişiklik, bundan dolayı, kesinlikle bir tesadüf değildir. Tam tersine, bu değişiklik hükümet ve “Birleşik Derebeyleri Konseyi” için sınıfsal açıdan bir zorunluluktu. Hükümet bundan başka hiçbir yöne kaçamak yapamazdı. Hükümet kendisiyle köylü kitleleri arasında bir “barış” olamayacağını, köylülüğün yüzlerce yıllık serflik uykusundan uyandığını görmüştü. Hükümete, köylülüğü var kuvvetiyle, köyü her biçimde yoksulluğa düşürerek bölmeye çalışmaktan, sırtını soylu toprak sahiplerinin “yeni çiftlik sahipleri” ile, yani zengin-köylü mülk sahipleriyle, köy burjuvazisiyle ittifakına dayamak amacıyla köyü “yağma ve talan etmek için”* köy tefecilerine ve zengin köylülere teslim etmekten başka yapacak hiçbir şey kalmamıştı.

“Birleşik Derebeyleri Konseyi”ne sadakatle ve gayretle hizmet eden ve onun politikasını uygulayan Stolypin bizzat şöyle diyordu: “Bana yirmi yıl asayiş verin, Rusya’yı ıslah edeyim.” “Asayiş”ten anladığı mezarlık sessizliği idi, köyün üzerine çöken korkunç yıkım ve sefalete, sessizce, bir kuzu uysallığıyla katlanmaktı. “Asayiş”ten anladığı, köylülüğün tam bir hareketsizlik ve çaresizlik içinde, her türlü protestodan yoksun ve uysalca ve terbiyeli bir biçimde açlıktan ölmeye, topraklarını vermeye, köylerini terketmeye ve sadece her şey toprak sahiplerinin istediği gibi olsun diye mahvolmaya hazır olmalarını görmek isteyen çiftlik sahiplerinin asayişiydi. Stolypin’in Rusya’nın ıslah edilmesinden anladığı ise, geriye köyde sadece memnun çiftlik sahipleri, memnun büyük köylüler ve tefecilerle, bunların yanında parçalanmış, ezilmiş, çaresiz ve güçsüz gündelikçilerin kalacağı bir değişiklikti.

Stolypin’in Rusya için yirmi yıl boyunca bir mezar sessizliğini gönülden istemesi, bir çiftlik sahibi açısından tamamen doğal ve anlaşılırdır. Fakat şimdi hepimiz ortaya ne çıktığını biliyoruz, görüyor ve hissediyoruz: Ne “ıslahat” ne de “asayiş”, tersine, 30 milyon köylünün açlığı, yoksulluğun ve sefaletin şimdiye kadar hiç görülmedik

* Eski Novgorod’da uygulanan bir ceza tanımı. —Red.

(çok acı çekmiş Rusya’da bile hiç görülmedik)* biçimde şiddetlenmesi, köylülük içinde öfke ve huzursuzluğun olağanüstü güçlenmesi.

Bütçenin Duma tarafından kabul edilmesiyle yeniden onaylanması istenen (ve Duma’daki çiftlik sahipleri partilerince elbette onaylanacak olan) hükümetin “Stolypinci” tarım politikasının bu çöküşünün nedenlerini kavrayabilmek için, “yeni” tarım politikamızın deyim yerindeyse en önemli iki kozu üzerinde ayrıntılı biçimde duracağım:

birinci olarak göçler ve ikinci olarak kötü ünlü bireysel çiftlikler.

Göçlerle ilgili olarak, köylülerin politik uyanışını gösteren 1905 Devrimi, toprak sahiplerini supabı birazcık “açmak” ve eskiden olduğu gibi göçleri engellemek yerine, Rusya’da atmosferi “deşarj etmek”, mümkün olduğunca çok huzursuz köylüyü Sibirya’ya sürmek yönünde çaba sarfetmek zorunda bırakmıştı.

Hükümet başarılı oldu mu? Köylülüğün sükunete kavuşmasını, Rusya ve Sibirya’da onun durumunun iyileşmesini başardı mı? Tam tersine. Hükümet sadece köylülerin durumunun hem Rusya’da hem de Sibirya’da daha da şiddetlenmesine ve kötüleşmesine yol açmıştır.

Bunu size derhal kanıtlayacağım.

Maliye Bakanının 1913 yılı bütçe tasarısına ilişkin açıklayıcı layihasında her zamanki resmi iyimserlik ve hükümet politikasının “başarıları”na övgüler yağdırıldığını görüyoruz.

Bize, göç edenlerin daha önce boş duran bölgeleri “kültür merkezleri”ne dönüştürdükleri, göçmenlerin zenginleştiği, iktisatlarını iyileştirdikleri vs. vb. söyleniyor. Her zamanki resmi övgüler! Eski, çok eskilerden kalma, bildik, “Her şey yolunda”, “Şipka Geçidi’nde

* Lenin burada, 1911’de Avrupa Rusya’sının doğu kesiminin ve Batı Sibirya’nın 20 eyalet ve bölgesinde yaşayan 30 milyon insanı etkileyen büyük bereketsizlik yılını kastetmektedir. —Red. **1877–78 Rus–Türk savaşında Rus Komutanlığının haberlerine ve Vereşçagin’in bu yalan haberleri dokunaklı bir şekilde tasvir eden ünlü tablosuna imada bulunulmaktadır. —Red.

her şey sakin”.**

Heyhat ki, açıklayıcı layiha, geri dönen göçmenlere ilişkin verileri tam bir sessizlikle geçiştiriyor!! Tuhaf ve anlamlı bir sessizlik!

Evet, baylar, göçmenlerin sayısı 1905 yılından sonra yılda ortalama yarım milyona çıktı. Evet, 1908 yılında göç dalgası en yüksek noktasına ulaştı: bir yılda 665.000 göçmen. Ne var ki daha sonra dalga hızla geriledi, 1911 yılında 189.000’e kadar düştü. Göçmenlerin hükümet tarafından bu çok övülen “yerleştirilmesi”nin bir farfaradan ibaret olduğunun görüldüğü açık değil mi? Hükümetin, devrimin üzerinden henüz altı yıl geçmişken bir kez daha umut ve beklentilerinin enkazı önünde durduğu açık değil mi?

Ve geri dönen göçmenlerin sayısı üzerine veriler – Bay Maliye Bakanının “açıklayıcı” (gerçekte ise her şeyi gölgeleyen) layihasında dikkatle yan çizilen veriler – geri dönenlerin sayısında 1910 yılında yüzde 30–40’a, 1911 yılında ise yüzde 60’a varan korkunç bir yükselme olduğunu gösteriyor. Geri dönen göçmenlerin bu muazzam dalgası Sibirya’ya göçmek için memleketlerinde her şeylerini satan, ama şimdi tamamen mahvolmuş ve yoksullaşmış olarak Sibirya’dan geri dönmek zorunda kalan köylülerin umutsuz sıkıntılarını, sefalet ve yoksulluklarını gösteriyor.

Tamamen mahvolmuş olarak geri dönen göçmenlerin bu büyük dalgası, hükümetin göç politikasının tamamen çöküşünü çürütülemez bir açıklıkla göstermektedir. Uzun süre Sibirya’da kalan göçmenlerin çiftliklerinin kalkındığına ilişkin küçük tablolar vermek (Göç İdaresi bütçesine ilişkin açıklayıcı notta yapıldığı gibi), ama bu arada geriye dönen onbinlerce göçmenin tam ve kesin mahvından söz etmemek, verileri doğrudan tahrif etmek demektir! Bu, Duma temsilcilerini genel refah üzerine iskambil kağıdından evler ve çocuk masallarıyla atlatmak demektir, gerçekte ise sefalet ve yoksullaşmayı görüyoruz.

Maliye Bakanının açıklayıcı layihasında, geri dönen göçmenlere, bunların umutsuz ve sefalet içindeki durumlarına, tam bir yıkım içinde bulunduklarına ilişkin verilerin gizlenmesi, baylar, hükümetin gerçeği umutsuzca gizleme çabası anlamına gelmektedir. Boşuna bir çaba! Gerçek gizlenemez! Gerçek kendisini dayatır. Rusya’ya geri dönmüş olan mahvolmuş köylülerin sefaleti, Sibirya’nın mahvolmuş eski sakinlerinin sefaleti, kendisinden söz ettirmek zorunda bırakıyor.

Hükümetin göç politikasının çöküşü üzerine çıkardığım bu sonuçları açık bir şekilde anlatabilmek için, baylar, 27 yıl – yirmi yedi yıl, baylar – Sibirya’da Orman İdaresinde faaliyet göstermiş, göç işlerinin bütün girdi-çıktısını öğrenmiş, ülkemizdeki Göç İdaresi’nde meydana gelen bütün alçaklıklara katlanamayan bir memurun açıklamalarını aktaracağım.

Bu memur, devlet müşaviri Bay A. I. Komarov’dur. Bu bay 27 yıl hizmet ettikten sonra, Stolypin ve Krivoşeyin’in, Başbakan’ın ve Tarım ve Toprak Düzeni Dairesi şefinin 1910 yılında Sibirya’ya yaptıkları kötü ünlü yolculuğun bir “maskaralık yolculuğu”ndan başka bir şey olmadığını kabul etmek zorunda kalmıştır; bu, 27 yıl hizmet veren bir devlet müşavirinin kendi ifadesidir!! Bu tür “maskaralık yolculukları” ile tüm Rusya’nın dolandırılmasına katlanamadığı için görevinden istifa eden bu memur, her türlü Hazine yağmasının, ihtilasının, göç politikamızın bütün alçaklığının barbar ve mahvedeci karakterini gerçeklere uygun biçimde anlattığı özel bir broşür çıkarmıştır.

Bu broşür, “Göç İşleri Üzerine Gerçekler” adını taşıyor; 1913 yılında, yani bu yıl St. Petersburg’da yayınlanan bu broşürün fiyatı 60 kopek — içerdiği zengin teşhir malzemesiyle karşılaştırıldığında pahalı değil. Ülkemizde hükümet her zaman olduğu gibi, göç meselesinde de başka “mesele” ve “yönetim alanları”nda yaptığını tekrarlayarak bütün gücüyle gerçekleri gizliyor ve “sırların açıklanması”ndan korkuyor. Memur Komarov hizmette bulunduğu sürece kendisini gizlemek, gazetelere gönderdiği teşhir mektuplarını takma adla yazmak zorundaydı ve amirleri bunları yazanı “yakalama” çabası içindeydi. Memurların hepsi görevden ayrılma ve gerçeği söyleyen teşhir broşürleri yazma olanağı bulamazlar! Fakat böyle bir broşür temelinde bu “karanlıklar imparatorluğu”nda ne büyük bir çürüme, ne korkunç bir bozulmanın hüküm sürdüğünü göz önüne getirebiliriz.

Memur Komarov hiçbir şekilde devrimci değil. İlgisi yok! Sosyal-demokratların ve Sosyal-Devrimcilerin teorilerine karşı iyiniyetli düşmanlığını bizzat kendisi anlatıyor. Hayır, o basit, ilkel bir dürüstlük ve doğrulukla tamamen hoşnut olabilecek sıradan, son derece iyiniyetli bir Rus memuru. O, 1905 Devrimine karşı düşmanca duygular içinde olan ve karşı-devrimci bir hükümete hizmet etmeye hazır bir insan.

Fakat böyle bir insanın bile çekip gitmesi, görevini bırakması, ayağındaki tozu silkmesi daha da anlamlıdır. O, göç politikamızın “rasyonel ormancılık denen şeyin tamamen yok edilmesi” anlamına gelmesini kaldıramamıştır (s. 138). O, “eski yerleşik halkın giderek yoksullaşmasına” yol açan “eski yerleşik halkın iyi arazilerinin mülksüzleştirilmesini (yani zoralımını)” kaldıramamıştır (s. 137 ve 138). “Sibirya arazileri ve ormanlarının, bir zamanlar Başkır arazilerinin talan edilmesinin bunun yanında çocuk oyuncağı kaldığı böyle bir devlet talanını, ya da daha doğrusu yok edilmesini” kaldıramamıştır (s. 3).

İşte bu memurun çıkardığı sonuçlar:

“Büyük kapsamlı çalışmalara el atabilmek için Göç İşleri Ana İdaresi bünyesinde hiçbir hazırlığın olmaması”, “çalışmalarda plansızlık ve kalitesizlik”, “tarım için elverişsiz, susuz, ya da içmeye elverişsiz suyun bulunduğu toprakların parsel olarak tahsis edilmesi”

(s. 137). Göç dalgası yükseldiğinde memurlar baskına uğramışlardı.

“Neredeyse daha dün düzenlenen devlete ait orman alanlarını paramparça ettiler”, “sırf, göç istasyonunda bulunan ve saatlerce Göç İdaresi’nin salonunda bekleyen bitkin düşmüş, yorulmuş düzinelerce insanı yerleştirip başlarından savmak için önlerine ilk çıkanı aldılar”

(s. 11). İşte birkaç örnek. Göçmenlere göç bölgesi olarak Kurinskoye*

* Altaylar Bölgesi'nde. —Alm. Red.

gösterilir. Burası Altay Tuz Fabrikasının Rus olmayan ahalisinin elinden alınan topraklardan oluşuyordu. Rus olmayanlar talan edilmişti. Ve yeni göçmenler, içilmesi mümkün olmayan tuzlu suyla öylece kalmışlardı. Hazine, kuyu kazılması için boş yere para harcar. Sonuç sıfır. Yeni göçmenler su getirmek için 7–8 (yedi–sekiz) Verst yol gitmek zorundalar!! (S. 101.)

Mana nehrinin* yukarı kesiminde bulunan “Vyezdnoy” Mıntıkası. Buraya 30 aile yerleştirildi. Son derece zor geçen yedi yıldan sonra yeni göçmenler nihayet burada tarım yapmanın olanaksızlığını anladılar. Neredeyse tümü kaçtı. Geride kalan çok az sayıda göçmen, vahşi hayvan avı ve balık tutmakla uğraşıyorlar (s. 27).

Çuna–Angara Bölgesi Mıntıkaları:** yüzlerce toprak payı planlanmıştı. 900 pay, 460 pay vs. Fakat hiç göçmen yok. Burada yaşamak olanaksız. Dağ sırtları, bataklıklar, içmeye elverişsiz su.

Ve şimdi memur A. I. Komarov, Bay Maliye Bakanının gizlediği, geri dönen göçmenler üzerine hükümetin hoşuna gitmeyecek gerçeği dile getiriyor.

“Yüzbinlerce can” – diyor geriye dönen bu mahvolmuş göçmenlere için. “Öylesine bir unsur geri dönüyor ki – diyor memur Komarov

– eğer gerçekleşirse önümüzdeki devrimde bu unsur korkunç bir rol oynayacaktır… Geri dönen, bütün hayatı boyunca tarım işçisi olan değil … geri dönen, daha düne kadar çiftçi olan, kendisinin ve toprağın birbirinden ayrı varolabileceğini düşünmeyi aklından bile geçirmeyen birisi; ve bu insan, kendisini yerleştirmeyi beceremedikleri, onu sadece mahvettikleri için en derinden yaralanmış bu insan, her türlü devlet düzeni için korkunç bir tehlikedir” (s. 74).

Devrim korkusuyla dolu Bay Komarov böyle yazıyor. Bay Komrov sadece toprak beylerinin “devlet düzeni”nin mümkün olduğuna boş yere inanıyor. En iyi ve kültürel açıdan en ileri devletlerde çiftlik

* Yenisey’in kolu, Krasyonarsk’ta Yenisey’le birleşir. —Alm. Red. ** Angara — Yenisey’in sağ kolu; Çuna, Angara’nın sol kolu (bir başka

kolla birleşir). —Alm. Red. *** Bugünkü Batı Sibirya bölgesinde bir kent. —Alm. Red.

sahipleri olmadan da oluyor. Rusya da onlar olmadan edebilir, hem de halkın yararına olarak.

Komarov eski yerleşik halkın yıkımını teşhir ediyor. Eski yerleşik nüfusun talan edilmesi sonucunda “kötü ürün” – gerçekte ise açlık –, şimdiden “Sibirya İtalya’sı”nı, yani Minusinsk Mıntıkasını***

bile kırıp geçirmeye başladı. Bay Komarov Hazine’nin işverenler tarafından talan edildiğini; memurlar tarafından hazırlanan hesap ve planların tamamen fiktif, yani uyduruk karakterini; milyonlar yutan Obi–Yenisey Kanalı gibi işe yaramaz çalışmalarını; yüzlerce milyon rublenin israf edildiğini teşhir ediyor.

Bütün göçlerimiz – diyor tanrıdan korkan alçakgönüllü memur – “tek ve çirkin bir şakadan” ibarettir (s. 134).

Bay Maliye Bakanının gizlediği geri dönmüş göçmenlere ilişkin gerçek budur! Göç politikamızın tamamen çöküşü gerçekte böyledir! Gerek Rusya’da gerekse de Sibirya’da yıkım ve yoksullaşma. Arazilerin talan edilmesi, ormancılığın yokedilmesi — düzme hesaplar, resmi yalanlar ve ikiyüzlülük.

Şimdi de bireysel çiftlikler sorununa geçiyorum.

Bay Maliye Bakanının açıklayıcı layihası, göç sorununda olduğu gibi bu sorunda da bize aynı genel, hiçbir şey ifade etmeyen, resmi ikiyüzlü verileri (daha doğrusu sözde verileri) sunuyor.

Bize 1912 yılına kadar 1,5 (bir buçuk) milyon çiftliğin Köy Birliği’nden çıktığı, bir milyondan fazla çiftliğin bireysel çiftlik haline geldiği açıklanıyor.

Fakat bireysel çiftlik sahiplerinin gerçek iktisadının durumunun ne olduğu üzerine, hükümet raporlarının hiçbirinde hiçbir yerde bir tek de olsa doğru söz söylenmiyor!!

Oysa biz, (artık hayatta olmayan İvan Andreyeviç Konovalov gibi) dürüst gözlemcilerin yeni toprak mülkiyeti ilişkileri üzerine anlatımlarından, köye ve köylülerin yaşamına ilişkin kendi gözlemlerimizden de, birbirinden tamamen farklı iki tür (kategori) bireysel çiftlik sahibi olduğunu biliyoruz. Bu iki türü harmanlayıp genel veriler sunduğunda hükümet halkı sadece aldatmaktadır.

Bireysel çiftlik sahiplerinin bir türü, son derece az bir bölümü, yeni toprak mülkiyeti ilişkilerinden önce de son derece iyi yaşayan zengin köylüler, Kulaklardır. Köy Birliği’nden ayrılan ve köy yoksullarının pay toprağını satın alan bu köylüler, hiç kuşkusuz başkalarının sırtından zenginleşiyor ve halk kitlelerini daha çok mahvediyor ve köleleştiriyorlar. Fakat bu tür bireysel çiftlik sahipleri, tekrar ediyorum, son derece azdır.

Asıl ağırlığı, hem de ezici ağırlığı bireysel çiftlik sahiplerinin diğer türü, ne yapacaklarını bilemedikleri için çaresizlikten bireysel mülk sahibi olan yoksul, sefalete düşmüş köylüler oluşturmaktadır. “Başka bir çıkış yolu bilmiyorum, o nedenle bireysel çiftlik sahibi oldum” – diyor bu köylüler. Zavallı bir çiftlikte, aç ve bitkin bir halde, göç yardımı almak, çiftlik kurmak için borç almak amacıyla son saman çöpüne sarılıyorlar. Bireysel çiftliklerinde en umarsız bir uğraş veriyorlar; banka ödemelerini denkleştirebilmek için tüm tahılı satıyorlar; sürekli borç içindeler; umutsuz bir sefalet içindeler; dilenci gibi yaşıyorlar; ödemeleri yapamadıkları için çiftliklerinden sürülüyor ve sonunda evsiz ve topraksız serserilere dönüşüyorlar.

Ve resmi veriler bize, hiçbir şey ifade etmeyen fiktif bir refah tablosu sunacak yerde, toprak kulübelerde yaşayan, hayvanlarıyla aynı mekânı paylaşan, insanların çalışmaktan bitkin düştüğü, yetersiz beslendiği, çocukların lime lime giysiler içinde ve hasta oldukları bu dilenciler kadar yoksul bireysel çiftlik sahiplerinin gerçek sayısını verseydi, bu durumda “bireysel çiftliklere ilişkin gerçeği” öğrenirdik.

Fakat asıl mesele, tam da, hükümetin bireysel çiftlikler üzerine bu gerçeği bütün araçlarla gizlemesidir. Köylü yaşamının özgür ve bağımsız gözlemcileri kovuşturmaya uğramakta ve köylerden sürülmektedir. Gazetelere yazı yazan köylüler, Rusya’da bile görülmedik bir zorbalıkla karşılaşıyor, polisin ve resmi makamların külfet ve kovuşturmasına uğruyor.

Bir avuç zengin bireysel çiftlik sahibi, zenginleşen köylü kitleleri olarak gösteriliyor! Kulaklar üzerine resmi yalan, köy gerçeği olarak gösteriliyor! Fakat hükümet gerçeği gizlemeyi başaramayacaktır. Hükümetin yoksullaşan ve açlık çeken köye ilişkin gerçekleri gizleme çabası, köylülük arasında sadece haklı bir öfke ve kine yol açıyor. Geçtiğimiz yılda ve bir önceki yılda olduğu gibi, düzinelerce milyon köylü aç kaldığında, bu olgu, bireysel çiftliklerin faydalı etkisi masallarının yalancılığını ve ikiyüzlülüğünü, her türlü uzun açıklamalardan çok daha iyi açığa çıkarıyor. Bu olgu, Rus köyünün hükümetin tarım politikasının değişmesinden sonra da, Stolypin’in kötü ünlü reformlarından sonra da, serflik altında olduğu gibi boyunduruk, sömürü, sefalet ve haklardan yoksunluk altında iki büklüm kalmaya devam ettiğini çok açık biçimde gösteriyor. Birleşik Soylular Konseyi’nin “yeni” tarım politikası, eski derebeylerine ve onların binlerce, onbinlerce desiyatinlik muazzam çiftliklerinin boyunduruğuna dokunmamıştır. “Yeni” tarım politikası, eski büyük toprak sahiplerini ve bir avuç köy burjuvazisini zenginleştirmiş, köylülüğün büyük kütlesini ise daha da yıkmıştır.

“Güçlüden yanayız” diye haykırıyordu, artık hayatta olmayan Stolypin, tarım politikasını açıklar ve savunurken. Bu sözcükleri, ender doğrulukta sözler, bir Bakanın istisnai olarak doğru sözleri olarak akıllarda tutmakta, belleklere kazımakta yarar var. Köylüler bu doğru sözleri gayet iyi anladılar ve bunların doğruluğunu kendi etlerinde ve kemiklerinde yaşadılar, çünkü bu sözler yeni yasaların da zenginler için ve onlar tarafından yazılmış yasalar olduğu, yeni tarım politikasının zenginler için bir politika olduğu ve zenginler tarafından uygulandığı anlamına gelmektedir. Köylüler, beyler Duma’sının beyler için yasalar çıkardığı, hükümetin derebeyi çiftlik sahiplerinin Rusya üzerindeki egemenliğinin organı ve iradesinin organı olduğu “kurnazca olmayan” mekanizmasını anladılar.

Stolipin “ünlü” (acıklı ünlü) “güçlüden yanayız” sözüyle köylülere bunu öğretmek istiyorduysa, Stolypin’in yoksullaşmış ve öfkeli köylüler arasında son derece iyi öğrenciler bulduğuna ve bulacağına eminiz; bu köylüler hükümetin kimden yana olduğunu kavradıktan sonra, kendilerinin kimden yana olmaları gerektiğini daha da iyi anlayacaklardır: işçi sınıfından ve onun özgürlük mücadelesinden yana. Boş sözler etmemek için, İvan Andreyeviç Konovalov gibi becerikli ve davasına sınırsız bağlı bir gözlemci tarafından hayatın içinden alınmış bazı örnekler vereyim (İvan Konovalov: “Günümüz Köyünden Anlatılar”, St. Petersburg 1913, fiyatı 1 ruble 50 kopek. Sayfa numaraları alıntılarda verilecek.)

Orel ili Livny kazasında dört çiftlik bireysel işletmelere ayrılmıştır: Grandük Andrey Vladimiroviç’inki — 5000 desiyatin, Polyakov’unki — 900 desiyatin, Nabakov’unki — 400 desiyatin, Korf’unki — 600 desiyatin. Toplam yaklaşık 7000 desiyatin. Bireysel işletmelerin büyüklüğü 9 desiyatin olarak saptandı ve ancak istisnai hallerde 12 desiyatine çıkıyordu, böylece toplam altı yüzden fazla bireysel çiftlik ortaya çıktı.

Bu rakamların anlamını daha iyi anlatabilmek için, 1905 yılı Orel ili resmi istatistiklerinin verilerini aktarıyorum. Bu ilde beş soylunun

143.446 desiyatin toprağı vardı, yani her birine ortalama 28.000 desiyatin toprak. Bu kadar muazzam çiftliklerin sahipleri tarafından tamamen tek başlarına işletilemeyeceği, bunların sadece köylülerin ezilmesine ve köleleştirilmesine hizmet ettiği açıktır. Orel ilinde 1905 yılında çiftlik başına 5 desiyatin pay toprağına sahip eski çiftlik köylülerinin

173.000 desiyatin toprağı olan 44.500 çiftliği vardı. Büyük toprak sahiplerinin her biri 28.000 desiyatin, yoksul “çiftlik” köylülerinin her biri 4 desiyatin toprağa sahipti.

500 ve daha fazla desiyatin toprağa sahip soylular, 1905 yılında Orel’de 378 kişiydi ve toplam 592.000 desiyatin toprağa sahipti, yani her birine ortalama 1500 desiyatinden fazla toprak düşüyordu. Buna karşılık Orel ilinde çiftlik başına 7 desiyatine kadar pay toprağına sahip “eski çiftlik” köylülerinin sayısı — 647.000 desiyatine sahip

124.000 çiftlikti, yani çiftlik başına 5 desiyatin.

Buna bakarak, Orel köylülerinin derebeyi çiftlikleri tarafından ne kadar ezildiği ve bireysel çiftliklere ayrılan Livny kazasındaki dört çiftliğin sefalet ve yoksulluk denizinde nasıl bir damla olduğu yargılanabilir. Peki ama 9 desiyatin toprağa sahip bireysel mülk sahipleri nasıl yaşıyorlar?

Toprağın fiyatı desiyatin başına 220 ruble olarak saptanmıştır. Yılda ödenecek miktar 118 ruble 80 kopektir (yani bir desiyatinlik ekim alanı için yaklaşık 20 ruble). Bu tür ödemeler yoksul köylünün gücünü aşmaktadır. Eline birazcık para geçmesi için yoksul köylü, toprağının bir bölümünü son derece ucuz biçimde devreder. Banka ödemelerini yapabilmek için bütün tahılını satar. Elinde ne tohumluk, ne de yiyecek bir şey kalır. Yeniden borç alır ve yeniden toprak köleliğine düşer. Bir atı vardır, ineğini satmıştır. İş aletleri eskiden kalmadır. İşletmesini ıslah etmeyi düşünmesi bile olanaksızdır. “Çocukcağızlar sütün sadece tadını değil, rengini bile unuttular” (s. 198). Böyle bir çiftçi ödemelerini zamanında yapmazsa, toprağından sürülür ve böylece yıkım tamamlanır.

Bay Maliye Bakanı açıklayıcı layihasında, köylülerin yeni tarım düzeni, daha doğrusu düzensizliği tarafından bu yıkımını safça gizleme çabasındaydı.

Açıklayıcı layihanın ikinci bölümünün 57. sayfasında Bay Maliye Bakanı, 1911 yılının sonuna kadar topraklarını satmış olan köylülerin sayısını veriyor. Bu sayı 385.407 ailedir.

Ve Bay Maliye Bakanı “teselli ediyor”: Satın alanların sayısı (362840) “satanların sayısına çok yakın” (385407). Bir satıcıya 3,9 desiyatin, buna karşılık bir alıcıya 4,2 desiyatin toprak düşmektedir (Açıklayıcı Layiha, s. 58).

Teselliye bakın. Birincisi, bizzat bu resmi veriler bile, satın alanların sayısının satanların sayısından az olduğunu gösteriyor. Demek ki köyün yıkımı ve yoksullaşması artmaktadır. Ve ikincisi: pay toprağı satın alanların, saptanan az miktarda pay toprağından fazlasını satın almayı yasaklayan yasayı, karılarının, akrabalarının ve maşalarının adına satın alarak aştıklarını kim bilmiyor ki?? Köylüler arasında, zorunluluğun dayatmasıyla, kiralama ve benzeri gibi bin türlü başka biçimler görüntüsü altında toprak satma sisteminin son derece gelişmiş olduğunu kim bilmiyor ki? Yarı Kadetlerden yana, yarı Oktobristlerden yana olan Prens Obolenski’nin “Ruskaya Mysl”daki makalelerine şöyle bir bakın, tamamen feodal görüşlere sahip bu büyük toprak sahibinin bile, zenginler tarafından muazzam ölçülerde pay toprağı satın alındığı gerçeğini ve bunun, yasa bin türlü biçimde punduna getirilerek maskelendiğini kabul ettiği görülecektir!!

Hayır baylar! Hükümetin ve soyluların “yeni” tarım politikası, soyluların yapabilecekleri ve bu arada mülklerini ve gelirlerini zarar görmeden koruyabilecekleri herşeyleri idi (evet, hatta bunlar gelirlerini toprak satış fiyatlarını yükseltme ve “Köylü Bankası”nın soylulara yaptığı binlerce küçük armağan yoluyla yükseltmişlerdir).

Ve soyluluğun bu “herşeyi” bir hiç çıktı. Köy daha da yoksullaşmış, daha da öfkelenmiş durumdadır. Köyde korkunç bir öfke egemen. Vahşilik olarak adlandırılan şey, esas olarak köylülerin inanılmaz öfkelerinin sonucu ve protestolarının başlangıç biçimleri

dir.[111]

Ne takibatlar, ne cezalandırmaların şiddetlenmesi, bugün “tarım ilişkilerinin düzenleyicileri” tarafından şimdiye kadar görülmedik bir hız, duygusuzluk ve gaddarlıkla mahvedilen milyonlarca aç köylünün bu öfkesini ve bu protestosunu ortadan kaldıramayacaktır.

Hayır, soylu ya da Stolypinci tarım politikası çare değil, Rusya’da tarım sorununun yeni bir çözümüne özellikle acı dolu bir yaklaşımdır. Bu çözümün nasıl olması gerektiğini, toprak sahiplerinin binlerce geciktirme, sürüncemede bırakma ve engellemelerinden sonra toprağın yine de çiftçilerin eline geçtiği İrlanda’nın kaderi bile dolaylı olarak göstermektedir.

Rusya’da tarım sorununun özünün neden ibaret olduğunu, en çarpıcı biçimde büyük toprak mülkiyetine ilişkin veriler göstermektedir. Bu veriler hükümetin 1905 yılındaki resmi istatistiklerinde vardır ve Rus köylülüğünün kaderiyle, ülkemizin tüm politikasında meselelerin durumuyla ciddi olarak ilgilenen herkes, bu veriler üzerinde dikkatle durmalıdır.

Avrupa Rusya’sında büyük toprak mülkiyetini inceleyelim. 62 milyon desiyatin toprağa sahip 27.833 büyük toprak sahibinin her birinin 500 desiyatinden fazla toprağı bulunuyor!! Buna Çarlık hanedanının topraklarıyla Ural’daki çiftlik işletmecilerinin büyük çiftliklerini eklersek, 30.000’den az büyük toprak sahibinin elinde 70 mil-yon desiyatin toprağın bulunduğu görülür. Bu, en büyük büyük toprak sahiplerinin ortalama 2000 desiyatinden fazla toprağı ellerinde bulundurdukları anlamına gelir. Bu latifundiyaların, yani Rusya’daki en büyük çiftliklerin hangi çapa ulaştığı, 699 büyük toprak sahibinden her birinin 10.000 desiyatinden fazla toprağa sahip olmasından anlaşılır. Bu kodamanların, ya da “en büyükler”in her birine neredeyse

30.000 desiyatin (29.754) düşmektedir!!

Avrupa’da, hatta bütün dünyada, derebeyi büyük toprak mülkiyetinin böylesine muazzam ölçülerde ayakta kaldığı bir başka ülke bulmak kolay değildir.

Ve en önemlisi de, bu topraklar üzerinde ancak kısmen kapitalist bir iktisat yürütülmesi, yani toprağın ücretli işçiler tarafından ve mülk sahibinin araçlarıyla işlenmesidir. Çok büyük kısmı itibariyle ise daha ziyade angarya tarzında bir iktisat yürütülmektedir, yani büyük toprak sahipleri, köylüleri, yüz, üç yüz, beş yüz yıl önce olduğu gibi, çiftlik beyinin topraklarını köylünün atıyla, köylünün iş aletleriyle işlemeye zorlayarak köleleştirmektedirler.

Bu kapitalizm değildir. Bu, Avrupaî iktisat tarzı değildir, Bay sağcılar ve Oktobristler, Rusya’nın tarımını “Avrupaîleştirmek” (yani Avrupaî tarza dönüştürmek) istemekle övünen sizler bunu kabul edin! Hayır, bu hiç de Avrupaî tarz değildir. Bu eski Çin tarzıdır. Bu, Türk tarzıdır. Bu, angarya iktisadı tarzıdır.

Bu, mükemmelleştirilmiş iktisat değil, bilakis tarım tefeciliğidir. Bu, eski, ezeli köleleştirmedir. En iyi yılda bile dilenci gibi yoksul ve yarı aç kalan, güçsüz, aç bir ata, eski, zavallı ve sefil aletlere sahip köylü, nereye başvuracağını bilemediği için, kendini çiftlik sahibinin, “beyefendi”nin köleleştirmesine izin verir.

“Beyefendi”, köylü bu suretle köleliğe düşmeden ona ne toprak, ne geçit, ne yalak, ne otlak, ne de orman alanı kiralar. Köylü “yasaya aykırı” biçimde ağaç keserken yakalandığında ne olur? Koruculardan, Çerkezlerden vs. dayak yer ve sonra Duma’da tarımımızın ilerlemesi ve Avrupa’yı örnek almamız konusunda coşkulu konuşmalar yapan “beyefendi”, dövülen köylüyü şu seçenekle karşı karşıya bırakır: Ya hapsi boylayacak, ya da çalışarak ödeceyektir, iki üç desiyetin sürecek, ekecek ve hasat kaldıracaktır! Otlayan hayvanların verdiği zararlar için aynı şey. Kışın alınan borç tahıl için aynı şey. Çayır ve otlaklar için aynı şey, bunun bir türlü sonu gelmez.

Bu, çiftlik sahiplerinin büyük iktisadı değildir. Köylülerin köleleştirilmesidir. Bu, binlerce desiyatinlik çiftlikler sayesinde, köylüleri her yandan sıkıştıran ve ezen büyük toprak sahiplerinin çiftlikleri sayesinde, sefalete düşmüş milyonlarca köylünün angaryacı sömürüsüdür!!

Bireysel iktisatlar bir avuç zengine yarıyor. Ne var ki kitle eskiden olduğu gibi yine aç. Neden Avrupa’da çoktan beri kıtlık çekilmiyor acaba, bay toprak sahipleri? Neden orada 1910–1911 yılında bizim ülkemizde olduğu gibi korkunç açlık felaketleri sadece serflik döneminde yaşanmıştır?

Avrupa’da angarya köleliği yok da ondan. Avrupa’da zengin ve orta köylüler var, gündelikçiler var, ama tümüyle ve bütünüyle mahvolmuş, sefalet içinde, sürekli bir eziyet ve angarya altında şaşkına dönmüş, bütün haklardan yoksun, çaresiz, “beyefendi”ye bağımlı köylüler yok da ondan!

Ne yapılabilir? Çare nedir?

Tek bir çare var: köyün bu derebeyi latifundiyalarının boyunduruğundan kurtarılması, bu yetmiş milyon desiyatin toprağın toprak sahiplerinin elinden, tazminatsız, köylülere geçmesi.

Sadece bu yol, Rusya’yı gerçekten de bir Avrupa ülkesine benzetecektir. Sadece bu yol, milyonlarca Rus köylüsüne nefes aldıracak ve kendine getirecektir. Sadece bu yol, Rusya’yı: dilenci gibi yoksul, çiftlik sahiplerine köleliğin iki büklüm ettiği ve sürekli açlık çeken bir köylüler ülkesinden, “Avrupaî ilerleme”nin bir ülkesine; okuma yazma bilmeyenler ülkesinden eğitimli bir ülkeye; gerilik ve umutsuz bir durgunluk ülkesinden, gelişmeye ve ilerlemeye yetenekli bir ülkeye; hakların bulunmadığı bir kölelik ülkesinden özgür bir ülkeye dönüştürmeyi mümkün kılacaktır.

Ve özgür, demokratik kurumlar yolu dışında sosyalizme giden bir başka yolun olmadığı ve olamayacağı bilinciyle, işçi sınıfı partisi, hükümetin izlediği tarım politikasıyla Rusya’yı bir kez daha soktuğu çıkmaz sokaktan çıkış yolunu gösteriyor; bu yol, tüm çiftlik beyi arazilerinin tazminatsız olarak köylülere geçmesidir, tam politik özgürlüğün yeni bir devrimle ele geçirilmesidir.

Haziran 1913

TARIM SORUNU VE RUSYA’NIN BUGÜNKÜ DURUMU

Bir Yazarın Notları[112]

Bu konu üzerine dergilerde kısa süre önce iki ilginç makale yayınlandı. Bu makalelerden biri Tasfiyecilerin “Naşa Zarya”sında (1913, yazarı N. Rojkov), diğeri sağ Kadetlerin “Ruskaya Mysl”ında (1913, No. 9, yazarı Y. Y. Polfyerov) çıktı. Bu iki yazarın birbirinden tamamen habersiz yazdıklarına ve tamamen farklı önkoşullardan hareket ettiklerine kuşku yoktur.

Yine de iki makalenin benzerliği beklenmedik ölçüde büyük. Liberal işçi politikacılarının düşünceleriyle karşı-devrimci liberal burjuvaların düşüncelerinin ilkesel akrabalığı – bu, iki makaleye de özel bir değer yüklüyor – burada çarpıcı biçimde görülebilir.

N. Rojkov’un materyali Bay Polfyerov’unkiyle tıpatıp aynı, ikincisininki sadece daha kapsamlı. 1905 Devriminden sonra Rusya tarımında kapitalizm büyüyor. Tahıl ve toprak fiyatları yükseliyor; tarım makineleri ve gübre ithalatı, hakeza bunların iç üretimi yükseliyor. Küçük kredi kuruluşları çoğalıyor, Köy Birliği’nden ayrılıp bireysel mülk sahibi haline gelen köylülerin sayısı artıyor. Ücretler yükseliyor (N. Rojkov’un bildirdiğine göre, 1890’dan 1910’a kadar yüzde 44,2 oranında artmış, ne var ki Rojkov bu zaman dilimi içinde pahalılığın artışını unutuyor!). Pazar için üretim yapan hayvancılık, sütçülük, otçuluk, yanı sıra tarımsal eğitim gelişiyor.

Bütün bunlar çok ilginç, söyleyecek bir şey yok. Marksizmin bakış açısından kapitalizmin gelişiminin durdurulamayacağına kuşku olamazdı. Yazarlar bunu yeni verilerle aydınlatmaktan başka bir şey yapmamış olsalardı, onlara müteşekkir olmamak elimizden gelmezdi.

Fakat püf noktası, bu verilerin değerlendirilmesinde, onlardan çıkarılan sonuçlarda yatıyor. N. Rojkov bunu yaparken öyle dokunaklı bir gayretkeşlik içinde ki:

“Çiftlik beyi, derebeyi iktisadının burjuva, kapitalist iktisada dönüşümü tamamlandı… Tarımın burjuva ilişkilere geçişi, tamamlanmış, itiraz kabul etmeyen bir olgudur… Eski biçimiyle tarım sorunu Rusya’da gündemden kalkmıştır… Ceset – eski biçimiyle tarım sorunu – yeniden canlandırılmaya çalışılmamalıdır.”

Çıkarılan sonuçlar, okurun da gördüğü gibi, kesinlikle net ve kesinlikle … tasfiyecidir. Tasfiyecilerin dergisinin yazı kurulu, makaleyi (çoktan beri mihanikî-ilkesiz yazı kurullarında gelenek haline gelmiş olduğu üzre) küçük bir ihtiraz kaydıyla donatmıştır:

“… birçok şeyle hemfikir değiliz… Biz, N. Rojkov’un yaptığı gibi, böylesine kesin biçimde, Rusya’nın 9 Kasım ve 14 Haziran yasalarıyla belirlenen yola gireceğini iddia etmenin olanaksız olduğunu düşünüyoruz”…

Tasfiyeciler, N. Rojkov gibi “böylesine” kesin “değil”ler! Meseleye ilişkin ne derin, ilkesel bir tutum!

N. Rojkov makalesiyle Marksizmin bir dizi ilkesini ezberlediğini, ama bunları anlamadığını bilmem kaçıncı kez kanıtlamıştır. O nedenle bu ilkeler N. Rojkov’dan kolayca “uçup gitmiş”tir.

Rus tarımında kapitalizmin gelişmesi 1861–1904 yılları arasında da cereyan etti. Bugün Rojkov ve Polfyerov’un değindiği belirtiler daha o zaman mevcuttu. Kapitalizmin gelişmesi 1905 yılındaki burjuvademokratik krizi ortadan kaldırmayıp, bilakis onu hazırladı ve şiddetlendirdi. Neden? Çünkü eski, yarı-derebey ve doğal iktisadın altı oyulmuştu, fakat yeni, burjuva iktisadı için koşullar henüz oluşmamıştı. 1905 krizinin olağanüstü şiddetinin nedeni budur.

Bu tür krizler için temel ortadan kalkmıştır — diye açıklıyor Rojkov. Soyut konuşulduğunda, yani Rusya’dan değil, 1913 yılından değil, genel olarak kapitalizmden söz edildiğinde, bu elbette mümkündür. Marksistler elbette sadece özel koşullar altında (her zaman ve her yerde değil) burjuva-demokratik bir tarım sorununun varlığını kabul ederler.

Fakat Rojkov, çıkardığı somut sonuçları pekiştirmek istediği ölçüde hangi iddiaları kanıtlaması gerektiğini anlamaktan bile yoksun.

Köylüler durumlarından hoşnut değiller mi? — “Fakat köylüler hiçbir yerde durumlarından hoşnut değiller” diye yazıyor Rojkov.

Batı Avrupalı köylünün – kırdaki tüm sistemleri ve hukuki durumları burjuva olan ve “Nizam Partisi”ni[113] oluşturan bu köylülerin – hoşnutsuzluğunu Rusya’daki kıtlıkla, köyün zümresel tam bir boyun eğmişliğiyle, hukuk alanında tam bir derebeyi rejimiyle vs. karşılaştırmak ve özdeşleştirmek — bu sadece çocukça bir komikliktir. Rojkov ağaçlardan ormanı göremiyor.

Kapitalizm gelişiyor, angarya (çalışarak ödeme sistemi) kalkıyor, diye yazıyor.

“Çiftlik sahiplerinin muazzam çoğunluğu – diye yazıyor liberal Polfyerov – … sırf köylülerin parasızlığının ve topraksızlığının sonucu olan toptan ödeme değil de pey ödeme sistemini gittikçe daha çok geliştiriyorlar.”

“Ruskaya Mysl”ın liberali, Tasfiyeci “Naşa Zarya”nın eski Marksistinden daha az naif bir iyimser!

N. Rojkov, bugünkü köyde yarıcılık, çalışarak ödeme sistemi, angarya ve toprak köleliğinin yaygınlık derecesi üzerine verilere hiçbir şekilde değinmemiştir. Rojkov şaşılacak bir düşüncesizlikle bu kurumların yaygınlığının hâlâ büyük olduğu gerçeğine yan çizmiştir. Ve buradan burjuva-demokratik krizin daha da şiddetlendiği sonucu çıkmaktadır. Cesedi canlandırmayın – diye yazıyor Tasfiyeci, 1905’in taleplerini başka sözcüklerle “ceset” olarak ilan eden liberali taklit ederek.

Bizim yanıtımız şu oldu: Markov ve Purişkyeviç ceset değildir. Bunları ortaya çıkarmış olan ve bugüne kadar da hâlâ ortaya çıkaran ekonomi ceset değildir. Bu sınıfa karşı mücadele, sınıf hedefleri için canlı bir anlayışla canlı işçilerin canlı görevidir.

Bu görevden vazgeçmek, Rojkov gibi “böylesine kesin” konuşmayan, ama hepsi de (özellikle toprak mülkiyeti sorununda)

tarımsal Purişkyeviççiliğe ve politik Purişkyeviççiliğe karşı
mücadeleyi unutan ya da yok eden Tasfiyecilerin cesetvari
çözülüşünün bir işaretidir.

Ülkemizde Purişkyeviçlerin egemenliği, köyde çalışarak borç ödeme, toprak köleliği, angarya, serflik olarak, burjuva ekonomisi için en temel genel koşulların eksikliği olarak nitelenen aynı madalyonun öbür yüzüdür. Eğer tepede milyonların sahipleri (Guçkov ve ortakları) homurdanıyorsa, o zaman dolayısıyla tabanda milyonlarca küçük mülk sahibi (köylüler) için koşullar tamamen inanılmazdır.

İşçiler, Purişkyeviççiliğin köklerine karşı mücadeleyi görev edindiklerinde, kendilerine yabancı bir şeyi “canlandırmak” için “kendi öz” görevlerini herhangi bir biçimde asla bir kenara itmiyorlar. Hayır. Tam da bunu yaparken, kendi mücadelelerinin, kendi sınıflarının demokratik görevleri üzerine netleşirler, bunu yaparken geniş kitlelere demokrasiyi ve sosyalizmin abecesini öğretirler. Çünkü ancak “Prusya imparatorluk sosyalizmi” (Marx’ın Schweitzer’e karşı söylediği gibi),[114]genelde Purişkyeviççiliğin ve özelde tarımsal Purişkyeviççiliğin feodal mutlak gücünü dikkate almayacak durumdadır.

Rojkov, kendisi de farketmeksizin, yoğunlaşma olmadan “toprağın basitçe paylaştırılması”nın “kurtuluş” olmayacağını açıklayan Polfyerov’un seviyesine düşmüştür! Sanki yoğunlaştırma, Purişkyeviççiliğin ortadan kaldırılmasıyla yüz kat hızlı gerçekleşmeyecekmiş gibi! Sanki tüm halktan, Purişkyeviççilik tarafından deforme edilen ve geciktirilen kapitalizmin tüm gelişiminden değil de, yalnızca tek başına köylülerden – onlara “pay etmek” ya da etmemek – söz ediliyormuş gibi!

Rojkov, her şeyi kapsayan “koalisyon özgürlüğü” şiarının (bkz. bu şiarın 23 Ekim 1913’te Devlet Duması’nda Tulyakov’un liberal konuşmasında ve Badayev’in Marksist konuşmasında ele alınışı),[115] tarım sorununun bugünkü durumu üzerine rahatlatmayla bağıntısını göstererek, Tasfiyeciliğin özünü ele verdi.

Bu bağıntı objektif bir olgudur; “küçük ihtiraz kayıtları” ile “Naşa Zarya” bunu ortadan kaldıramaz.

Bütün halkı, tüm yaşamda Purişkyeviççiliği, köylülüğün açlığını, çalışarak ödemeyi, angaryayı, serfliği düşünmeyi bırakın ve “legalite” için, reformlardan biri olarak “koalisyon özgürlüğü” için mücadele edin — işçilere burjuvazi tarafından telkin edilen düşünceler bunlardır. Rojkov ve Tasfiyeciler onu sadece bilinçsizce geriden izliyorlar.

Biz ise, proleterin, tüm emekçi kitlelerin ileri temsilcisinin, ancak burjuvaziye karşı mücadele adına ve onun yararına her bakımdan Purişkyeviççilikle mücadele ederek kendi kurtuluşuna doğru da ilerleyebileceğine inanıyoruz. Marksisti liberal işçi politikacısından ayıran düşünceler bunlardır.

Kasım 1913