8. ÜTOPİST KARL MARX VE PRATİK ROSA LUXEMBURG
Rosa Luxemburg Polonyanın bağımsızlığını bir ütopya olarak açıklar ve bunu bıktırasıya tekrarlarken alayla haykırıyor: İrlandanın bağımsızlığı talebi neden ileriye sürülmesin?
Anlaşılan pratik Rosa Luxemburg, İrlandanın bağımsızlığı sorununda Karl Marxın nasıl tavır aldığını bilmiyor. Oportünist değil, gerçek Marksist bir bakış açısından somut bir ulusal bağımsızlık talebinin tahlilini göstermek için bu konu üzerinde durmak gerekiyor.
Marx, tanıdığı sosyalistleri, kendi deyimiyle yoklama, bilinçlerini ve inançlarını sınama adetindeydi. Lopatinle tanıştıktan sonra Marx 5 Temmuz 1870de Engelse, genç Rus sosyalisti hakkında son derece gönül okşayıcı bir değerlendirme yazdı, ama şunu da ekledi:
Zayıf nokta:
Polonya.
Burada aynen bir İngilizin say an English chartist of the old school (yani eski ekolden bir İngiliz Chartistinin) İrlanda hakkında konuştuğu gibi konuşuyor.
Marx, ezen ulus mensubu bir sosyaliste, ezilen ulusa ilişkin tavrını soruyor ve hemen egemen ulusların (İngiliz ve Rus) sosyalistlerinin genel hatasını açığa çıkarıyor: ezilen uluslara karşı sosyalist görevlerini anlamama, büyük güç burjuvazisinden devralınan önyargıların usandırıcı tekrarı.
Marxın İrlanda üzerine pozitif açıklamalarına geçmeden önce, Marx ve Engelsin ulusal soruna genelde katı eleştirel yaklaştıklarını ve onu sınırlı tarihsel önemine göre değerlendirdiklerini önceden belirtmeliyiz. Böylece Engels 23 Mayıs 1851de Marxa, Polonya sorununda tarihi inceleyerek karamsar sonuçlara vardığını, Polonyanın öneminin zamanla sınırlı olduğunu ve Rusya tarım devriminin içine çekildiğinde önemini yitireceğini yazdı. Polonyanın tarihteki rolü, cesur, kavgacı aptallıktı.
Polonyanın yalnızca Rusyaya karşı bile, ilerlemeyi başarıyla temsil ettiği ya da tarihsel önemde herhangi birşey yaptığı tek bir an bile iddia edilemez.
Rusya, şövalyevari-tembel Polonyadan çok daha fazla uygarlık, kültür, sanayi, burjuvazi unsurlarına sahipti. Varşova ve Krakau, Petersburg, Moskova, Odessa vs.. vs. karşısında nedir ki! Engels, Polonya aristokrasisinin bir ayaklanmasının başarısına inanmıyordu.
Fakat dahice bir keskin zekâyı içeren tüm bu düşünceler Engels ve Marxı, on iki yıl sonra, Rusya hâlâ uyurken Polonya alevlendiğinde, Polonya hareketine içten ve ateşli bir biçimde katılmaktan en ufak biçimde alıkoymadı.
1864 yılında Enternasyonalin açış konuşmasını kaleme alırken, Marx Engelse (4 Kasım 1864te), Mazzini milliyetçiliğine karşı mücadele etmek gerektiğini yazdı.
Konuşmada uluslararası politika geçtiği ölçüde, nationalitiesden (milliyetlerden) değil, countriesden (ülkelerden) söz ediyorum ve minores gentiumu (daha küçükleri, daha az önemlileri) değil Rusyayı suçluyorum diye yazıyordu Marx.
İşçi sorunuyla karşılaştırıldığında, ulusal sorunun tali önemi Marx için kuşkusuzdu. Fakat teorisi, ulusal hareketleri görmezlikten gelmekten fersah fersah uzaktır.
1866 yılı geldi. Marx Engelse Paristeki Proudhon kliği hakkında şunları yazdı: bu klik
milliyetleri saçmalık olarak ilan ediyor, Bismarck ve Garibaldiye saldırıyor vs. Şovenizme karşı polemik olarak, yaptıkları yararlıdır ve açıklanabilir. Fakat, Fransadaki baylar la misère de lignorance (cahillik belasını) ortadan kaldırana dek bütün Avrupanın kıçı üzerinde sessizce oturmak zorunda olduğunu ve oturacağını düşünen Proudhonun müritleri olarak (şimdiye kadar çok
* Mevcut hükümete karşı miting; ayaklanma çağrısı.
ÇN.
iyi dostlarım olan Lafargue ve Longuet de bunlara dahildir)
gülünçtürler. (7 Haziran 1866 tarihli mektup.)
Dün diye yazıyordu Marx 20 Haziran 1866da International Councilde şimdiki savaş meselesi hakkında tartışma vardı
Tartışma, öngörülebileceği gibi, genel olarak milliyetler sorununa ve bizim buna ilişkin tavrımıza geldi dayandı
Ayrıca jeune Franceın (Genç Fransa) (işçi olmayan) temsilcileri, bütün milliyetlerin ve milletlerin bizzat des préjugés surannées, (eskimiş önyargılar) olduğunu açıkça bildirdiler. Proudhonize olmuş Stirnerizm
bütün dünya, Fransızlar bir sosyal devrim yapacak olgunluğa erişene dek bekleyecek
Konuşmamı, milliyetleri ortadan kaldıran dostumuz Lafargueın vs., bizlere Fransızca, yani dinleyicilerin onda dokuzunun anlamadığı bir dilde hitap ettiğini söyleyerek açtığımda, İngilizler çok güldü. Ayrıca onun, milletleri yadsırken, tamamen bilinçsizce, bunların örnek Fransız ulusu içinde massedilmesini anlıyor gibi göründüğünü ima ettim.
Marxın bütün bu eleştirel notlarından çıkan sonuç açıktır: işçi sınıfı ulusal sorunu asla bir fetiş haline getirmemelidir, çünkü kapitalizmin gelişimi mutlaka
tüm
ulusları bağımsız yaşama uyandırmaz. Fakat ulusal kitle hareketleri bir kez ortaya çıktıktan sonra, onlara sırt çevirmek, onların içindeki ilerici yanı desteklemeyi reddetmek, gerçekte
milliyetçi
önyargılar önünde teslimiyettir; herşeyden önce kendi ulusunun bir örnek ulus (ya da ekliyorum, devlet kurmak için mutlak imtiyaza sahip bir ulus) olduğu önyargısının kabulüdür.*
Fakat biz İrlanda sorununa geri dönelim. Marxın bu soruna ilişkin tavrı en açık biçimde mektubun şu bölümünde ifadesini buluyor:
İngiliz işçilerinin Fenianizm** lehine bu gösterisini her türlü
* Bkz. Marxın Engelse 3 Haziran 1867 tarihli mektubu: Timesın Paris yazışmalarından, Parislilerin, Alexander vs.ye karşı Polonya dostu sevinç nidalarını gerçek bir keyifle gördüm. Bay Proudhon ve onun küçük doktriner kliği, French people (Fransız halkı.
Red.) değildir.
**19. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan ulusal-devrimci İrlanda mücadele örgütünün çaba ve özlemleri.
ÇN.
tarzda kışkırtmaya çalıştım
Önceden İrlandanın İngiltereden ayrılmasını imkânsız sayıyordum. Ayrılığın ardından
federasyon
gelebilecek olsa da şimdi bunu kaçınılmaz sayıyorum.
Marx, Engelse 2 Kasım 1867 tarihli mektubunda böyle yazıyordu. Aynı yılın 30 Kasım tarihli mektubunda şunu ekliyor:
Şimdi, İngiliz
işçilerine neyi öğütlememiz gerektiği sorusu geliyor: Bence onlar, Unionun (kısacası, sadece demokratikleştirilmiş ve zamanın koşullarına uyarlanmış 1783 şakasının) Repealini (feshini) Pronunziamentolarının* bir maddesi haline getirmelidirler. Bu, İrlandanın özgürleşmesinin, bir İngiliz
partisinin programına alınabilecek biricik legal ve dolayısıyla biricik olanaklı biçimidir. Daha sonra deneyim, iki ülke arasında salt kişisel birleşmenin sürüp sürmeyeceğini gösterecektir
İrlandalıların gereksindiği şey şudur:
1) Özyönetim ve İngiltereden bağımsızlık,
2) Tarım devrimi.
İrlanda sorununa muazzam önem atfeden Marx, Londradaki bir Alman işçi birliğinde, bu konuda bir buçuk saatlik bir konferans verdi. (17 Aralık 1867 tarihli mektup)
Engels, 20 Kasım 1868 tarihli mektubunda, İngiliz işçileri arasında
İrlandalılara karşı nefrete değiniyor, fakat bir yıl geçmeden (24 Ekim 1869) aynı konuya yeniden dönerek şöyle yazıyor:
İrlandadan Rusyaya il ny a quun pas (sadece bir adımdır)
Bir başka halkı boyunduruk altına almış olmanın bir halk için nasıl bir talihsizlik olduğu İrlanda tarihinden görülebilir. Bütün İngiliz pisliklerinin kaynağı İrlanda Palesindedir (alan). Cromwell dönemini daha ineklemem gerekiyor, fakat şundan eminim ki, eğer İrlandada askeri olarak egemen olmak ve yeni bir aristokrasi yaratmak gerekliliği olmasaydı, İngilterede de mesele başka bir yön alırdı.
Geçerken, Marxın Engelse 18 Ağustos 1869 tarihli mektubuna da değinelim.
* Mevcut hükümete karşı miting; ayaklanma çağrısı.
ÇN.
Posenda Zabickinin gösterdiği gibi Polonyalı işçiler (doğramacılar vs.) Berlinli yoldaşlarının yardımıyla bir grevi zaferle sonuçlandırdılar. Monsieur le Capitale karşı bu mücadele grevin tali biçiminde bile , ulusal önyargıları burjuva bayların barış konuşmalarından farklı tarzda hallediyor.
Marxın Enternasyonalde İrlanda sorununda hangi politikayı
izlediği şuradan görülüyor: 18 Kasım 1869da Marx Engelse, Enternasyonal Genel
Konseyinde, İngiliz bakanlığının İrlandalıların affı sorununa ilişkin tavrı üzerine yaklaşık beş çeyrek saatlik bir konuşma yaptığını ve bununla ilgili şu kararı önderdiğini yazdı:
Genel Konsey:
Mr. Gladstoneun, İrlandalıların, hapse atılmışİrlandalı yurtseverlerin serbest bırakılması taleplerine yanıtında Mr. OShea ve diğerlerine mektubunun içerdiği bir yanıt İrlanda ulusuna kasten hakaret ettiğini;
siyasi affı, hakeza kötü yönetimin kurbanlarına ve mensup oldukları halka hakaret eden koşullara bağladığını;
sorumlu konumuna rağmen Amerikan köle sahiplerinin başkaldırısını resmen ve coşkuyla alkışladıktan sonra, şimdi İrlanda halkına pasif boyun eğiş vaazıyla öne çıktığını;
İrlanda affı sorununa ilişkin tüm tavrının, Mr. Gladstoneun ateşli damgasıyla Tory rakiplerini hükümetten defettiği fetih politikasının asıl ve gerçek ürünü olduğunu
Uluslararası İşçi Birliği Genel Konseyinin, İrlanda halkının af hareketini yürütüşündeki cesur, sağlam ve yüce ruhlu tarzına hayranlığını ifade ettiğini;
bu kararın, Uluslararası İşçi Birliğinin tüm şubelerine ve onunla ilişki içinde bulunan Avrupa ve Amerikadaki işçi örgütlerine bildirilmesini kararlaştırır.
10 Aralık 1869da Marx, İrlanda sorunu üzerine açıklamalarını
Enternasyonal Genel Konseyinde şöyle sunacağını yazıyor:
* İrlanda için adalet.
Enternasyonalin Konseyinde kendiliğinden anlaşılır olan tüm uluslararası ve insani justice for Irland* lafzı bir yana, English working classın (İngiliz işçi sınıfının)
dolaysız mutlak çıkarı, to get rid of their present connexion with Ireland
(İrlandayla mevcut bağından kurtulmaktır). Ve bu benim, İngiliz işçilerine kısmen bizzat
bildiremeyeceğim nedenlerle, tam inancımdır. Uzun süre İrlanda rejimini English working class ascendancy sayesinde (İngiliz işçi sınıfının artan etkisiyle) devirmenin mümkün olacağına inandım. Bu görüşü New Yok Tribuneda sürekli savundum. Şimdi daha derin bir araştırma beni tersine ikna etti. English working class (İngiliz işçi sınıfı) before it has got rid of İreland (İrlandadan kurtulmadan önce) asla birşey yapamayacaktır.
Çare İrlandada aranmalıdır
İngilterede İngiliz gericiliğinin (Cromwell döneminde olduğu gibi) İrlandanın boyunduruk altına alınmasında yatan kökü (s. 290). (Altını çizen Marx).
Buna göre, Marxın İrlanda sorununa ilişkin tavrı okur için tamamen açık olmalıdır. Ütopist Marx öyle gayri-pratik ki, yarım yüzyıl sonra bile
gerçekleşmemiş olan İrlandanın ayrılmasını savunuyor. Marxın bu politikası neye yol açtı ve acaba bir hata değil miydi? Başlangıçta Marx, ezilen ulusun ulusal hareketinin değil, ezen
ulus içindeki işçi hareketinin İrlandayı kurtaracağına inanıyordu. Marx ulusal hareketleri mutlaklaştırmıyor, çünkü ancak işçi sınıfının zaferinin tüm milliyetlerin tam kurtuluşunu sağlayabileceğini biliyor. Ezilen ulusların burjuva kurtuluş hareketleriyle ezen ulus içindeki proleter kurtuluş hareketleri arasındaki tüm olası karşılıklı ilişkileri önceden hesaplamak (ve bugünün Rusyasında ulusal sorunu bu kadar zorlaştıran sorun tam da budur) olanaksız bir şeydir.
Fakat olaylar öyle gelişti ki, İngiliz işçi sınıfı, oldukça uzun bir süre liberallerin etkisi altına girdi ve bizzat kendisi liberal bir işçi politikasıyla bağımsızlığından vazgeçtikten sonra onun uzantısı haline geldi. İrlandada burjuva kurtuluş hareketi güçlendi ve devrimci biçimler aldı. Marx bakış açısını gözden geçirir ve düzeltir. Başka bir halkı boyunduruk altına alması bir halk için nasıl bir talihsizliktir. İngiliz işçi sınıfı, İrlanda İngiliz baskısından kurtulmadıkça
kurtulamayacaktır! İngilteredeki gericilik İrlandanın köleleştirilmesiyle güçleniyor ve besleniyor (Rusyadaki gericiliğin bir dizi ulusun köleleştirilmesiyle beslendiği gibi!).
Marx Enternasyonalde, İrlanda ulusu, İrlanda halkı için sempati kararını kabule sunuyor (çok zeki L. VI. , zavallı Marxı, sınıf mücadelesini unuttuğu için temelli mahkûm ederdi herhalde!) ve ayrılığın ardından federasyon gelebilecek olsa da İrlandanın İngiltereden
ayrılmasını
propaganda ediyor.
Marxın bu sonucunun teorik öncülleri nelerdir? İngilterede burjuva devrimi genelde çoktan tamamlanmıştır. Fakat İrlandada henüz tamamlanmamıştır; ancak şimdi, yarım yüzyıl sonra, İngiliz liberallerinin reformlarıyla tamamlanıyor. Eğer kapitalizm İngilterede, Marxın başlangıçta beklediği gibi hızlı devrilmiş olsaydı, o zaman İrlandada burjuva-demokratik, genel-ulusal bir harekete yer kalmazdı. Fakat bu hareket bir kez ortaya çıktıktan sonra Marx, İngiliz işçilerine onu desteklemeyi, ona devrimci bir atılım vermeyi ve
kendi öz özgürlüklerinin çıkarına onu tamamlamayı öğütledi.
Geçen yüzyılın altmışlı yıllarında İrlandanın İngiltereyle ekonomik bağı, Rusyanın Polonyayla, Ukraynayla vs. bağından mutlaka daha sıkıydı. İrlandanın (coğrafi koşullar ve İngilterenin ölçüsüz sömürge gücünden dolayı bile) ayrılmasının pratik olmayışı ve gerçekleştirilemezliği göze batıyordu. Federalizmin ilkesel karşıtı
* Ayrıca, sosyal-demokrat bakış açısından, ulusların kendi kaderini tayini nden niçin ne bir federasyon ne de salt özerkliğin anlaşılamayacağı kolayca kavranabilir (gerçi soyut konuşulduğunda, biri gibi diğeri de kendi kaderini tayin kavramına girer). Federasyon hakkı bir bütün olarak saçmalıktır, çünkü bir federasyon iki sözleşmeci taraf arasında bir anlaşmadır. Marksistlerin federalizm savunusunu programlarına alması açıkçası olanaksızdır; bu sözkonusu bile olamaz. Özerkliğe gelince, Marksistler özerklik hakkını değil, karışık ulusal nüfus bileşimine ve coğrafi vs. koşullarda kesin farklara sahip bir demokratik devlet düzeninin genel evrensel bir ilkesi olarak özerkliğin kendisini savunurlar. Bu yüzden federasyon hakkı gibi özerklik hakkını tanımak da aynı şekilde saçma olurdu.
olmasına rağmen Marx, bu durumda,
eğer
İrlandanın kurtuluşu reformist değil, İrlandadaki halk kitlelerinin hareketi ve İngiliz işçi sınıfının desteği sayesinde devrimci yoldan gerçekleşecek
olursa, federasyonu* bile onaylamaya hazır. Tarihsel görevin yalnızca böyle bir çözümünün, proletaryanın çıkarları ve toplumsal gelişimin hızı için en elverişli yol olacağına kuşku yoktur.
Başka türlü oldu. Gerek İrlanda halkı gerekse de İngiliz proletarya sının çok zayıf olduğu ortaya çıktı. İrlanda sorunu ancak şimdi, İngiliz liberallerinin İrlanda burjuvazisiyle sefil bir trampa işlemiyle (ve UlsteΩ[126] örneği onun ne kadar hantal olduğunu gösteriyor) toprak reformu (bedel ödeyerek) ve (hâlâ uygulanmayan) özerklik aracılığıyla
çözülüyor. Bu ne demektir? Buradan, Marx ve Engelsin ütopistler oldukları, gerçekleştirilemeyecek ulusal talepler ileri sürdükleri, İrlandanın küçük-burjuva milliyetçilerinin etkisinde kaldıkları (Fenian hareketinin küçük-burjuva karakteri açıktır) vs. sonucu mu çıkıyor?
Hayır. İrlanda sorununda da Marx ve Engels, kitleleri gerçekten demokrasi ve sosyalizm ruhuyla eğiten tutarlı proleter bir politika izlediler. Yalnızca bu politika, gerek İrlandayı gerekse de İngiltereyi, gerekli dönüşümün elli yıldır sürüncemede bırakılmasından ve bu dönüşümün liberaller tarafından gericilik lehine tahrif edilmesinden kurtaracak durumdaydı.
Marx ve Engelsin İrlanda sorunundaki politikası, ezen ulus proletaryasının ulusal hareketlere tavrının ne olması gerektiğine ilişkin, bugün de hâlâ muazzam
pratik öneme sahip en iyi örneği verdi; bir ulusun toprak beyleri ve burjuvazisinin zor politikası ve ayrıcalıklarıyla yaratılmış devlet sınırlarının her türlü değişimini ütopik olarak niteleyen tüm ülkelerden, renklerden ve dillerden küçükburjuvaların o uşakça acelesine karşı uyardı.
Eğer İrlanda ve İngiltere proletaryası Marxın politikasını kabul etmemiş ve İrlandanın ayrılmasını kendi şiarları haline getirmemiş olsaydı, bu, en kötü oportünizm olurdu, demokratların ve sosyalistlerin görevlerinin ihmal edilmesi ve
İngiliz gericiliğiyle burjuvazisine
bir taviz olurdu.
9. 1903 PROGRAMI VE ONUN TASFİYECİLERİ
Rus Marksistlerinin programının kabul edildiği 1903 Parti Kongresinin tutanağı ender bulunan birşey oldu, ve bugün işçi hareketi içinde faaliyet gösterenlerin çok büyük çoğunluğu tek tek program maddelerinin gerekçelendirilmesi hakkında hiçbir şey bilmiyor (buraya ait bütün literatür legalitenin inayeti altında olmadığından bu daha çok böyledir
). Bu yüzden, bizi ilgilendiren, 1903 Parti Kongresinde ele alınmış olan sorunu incelemek kaçınılmazdır.
Herşeyden önce, ne kadar yetersiz olursa olsun, ulusların kendi kaderini tayin hakkı üzerine Rus sosyal-demokrat literatüründen, bu hakkın her zaman ayrılma hakkı anlamında kavrandığının açıkça görülebileceğini belirtelim. Bundan kuşku duyan, 9. maddeyi anlaşılmaz ilan eden vs. Bay Semkovski, Libmann, Yurkeviç, sadece bilgisizliklerinden ya da dikkatsizliklerinden anlaşılmazlıktan sözediyorlar. Daha 1902 yılında Plehanov, program taslağında kendi kaderini tayin hakkını savunurken Zaryada, bu talebin burjuva demokratlar için bağlayıcı olmadığı, fakat sosyal-demokratlar için
bağlayıcı olduğunu yazdı.
Eğer Büyük Rus ulusundan çağdaşlarımızın ulusal önyargılarını incitme korkusuyla diye yazıyordu Plehanov bunu gözardı edersek ya da ileri sürmeyi kararlaştırmazsak, o zaman Tüm Ülkelerin Proleterleri Birleşin! sözü bizim ağzımızda utanmazca bir yalan haline gelecektir.
Bu, değerlendirilmesi gereken program maddesi için ana gerekçenin çok isabetli bir karakterizasyonudur, o kadar isabetli ki, demokratlığı unutan program eleştirmenlerimizin ona hep ürkekçe yan çizmiş olmaları ve hâlâ da yan çizmeleri sebepsiz değildir. Bu program maddesinden vazgeçmek, hangi motiflerle gizlenirse gizlensin,
gerçekte Büyük Rus milliyetçiliğine utanmazca bir tavizdir.
Tüm ulusların kendi kaderini tayin hakkından söz edildiğine göre, neden Büyük Rus? Çünkü Büyük
Ruslardan ayrılmaktan söz ediyoruz.
Proleterlerin birliğinin çıkarı, onların sınıf dayanışmasının çıkarı,
ulusların ayrılma hakkının tanınmasını gerektirir aktarılan sözlerde Plehanovun on dört yıl önce tanıdığı şey budur; eğer bu konu üzerinde düşünmüş olsalardı, oportünistlerimiz herhalde kendi kaderini tayin hakkında bu kadar saçmalamazlardı.
Plehanovun savunduğu bu program taslağının onaylandığı 1903 Parti Kongresinde, esas çalışma
Program Komisyonunda yoğunlaştı. Ne yazık ki burada tutanak tutulmamıştır. Oysa tam da bu noktada özellikle ilginç olurdu, çünkü Polonya sosyal-demokratlarının temsilcileri Varşavski ve Hanecki,
sadece Komisyonda görüşlerini savunmaya ve kendi kaderini tayin hakkının tanınmasına karşı mücadele etmeye çalıştılar. Bunların kanıtlamalarını (Varşavskinin konuşmasında ve Haneckiyle birlikte açıklamasında.[127] Kongre tutanakları s. 134-136 ve s. 388-390), Rosa Luxemburgun incelediğimiz Lehçe makalesindeki kanıtlamalarla karşılaştıran okur, ikisinin tamamen özdeş olduğunu görecektir.
İkinci Parti Kongresinin Plehanovun herşeyden önce Polonyalı Marksistlere karşı çıktığı Program Komisyonunun bu kanıtlamalara karşı tavrı ne oldu? Bu kanıtlamalara zalimce güldü!
Rus
Marksistlerine yapılan, kendi kaderini tayin hakkının tanınmasını iptal etme talebinin budalalığı o kadar açık ve anlaşılır ortaya kondu ki, Polonyalı Marksistler
gerekçelerini Kongre Plenumu önünde tekrarlamaya bile karar veremediler!
Rus, Yahudi, Gürcü ve Ermeni Marksistlerinin en yüce meclisi önünde tavırlarının umarsızlığından emin olduktan sonra Kongreyi terkettiler.
Kendi
programıyla ciddi olarak ilgilenen herkes için bu tarihsel öykünün elbette ki çok önemli bir anlamı vardır. Polonyalı Marksistlerin gerekçelerinin Kongre Program Komisyonunda tamamen yenilgiye uğratılması ve onların görüşlerini Kongre Plenumunda savunma girişiminden vazgeçmeleri, son derece önemli olgulardır. Rosa Luxemburg 1908 yılındaki yazısında bu konuda boşuna alçakgönüllülükle susmamıştır besbelli ki Kongre anısı onun için çok can sıkıcıydı! Kendisi, Varşavski ve Haneckinin 1903te tüm Polonyalı Marksistler adına ileri sürdükleri ve ne Rosa Luxemburgun ne de diğer Polonyalı sosyal-demokratların hiçbir zaman tekrarlama kararlılığını göstermedikleri (ve de göstermeyecekleri), programın 9. maddesini düzeltme yönündeki, gülünç derecede yersiz öneri hakkında da sustu.
Fakat Rosa Luxemburg, 1903 yılındaki yenilgisini gizlemek için bu olgular hakkında susuyorduysa, partilerinin tarihiyle ilgilenen kişiler, bu olguları öğrenme ve anlamlarını araştırma amacıyla bunlarla ilgileniyorlar.
Biz diye yazıyordu Rosa Luxemburgun dostları 1903 Parti Kongresine, onu terkederken program taslağının 7. (şimdi 9.) maddesine şu biçimin verilmesini öneriyoruz:
§ 7: Devlete dahil olan tüm uluslara tam kültürel gelişme özgürlüğünü garantileyen kuruluşlar.
(Tutanak, s. 390).
Polonyalı Marksistler o zaman ulusal sorun üzerine böylesine belirsiz görüşlerle ortaya çıktılar, kendi kaderini tayin
yerine
aslında kötü ünlü kültürel-ulusal özerklik için bir takma isimden başka birşey önermediler!
Bu neredeyse inanılmaz geliyor, ama ne yazık ki gerçektir. Bizzat Parti Kongresinde, 5 oya sahip 5 Bundcu ve 6 oya sahip 3 Kafkasyalı Kostrovun istişari oyu dahil değildir mevcut bulunmasına rağmen, kendi kaderini tayin üzerine maddenin
kaldırılması için bir tek
oy
dahi
çıkmadı. Bu maddeye kültürel-ulusal özerkliğin eklenmesi lehinde (Goldblattın Devlete dahil olan tüm uluslara tam kültürel gelişme özgürlüğünü garantileyen kuruluşlar formülü lehinde) üç oy ve Liberin formülü (ulusların kültürel gelişme özgürlüğü hakkı) formülü lehinde dört oy verildi.
Bir Rus liberal partisinin, Anayasal-Demokratlar Partisinin ortaya çıktığı şimdi,
onun programında ulusların kendi siyasi kaderini tayininin yerine kendi kültürel kaderini tayinin geçirildiğini biliyoruz. Yani Rosa Luxemburgun Polonyalı dostları, PPSin milliyetçiliğine karşı mücadelelerini, Marksist programı
liberal
programla Görüşleri itibariyle Martynov o sıralar Ekonomistti, Iskranın şiddetli bir hasmıydı, ve eğer Program Komisyonu'nun çoğunluğunun paylaşmadığı bir görüş ifade etmiş olsaydı, ona muhakkak itiraz edilirdi.
Komisyon çalışmasından sonra 7. madde (şimdi 9. madde) Kongrede görüşüldüğünde, Bundcu Goldblatt ilk sözü aldı.
Kendi kaderini tayin hakkına karşı dedi Goldblatt herhangi bir itiraz getirmenin mümkünü yok. Eğer herhangi bir ulus kendi bağımsızlığı uğruna mücadele ediyorsa, ona karşı durulamaz. Polonyanın Rusya ile yasal bir evlilik yapmaya gönlü yoksa, onu rahatsız etmemeli, Plehanov yoldaşın dediği gibi. Bu çerçevede onun görüşüne katılıyorum (s. 175-176).
Plehanov, Kongre Plenumunda bu madde üzerine hiç söz almadı. Goldblatt, Plehanovun, kendi kaderini tayin hakkının ayrıntılı ve popüler bir şekilde ayrılma hakkı anlamında açıklandığı Program Komisyonundaki sözlerine atıfta bulunuyor. Goldblatttan sonra konuşan Liber şunları belirtti:
Herhangi bir milliyet Rus devletinin sınırları içinde yaşayacak durumda değilse, Parti ona kesinlikle hiçbir engel çıkarmayacaktır (s. 176).
Okur, programın kabul edildiği İkinci Parti Kongresinde, kendi kaderini tayinin sadece ayrılma hakkı anlamına geldiği konusunda fikir birliği bulunduğunu görüyor. O sıralar Bundcular bile bu gerçeği benimsemişlerdi, ve sadece, üzücü, uzayıp giden karşı-devrim ve her türlü tevekkül dönemimizdedir ki, programı anlaşılmaz diye niteleyen küstahlar çıkabilmiştir. Fakat zamanımızı bu zavallı güya sosyal-demokratlara ayırmadan, Polonyalıların programa ilişkin tavırlarının sonuna gelmek istiyoruz.
İkinci Parti Kongresi'ne (1903), birliğin zorunluluğu ve aciliyeti üzerine bir başvuruyla geldiler. Fakat Program Komisyonundaki tersliklerinden sonra Kongreyi terkettiler, ve
son sözleri,
Kongre tutanağında basılan ve yukarıda sözü edilen, kendi kaderini tayini kültürel-ulusal özerklikle
değiştokuş etme önerisini içeren bir yazılı açıklama oldu.
1906 yılında Polonyalı Marksistler Partiye girdiler, fakat ne Partiye girişleri sırasında ve ne de sonra (ne 1907 Parti Kongresinde ve ne de 1907 ve 1908 Konferanslarında ya da 1910 Plenumunda) Rus programının 9. maddesinin değiştirilmesi konusunda
bir tek kez dahi de olsa tek başvuruda
bulunmadılar!
Bu olgudur.
Ve bu olgu, bütün boş laflara ve güvencelere rağmen, Rosa Luxemburgun dostlarının, İkinci Parti Kongresinin Program Komisyonundaki bu sorunlar üzerine tartışmaları ve bu Kongrenin kararını yeterli bulduklarını, sessizce hatalarını kabul ettiklerini ve 1903 yılında Kongreyi terkettikten sonra,
Parti kanallarından
9. maddenin revizyonu sorununu asla ortaya atma girişiminde bulunmadan 1906da Partiye girerek hatalarını düzelttiklerini açıkça kanıtlıyor.
Rosa Luxemburgun makalesi, kendi imzasıyla 1908de yayınlandı elbette ki Parti yazarlarının programı eleştirme hakkını inkâr etmek, asla hiç kimsenin aklından dahi geçmemiştir ve bu makaleden
sonra da Polonyalı Marksistlerin
tek bir resmi kurumu
bile
9. maddenin revizyonu sorununu ortaya atmadı.
Bu yüzden Troçki, Borbanın 2. sayısında (Mart 1914) yazı kurulu adına şunları yazarken, Rosa Luxemburgun kimi hayranlarına gerçek bir ayı dostluğu yapıyor:
Polonyalı Marksistler ulusların kendi kaderini tayin hakkını kesinlikle her türlü politik içerikten yoksun ve programdan çıkarılmaya uygun görüyorlar (s. 25).
İyiliksever Troçki bir düşmandan daha beter! O, Polonyalı Marksistlerin aslında Rosa Luxemburgun her makalesiyle hemfikir olduklarına dair kanıtlarını, özel konuşmalardan (yani Troçkiye her zaman hayat veren dekikodulardan) başka bir yerden
toplayamazdı.
Troçki Polonyalı Marksistleri, inançlarına ve Partilerinin programına bile saygı gösterecek durumda olmayan onursuz ve vicdansız kişiler olarak gösterdi. İyiliksever Troçki!
Polonyalı Marksistlerin temsilcileri 1903 yılında kendi kaderini tayin hakkı
nedeniyle
İkinci Parti Kongresini terkettiklerinde,
o sıralar
Troçki, onların bu hakkı içeriksiz ve programdan çıkarılmaya uygun bulduklarını söyleyebilirdi. Fakat sonra Polonyalı Marksistler, bu programa sahip olan Parti-ye
girdiler
ve gözden geçirilmesi yönünde tek bir önerge vermediler.*
Troçki neden bu olguları dergisinin okurlarından gizledi? Bunun tek nedeni, Tasfiyecilerin Polonyalı ve Rus karşıtları arasında ayrılıkların alevlenmesi üzerine spekülasyon yapmanın ve Rus işçilerini program sorununda aldatmanın onun için avantajlı olmasıdır.
Marksizmin hiçbir ciddi sorununda hiçbir zaman Troçki sağlam görüşlere sahip olmadı, her zaman şu ya da bu görüş farklılıklarının yırtık ve yarıklarına sızdı ve bu arada bir taraftan bir tarafa sıçradı. Şu anda Bundcularla ve Tasfiyecilerle birliktedir. Fakat bu bayların Partiyle pek bir alışverişi yok.
Bundcu Libmannı dinleyin:
Rus sosyal-demokrasisi diye yazıyor bu centilmen 15 yıl önce her milliyetin kendi kaderini tayin hakkı üzerine maddeyi programına aldığında, herkes (!!) kendi kendisine, bu moda (!!) tabirin ne anlama geldiğini sordu. Buna yanıt yoktu (!!). Bu sözcük sisler içinde kaldı (!!). Gerçekten de o zaman bu sisi dağıtmak zordu. Bu maddenin somutlaştırılabileceği zaman henüz gelmedi dendi bize o zaman , varsın şimdi sis içinde kalsın (!!), bu maddeye hangi içeriğin konması gerektiğini bizzat yaşam gösterecektir.
Bu ufaklığın Parti programıyla dalga geçişi harika değil mi?
Peki niye dalga geçiyor?
Hiçbir şey öğrenmemiş ve Parti tarihini biraz bile okumamış, ak
sine Parti ve Parti yaşamı konularında karacahil olmanın adabı muaşeretten sayıldığı bir Tasfiyeciler çevresinin içine düşmüş
* Polonyalı Marksistlerin, Rus Marksistlerinin 1913 Yaz Konferansına sadece istişari oyla katıldıkları ve kendi kaderini tayin (ayrılma) hakkı sorununda zaten oy vermedikleri ve zaten bu hakka karşı çıktıkları bildiriliyor. Elbette ki böyle davranmaya ve herşeyden önce bizzat Polonyada, onun ayrılmasına karşı ajitasyon yürütmeye hakları vardı. Fakat bu, Troçkinin sözünü ettiği şeyin aynısı değil, çünkü Polonyalı Marksistler 9. maddenin programdan çıkarılmasını talep etmediler.
yetişkin bir karacahil olduğu için.
Pomyalovskinin papaz okulu öğrencisi, turşu fıçısının içine tükürmüş olmakla övünür. Bundcu beyler daha da ileriye gitti. Bu centilmenler alenen kendi çanaklarına tükürmeleri için Libmannları serbest bırakıyorlar. Uluslararası bir kongrenin belli bir kararının bulunduğundan, kendi partisinin kongresinde kendi Bundunun iki temsilcisinin (bunlar Iskranın öyle katı eleştirmenleri ve öyle kesin karşıtlarıydı ki!) kendi kaderini tayin düşüncesini tamamen anlayacak ve hatta onaylayacak durumda olmasından bütün bunlardan Bay Libmannlara ne? Ve Parti yazarları (gülmeyin!) Parti tarihini ve Parti programını papaz okulu öğrencileri tarzında ele alırlarsa, Partiyi tasfiye etmek daha kolay olmayacak mıdır?
İkinci bir ufaklık daha var, Dsvinden Bay Yurkeviç. Bay Yurkeviçin elinde herhalde İkinci Kongre tutanakları vardı, çünkü Plehanovun Goldblatt tarafından devralınan sözlerini alıntılıyor ve kendi kaderini tayinin ancak ayrılma hakkı anlamına gelebileceği gerçeğine vakıf görünüyor. Fakat bu onu, Ukrayna küçük-burjuvazisi arasında Rus Marksistlerine karşı, onların Rus imparatorluğunun devletsel birliğini savundukları iftirasını yaymaktan alıkoymuyor. (1913, No. 7-8, s. 83 vd.). Elbette Bay Yurkeviçler, Ukrayna demokrasisinin Büyük Rus demokrasisine yabancılaştırılması için bu iftiradan daha uygun birşey düşünemezlerdi. Fakat bu yabancılaşma, Ukraynalı işçilerin
özel
bir ulusal örgüt olarak
ayrılmasını
propaganda eden Dsvin çevresindeki yazarlar grubunun tüm politikasıyla aynı çizgidedir.*
Proletaryayı bölen Dsvinin objektif rolü budur çünkü bir grup milliyetçi küçük-burjuvaya, ulusal sorun hakkında onmaz bir karışıklık yaymak yakışırdı. Partinin kıyısında durdukları söylendiğinde korkunç alınan Bay Yurkeviç ve Libmannın, programda ayrılma hakkı sorununu
kendilerinin nasıl kararlaştıracakları
* Bkz. özellikle Bay Yurkeviçin, Levinskinin Nariss rosvitku ukrainskovo robitniçogo ruchu v Galiçini kitabına önsözü, Kiev 1914. (Galiçyada Ukrayna İşçi Hareketinin Gelişiminin Özeti, Kiev 1914.
Red.)
üzerine tek sözcük, tek bir sözcük söylemedikleri kendiliğinden anlaşılırdır.
Ve şimdi üçüncü ve en önemli ufaklık, Tasfiyeci gazetenin sayfalarında Büyük Rus okurların önünde programın 9. maddesiyle işportacılık yapan ve aynı zamanda, kimi mülahazalardan sonra, bu maddenin çıkarılması gerektiği düşüncesini paylaşmadığını açıklayan Bay Semkovski!!
İnanılmaz, ama gerçek.
Ağustos 1912de Tasfiyeciler Konferansı resmen ulusal sorunu ele alıyor. Birbuçuk yıl boyunca, 9. madde sorunu üzerine, Bay Semkovskinin makalesi hariç, tek makale yok. Ve bu makalede yazar programa karşı
mücadele ediyor, ama
kimi
mülahazalardan sonra (herhalde gizli bir dert), onu düzeltme önerilerini paylaşmıyor!! Dünyada böylesi bir oportünizm ve oportünizmden daha kötüsünün, Partiden vazgeçme, Parti tasfiyeciliği örneğinin kolay kolay bulunamayacağına yemin edebilirim.
Semkovskinin ne tür gerekçeler getirdiğini görmek için bir örnek yeter:
Eğer Polonya proletaryası diye yazıyor , bir devlet çerçevesi içinde tüm Rus proletaryasıyla birlikte ortak mücadele yürütme niyetinde olsa, buna karşılık Polonya toplumunun gerici sınıfları Polonyayı Rusyadan ayırmak istese ve bir referandumda (genel halk oylaması) oyların çoğunluğunu ayrılıktan yana kazansa nasıl olurdu? O zaman biz Rus sosyal-demokratları merkezi parlamentoda Polonyalı yoldaşlarımızla birlikte ayrılmaya karşı mı, yoksa, kendi kaderini tayin hakkını çiğnememek için ayrılıktan yana mı oy vermemiz gerekirdi? (Novaya Raboçaya Gazeta, No. 71).
Bay Semkovskinin,
neyin sözkonusu olduğunu
bile anlamadığı buradan görülüyor! Kendi kaderini tayin hakkının, sorunun çözümünü tam da merkezi parlamento aracılığıyla
değil
de, sadece
ayrılan bölgenin parlamentosu aracılığıyla (diyet meclisi, referandum vs. ile) öngördüğünü düşünmedi bile.
Demokraside çoğunluk gericilikten yana olursa nasıl olurdu çocukça sorusuyla,
hem
Purişkyeviçlerin
hem de Kokoşkinlerin salt ayrılma düşüncesini bile caniyane bulduğu gerçek, hakiki, canlı politika sorunu çocukça bir anlayışsızlıkla gizleniyor! Elbette bugün
tüm Rusya proletaryası Purişkyeviç ve Kokoşkine karşı değil, aksine onlardan kaçınarak Polonyanın gerici sınıflarına karşı mücadele yürütmelidir!!
Ve benzeri inanılmaz saçmalıklar var, Bay L. Martovun düşünsel önderlerinden biri olduğu Tasfiyecilerin organında. Program taslağını kaleme alan ve 1903 yılında hayata geçiren, daha sonra da ayrılma özgürlüğünden yana yazan aynı L. Martov. L. Martov şimdi besbelli şu kurala göre yargıda bulunuyor:
Bunun için akıllı biri gerekmez,
Read gitmeye amade.
Bırakın gitsin.*
Bırakıyor Read-Semkovski gitsin ve bir günlük gazetede, programımızı tanımayan yeni okuyucu katmanları önünde onu çarpıtmasına ve sonsuz derecede karıştırmasına izin veriyor!
Evet, evet, Tasfiyecilik epey ilerledi bir zamanlar saygın birçok sosyal-demokratta bile Parti ruhunun izi kalmadı.
Elbette Rosa Luxemburg Libmann, Yurkeviç ya da Semkovskiyle karşılaştırılamaz, fakat tam da bu tür kişilerin onun hatalarına sımsıkı sarılmaları gerçeği, onun hangi oportünizme battığını özellikle açık kanıtlıyor.