Secme eserler 8
proletarya diktatörlüğü çağında ekonomi ve politika
SOVYET iktidarının ikinci yıldönümü dolayısıyla, başlıkta belirtilen konu
üzerinde kısa bir broşür yazmaya niyetlenmiştim. Ama günlük çalışmanın
koşuşturmaları yüzünden, şimdiye kadar, bazı kesimlerin ön hazırlıklarının
ötesine geçemedim. Bu nedenle, kanımca konu üzerindeki en önemli görüşlerin kısa,
özet bir açıklamasını yapmayı denemeye karar verdim. Özet bir açıklama, kuşkusuz,
pek çok dezavantaja ve eksikliklere sahiptir. Gene de, kısa bir dergi makalesi,
sorunu ve onun, çeşitli ülkelerin komünistlerince tartışılması için gereken
temeli sunmak biçimindeki, önümüzdeki mütevazı amacı belki de başarabilir.
Teorik açıdan, hiç kuşku yok ki, ki, kapitalizm ile komünizm arasında, bu her
iki toplumsal ekonomi biçiminin özelliklerini ve niteliklerini birleştirmesi
gereken belli bir geçiş dönemi uzanır. Bu geçiş dönemi, ölen kapitalizm ile
doğan komünizm arasında -ya da bir başka deyişle, yenilmiş ama yok edilmemiş
olan kapitalizm ile doğmuş ama henüz çok zayıf olan komünizm arasında- bir
mücadele dönemi olmalıdır.
Bu geçiş özellikleriyle ayırdedilen bütün bir tarihsel dönemin gerekliliği,
yalnızca marksistler için değil, gelişme teorisi ile biraz olsun tanışıklığı
olan her eğitim görmüş kişi için açık olmalıdır. Oysa, sosyalizme geçiş
konusunda günümüzün küçük-burjuva demokratlarından (ve düzmece sosyalist
etiketlerine karşın, MacDonald, Jean Languet, Kautsky ve Friedrich Adler gibi
kişiler de dahil olmak üzere İkinci Enternasyonalin bütün liderleri böyledir)
duyduğumuz bütün sözler bu açık gerçeğin tam bir ihmalinin damgasını
taşımaktadır. Küçük-burjuva demokratlar, sınıf mücadelesinden nefretleriyle,
ondan kaçınma hayalleriyle, keskin köşeleri ortadan kaldırma, yumuşatma,
uzlaştırma girişimleriyle ayırdedilirler. Bu yüzden, bu tip demokratlar, ya
kapitalizmden komünizme geçişte tüm bir tarihsel dönemin gerekliliğini kabul
etmekten kaçınırlar, ya da bu güçlerden birinin mücadelesine önderlik etmek
yerine, çekişen iki gücü uzlaştırmak için planlar düzenlemeyi iş edinirler.
Ülkemizin büyük geriliği ve küçük-burjuva niteliği yüzünden, Rusya'da,
proletarya diktatörlüğü, bazı hususlarda, ileri ülkelerde olacağından kaçınılmaz
olarak farklı olmalıdır. Ama Rusya'da da temel güçler -ve toplumsal
[sayfa 381] ekonominin temel biçimleri- herhangi bir
kapitalist ülkedekinin aynıdır, öyle ki özellikler ancak daha az önem taşıyan
hususlar için geçerlidir.
Toplumsal ekonominin temel biçimleri kapitalizm, küçük meta üretimi ve
komünizmdir. Temel güçler burjuvazi, küçük-burjuvazi (özellikle köylülük) ve
proletaryadır.
Proletarya diktatörlüğü döneminde Rusya'nın ekonomik sistemi, tek bir
geniş devlet çapında, komünist ilkeler üzerinde birleşmiş ve ilk adımlarını atan
emeğin mücadelesini -küçük meta üretimine ve hâlâ direnen kapitalizme karşı ve
küçük meta üretimi temeli üzerinde yeni ortaya çıkmakta olan kapitalizme karşı
mücadeleyi- temsil eder.
Rusya'da emek, birincisi üretim araçlarının özel mülkiyeti ortadan
kaldırıldığı ölçüde, ve ikincisi de, proleter devlet gücü, devlet malı topraklar
ve devlet malı işletmelerde büyük üretimi ulusal bir çapta örgütlediği,
emek-gücünü çeşitli üretim dalları ve çeşitli işletmeler arasında dağıttığı ve
çalışan halk arasında da büyük miktarlarda, devlete ait tüketim maddeleri
dağıttığı ölçüde, komünist bir biçimde birleşmiştir.
Rusya'da komünizmin "ilk adımları"ndan söz ettik (1919 Martında benimsenen
parti programımızda da böyle konmuştur), çünkü bütün bunlar ülkemizde ancak
kısmen gerçekleşmiştir, ya da başka türlü koyarsak, başarıları ancak ilk
aşamalarındadır. Genel olarak hemen başarılabilecek her şeyi, bir devrimci
darbede hemen başardık; örneğin, proletarya diktatörlüğünün ilk gününde, 26 Ekim
(8 Kasım) 1917'de, toprağın özel mülkiyeti büyük toprak sahiplerine tazminat
ödenmeksizin kaldırıldı - büyük toprak sahipleri mülksüzleştirildi. Birkaç aylık
bir zaman içinde, hemen hemen bütün büyük kapitalistler, fabrika, anonim şirket,
banka, demiryolu vb. sahipleri de tazminat ödenmeksizin mülksüzleştirildi.
Sanayide büyük üretimin devletçe [sayfa 382]
örgütlenmesi ve fabrikaların ve demiryollarının "işçilerce denetimi"nden, "işçilerce
yönetimi"ne geçiş - bu da, genellikle daha şimdiden başarılmıştır; ama, tarımla
ilgili olarak daha yeni başlamaktadır ("devlet çiftlikleri", yani devlet malı
topraklar üzerinde işçiler tarafından örgütlenen büyük çiftlikler). Gene bunun
gibi, küçük meta tarımından komünist tarıma bir geçiş olarak, küçük çiftçilerin
kooperatif topluluklarının çeşitli biçimlerde örgütlenmesine de daha yeni
başladık.[*]
Özel ticaret yerine ürünlerin devletçe örgütlenmiş dağıtımı, yani tahılın
devletçe sağlanarak kentlere ve sanayi ürünlerinin kırlara gönderilmesi için de
aynı şey söylenmelidir. Bu konuda elde bulunan istatistiki veriler aşağıda
sunulacaktır.
Köylü çiftçiliği küçük meta üretimi olmaya devam etmektedir. Burada,
kapitalizm için son derece geniş ve çok sağlam, kökleri derinde bir temelle,
üzerinde kapitalizmin direndiği ya da komünizme karşı sert bir mücadele içinde
yeniden doğduğu bir temelle karşı karşıya bulunmaktayız. Bu mücadelenin
biçimleri, tahılın (ve öteki ürünlerin) devletçe sağlanmasına ve genel olarak
ürünlerin devletçe dağıtımına karşı özel spekülasyon ve vurgunculuktur.
3
Bu soyut teorik önermeleri örneklendirmek için, gerçek rakamlar aktaralım.
Halk İaşe Komiserliğinin rakamlarına göre, 1 Ağustos 1917 ve 1 Ağustos 1918
tarihleri arasında, Rusya'da devletçe sağlanan tahılın miktarı 30.000.000 pud
kadar, bir sonraki yıl ise 110.000.000 pud kadardı. Bir sonraki kampanyanın
(1919-20) ilk üç ayı boyunca sağlanacak miktar, [sayfa 383]
1918'de aynı dönem için (Ağustos-Ekim) 37.000.000 pudluk miktara karşı, tahminen
45.000.000 pud kadar olacaktır.
Bu rakamlar komünizmin kapitalizme karşı zafer kazanması açısından,
durumda yavaş ama sürekli bir iyileşmeyi açıkça göstermektedir. Bu iyileşme,
dünyada eşi görülmemiş güçlüklere, dünyanın en kuvvetli güçlerinin tümünü işe
koşan Rus kapitalistleri ve yabancı kapitalistler tarafından örgütlenen
içsavaşın yarattığı güçlüklere karşın başarılmaktadır.
Bu yüzden, tüm ülkelerin burjuvazisinin yalanlarına ve iftiralarına ve
onların açık ve gizli uşaklarına (İkinci Enternasyonal "sosyalistleri") karşın,
bir şey tartışma götürmez - proletarya diktatörlüğünün temel ekonomik problemi
sözkonusu olduğu ölçüde, ülkemizde komünizmin kapitalizme karşı zaferi güvence
altına alınmıştır. Dünyanın her yerinde burjuvazi bolşevizme karşı öfkesinden
ateş püskürmekte ve bolşeviklere karşı askeri seferler, tertipler vb.
örgütlemektedir, çünkü toplumsal ekonomiyi yeniden kurmaktaki başarımızın,
askeri güçle ezilmememiz kaydıyla, kaçınılmaz olduğunu çok iyi anlamaktadır. Ve
bizi bu yoldan ezme girişimleri de başarıya ulaşmamaktadır.
Elimizdeki çok kısa zamanda, ve görülmemiş güçlükler altında çalışmak
zorunda kalmamıza karşın, daha şimdiden kapitalizmi ne ölçüde alt ettiğimiz
aşağıdaki özet rakamlardan görülecektir. Merkezi İstatistik Kurumu, tüm Rusya
için değil, yalnızca yirmialtı eyalet için, tahıl üretimi ve tüketimine ait
verileri basın için hazırlamış bulunmaktadır. Sonuçlar şöyledir [tabloya bakınız]:
Demek ki, kentlere arz edilen tahılın yaklaşık olarak yarısı İaşe
Komiserliğince, diğer yarısı ise vurguncularca sağlanmaktadır. 1918'de yapılan,
kent işçilerinin tükettiği yiyecek üzerine dikkatli bir tarama, aynı oranı
göstermektedir. İşçinin devlet tarafından sağlanan ekmeğe, vurguncuya ödediğinin
dokuzda-birini ödediği akıldan çıkarılmamalıdır.
Ekmeğin vurguncu fiyatı, devlet fiyatından on kat fazladır ; işçi
bütçeleri üzerine dikkatli bir inceleme bunu ortaya çıkarır.
Aktarılan rakamların dikkatli bir incelemesi, bunların Rusya'nın
bugünkü ekonomisinin temel özelliklerinin tam bir görünümünü yansıttığını
gösterir. Çalışan halk, yıllardır kendini ezen ve sömürenlerden, toprak
sahipleri ve kapitalistlerden kurtarılmıştır. Gerçek özgürlük ve gerçek eşitlik
yolunda atılan bu adım, ölçüsü, boyutları ve hızı ile dünyada bir eşi daha
olmayan bu adım, özgürlük ve eşitlikten sözettiklerinde, sahtece, genel olarak "demokrasi"
ya da "saf demokrasi" olduğunu ilan ettikleri (Kautsky) parlamenter burjuva
demokrasisini kasteden burjuvazi taraftarlarınca (küçük-burjuva demokratlar
dahil) görmezlikten gelinmektedir.
Sovyet Rusya'nın 26 Eyaleti |
Nüfus
(Milyon) |
Tahıl Üretimi (Tohum ve Yem
Hariç) (Milyon Pud) |
Teslim Edilen Tahıl (Milyon Pud) |
Halkın Kullanımındaki Toplam
Tahıl Miktarı (Milyon Pud) |
Tahıl Tüketimi (Kişi Başına Pud) |
İaşe Şubesi |
Uygulama |
Üreten Eyaletler |
Kentsel 4,4
Kırsal 28,6 |
-
625,4 |
20,9
- |
20,6
- |
41,5
481,8 |
9,5
16,9 |
Tüketen Eyaletler |
Kentsel 5,9
Kırsal 13,8 |
-
114.0 |
20.0
12.1 |
20,0
27,8 |
40,0
151,4 |
6,8
11,0 |
Toplam (26 Eyalet) |
52,7 |
739,4 |
53,0 |
68,4 |
714,7 |
13,6 |
Oysa çalışan halk, yalnızca gerçek eşitlikle ve gerçek özgürlükle (toprak
sahiplerinden ve kapitalistlerden özgür olmakla) ilgilenmektedir ve işte bunun
için de Sovyet hükümetine böyle sağlam bir destek sağlamaktadır.
Bu köylü ülkesinde, proletarya diktatörlüğünden ilk kazançlı çıkan, en
fazla kazançlı çıkan, ve hemen kazançlı çıkan bir bütün olarak köylülük olmuştur.
Rusya'daki köylü, toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin altında açlıktan
ölüyordu. Tarihimizin uzun yüzyılları boyunca, köylü, hiç bir zaman kendisi için
çalışmak fırsatını bulamadı: yüzlerce milyon pudluk tahılı, kapitalistlere,
kentlere ve ihracata verirken kendisi aç kaldı. Proletarya diktatörlüğü altında
köylü ilk kez olarak kendisi için çalışmakta ve kentte oturandan daha
iyi beslenmektedir. Köylü ilk kez olarak gerçek özgürlüğü -ekmeğini yeme
özgürlüğünü, açlıktan kurtulma özgürlüğünü- görmüştür. Bildiğimiz gibi, toprağın
dağıtımında azami eşitlik sağlanmıştır; çoğu durumda köylü "beslenecek boğaz"
sayısına göre toprağı bölüşmektedir.
Sosyalizm, sınıfların ortadan kaldırılması demektir.
Sınıfların ortadan kaldırılması için, önce, toprak sahiplerinin ve
kapitalistlerin ortadan kaldırılması gerekir. Görevimizin bu kısmı başarılmıştır,
ama bu, ancak bir kısmıdır, üstelik de en zor kısmı değildir Sınıfları ortadan
kaldırmak için, ikincisi, fabrika işçisi ile köylü arasındaki farklılığı ortadan
kaldırmak, bunların hepsini işçi yapmak gerekir. Bu birdenbire yapılamaz.
Bu görev kıyas kabul etmez bir biçimde daha zordur ve zorunlu olarak uzun bir
zaman alacaktır. Bu, bir sınıfın altedilmesi ile çözümlenebilecek bir problem
değildir. Ancak tüm toplumsal ekonominin örgütsel yeniden kuruluşu ile, bireysel,
dağınık, küçük meta üretiminden, büyük toplumsal üretime geçişle çözümlenebilir.
Bu geçiş zorunlu olarak son derece uzun sürmelidir. Aceleci ve dikkatsizce idari
ve yasal önlemler, onu ancak geciktirir ve karmaşıklaştırır. Ancak köylüye tüm
tarımsal tekniğinde büyük bir ilerleme yapmasını, onun köklü bir
[sayfa 386] biçimde düzeltilmesini sağlayacak
yardımcı sağlamakla hızlandırılabilir.
Problemin ikinci ve en zor kısmını çözmek için, proletarya, burjuvaziyi
yendikten sonra köylülüğe karşı politikasını, hiç sapmadan aşağıdaki temel
doğrultularda yürütmelidir. Proletarya, çalışan köylüyü mülk sahibi köylüden,
işçi köylüyü madrabaz köylüden, emek harcayan köylüyü vurgunculuk yapan köylüden
ayırmasını, aralarına sınır çekmesini bilmelidir.
Ve bu sınır çekmede sosyalizmin tüm özü yatar.
Ve sözde sosyalist, gerçekte küçük-burjuva demokratlar olan sosyalistlerin
(Martov'lar, Çernov'lar, Kautsky'ler ve ortakları) sosyalizmin özünü
anlamamaları şaşırtıcı değildir.
Burada sözünü ettiğimiz sınır çekme son derece zordur, çünkü gerçek
yaşamda "köylü"nün tüm özellikleri, ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, ne kadar
çeşitli olurlarsa olsunlar, bir bütün halinde kaynaşmıştır. Ama gene de sınır
çekmek mümkündür; ve bu, yalnızca mümkün olmakla kalmaz, köylü çiftliğinin ve
köylü yaşamının koşullarının kaçınılmaz bir sonucudur da. Çalışan köylü, yıllar
boyu, toprak sahipleri, kapitalistler, madrabazlar ve vurguncular tarafından en
demokratik burjuva devletleri de dahil olmak üzere, bunların devletleri
tarafından ezilmiştir. Çalışan köylü, uzun yıllar boyunca, bu ezenlerden ve
sömürenlerden nefret etmeyi ve tiksinmeyi öğrenmiştir, ve yaşam koşullarının
doğurduğu bu "öğrenme", köylüyü, kapitaliste karşı, vurguncu ve madrabaza karşı,
işçi ile bir ittifak aramaya zorlamaktadır. Ama aynı zamanda da, ekonomik
koşullar, meta üretiminin koşulları, köylüyü, kaçınılmaz olarak, (her zaman
değil ama çoğu durumda) bir madrabaza ve vurguncuya döndürmektedir.
Yukarda aktarılan istatistikler, çalışan köylü ile vurguncu köylü
arasındaki çarpıcı bir farklılığı ortaya [sayfa 387]
çıkarıyor. 1918-19 boyunca, kentlerin aç işçilerine 40.000.000 pud tahılı sabit
devlet fiyatlarında teslim eden köylü, devlet bürolarının tüm eksikliklerine,
işçi hükümetinin tümüyle farkında olduğu ama sosyalizme geçişin ilk döneminde
kaçınılmaz olan eksikliklerine karşın, bu tahılı onlara teslim eden köylü - bu
köylü, çalışan köylüdür, sosyalist işçinin yoldaşı ve eşiti, onun en sadık
müttefiki, sermayenin boyunduruğuna karşı savaşta kan kardeşidir. Oysa, kent
işçisinin gereksinmesi ve açlığından yararlanarak, devleti aldatarak ve her
yerde hilekarlık, soygunculuk ve dolandırıcılığı artırarak, yaratarak,
40.000.000 pud tahılı, elaltından, devlet fiyatının on katına satan köylü - bu
köylü, bir vurguncudur , kapitalistin müttefiki, işçinin sınıf düşmanıdır, bir
sömürücüdür. Çünkü, tüm devlete ait topraklardan, yalnızca köylünün değil,
işçinin de emeğini şu ya da bu yoldan içeren aletlerle toplanmış artı-tahıla
sahip olan herkes - artı-tahıla sahip olan ve bu tahılda vurgunculuk yapan
herkes, aç işçinin sömürücüsüdür.
Sizler özgürlüğü, eşitliği ve demokrasiyi ihlal edenlersiniz -
Anayasamızın altında işçinin ve köylünün eşit olmayışına, Kurucu Meclisin
dağıtılmasına, artı-tahıla zorla elkonulmasına vb. işaret ederek, bize her
taraftan böyle bağırıyorlar. Yanıtlıyoruz - gerçek eşitsizliği, çalışan köylüye
yüzyıllardır acı çektiren gerçek özgürlük yoksunluğunu ortadan kaldırmak için bu
kadar çok şey yapan devlet dünyada görülmemiştir. Ama biz köylü vurguncu ile
eşitliği asla kabul etmeyeceğiz, tıpkı sömüren ile sömürülen, tıka basa doyan
ile aç kalan arasındaki "eşitliği", birincinin ikincisini soyma "özgürlüğü"nü
kabul etmeyişimiz gibi. Ve bu farklılığı kabul etmeyi reddeden o eğitim görmüş
kişilere, kendilerine demokratlar, sosyalistler, enternasyonalistler,
Kautsky'ler, Çernov'lar ya da Martov'lar adını verseler de, beyaz muhafız
muamelesi yapacağız. [sayfa 388]
Sosyalizm, sınıfların ortadan kaldırılması demektir. Proletarya
diktatörlüğü, sınıfları ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmıştır. Ama
sınıflar bir darbede ortadan kaldırılamaz.
Ve proletarya diktatörlüğü döneminde sınıflar hâlâ durmaktadır, ve
duracaktır. Sınıflar yok olunca diktatörlük gereksiz hale gelecektir.
Proletarya diktatörlüğü olmaksızın sınıflar yok olmayacaktır.
Sınıflar durmaktadır ama proletarya diktatörlüğü döneminde her
sınıf bir değişikliğe uğramıştır, ve sınıflar arasındaki ilişkiler de
değişmiştir. Proletarya diktatörlüğü altında sınıf mücadelesi ortadan kalkmaz,
yalnızca farklı biçimlere bürünür.
Kapitalizm altında proletarya, ezilen bir sınıf, üretim araçlarından
yoksun bırakılmış bir sınıf, doğrudan doğruya ve tam olarak burjuvazinin
karşısında duran ve dolayısıyla da sonuna dek devrimci olabilen tek sınıftır.
Burjuvaziyi alteden ve siyasal gücü alan proletarya, egemen sınıf haline
gelmiştir; devlet gücünü kullanır, daha şimdiden toplumsallaşmış olan üretim
araçları üzerinde denetim uygular; yalpalayan ara unsurlara ve sınıflara
kılavuzluk eder; sömürücülerin giderek artan bir inat gösteren direnişini ezer.
Bütün bunlar, sınıf mücadelesinin özgül görevleri, proletaryanın önceden üzerine
almadığı ve alamadığı görevlerdir.
Sömürücüler sınıfı, toprak sahipleri ve kapitalistler, proletarya
diktatörlüğü altında ortadan kalkmamışlardır ve birdenbire kalkamazlar.
Sömürücüler ezilmiş ama yok edilmemiştir. Bir kolu oldukları uluslararası
sermaye biçiminde, hâlâ uluslararası bir temele sahiptirler. Bazı üretim
araçlarını, kısmen, hâlâ ellerinde tutmaktadırlar, hâlâ paraları vardır, hâlâ
geniş toplumsal ilişkilere sahiptirler. [sayfa 389]
Yenildikleri için, direnişlerinin enerjisi yüz kat, bin kat artmıştır. Devlet,
askerlik ve ekonomi yönetimi "sanatı", onlara bir üstünlük, çok büyük bir
üstünlük verir, öyle ki önemleri, nüfus içindeki sayısal oranlarından
kıyaslanamayacak kadar daha büyüktür. Altedilen sömürücülerin, sömürülenlerin
muzaffer öncüsüne, yani proletaryaya karşı verdikleri sınıf mücadelesi kıyas
kabul etmez ölçüde daha sert hale gelmiştir. Ve bir devrim durumunda, bu
kavramın yerine (tüm İkinci Enternasyonal kahramanlarının yaptığı gibi) reformcu
düşler konmadıkça, başka türlü de olamaz.
Son olarak, köylüler, genel olarak küçük-burjuvazi gibi, proletarya
diktatörlüğü altında bile, yarı yolda, ara bir durum işgal ederken, bir
yandan tüm çalışan halkın kendini toprak sahibi ve kapitalistten kurtarmak
biçimindeki ortak çıkarı ile birleşmiş oldukça büyük (ve geri Rusya'da geniş)
bir çalışan halk yığınıdırlar; öte yandan da birbirinden kopuk küçük mülk
sahipleri, mal sahipleri ve tüccarlardır. Böyle bir ekonomik konum, kaçınılmaz
olarak, proletarya ile burjuvazi arasında yalpalamalarına neden olur. Bu iki
sınıf arasındaki mücadelenin büründüğü keskin biçim karşısında, tüm toplumsal
ilişkilerdeki, inanılmaz ölçüde şiddetli kopuş karşısında, ve köylülerin ve
genel olarak küçük-burjuvazinin, eskiye, alışılmışa ve değişmeyene duyduğu büyük
bağlılık karşısında, çok doğaldır ki, onların bir taraftan öbürüne kayışlarını
kaçınılmaz olarak göreceğiz, yalpaladıklarını, değiştiklerini, kararsız
olduklarını vb. göreceğiz.
Bu sınıfla -ya da bu toplumsal öğelerle- ilgili olarak, proletarya onun
üzerinde etki sağlamak, ona kılavuzluk etmek için çaba harcamalıdır. Yalpalayan
ve istikrarsız olana önderlik etmek - işte proletaryanın görevi budur.
Eğer tüm temel güçleri ya da sınıfları proletarya diktatörlüğü
tarafından değiştirilmiş haliyle bunlar arasındaki ilişkileri karşılaştırırsak,
sosyalizme geçişin, genel olarak "demokrasi aracılığıyla" mümkün olduğu
yolundaki İkinci Enternasyonalin tüm temsilcileri tarafından paylaşılan genel
küçük-burjuva görüşün nasıl da sözü edilmeyecek kadar saçma-sapan ve teorik
açıdan aptalca olduğunu kavrayacağız. Bu yanılgının temel kaynağı burjuvaziden
miras kalan, "demokrasi"nin sınıflarla ilgili olmayan, mutlak bir şey olduğu
yolundaki önyargıda yatmaktadır. Aslında, proletarya diktatörlüğü altında,
demokrasi de, tümüyle yeni bir evreye girer ve sınıf mücadelesi, olanaklı ve
canlandırılabilir bütün biçimlere egemen daha yüksek bir düzeye erişir.
Özgürlük, eşitlik ve demokrasi hakkındaki genel sözler, aslında, meta
üretiminin ilişkileri tarafından biçimlenen kavramların gözü kapalı bir
yinelenmesinden başka bir şey değildir. Proletarya diktatörlüğünün somut
problemlerini böyle genellemelerle çözümlemeye girişmek, burjuvazinin
teorilerini ye ilkelerini bütünüyle kabul etmekle birdir. Proletaryanın bakış
açısından, sorun, ancak şu biçimde konabilir: hangi sınıfın baskısından
kurtulmak, hangi sınıfın hangi sınıfla eşitliği, özel mülkiyete dayanan bir
demokrasi mi, yoksa özel mülkiyetin kaldırılması için bir mücadeleye dayanan bir
demokrasi mi? vb..
Çok önceleri, Engels, Anti-Dühring'inde, "eşitlik" kavramının meta
üretimi ilişkilerinden biçimlendiğini açıklamıştır; eşitlik, sınıfların
kaldırılması anlamında anlaşılmazsa bir önyargı haline gelir. Burjuva
demokratik ve sosyalist eşitlik anlayışı arasındaki ayrıma ilişkin bu basit
gerçek, sürekli olarak unutuluyor. Oysa unutulmazsa, burjuvaziyi altetmekle,
proletaryanın, sınıfların kaldırılmasına doğru en kesin adımı attığı ve bu
süreci tamamlamak için, proletaryanın, devlet gücü aygıtından yararlanarak ve
altedilmiş burjuvazi ve yalpalayan küçük-burjuvaziye baskı yapmakta
savaşmakta, etkilemekte çeşitli yöntemler kullanarak, sınıf mücadelesine devam
etmesi gerektiği ortaya çıkar.