Marx-Engels | Lenin | Stalin | Home Page
Garbis Altinoglu ArticlesYanlış Ata Oynamak: BOP Çökerken Irak Kürtleri
Garbis Altinoglu
Amerikan Yüzyılının Sonuna DoğruDünyanın efendisi ABDnin daha iki yıl öncesine kadar sürdürdüğü kibirli, buyurgan kendinden emin ve tehditkar havayı şimdi anımsayanların sayısı o kadar fazla değil herhalde. Anımsatmak gerekiyor: ABD emperyalizmi 11 Eylül olaylarından sonra teröre karşı sonsuz savaş ilan etmiş, Ya bizimle birliktesiniz ya da bize karşısınız sloganıyla bütün devletleri, siyasal örgütleri ve siyasal akımları hizaya girmeye/ hazırola geçmeye çağırmış, şer ekseni olarak nitelediği İran, Irak ve Kuzey Korenin yanısıra haydut devlet kategorisine koyduğu başka bir dizi devleti hedef tahtasına yerleştirmiş, ilan ettiği Büyük ya da- Genişletilmiş Ortadoğu Projesi çerçevesinde bu geniş bölgedeki 22 devletin rejimlerini ve/ ya da sınırlarını değiştireceğini açıklamış, faşist nitelikteki önleyici savaş doktrini uyarınca, gelecekte ABD açısından tehlike oluşturabileceğini düşündüğü devletlere ve örgütlere hiçbir provokasyon olmaksızın ve tekyanlı bir biçimde saldırma hakkına sahip olduğunu ileri sürmüş, NATOnun doğuya doğru genişlemesi sürecini sürdürerek bir dizi eski Sovyet cumhuriyetinde renkli devrimler tezgahlamış, burjuva ve emperyalist devletler arasındaki güç çekişmesini görünürde de olsa belli kurallara bağlayan BM sistemini demode saymış, aynı anda iki savaşı birden başarılı bir biçimde sürdürecek konumda olduğunu ileri sürdüğü ordusuna dayanarak 21. yüzyılı da bir Amerikan Yüzyılı kılacağını savunmuş, kendisiyle tam uyum içinde olmayan Fransa, Almanya gibi orta boy emperyalist devletleri Yaşlı Avrupa deyimiyle aşağılamış, Suriye, Lübnan, İran gibi ülkelerin rejimlerini değiştirmek için açıkça çaba harcamakla, muhalif grupları desteklemekle kalmayıp, bu amaçla kendi parlamentosunda yasalar çıkaracak kadar ileri gitmiş, uluslararası burjuva hukukunu hiçe sayarak ve BM kurumunu devredışı bırakarak Iraka korsanca saldırmış, İkinci Dünya Savaşının sonundan bu yana sürdürdüğü siyasetini değiştirerek İran gibi nükleer silah sahibi olmayan ülkelere karşı nükleer silah kullanabileceğini belirtmiş ve bu yolda tehditler savurmuştu. Bu dönemde sadece KDP ve KYB gibi gerici Kürt burjuva ve toprak ağalarının örgütleri değil, PKK gibi devrimci-milliyetçi bir geçmişe sahip örgütler de umutlarını ABDne ve onun Ortadoğuda kuracağı yeni düzene bağlamışlardı. Örneğin, 11 Eylül olaylarından sonra ABDne bir başsağlığı mesajı gönderen ve İslami terörü kınayan PKKnın Başkanlık Konseyi üyesi Murat Karayılan, bu eylemden kısa bir süre sonra yayımlanan demecinde şöyle diyordu: Şimdi anlaşılıyor ki ABD, bu olayla birlikte yeni bir konsept geliştiriyor. Dünyanın çeşitli ülkelerinde, bölgelerinde ve en temelinde Ortadoğu'da, Kafkasya'da yeni bir düzenleme geliştirmek istiyor. Bu sadece ABD değil, genel anlamda NATO politikasına dönüşebilir. Dolayısıyla yeni düzenlemede Kürtlerin bu yeni süreci hassasiyetle ele almaları ve kendilerine bir yer yapmaları gerekiyor. Bizim yaklaşımımız budur...
Irak'a yönelik bir plan gelişirse, bu yeni süreç Güney'e çok yönlü olarak yansıyacaktır. Şimdi iki şey var: Irak'a yönelik mücadelede Güneyli Kürtler mi esas güç olarak görevlendirilecek, yoksa Türk ordusu mu? (Özgür Politika, 2 Ekim 2001, abç)
PKKnın yerini alan KADEKnin Genişletilmiş Yönetim Kurulunun 25-31 Temmuz 2003 tarihleri arasında yapılan toplantısında kabul edilen Barış İçin Demokratik Çözüm adlı kararda ise şöyle deniyordu:
Demokratik çözüm amacına ulaşmak için gerçekleştirdiğimiz bu devrimsel çıkış halkımızın, kadro, militan ve savaşçı yapımızın, yurtsever ve demokrat çevrelerin çabaları ile başarıya ulaşacaktır. Uluslararası topluluk ve demokratik güçler (yani ABD ve ortakları- G. A.) buna değer biçecek ve katkılarını sunarak, başarıda rollerini oynayacaklardır. Zamanını doldurmuş rejimler ve yapıların tarihe karışmalarının daha hızlı gerçekleşmesi yaşanacak, zafer demokratik güçlerin olacaktır...
Yeni sömürgelerdeki oligarşik, otokratik, teokratik ve monarşik nitelikli diktatörlük rejimleri, toplumsal gelişmenin önünde engel konumunu ifade etmektedirler... ABD'nin Ortadoğu'ya müdahalesi, dış değişim dinamiği olma özelliğine sahiptir. Bağımlılık temelinde de olsa demokratik gelişmeyi vazgeçilmez görecektir. Dolayısıyla egemen statükonun aşılması ve yerine demokratik bir gelişmenin konulması, kapitalizmin yeniden yapılanmasının acil bir ihtiyacıdır. (KADEK'ten Tarihi Hamle, Özgür Politika, 9 Ağustos 2003) Aradan geçen zaman, Irakın her yanı kanayan gövdesi ve Ortadoğu ve İslam dünyası halklarını hedef alan emperyalist terör, bu ültra-revizyonist ve pro-emperyalist görüşlerin sahiplerinin ne büyük bir körlükle sakatlanmış olduğunu herhalde yeterince ortaya koymuş olmalıdır.
Yeni Evre
Ne var ki, kabaca son iki yıldır Yanki emperyalistlerinin eski havalarının indiğini, külhanbeyi tutumlarını bir yana bıraktıklarını, şimdilerde daha/ çok daha alçakgönüllü bir tutum sergilediklerini ve daha dikkatli ve ölçülü bir dil kullandıklarını görüyoruz. Artık onlar, Batı Avrupa emperyalistleri başta gelmek üzere bağlaşıklarıyla danışmalarda bulunmaya, uluslararası burjuva meşruiyetini bir ölçüde gözetmeye, BM ile işbirliği yapmaya, hatta Türkiye, Pakistan gibi uşaklarına karşı daha dikkatli bir politika izlemeye özen gösteriyorlar. Irak halkının Sünni ağırlıklı direnişinin sert kayasına çarpan, (1) Şii ağırlıklı siyasal ve milis örgütlerinin de aracılığıyla İranın bu ülkedeki nüfuzunun artmasının önüne geçemeyen ve dolayısıyla savaşı siyasal bakımdan yitiren ABD saldırganları artık başarısızlığın faturasını birbirlerinin üzerine yıkma ve Iraktan en az zarar ve prestij yitimiyle çekilme sürecine girmişlerdir. Bush kliğinin emperyal emellerini hararetle desteklemekle ve gericilikte ondan geri kalmamakla birlikte, işlerin kötüye gittiğini geç te olsa görebilen, daha doğrusu görmek zorunda kalan ABD Kongresinin Mart 2006da dışişleri eski bakanlarından James Baker ile Temsilciler Meclisi eski üyesi Lee Hamiltonın başkanlığında- Irak Etüt Grubunu (=Baker-Hamilton Komisyonu) oluşturması, Nisan 2006da altı emekli generalin G. W. Busha yaptıkları çağrıda Savunma Bakanı Donald Rumsfeldin görevden alınmasını talep etmesi, Ağustos 2006da öndegelen 21 emekli general ve ulusal güvenlik görevlisinin, G. W. Bushun, ABDnin güvenliğini zedelediğini ileri sürdükleri genel rotasını değiştirmesini ve İran, Irak ve Kuzey Kore ile müzakere yolunu tutmasını öngören bir açık mektup yayımlaması, Eylül 2006da ABD dış politika elitinin 400ü aşkın isminin daha az kuvvete ve daha fazla diplomasiye ağırlık vermeyi öngören- yeni bir ABD genel stratejisinin oluşturulması için çağrı yapmaları, 7 Kasımda yapılan ara seçimlerde Kongrenin iki kanadının denetiminin ABD tekelci burjuvazisinin diğer partisinin (Demokrat Parti) eline geçmesi ve Bush kliğinin emperyalist saldırı politikasının baş mimarlarından Savunma Bakanı Rumsfeldin Başkanın talebi üzerine 9 Kasımda görevinden ayrılması, Başkan Bushun Baker-Hamilton Komisyonunun, Irak sorununun çözümü için bir biçimde devreye girmesine itiraz edememesi, etkili Senato Silahlı Kuvvetler Komitesinin başına geçmesi beklenen Senatör Carl Levinin 13 Kasımda, -ikiyüzlü bir biçimde de olsa- Iraktaki ABD kuvvetlerinin 4 ila 6 aylık bir sure içinde yavaş yavaş çekilmesi yolunda bir çağrı yapması vb., girilen bu yeni evrenin göstergelerinden hemen akla gelen birkaç tanesi.
Bunlara, yeni-muhafazakar ya da neo-con olarak adlandırılan neo-faşist çetenin öndegelen isimlerinden olan ve yakın zamana kadar, Savunma Bakanı Rumsfelde tavsiyelerde bulunan Savunma Politikası Kurulunun üyeliğini sürdüren Richard Perleün 19 Kasımda Londrada yaptığı bir konuşmada Irak savaşının uluslararası hukuk açısından gayrimeşru olduğunu söylemesini, Associated Pressin bildirdiğine göre, -Vietnam, Kamboçya, Laos, Şili, Endonezya, Lübnan, Filistin vb. işçi sınıfı ve halklarının en öndegelen katillerinden- ABD Dışişleri eski Bakanı Henry Kissingerın gene 19 Kasımda bir TV kanalına verdiği mülakatta Irakta askeri bir zaferin artık olanaklı olmadığını ve bölgede bir düzelme sağlayabilmek için ABDnin, Iraka komşu olan İran gibi ülkelerle diyalog kurması gerektiğini söylemesini (Tariq Panja, Kissinger: Iraq Military Win Impossible), 21 Kasımda BM Genel Sekreteri Kofi Annanın, ABDnin Irakta kapana kısıldığını söylemesini ekleyebiliriz. Gelinen bu noktayı, emperyalist şeflerin kendilerinin de, Marksist-Leninistlerin ve tutarlı devrimcilerin Amerikan neo-faşistlerinin 11 Eylülün ardından girdikleri emperyalist haçlı seferinin yenilgiyle bitmeye mahkum olduğu yolundaki bilimsel tezini tabii kendi tarzlarında- kabul etme noktasına gelmeleri olarak değerlendirmek hiç de yanlış olmayacaktır.
Dünyadaki hiçbir düzenli ordunun başedemeyeceği bir orduya sahip bulunan, askeri harcamaları dünyanın geri kalanının askeri harcamalarına eşit olan, askeri bütçesi 14 ülke dışındaki diğer ülkelerin brüt ulusal gelirlerini aşan, binlerce nükleer ve termonükleer silahın yanısıra en gelişmiş konvansiyonel silahlarla donanmış bulunan ABD hiper devleti, Afganistan ve Irakı işgal etmiş, ama bu ülkelerin halklarına boyun eğdirememiş, bu ülkelerin halklarını denetimi altına alamamıştır. Dahası bu dünya zaptiyesi, burjuva aydınlarının ve küçük-burjuva reformistlerinin küçüksediği bu halkların giderek büyüyen direnişi nedeniyle emperyal hırslarına gem vurmak zorunda kalmış, artan asker ve donanım yitiminin yanısıra büyük bir imaj, moral ve saygınlık yitimine uğramıştır. (2) ABD, G. W. Bushun 2002 yılı başında yaptığı Birliğin Durumu konuşmasında şer ekseni olarak tanımladığı üç ülke bakımından da hedeflerine varamamıştır: Kuzey Kore ilk nükleer bomba denemesini yapmış ve Washingtonun tehditlerine pabuç bırakmamış, Irak, ABD için tam bir bataklık haline gelmiş ve nükleer alandaki çalışmalarını sürdürmekte direten İranın bölgedeki siyasal ağırlığı ve nüfuzu Iraktaki BAAS rejiminin devrilmesinin de yardımıyla- artmıştır. Son derece eşitsiz ve zor koşullar altında savaşan Filistin halkı teslim olmamış, Hizbullah önderliğindeki Güney Lübnan halkı ABD destekli İsraili 33 gün süren kahramanca bir direnişten sonra topraklarından kovmuş, beş yıldır savaşmakta olan yorgun Afgan halkı ABD ve NATO işgalcilerine ve uşaklarına kök söktürmeye başlamıştır. Gelinen noktada işler ABD saldırganlarını, Irakta istikrarı sağlamak için, yıllardır hedef tahtasına oturtmuş oldukları, istikrarsızlaştırmak ve çökertmek için çalıştıkları ve çalışmaya devam ettikleri- gerici İran ve Suriye yönetimlerinden yardım isteme noktasına kadar getirmiştir. Burada, siyasal tablodaki bu köklü değişikliği sağlayanın ve ABD emperyalizminin, Leninin deyişiyle ayakları kilden bir devden başka bir şey olmadığını gözler önüne serenin; esas olarak Irak, Afganistan, Lübnan, Filistin vb. halklarının yürüttüğü direniş olduğunun, bu sürecin, tarihi kitlelerin yaptığı yolundaki Marksist önermeyi bir kez daha doğruladığının altının kalın bir çizgiyle çizilmesi gerekir. 11 Eylül 2001 sonrasının deneyimi; özgüçlerine dayandıkları, örgütlendikleri, geçici zorluklardan yılmadıkları, teslimiyet ve boyun eğme çizgisini reddettikleri ve emperyalist, sömürgeci ve gerici güçlere karşı bütün meşru devrimci metot ve araçlarla savaşım verme yolunu tuttukları takdirde işçi sınıfı ve ezilen halkların, en güçlü düşmanları bile altedebilecekleri ve haklı davalarını zafere ulaştıracakları gerçeğinin soyut bir slogan değil, gerçekliğin ta kendisi olduğunu göstermiştir.
ABDnin Iraktaki Son Sığınağı: Güney Kürdistan
ABD emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesinin çöküşünün başlamış ve hayli ilerlemiş olması, Ortadoğu işçi sınıfı ve halklarının sömürgeciliğin ve yeni sömürgeciliğin boyunduruğundan kurtuluşunun eşiğinde oldukları ve Yanki haydutlarının bölgeden çekip gitmek üzere oldukları anlamına gelmiyor. Afganistan, Irak, Filistin ve Lübnan halklarının yiğitçe direnişi ABD tekelci burjuvazisine ağır darbeler indirmek suretiyle onun, emperyalistler arası rekabetteki egemen konumunu yitirme süreci hızlandırmıştır. Ancak bu ABDnin, - bölgedeki uşak ve işbirlikçilerinin de yardımıyla- Ortadoğunun petrol başta gelmek üzere doğal kaynakları ve stratejik önem taşıyan alanları üzerindeki denetimini muhafaza etmek ve İsrailin güvenliğini korumak yolundaki gerici çabalarını sürdürmeyeceği ve yeni askeri maceralara atılmayacağı anlamına gelmiyor. ABD tekelci burjuvazisinin, elleri aynı ölçüde kanlı diğer partisi Demokrat Partinin Kongrenin iki kanadında da çoğunluğu ele geçirmesi, asla savaş-karşıtı cephenin güçlendiği anlamına gelmiyor; bu ancak ABD işçi sınıfı ve halkının Beyaz Saray ve Pentagon sakinlerinin emperyalist savaş politikasının sonuçlarına karşı gelişen tavrının göstergelerinden biri olarak ele alınabilir. Irak sözkonusu olduğunda, ABD emperyalistlerinin ve onların Britanyalı ve İsrailli bağlaşıklarının Irak halkının ulusal direnişine kendi örgütledikleri ve kışkırttıkları ölüm mangalarının da yardımıyla ve emperyalist terörle yoluyla karşılık vermeye devam edeceklerini, böl ve egemen ol taktiğini daha da kapsamlı bir tarzda yaşama geçirmeye çalışabileceklerini, Irakın bölünmesi seçeneğini daha belirgin bir biçimde dayatabileceklerini ve/ ya da belki de Saddam Hüseyin benzeri yeni bir elikanlı diktatörlük rejimini işbaşına getirmeyi kuracaklarını söyleyebiliriz. Ne var ki, direnişin giderek güçlenmesi ve Irak halkının büyük çoğunluğunun ABD ve yardakçılarının işgal ve terörüne giderek daha açık bir biçimde tutum alması, savaşın ABD ekonomisine çok pahalıya patlaması, ABD ordusunun önemli bir moral çöküntü yaşıyor olması, Amerikan kamuoyunun savaşa karşı muhalefetinin ve Iraktan çekilme talebinin yükselmesi, net ve tutarlı bir Irak stratejisinden yoksun ABD tekelci burjuvazisinin iç çekişmelerinin büyümesi ve ABDnin ve yakın bağlaşığı İsrailin hedefleri arasındaki uyuşmazlık ve çelişmeler, Yanki emperyalistlerinin işini son derece güç hale getiriyor.
İşte bütün bu gelişmelerin ABDni, kuvvetlerinin görece küçük bir bölümünü Irakın Arap bölgelerinde inşa ettiği ve etmekte olduğu dev askeri üslerde konuşlandırırken, görece daha büyük bir bölümünü de Güney Kürdistanda konuşlandırma politikasını benimsemeye ittiği görülüyor. Her halükarda, ABD emperyalizminin ve Siyonist İsrailin- henüz resmi bir nitelik kazanmamış olmasa da Güney Kürdistanda kurulmuş olan Kürt devletiyle uzun erimli bir ilişki kurmayı ve üst düzey bir Amerikalının deyişiyle denize çıkışı olmayan bir uçak gemisi olarak niteledikleri Güney Kürdistanı, Irak ve bölge halklarına karşı saldırılarının dayanak noktası haline getirmeyi tasarladıkları tartışma götürmez. Şimdi bu doğrultuda ileri sürülen düşüncelere bir göz atalım.
ABD silahlı kuvvetlerinin görüşlerini yansıtan Armed Forces Journalın (=Silahlı Kuvvetler Dergisi) Haziran 2006 tarihli sayısında yayımlanan Bloodborders: How A Better Middle East Would Look (=Kan Sınırları: Daha İyi Bir Ortadoğunun Görünümü) başlıklı yazısına ek olarak yayımladığı yeni Ortadoğu haritasından ötürü, Türkiyeninki de içinde olmak üzere Ortadoğudaki bir dizi gerici rejimi sinirlendiren emekli yarbay Ralph Peters, sözkonusu yazısında Kürtler hakkında şöyle diyordu:
Sınırları Diyarbakırdan Tebrize kadar erişecek bir Özgür Kürdistan, Bulgaristandan Japonyaya kadar uzanan bölgedeki en Batı-yanlısı devlet olacaktır. Pek çok veri, gerek Petersin haritasının ve gerekse onun bu sözlerinin kişisel düşünceler olmanın çok ötesine geçtiği ve ABD tekelci burjuvazisinin geniş kesimlerinin ve Siyonist İsrailin görüşünü yansıttığını gösteriyor.
ABDnin Hırvatistan eski elçisi Peter Galbraith, 25 Temmuzda The New York Timesta yayımladığı Our Corner of Iraq (=Iraktaki Köşemiz) adlı yazıda ABDnin Irakta kendi egemenliğini kuracak çapta bir askeri güce sahip olmadığını söylüyordu. Galbraith bu durumda ABD kuvvetlerinin Sünnilerin ve Şiilerin denetimindeki bölgelerden çekilerek Irak Kürdistanına yerleşmesi ve burayı üs olarak kullanarak gereksinim duyduğunda Iraka operasyon düzenlemesi gerektiğini şu sözlerle öğütlüyordu:
Irak Kürdistanı dünyadaki en Amerikan-yanlısı toplumlardan biri ve buradaki hükümet, diğer hususların yanısıra Kürtlerin 2003 savaşında ABD ile yakın işbirliği yapmış olmalarından ötürü kendilerine kırgın olan Arap Iraklılardan korumaya yardım edeceği için bizim askeri varlığımızdan büyük bir hoşnutluk duyacaktır
Amerikan ordusu Kürdistandan hareket ederek, hızla El Kaidenin mesken tutmuş olduğu Sünni Arap bölgesine dönebilir. Iraktaki tek güvenilir yerli askeri kuvvet olan Kürt peşmergeleri, istihbarat ve savaş alanında Amerikalı bağlaşıklarına memnunlukla yardım edeceklerdir.
Öte yandan ABD eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke Başkan Busha hitaben yazdığı ve 24 Ekimde The Washington Postta yayımlanan Açık Mektubunda aynı konuyu ele alıyordu. Bush yönetiminin Irak politikasının başarısızlığa uğradığını kabul eden Holbrooke, Amerikan ordusunun Güney Kürdistana yerleştirilmesini ve buradan gerektiğinde Irakın başka bölgelerine askeri operasyon yapmasını savunuyordu. O, böylelikle Güney Kürdistan devletinin doğrudan ABD koruması altına girecek olmasının Türk gericiliği katında yaratacağı hoşnutsuzluğu gidermek için Ankaranın önüne PKKnın saldırılarının durdurulması yemini atmasını öneriyordu.
Yazgılarını çoktandır ABD ve İsrailin çıkarlarına bağlamış bulunan ve aralarında henüz tam bir birlik sağlayamamış olmakla kalmayıp yarın öbür gün yeniden birbirlerinin gırtlaklarına sarılmaya hazır olan- KDP ve KYB yöneticilerinin ABDnin Iraktan çekilme söylentilerinden bile rahatsız olduklarını ve Irakın diğer bölümlerinden çekilecek olan Amerikan kuvvetlerinin Güney Kürdistana yerleşmesi yolundaki planlara sıcak baktıklarını söylemek gereksiz. ABD kamuoyunun giderek savaşa karşı dönmesi ve 7 Kasımda yapılan Kongre ara seçimlerinden Iraktaki Amerikan kuvvetlerinin belli bir plan dahilinde bu ülkeden çekilmesi için çalışacaklarını söylemek zorunda kalan Demokrat Partinin başarıyla çıkmasının, işçi sınıfı ve halklar lehine değişmekte olan Irak ve Ortadoğu tablosunu görmezden gelen bu bayları bir yandan efendilerine daha fazla sokulmaya teşvik ederken, bir yandan da daha fazla telaşlandırdığı anlaşılıyor. Örneğin, Irakın (ya da Iraklıların deyişiyle Yeşil Bölgenin) Devlet Başkanı Celal Talabani, Lally Weymouthun 25 Eylül 2006da Newsweek ve The Washington Post adına kendisiyle yaptığı röportajda (Irak Is Not in Chaos=Irakta Kaos Yok) bunu doğrulamış ve Weymouthun Kürdistana ABD üsleri konulacak mı? biçimindeki sorusunu şöyle yanıtlamıştı:
Amerikan kuvvetlerine, hatta dış müdahaleleri önlemek için iki askeri üsse uzun süre gereksinim duyacağımızı düşünüyorum. 100,000 Amerikan askeri istememe gerek yok; 10,000 asker ve iki üs yeterli olacaktır.
Kürdistan Bölgesel Hükümetinin Sözcüsü Halit Salih, 16 Ekimde The Daily Star adlı gazetede yayımlanan yazısında Talabaninin kaygılarını yineledi. O, For Kurds, A Messy US Withdrawal Would Be Disastrous (=Düzensiz Bir ABD Çekilmesi Kürtler İçin Bir Felaket Olur) başlıklı yazısında şöyle diyordu:
Amerikanın (Iraktan- G. A.) çekileceğinden kuşku duyulamaz; sorun bunun ne zaman ve nasıl olacağıdır Erken bir çekilme Irakın temel süreçlerini daha fazla kaos ve daha derin çatışmalarla yüzyüze bırakacaktır.
Bu koşullarda, Kürdistanın özyönetim, istikrar ve refah alanında elde ettiği başarılar sönüp gidecektir
ABDnin uzun erimli askeri, siyasal ve güvenliksel yüklenimleri olmaksızın federal, demokratik ve çoğulcu bir Irak düşüncesinin yaşaması çok zordur Bu koşullarda Kürdistan, öngördüğümüzden çok daha ağır bir bedel ödeyecektir: Sadece Kürt liderliğinin Irakın siyasal sisteminin yeniden düzenlenmesini aktif olarak desteklediği düşünülmüyor; dahası bütün Kürt nüfusunun yabancı güçleri, düşünceleri ve değerleri desteklediği izlenimi egemen
İşin aslına bakılırsa Talabani, geçen yıl ABDne yaptığı ziyaret sırasında The Washington Post gazetesine verdiği mülakatta 2005 yılı sonuna kadar, Iraktaki ABD kuvvetlerinin bir bölümünün çekilebileceğini ve kendi güvenlik kuvvetlerinin sorumluluğu üstlenmeye başlayabileceğini söylemişti. Talabani bu mülakatın ardından, işgal güçlerinin Iraktan çekilmesi konusunda bir takvim vermekten yana olmayan ABD Devlet Başkanı George W. Bush ile görüşecek, bu görüşmeden sonra yaptığı basın toplantısında daha önceki sözlerini düzeltecek ve şöyle diyecekti:
2006nın sonuna kadar güvenlik kuvvetlerimizin, Amerikalılarla tam uyum halinde, sorumluluğu Amerikan askerlerinden devralacak düzeye geleceğini umuyorum. (Iraq: Talabani Sees Possibility of Some U.S. Troop Withdrawal, Andrew Tully, 13 Eylül 2005, RFE/RL, abç)
Elaine A. Grossman, The Insidedefense.com sitede yayınlanan 27 Ekim 2006 tarih ve Kürt Komutan Kuzey Irakta Kalıcı ABD Üssü İstiyor başlıklı yazısında, peşmerge kuvvetleri komutan yardımcısı ve KYB yöneticilerinden Mustafa Sait Kadirin, Kuzey Irakta kalıcı bir ABD askeri üssü kurulmasına sıcak baktığını aktardı. Grossmana göre Kadir,
Biz Kürdistanda bir ABD askeri üssü kurulmasını hararetle destekliyoruz. Biz Kürtler, bunun çok önemli bir adım olacağı konusunda görüş birliği içindeyiz dedi.
The Wall Street Journalın 28 Ekim 2006 tarihli sayısında ise Judith Millerın Mesut Barzaniyle bir söyleşisi -A conversation with the president of Iraq's most successful region (= Irakın En Başarılı Bölgesinin Başkanıyla Bir Konuşma)- yayımlandı. Miller, her yanı avizelerle dolu yeni mermer sarayında yapılan söyleşide, Amerikan kuvvetlerine kapılarının her zaman açık olduğunu söyleyen Barzaniye, Amerikan kuvvetlerini şimdi de ağırlamaya hazır mısınız? sorusunu sorduğunda Kuşkusuz yanıtını aldığını yazıyor. Yazar, Busha başarı dileyen ve herşeyin onun, işi yarıda bırakıp gitmeme kararlılığına bağlı olduğunu söyleyen KDP ve Kürdistan Bölgesel Hükümeti Başkanının, Eğer, Vietnamda olduğu gibi çözümün, görevi bitirmeden çekip gitmede yattığını düşünen insanlar varsa, bu büyük bir felaket olacaktır dediğini de ekliyor sözlerine.
Irak Başbakan Yardımcısı ve KYB yöneticilerinden Berham Salih, 13 Kasımda Bağdatta Mark Finkelsteina verdiği mülakatta aynı doğrultuda görüş belirtti. Salih, Daha bir sure Amerikan askeri desteğine gerek duyacaklarını ve ani bir ABD çekilmesinin tam bir felakete yol açacağını söyledi. ABD ile birlikte küresel terörizme karşı savaştıklarını ve Bağdat sokaklarında olup bitenlerin ABD ve Avrupanın güvenliğini etkilediğini söyleyen Salih sözlerini şöyle sürdürdü:
ABD buraya Saddam Hüseyinin tiranlığını devirmemize yardım etmek için geldi. Bunun için minnettarız Siz bize en büyük armağanı, yani özgürlüğü verdiniz. (CNSNews.com, 13 Kasım 2006)
Fırat Haber Ajansı 14 Kasımda KYBnin Washington temsilcisinin, Iraktan güçlerini çekmeye hazırlanan ABDnin bu güçleri Güney Kürdistana yerleştirmesinden yana olduğunu söylediğini yazdı. Haberde,
Ortadoğu Enstitüsü adlı düşünce kuruluşunun Washington'da düzenlediği yıllık konferansta konuşan Kubad Talabani, Irak'taki ABD ordusunun ülke içinde yeniden konuşlandırılması durumunda, bu güçlerin Kürdistan Bölgesi'ne gönderilmesinin anlamlı olacağını dile getirdi.
Kubad Talabani, bu bölgedeki Kürtlerin Amerikan yanlısı olduğunu ve ABD birliklerini memnuniyetle karşılayacağını ifade etti deniyordu.
Bölünme
ABD emperyalizminin ve onların Kürt işbirlikçilerinin bu görüşleri, Irakın bölünmesi tartışmalarıyla yakından ilişkili. Son aylarda ABD-İsrail-Britanya şer ekseninin Irakta -ve Ortadoğuda ve Afganistanda- daha ağır darbeler yemesi ve işgalcilerin Iraktan çekip gitmelerinin kaçınılmaz olduğunun giderek daha berrak bir biçimde anlaşılması, bu ülkenin jeografik olarak bölünmesi yolundaki önerilerin ve planların tartışılmasını hızlandırdı. Bunun bir örneği, ABDnin nüfuzlu düşünce üretim kuruluşlarının başında gelen Council on Foreign Relationsın (=Dışilişkiler Konseyi) Onursal Başkanı Leslie H. Gelb ile Senato Dışilişkiler Komitesi üyesi ve 2008 yılında yapılacak seçimlerde Demokrat Partinin devlet başkanlığı aday adaylarından Senatör Joseph R. Bidenın 1 Mayıs 2006da yayımladıkları Unity Through Autonomy in Iraq (=Irakta Özerklik Yoluyla Birlik) başlıklı yazı. Bush kliğinin bir zafer stratejisinden yoksun olduğunu ve ABDndeki hayal kırıklığının Kongreyi, sonuçları ne olursa olsun ABD birliklerinin Iraktan çekilmesine yol açacak bir karar almaya zorlayabileceğini belirten Gelb ile Biden bu yazıda, sınır güvenliği ile petrol gelirlerinin paylaştırılması dışında herhangi bir sorumluluğu olmayacak zayıf bir merkezi yönetime sahip olması gereken Irakın çok geniş özerkliğe sahip üç bölgeye ayrılmasını, yani fiilen bölünmesini önermişlerdi.
Bu arada Fırat Haber Ajansı da geçtiğimiz günlerde, İsrailde yayımlanan Haaretz gazetesinde yer alan 3 Kasım 2006 tarihli bir habere göndermede bulundu. ABD Irakı Bölüyor başlıklı haberde aynen şöyle deniyordu :
Haaretz, Talabaninin ayrıca Washingtonun Suriye ile de konuşmasını önerdiğine dikkat çektikten sonra şu değerlendirmeyi yaptı: Ancak Irakta ihlal edilen tek ilke teröristlerle konuşmama ve Şer Eksenini köşeye sıkıştırma ilkesi değil. Diğer önemli bir ilke olan, Irakı federal bölgelere bölünmesini engelleme ve ülkenin birliğinin koruma ilkesi de yok edilmek üzere ABDnin, başta bir Kürt devletinden korkan Türkiye olmak üzere, Ortadoğudaki müttefiklerine Irakın bölünmesine katkıda bulunmayacağı söz verdiğini hatırlatan gazete, buna karşın bu hafta ABDnin Bağdat Büyükelçisi Halilzadın özerkliği isteyen Kürt liderlerine Amerikanın bu fikrine karşı olmadığını ancak bu konudaki kararın Irak halkına ait olduğunu söyleyerek, Washingtonun bölünmeme ilkesine bir tokat attığı yorumunu yaptı.
Aslında Irakın bölünmesi yolundaki emperyalist-Siyonist planlar hiç de yeni değil. Yukarda adıgeçen ve o zamanlar Dışilişkiler Konseyi Başkanı sıfatını taşıyan Leslie H. Gelb, direnişin sertleşmeye başladığı 25 Kasım 2003 gibi görece erken bir tarihte The New York Timeste yayımladığı bir makalede Irakın kuzeyde Kürtler, merkezde Sünniler ve güneyde Şiiler arasında bölünmesini öğütlemişti. O bu makalede, ABD birliklerinin, direnişin en yoğun olduğu Sünni Üçgeninden çekilerek Kürtlerin ve Şiilerin yoğun olarak yaşadığı kuzey ve güney Irakta konuşlandırılmasını ve Amerikan yetkililerinin, petrolden ve petrol gelirlerinden yoksun kalacak olan başbelası ve zorba Sünnilerin ihtiraslarını yumuşatmalarını ya da bunun sonucuna katlanmalarını beklemeleri, yani onları aç bırakarak teslim almaya çalışmaları gerektiğini söylüyordu. Dahası o, Irakta değişik ulus ve mezheplerden halkların bir çok yerde içiçe yaşadıkları gerçeğinden yola çıkarak gerçek bir etnik temizlik önermiş, Irakın orta bölgelerindeki Sünni-olmayan nüfusun ülkenin kuzeyi ve güneyine ve bu bölgelerdeki Sünni Arapların da Orta Iraka zorla göçertilmeleri gerektiğini söylemiş ve sözlerini şöyle sürdürmüştü:
Bu karışık ve tehlikeli bir girişim olacaktır; ancak ABD sözkonusu nüfus hareketlerini sağlamak için gereken harcamaları üstlenmeli ve bu süreci kuvvet kullanarak kendi koruması altında gerçekleştirmelidir.
Aslında daha da eskiye gidebilir ve Irakın yanısıra bölgedeki diğer Arap devletlerinin de ulus, milliyet, din, mezhep vb. temelinde küçük, hatta mini devletlere bölünmesinin ABD emperyalizminin yakın ortağı İsrailin temel stratejisi olduğuna işaret edebiliriz. Örneğin, İsrail Dışişleri Bakanlığıyla sıkı ilişki içinde bulunan Oded Yinon adlı Siyonist gazetecinin 1982de kaleme aldığı 1980lerde İsrail İçin Bir Strateji adlı yazıda Irak için şu kahince sözler edilmişti:
Petrol bakımından zengin ve içsel olarak parçalanmış olan Irak, İsrailin hedef adayları arasında yer almayı garantilemiştir. Bizim açımızdan Irakın dağılması, Suriyenin dağılmasından daha da önemlidir. Irak, Suriyeden daha güçlüdür. Kısa erimde Irakın gücü İsrail için en büyük tehdit kaynağıdır. Bir Irak-İran savaşı Irakı parçalayacak ve onun, bize karşı geniş bir cephede savaşımı örgütlemeye fırsat bulamadan yıkılmasına yol açacaktır. Kısa erimde, Araplar arasındaki her türden çatışma bizim işimize yarayacak ve Irakı, tıpkı Suriye ve Lübnanda olduğu gibi mezhepler arasında parçalama yolundaki daha önemli hedefimize ulaşmamızı çabuklaştıracaktır. Irakın, Osmanlı döneminin Suriyesinde olduğu gibi etnik/ dinsel doğrultuda eyaletlere bölünmesi olanaklıdır. Böylelikle, üç ana kent olan Basra, Bağdat ve Musul çevresinde üç (ya da daha fazla) devlet oluşacak ve güneydeki Şii bölgeleri Sünni ve Kürt kuzeyden ayrılacaktır.
İkinci Körfez Savaşı, Irakın bölünmesi planlarını bir kez daha gündeme taşıyacaktı. İsrailin yakın dostu William Safire, BAAS rejiminin 2 Ağustos 1990da Kuveyti işgalinin ardından ABDnin ve Türk egemen sınıflarının Özal kliği de içinde olmak üzere- ABDne en yakın fraksiyonlarının Türkiyeyi Washingtonun yanında Irak savaşına sokma girişimlerinin yoğunlaştığı dönemde, yani 1 Kasım 1990da The New York Timestaki köşesinde aynı konuya değinen bir yazı yayımlamıştı. Anımsanacağı üzere, Kuveytin işgalinin ardından BMden Iraka karşı bir ekonomik yaptırım kararı çıkartan ABD o sıralarda, bu ülkeye karşı bir askeri saldırı hazırlığı yapıyor ve önlerine Musul-Kerkük petrollerinden pay alma, Ankaranın koruması altında bir Türkiye-Güney Kürdistan federasyonu gibi yemler attığı ve yeni-Osmanlıcı dürtülerini körüklediği Türk gericilerini Irak batağına çekmeye çalışıyordu. ABD emperyalizminin ve Siyonizmin The New York Timesta yazan bu borazanı, Irakın petrol yataklarının kimler arasında bölüşüleceğine değindiği sözkonusu yazısında, bunların Bağımsız Kürdistan, bize destek çıkan Türkiye, özgür Irak ve fedakarlıkta bulunan diğer ülkeler olduğunu söyleyecekti.
1996 yılına gelindiğinde ise, neo-con ya da yeni muhafazakar adı verilen neo-faşist kliğin en öndegelen isimlerinden bazıları Başkan Yardımcısı Dick Cheneynin Ortadoğu danışmanı David Wurmser, Savunma Bakan Yardımcısı Douglas Feith ve Pentagona bağlı Savunma Politikası Kurulu eski başkanı Richard Perle- 8 Temmuz 1996da dönemin İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahuya sunulmak üzere bir rapor yayımlamışlardı. A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm (Net Bir Kopuş: Ülkeyi Güvence Altına Almak İçin Yeni Bir Strateji) adlı raporda şöyle deniyordu :
İsrail; Türkiye ve Ürdünle işbirliği içinde Suriyeyi zayıflatmak, kuşatmak ve geri püskürtmek suretiyle içinde bulunduğu stratejik ortamı biçimlendirebilir. Bu çaba, Suriyenin bölgesel ihtiraslarını boşa çıkarmanın bir aracı olarak Irakta başlıbaşına önemli bir İsrail hedefi olan- Saddam Hüseyini iktidardan düşürme üzerinde yoğunlaşmalıdır. Burada, Saddam Hüseyini iktidardan düşürme sözcüklerinden kastedilenin, Irakın zayıflatılarak İsrail için bir tehdit olmaktan çıkarılması ve bu bağlamda bölünmesi olduğu bellidir.
11 Ekim 2006da, ağırlıklı olarak işbirlikçi milletvekillerinden oluşan 275 üyeli Irak parlamentosunun, Ocak 2005te yapılan sözde referandumda kabul edilen federalizmi sadece 140 milletvekilinin katıldığı bir oturumda daha da derinleştirme doğrultusunda bir karar almış olmasını bütün bu verilerin ışığında değerlendirmek gerekir. Bu parlamentonun, Sünni kökenli üyelerin yanısıra Mehdi Ordusuna yakın parlamenterlerin itirazına rağmen kabul ettiği federalizm yasası, ülkenin değişik bölgelerinde özerk bölgelerin kurulmasına hukuki bir kılıf sağlayarak, -ABD ve İsrailin istekleri doğrultusunda- Irakın bölünmesinin yolunu açacaktı. Bu arada, başını ABDnin çektiği uluslararası toplum ise, ordusu, istihbarat örgütü, parlamentosu, bayrağı vb. ile fiilen kurulmuş olan Güney Kürdistan devletinin yavaş yavaş uluslararası ölçekte tanınması için gereken adımları atıyor. Örneğin, Fırat Haber Ajansı, 20 Kasım tarihli bir haberinde uluslararası polis örgütünün (=İnterpol) Yahudi asıllı eğitmen Dayvid Odun yönetimi altında Güney Kürdistan Bölge Polisi'ni eğitmeye başladığını, sınır kenti Pencwin'de örgütlenen eğitim devresinde, üst düzey polis yetkililerinin eğitimine başlandığını bildiriyordu. Aynı doğrultudaki diğer bazı gelişmeleri ise şöyle sayabiliriz.
Reutersin 20 Kasımda Brükselden geçtiği bir habere göre, Richard Holbrooke ve Alman Marşal Fonu adlı örgütün Brüksel bürosu şefi Ronald Asmus yayımladıkları ortak raporda NATO kuvvetlerinin Kuzey Irakta konuşlanmasını önerdiler. Onlara göre bu, Türkiyenin PKKya saldırmak gerekçesiyle bu bölgeye girmesini önlemek için gerekliydi. Bu baylar, Türk gericilerinin 1980li ve 1990lı yıllarda hem de bugünkünden çok daha elverişli siyasal koşullarda- Güney Kürdistana karşı, hiçbir sonuç elde edemediği pek çok askeri operasyon düzenlediğini ve Güney Kürdistanda salt ABD birliklerinin bulunması halinde bile Türkiyenin bu bölgeye saldırmaya asla cesaret edemeyeceğini bilmiyor olamazlar. Dolayısıyla, bu önerinin asıl amacının, ABD-İsrail koruması altındaki Güney Kürdistan devletini korumak, ona uluslararası meşruiyet kazandırmak ve ABDnin büyüyen diplomatik izolasyonun önünü almak olduğunu söylemek yanlış olmaz. Raporda, Lübnanda İsrail-Hizbullah çatışmasının yeniden başlaması halinde BM Barış Gücüne yardımcı olmak amacıyla bu ülkeye NATO birlikleri gönderilmesinin ve İranın nükleer çalışmalarının engellenmesi için NATO ile İsrail arasındaki işbirliğinin arttırılmasının da önerilmesi bu saptamayı doğruluyor.
Gene Fırat Haber Ajansının 21 Kasım tarihli bir haberinde, Iraka karşı açılan savaşın öndegelen mimarlarından ABD Savunma eski Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitzin yönetimindeki Dünya Bankasının, Kürdistan Federe Bölgesinin başkenti Hewlerde (=Erbil) temsilcilik açmaya hazırlandığı bildiriliyordu. Haberde Güney Kürdistan Planlanma Bakanı Osman Şıwaninin, Dünya Bankası ile doğrudan ilişki kurma talebinde bulunduğu ve Dünya Bankası heyetinin, Kürt yetkilileriyle yaptığı görüşmelerden sonra, Hewlerde bir temsilcilik açabileceklerini duyurduğu belirtiliyordu.
Sonuç
Irak Kürdistanındaki iki ana gerici burjuva partisinin ABD ve İsrailin fedailiğini ve uşaklığını yapma politikasının, Kürdistan işçi sınıfı ve halkını Irak işçi sınıfı ve halkı başta gelmek üzere Ortadoğu işçi sınıfı ve halklarından koparmak ve onların karşısında konumlandırmak ve Kürt peşmergelerini SCIRI (=Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi) adlı Şii işbirlikçi burjuva partisinin savaşçılarıyla birlikte- ölüm mangalarında ve kukla Irak ordusu ve polisinde görevlendirmek suretiyle Irak Kürdistanı için yeni bir felaketin tohumlarını ektiğini saptamak için çok güçlü bir analiz yeteneği ya da öngörü gerekmiyor. Hem karşı-devrimci ve emperyalist-uşağı, hem de dargörüşlü ve aptalca bir nitelik taşıyan bu politika, Kürdistan işçi sınıfı ve halkını bölge işçi sınıfı ve halkından uzaklaştırmak, yalıtmak ve hatta onların karşısına dikmekle kalmıyor; bu politika aynı zamanda onları Türkiye, İran ve Suriye gibi ülkelerin gerici ve şovenist burjuvazisinin yanısıra diğer gerici Arap rejimlerinin demagojik propagandasının hedefi haline getiriyor ve Kürt düşmanlığını besliyor. Özellikle gelinen noktada, ezilen ve sömürülen Irak Kürdistanı işçi sınıfı ve emekçilerinin, kendi yazgılarını kendi ellerine almaları, ulusal kurtuluş davasını devrimci ve enternasyonalist bir anlayışla sürdürmeleri ve ilk kritik anda ve zerrece kararsızlık geçirmeksizin kendilerine açıkça ihanet ederek emperyalist efendilerinin koruması altına sığınacak olan Kürt işbirlikçi burjuvaları ve toprak ağalarıyla yollarını ayırmaları, gerek Irak Kürdistanı ve gerekse Irak halkları açısından yaşamsal bir önem taşımaktadır. (3) Kürt dostu pozuna bürünen ABD emperyalistleri ve İsrail Siyonistleri geçmişte de kendi gerici ve iğrenç emelleri için burjuva-feodal önderlikler aracılığıyla Kürt halkını seferber etmiş, onların kanını dökmüş, ancak her seferinde onlara ihanet etmiş, dahası onların gardiyanları, işkencecilerini ve cellatlarını silahlandırmış ve beslemişlerdir. Bunun bu sefer de böyle olmayacağına ilişkin beklentilerin ve sözlerin hiçbir değeri yoktur ve olamaz. (4) Amerikan neo-faşistlerinin, Irak direnişinin BAASçı kanadıyla gizli görüşmeler yaptığı ve BAAS üyelerinin bağışlanmasının tartışıldığı yolundaki haberler Kürt halkı ve onun devrimci ve siyasal uzakgörüşlülüğe sahip öncüleri için bir uyarı sayılmalıdır. (5) ABDnin ve İsrailin ipine sarılmak suretiyle onyıllardar ezilmiş ve aşağılanmış olan Kürt halkının ulusal kurtuluşunu sağlayacaklarını ileri sürenler, bilerek ya da bilmeyerek ona en büyük kötülüğü yapmaktadırlar. Kürdistan işçi sınıfı ve halkının gerçek dostları bölge ülkelerinin işçi sınıfları ve ezilen halklarıdır.
Sözlerime, Aralık 2005-Ocak 2006da kaleme aldığım Bir Kürt-Türk çatışmasına Doğru ya da Öcalanın Dönüşü başlıklı yazımdan, Irak Kürdistanındaki bugünkü duruma yaklaşımın ana çizgilerini sunan bir parçayı aktarmak suretiyle son vereceğim:
Tam da burada, işçi sınıfı devrimcilerinin ve tutarlı demokratların/ enternasyonalistlerin, asla Türkiye gibi ezilen ulus ve milliyetler üzerinde zor ve şiddet üzerine kurulmuş bir devletin birliğinden, onun sınırlarının muhafazasından yana olmadıklarını, ilhaklara karşı çıktıklarını ve ezilen ulusların kendi yazgılarını özgürce belirleme, yani ayrı devlet kurma hakkından yana olduklarını anımsatmam gerekiyor. Leninin Sosyalist Devrim ve Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı adlı makalesinde söylediği gibi,
Proletarya, ulusal baskı üzerine kurulmuş bir devletin sınırları sorununda, emperyalist burjuvazi için çok tatsız olan bu sorunda susamaz. Proletarya, ezilen ulusların belli bir devletin sınırları içinde zorla tutulmasına karşı savaşmalıdır, bu da ulusların kendi kaderlerini tayin edebilmeleri uğruna savaştır. (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Ankara, Sol Yayınları, 1989, s. 154)
Ama bundan devrimci proletaryanın tüm ulusal hareketleri kayıtsız-koşulsuz desteklemekle yükümlü olduğu sonucu asla çıkmaz ve çıkarılamaz; devrimci proletarya ezilen ulusların ayrılma ve ayrı devlet kurma talebi de içinde olmak üzere tüm demokratik talepleri; kapitalizmin yıkılması ve sömürünün ve sınıfların bulunmadığı yeni bir dünyanın kurulması uğrunda yürüttüğü sosyalist devrim kavgasına tabi kılar. Bu, siyasal gericiliğin ve kapitalist-emperyalist sistemin ayakta kalmasına ya da güçlenmesine yardımcı olduğu özel durumlarda, şu ya da bu demokratik (ya da ulusal) hareketin desteklenmemesini, hatta o tarihsel momentte ona karşı çıkılmasını bile gerektirebilir. Leninin dediği gibi,
Ulusların kaderlerini tayin hakkı dahil, demokrasinin çeşitli istemleri mutlak şeyler değildir, bunlar dünya demokratik hareketinin (bugün sosyalist hareketinin) tümünün bir parçasıdır. Bazı somut durumlarda, parçanın, bütün ile çelişkiye düşmesi olasılığı vardır; o zaman parça atılır. Bir ülkedeki cumhuriyetçi hareket bir başka ülkenin entrikalarının aleti olabilir ve bu işe kilise, mali çevreler ya da kralcılar katılabilir; biz o zaman, bu somut hareketi desteklemememekle görevliyiz, ama bu bahane ile uluslararası sosyal-demokrasinin (=komünist hareketin- G. A.) programından cumhuriyet sloganını silmek gülünç olur. (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı Üzerine Bir Tartışmanın Özeti, aynı yerde, s. 192)
Parçanın bütüne tabi olmasını öngören bu tutarlı demokratizm ilkesi uyarınca, Kürt halkının ilkesel düzeyde tümüyle meşru olan hak ve özlemleri uğruna yürüttüğü savaşımın bugünkü Ortadoğu ve dünya tablosu içindeki yerine de baktığımızda ne görüyoruz? KDP ve KYBnin önderliği altındaki Kürt halkının ABD ve ortaklarıyla birlikte Irak halkına karşı savaşmakta olduğunu, KDP ve KYB önderliklerinin Siyonist İsraille pek de üstü örtülü sayılamayacak bir bağlaşma içine girmiş olduklarını ve İran ve Suriyedeki bazı Kürt gruplarının, şer ekseninin hedefi durumundaki bu iki ülkeninistikrarsızlaştırılması sürecinde yer aldıklarını.
Dahası, Güney Kürdistan devletinin,
a) Son bir kaç aydır Iraktan çekilme konusunu tartışmaya başlamış olan ABD emperyalistlerinin, direnişin daha da büyümesi halinde çekilerek mevzilenecekleri son kale olacağının,
b) İsraili Arap kuşatmasından kurtaracak stratejik bir bağlaşık rolü üstlendiğinin ve
c) Sınırları içine alması beklenen Kerkükten Hayfaya uzanacak bir petrol boru hattı yoluyla İsrailin Rusyaya vb. enerji bağımlılığının sona erdirmesinin planlandığının altının çizilmesi gerekiyor. Yukarda Lenine göndermede bulunmak suretiyle söylenenler, salt teorik ya da ilkesel bir saptama olmayıp, siyasal pratiğin veri ve gerekleriyle de tam bir uyum içindedirler. ABD ve İsraille birlikte hareket etmek, kendi yazgısını dünya işçi sınıfı ve halklarının, onu ilk fırsatta arkasından hançerlemek ya da satmakta zerrece duraksamayacak olan bu baş düşmanlarının yazgısına bağlamak, Kürt halkının ne uzak, ne de hatta yakın erimli çıkarlarıyla bağdaşır.
DİPNOTLAR
(1) The Washington Post 11 Eylül 2006da, ABD Deniz Piyadeleri Kolordusunun istihbarat şefi Albay Pete Devlinin Ağustos ayında hazırladığı ve daha sonra basına sızdırılan çok gizli bir rapordan sözetti. Devlin raporunda ABDnin, ülkenin batısında bulunan ve Sünni ağırlıklı direniş gruplarının üslendiği El Anbar eyaletinin denetimini yitirdiğini ve bu bölgenin denetimini yeniden ele geçirme olanağının çok zayıf olduğunu belirtiyordu. Raporda, Ramadi, Felluce gibi kentlerin bulunduğu ve Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistanla sınırdaş olan ve ülke arazisinin üçte birini kapsayan El Anbar bölgesi için ABD ordusunun buradaki siyasal ve toplumsal durumu düzeltmek için yapabileceği bir şey yok gibidir deniyordu. 15 Eylülde ise, Iraktaki iki numaralı Amerikalı komutan Korgeneral Peter Chiarelli, Albay Devlinin analizini bir biçimde doğruladı ve sözümona birinci derecede önem yükledikleri Bağdattaki ABD askeri varlığını güçlendirmek ve iç savaşa doğru gidişi durdurmak için El Anbardaki birliklerini oradan çektiklerini kabul etti.
(2) Kuşkusuz bunu söylerken Iraktaki (ya da Afganistandaki, Filistindeki, Lübnandaki vb.) direniş hareketlerini idealize etmiyor, onlara toplumsal devrimci bir misyon biçmiyorum. Sınıfsal karakteri bakımından daha ya da çok daha ileri bir konumda bulunan Vietnam İşçi Partisinin önderlik ettiği Vietnam halkı 1961-75 yılları arasında ABDne ve ortakları ve işbirlikçilerine karşı dünyanın gelmiş geçmiş en görkemli ulusal kurtuluş savaşını vermişti. Ancak, Yanki emperyalizmine karşı direnişte milyonlarca insanın şehit düştüğü ve gazi olduğu bu ülke, ABD işgalcilerinin kovulmasından sonra bir süre Rus sosyal-emperyalizmine bağımlı bürokratik kapitalizm yolunu izledikten sonra 1990ların ilk yarısından itibaren Japon, Batı Avrupa ve ABD tekelci burjuvazisinin nüfuz alanına girmiş ve şimdilerde ise Bush kliğinin ve onun Condoleezza Rice gibi neo-faşist gangsterlerinin gözdesi ve sevgilisi olmuştur. Bütün bu deneyimlerden çıkarılması gereken ders şudur: Ulusal kurtuluş, ancak sosyal kurtuluşla birleştirildiği ölçüde tutarlı bir anti-emperyalist nitelik edinebilir ve onun kazanımları ancak kapitalizmin yıkılmasıyla gerçekleşecek bir proleter sosyalist devrimiyle tamamlanabildiği ölçüde kalıcı hale getirilebilir ve daha da ilerletilebilir.
(3) MEMRIde Nimrod Raphaeli imzasıyla yayımlanan ve Erbil Uluslararası Havaalanının yakınında fiyatları 150,000 ila 700,000 dolar arasında değişen ve herhalde gelecekteki sakinleri Kürt işçileri ve yoksul emekçileri olmayacak olan- 1,200 villanın yapılmakta olduğunu anlatan Kürdistan . Devlet Olma Arayışı başlıklı ve 25 Ekim 2006 tarihli yazıda şöyle söyleniyor:
Ayrıca fakirlik sorunu da var. Yerli ve yabancı yatırımlardan kaynaklanan hızlı ekonomik büyümeye rağmen, birçok aile hala fakirlik sınırının altında yaşıyor. Londra'da basılan El Hayat gazetesinin bir muhabiri Kürdistan Bölgesel Hükümetinin başkenti Erbil'de hayat standardındaki devasa farka dikkat çeker. Erbil sakinleri, Erbil'in zengin Azadi semtiyle fakir Bihar semti arasındaki gelir ve hayat kalitesi arasındaki farkı yeryüzü ile gökyüzü arasındaki farka benzetiyorlar.
(4) Yeni Şafak gazetesinin 6 Kasım 2006 tarihli sayısında yer alan Amerika Bu Defa İhanet Etmeyecek başlıklı haberde şöyle deniyordu :
ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve 2004deki lrak Geçici Koalisyon Yönetimi danışmanı Michael Rubin, Kürtler ile ABD yönetiminin yakın müttefik olduğunu belirterek, Kürt-Amerikan ilişkileri ortak çıkarlara dayanmaktadır. Kuzey Irak, istikrarlı ve güvenli bir bölgedir. Kürtlerle böylesi bir ittifak geliştirmek Amerikanın çıkarınadır dedi. Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabaninin lideri olduğu Kürdistan Yurtsever Birliği'nin resmi yayın organı Kurdistani Nwè Gazetesine açıklama yapan Michel Rubin, Kürtlerin 1975 yılında uğradığı Amerikan ihanetinin tekerrür etmeyeceğini, ittifakların da sonsuza kadar olmadığını savundu.
Kürtleri ABDnin yakın müttefiki olarak nitelendiren Rubin, Amerika yönetimi güçlerini lraktan şu an çekmesi halinde, teröristlere zafer davetiyesi çıkarılacağını anlatarak, ABD şu aşamada güçlerini lrak'tan çekerse, bölge felakete sürüklenir. Meydan teröristlere kalır. Teröristler böylece Ortadoğuyu tümden tehdit eder diye konuştu.
(5) Fırat Haber Ajansının 7 Kasım tarihli haberinde şöyle deniyordu :
Irak devrik lideri Saddam Hüseyine idam cezası verilmesi ardından binlerce BAAS partisi üyesinin yeniden görevlerine dönmesi gündemde.
Irak'ı BAAS partililerden arındırmak üzere kurulan Baasçıları Temizleme Komitesi Başkanı Ali Faysal El Lami, Saddam Hüseyin'in lideri olduğu BAAS Partisi'nin eski üyelerinin, memuriyete dönmesine izin vermeyi planladıklarını söyledi.
Irakta binlerce BAAS partisi üyesinin, Meclise sunulacak yeni bir yasa tasarısı kabul edilirse, yeniden kamu hizmetine dönmesi planlanıyor. Ama, daha da önemlisi ABD yetkililerinin, direnişin BAASçı kanadıyla yaptıkları gizli görüşmeler. Robert Dreyfuss 24 Ekim 2006 tarih ve Talking to Resistance (=Direnişle Görüşme) başlıklı yazısında şunları söylüyordu:
(21 Ekim- G. A.) Cumartesi günü Alberto Fernandez adlı Dışişleri Bakanlığı yetkilisi El Cezireye yaptığı açıklamada ABDnin El Kaide dışındaki bütün Irak güçleriyle diyaloga açık olduğunu söyledi. İşin aslına bakılırsa, 7 Kasım ara seçimlerinin ardından Iraktan çekilmeye başlaması halinde ABDnin BAASçılarla müzakerelere girme dışında bir seçeneği kalmayacak Bu sıralarda bazı Arap hükümetleri, Irakta istikrarın biricik güvencesi olacak olan BAAS Partisinin geri dönüşünü kabul etmesi için ABDne baskı yapıyorlar. Suudi Arabistan, Yemen ve diğer bazı Körfez ülkeleri, bölgede İranın etkisini en aza indirmenin çözüm yolunun BAAS Partisini yeniden iktidara getirmek olduğuna ikna etmek için ABD ile temas kurdular.