Marx-Engels | Lenin | Stalin | Home Page
Garbis Altinoglu ArticlesÜçüncü Lübnan Savaşı Nasıl Başlayacak?
Nasrullah Hedef Tahtasında
Rani Emiri, 21-22 Temmuz 2007
(Çeviren Garbis Altınoğlu)
İsraillilerin şimdiki anlatımıyla İkinci Lübnan Savaşının birinci yıldönümündeyiz. Onların, Hizbullaha karşı giriştikleri başarısız sefere nihayet bir ad bulmaları da aşağı yukarı bu kadar zaman aldı. Geçen yazki savaşı bilinen biçimde yitirdiklerini gözönüne aldığımızda, bu ad bulmanın hayli güç bir iş olduğu anlaşılacaktır.
Savaşın bitiminden bu yana ABD ile İsrail, şimdiye değin hiçbir Arap ülkesi, partisi ya da yöneticisinin yapamadığını başarabileceğini kanıtlayan bir örgütü yenme olanağını yitirdikleri için öfkeden kuduruyorlar. Bu örgüt 2000 yılında İsraili, işgal ettiği topraklardan alelacele çekilmeye zorlamış ve geçen yıl onun göklere çıkarılan ordusunun dört başı mamur saldırısına dayanmış ve savaştan zaferle çıkmıştır.
Hizbullah ve karizmatik lideri Seyit Hasan Nasrullah bu savaştan sağ salim çıkmakla kalmamış, aynı zamanda Arap sokağının kahramanı haline gelmişlerdir. (Bu ise, Sünni ağırlıklı Arap dünyasında bir Şii örgüt için hiç de küçüksenecek bir başarı değildir.) Nasrullah mezhep kartını kullanmaya kalkışmadığı için onun ulusalcı bir lider olarak çekiciliği kendisinin Cemal Abdülnasırınkiyle kıyaslanmasına ve yaygın bir biçimde övülmesine yol açtı.
Bush, Olmert ve bir dizi Arap yöneticisi ise bu savaşa, tamamlanmamış bir iş gözüyle bakıyorlar.
Savaştan bu yana, Hizbullah, Emel ve General Mişel Aunu destekleyen Hristyanların siyasal gücüyle Başbakan Fuat Sinyora, Saad Haririnin Gelecek Hareketi, Dürzi lider Velit Canbolat ve Maruni Hristyanlar bağlaşmasının siyasal gücü arasında halihazırda da süregelen ve hükümeti felceden bir pat durumu oluştu.
Trablusşamın dışındaki Nahr el-Bared Filistin mülteci kampında Selefi grup Fatah el-İslam ile Lübnan ordusu arasında son dönemde sürmekte olan çatışma, zaten gergin olan Lübnan durumuna yeni bir değişken ekledi. Daha da kötüsü, El Kaideye sempati duyan bu gruptan ve diğer Sünni militanlar, MI6 eski görevlisi Alastair Crookeun da detaylandırdığı gibi Hizbullaha karşı ajitasyon yapmaları için Hariri ailesi tarafından Lübnana davet edilmiş ya da cezaevlerinden çıkarılmışlardır. Halihazırda Trablusşamda süren çatışma bu anlaşmanın ters teptiğini gösterse de, gene de terör gerekçesiyle ABDnin alelacele silah yolladığı Sinyora (hükümeti- G. A.) için yararlı olmuştur.
Bir kaç hafta önce, Suriyede yayımlanan haftalık El-Mader ile Katarda yayımlanan El-Vatan gazetelerinde tedirgin edici haberler yer aldı. Biraz sansasyonel gözükmesine ve Batı medyası tarafından görmezden gelinmesine rağmen yukarda değindiğim bağlam gözönünde bulundurulduğunda bu haberler çok inandırıcı. Manşetin açımlanması kabaca şöyle:
ABD, İsrail ve Suudi istihbaratının Nasrullahı öldürme komplosu boşa çıkarıldı.
El-Madere göre bu ülkelerin istihbarat örgütleri, Nasrullahı öldürmek için Hizbullahın yeraltı sığınaklarına sızma girişiminde bulundular. Suudi Arabistanın ABD eski elçisi Bandar Bin Sultan (Bandar Bush) ile Fatahın Gazzedeki eski güvenlik şefi Muhammet Dahlan bu komploda sözkonusu istihbarat örgütleriyle işbirliği yaptılar.
El-Vatan da aynı şekilde Lübnan kaynaklarının, MOSSADın diğer Arap devletleri ve yetkilileriyle işbirliği halinde Nasrullahı öldürmeye çalıştığını yazdı. Bu kaynaklar da Dahlan ve Bin Sultanın bu girişimde MOSSAD ve CIA ile temas halinde bulunduğunu belirttiler.
Bazıları bu öykülerin gerçekliğinden kuşku duyabilir; ancak, geçen hafta Lübnanın saygın gazetesi Es-Sefir gazetesinin Nasrullaha karşı düzenlenen komplonun benzer bir versiyonunu yayımlaması bu savları daha da inandırıcı kılmıştır.
Peki ama, neden Nasrullah?
Sade bir dille anlatacak olursak, ABD ve İsrail Nasrullahın önderlik ettiği Hizbullahı Ortadoğunun her yanında kurmak istedikleri ve Batı karşısında boynu eğik, ama kendi sokaklarına karşı otoriter davranan uysal Arap yönetici kadroların varlığını gerektiren düzen için bir tehdit olarak algılamaktadırlar. Bu kulübe mensup olmanın sağladığı avanta ve ayrıcalıklar arasında ömür boyu iktidar, para ve silah bulunuyor. Kulübün en seçkin üyeleri Ürdün Kralı Abdullah, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ve Suudi Arabistan Kralı Abdullahtır. (Lübnan Başbakanı- G. A.) Fuat Sinyora ile Filistin Otoritesi Başkanı Mahmut Abbas ise onun en yeni üyeleri.
Hizbullah iki kez İsraile karşı durdu ve onu iki kez Lübnanı terketmek zorunda bıraktı. (Bundan ötürü- G. A.) Nasrullah Ortadoğuda sıradan insanların en fazla saygı duyduğu liderlerden biri haline geldi. O, mezhepçilikten kaçınmak suretiyle İsraile ve İsrail işgaline karşı savaşımda Sünniler ve Şiilerin ortak davranmasını sağladı. Bu iki mezhep arasında ne zaman birlik olsa, Washingtonda alarm zilleri çalmaya başlar.
İşte bütün bunlar, kendileri de Hizbullahın ortadan kaldırılmasını isteyen Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan liderlerinin geçen yıl İsrailin Lübnanı yerle bir etmesini neden hoşnutluk duyarak seyrettiklerini açıklamaya yardım eder.
Seymour Hersh Hasan Nasrullahla mülakat yaptıktan sonra Şubat ayında radyo sunucusu Charles Goyettela yaptığı konuşmada şunları söyledi:
Bu kez onu [Nasrullah] Lübnanı konuşmak için ziyaret ettim. Anımsarsan geçen yaz o, daha önce yapılamayan bir şey yapmıştı. O İsraile karşı savaşmış, İsraile karşı durmuş ve onu yenmişti. (Lübnan- G. A.), tarihte bunu başaran ilk Arap ülkesi olmuştu. Şimdi ondan daha önemli kimse yok. Bunu yalnızca ben söylemiyorum. Bizim hükümetimizde yer alan istihbarat görevlileri, şimdi Ortadoğuda en önemli insan Nasrullahtır diyorlar.
Her neyse, ben Aralıkta bu adamı [Nasrullah] görmeye gidiyorum; ama bak, o İsraillilerin ölüm tehdidi altında. O yıllardır, özellikle savaşı kazandıktan ya da savaşta hayli başarılı olmasından sonra İsrailin ölüm tehdidi altında. Dolayısıyla üç ya da dört araba değiştiriyorum. Üzerim aranıyor. Yani, kara ve bütün pancurları ve perdeleri kapatılmış arabalar. Hepsi de bombalara hedef olmuş üç ya da dört bodrumdan geçiyorum.
Sonunda onun yanına varıyorum ve ona, Neler oluyor birader? Senin İsraillilerden bu kadar korktuğunu bilmiyordum diyorum. O ise, Hayır, sorun İsrailliler değil. Sorun bizim Arap kardeşlerimiz; yani Ürdün istihbaratı, Selefiler, Vahhabiler, cihadiler. En tehlikelileri bunlar diyor.
Nasrullahın o zaman söyledikleri ve Hershin o günden bu yana ABDnin ve ona bağımlı Arap devletlerinin Sünni radikalleri silahlandırma çabaları hakkında aktardıkları, bugün hem Irakta ve hem de Lübnanda gerçekleşmiş bulunuyor.
Dolayısıyla sorun, Üçüncü Lübnan Savaşının ne zaman başlayacağı değil, nasıl başlayacağıdır. Bazıları İsrailin bir kez daha, on yıldan fazla bir süredir bitiremediği işi sonuçlandıracak bir saldırı için hararetle hazırlandığı yolunda spekülasyon yapıyor. İsrailin bu seçeneği gündemde tuttuğundan kuşku duyulmamakla birlikte, bu zayıf bir olasılık.
Ne de olsa böyle bir savaşı başlatmak için gereken öğeler, Lübnanda daha şimdiden Şii Hizbullaha karşı yoğun bir kin besleyen radikal Sünni grupların kişiliğinde varlar. Amerikalıların çoğunun Suriyenin Lübnanın işlerine burnunu sokmasına ilişkin okuduklarının tersine, aslında bu ülkede anlaşmazlık tohumlarını ekenler, Hizbullahı yok etme yolunda sonuçsuz kalmaya mahkum bir arayış içinde olan ABD, İsrail ve diğer kardeş Arap ülkeleridir. Ne yazık ki, görev başında bulunan başbakan ve onun bağlaşıklarının tezgahıyla başlatılacak olan bu mezhep çatışmasına, böylelikle sanki içerden tutuşturulmuş bir olay görünümü verilecektir
Önünde sonunda Lübnanda bir savaştan kaçınılabilmesi, Hasan Nasrullaha ilişkin görüşleri ne olursa olsun değişik siyasal ve dinsel eğilimden bütün halkın ABD, Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır ve Filistin Otoritesine, Lübnana müdahalelerine artık hoşgörü gösterilmeyeceği yolunda net bir mesaj yollamalarına bağlıdır.
Bu mesajın etkili bir biçimde iletilmesinin yolu ise Sinyora hükümetinin devrilmesinden geçmektedir.
Rani Emiri Arap ve İslam dünyası konularında yazan bağımsız bir yorumcudur. Kendisine şu adresten ulaşılabilir: rbamiri@yahoo.com.
www.counterpunch.org/amiri07212007.html