Marx-Engels | Lenin | Stalin | Home Page
Garbis Altinoglu ArticlesFilistin Dersleri: HAMAS-Fatah Çatışması mı, Siyonist-Emperyalist Terör mü?
Garbis Altınoğlu
Giriş
10 Haziranda Gazze Şeridinde Fatah ile HAMAS arasındaki çatışmaların yeniden yoğunlaşması ve HAMASa bağlı İzzettin El-Kassam Tugaylarının kendisinden çok daha güçlü Fatah kuvvetlerini bir kaç gün içinde yenerek İşgal Altındaki Toprakların bu küçük bölümü üzerinde egemenliğini kurması, Filistin halkının tarihinde önemli bir dönemeç noktası olmaya adaydır. Ancak bu önemli gelişme devrimci basınımızda fazla bir yer bulmadı. Kuşkusuz bunun bir dizi nedeni var. Bunlar arasında; Türkiye devrimci hareketinin Kemalist-laisist önyargılarından hala tam olarak kurtulamamış olmasını, ötedenberi fazlasıyla içedönük bir nitelik taşımasını, devrimci kuşaklar arası kopukluğu/ tarihsel bellek zayıflığını ve özellikle 2000 yılında başlayan ÖO direnişinden bu yana derinleşen can çekişme ve kendi kendini tasfiye sürecini sayabiliriz. Bu nedenler arasında sonuncusunun belirleyici bir nitelik taşıdığını söylemek bir abartma olmayacaktır.
Halbuki, Siyonist işgale karşı Ocak 1965te başlayan Filistin silahlı direnişi, -elverişli uluslararası ortamın da yardımıyla- Türkiyede büyük yankı bulmuş, bir çok genci devrimci harekete yakınlaştırmış ve Türkiye devrimci hareketinin oluşumuna küçüksenmeyecek bir itilim sağlamıştı. 1960lı yılların sonunda oluşan üç ana devrimci harekete THKO, TKP (M-L) ve THKP-C- bağlı bir çok kadro Filistin kamplarında askeri ve siyasal eğitim görmüş, 1960larda ve 1970lerde Filistin halkıyla omuz omuza Siyonist saldırgana karşı çarpışmış, hatta bunlardan bir bölümü de şehit düşmüştü. Eylül 1982de İsrailin buyruğuyla hareket eden Lübnanlı Falanjistlerin Sabra ve Şatila mülteci kamplarında binlerce Filistinliyi katletmesine verilen devrimci tepkinin de gösterdiği gibi bu duyarlılık 1980li yıllarda da sürdü. Peki ya şimdi? 1948de İsrailin kuruluşundan bu yana, yani neredeyse 60 yıldır Siyonist teröre karşı savaşımını az-çok kesintisiz bir biçimde sürdüren ve tüm Ortadoğu halkları üzerinde devrimcileştirici bir etki yapan Filistin direnişine duyulan ilgi artık dergi ve gazete sayfalarını aşamıyor. Çok elverişsiz koşullar altında Siyonist işgale karşı direnişini sürdüren Filistin halkının yazgısının Türkiye ve Ortadoğu işçi sınıfı ve halklarının yazgısıyla içiçe olduğu adeta unutulmuş, bu halkın davasına sahip çıkma yükümlülüğü, neredeyse çeşitli renklerden İslami akımların tekeline bırakılmıştır. Oysa, başka bir yerde söylemiş olduğum gibi,Konuya bir parça aşina olan ve Ortadoğu ve dünyadaki gelişmeleri ana hatlarıyla izleyen herkes, Filistinde en azından 1920lerden bu yana süregelen savaşımın sadece bu küçük, ama kahraman halkı ilgilendirmekle sınırlı olmadığını bilir. Sömürgec
i Siyonist projenin ürünü olan Filistin sorunu, başta Britanya ve ABD gelmek üzere bölgeye egemen olma, onun enerji kaynaklarını denetim altına alma ve Arap ve İslam dünyasındaki anti-emperyalist ve demokratik uyanışı boğma çizgisini izlemiş olan büyük devletlerin stratejik hedeflerine kopmaz bağlarla bağlı olagelmiştir. Sorunun bu en kabataslak konuşu bile, Filistin halkının direnişinin salt küçük bir ulusun İsrailin işgaline karşı verdiği olağan bir ulusal kurtuluş savaşı olmakla kalmadığını, onun çok ötesinde bir anlam taşıdığını, halihazırdaki Siyonist işgale karşı çıkmakla sınırlı içeriğinden bağımsız olarak Filistin direnişinin Arap halklarının ve hatta dünya işçi sınıfı ve halklarının her türden baskı ve sömürüye karşı savaşımlarında çok önemli bir yer tuttuğunu göstermeye yetecektir.
Öte yandan ABD ve Britanyanın stratejik desteğine sahip olan- Siyonist işgalcilerin neredeyse 60 yıldır, burjuvazinin ve emperyalizmin repertuarında bulunan metodların hemen hemen tümünü yoksul Filistin halkını ezmek, demoralize etmek, teslim almak ve yoketmek için kullandığı düşünüldüğünde, İşgal Altındaki Toprakların gerek proletarya ve devrim ve gerekse emperyalizm ve karşı-devrim güçleri bakımından bir dizi değerli dersin öğrenileceği bir dersane, bir laboratuar niteliği taşıdığını söyleyebiliriz.
Son Gelişmeler
Filistindeki gelişmeleri izleyenler, Başkan Mahmut Abbasın güvenlik danışmanı, İsrail ajanı Mahmut Dahlanın komutasındaki Önleyici Güvenlik Kuvvetinin, ABD ve İsrailin yönlendirmesiyle aylardır HAMAS yöneticilerine, üyelerine ve yandaşlarına karşı bir dizi terörist eylem gerçekleştirdiğini anımsayacaklardır. Nitekim, Filistinli insan hakları gruplarına göre, Ocak 2006-Mayıs 2007 döneminde Fatah ile HAMAS arasında meydana gelen çatışmalarda 600 dolayında Filistinli yaşamını yitirecekti. HAMAS bu saldırılar karşısında esas olarak savunma konumunda kalmış, soruna müdahale etmesi için bir çok kez işbirlikçi Başkan Abbasa başvurmuş, ancak Başbakan İsmail Heniyeye karşı suikast düzenleyecek kadar ileri giden Fatah işbirlikçilerinin İsrailden almış oldukları ağır silahları da kullanarak bir darbeye girişeceklerini haber alınca karşı saldırıya geçmek zorunda kalmıştı. Başbakan Heniyenin kıdemli siyasal danışmanı Ahmet Yusuf 20 Haziranda Filistin Maan Haber Ajansına verdiği demeçte şöyle diyordu:
HAMASın eylemleri Gazzede Filistin kontralarının son dönemde giriştikleri korkunç şiddet olaylarını önlemek içindi Başkan Mahmut Abbasa bağlı paramiliter grupların HAMAS yetkililerini ve yandaşlarını öldürmeleri, başbakana suikast girişimleri, adam kaçırma ve bombalama eylemleri sona ermeliydi
Seçimin sonuçlarını etkisiz kılmak için işgalcilerle işbirliği yapanlar başarılı olamayacaklar. Abbasın olağanüstü hali ve onun elindeki ABD ve İsrail silahları Gazzeye egemen olamayacak ve Batı Yakasındaki siyasal özgürlük özlemini söndüremeyecek.İliğine değin çürümüş ve yozlaşmış olan Abbas-Dahlan kliği ve ona bağlı güvenlik kuvvetleri, birkaç gün süren çatışma
larda yenilgiye uğradılar ve sınırı geçerek alelacele Siyonist efendilerine sığındılar. Çatışmalar sırasında Filistin dışında olan Dahlan bir kaç gün sonra Mahmut Abbasın yanında TV kameralarının karşısına çıkacaktı. Filistin halkı ve HAMAS, İslami Cihat gibi örgütler, Siyonist işgalciye karşı güçleri ölçüsünde direnirken onları engellemeye çalışan, hizmetinde olduğu İsrail ordusuna tek bir kurşun sıkmayan ve kendisi Filistin halkını soyan ve ezen bu 35,000 kişilik asalak ve gerici kuvvetin (1) Gazzedeki bölümü kendisinden çok daha zayıf donanımlı İzzettin El-Kassam Tugayları karşısında çok kısa bir süre içinde yenilgiye uğradı; bu, başta ABD ve İsrail gelmek üzere pek çok gözlemciyi şaşırttı. Geçerken, Önleyici Güvenlik Kuvvetinin bu ani çöküşünde Fatah saflarında yeralan çok sayıda asker ve sivil Filistinlinin de Dahlanın komutasındaki bu ölüm mangalarına mesafeli durmasının da rolünün olduğunu belirtmeliyim. HAMAS kuvvetleri Fatahın Gazzedeki karargahını ele geçirince, ABD yapımı 7,400 M-16 tüfeği, düzinelerce ağır makinalı tüfek ve roketatar, 7 zırhlı cip, 800,000 dolayında mermi ve 18 zırhlı personel taşıyıcıdan oluşan dev bir cephanelik bulacaklardı. (2) Dahası Aaron Kleine göre onlar, bu karargahta çok daha değerli bir belge yığınıyla karşılaşacaklardı. Bu CIA belgelerinin; Fatah ile Amerikan ve İsrail istihbarat servisleri arasındaki işbirliğini, HAMAS hücrelerinin ve komitelerinin nasıl izleneceğini ve püskürtüleceğini, Fatahın HAMASa ve diğer bazı örgütlere bağlı üyelerin nasıl öldürülebileceğini anlattığı ve Amerikalıların Gazzedeki "güvenlik" sorununa ilişkin incelemelerini içerdiği söyleniyor.
HAMAS, Fatah kuvvetlerinin yenilgiye uğratılmasının hemen ardından yaptığı açıklamada Fatahla ve onun tabanıyla savaş içinde olmadığını, iktidarı ele geçirmeyi ve Mahmut Abbası devirmeyi planlamadığını, Abbasın devlet başkanı konumunu tanımaya devam ettiğini bildirdi. Gerçekten de çatışmaların sona ermesinin ardından İzzettin El-Kassam Tugayları savaşçıları, çok sayıda HAMAS üyesini öldürmekle ve onların evlerini yakmakla ünlanmiş Semih Madun adlı bir Fatah elemanını kurşuna dizme dışında ciddi bir misillemede bulunmadılar. Başbakan Heniye, 14 Haziranda Elcezire TV kanalında canlı olarak yayınlanan konuşmasında daha önce kurulmuş olan ulusal birlik hükümetinin Filistinlilerin yüzde 96sının iradesini yansıttığını ve sürdürülmesi gerektiğini belirtti; HAMASın demokrasiye ve varolan sisteme bağlı olduğunu ve halkın yaşam biçimini değiştirmeye girişmeyeceklerini söyledi. (Bu, tekelci burjuva medyanın, HAMASın El-Kaide türü bir örgüt olduğu ve Filistinde bir şeriat devleti kuracağı yolundaki Türkiye devrimci hareketi içindeki bazı grup ve kişilerin de inandığı- demagojik propagandasına verilmiş bir yanıttı.) Heniye, çatışmalarda ele geçirilen Fatah savaşçılarının bağışlanacağının altını çizdikten sonra, -Muhammet Dahlanı ve Abbasın diğer danışmanlarını kastederek- HAMASın bir bütün olarak Fatahla değil, onun içinde yer alan ve Siyonist düşmanla aktif işbirliği içinde olan öğelerle savaştığını söyledi. O bunlara ek olarak HAMASın giriştiği son operasyonun, suçlarını saydığı Fatah içindeki işbirlikçi güçlerin tırmandırdığı saldırılara ve darbe girişimlerine karşı son çare olarak başvurulan bir savunma eylemi olarak niteledi ve Gazze Şeridi ile Batı Şerianın Filistin ulusunun bölünmez parçaları olduğunu vurguladı.
HAMASın Gazze Şeridine egemen olmasının ardından İsrail sınırdaki tüm kontrol noktalarını kapatırken Fatah da Batı Şeriada parlamento binasına, HAMAS yönetici ve yandaşlarına ve HAMASa bağlı kuruluşlara yönelik bir dizi saldırı gerçekleştirdi. HAMAS liderlerinin uzlaşma çağrısını reddeden Mahmut Abbas ise, böyle bir yetkisi olmadığı halde ulusal birlik hükümetini feshetti ve olağanüstü hal ilan etti. (Gazzenin artık Fatahın denetiminden çıkmış olduğu ve Batı Yakasının da İsrail işgali altında olduğu dikkate alındığında bu adımın pratikte herhangi bir anlam taşımadığı anlaşılır.) O, Filistin Anayasasına aykırı olarak, başına ulusal birlik" hükümetinde maliye bakanlığı yapan Dünya Bankası eski uzmanı Selam Feyadı atadığı, kendisine bağlı, seçilmemiş bakanlardan oluşan ve Filistin Yasama Konseyinin (yani Filistin parlamentosunun) onayını almayan bir hükümet oluşturdu ve Batı Şeriayı kararnamelerle yönetmeye koyuldu. Abbas 15 Haziranda, Gazze Şeridindeki savaşı yasadışı öğelerin silahlı isyanı biçiminde değerlendirecek ve bu tarihten bir hafta sonra da HAMASın kendisini öldürmeyi planladığı yalanının arkasına sığınmaya çalışacaktı. 24 Haziranda ise Abbas kliğinin önemli isimlerinden Fatah istihbarat şefi Tevfik El-Tiravi yaptığı bir basın toplantısında, HAMASın Gazze Şeridindeki savaşı kazanmasını, İranın İzzettin El-Kassam Tugayı üyelerinin bir kısmını eğitmesine ve silahlandırmasına bağlayacaktı. Batı Şeriadaki konumunun hiç de sağlam olmadığını bilen Abbas 26 Haziranda Telavivdeki efendilerine başvurarak İsrailin, Ürdünde konuşlanmış ve Ürdün askeri istihbaratı tarafından Filistin halkı ve direnişine karşı savaşmak üzere eğitilmiş olan Bedir Tugayının kendi egemenliği altındaki topraklara geçişine izin vermesini istedi.
ABD ve İsrail de uşaklarının yardımına koşmakta gecikmediler. Mahmut Abbasın olağanüstü hal ilan etmesinin ve ulusal birlik hükümetini feshetmesinin hemen ardından Kudüsteki ABD Başkonsolosu Jacob Walles ABDnin, Abbasın oluşturduğu kukla hükümete yardım etmek için doğrudan yardım yasağını kaldıracağını açıkladı. Arkasından Ehud Olmert, Feyad hükümetinin İsraille yapılacak barış görüşmelerinde uygun bir partner olacağını açıkladı. Bunu 18 Haziranda ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Riceın Filistin hükümetine tam destek vereceklerini belirten açıklaması izledi. ABD Başkanı G. W. Bush ile İsrail Başbakanı Ehud Olmert ise 19 Haziranda yaptıkları görüşmede HAMASa ve Filistin halkına kinlerini bir kez daha kustular ve Abbas kliğini ve kukla Selam Feyad hükümetini destekleceklerinin altını çizdiler. Bu görüşmede Abbas hükümetini mali yardım yapma, ancak Gazze Şeridindeki Filistinlileri açlıkla terbiye etme konusunda yeni kararlar alındı. Siyonistlerin, işte bu koşullarda yurtdışındaki Filistinlilerin yakınlarına para göndermelerini bile engellemeyi öngören ama onların bu halkın kararlılığını hala anlamadıklarını ele veren- bu iğrenç ve alçakça ama aynı zamanda zavallı kararları, Filistin halkını HAMASa karşı ayaklanmaya ya da tavır almaya zorlamayı amaçlıyor. 2 Temmuzda ise İsrail, yaklaşık bir yıl önce mafya usulü yöntemlerle kaçırdığı ve yasadışı bir biçimde aylardır rehin tuttuğu çok sayıda HAMAS yanlısı Filistinli bakan, milletvekili ve belediye başkanını serbest bırakmak için onlardan görevlerinden çekilmelerini isteyebildi; ama onlardan da hakettiği yanıtı aldı.
Krizin Arkaplanı
HAMASın Ocak 2006 seçimlerini tartışmasız bir biçimde kazanmasının ardından İsrail, ABD, bir dizi Batı Avrupa ve Arap devletinin HAMAS Siyonist rejimi tanıyana, Fatahın İsraille yaptığı teslimiyetçi anlaşmaları kabul edene ve İsraile karşı şiddet uygulamaktan vazgeçmeyi ilan edene dek- Filistine yaptırım uygulayacaklarını ve tüm dış yardımları durduracaklarını açıkladıkları biliniyor. (3) Zaten İsrail, Ocak 2006 seçimlerinden hemen sonra, ötedenberi sürdüregeldiği bombardıman ve cinayetlerinin yanısıra, İşgal Altındaki Topraklarda yaşayan Filistin halkına karşı bir yiyecek ve ilaç ambargosu başlatmış, Filistinlilere ait ve ayda yaklaşık olarak 55 milyon dolar tutarındaki vergi gelirine el koymaya başlamıştı bile. Uluslararası bankalar ise ABD tehditleri nedeniyle Mart 2006dan itibaren Arap devletlerinin sözümona Filistin halkına yardım için topladıkları fonları Filistine aktarmayı reddedeceklerdi. Buna 23 Mayıs 2006da ABD Temsilciler Meclisi 361e karşı 37 oyla Filistin halkına ek yaptırımlar uygulanması yolunda bir karar almış olduğu gerçeğini ekleyebiliriz.
Anımsanacağı üzre Halk Direniş Komiteleri ve İzzeddin El-Kassam Tugaylarının 25 Haziranda yaptıkları gözüpek eylemde iki İsrail askerini öldürmeleri ve Gilad Şalit adlı İsrailli onbaşıyı kaçırmaları, Siyonistlerin Filistine karşı Yaz Yağmurları Operasyonunu başlatmasına vesile olmuştu. Bu eylemden önce Gazzeyi haftalarca top ve tank ateşiyle döven ve bu arada çok sayıda sivili katleden Siyonistler 29 Haziranda Filistin hükümetinin 8 bakanını ve aralarında milletvekillerinin de bulunduğu 56 diğer HAMAS yetkilisini kaçıracak, Gazzedeki üç ana köprüyü havaya uçuracak, bölgedeki tek elektrik santralini füzelerle vurarak tahrip edecek ve böylelikle Gazze halkını susuz ve elektriksiz bırakacak, Gazzeye karşı giriştikleri bombardımanda ilk 15 gün içinde bir çoğu çocuk 80 dolayında Filistinliyi öldürecek ve yüzlercesini yaralayacak ve yüzlerce konutu oturulamaz hale getirecek, Han Yunusun doğusundaki tarımsal alanları buldozerlerle yokedecek, Gazzenin giriş ve çıkışlarını tutarak Filistin halkının gereksinim duyduğu yiyecek maddesi ve tıbbi malzeme akışını engelleyecekti vb. Haziran 2006-Haziran 2007 döneminde ise İsrail ordusu çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 600dan fazla Filistinliyi öldürecekti. Aynı dönemde ölen İsrailli sayısı ise sadece 6ydı. Siyonist ölüm mangaları güpegündüz Filistinli çocukları, kadınları, gazetecileri, insan hakları savunucularını, sağlık personelini, siyasetçileri ABD ve Batı Avrupa emperyalistleri tarafından sağlanan en modern silahlarla öldürürken, İsrail genelkurmayı ve hükümetinin açıklamalarını yineleyen tekelci medya bütün bu cinayet ve katliamları teröre karşı savaşım, İsraile karşı eylem hazırlığı içindeki Filistinli militanların öldürülmesi" olarak nitelemek suretiyle alkışladı ve alkışlıyor. Aynı emperyalist yöneticiler ve tekelci medya, kendilerinin de ortak oldukları bu savaş suçlarının üzerini örtmek için "demokrasi ve uygarlık nutukları çekmeyi ve İslami terör ve köktendincilik tehlikesi üzerine yaygara koparmayı da ihmal etmiyorlar.
2006 yılı boyunca düşmanları Filistin halkını terör, açlık ve yoksullukla teslim alma metodunu daha acımasız bir biçimde yaşama geçirmekle yetinmediler. Seçimde yenilgiye uğrayan Fatah, değişik güvenlik kuvvetlerinin denetimini HAMAS önderliğindeki yeni hükümete teslim etmeyi reddetti. Dolayısıyla, seçimlerden önce varolan bir çeşit ikili iktidar durumu seçimlerden sonra da devam etti. Meşru Filistin hükümetini devirmek amacıyla ABD, daha Ocak 2006dan başlayarak Fataha bağlı güvenlik birimlerini eğitmeye ve silahlandırmaya girişti. Örneğin, 15 Haziran 2006da İsrail basını, hükümetin izniyle İsrail ordusunun gözetimi altında Fataha Ürdün üzerinden hafif silah ve mühimmat yardımı gönderildiğini yazmıştı. Buna göre İsrail, Ürdün ve Mısır arasında yapılan görüşmelerden sonra ABDnin sağladığı 3,000 M-16 tüfeği ile bunlara ait 1 milyon adet mermi Batı Şeriadaki Ramallah kentine götürülerek Abbas kliğine teslim edilmişti. Fatahı ve özellikle onun içindeki en gerici kanadın temsilcisi ve Abbasın danışmanı ve İsrailin gözdesi Muhammet Dahlanın yönetimindeki ölüm mangalarını Önleyici Güvenlik Kuvveti- silahlandırma çabaları artarak sürecekti. Karargahını İsrailde kurmuş olan Amerikalı güvenlik uzmanı, Korgeneral Keith Dayton bu Filistin kontralarının eğitimi ve silahlandırılmasında son derece önemli bir rol oynayacaktı.
ABD yetkilileri Filistin hükümetine karşı bir darbenin gerçekleştirilmesinden ve bir Filistin iç savaşının kışkırtılmasından yana olduklarını gizleme gereği bile duymadılar. ABD ve İsrail, onyıllardır iktidarı tekelinde bulunduran ve gelinen noktada Washington ve Telavivdeki efendilerinin ve Filistin işbirlikçi burjuvazisinin çıkarlarını savunan Fatah yönetici kliğinin bu iş için biçilmiş kaftan olduğunu biliyorlardı. Daha Yaser Arafat döneminde büyük ölçüde yozlaşmış ve en azından 13 Eylül 1993de imzalanan Oslo Anlaşmasından bu yana İsrailin polisi rolünü oynamaya gönüllü olduğunu göstermiş olan Fatah yönetimi Filistin halkının düşmanlarının yanında saf tuttuğunu bu dönemde bir kez daha kanıtladı. Fatah, ABD-AB-İsrail ortak planı uyarınca açlığa mahkum edilen Filistin halkının meşru Filistin hükümetine karşı tutum alması için kasıtlı olarak bir kaos ve istikrarsızlık ortamı yarattı. Fatahın; adam kaçırma, bombalama, suikast eylemlerini yaygınlaştırması, uluslararası ambargo nedeniyle elinde hiçbir mali kaynak kalmamış olan hükümetin aylardır aylıkları ödeyemediği gerekçesiyle kendi nüfuzu altındaki kamu emekçilerini (öğretmenler, sağlık görevlileri, diğer kamu emekçileri vb.) gerici grevler ve kitle gösterileri yapmaya sevketmesi (4) ve aralarında Başbakan Heniyenin de bulunduğu HAMAS yöneticilerine karşı silahlı saldırılar düzenlemesi vb. hep bu ABD-AB-İsrail ortak planının parçalarıydı.
Aslında HAMAS Ocak 2006 seçimlerinden sonra Fataha bir kaç kez "ulusal birlik hükümeti kurma çağrısı yapmıştı. Ancak bu öneriler Fatah tarafından ya açıkça reddedildi, ya da Filistin kamuoyunun baskısı nedeniyle biçimsel bir tarzda kabul edildi, ama pratikte sabote edildi. Örneğin Eylül 2006da böyle bir ulusal birlik hükümeti kurulmuş, ancak Fatahın terör eylemlerini sürdürmesi ve hükümetin çalışmasını sabote etmesi nedeniyle dağılmıştı. Kuşkusuz bunun esas sorumluları, amaçları HAMASı çökertmek, Filistin halkının direniş iradesini kırmak ve onu teslim almak olan ABD ve İsrail ve onların buyrukları doğrultusunda hareket eden Uluslararası Dörtlü (ABD, AB, BM ve Rusya) idi. Tıpkı geçen yılki Lübnan savaşında olduğu gibi kurbanı değil saldırganı ödüllendirmeyi seçen bu emperyalist haydutlar HAMASa ve Filistin halkına; İsraili tanıma, silahlı direnişi reddetme ve İşgal Altındaki Toprakların statüsünü kabul etme, yani Siyonist düşmanın önünde diz çökme seçeneğini dayatıyorlar. HAMASın siyasal liderlerinden Halit Meşal Kasım 2006da Alman gazetesi Junge Welt e verdiği demeçte yıllardır sürdürülen bu dayatmalara şöyle yanıt verecekti:
Artık Batı dünyasının İsrail işgalinin HAMAS tarafından asla tanınmayacağını anladığını sanıyorum. Ülkemi işgal eden birini nasıl tanıyabilirim? HAMAStan İsraili tanımasını istemek mantıkla bağdaşmaz. Kurban olan benim. Özgür olmayan benim. Diyasporada, ülkesinden uzakta yaşayan insan benim. İsrail, BMin bir oldubittisiyle dayatılmış bir ulus türüdür. Bizim bir ulusumuz yok. Filistin halkının yarısından çoğu diyasporada yaşıyor; bunların çoğu sığınmacı kamplarında yaşıyor ve evlerine geri dönemiyor. Onların, İsrail yüzünden evlerine dönemediği koşullarda biz İsraili tanımalı mıyız? Suçlu olan kim; İsrail mi yoksa biz mi?
Tam da burada İsrailin ve onun emperyalist destekçilerinin Filistin halkına ve direnişine herhangi bir dayatmada bulunma hakkına sahip olmadıklarının altını çizmek gerekir. Filistin topraklarını 1948den bu yana işgal altında tutan, 1967 Haziranındaki Altı Gün Savaşıyla işgal ettiği toprakları daha da genişleten, uluslararası burjuva hukukunun da meşru görmediği yüzlerce yerleşim birimi kurmak ve Laheydeki Uluslararası Adalet Mahkemesinin 9 Temmuz 2004 tarihli kararıyla yasadışı ilan ettiği 670 kilometre uzunluğundaki "Apartheid duvarını inşa etmek suretiyle daha fazla toprak gasbeden, bütün bu vahşet, hırsızlık ve terör eylemleri sırasında binlerce Filistinliyi öldüren, onbinlercesini yaralayan ve yüzbinlercesini yurdundan kovan Siyonist haydutların Filistin halkına ve direnişine şu ya da bu konuda bir dayatmada bulunmaya ya da ona herhangi bir önkoşul önermeye hakları yoktur ve olamaz. Daha da önemlisi İsrailin, siyasal çizgisi ne olursa olsun hiçbir Filistin yönetimini, hiçbir Filistin devlet örgütlenmesini kabul etmemeyi öngören stratejik yaklaşımının berrak bir biçimde kavranmasıdır. 1993te Oslo Anlaşmasının imzalanmasından sonra bazı istisnalar bir yana- İsrailin istekleri doğrultusunda hareket etmesi, Yaser Arafatın hedef alınmasını ve sonunda Siyonistler tarafından öldürülmesini engellemedi. Bugün de Filistin halkının bu azılı düşmanları Mahmut Abbasla işbirliği yapıyorlarsa, bu adıgeçen kişiliksiz uşağı özel olarak HAMASa, genel olarak Filistin halkına ve direnişine karşı bir süre kullanabilecekleri bir alet olarak gördükleri içindir.
Yukarda da belirtmiş olduğum gibi, Filistinli insan hakları gruplarına göre, Ocak 2006-Mayıs 2007 döneminde Fatah ile HAMAS arasında meydana gelen çatışmalarda 600 dolayında Filistinli yaşamını yitirdi. Bu arada yapılan çeşitli ateşkesler sürekli olarak çiğnendi. Fatah gerilimi tırmandırmaya çalışırken meşru bir hükümet kurmuş olan HAMAS tam tersi bir rota izledi ve gerilimi azaltmaya çalıştı. Ancak gerek varılan ateşkesler de, bir kaç kez üzerinde anlaşmaya varılan ulusal birlik hükümetleri de yürümedi. Bu ateşkes ihlallerinin ve Filistinde siyasal istikrarın sistemli olarak bozulmasının esas sorumlusunun ABD ve İsrail ve onların buyrukları doğrultusunda hareket eden Fatah olduğu tartışma götürmez. Bunun en son örneği, Şubat 2007de Suudi Arabistanın Mekke kentinde yapılan ateşkesten sonra 17 Mart 2007de bir kez daha kurulan ulusal birlik hükümetinin çalışmasının engellenmesiydi. Fatah liderleri, Mekke Anlaşmasının, milis örgütlerinin tarafsız bir içişleri bakanının denetimi altına bırakılması yolundaki kilit önemdeki hükmüne uymadılar. İçişleri Bakanı Hani Havasmenin bu durumu protesto ederek görevinden ayrılmasının ardından iki taraf arasında Mart ve Nisan aylarında görece düşük tempoda süren çatışmalar Mayıs ayına girildiğinde daha da yoğunlaştı. Ve böylece Gazze Şeridinin HAMASın denetimine girmesiyle sonuçlanan dönemece gelindi.ABDnin
İsrail hesabına perde arkasından yürüttüğü diplomasiyle Fatahın ulusal birlik hükümetine katılmasını ve silahlı birimlerin ortak denetimini kabul etmesini önlemeye çalıştığını BM Ortadoğu Barış Süreci Özel Koordinatörü Alvaro de Soto da doğruladı. De Soto Mayıs 2007de görevinden ayrılırken hazırladığı raporda aynen şöyle diyordu:
ABD herkesin gözü önünde Fatah ile HAMAS arasında bir çatışma yaratmaya çalıştı; öyle ki Mekkeden Fatah ile HAMASın Şubatta Kral Abdullahın gözetimi altında bir ulusal birlik hükümeti kurmak için anlaştığı toplantıdan- bir hafta önce yapılan temsilciler toplantısında ABD temsilcisi Gazzede sivillerin düzenli bir biçimde yaşamını yitirdiği iç savaş benzeri duruma göndermede bulunarak iki kez ben bu şiddetten hoşnutluk duyuyorum, çünkü bu başka Filistinlilerin HAMASa direndiği anlamına geliyor dedi. Bütün bunlar sadece, demokratik bir seçimle ABD ve İsrail işbirlikçisi olmayan bir partiye oy vermeye ve onyıllardır iktidarı elinde tutan Fatah yönetici kliğine tavır almaya cüret eden Filistin halkını cezalandırmak için yapılmıyordu; amaç aynı zamanda Filistin halkının kendi yazgısını belirleme ve Siyonist teröre karşı koyma kararlılığını kırmaktı.
Sonuç
Bir çok gözlemci, zaten jeografik olarak birbirinden kopuk olan Batı Şeria ile Gazze Şeridinin şu anda iki ayrı hükümet tarafından yönetilir hale gelmesinin Filistin davasını zora sokacağını ve Filistin halkını, diğer şeylerin yanısıra açlıkla da tehdit eden Siyonist saldırganların işini kolaylaştırdığını düşünmekte. Dünya Bankasının Batı Yakası ve Gazzeden Sorumlu Direktörü Nigel Roberts daha Mart 2003de söylediği şu sözleri anımsayabiliriz:
Şimdi Filistin işgücünün yarısından fazlası işsiz ve nüfusun üçte ikisi yoksul. Refah ve Han Yunus gibi kentlerde her 5 kişiden 4ü işsiz; her ücretli emekçi 18e kadar varan insana bakıyor ve ağır beslenme yetersizliği verileri ortaya çıkmış bulunuyor. Durumun Mart 2003den bu yana daha da kötüleştiği bellidir. 1948den bu yana Filistin halkının ulusal kurtuluş savaşımının hiçbir zaman görece rahat koşullarda yürütülmediğini unutmaksızın, halihazırdaki durumun ilk bakışta İsraile belli bir avantaj sağladığı belki kabul edilebilir. Ancak, Fatahın konumunun Batı Şeriada da hiç de öyle sağlam olmadığı, sürecin orada da Abbas ve kafadarlarının izolasyonu sürecini hızlandıracağı rahatlıkla söylenebilir. Demek oluyor ki, aslında bu son gelişmeler, ABD-İsrail blokunun Ortadoğu ve Orta Asya ülkeleri ve halklarına karşı giriştikleri saldırılara anladıkları dilden yanıt aldıklarını, sistemli bir biçimde kullandıkları böl ve egemen ol! taktiğinin, kazandığı bazı sınırlı başarılara rağmen esasta iflas ettiğini gösteriyor. Bunu sadece Filistinde değil, Afganistanda, Lübnanda, Irakta, Somalide de gördük ve görmeye devam edeceğiz. Devrimci önderliklerden yoksun olmalarına rağmen bu ülkelerin işçi sınıfı ve halkları, emperyalist işgali ve Karzailer, Malikiler, Abbaslar, Sinyoralar tarafından yönetilmeyi istemiyor. Kuşku yok ki, İsrail, ABD, Britanya gibi ülkelerdeki işçi sınıfının tekelci ve gerici burjuvazinin kendileri adına işledikleri bu devsel boyuttaki suçlara ortak olmamaları, emperyalist-Siyonist teröre hedef olan halkların yanında yer almaları, direnişin ön hattında bulunan halkların çekmekte olduğu acıları ve ödediği bedelleri büyük ölçüde azaltacak, işçi sınıfının ve ezilen halkların enternasyonal dayanışması ve birliğine büyük bir itilim sağlayacak ve kapitalist-emperyalist sistemin yıkılması sürecini hızlandıracaktır.
Şunu da eklemem gerek: İsrail devleti adı verilen Siyonist terör örgütünün Gazze Şeridinde uğradığı yenilginin intikamını almak ve artık büyük ölçüde kendi denetiminden çıkmış olan bu küçük Filistin parçasını daha büyük ölçüde kana boyamak için harekete geçeceği tahmin ediliyordu. Nitekim bunun ilk işaretleri verildi bile. İsrail ordusunun 27 Haziranda Gazzeye yaptığı saldırıda 10 Filistinli ölecek ve 8i ağır olmak üzere 50si de yaralanacaktı. Zaten Haaretz de 17 Haziran tarihli sayısında, yeni "Savunma" Bakanı Ehud Baraka göndermede bulunarak İsrailin HAMASı ezmek amacıyla Gazzeye karşı bir askeri operasyon başlatacağını haber vermemiş miydi? (Barak planning military operation in Gaza within weeks) Önümüzdeki günlerde Gazze Şeridinde oturan yoksul Filistin halkı, daha kapsamlı saldırıların hedefi olacak. Bu saldırılara, Siyonist burjuvazinin ABD ve Batı Avrupa emperyalistlerinin desteğiyle Filistin halkına karşı uygulamakta olduğu ekonomik teröre, 1.5 milyon insanın Gazze konsantrasyon kampında izole edilmesine ve günlük yaşamlarının cehenneme çevrilmesine karşı protesto eylemleri düzenlemek ve bir biçimde sesini yükseltmek, her enternasyonalist, devrimci ve demokrat insanın ve kurumun en öndegelen görevlerinden biri olarak kalmaktadır. Hatta, İsrail teröristlerinin onyıllardır bu çilekeş ve direnç dolu halkı, meyva ve sebze bahçelerini tahrip etmek, yerleşim yerlerinin altyapılarını kullanılmaz hale getirmek, eğitim ve kültür kurumlarını felcetmek, kendi ülkeleri, hatta kentleri ve kasabaları içinde özgürce yolculuk yapma hakkını gasbetmek, günlerce ve haftalarca süren sokağa çıkma cezalarına çarptırmak, sağlık gereksinimlerini karşılamalarını engellemek, taciz ateşi açarak yaralamak, hatta öldürmek, konut ve dükkanlarını içlerindeki eşyayla birlikte yıkmak, fuhuş, uyuşturucu kullanımı, serserilik ve suçluluğu yaygınlaştırmak, ellerinde kalan sınırlı miktardaki toprağı yüzlerce yerleşim birimi ve sayısız kontrol noktalarıyla doldurmak suretiyle yurduna bağlılığını ve devrimci iradesini kırmaya çalıştığı bu halkın yanında olmak, kendisine insanım diyen herkesin, ama herkesin görevidir.
Bir yanlış anlamaya meydan vermemek için sınıf bilinçli proletaryanın ve onun temsilcilerinin HAMAS gibi Filistin orta ve küçük burjuvazisinin çıkar ve özlemlerini temsil eden bir örgüt hakkında herhangi bir yanılsama içinde olamayacaklarını, bu tür örgütlerin pekala emperyalist ve Siyonist burjuvaziyle uzlaşmalarının ve Filistin halkının bağımsızlık ve demokrasi özlemlerine sırt çevirmelerinin olanaklı olduğunu belirtmek isterim. HAMASın ve ona bağlı İzzettin El-Kassam Tugaylarının gerek Siyonist düşmana ve gerekse Fataha karşı savaşımı sırasında hatalı ve meşruiyeti tartışmalı eylemler yapmak suretiyle Filistin davasına darbe vurabileceğini ve yer yer vurduğunu da. Bu çerçevede Filistin halkının büyük çoğunluğunun kurtuluşunun sahici bir Komünist Partisinin önderliğinde gerçekleştirilebilecek köklü bir demokratik devrimi ve onu kesintisiz bir biçimde izleyecek bir sosyalist devrimi gerektirdiğini saptamasının altını bir kez daha çizmek gerek. Ama, bunun böyle olması devrimci ya da demokrat örgüt ve bireylerin, onyıllardır dünya halklarının baş düşmanlarına karşı savaşan, bedel ödeyen ve pratiksel duruşlarıyla onların planlarını bozan ve bugün de bunu yapmaya devam eden HAMAS gibi siyasal parti ve hareketlerin bu düşmanlara karşı zaferini dileme yükümlülüğüyle çelişmez; DHKP-Cnin ve ona yakın yayım organlarının yaptığı gibi, şu ya da bu ideolojik/ siyasal gerekçeyle böylesi siyasal parti ve hareketleri işbirlikçi güçlerle aynı kefeye koyma tutumu, objektif olarak ABDnin, İsrailin ve bağlaşıklarının utangaç destekçileri konumuna düşmek anlamına gelir. Başka bir yerde söylemiş olduğum gibi,
Marksist-Leninistler ve proletaryanın sınıf bilinçli öncüleri materyalisttirler; dolayısıyla onlar ideolojik planda idealizmin bütün türlerine ve bu arada dine kesinkes karşı olmakla kalmayıp, sömürücü sınıfların ve onların devletlerinin dini ve diğer idealist saçmalıkları işçileri ve diğer sömürülen emekçileri uyuşturmak, onların devrimci ve anti-kapitalist sınıf savaşımlarını frenlemek ve bastırmak için kullandıklarını bilirler.... Öte yandan Marksist-Leninistlertarihsel deneyimin de pek çok kez doğrulamış olduğu gibi- emperyalizme, faşizme, militarizme ve kapitalizme karşı gerçek ve tutarlı savaşımın ancak sosyalizmin bayrağı altında ve işçi sınıfının önderliğinde verilebileceğini, en radikal ve devrimci küçük-burjuva hareketlerin bile meta üretiminin ve kapitalizmin çerçevesini aşamayacaklarının bilincindedirler. Hiçbir zaman az-çok tutarlı demokratik bir programa sahip olamamış ve olamayacak olan ve geleceğin toplumunu yüzlerce yıl öncesinin dinsel kurallarına dayanarak inşa etmeyi öneren İslami direniş hareketlerinin program ve siyasal çizgilerinin ise küçük-burjuva demokrasisininkinin bile gerisinde olduğu açıktır.
Ne var ki bu, proletaryanın sınıf bilinçli öncüsünün, dinsel renge bürünmüş/ dinsel bir biçim almış siyasal akımların belirli tarihsel koşullar altında, ezilen halkların emperyalizme ve uşaklarına karşı savaşımında objektif olarak belirli bir ilerici rol oynayabileceği gerçeğini reddettikleri anlamına gelmez. Latin Amerikada bazı ilerici din adamlarının 1960lardan bu yana, ABD destekli gerici-faşist diktatörlüklere karşı kurtuluş teolojisi öğretisine dayanarak karşı durmalarının, 1960larda Vietnamda ABD emperyalistlerine ve işbirlikçilerine karşı direnen Budistlerin, Lübnanda İsraile karşı 1978-2000 yılları arasında başarılı bir gerilla savaşı yürütmüş olan Hizbullahın ya da bugün Irakta, Filistinde ve Afganistanda ABD ve ortaklarına karşı siyasal İslam bayrağı altında direnen örgütlerin sınırlı ve koşullu ilerici niteliğini reddetmek, bu görüşlerin sahiplerini ister istemez dünya işçi sınıfı ve halklarının baş düşmanı ve sözde demokrat ve laik, ama aslında genelde siyasal gericiliğin ve özelde en gerici dinsel akımların destekçisi olan emperyalizmle ve hatta İslam düşmanlığını yaygınlaştırmaya çalışan neo-faşist akımlarla buluşturur. (Karikatür Eylemleri Üzerine Bir Değerlendirme, 26-27 Şubat 2006)
DİPNOTLAR
(1) Esas işlevleri Siyonist işgalciyi ve onunla yazgı birliği yapmış olan Filistin işbirlikçi burjuvazisini Filistin halkı ve direnişinden korumak olan ve Fataha bağlı bulunan güvenlik birimleri şu kuvvetlerden oluşmaktadır: Başkanlık Kuvvet Birimi, Başkanlık Güvenliği, Soyluluk Güvenliği, Başkanlık İstihbarat Kuvveti, Askeri İstihbarat, Askeri Polis Birliği, Kuvvet 17 Birliği, Deniz Kuvvetleri, Özel Kuvvet, Ulusal Güvenlik Kuvveti, Alternatif Güvenlik Sistemi, Olağanüstü Durum Kuvveti, Askeri Vergi Birliği, Toplumsal Kargaşa Kuvveti, İvedi Tepki Kuvveti, Sınır Polisi, Kamu Güvenliği Kuvveti, Filistin-İsrail Koordinasyon Birimi.
(2) Ha'aretzin 7 Haziran tarihli sayısında yayımlanan bir haberde, Gazze Şeridindeki üst düzey Fatah yetkililerinin İsrailden, içlerinde Mısırın da bulunduğu Arap ülkelerinden gönderilen çok miktarda silah ve mühimmatı almalarına izin verilmesini istedikleri yazılmıştı. Habere göre Fatah İsrailden, hepsi de HAMASa karşı kullanılmak üzere zırhlı arabalar, yüzlerce zırh delici RPG roketleri, binlerce el bombası ve küçük silahlar için milyonlarca mermi istemişti.
(3) Bu dayatmaların kendisi sahte ve ikiyüzlü bir nitelik taşıyor. Çünkü, Siyonistlerin demagojik savlarının tersine en azından gelinen noktada- HAMAS, iki devletli bir çözümü kabul etmekte ve İsrailin yokedilmesini savunmamaktadır. The Washington Post muhabiri Lally Weymoutun 26 Şubat 2006da kendisiyle yaptığı röportajda, HAMASın hangi anlaşmalara uyacağı yolundaki soruyu Başbakan Heniye,
1967 sınırları içinde ve başkenti Kudüs olacak olan bir Filistin Devletinin kurulmasını güvence altına alan anlaşmalar biçiminde yanıtladı. Heniye Weymouthun İsraili tanıyacak mısınız? biçimindeki sorusunu ise şöyle yanıtladı:
Eğer İsrail Filistin halkının devletini kurmasını ve tüm haklarını kabul ederse onu tanımaya hazırız.
(4) Amaç ve metodları bakımından İşgal Altındaki Topraklarda Eylül 2006dan itibaren başlatılan ve daha çok Batı Şeriada yoğunlaşan bu grev ve protesto eylemlerini, Türkiyede askeri kliğin manipüle ettiği kuruluşların 14 Nisan 2007de başlattığı miting dizisine benzetmek çok da yanlış olmayacaktır.
Garbis Altınoğlu, 5-7 Temmuz 2007