1939 Alman-Sovyet
Saldırmazlık Paktı
Bill Bland Çeviren: Garbis Altınoğlu
Stalin Derneğinin Şubat 1990da Londrada düzenlediği bir seminerde
okunmuştur.
Stalin hakkında dolaşıma sokulan pek çok öyküden biri de, Sovyet hükümetinin
Britanya ve Fransa ile saldırgan Alman yayılmacılığına karşı bir kollektif
güvenlik anlaşmasının müzakerelerini yürütürken Onun, Almanyayla
imzalanmasına giriştiği anlaşmanın İkinci Dünya Savaşının başlamasını
hızlandırdığıdır.
Kuşkusuz bu dönemde Sovyetler Birliğinde olup biten her şey Stalinin
onayıyla yapılmıyordu. Ancak, Stalinin en yakın çalışma arkadaşı Viyaçeslav
Molotov 1939 Sovyet-Alman Saldırmazlık Paktı hususunda şu tanıklığı
yapıyordu:
Stalin yoldaş
. Almanya ile SSCB arasında daha farklı, düşmanca olmayan ve
iyi komşuluğa dayanan bir ilişki kurulması olanağına dikkat çekti.
Sovyet-Alman Saldırmazlık Paktının gerçekleştirilmesi,... Stalin yoldaşın
tarihsel öngörüsünün parlak bir biçimde doğrulandığını göstermektedir. (V.
M. Molotov, Speech at 4th (Special) Session of the Supreme Soviet of the
USSR/ SSCB Yüksek Sovyetinin 4. (Özel) Oturumunda Konuşma, 31 Ağustos
1939, Soviet Peace Policy, Londra, 1941, s. 16)
Dolayısıyla, bunun Stalinin ağır bir hatası olduğu suçlaması, ciddi bir
incelemenin konusu edilmelidir.
Sovyet Dış Politikasının Yeni Yönü
Nazi lideri Adolf Hitler, 1920lerin ortalarında yazdığı kötü ünlü Mein
Kampf (=Savaşımım) adlı kitabında Nazilerin izlemeyi düşündükleri dış
politikayı açık yürekli bir biçimde dile getiriyordu:
Biz Nasyonal-Sosyalistler Savaş-öncesi dönemin dış politika eğiliminin
altına bir çizgi çekiyoruz.... Biz, Almanyanın Güney ve Batı yönündeki
sonugelmez hareketliliğine son veriyor ve bakışımızı Doğudaki topraklara
çeviriyoruz.
Bugün Avrupada topraktan sözederken, öncelikle Rusyayı kastediyoruz.
(Adolf Hitler, Mein Kampf, Londra 1984, s. 598, 604)
Demek oluyor ki, Ocak 1933de Almanyada Nazi hükümetinin işbaşına gelmesi
Avrupadaki durumda, Sovyetler Birliğini tabii, sadece Sovyetler
Birliğini değil- büyük bir tehlikeyle açıkça yüzyüze getiren bir
değişikliği haber veriyordu.
Sovyetler Birliği yönetimi içindeki sosyalist devleti savunma hususunda
duyarlı Marksist-Leninistler, bu yeni ve daha tehlikeli duruma, Sovyet dış
politikasına yeni bir yön vermek, uluslararası durumda statükoyu muhafaza
etmede objektif olarak çıkarı bulunan devletlerle bir kollektif güvenlik
sağlamak için uğraş verme politikasını benimsemek suretiyle karşılık
verdiler.
Kollektif Güvenliğin Objektif Temeli
Sovyet Kollektif Güvenlik Politikasının objektif temeli, dünyadaki
emperyalist devletlerin iki gruba bölünebileceği olgusuna dayanıyordu.
Almanya, İtalya ve Japonyadan oluşan grup, görece yüksek üretici güçlere ve
görece sınırlı pazarlara ve nüfuz alanlarına sahipti. Bunun sonucu olarak bu
devletler ivedi olarak dünyayı kendi yararlarına değiştirmeye gereksinim
duyuyorlardı; bunlar görece saldırgan devletlerdi.
Britanya, Fransa ve ABDnden oluşan bir başka emperyalist devletler grubu,
görece geniş pazarlara ve nüfuz alanlarına sahipti ve dolayısıyla objektif
olarak dünyanın değişmesindense onun olduğu gibi kalmasına gereksinim
duyuyorlardı; bunlar görece saldırgan olmayan devletlerdi.
İkinci Dünya Savaşının zaten başlamış olduğunu ileri süren Stalin bu
görüşünü SBKPnin Mart 1939da yapılan 18. Kongresinde şöyle özetledi:
Savaşı sürdürenler, saldırgan-olmayan devletlerin, yani öncelikle Britanya,
Fransa ve ABDnin çıkarlarına her yolla tecavüz eden saldırgan devletlerdir.
(J. V. Stalin, Report on the Work of the CC to the Eighteenth Congress of
the CPSU (B)/ Merkez Komitesinin SBKP (B)nin 18. Kongresine Sunduğu
Faaliyet Raporu, Problems of Leninism, Moskova, 1940, s. 625)
Bir sosyalist devlet, emekçi halkın bir devleti olması nedeniyle Sovyetler
Birliği, barışın muhafazasından en çok çıkarı olan devletti.
Dolayısıyla 1930larda Sovyet hükümetinin politikası; Britanya ve Fransa
gibi Avrupalı saldırgan-olmayan devletlerle, saldırgan emperyalist
devletleri savaş çıkarmaktan caydıracak ya da onların hızla yenilmelerini
sağlayacak ölçüde güçlü bir kollektif güvenlik bağlaşması oluşturmak için
çaba harcamaktı.
1948 yılında Sovyet hükümeti, bu 1933-sonrası dış politikasını şöyle
özetliyordu:
Tüm savaş-öncesi dönem boyunca Sovyet delegasyonu Uluslar Ligasında
kollektif güvenlik ilkesini savunageldi. (Falsifiers of History: Historical
Information, Londra, 1948, s. 15)
Yatıştırma
Görmüş olduğumuz gibi Stalin, objektif olarak İngiliz ve Fransız
emperyalistlerinin çıkarlarının onların, Sovyetler Birliği ile birlikte bir
kollektif güvenlik bağlaşmasında bir araya gelmesini gerektirdiğini ileri
sürse de, başında Neville Chamberlainin bulunduğu Britanya ve Edouard
Daladiernin bulunduğu Fransa hükümetleri sosyalizme duydukları nefret ve
Sovyetler Birliğinin yok olmasını istemeleri nedeniyle bu objektif gerçeği
kabul etmediler.
Stalinin SBKPnin Mart 1939da yapılan 18. Kongresinde söylediği gibi,
İngiltere, Fransa ve ABD
saldırganlara ödün üstüne ödün vererek geriliyor
ve geri çekiliyorlar.
Böylelikle şu anda dünyanın ve nüfuz alanlarının, en küçük bir direnme
çabası göstermeyen ve hatta saldırganlarla belli ölçüde suç ortaklığı yapan
saldırgan-olmayan devletler zararına yeniden bölüşümüne tanık oluyoruz
Nasıl oluyor da saldırgan-olmayan ülkeler
saldırganların gönlünü hoş etmek
için kendi mevzilerini ve yükümlülüklerini bu kadar kolay bir biçimde ve
herhangi bir direnme göstermeksizin terketmişlerdir?
Bunun nedeni saldırgan-olmayan devletlerin zayıf oluşlarında mı aranmalıdır?
Tabii ki değil. Bir arada düşünüldüğünde, saldırgan-olmayan, demokratik
devletler faşist devletlerden hem ekonomik, hem de askerî bakımdan tartışma
götürmez bir biçimde daha güçlüdürler.
Bunun esas nedeni, saldırgan-olmayan ülkelerin çoğunluğunun, özellikle
İngiltere ile Fransanın, kollektif güvenlik politikasını, saldırganlara
karşı kollektif direnişi reddetmeleri ve bir müdahale etmeme konumu
almalarıdır
Müdahale etmeme politikası Almanyanın örneğin
Sovyetler Birliğiyle bir
savaşa bulaşmasına engel olmama hevesini ve isteğini ele verir
Çekoslovakyanın bazı bölgelerinin Almanyaya peşkeş çekilmesinin bu
ülkenin Sovyetler Birliğine karşı savaşa girişiminin bedeli olduğunu
düşünebiliriz. (J. V. Stalin, Report on the Work of the CC to the
Eighteenth Congress of the CPSU (B), Problems of Leninism, Moskova, 1940,
s. 625-26)
Britanya Dışişleri Bakanı Lord Halifaxın Kasım 1937de Hitlerle yaptığı
görüşmede şöyle dediği biliniyor:
O ve Britanya hükümetinin diğer üyeleri Führerin çok şeyler başardığının
tümüyle farkındaydılar
O, kendi ülkesinde komünizmi yok ettikten sonra
komünizmin Batı Avrupada ilerleyişini durdurmuştu ve bundan ötürü Almanya
Batının Bolşevizme karşı kalesi ünvanını hak etmiş bulunuyordu...
İngiliz-Alman yakınlaşmasının zemini hazırlandıktan sonra, dört büyük Batı
Avrupa devleti (Britanya, Fransa, Almanya ve İtalya- G. A.) Avrupada kalıcı
bir barışın temelini birlikte oluşturmalıydılar. (Documents on German
Foreign Policy: 1918-1945, Seri D, Cilt 1, Londra, 1954, s. 55)
Bununla birlikte Sovyet Marksist-Leninistleri bu yatıştırma politikasının
objektif olarak Britanya ve Fransa emperyalistlerinin ve Britanya (ve Fransa-
G. A.) emekçi halklarının çıkarlarına ters düştüğünü görüyorlardı. Bundan
ötürü onlar, Sovyet hükümetinin Britanya ve Fransa ile bir kollektif
güvenlik bağlaşması oluşturma çabalarında diretmesi halinde, Britanya
emperyalizminin (Winston Churchill ve Anthony Eden gibi) daha uzak görüşlü
temsilcilerinin Britanya emekçi halkıyla güç birliği yaparak, Fransayı da
yönlendiren Britanyalı yatıştırmacıları mevkilerinden defedebileceklerini
hesaplıyorlardı. (Bu öngörü 1940ta gerçekten de doğrulandı; ama ancak
Avrupada savaşın patlak vermesinden sonra.)
İngiliz-Fransız-Sovyet Müzakereleri
31 Mart 1939da Britanya hükümeti Sovyetler Birliğine danışmaksızın
Polonyaya, onu saldırıya karşı savunacağına ilişkin tek taraflı güvence
verdi.
Liberal Partinin lideri David Lloyd George Avam Kamarasında yaptığı
konuşmada şöyle diyordu:
Neden bu devasa yükümlülüğün altına girmeden önce, Rusyanın da desteğini
güvence altına almamış olduğumuzu anlayamıyorum
Rusya, Rusların orada
bulunmalarını istemeyen Polonyalıların bir kısım duygularından ötürü bu
girişimin dışında tutulduysa,
Polonyalılar kendilerine yardım etmemizi
olanaklı kılacak bu koşulu kabule hazır değilseler sorumluluk onlara ait
olacaktır. (Parliamentary Debates, 5. Seri, House of Commons, Cilt 35,
Londra, 1939, Col. 2,510)
İngiliz-Fransız güvencesi yatıştırmacı hükümetler üzerinde, en azından
kollektif güvenlik doğrultusunda bazı jestler yapmalarını dayatan bir
kamuoyu basıncı yarattı.
Dolayısıyla 15 Ağustos 1939da Britanya hükümeti Sovyet hükümeti katında
yaptığı girişimde Sovyetler Birliğinin, kendisiyle sınırdaş olup da
saldırıya uğrayan devletlere, talep etmeleri halinde onlara askerî yardım
sunacağını belirten bir açık deklarasyon yayınlamak isteyebileceğini söyledi.
Sovyet hükümeti iki gün sonra, yani 17 Nisanda verdiği yanıtta, Sovyetler
Birliğini diğer ilgili devletler karşısında eşitsiz bir konuma sokacak bir
tek taraflı güvence vermeyi düşünmediğini söyledi. Sovyet hükümeti şu
öneriyi getirdi:
Birincisi; Britanya, Fransa ve Sovyetler Birliği arasında saldırganlığa
karşı üç taraflı bir karşılıklı yardım anlaşması;
İkincisi; Baltık devletlerine (Estonya, Finlandiya, Latviya ve Litvanya)
güvence verilmemesinin Almanyaya, bu devletleri işgal ederek Doğuya doğru
yayılma yolunda açık bir çağrı anlamına geleceği için güvencelerin bu
devletleri kapsayacak tarzda yaygınlaştırılması;
Üçüncüsü; anlaşma belirsiz olmamalı, tersine imza sahibi devletlerin
sunacağı askerî
yardımın kapsamını ve biçimlerini ayrıntılı bir biçimde ortaya koymalıdır.
Britanya ve Fransa hükümetleri 27 Mayısta Sovyet önerilerine, kendi
önerdikleri üçlü anlaşma taslağıyla yanıt verdiler. Britanya Başbakanı
Neville Chamberlain o sırada kızkardeşine yazdığı bir mektupta Britanyanın
taslağı üzerine şu yorumu yapıyordu:
Bu taslak özünde Rusların isteklerini karşılıyor; ancak biçim ve sunuluşu
itibariyle bağlaşma taslağı düşüncesine uzak duruyor ve onun yerine bir
niyet deklarasyonu geçiriyor. Bu gerçekten de çok zekice bir düşünce.
(Neville Chamberlain Archives, Birmingham Üniversitesi, 11/1/1101)
Tam da o günlerde Dışişleri Halk Komiserliği koltuğunu Maksim Litvinovdan
devralan Viyaçeslav Molotov, silahlı çatışma durumunda, anında karşılıklı
yardım yerine sadece Uluslar Ligası aracılığıyla danışmayı önerdiği
gerekçesiyle bu taslağı reddetti.
Sovyet hükümeti 2 Haziranda Britanya ve Fransa hükümetlerine, bu hususları
dikkate alan bir karşı-taslak sundu.
Britanya ve Fransa hükümetleri yanıtlarında; Finlandiya, Estonya ve
Latviyanın kendilerinin güvence altına alınmaları yönündeki öneriyi
reddettiklerini bildirdiler.
Sovyet hükümeti, siyasal anlaşmanın uygulanmasında bir ayak sürüme yaşanması
olasılığına karşı, bu anlaşmayla birlikte bir de askerî konvansiyon
imzalanmasında diretmeye devam etti. Molotov 17 Temmuzda bir askerî
konvansiyon üzerinde anlaşana değin siyasal anlaşma üzerine tartışmayı
sürdürmenin bir anlamı olmadığını belirtti.
Sonunda Britanya ve Fransa hükümetleri 23 Temmuzda, siyasal bağlaşma
anlaşması son halini almadan önce askerî görüşmelere başlamayı kabul ettiler
ve Britanya delegasyonunun başına dört isimli bir deniz subayını, Amiral
Reginald Plunkett-Ernie-Erle-Draxı getirdiler. Anlaşılan kimse Britanya
hükümetine uçağın icat edilmiş olduğunu anımsatmamıştı; delegasyon
Tilburyden Leningrada düşük süratli bir tekneyle geldikten sonra oradan da
Moskovaya trenle gitti. Sovyet tarafı sonunda Moskovaya 11 Ağustosta
varan delegasyonun, müzakerelerde bulunma yetkisinin olmadığını ve sadece
görüşme yapabileceğini öğrendi. Dahası, Britanya delegasyonuna resmen
Görüşmeleri çok düşük tempoda sürdürmesi (Documents on British Foreign
Policy, 3. Seri, Cilt 6, Londra 1953, Ek 5, s. 763) direktifi verilmişti.
Gene de askerî müzakereler 12 Temmuzda Moskovada başladı.
Sovyet delegasyonunun başı ve Savunma Halk Komiseri Mareşal Kliment
Voroşilov 15 Ağustosta Britanya delegelerine, Sovyet birliklerinin Polonya
topraklarına girmelerine izin verilmediği takdirde Sovyetler Birliğinin
Polonyaya yardım etmesinin fiziksel olarak olanaksız olduğunu ve bu durumda
görüşmeleri sürdürmenin gereksiz olacağını söyledi.
İngiliz-Fransız-Sovyet müzakereleri 21 Ağustosta belirsiz bir süre için
ertelenene, yani Sovyet hükümeti Almanyayla saldırmazlık paktını imzalamaya
karar verene değin bu sorun asla çözülemedi.
Moskovanın Uyarı Atışları
Şoven görünme riskini göze alarak, ikiyüzlülük ve sahtekârlıkta hiçbir
ulusun diplomatlarının Britanya diplomatlarından daha usta olmadığını
söylersem haksızlık etmiş olmam.
Ancak Sovyet liderleri de aptal değillerdi ve bir İngiliz-Fransız-Sovyet
karşılıklı güvenlik anlaşması müzakerelerinin aylarca uzaması üzerine
Moskova birkaç uyarı atışı yaptı.
O sıralar Brükselde görev yapmakta olan ABDnin Moskova eski Elçisi Joseph
Davies, 11 Martta, yani Stalinin birkaç gün önce, SBKPnin 18.
Kongresinde yaptığı konuşma hakkında güncesine şunları yazmıştı:
Bu son derece önemli bir açıklama. Bu açıklama Sovyetlerin, Britanya ve
Fransa hükümetlerinin saldırganlara karşı gerçekçi-olmayan muhalefetinden
artık bıkmaya başladıklarını gösteren belirgin bir uyarı niteliğinde...
Bunun, benim şimdiye değin gördüğüm en önemli tehlike sinyali olduğu kesin.
(J. E. Davies, Mission to Moscow, New York, 1944, s. 381, 382)
Daha sonra, 3 Mayıs 1939da Maksim Litvinovun Sovyet Dışişleri Halk
Komiserliği görevinden çekildiği ve yerine Stalinin yakın çalışma arkadaşı
Viyaçeslav Molotovun getirildiği duyuruldu. Sovyet hükümeti bunun Sovyet
dış politikasında herhangi bir değişikliğe yol açacağını yadsıdıysa da,
Litvinovun adının özellikle kollektif güvenlikle birlikte anılması ve
kendisinin Batıya sempati duyan bir kişi olması anlamlıydı.
29 Haziranda öndegelen Sovyet Marksist-Leninisti Andrey Jdanov Pravdada,
hiç de olağan olmayan bir biçimde, sahici bir karşılıklı yardımlaşmadan yana
olduklarını söyleyen Britanya ve Fransa hükümetlerinin bunda içtenlikli olup
olmadıkları hususunda SBKP yönetimi içinde görüş ayrılıkları olduğunu açığa
vuran bir makale yayımladı:
Saldırıya karşı etkili bir karşılıklı yardımlaşma anlaşması imzalanması
yolundaki İngiliz-Fransız-Sovyet müzakereleri tıkanma noktasına gelmiştir...
Her ne kadar dostlarım benimle aynı düşüncede değillerse de, bu konuya
ilişkin kişisel görüşlerimi açıklamak isterim. Onlar hâlâ SSCB ile
müzakerelere başlarken İngiliz ve Fransız hükümetlerinin, gerçekten de
Avrupada saldırganlığa karşı güçlü bir set oluşturmaya niyetli olduklarına
inanıyorlar. Ben İngiliz ve Fransız hükümetlerinin,... kendine saygısı olan
herhangi bir devletin kabul edebileceği bir anlaşma peşinde olmadıklarına
inanıyorum ve bunu olgulara dayanarak kanıtlamaya çalışacağım
Sovyet hükümeti değişik İngiliz proje ve önerilerine yanıtlarını 16 gün
içinde hazırlarken geriye kalan 59 gün İngilizlerin ve Fransızların
geciktirme ve oyalamalarıyla geçti...
Polonya Dışişleri Bakanı Beckin net bir biçimde, Polonyanın SSCBnden,
kendisine herhangi bir güvence vermesi anlamında bir şey talep etmediğini ya
da rica etmediğini açıklamasının üzerinden
fazla zaman geçmedi... Ancak bu
İngiltere ve Fransanın SSCBnden... Polonya için güvence talep etmesini
engellemiyor...
Bana öyle geliyor ki İngilizler ve Fransızlar, SSCBnin de kabul
edebileceği gerçek bir anlaşma değil, kendi ülkelerinin kamuoyu önünde
SSCBnin sözümona ödün vermez tutumuna ilişkin spekülasyon yapmalarını
olanaklı kılacak ve kendilerinin saldırganlarla anlaşmaya varmalarının
yolunu düzleyecek bir tartışma yürütmek istiyorlar.
Önümüzdeki birkaç günlük süre bunun böyle olup olmadığını gösterecektir.
(A. Jdanov, Pravda, 29 Haziran 1939, Jane Degras (Editör), Soviet Documents
on Foreign Policy, Londra, 1953, s. 352, 353, 354)
22 Temmuzda, Berlinde Sovyet-Alman ticaret müzakerelerinin yapılmakta
olduğunun resmen duyurulmasıyla son uyarı da yapılmış oluyordu.
Sovyet-Alman Müzakereleri
Stalin, SBKPnin Mart 1939da yapılan 18. Kongresinde Sovyet dış
politikasının esaslarını şöyle tanımlamıştı:
Biz barıştan ve bütün ülkelerle ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesinden
yanayız. Bizim tutumumuz budur ve diğer ülkeler Sovyetler Birliğiyle benzer
bir yaklaşım sürdürdüğü ve ülkemizin çıkarlarını çiğnemeye kalkışmadığı
sürece biz bu tutumumuza bağlı kalacağız. (J. V. Stalin, Report on the
Work of the CC to the Eighteenth Congress of the CPSU (B), Problems of
Leninism, Moskova, 1940, s. 629)
17 Nisan 1939da Berlindeki Sovyet Elçisi Aleksey Merekalov ile, kendisine
Almanya ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin normalleşmesi şansı
bulunup bulunmadığını soran Almanya Dışişleri Bakan Yardımcısı Baron Ernst
von Weizsaecker arasında bir konuşma geçti. Elçinin yanıtı Sovyet dış
politikası doğrultusundaydı:
Rusya açısından, Almanyayla normal konumda yaşamamamız için hiçbir neden
yoktur. Ve ilişkiler normalden daha ve daha da iyiye doğru gelişebilir.
(Nazi-Soviet Relations: 1939-1941, Doc. 1, Washington, 1948, s. 2)
29 Temmuzda Alman Dışişleri Bakanlığı Sovyetler Birliğindeki Alman Elçisi
Count Fritz von der Schulenburga, Molotova şunları söylemesi yolunda
direktif verdi:
Biz Sovyetlerin tüm çıkarlarını gözetmeye
ve Moskovadaki Hükümetle
anlaşmaya hazırız
Bu düşünce, Baltık devletlerine karşı tutumumuzu, Baltık
Denizi bölgesindeki yaşamsal Sovyet çıkarlarına saygı gösterecek biçimde
ayarlama doğrultusunda ilerletilebilir. (Documents on German Foreign
Policy: 1918-1945, Seri D, Cilt 6, Londra 1956, s. 1,016)
14 Ağustosta Alman Dışişleri Bakanı Joachim von Ribbentropp, Schulenburga
bir telgraf çekti ve ona gidip Sovyet Dışişleri Halk Komiseri Viyaçeslav
Molotovu görmesi ve ona şu mesajı aktarması yolunda direktif verdi:
Baltık Denizinden Karadenize kadar uzanan hat üzerinde, her iki ülkeyi de
bütünüyle tatmin edecek biçimde çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur
Dolayısıyla, iki ülkenin yönetimleri de
harekete geçmelidir
Edindiğimiz bilgilere göre Sovyet hükümeti de Alman-Rus ilişkilerinin
berraklığa kavuşturulmasını istemektedir
Führer adına, onun görüşlerini Bay
Staline aktarmak için Moskovaya kısa bir ziyarette bulunmaya hazırım. Bana
göre, (ilişkilerimizde- G. A.) bir değişikliğin meydana gelmesi ancak
böylesi doğrudan bir tartışmayla olanaklı olacaktır. Ve bu yolla Alman-Rus
ilişkilerinin sonal çözümünün temellerini atmak hiç de olanaksız değildir.
(Documents on German Foreign Policy: 1918-1945, Seri D, Cilt 7, Londra 1956,
s. 63)
Schulenburg aldığı direktif uyarınca 16 Ağustosta Molotovla görüştü ve ona
Ribbentropun mesajını okudu. O aynı akşam Berline gönderdiği raporunda
Molotov için,
İletmem söylenen bilgiyi büyük bir ilgiyle dinledi
Alman Hükümetinin Sovyetler Birliği ile bir saldırmazlık paktı imzalanması
düşüncesine yatkın olması konusu onun ilgisini çekti (Documents on German
Foreign Policy .., adıgeçen yapıt, Cilt 7, s. 77) dedi.
Ribbentropp aynı gün verdiği yanıtında Schulenburga Molotovla yeniden
görüşmesi ve ona şunları söylemesi direktifini verdi:
Almanya Sovyetler Birliği ile bir saldırmazlık paktı imzalamaya hazırdır
Dahası Almanya Baltık devletlerine Sovyetler Birliği ile birlikte güvence
vermeye de hazırdır
Ben 18 Ağustos Cuma gününden sonra herhangi bir zamanda uçakla Moskovaya
gelmeye ve Führerin verdiği tam yetkiyle Alman-Rus ilişkilerini bütün
yönleriyle ele almaya ve koşullar uygun olduğu takdirde gerekli anlaşmaları
imzalamaya hazırım. (Documents on German Foreign Policy .., adıgeçen yapıt,
Cilt 7, s. 84)
17 Ağustosta Molotov Schulenburga Sovyet hükümetinin yazılı yanıtını verdi.
Bu Not, Almanyanın geçmişte Sovyetler Birliğine karşı güttüğü düşmanlık
politikasını anımsatıyor ve Alman-Sovyet ilişkilerinin düzelmesi olasılığını
memnunlukla karşılıyordu. Not bu doğrultuda bir ticaret anlaşmasıyla
başlayacak ve onu kısa bir süre içinde izleyecek bir saldırmazlık paktının
imzalanmasıyla sonuçlanacak birkaç adım atılmasını öneriyordu.
18 Ağustosta Ribbentropp Schulenburga gönderdiği yeni bir ivedi telgrafta
diplomatik sürecin (ticaret anlaşmasının imzalanmasının) ilk evresinin
tamamlandığını ve Ribbentropun derhal Moskovaya gelmesine izin
verilmesini söylüyordu. O burada,
Rusyanın isteklerinin hesaba katılması, örneğin Baltık bölgesindeki nüfuz
alanları sorununun çözülmesi için gerekeni yapabilecek konumda olacaktı.
(Documents on German Foreign Policy .., adıgeçen yapıt, Cilt 7, s. 123)
Schulenburg 19 Ağustosta gönderdiği yanıtında Molotovun,
Reich Dışişleri Bakanının 26 ya da 27 Ağustosta Moskovaya gelebileceğini
(Documents on German Foreign Policy
, adıgeçen yapıt, Cilt 7, s. 134)
söylediğini bildirdi.
Molotov bana saldırmazlık paktının taslağını verdi. (Documents on German
Foreign Policy .., adıgeçen yapıt, Cilt 7, s. 134)
20 Ağustosta Hitlerin kendisi devreye girdi; o Staline yazdığı kişisel
mektubunda saldırmazlık paktı taslağını kabul ettiğini söyledi ve
Ribbentropun,
En geç 27 Ağustos Çarşamba günü (Documents on German Foreign Policy
,
adıgeçen yapıt, Cilt 7, s. 157) Moskovayı ziyaret etmesine izin verilmesini
rica etti.
Stalin 21 Ağustosta Hitlere, mektubu için teşekkür ettiğini bildiren
yanıtında şöyle diyordu:
Alman Hükümetinin saldırmazlık paktını onaylaması, ülkelerimiz arasında
siyasal gerginliğin ortadan kaldırılmasının ve barış ve işbirliğinin
temelinin atılmasını sağlayacaktır.
Sovyet hükümeti bana, Herr von Ribbentropp'un 23 Ağustosta Moskovaya
gelmesini kabul ettiği hususunda sizi bilgilendirme direktifini verdi.
(Documents on German Foreign Policy .., adıgeçen yapıt, s. 168)
Ribbentropp ve delegasyonu 23 Ağustosta Moskovaya vardı ve saldırmazlık
paktı aynı gün imzalandı. Paktın metni 19 Ağustosta Almanlara sunulan
metnin hemen hemen aynıydı. Buna göre, iki taraf ta birbirlerine
saldırmayacak, taraflardan biri üçüncü bir devletin saldırı eylemine hedef
olduğu takdirde, öbür taraf bu üçüncü devlete destek vermeyecekti. Pakttan
daha da sert bir biçimde eleştirilecek olansa, Avrupada Alman ve Sovyet
nüfuz alanlarını saptayan Gizli Ek Protokol olacaktı.
Fakat, nüfuz alanları terimi ille de emperyalist egemenlik anlamına işaret
etmez. Savaştan etkilenme olasılığı bulunan, ancak bu olasılığın kendilerini
bir çatışmaya sürüklemesini istemeyen iki devlet sözkonusu olduğunda, nüfuz
alanlarının sınırlarının belirlenmesi meşru ve kabul edilebilir bir eylemdir.
Gizli Ek Protokolda şunlar söyleniyordu:
1. Baltık devletlerine (Finlandiya, Estonya, Latviya, Litvanya) ait bölgede
topraksal ya da siyasal bir dönüşümün meydana gelmesi halinde Litvanyanın
kuzey sınırı, hem Almanyanın ve hem de SSCBnin nüfuz alanının sınırını
oluşturacaktır
2. Polonya Devletine ait bölgede topraksal ya da siyasal bir dönüşümün
meydana gelmesi halinde Almanya ve SSCBnin nüfuz alanlarının sınırı
yaklaşık olarak Narew, Vistula ve San ırmaklarından geçen hat olacaktır
(Documents on German Foreign Policy
, Seri D, Cilt 7, s. 246-47)
Günlük dille söyleyecek olursak bu, Alman hükümetinin; Alman ordusunun
Polonyayı işgal etmesi halinde, -Britanya Dışişleri Bakanı Lord Curzonun
Birinci Dünya Savaşından sonra, Polonyalıları Ukraynalılar ve Belaruslardan
ayıran etnik sınır olarak çizdiği- Curzon Hattını geçmeye kalkışmayacağı
konusunda söz vermesi anlamına geliyordu. Bu hattın doğusundaki bölge,
Devrimden sonra Sovyetler Birliğinden zorla koparılan Sovyet toprağıydı.
Böylelikle Almanya, Sovyet hükümetinin bu hattın doğusunda girmeyi gerekli
göreceği eylemlere itiraz etmemeyi kabullenmiş oluyordu.
Saldırmazlık Paktının Sonuçları
Molotov 31 Ağustosta Sovyetler Birliği Yüksek Sovyetinde yaptığı konuşmada
Sovyet-Alman Saldırmazlık Paktını,
Sadece Avrupanın değil tüm dünyanın tarihinde bir dönüm noktası (V. M.
Molotov, 31 Ağustos 1939 tarihli Yüksek Sovyet Konuşması, Soviet Peace
Policy, Londra, 1941, s. 18) olarak niteledi.
Molotov Jdanovun, İngiliz ve Fransızların müzakerelere ilişkin tutumlarının
hiçbir zaman ciddi olmadığı yolundaki değerlendirmesine katılıyordu:
Müzakereler konusunu son derece ağırdan alan ve bu konuda ciddiyetten
yoksun bir tutum sergileyen İngiliz ve Fransızlar bu işi, yeterli ölçüde
yetkisi olmayan ikincil düzeydeki bireylerin omuzlarına yüklediler
Moskovaya gelen Britanya ve Fransa askerî misyonlarının kesin olarak
belirlenmiş yetkileri ve askerî bir anlaşma imzalama hakları bulunmuyordu.
Dahası, Moskovaya gelen Britanya askerî misyonu hiçbir biçimde
yetkilendirilmemişti. (V. M. Molotov, adıgeçen yapıt, s. 13)
Molotov, İngiliz-Fransız-Sovyet müzakerelerinin başarısızlıkla
sonuçlanmasının nedeninin Polonyanın Sovyet yardımını reddetmesi olduğu
yolundaki görüşün son derece yüzeysel olduğunu söyledi. Çünkü:
Müzakereler Büyük Britanyanın Polonyanın bu itirazlarını giderme kaygısı
taşımak bir yana onun bu itirazlarını teşvik ettiğini göstermekteydi.
Polonya... Büyük Britanya ve Fransanın direktifleri doğrultusunda hareket
ediyordu
(V. M. Molotov, adıgeçen yapıt, s. 12, 14)
Molotov, İngiliz-Fransız-Sovyet müzakerelerinin kesilmesine yol açanın
Sovyet hükümetinin eylemleri olmadığını vurguladı. Tersine Sovyet hükümeti
bu paktı ancak İngiliz-Fransız-Sovyet müzakerelerinin Britanya ve Fransa
hükümetleri tarafından onarılamaz bir biçimde baltalanmasından sonra
imzalamıştı:
Sovyet-Alman paktının imzalanmasının Britanya ve Fransa ile karşılıklı
yardımlaşma paktı müzakerelerinin kesilmesine yol açtığına ilişkin
kurmacalar yayma girişimlerinde bulunuluyor
. Bildiğiniz gibi gerçekler,
bunun tam tersinin doğru olduğunu göstermektedir
. Sovyetler Birliğinin
Almanyayla bir saldırmazlık paktı imzalamasının nedenlerinden birisi de,
Britanya ve Fransa yönetici çevrelerinin günahları yüzünden Fransa ve Büyük
Britanya ile yapılan müzakerelerin
. başarısızlıkla sonuçlanmış olmasıdır.
(V. M. Molotov, adıgeçen yapıt, s. 20)
Sovyet Savunma Halk Komiseri Mareşal Kliment Voroşilov 27 Ağustos 1939da
yaptığı basın toplantısında aynı hususa değinecekti:
İngiltere ve Fransa ile askerî müzakerelerin kesilmesinin nedeni SSCBnin
Almanya ile bir saldırmazlık paktı imzalamış olması değildir; tersine SSCB,
diğer şeylerin yanısıra Fransa ve İngiltere ile askerî müzakerelerin çıkmaza
girmesinden ötürü Almanyayla bir saldırmazlık paktı imzalamıştır. (K. Y.
Voroshilov, 27 Ağustos 1939 tarihli basın açıklaması, Jane Degras (Editör),
Soviet Documents on Foreign Policy, Londra, 1953, s. 361)
Dahası Molotov, Sovyetlerin Almanyayla müzakerelerinin Britanya ve Fransa
ile olan müzakerelerinden tamamen farklı bir düzeyde olduğunu vurguladı:
Burada sözkonusu olan İngiliz-Fransız-Sovyet ilişkilerinde olduğu gibi bir
karşılıklı yardım paktı değil, sadece bir saldırmazlık paktıdır. (V. M.
Molotov, adıgeçen yapıt, s. 18)
Dolayısıyla Alman-Sovyet paktının imzalanması sonucunda,
SSCB, Büyük Britanyanın yanında Almanyaya ya da Almanyanın yanında Büyük
Britanyaya karşı bir savaşa katılmakla yükümlü değildir. (V. M. Molotov,
adıgeçen yapıt, s. 21)
Edward Carr gibi anti-Sovyet yazarlar bile Sovyetler Birliğinin Almanyayla
saldırmazlık paktı imzalama kararının, çok gönülsüz bir biçimde
gerçekleştirilmiş zorunlu bir ikincil tercih olduğunu kabul etmektedirler:
Sovyet-Alman müzakerelerinin en çarpıcı özelliği
bunların Sovyetler
tarafından aşırı bir ihtiyatla yürütülmesi ve Sovyetlerin Batılılarla
müzakere kapılarının kapatılmasına uzun süre direnmeleridir. (E. H. Carr,
From Munich to Moscow: II/ Münihten Moskovaya: II, Soviet Studies,
Cilt 1, Sayı: 12 (Ekim 1949), s. 104)
Gerçekten de özellikle Dışişleri eski Halk Komiseri Maksim Litvinov gibi-
bazı Sovyet liderleri Britanya ve Fransa hükümetlerine, ülkelerindeki
kamuoyu basıncının kendilerini ciddi bir biçimde karşılıklı yardım paktı
müzakerelerine girmeye zorlaması için daha fazla zaman tanınmasını tavsiye
ettiler.
Sovyet hükümetinin Almanların ivedi yakınlaşma önerilerini gecikmeden kabul
etmelerini sağlayan, Sovyet istihbaratının Chamberlain hükümetinin,
Almanyayla bir askerî bağlaşma için gizli müzakereler yaptığını ve
böylelikle Sovyetler Birliğini dört devletin Britanya, Fransa, Almanya ve
İtalya- birleşik saldırısıyla tehdit ettiğini keşfetmesi oldu. Berlindeki
Britanya Elçisi Sir Nevile Henderson, Dışişleri Bakanı Lord Halifaxa
gönderdiği 29 Ağustos 1939 tarihli resmi raporunda Hitler ve Ribbentropla
yaptığı bir görüşmeyi şöyle anlatıyordu:
Herr Ribbentrop bana Başbakanın (Neville Chamberlainin- G. A.),
Almanyayla dostluk politikasını ülkeye kabul ettirip ettiremeyeceği
konusunda güvence verip veremeyeceğimi sordu. Ben de, Almanyanın kendisiyle
işbirliği yapması koşuluyla, Başbakanın bunu yapabileceği ve yapacağı
hususunda hiçbir kuşkuya yer olamayacağını söyledim. Herr Hitler
İngilterenin Almanyayla bağlaşmayı kabule istekli olup olmadığını sordu.
Ben de, kişisel olarak, böyle bir olasılığı gözardı etmediğimi söyledim.
(Documents Concerning German-Polish Relations and the Outbreak of Hostilites
between Great Britain and Germany on September 3, 1939, (Cmd. 6106), Londra,
1939, s. 130)
Hem Alman ve hem de Sovyet birliklerinin Polonyaya girmiş olması olgusu,
faşist Almanyayla sosyalist Sovyetler Birliğini özdeşleştirmek amacıyla
kullanılmıştır. Ancak, sosyalist bir devletin saldırgan bir emperyalist
devletle bir tutulamayacağı açıktır. Şu hususlar dikkate alınmalıdır:
Herşeyden önce Sovyet birlikleri eski Polonya topraklarına ancak 17
Eylülde, yani Almanyanın Polonyayı işgalinden 16 gün sonra, Molotovun 31
Ekim 1939 tarihindeki Yüksek Sovyet toplantısında altını çizdiği gibi
Polonya devletinin çökmüş olduğu koşullarda girmişti:
Birliklerimiz Polonya topraklarına ancak Polonya devleti çöktükten ve
edimsel olarak ortadan kalktıktan sonra girmişlerdir
Sovyet hükümeti,
Polonya devletinin çöküşü sonrasında kendi yazgılarıyla başbaşa kalan Batı
Ukraynalı ve Batı Belarusyalı kardeşlerinin karşı karşıya kaldıkları
olağanüstü durumu hesaba katmazlık edemezdi. (V. M. Molotov, Speech to the
Supreme Soviet of the USSR/ SSCB Yüksek Sovyetinde Konuşma, 31 Ekim 1939,
Soviet Foreign Policy, Londra 1941, s. 32)
Kapitalist basının muhabirleri, dönemin Sovyet kaynaklarının adıgeçen
Ukraynalı ve Belarus nüfusun Kızılorduyu kurtarıcılar gibi karşıladıkları
yolundaki gözlemini doğruluyorlar. Molotov şöyle diyordu:
Onları eşrafın ve Polonyalı toprakağalarının ve kapitalistlerin
boyunduruğundan kurtaran birliklerimizi bağrına basan Ukraynalı ve Belarus
nüfus Kızılorduyu
sempatiyle karşıladı. (V. M. Molotov, adıgeçen yapıt, s.
33)
Muhafazakâr Partili milletvekili Robert Boothby 20 Eylülde Avam Kamarasında
yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
Sovyet Hükümetinin bu adımının
kendini koruma ve kendini savunma bakış
açısıyla atıldığını varsaymanın haklı olduğu kanısındayım
Rus birliklerinin
bu eylemi
Alman sınırını önemli ölçüde Batıya doğru itmiştir
Şu anda Rus birliklerinin Polonya-Romanya sınırı boyunca mevzilenmiş
olmalarından memnunluk duyuyorum. Orada Alman askerlerinin bulunmasındansa
Rus askerlerinin bulunmasını tercih ederim. (Parliamentary Debates, 5.
Seri, Cilt 351, Avam Kamarası, Londra, 1939, Col. 996)
Uydurulan Stalin-karşıtı öykülerin en saçması, -Stalinin Nazilerin pakta
bağlı kalacaklarına güvendiği ve 1941de Alman ordusu Sovyetler Birliğini
işgal ettiğinde tam bir şaşkınlığa uğradığı savı- bugünkü seminerin
kapsamının dışında kalıyor.
Stalinin 1931de söylediği kâhince sözleri kim unutabilir:
Biz ileri ülkelerden elli ya da yüz yıl gerideyiz. Bu mesafeyi on yılda
kapatmalıyız. Ya bunu başarırız; ya da onlar bizi ezerler. (J. V. Stalin,
The Tasks of Business Executives/ İşletme Yöneticilerinin Görevleri,
Problems of Leninism, Moskova, 1940, s. 366)
Tam 10 yıl sonra, yani 1941de Almanya Sovyetler Birliğini işgal etti.
Stalinin politikasının doğruluğu ya da yanlışlığının ölçütü, bu
politikanın, sosyalist Sovyetler Birliğinin liderlerinin kaçınılmaz
olduğunu bildikleri gelecekteki saldırıya karşı savunma yetisini
güçlendirdiği mi yoksa zayıflattığı mı sorusunun yanıtında yatmaktadır.
Edward Carr gibi azılı anti-Sovyet yazarlar bile, Alman-Sovyet saldırmazlık
paktının imzalanmasının Sovyetler Birliğine, Alman işgalini
karşılaştırılamaz ölçüde daha güçlü bir savunma konumunda karşılama olanağı
verdiğini kabul etmektedirler:
Kapitalizmin savunucusu olan
Chamberlain hükümeti... SSCB ile Almanyaya
karşı bir bağlaşmaya girmeyi reddetti
23 Ağustos 1939 paktında onlar (Sovyet hükümeti- Editör) şu hususları
güvence altına aldı:
a) Saldırıya karşı bağışıklık sağlayan bir soluklanma dönemi,
b) Uzakdoğuda Japon basıncını hafifletmede Almanyanın desteği,
c) Almanyanın, (Sovyetler Birliğinin- G. A.) Doğu Avrupada varolan
Sovyet sınırlarının ötesinde ileri bir savunma kalesi kurmasını kabul
etmesi; bu kalenin gerçekleşme olasılığı her zaman Sovyetlerin hesapları
içinde yer almaya devam eden- potansiyel bir Alman saldırısına karşı inşa
edilen ve edilebilecek olan bir savunma hattından başka bir şey olmadığı
olgusu anlamlıydı. Fakat paktın en büyük başarısı, SSCBnin önünde sonunda
Almanyaya karşı savaşmak zorunda kalması halinde Batılı devletlerin çoktan
işin içinde olacaklarının güvence altına alınmış olmasıydı. (E. H. Carr:
From Munich to Moscow: II, Soviet Studies, Cilt 1, Sayı: 2 (Ekim 1949), s.
103)
Dinleyicilerin Konuşmacıya Soruları ve Onun Yanıtları
Soru 1: Litvinovun görevinden alınmasının esas nedeninin onun Yahudi olması
olduğu, Almanların bundan ötürü onu kabul edilebilir bir müzakereci olarak
görmemiş olabileceği söyleniyor. Bunda gerçek payı var mı?
Yanıt: Bence yok. Stalinin Litvinovun görevinden alınmasını desteklediğini
biliyoruz; öte yandan Stalinin sadece ırkçılığa değil, ırkçılığa herhangi
bir ödün verilmesine de karşı olduğu biliniyor. Kişi olarak Litvinovun adı
kollektif güvenlik politikasını güçlü bir biçimde çağrıştırıyordu ve
güvenilir kaynakların tanıklığına göre o, kendilerine daha fazla zaman
tanınması halinde Britanya ve Fransa hükümetlerinin er geç bu politikayı
onaylayacaklarına inanıyordu. Dolayısıyla, Sovyet liderleri Almanya ile
yakınlaşma politikası gütme olasılığını gözönüne almaya başlar başlamaz,
Litvinov Sovyet dış politikasını sürdürmenin en güvenilir aracı olmaktan
çıktı.
Soru 2: Litvinov saldırmazlık paktının imzalanmasına edimsel olarak karşı
çıktı mı?
Yanıt: Litvinovun bu pakta ilkesel düzeyde karşı çıkıp çıkmadığı hususunda
somut bir bilgiye sahip değilim; ancak onun, sağduyulu davranmaları için
İngiliz ve Fransız temsilcilerine daha fazla zaman tanınması gerektiği
düşüncesinde olduğu biliniyor. Fakat Litvinovun daha sonra bunun
Molotovun, Batı demokrasilerinin işleyişine ilişkin bir kavrayış
eksikliğinden kaynaklanan bir hata olduğunu söylediği kayıtlara geçmiş
durumda.
Soru 3: Molotov Doğu Polonyanın (Kızılordu tarafından- G. A.) işgal
edilmesinden sonra yaptığı bir konuşmada Polonya devletinin Versailles
(anlaşmasının- G. A.) gayrımeşru çocuğu olduğuna işaret etti ve onun ortadan
kalkmasının sevinç verici bir olay olduğunu söyledi. Bu yorum, Sovyetler
Birliğinin her zaman Polonya hakkında toprak hesapları olduğunun kanıtı
gibi yorumlanmıştır. Sovyetler Birliğininki, Polonya devletinin yıkılmasını
destekleme tavrı mıydı ?
Soru 3a: Bunun Sovyetler Birliğinin, Polonya halkının kendi devletine sahip
olma özlemini yadsımaya hazır olduğunu gösterdiği söylenebilir mi?
Yanıt: Polonya halkının bir ulus olduğu ve Marksist-Leninistlerin bütün
ulusların bağımsız devletlerine sahip olma hakkını tanıdığı kuşku götürmez.
Ancak 1939 yılındaki haliyle Polonya devletinin sınırları etnik
gerçekliklere göre çizilmemişti; bu devletin sınırları içinde örneğin,
milyonlarca Ukraynalı ve Belarus yaşıyordu ve ben Molotovun açıklamasının
temelinde bu olguların yattığından eminim. Bir başka anlatımla Molotov,
herhangi bir Polonya devletine değil, 1939da varolan yaratılış ucubesine
göndermede bulunuyordu. Dahası, Polonya devletini yıkanın Kızılordu değil,
Alman ordusu olduğu, Kızılordunun ise Batı Ukrayna ve Batı Belarusyayı
ancak Polonya devletinin çöküşü ve ortadan kalkışından sonra işgal ettiği
unutulmamalı. Polonya devleti Birleşmiş Milletlerin 1945te Almanyaya
karşı kazandığı zaferden sonra restore edildi.
Soru 4: Saldırmazlık paktının bir parçası olarak, Polonya haritası üzerinde
bir hat çizen ve bu ülkenin Sovyetler Birliğinin ve Nazi Almanyasının
nüfuz alanları arasında bölünmesine yol açan bir protokol imzalanmış mıydı?
Bu, Batıda gizli protokol olarak anılan belge midir; böyle bir protokol
gerçekten de var mıydı? (Polonyayı ikiye- G. A.) bölen hat Curzon Hattı
mıydı?
Yanıt: Anglo-Amerikan emperyalistleri, Alman Dışişleri Bakanlığının elegeçen
arşivlerinde keşfettiklerini ileri sürdükleri gizli protokolu İkinci Dünya
Savaşından sonra yayımladılar. Merhum Sovyet Devlet Başkanı Andrei
Gromikonun Anılarında ek gizli protokolu, sahte olduğunu ileri sürerek
mahkûm ettiğini biliyorum; ancak ben bu kötü ünlü revizyonisti herhangi bir
biçimde güven duyulacak bir kaynak olarak görmüyorum. Anımsadığım kadarıyla,
zamanın Sovyet hükümeti bu belgenin sahiciliğini ne doğruladı, ne de
yadsıdı. Bununla birlikte, Sovyet Enformasyon Bürosunun 1948de yayımladığı
Falsifiers of History (=Tarih Çarpıtıcıları) adlı broşürde bu belgenin
düzmece olduğu yolunda bir suçlama yapılmıyor ve bu resmi broşürde şunlar
söyleniyor:
Sovyetler Birliği Sovyet-Alman Paktından, savunmasını güçlendirmek,
sınırlarını büyük ölçüde Batıya doğru taşımak ve Alman saldırganlığının
hiçbir engelle karşılaşmaksızın Doğuya doğru ilerleyişinin önünü kesmek
için başarıyla yararlandı. (Falsifiers of History, adıgeçen yapıt, s. 45)
Burada (nüfuz alanlarından ya da sınırlardan söz etmeyen) anlaşmanın
kendisine değil, sadece gizli ek protokole göndermede bulunulduğu
anlaşılıyor. Daha önce de söylemiş olduğum gibi, devletler arasında nüfuz
alanlarının olmasının mutlaka kınanması gereken bir olgu olduğunu ileri
süren görüşe katılmıyorum. Savunması için zorunlu gördüğü kendi nüfuz
alanları olabilecek olan sosyalist bir devletin, bu alanların diğer
devletlerin nüfuz alanlarıyla çatışması durumunda bu devletlerle anlaşmaya
varmaya çalışması, onlarla barışçı ilişkiler içinde olabilmek için planlar
yapması benim görüşüme göre doğrudur. Halihazırda elimde bulunan kanıtlar
temelinde, yayımlanmış bulunan gizli protokolun sahici olduğuna
inanıyorum.
Evet, Polonyayı bölen hat, eski Curzon Hattıyla çakışıyordu.