Marx-Engels |  Lenin  | Stalin |  Home Page

Garbis Altinoglu

Articles

VİETNAM’I UNUTMA!
Garbis Altınoğlu,
14-16 Mayıs 2005

“Hindiçini halklarına ne acılar çektirdiğimizi ancak, kendimizin bunları yaşamasından, üstlerimizde binalar çöker ve tutuşurken kendi insanlarımızın New York, Washington, Chicago, Los Angeles ve başka yerlerdeki sığınaklarında korku içinde titremesinden, çevremizde cesetlerin uçuşmasından ve o gün ya da o gece bu olup bitenlerden sonra yıkıntıların arasından çıktığımızda sevdiklerimizin parçalanmış cesetlerini, evlerimizin, hastanelerimizin, kiliselerimizin, okullarımızın yerle bir olmuş olduğunu gördükten sonra, ancak o dayanılmaz deneyimi yaşadıktan sonra anlayabileceğiz.”

Wilhelm Shirer, 1973

Vietnam ve Biz
30 Nisan 2005, geriye kalan ABD askerlerinin, diplomatlarının, istihbarat elemanlarının ve ABD işbirlikçilerinin Vietnam’dan arkalarına bile bakmadan ve birbirlerini çiğneyerek kaçtığı o şanlı günün, 30 Nisan 1975’in 30. yıldönümüydü. Dünya bugünü, ABD’nin Saygon büyükelçiliğinin penceresinden alelacele helikopterlere binen ABD diplomatik ve diğer personelinin ve elçilik kapılarına yığılmış olan ve kendilerinin de alınması için yalvaran ve ağlayan uşakların görüntüleriyle anımsıyor. Amerikan teröristlerine uzun süre unutmadıkları bir ders veren ve şu ünlü Vietnam sendromunu yaratan Vietnam ulusal kurtuluş savaşının, türünün en görkemli ve en büyük özverilerle bezenmiş örneği olduğu tartışma götürmez.

Türkiye devrimci ve ilerici hareketi bakımından Vietnam halk savaşının -Filistin ulusal direnişiyle birlikte- özel bir önemi de var: 1960’lı yılların ikinci yarısının ve 1970’li yılların ilk yarısının devrimcileri, Vietnam -ve Filistin- halklarının direnişinden hayli etkilendiler ve bir ölçüde bu direnişlerle birlikte biçimlendiler. O dönemin devrimcileri için, Ho Amca ve Vo Nguyen Ciap gibi isimler, Güney Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi ve 1968 Tet saldırısı büyük bir anlam taşıyor, sokaklar ve kitle eylemleri zaman zaman “Ho Ho Ho Şi Min, iki-üç daha fazla Vietnam!” sloganıyla çınlıyordu. Daha önce Vietnam’da görev yapmış ve CIA’in “pasifikasyon” uzmanı sıfatıyla sivil halka karşı girişilen katliamlara katılmış ABD elçisi Robert Kommer’in Ocak 1969’da ODTܒni ziyarete kalkışması üzerine, bunu protesto eden Sinan Cemgil ve arkadaşları bu katilin arabasını yakmış ve diğer öğrencilerin de desteğiyle onu ODTܒnden kovmuşlardı. Vietnam devrimcilerinin stratejik ve taktiksel yaklaşımları ve özellikle General Vo Nguyen Ciap’ın Halk Ordusu, Halk Savaşı adlı kitabı 1960’ların ve 1970’lerin Türk ve Kürt devrimcilerinin esin ve eğitim kaynaklarından biri olmuş, Vietnam halkının görkemli direnişi tüm dünya işçi sınıfı ve halklarının olduğu gibi Türkiye işçi sınıfı ve halklarının da özgüvenini yükseltmiş ve savaşma kararlılığını kamçılamıştı.

Devrimci köklerimize duymak zorunda olduğumuz sadakat ve Vietnam halkının eşsiz özveri ve kahramanlığına saygının yanısıra, ABD emperyalistlerinin Ortadoğu ve İslam halklarına karşı halihazırda yürüttüğü kudurganca saldırı da şimdi unutulmuş gözüken o günlerin devrimci anılarının ve deneyimlerinin akılda tutulmasını, yaşatılmasını ve gelecek kuşaklara aktarılmasını gerektiriyor. Demek oluyor ki, ABD emperyalistlerinin ve suçortaklarının, özellikle Irak ve Afganistan’da yeni bir Vietnam batağına saplanmakta oldukları ve Lenin’in deyişiyle emperyalizmin “ayakları çamurdan bir heykel” olduğu gerçeğinin bir kez daha açığa çıkmakta olduğu bugünlerde ABD ve uşaklarının Vietnam’da, Laos’ta ve Kamboçya’da yedikleri ve asla unutmadıkları köteği anımsamamızın pratiksel bir değeri de var. Türkiye devrimci hareketinin üç ana damarının lider ve öndegelen kadrolarının biçimlenmesinde, hatta devrimcileşmesinde küçümsenmeyecek bir rol oynamış olan bu önemli olayı, yani Vietnam halk savaşının zaferinin 30. yıldönümünü, bazı istisnalar bir yana bırakılırsa genel bir sessizlikle karşılayan ilerici ve devrimci basınımızın bir bellek sorunu olduğunu söylemek, herhalde bir abartma ya da haksızlık sayılmamalıdır.

Vietnam Halkının Direniş Tarihine Kısa Bir Bakış
19. yüzyılın ikinci yarısından beri Fransa’nın sömürgesi olan Vietnam, İkinci Dünya Savaşında Japon militaristlerinin işgali altına girmişti. Bu koşullarda, başında Ho Şi Min’in bulunduğu Hindiçini Komünist Partisi 1941’de, kısaca Vietminh olarak anılan Viet Nam Doc Lap Dong Minh Hoi (=Vietnam Bağımsızlık Birliği) adlı örgütü kuracaktı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon işgalcilerine ve onlarla elele çalışan eski Fransız sömürgeci devlet aygıtına karşı savaşan Vietminh ve Vietnam halkı, anti-faşist kampın yanında yer almış ve Japon işgalcilerini, esas olarak kendi gücüne dayanarak ülkesinden kovmuştu. Bütün yurtsever güçleri bağrında toplayan Vietminh, Japonya’nın teslim olmasının ardından 2 Eylül 1945’de Vietnam Demokratik Cumhuriyeti’nin (=VDC) kuruluşunu ilan etti. Buna rağmen Fransız emperyalistleri, Britanya’nın yardımıyla, Güney Vietnam’ı yeniden sömürge boyunduruğu altına aldılar ve burada kukla bir yönetim kurdular. Komünist olarak tanınmalarına rağmen siyasal konumları yurtsever devrimciliğin ötesine geçmeyen Ho Şi Min bu dönemde inanılmaz bir saflıkla, umudunu ABD’ne bağladı. O, 1945 sonbaharıyla 1946 ilkbaharı arasında ABD Başkanı Harry Truman’a, ABD Dışişleri Bakanı James Byrnes’e yazdığı bir dizi mektupta onlardan moral desteğin yanısıra, Vietnam’da sürmekte olan açlığa karşı yiyecek yardımı istedi. Fakat bu mektupların esas hedefi ABD’nin, Vietnam’ın Fransa’ya karşı bağımsızlık kavgasına ve diplomatik tanınma çabasına desteğini sağlamaktı. Ancak Ho Şi Min ve arkadaşları, 6 ve 9 Ağustos 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombaları atılması buyruğunu vermiş ve Fransa’nın Hindiçini’deki sömürgeci egemenliğine yeniden kurmasına yardım etmeyi kararlaştırmış olan ABD başkanından ve ABD dışişleri bakanından, bir tek yanıt bile alamayacaklardı. VDC yönetiminin ABD ile iyi ilişkiler kurma çabasına öncelik vermesinin yarattığı kuşkular nedeniyle Sovyetler Birliği Hanoi’yi ancak 1950’de tanıyacaktı. ABD ise, Vietnam halkına karşı, bu ülkeyi yeniden sömürge boyunduruğu altına almaya girişen, ama artık soluğu tükenmekte olan Fransa’yı sekiz yıl boyunca bütün olanaklarıyla destekleyecekti. Ne var ki bu da Vietminh’in, iliğine değin çürümüş ve Haziran 1940’da ülkelerini ancak 40 gün süren bir savaştan sonra Alman ordusuna teslim etmiş olan Fransız emperyalistlerini 1954’te Dien Bien Fu’da ağır bir yenilgiye uğratmasını ve ülkenin dörtte üçünün denetimini eline geçirmesini önlemeye yetmeyecekti.

Kapitalist-emperyalist sistemin muhafızlığını faşist bloktan devralmış bulunan ABD, Kore savaşının (1950-53) daha yeni sona erdiği o günlerde, dünyanın her yerindeki bütün demokratik ve anti-emperyalist hareketleri “komünist” olarak niteliyor ve düşman kabul ediyordu. (Tıpkı şimdi bütün bu tür hareketleri “terörist” olarak nitelemesi gibi.) Ama ABD saldırganlarının “komünizmin Güneydoğu Asya’da yayılmasını önleme”ye ilişkin gevezeliklerinin altında başka hesaplar da yatıyordu. 1963 başlarında, Başkan Kennedy’nin Dışişleri Bakan Yardımcısı U. Alexis Johnson Detroit’te yaptığı bir konuşmada şunları söyleyecekti:

“Güneydoğu Asya’yı, yüzyıllardır onu her taraftan kuşatan büyük devletler için bu kadar çekici kılan nedir? Bu bölge neden isteklerin hedefi olmakta ve neden önem taşımaktadır? Birincisi, bereketli bir iklime, verimli topraklara, zengin doğal kaynaklara ve çoğu yerlerde nisbeten az nüfusa sahip olan bu bölge genişlemek için alan sunmaktadır. Güneydoğu Asya ülkeleri, pirinç, kauçuk, tek ağacı, mısır, kalay, baharat, petrol ve daha çok sayıda ürün bakımından zengin ve ihraç edilebilir ürün fazlası sunmaktadır.” (Aktaran Howard Zinn, A People’s History of the United States, 1980, s. 465-66)

1954’e gelindiğinde Fransa’nın askeri harcamalarının yüzde 80’inden fazlasını karşılar hale gelmiş olan ABD, “komünist” olarak gördüğü Vietminh’e karşı bir ara nükleer silahların da kullanılacağı bir askeri sefer düzenlemeyi dahi tasarlamıştı. Siyasal koşulların buna uygun olmadığı görülünce “Hür Dünya”nın lideri ABD, Mayıs-Haziran 1954’de kendisinin yanısıra VDC, Britanya, Fransa, SSCB ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin yeraldığı Cenevre Görüşmelerine katıldı; fakat burada varılan anlaşmayı imzalamadı. Bu görüşmelerde ateşkese gidilmesi, Kuzey ve Güney Vietnam arasında geçici bir ateşkes sınırı çizilmesi ve Temmuz 1956’da Polonya, Hindistan ve Kanada’dan oluşan bir Uluslararası Kontrol Komisyonunun gözetimi altında ülke çapında seçimlerin yapılması kararlaştırıldı. Ancak, Cenevre Görüşmelerinden sadece bir ay sonra, Manila’da toplanan bir konferansta –içinde Britanya, Fransa, Avustralya, Yeni Zelanda, Pakistan, Tayland ve Filipinler’in de yer aldığı SEATO’yu (=Güneydoğu Asya Savunma Anlaşması) kuran ABD emperyalistleri Vietnam’da, yurtsever devrimci güçlerin kazanacağı kesin olan bir seçimin yapılmasına izin vermeyeceklerdi. ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, “SEATO’nun birincil amacının, başkanımıza Hindiçini’ye müdahale etmek için meşru yetki sağlamak” (Victor Bator, Vietnam: A Diplomatic Tragedy, New York, 1965, s. 220) olduğunu söylüyordu. 1955’te Güney’deki kukla yönetimin başına geçen -ve 1 Kasım 1963’de ABD’nin de desteklediği bir askeri darbeyle görevden alınacak ve öldürülecek olan- Ngo Dinh Diem ve kliği, ülkeye dolmaya başlayan Amerikan “danışman”larının da desteği ve yönlendirmesiyle seçimlerin yapılmasını reddetti; geçici ateşkes sınırını kalıcı bir devlet sınırı haline getirmeye, ABD’nin yardımıyla bir kukla ordu oluşturmaya ve bütün muhalefete ve özellikle eski Vietminh kadrolarına karşı beyaz terör uygulamaya başladı. Buna karşılık 1959’dan itibaren eski Vietminh kadrolarının gerilla eylemlerine başlamaları, 1960 yılının sonlarında Güney Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni (=UKC) kurmaları ve kukla faşist rejime karşı genel direnişe geçmeleriyle sonuçlanacaktı.
Hızla güçlenen direnişi ve kitlelerin ona verdiği desteği kırabilmek için ABD emperyalistleri ve onların kuklaları bir dizi yönteme başvurdular. Bunlar arasında en önemlilerinden biri, yüzlerce yıldır oturdukları topraklarından ve evlerinden koparılan köylülerin, kendilerinin zorunlu çalışmasıyla inşasına başlanan “stratejik köy”lere tıkıştırılmasıydı. ABD yetkililerinin de “konsantrasyon kampları”na (The New York Times, 3 Aralık 1969) benzediğini itiraf ettikleri ve “denizi kurutmak”, yani gerillaların kitlelerle bağlarını koparmak için kurulan bu “köy”lerde yaşayanların sayısı 1963 yılında 8 milyonu bulmuştu. Ancak, ne ABD emperyalistlerinin ve kukla ordunun sınırsız beyaz terörü, ne Ngo Dinh Diem kliğinin manevraları ve “stratejik köy”leri ve ne de Kuzey Vietnam’ın 1964’ten itibaren ABD savaş uçakları tarafından acımasız bir tarzda bombalanması ulusal direnişi durdurmaya yetecekti. Daha 1961’de Ulusal Kurtuluş Cephesi, Güney Vietnam kırsalının yüzde 80’ini denetimi altına almıştı. Vietnam’da savaşan askerlerinin sayısını sürekli olarak arttırmak zorunda kalan ABD emperyalistleri, bu yoksul, ama yiğit ve onurlu halkın direnişine tarihte ender görülen bir beyaz terörle ve sivilleri hedef alan kıyımlarla karşılık verdiler. (Buna aşağıda kısmen değineceğim.) ABD askerlerinin sayısı John Kennedy’nin döneminde, yani 1963’de 23,000 iken bu rakam Lyndon Johnson döneminde (1966) 184,000’e ve Richard Nixon döneminde (1969) tepe noktasına ulaşacak ve 542,000’e çıkacaktı. Ama, bütün bunlar, direnişin giderek büyümesini, kök salmasını ve Amerikan teröristlerine giderek daha ağır darbeler indirmesini önleyemeyecekti. Oysa, daha ABD’nin Vietnam’a geniş-ölçekli müdahalesinin öngününde Fransa Başkanı Charles de Gaulle, ABD Başkanı John Kennedy’yi şöyle uyarmıştı:

“Siz Amerikalılar dün, bizim Hindiçini’deki yerimizi almak istediniz; siz bizim sona erdirdiğimiz savaşın alevlerini yeniden tutuşturmak için bizim koltuğumuza oturmak istiyorsunuz. Ben, sizin adım adım dipsiz bir askeri ve siyasal bataklığa gömüleceğiniz öngörüsünde bulunuyorum.” (Aktaran Michael Maclear, Vietnam: The Ten Thousand Day War, Londra, 1981, s. 59) Gerçekten de gelişmeler de Gaulle’ün uyarısını tümüyle doğrulayacaktı.

1969’a gelindiğinde Amerikan teröristleri, Vietnam halkının direnme gücünü ve iradesini kıramayacaklarını anlamışlardı artık. Buna ve gerek ABD’nde ve özellikle ABD ordusu içinde ve gerekse dünyada ABD saldırganlığına karşı gelişen muhalefete bağlı olarak Lyndon Johnson yönetimi daha Mayıs 1968’de VDC ve UKC temsilcileriyle ateşkes görüşmelerine başlamak zorunda kaldı. 1968’de “Vietnam’da onurlu bir barış” sloganıyla devlet başkanlığı seçimlerini kazanan Richard Nixon döneminde ateşkes görüşmeleri sürerken, Mayıs 1969’dan itibaren ABD askerleri de kademeli olarak Vietnam’dan çekilmeye başladılar. Ancak yenilgiyi bir türlü kabul edemeyen ABD emperyalistleri, bu görüşmeleri zamana yayacak, sık sık sabote edecek ve bu arada özellikle Kuzey Vietnam kentlerinin bombardımanını yoğunlaştıracaklardı. Öte yandan onlar savaşı, zaten 1960’ların ortalarından bu yana, Vietminh gerillalarının bu ülkelerde üslendiklerini ileri sürerek korsanca bombalamakta oldukları Kamboçya’ya ve Laos’a yayacak ve Mart 1970’de tezgahladıkları bir darbeyle Kamboçya’da Lon Nol kliğini iktidara getireceklerdi. (1) Bu arada, Vietnam’dan çekip gitmekten başka bir yolları kalmadığını gören ABD komutanlığı ise savaşın “Vietnamlılaştırılması” sloganı adı altında, kendi kuvvetlerini parça parça çekmeye ve ve savaşın yükünü kukla Güney Vietnam ordusunun omuzlarına aktarmaya başlamıştı bile. 23 Ocak 1973’e gelindiğinde ise yıllardır devam eden görüşmelerin ardından Vietnam İşçi Partisi Politbüro üyesi Le Duc Tho ile ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger arasında Paris’te yapılan iki taraf arasında bir ateşkes anlaşması imzalanacaktı. (2)

ABD’nin kara kuvvetlerinin hemen hemen tümünü Vietnam’dan çekmiş olduğu, ama işbirlikçilerine yoğun hava bombardımanlarıyla desteğini sürdürdüğü 1975 başında bile kukla Güney Vietnam ordusu kağıt üzerinde düşmanlarından daha üstün gözüküyordu. Bu tarihte kukla ordunun, Vietnam Halk Ordusu ve UKC gerillalarının elinde bulunandan üç kat daha fazla topu, iki kat daha fazla tankı ve diğer zırhlı aracı ve 1,400 uçağı vardı. Kukla ordu, hemen hemen hiçbir hava gücü bulunmayan devrimci güçlere asker sayısı bakımından da üstün gözüküyordu : 700,000’ e karşı 320,000. Ama tümüyle çürümüş, herşeyini ABD’nden alan ve arkasında ABD desteği olmadan hiçbir şey yapamayacak halde olan kukla ordu, Vietnam Halk Ordusunun ve UKC gerillalarının saldırısı karşısında birkaç ayda silah ve donanımının çoğunu bırakarak kaçacak ya da teslim olacaktı. Efendisinin adamakıllı bir kötek yediği yerde uşağının ne hükmü olabilirdi ki !

Vietnam’da Amerikan Vahşeti
Saldırgan ABD emperyalistleri ile toprağını ve onurunu korumak için savaşan Vietnam halkı arasında çok büyük bir güç dengesizliği vardı. Nüfusu 250 milyona yaklaşan ABD dünyanın en büyük ekonomik gücüydü. Dolayısıyla, dünyanın en ileri askeri teknolojisiyle de donanmış olan ABD’nin ordusu, toplam nüfusu 40 milyonu biraz aşan ve yüzyıla yaklaşan bir sömürgeci geçmişin boyunduruğundan henüz kurtulmuş geri bir köylü ülkesinin ordusu ve gerillalarıyla karşı karşıyaydı. Nükleer silahlar dışında ellerindeki tüm silahları “cömert” bir biçimde kullanmakla yetinmeyen ve uluslararası hukukun yasakladığı napalm, Agent Orange, misket bombası gibi silahlara da başvuran Amerikan teröristlerinin, Vietnam halkına karşı kullandıkları bombaların miktarı İkinci Dünya Savaşı boyunca tüm cephelerde kullandıkları bombaların miktarından daha fazlaydı. Vietnam, özellikle Kuzey Vietnam, dünya savaş tarihinin şimdiye kadar gördüğü en yoğun bombardımanlara hedef oldu. Örneğin 18 Aralık-29 Aralık 1972’de, yani iki taraf arasında ateşkes görüşmelerinin sürmekte olduğu sırada ABD savaş uçakları Hanoi ve Hayfong’u 11 gün süreyle çok yoğun bir biçimde bombaladılar ve bu iki kente 100,000 dolayında bomba attılar. Daha sonra Vietnam’ın ilk BM elçisi olacak olan Ha Van Lau, bu bombaların, Hiroşima’ya atılan atom bombasının beş katına eşit olduğunu söyleyecekti. Uluslararası alanda da büyük tepkilere yol açan, hatta BM Genel Kurulu’nun da kınadığı bu bombardımanda –askeri kayıplarını hemen hemen her zaman olduğundan az gösteren- ABD, 26 adet B-52 uçağının düşürüldüğünü, 23 pilotun öldüğünü ve 33 pilotun da tutsak edildiğini kabul etti. Ha Van Lau’nun anlatımıyla günün 24 saati boyunca hava savunma sistemlerinin başında bulunan Vietnamlı savaşçılar tarafından düşürülen dev B-52 uçaklarının tutsak pilotlarından biri yabancı basının önüne çıkartıldığında, bombaladıkları alanda hiçbir askeri hedefin olmadığını, yani sivil nüfusu ve yerleşim yerlerini bombaladığını görünce şoke olduğunu söyleyecekti.

ABD haydutlarının barbarca saldırı ve bombardımanlarında ölen kurbanlarının sayısı konusunda net rakamlar bulunmuyor. Ancak, 1963-1975 yılları arasında Vietnam, Laos ve Kamboçya’da 2 milyona yakın insanın yaşamını yitirdiği, milyonlarca insanın yaralandığı ve sakat kaldığı, milyonlarca insanın tutuklandığı, işkence gördüğü ve cezaevlerine, “stratejik köy” adı verilen konsantrasyon kamplarına tıkıldığı, 14 milyon insanın evlerini yitirdiği ve mülteci konumuna düştüğü, yüzbinlerce kadının ırzına geçildiği, onlarca kentin, yüzlerce kasaba ve binlerce köyün büyük ölçüde tahrip edildiği ya da haritadan silindiği, bu ülkelerin ekonomik altyapılarının, doğal çevrelerinin ve tarihsel-kültürel zenginliklerinin çok ağır zararlar gördüğü biliniyor. Bu bağlamda, resmen yargılanmış olmasalar da, ilerici dünya kamuoyu katında mahkum edilmiş ve lanetlenmiş bulunan ABD emperyalistlerinin Hindiçini halklarına karşı işledikleri savaş suçları, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’nın Sovyetler Birliği ve Avrupa halklarına ve Japon militaristlerinin Çin ve diğer Doğu/ Güneydoğu Asya halklarına karşı işledikleri savaş suçlarından hiç de aşağı değildi.
1963-1975 yılları arasında Vietnam, Laos ve Kamboçya halklarına karşı sürdürdükleri saldırıda ABD saldırganlarının, 8 milyon ton bomba, 400,000 ton napalm ve ormanları yapraksızlaştırmak, ürünleri, tarlaları, bahçeleri ve bitki örtüsünü yoketmek için 18 milyon galon (yaklaşık 70,000 metreküp) Agent Orange ve diğer zehirli kimyasal maddeler kullandıkları tahmin ediliyor. Adeta sınırsız ABD bombardımanı, başta Vietnam gelmek üzere bu ülkelerin altyapılarını çok büyük ölçüde tahrip ederken, toprak ve su kaynaklarını da kirletti. 1985’te, Vietnam’ın topraklarının üçte birinin hala tarımsal amaçlar için kullanılamayacak ölçüde zehirli olduğu tahmin ediliyordu. ABD Hava Kuvvetlerinin gerillaların saklandığı ormanları yapraklarından arındırmak için kullandığı zehirli kimyasal maddeler aynı zamanda yüzbinlerce sakat doğuma ve kanser vakasına yol açtı ve halihazırda da açmaya devam ediyor. ABD tekelci burjuvazisinin yayım organlarından Wall Street Journal’da 1997’de yayımlanan bir haberde ABD’nin kullandığı zehirli kimyasal maddeler nedeniyle en az 500,000 çocuğun sakat olarak dünyaya gelmiş olduğu bildiriliyordu. Dahası, Amerikan teröristlerinin geride bıraktığı mayınlar, misket bombaları ve diğer patlayıcı maddeler, 1975’ten bu yana onbinlerce insanın ölümüne, yüzbinlercesinin yaralanmasına/ sakatlanmasına yol açmış bulunuyor.

ABD komutanlığı Güney Vietnam’ın pek çok bölgesini “serbest ateş bölgesi” ilan etmişti; yani “özgür” bir biçimde bombardıman edilen bu bölgelerde oturan herkes düşman kabul ediliyor ve “ara ve yoket” misyonlarında yer alan askerler bu bölgelerde yaşayan eli silah tutacak yaşta herkesi “özgür” bir biçimde öldürülebiliyor, geriye kalan yaşlı, kadın ve çocukları “stratejik köy”lere sürebiliyorlardı. Bir zamanlar Vietnam’da savaşmış, daha sonra Savaşa Karşı Vietnam Gazileri adlı kuruluşun başına geçmiş olan ve 2004 yılı seçimlerinde George W. Bush’a karşı Demokrat Parti tarafından başkan adayı gösterilmiş ve seçim kampanyası sırasında George W. Bush’u Irak’a yeteri kadar ABD askeri göndermediği için eleştirmekle ünlenmiş olan John Kerry, 23 Nisan 1971’de ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi önünde yaptığı tanıklıkta ABD ordusunun vahşetini şu sözlerle anlatıyordu:

“Bütün savaş gazileri adına konuşmak ve aylarca önce Detroit’te yaptığımız bir soruşturmada, ordudan onuruyla ayrılmış ve birçoğu en yüksek nişanlarla ödüllendirilmiş 150’den fazla savaş gazisinin Güneydoğu Asya’da işlenen savaş suçlarına tanıklık ettiğini söylemek istiyorum. Bunlar tekil olaylar değil, komuta kademesinin her düzeyindeki subayların bilgisi dahilinde her gün işlenen suçlardı...
“Bu savaş gazileri, savaşın olağan yıkımına ve bu ülkenin özellikle ABD tarafından son derece ağır bir biçimde bombardıman edilmesi nedeniyle yıkımına ek olarak, zaman zaman kendilerinin de kadınların ırzına geçtiklerini, insanların kulaklarını ve kafalarını kestiklerini, seyyar telefonların kablolarını erkeklerin cinsel organlarına bağlayıp akım verdiklerini, insanların kol ve bacaklarını kopardıklarını, vücutlarını patlayıcılarla havaya uçurduklarını, keyfi olarak sivillere ateş açtıklarını, Cengiz Han’ı anımsatacak tarzda köyleri yerle bir ettiklerini, eğlenmek için sığırları ve köpekleri vurduklarını, yiyecek stoklarını zehirlediklerini ve Güney Vietnam’ın kırsal bölgelerini yıkıntıya çevirdiklerini anlattılar.”

1967’de İngiliz filozof, matematikçi ve pasifisti Bertrand Russell’in inisiyatifiyle Vietnam Savaş Suçları Mahkemesi oluşturuldu. İçlerinde, 1962-69 yılları arasında Türkiye İşçi Partisi’nin başkanlığını yapmış olan Mehmet Ali Aybar’ın yanısıra Wolfgang Abendroth, Jean Paul Sartre Gunther Anders, Simone de Beauvoir, James Baldwin, Lazaro Cardenas, Gunther Anders, Lawrence Daly, Stokely Carmichael, Lelio Basso, Melba Hernandez, Gisele Halimi, Haika Grossman, Kinju Morikawa, Mahmut Ali Kasuri, Peter Weiss gibi 18 ülkeden tanınmış savaş-karşıtı aydınların da yer aldığı mahkeme oturumlarını İsveç ve Danimarka’da yaptı. Savaşan bütün tarafları mahkemeye gelmeye ve görüşlerini açıklamaya çağıran mahkeme 30 kadar tanığı dinledi ve kendisine sunulan tüm belgeleri inceledi. ABD ve kukla Güney Vietnam hükümetinin katılmadığı ve ABD medyasının da görmezden geldiği ve Russell Mahkemesi olarak da bilinen Vietnam Savaş Suçları Mahkemesi yaptığı oturumlar sonunda, ABD hükümeti ve silahlı kuvvetlerinin,

a) Uluslararası hukuka aykırı olarak Vietnam’a karşı saldırgan eylemlerde bulunduğu,
b) Sivil nüfusu, konutları, köyleri, barajları, bentleri, sağlık tesislerini, cüzzamlı kolonilerini, okulları, kiliseleri, pagodaları, tarihsel ve kültürel anıtları ve diğer sivil hedefleri kasıtlı ve sistemli bir biçimde ve büyük çapta bombardımana tabi tuttuğu,
c) Kamboçya’nın egemenliği, tarafsızlığı ve toprak bütünlüğünü pek çok kez çiğnediği ve Kamboçya’nın bazı kentleri ve köylerinde yaşayan sivillere karşı saldırı suçu işlediği,
d) Uluslararası hukuka aykırı olarak Laos halkına karşı saldırı suçu işlediği,
e) Savaş hukukunun yasakladığı silahları kullandığı ya da bu silahları denediği,
f) Yakaladığı savaş tutsaklarına savaş hukukuna aykırı bir biçimde davrandığı,
g) Sivil halka uluslararası hukukun yasakladığı tarzda davrandığı,
h) Vietnam halkına karşı jenosid suçu işlediği ve
i) Avustralya, Yeni Zelanda, Filipinler, Tayland, Japonya ve Güney Kore hükümetlerinin, uluslararası hukuka aykırı olarak ABD’nin Vietnam’a saldırısına suçortaklığı yaptığı kararına vardı.



My Lai (Milai) Katliamı
Amerikan teröristleri 16 Mart 1968’de, bir dizi benzeri arasında rastlantı sonucu açığa çıkarılabilmiş ve kamuoyuna mal edilebilmiş bir katliamı, 500’den fazla kadın, çocuk ve yaşlı insanın can verdiği kabul edilen My Lai katliamını gerçekleştirdiler. (3) Operasyon, daha üstten buyruk aldığı anlaşılan Yüzbaşı Ernest Medina’nın, ABD 11. Hafif Piyade Tugayına bağlı Charlie Bölüğüne, Vietnam’ın Quang Ngai eyaletinde bulunan Son My köyüne bağlı My Lai mezrasına saldırma buyruğu vermesiyle başlayacaktı. Yüzbaşı Medina kendi karargahını köyün yakınındaki bir mezarlığa kurmuştu. Daha üst düzey subaylar ise operasyonu My Lai’nin 300-600 metre yukarısında dolaşan helikopterlerinden izliyorlardı. Teğmen William Calley’nin komutası altındaki 150 asker, tek bir savaşçının bile bulunmadığı, hiçbir direnişin sözkonusu olmadığı My Lai mezrasına saldırılarına, kulübelere el bombaları atıp makinalı tüfeklerle ateşi açarak başladılar. Daha sonra onlar, evlerden dışarıya kaçmaya çalışan kadınları ve çocukları otomatik silahlarla taradılar. Ellerini kaldırarak teslim olan köylüleri hendeklere dolduran askerler onları da üzerlerine makinalı tüfeklerle ateş açarak öldürdüler. Sağ kalan ve mezranın dışına çıkmayı başaranlar, orada pusuda bekleyen başka askerler tarafından vurularak öldürüleceklerdi. Emekli Yarbay George Walton The Tarnished Shield adlı kitabında şunları yazacaktı:

“Çok sayıda yaşlı adam süngülenerek öldürüldü; onlardan biri bir kuyuya atıldıktan sonra üzerine bir el bombası bırakıldı. Yerel bir tapınakta dua etmekte olan kadınlar ve çocuklar arkalarından kafalarına tüfekle ateş edilerek öldürüldüler. Arasıra askerlerden bazıları, çoğu çocuk yaşta kızları çekip bir hendeğe götürüyor ve onların ırzlarına geçiyorlardı. Bir ABD askerinin, az önce ırzına geçtiği 5 ya da 6 yaşındaki bir kız çocuğunun yatmakta olduğu kulübeye el bombası attığı söyleniyordu. Gençler ve yaşlılar ayrım gözetmeksizin katlediliyorlardı. Daha yeni yürümeye başlamış çocuklar yakın mesafeden vurularak öldürülüyorlardı.”

Ölülerin bazılarının bağırsakları deşilirken, bazılarının da göğüslerine bıçaklarla “C Bölüğü” sözcükleri kazıldı. ABD askerlerinden birisi daha sonra şunları anlatacaktı:
“Öldürmek için insanları aramanıza gerek yoktu; onlar oracıkta duruyorlardı. Onların gırtlaklarını, ellerini, dillerini kestim, kafa derilerini yüzdüm. Bütün bunları yaptım işte. Bir çok asker bunları yapıyordu ve ben de onların yaptığını yaptım.” (David Wallechinsky’s Twentieth Century, New York, 1995, s. 261)

Kıyım sırasında kadınlar sistemli bir biçimde ırzlarına geçildikten sonra vurularak öldürülüyorlardı. Bir asker silahının namlusunu bir kadının cinsel organının içine soktuktan sonra tetiği çekecekti. Bir başka asker bir grup kadına, ırzlarına geçmeleri için soyunmaları buyruğunu vermiş, kadınlardan bazıları bunu reddedince o da hepsini vurarak öldürmüştü.

Katliam, olay yerine daha sonra gelen bir gözlem helikopterinde bulunan ve Teğmen Calley’in birliğini ateş açmakla tehdit eden Hugh C. Thompson adlı bir subayın müdahalesi sonucu durduruldu. Ama, bu fazlasıyla geç müdahale sadece 16 çocuğun yaşamını kurtarmaya yetmişti.

Yetkililerin üstünü örtmeye çalışmalarına rağmen, bir Amerikan askerinin katledilen köylülerin resimlerini çekmesi ve bu resimleri elde eden ve ortalıkta dolaşan söylentileri soruşturan bir gazetecinin, aralarında Başkan Nixon’ın ve 16 Kongre üyesinin de bulunduğu 30 öndegelen kişiye bir mektup göndermesi ve aylarca uğraşması sayesinde sonunda resmi bir soruşturma açılabildi. Soruşturmanın ortaya çıkardığı resmi rakamlara göre My Lai katliamında 200 kişi öldürülmüştü; ancak Amerikan uluslararası hukuk uzmanı Richard Falk kurbanların sayısını 500 olarak tahmin ediyor, Amerikalı askeri yazar George Walton ise My Lai’de 700 kişinin öldürüldüğünü ileri sürüyordu. Resmi soruşturma sonucunda 25 ABD askeri personeli savaş suçu işlemek ve işlenen suçu örtbas etmekle suçlandı. Ancak bu 25 kişiden sadece biri, yani operasyonu doğrudan yöneten Teğmen William Calley askeri mahkemeye çıkarıldı ve ömürboyu hapis cezasına çarptırıldı. Sadece üç gün askeri cezaevinde kalan Calley’in cezası da daha sonra 3.5 yıl ev hapsine çevrildi. Ardından, Ekim 1969’da “Savaş yitiren ilk Amerikan başkanı olmayacağı”nı söylemesiyle ünlenen savaş suçlusu Başkan Nixon Calley’i bağışladı. My Lai katilleri ve onların şefleri için en ağır yargıyı ise operasyona katılan askerlerden David Paul Meadlo’nun annesi verecekti:
“Ben onlara iyi bir genç teslim ettim; onlarsa onu bir katile dönüştürdüler.” (Aktaran Michael Maclear, Vietnam: The Ten Thousand Day War, Londra, 1981, s. 276)

ABD Askerlerinin Emperyalist Savaşa Direnişi
Vietnam halk savaşı, aynı zamanda ABD ordusunda çok sayıda firar, savaş-karşıtı propaganda, buyruklara karşı çıkma, sabotaj, kendi subaylarını öldürme ve hatta Vietnam halkının ve halk ordusunun safına geçme olaylarına tanık oldu. Burada bu konuya ilişkin sayısız olaydan sadece bir kaç örnek vereceğim. (Sunulan bilgiler, H. Bruce Franklin’in Vietnam and Other American Fantasies adlı kitabından alınmıştır.)

* 14 Nisan 1967’de Dau Tieng’deki ABD üssünde Dördüncü Piyade Tümeninin Üçüncü Tugayına bağlı birlikler bir “ara ve yoket” devriye görevine çıkmayı reddetiler. Komutanın isyancılara ateş açılması buyruğu vermesi üzerine isyancılar da karşı ateş açtılar. Düzinelerce kişinin öldüğü, üç helikopterin tahrip olduğu bu olayda askeri üs de üç günlüğüne tümden kapatıldı. (Le Monde, 27 Nisan 1967)

* İsveç, Almanya, Kanada, Japonya ve Sovyetler Birliği’nde bulunan firari askerler RITA (Resistance Inside the Army= Ordu İçinde Direniş) adlı yeraltı örgütlenmesini oluşturdular. RITA’ya bağlı görev başındaki 1,000 dolayında asker Londra’da savaş karşıtı bir gösteri de düzenlediler. (San Francisco Chronicle, 1 Haziran 1971) Vietnam halkına karşı savaşa girmeyi reddetme ve isyan eylemleri Vietnam Halk Ordusunun ve UKC gerillalarının 1968’deki Tet saldırısından sonra daha da yayılacaktı.
* ABD’nin daha önceki savaşlarından farklı olarak Vietnam savaşında adını, subayları ya da assubayları, üzerlerine parça etkili elbombası atarak öldürmekten alan ‘fragging’ eylemleri ortaya çıktı. Daha sonra bu deyim, hangi yolla olursa olsun subayları ve assubayları öldürme eylemleri için kullanılır oldu. ABD askerleri, özellikle nefret duyulan subayların öldürülmesi için onların başlarına ödül bile koyuyorlardı. 1972’nin ortalarında Pentagon 551 ‘fragging’ olayı yaşandığını resmen kabul edecekti. Ancak bu rakam, çarpışmalar sırasında askerlerin ateşli silahlarla öldürdüğü subayları kapsamıyordu.

* “İsyan etme” noktasına yaklaşan direniş o denli yayıldı ve yoğunlaştı ki, 1971’in sonuna gelindiğinde ABD komutanlarının elinde çarpışmalara gönderebilecekleri güvenilir herhangi bir kara birliği kalmamıştı. Alternatif, devasa hava bombardımanıyla “Vietnam’ı Taş Devrine Geri Götürmek”ti. (4) Bu stratejinin esas dayanağı, Yedinci Filo’nun Tonkin Körfezinde yığılmış olan uçak gemileriydi. Ancak, uçak gemilerinde görevli denizcilerin kitlesel protesto eylemleri ve sabotajları bu stratejiyi de işlemez hale getirecekti. Bir önceki yıl (yani 1970’de) Richard B. Anderson destroyerinin yola çıkması, mürettebatın bir makinayı bilerek bozması nedeniyle sekiz hafta gecikmişti. 1971’in sonuna gelindiğinde denizciler SOS hareketini (Stop Our Ships/ Support Our Sailors=Gemilerimizi Durdurun/ Denizcilerimizi Destekleyin) oluşturmuşlardı.
* Ekim-Kasım 1972’de uçak gemisi USS Constellation’da patlak veren sabotaj ve isyan olayları gemiyi San Diego limanına geri dönmek zorunda bıraktı. Daha sonra, 130 denizci iki ay boyunca gemiye dönmeyi reddetmek ve sahilde militan gösteriler yapmak suretiyle geminin hareketini engellediler. ABD medyası olayı, esas olarak zenci askerlerin bir eylemi olarak sunmaya çalıştıysa da San Francisco Chronicle’da yayımlanan resimler, eyleme katılanların çoğunun kollarını havaya kaldırmış ve yumruklarını sıkmış beyaz denizcileri olduğunu gösteriyordu. ABD donanmasının tarihindeki ilk kitlesel ayaklanma olarak bilinen bu direniş, geminin Aralık 1972 sonlarına kadar yola çıkmasını engelleyecekti.

* 10 Kasım 1972’ye gelindiğinde, beş dev uçak gemisi, mürettebatın -gemilerde bastıkları gazeteler de içinde olmak üzere- yürüttüğü savaş-karşıtı çalışmaları nedeniyle Tonkin Körfezindeki görevlerine son vermek ve San Diego limanında demir atmak zorunda kalmışlardı. 1972 Haziranında mürettebatın çıkardığı yangın ve yaptığı sabotaj nedeniyle Vietnam’a gidişi ertelenen USS Ranger adlı uçak gemisi Aralık ayında yola çıkıp Tonkin Körfezine vardığında, bir kez daha kasıtlı olarak çıkarılan büyük bir yangın sonucu iş göremez hale getirildi. ABD Deniz Kuvvetleri bunun Yedinci Filo’nun, 1 Ekim’den ba yana karşılaştığı altıncı büyük felaket olduğunu kabul etti.

* 18 Aralık 1972’de Nixon kliği Hanoi, Hayfong limanı ve Kuzey Vietnam’ın diğer bazı bölgelerinin 12 gün süreyle yoğun bir biçimde bombalanmasını buyurmuştu. Bu bombardımana en ciddi muhalefet Okinawa’da konuşlu çok gizli 6990. Hava Kuvvetleri Güvenlik Servisindeki askeri personelden geldi. Onların görevi, çok etkili olan Vietnam hava savunma sisteminin haberleşmesini izlemek ve B-52 bombardıman uçaklarını uyarmaktı. Bu birim görevini yapmayı durdurdu. Bu görev durdurma sırasında Vietnamlı savaşçıların her B-52 düşürüşünde sevinç çığlıkları yükseliyordu. Havacıların bir bölümü askeri mahkemeye sevkedildi. Pentagon bu dönemde 15 B-52 bombardıman uçağının düşürüldüğünü kabul ettiyse de Hanoi’nin verdiği 34 rakamı daha güvenilir bulunuyor.

Öte yandan, savaşa karşı çıkan askerler savaşı protesto etmek için ABD içinde de pek çok eylem gerçekleştirdiler. Savaşa gitmeyi reddeden yüzlerce askerin cezaevlerine atılmış ya da kiliselere sığınmış olduğu ABD’nin bir çok yerinde savaşa karşı çıkan askerlerin ve diğer savaş karşıtlarının biraraya geldiği ve tartıştığı GI kahvehaneleri açıldı. 1971 mali yılı içinde 98,324 askeri personel görevden firar etti, ki bu rakam aktif görevde olan her 1,000 kişiden 142’sine denk düşüyordu. (San Francisco Chronicle, 17 Ocak 1972) 1974’e gelindiğinde ABD Savaş Bakanlığı, 1 Temmuz 1966 ile 31 Aralık 1973 tarihleri arasında 503,926 “firar olayı” yaşandığını kabul edecekti. 1970 yılına gelindiğinde ABD’ndeki üslerde 50’den fazla savaş-karşıtı gazete yayımlanıyordu. Bunlar arasında About Face (Los Angeles), Fed Up! (Tacoma, Washington), Short Times (Fort Jackson), Vietnam GI (Chicago), Bragg Briefs (North Carolina), Last Harass (Fort Gordon, Georgia), Helping Hand (Mountain Home Hava Üssü, Idaho) sayılabilir.

ABD tekelci kapitalistlerinin Vietnam savaşında uğradıkları ağır yenilginin anısını ABD işçi sınıfı ve halkının belleğinden silmek ve ‘Vietnam sendromu’nu atlatmak için bu denli çaba harcamalarının önemli nedenleri var. Bunlar arasında Amerikan neo-faşistlerinin, dünya işçi sınıfı ve halklarını korkutmak ve onların kendi diktalarına boyun eğmelerini sağlamak ve ABD işçi sınıfının oğullarını ve kızlarını –bugün Irak ve Afganistan’da olduğu gibi- başka ülkelerin işçi ve emekçilerinin kanlarını akıtmak için kullanabilmek bulunuyor. Ancak, bu bellek silme operasyonunun bir başka önemli nedeni daha var: Vietnam savaşı ABD tekelci kapitalistlerine, en güçlü dayanakları olan silahlı kuvvetlerinin kendilerinin Aşil Topuğu haline gelebileceğini ve ABD askerlerinin silahlarını “kendi” burjuvalarına, “kendi” generallerine çevirebileceğini göstermiştir. Haksız bir savaşın figüranları haline getirilen üniformalı Amerikan işçi ve sömürülen emekçilerinin sınıf bilincini uyanması, onların, başka ülkelerin işçi ve emekçilerine karşı girişilen emperyalist terörizmin aslında Amerikan toplumunun kapitalist sınıf karakterinden kaynaklandığı düşüncesine doğru evrilmeleri ve bu uyanışın ABD’nin kendi içinde proleter devriminin gelişmesine itilim sağlaması olasılığı, Beyaz Saray, Wall Street ve Pentagon sakinlerinin en büyük karabasanıdır. Henüz değilse de yakın gelecekte, Irak ve Afganistan’daki ulusal direnişin de ABD toplumunun kırılgan yapısı üzerinde benzer bir etki yapması olasılığı ABD tekelci sermayesini ve onun temsilcilerini şimdiden düşündürmektedir.

Yeri gelmişken burada, Vietnam savaşının anımsattığı bir başka sınıf savaşımı yasasının altını çizelim: Geniş işçi ve emekçi kitlelerin seferber edildiği, olmaya zorlandığı her büyük toplumsal altüst oluş, egemen sınıfların muhafızı ve vurucu gücü olan ordu içinde de bir saflaşmayı gündeme getirme eğilimindedir. Eski ve kokuşmuş düzene karşı savaşım veren güçler bu önemli alanda da uğraş vermeyi ihmal etmek hakkına sahip değillerdir. Lenin, “Moskova Ayaklanmasının Dersleri” adlı makalesinde şöyle diyordu:
“Aslında askeri birliklerin her gerçek halk hareketi sırasında kaçınılmaz olan yalpalaması, devrimci savaşımın şiddetlendiği durumlarda gerçek bir askeri birlikleri kazanma kavgasına yol açar.” (Selected Works, Cilt 3, Londra, 1936, s. 349) Bundan ötürüdür ki, Komintern’e katılmanın 21 koşulundan dördüncüsünde, burjuva ordusu içinde kapsamlı ve sistemli bir komünist propaganda ve ajitasyon çalışmasının yürütülmemesinin, “devrimci görevlere ihanetle eş anlama” geldiği ve “Komünist Enternasyonal üyeliğiyle bağdaşma”dığı belirtilmiştir. Ne yazık ki, emperyalist burjuvazi başta gelmek üzere burjuvazinin yöneticilerinin bu gerçeği kavramada da işçi sınıfının ve ezilen ulusların öncü güçlerinin çok ilerisinde olduklarını, onların kollektif belleğinin bizim kollektif belleğimizden çok daha güçlü olduğunu kabul etmek zorundayız.
SELAM SANA VİETNAM!


DİPNOTLAR

1) Yaptıkları sistematik ve ayrımsız bombardıman ve kıyımlarla Vietnam halkına çok büyük acılar çektirmelerine ve çok ağır kayıplar verdirmelerine rağmen ABD emperyalistlerinin Vietnam’dan sadece siyasal değil, aynı zamanda askeri bir yenilgi alarak çekilmek zorunda kaldığı tartışma götürmez. Bugün Irak’ta yapmakta oldukları gibi kayıplarını alabildiğine küçülten ve gizleyen ABD ve onların izinden giden burjuva tarihçileri ve küçük-burjuva demokratları, Pentagon’un Vietnam savaşında Amerikan kayıplarının 58,000 ölü ve birkaç yüz bin yaralı kadar olduğu yolundaki yalanını yineleyip durmaktadırlar. Oysa Ted Sampley gibi araştırmacılar, ABD devletinin kendi kayıtlarını esas alarak yaptıkları araştırmalarda, Vietnam savaşı nedeniyle ölen ABD askerlerinin sayısının bu rakamdan en az 20,000 daha fazla olduğunu kanıtlamışlardır. Vietnam kaynakları, ABD’nin kayıplarının, pekala bu rakamın da çok üstünde olabileceğini gösteriyor. Örneğin, Güney Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi, sadece 1961-1965 yılları arasında ABD ve Güney Vietnam kukla birliklerinin kayıplarını şöyle saptıyordu:

“615,000 düşman askeri etkisizleştirildi (öldürüldü, yaralandı, firar etti),
“2,950 uçak ve helikopter düşürüldü ya da hava üslerine yapılan komando baskınlarında tahrip edildi,
“75,000 silah ele geçirildi,
“6,000 stratejik köy tahrip edildi,
“2,000 askeri mevzi ve eğitim merkezi yokedildi.” (Vietnam: Fundamental Problems, Hanoi, 1966, s. 120)

2) Norveç Nobel Komitesi 1973 barış ödülünü, Vietnam savaşında kalıcı bir ateşkesin sağlanmasındaki rolleri nedeniyle Le Duc Tho ile –elleri Vietnam, Kamboçya, Laos, Şili, Endonezya, Filistin, Guatemala vb. halklarının kanlarıyla lekeli bir katil olan- Henry Kissinger’e verecekti. Le Duc Tho ise, Vietnam’a henüz barışın gelmediği gerekçesiyle barış ödülünü almayı reddecekti.

3) Katliamı örtbas etmekle suçlanan subaylardan Albay Oran Henderson, My Lai’nin hiç de istisnai bir olay olmadığını 1971 başlarında gazetecilere şu sözlerle itiraf edecekti:
“Tugay ölçeğindeki her askeri birimin bir yerlerde saklı bir My Lai’si vardır.” (Aktaran Howard Zinn, A People’s History of the United States, 1980, s. 470)

4) ABD Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı ve azılı anti-komünist General Curtis LeMay, Mayıs 1964’te şöyle demişti:
“Vietnamlılara boynuzlarını indirmelerini, aksi takdirde kendilerini bombalayarak taş devrine geri götüreceğimizi söyleyin.”