Marx-Engels |  Lenin  | Stalin |  Home Page

Garbis Altinoglu

Articles

HADEP/ DEHAP/ DTP Oyları Üzerine İstatistiksel Bir İnceleme
Garbis Altınoğlu

 Ağustos 19,2007

Giriş

TBMM’ne –ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras’la birlikte- 22 milletvekili sokma ve grup oluşturma olanağını elde etmesine rağmen 22 Temmuz seçimleri Demokratik Toplum Partisi (=DTP) açısından, haklı olarak bir çeşit başarısızlık sayıldı. En az 30-35 milletvekili koltuğu kazanacağını uman DTP’nin bu kadarıyla yetinmek zorunda kalmasının, Türkiye Kürdistanı’nda en büyük parti ünvanını AKP’ne bırakmasının, İstanbul, İzmir, Mersin, Adana gibi Kürt halkının yoğun olarak yaşadığı büyük kentlerde beklenenin altında bir performans göstermesinin DTP’nde ve Kürt siyasal çevrelerinde küçük-ölçekli bir şok yarattığını söyleyebiliriz. Bu saptamanın doğruluğunu “DTP olarak, bir grup kuracak sayıda milletvekili çıkarmamıza rağmen beklediğimiz düzeyde bir sonuca ulaşamamamızın dışımızdan kaynaklanan nedenleri kadar, kendimizden kaynaklanan nedenleri de vardır ve bunlarla yüzleşmekten çekinmeyeceğiz’’ (“DTP’den Özeleştiri: ‘Yüzleşmekten Çekinmeyeceğiz’ ”, 27 Temmuz 2007, ANF News Agency) diyen DTP yönetimi de kabul etmiş bulunuyor. DTP’nin 22 Temmuz seçimlerinde beklenenin altında bir performans göstermesinin kendisinden kaynaklanan ve başka faktörlere bağlı bir dizi nedeni var. DTP’nin –ve önceli DEHAP’nin- son derece ürkek ve teslimiyetçi bir çizgi izlemekte olduğu biliniyor. Kürt burjuvazisinin çıkarlarını temsil eden ve Kürt toplumunu “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle” gibi algılayan bu partinin; sömürülen Kürt işçilerine ve kır ve kent yoksullarına reformist temelde de olsa herhangi bir şey vadetmemesi, Türk gericiliğiyle uzlaşma adına Kürt halkının meşru ulusal taleplerinden vazgeçmiş olması, yıllardır yönettiği belediyelerdeki performansının yeterince dürüst ve başarılı bulunmaması vb. nedeniyle,–önünde başka bir seçenek de bulunmayan- Kürt seçmenleri tarafından bir ölçüde cezalandırıldığını söyleyebiliriz. (DTP’nin sömürülen Kürt emekçilerine ve onların ivedi ve temel sorunlarına ne denli uzak ve yabancı olduğu, yayımladığı ve onlarla ilgili hiçbir şeyin söylenmediği Seçim Bildirgesi’nden de anlaşılıyor.) Ama, en azından 2005’ten bu yana ABD-İsrail yanlısı askeri kliğin ve büyük burjuvazinin Türkiye’de bir Kürt-Türk çatışmasına yol açmak ve bu amaçla Türkiye’deki iç gerilimi tırmandırmak ve bir askeri darbe tezgahlamak için sistemli biçimde çaba harcamakta olduğu dikkate alındığında, 22 Temmuz seçimlerinde DTP’nin göreli başarısızlığında diğer, yani DTP’ne bağlı olmayan faktörlerin daha da fazla rol oynamış olduğunu söyleyebiliriz. Okurun, 29 Temmuz 2007 tarih ve “Kürtler Neden AKP’ye Oy Verdi?” başlıklı yazısında bu faktörleri özetleyen Tarık Ziya Ekinci’den, içeriğine büyük ölçüde katıldığım şu uzunca alıntıyı yapmamı mazur göreceğini umuyorum:

“Muhalefetin endişe yaratan söylemleri
Muhalefet partilerinin ırkçı-milliyetçi söylemleri ve PKK gerekçesini kullanarak Kürt düşmanlığı yapmaları, Kuzey Irak'ı işgal etmeye dönük saldırgan bir söylem kullanmaları Kürtleri korkuttu. CHP ve MHP'nin, AKP Genel Başkanı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı Barzani yanlısı ve PKK hamisi olarak gösteren söylemleri de Kürt düşmanlığı olarak algılandı, halkı tedirgin etti. Bu nedenlerle Kürtler tehlikede gördükleri yakın geleceklerini güvence altına almayı, uzun vadeli çıkarlarını temsil eden DTP'ye yeğledi ve ehvenişer gördükleri AKP'yi yığınsal olarak desteklemek zorunda kaldı.

“Askeri darbe korkusu
Türkiye'de askeri darbelerden, sıkıyönetim ve OHAL uygulamalarından en çok zarar gören Kürtlerdir. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerini izleyen tutuklamalarda en çok işkence gören ve can kaybına uğrayan yine Kürtler oldu. Bu nedenle Kürtler, darbe girişimlerini açık ya da dolaylı biçimde destekleyen partilere karşı AKP'yi yığınsal biçimde desteklemeyi kendileri için yaşamsal bir zorunluluk saydılar.

“AB sürecinden kopma korkusu
Kürtler, Avrupa Birliği üyeliğini Türkiye'nin demokratikleşmesi ve talepkâr oldukları temel haklarının tanınması için bir güvence sayıyor ve yığınsal biçimde destekliyorlar. Açık ya da dolaylı biçimde AB'ye muhalefet eden partilere karşı görece de olsa AB yanlısı bir politika izleyen AKP'yi desteklemeleri kaçınılmazdı.

“CHP-MHP koalisyonu korkusu
Irkçı-milliyetçilikte ortak bir söylem tutturan CHP ve MHP'nin muhtemel bir koalisyon ortaklığının yeni bir OHAL dönemi, savaş kışkırtıcılığı, baskı rejimi getireceği korkusuna kapılan Kürtler, bu gerici cephenin oluşmasını önlemek için AKP'yi, DTP'ye yeğleyerek yığınsal biçimde desteklemek zorunda kaldı.

“Kuzey Irak'ın işgali ve Kürt varlığının yok olma korkusu
Kimi muhalefet partileri ordudan gelen mesajları yorumlayarak Kuzey Irak'ın işgalini ve oradaki Kürt varlığına son vermeyi bir seçim stratejisi olarak savundu ve AKP iktidarını bu yolda karar vermeye zorladı. AKP bu yaklaşımı reddetmemekle birlikte, teenniyle hareket etmeyi ve diplomatik yolları sonuna kadar denemeyi uygun buldu. Kürtler, soydaşlarını yok etmeyi bir amaç olarak benimseyen bu saldırgan siyaset karşısında ehvenişer gördükleri AKP'yi ve onun siyasetini desteklemeyi gerekli gördü ve AKP'yi DTP'ye yeğleyerek oylarını iktidar partisine verdiler.”

Oysa DTP’nin önceli DEHAP 3 Kasım 2002 seçimlerinde görece başarılı olmuş, Türkiye genelinde 1,933, 680 oy, yani toplam geçerli oyların yüzde 6.14’ünü almış ve özellikle Kuzey Kürdistan’ın bir çok kentinde ise oyları silip süpürmüştü. Bu yazının amacı, 22 Temmuz seçimlerini değerlendirmek ve DTP’nin ve diğer burjuva partilerinin bu seçimlerde ortaya koyduğu performans üzerinde durmaktan çok, 1995’ten bu yana yapılan genel seçimlerde Kürt seçmenlerin oylarının nasıl dağıldığını incelemek olacak. Şimdi bu rakamlara biraz daha yakından bakalım.

DTP’nin Performansının Kaba Bir Rakamsal Analizi

DTP, Türk gericiliğinin entrikaları ve pek az “parlamenter rejim”de görülen yüzde 10’luk baraj engeli nedeniyle 22 Temmuz 2007 seçimlerine bağımsız adaylarla girmek zorunda kaldı. Bu seçimlerde bağımsız adaylar Türkiye çapında 35,017,315 geçerli oyun 1,822,253’ünü, yani yüzde 5.19’unu aldılar. Ancak seçimlere giren diğer bağımsız adayların, toplamı 184,220’yi bulan oylarını çıkardığımızda DTP adaylarının oyu 1,638,033’e, yani Türkiye toplamının yüzde 4.68’ine düşmektedir. (1) DTP’nin öncellerinden HADEP 24 Aralık 1995 seçimlerinde, toplam geçerli oyların yüzde 4.17’sine denk düşen 1,171,623 oy almıştı. 18 Nisan 1999 seçimlerinde HADEP’in aldığı oy 1,482,194’e (yüzde 4.75) ve 3 Kasım 2002 seçimlerinde DEHAP’nin aldığı oy 1,933,680’e (yüzde 6.14) çıkmıştı. Yani HADEP/ DEHAP/ DTP’nin oy oranı 1995-2002 yılları arasında zayıf da olsa bir artış trendi göstermiş, ancak 22 Temmuz seçimlerinde gene aşağı yukarı 1999 düzeyine çekilmiştir.

HADEP/ DEHAP/ DTP’nin seçim performansına üç düzeyde, yani a) Kuzey Kürdistan, b) Kürt nüfusun görece yoğun olduğu dört büyük il (İstanbul, İzmir, Mersin, Adana) ve c) Türkiye düzeyinde bakacak ve bunu 2002 ve 2007 seçimlerinde AKP’nin performansıyla karşılaştıracağım. (Burada Kuzey Kürdistan’ı aşağı yukarı Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine denk düşen bir alan olarak alıyorum. Ancak, anlaşılabilir nedenlerle “Güneydoğu Anadolu” bölgesinde yer alan Kilis’i Kuzey Kürdistan’ın dışında bırakırken “Akdeniz” bölgesi içinde gösterilen Maraş’ı bu alana ekliyorum. Bu Kuzey Kürdistan tanımına -kısmen haklı- itirazlar olabilir. Ancak bu koşullarda, böyle bir tanımla yetinmenin makul olacağı kanısındayım.)

Kuzey Kürdistan

3 Kasım 2002 seçimlerinde DEHAP, Kuzey Kürdistan’da kullanılan 4,596,756 geçerli oyun 1,056,876’sını, yani yüzde 22.99’unu aldı. Aynı seçimde AKP 1,488,752 oy, yani bu bölgedeki geçerli oyların yüzde 32.39’unu almıştı.

22 Temmuz 2007 seçimlerinde AKP, Kuzey Kürdistan’daki oyunu yüzde 89.2 oranında arttırarak 2,822,930’a çıkardı. DTP’li bağımsız adayların toplam oyu ise yüzde 5.4 azalarak 994,059’a geriledi. Bu arada 3 Kasım 2002 ile 22 Temmuz 2007 arasında Kuzey Kürdistan’da toplam seçmen sayısının 6,359,512’den 6,581,063’e çıktığını, yani yüzde 3.48 oranında arttığını, -2007 seçimlerine katılımın daha yüksek olması nedeniyle- aynı dönemde geçerli oy sayısının 4,596,756’dan 5,111,999’a çıktığını, yani yüzde 11.21 oranında arttığını belirtmek gerekir.

Şimdi konuya bir başka açıdan bakalım. Kuzey Kürdistan’da yaşayan nüfusun ve dolayısıyla seçmenlerin–yukarda da belirtildiği gibi- 2002’de yüzde 22.99’unun ve 2007’de ise yüzde 19.45’inin DEHAP/ DTP’ne oy verdiği anlaşılıyor. Ama, acaba Kuzey Kürdistan’daki Kürt seçmenlerin ne kadarı DEHAP/ DTP’ne oy vermiştir ve vermektedir? Kürt-olmayan halkların da yaşadığı Kuzey Kürdistan’da nüfusun yüzde 75’inin Kürt olduğunu ve/ ya da kendisini Kürt saydığını varsaydığımızda bu alanda 2002 yılı için 3,447,567 ve 2007 yılı için 3,833,999 geçerli Kürt oyu rakamlarına ulaşırız. Bu ise Kuzey Kürdistan’da Kürt seçmenlerin 2002’de yüzde 30.66’sının ve 2007’de 25.93’ünün DEHAP/ DTP’ne oy verdiği anlamına gelmektedir. Bir başka deyişle, Kuzey Kürdistan’da 2002 seçimlerinde oy kullanan her 100 Kürt seçmenden 69’u ve 2007 seçimlerinde ise 74’ü DEHAP/ DTP dışındaki burjuva partilerine oy vermişlerdir.

Dört Büyük İl

3 Kasım 2002 seçimlerinde DEHAP, Kürt nüfusun görece yoğun olduğu dört büyük ilde (İstanbul, İzmir, Mersin ve Adana) 8,604,554 geçerli oyun 529,261’ini, yani yüzde 6.15’ini almıştı. Bu rakam AKP için 2,618,365’di; yani geçerli oyların yüzde 30.43’üne denk düşüyordu.

22 Temmuz 2007 seçimlerinde AKP dört büyük ildeki oylarını önemli ölçüde arttırarak 3,780,435’e çıkardı; yani bu alandaki geçerli oyların yüzde 39.76’sını aldı. 2007 seçimlerinde DTP’li bağımsız adayların bu dört ilden aldıkları oy ise 460,532, yani toplamın yüzde 5.35 dolayındadır. (2) Bu da DEHAP/ DTP’nin bu alanda aldığı oyların bir önceki seçime göre yaklaşık yüzde 13 oranında azaldığı anlamına gelir. Bu arada 3 Kasım 2002 ile 22 Temmuz 2007 arasında bu dört büyük ilde toplam seçmen sayısının 11,705,901’den 12,213,512’ye çıktığını, yani yüzde 4.34 oranında arttığını, aynı dönemde geçerli oy sayısının 8,604,554’den 9,508,885’e çıktığını, yani yüzde 10.51 oranında arttığını belirtmek gerekir.

Kuşkusuz, nüfusunun büyük çoğunluğu Kürt olmayan bu dört büyük ildeki DEHAP/ DTP oylarını AKP oylarıyla karşılaştırmak tek başına çok anlamlı olmayacaktır. Ancak, bu alandaki Kürt seçmenlerin ne kadarının DEHAP/ DTP’ne oy verdiklerini saptamaya çalışmak haklı ve yararlı olacaktır. Bunun için bu dört büyük ildeki nüfusun ve dolayısıyla seçmenlerin yüzde 25’inin Kürt olduğu ve/ ya da kendisini Kürt saydığını varsayacağım. Gene geçerli oyları esas alarak bir hesap yaparsak bu dört büyük il bağlamında, 2002 yılı için 2,151,138 ve 2007 yılı için 2,377,221 Kürt seçmen rakamlarına ulaşırız. Bu da, sözkonusu dört ildeki Kürt seçmenlerin 2002 seçimlerinde yüzde 24.60’ının ve 2007 seçimlerinde ise yüzde 19.37’sinin DEHAP/ DTP’ne oy verdiği anlamına gelir. Bir başka deyişle 2002 seçimlerinde dört büyük ilde geçerli oy kullanan her 100 Kürt seçmenden 75’i ve 2007 seçimlerinde yüzde 81’i DEHAP/ DTP dışındaki partilere oy vermişlerdir.

Türkiye Geneli

Eldeki istatistiklerin HADEP’in 24 Aralık 1995 seçimlerinde geçerli oyların yüzde 4.17’sini aldığını, bu oranın 18 Nisan 1999 ve 3 Kasım 2002 seçimlerinde DEHAP için yüzde 4.75 ve yüzde 6.14 olduğunu, 22 Temmuz seçimlerinde ise DTP’li bağımsız adayların geçerli oyların yüzde 4.68’ini aldığını gösterdiğini yukarda belirtmiştim. Peki, acaba Türkiye genelinde Kürt seçmenlerin ne kadarı HADEP/ DEHAP/ DTP’ne oy vermişlerdir ve vermektedirler? Bunu saptayabilmek için Türkiye’deki Kürt nüfusuna ilişkin sayısal verilere sahip olmamız gerekiyor. Türk devletine bağlı istatistik kurumları, eskiden subjektif ve bilimsel-olmayan bir tarzda da olsa Kürt nüfusuna ilişkin bazı dolaylı veriler ya da daha doğrusu ipuçları sunuyorlardı. Oysa bilindiği gibi yurttaşlar 1965 nüfus sayımından bu yana anadil esasına göre sınıflandırılmıyorlar. Bu durumda Türkiye nüfusunun ne kadarının Kürt olduğu/ kendisini Kürt saydığı konusunda ancak en kaba tahminlerde bulunulabilir. Bir başka yazımda belirttiğim gibi,

“Ne denli objektif bir biçimde yapıldığı tahmin edilebilecek olan 1965 nüfus sayımının resmi sonuçlarına göre bu tarihte 31,391,421 olan Türkiye nüfusunun 2,219,502’si, yani toplam nüfusun yüzde 7.07’si anadilini Kürtçe olarak bildirmişti. Bu oran ikinci dilini Kürtçe olarak bildirenlerle birlikte yüzde 13’ü buluyordu. Prof. Dr. Oktay Uygun gibi bilim adamlarının tahminlerine göre 2006 yılı itibariyle ana dili ve ikinci dili Kürtçe olanların oranı yüzde 19’u bulmaktadır.” (Demografi ve Siyaset: Bir Başka Açıdan Kürt-Türk Çatışması, 13-15 Şubat 2007)

Bu koşullarda, Türkiye genelinde Kürt seçmenlerin ne kadarının Kürt partilerine oy verdiğini saptayabilmek için, zorunlu olarak yukarda sunduğum ve bilimselliği pek güvenilir olmayan verileri dikkate alacak ve görece muhafazakar bir tahminle Kürt nüfusunun Türkiye genel nüfusunun –ve dolayısıyla Kürt seçmen sayısının genel seçmen sayısının- yüzde 25’ine denk düştüğünü varsayacağım. O halde önce, son dört seçimde oy kullanan seçmenlerin ne kadarının Kürt seçmeni olduğunu saptamaya çalışalım. Bu seçimlerde Türkiye genelinde toplam seçmen sayısı VE geçerli oylar sırasıyla şöyledir:

24 Aralık 1995: 34,155,981 VE 28,126,993

18 Nisan 1999: 37,495,217 VE 31,184,496

3 Kasım 2002: 41,407,015 VE 31,510,007

22 Temmuz 2007: 42,628,359 VE 35,017,315 (3)

Türkiye nüfusunun yüzde 25’inin Kürt olduğunu ve dolayısıyla aynı oranın, belli bir hata payıyla seçmen sayısı ve geçerli oy sayısı için de kullanılabileceğini varsaydığımızda son dört seçimdeki Kürt seçmen sayısı VE Kürt seçmenlere ait geçerli oy sayısı şöyle olmaktadır:

24 Aralık 1995: 8,538,995 VE 7,031,748

18 Nisan 1999: 9,373,804 VE 7,796,124

3 Kasım 2002: 10,351,754 VE 7,877,502

22 Temmuz 2007: 10,657,090 VE 8,754,329

Bu geçerli oy sayılarını HADEP/ DEHAP ve DTP’nin sözkonusu dört seçimde aldığı oylarla karşılaştırdığımızda neyi görüyoruz? Şunu: HADEP/ DEHAP/ DTP 24 Aralık 1995 seçimlerinde Kürt seçmenlerin geçerli oylarının yüzde 16.66’sını, 18 Nisan 1999 seçimlerinde yüzde 19.01’ini, 3 Kasım 2002 seçimlerinde yüzde 25.31’ini ve 22 Temmuz seçimlerinde yüzde 19.36’sını almıştır. Bir başka deyişle, Türkiye ölçeğinde Kürt seçmenlerin 1995’de yüzde 83’ü, 1999’da yüzde 81’i, 2002’de yüzde 75’i ve 2007’de yüzde 81’i HADEP/ DEHAP ve DTP dışındaki burjuva partilerine oy vermişlerdir.

Sonuç

Seçimden seçime belirli oynamalar olsa da, incelenen döneme (1995-2007) ilişkin rakamlar Kuzey Kürdistan’daki Kürt seçmenlerin önemli bir azınlığının oylarını HADEP/ DEHAP/ DTP’ne verdiğini göstermektedir. Ancak, dört büyük ilde ve Türkiye genelinde Kürt seçmenlerin oyları büyük ölçüde diğer gerici burjuva partilerine akmaktadır. Gerek Kuzey Kürdistan’da ve gerekse özellikle dört büyük ilde ve Türkiye genelinde HADEP/ DEHAP/ DTP oylarının görece düşük bir düzeyde seyretmesinde ya da Kürt oylarının diğer gerici burjuva partilerine yönelmesinde ve Kürt seçmenlerinin bir bölümününün oylarını kullanamamasında Türk burjuva devlet aygıtının ve onun uzantılarının baskı, terör, hile, rüşvet ve entrikalarının belli bir rolü olduğu yadsınamaz elbet. Ancak, Kürt emekçilerinin özellikle dört büyük ilde ve Türkiye genelinde HADEP/ DEHAP/ DTP’ne uzak durmalarının ya da gerici burjuva partilerine karşı daha net ve kararlı bir tutum takınmamalarının esas ve belirleyici nedenlerini burada aramak yanlış olacaktır. Bu durumu, esas olarak Kürt ulusal hareketine önderlik eden partinin/ partilerin burjuva çizgisiyle ve özellikle 1999’dan bu yana giderek daha da sağa kaymalarıyla açıklamak gerekir.

Bir yanlış anlamaya meydan vermemek için, başını PKK’nın çektiği Kürt ulusal hareketinin en radikal ve ileri olduğu dönemlerde bile Kürt işçilerinin ve kır ve kent yoksullarının toplumsal devrim özlemlerine yanıt vermekten uzak olduğunun altını çizmek isterim. Bir zamanlar Marksist terimlerle süslediği söylemine rağmen PKK asla az-çok tutarlı devrimci-demokratik bir nitelik taşımadı. PKK’nın sömürülen yığınların toprak ağalarına, aşiret reislerine, gerici Kürt burjuvazisine karşı savaşımlarına önderlik etmek gibi bir derdi ve dolayısıyla Kürt işçilerinin ve yoksul köylülerinin yığınsal inisiyatiflerini ve örgütlenmelerini gerçekleştirme gibi bir hedefi asla olmadı. Oysa 19. ve 20. yüzyılın tarihsel deneyimi, ulusal kurtuluş hareket ve savaşımlarının az-çok kalıcı bir başarı kazanmalarının yolunun tam da buradan geçtiğini pek çok kez göstermiştir. Yer yer hatalı taktik ve savaşım biçimlerine başvurmasına rağmen PKK’nın, Kürt halkına karşı sayısız suç işleyen ve sözcüğün tam anlamıyla bir kirli savaş yürüten Türk ordusuna ve onun uzantılarına karşı çok eşitsiz koşullarda meşru ve başarılı bir direniş yürüttüğü biliniyor. Bir yere kadar haklı olarak, sözünü ettiğim bu temel eksiklik sıcak savaş koşullarında Kürt halkı tarafından da yakıcı bir sorun gibi algılanmamıştı. Ancak, Abdullah Öcalan’ın en azından 1997’de başlayan uzlaşmacı ve tasfiyeci yöneliminin, 15 Şubat 1999’da yakalanmasından sonra daha da belirginleşmesi ve PKK’nın –ve ona bağlı olarak legal Kürt partilerinin- bu tarihten sonra açıkça teslimiyetçi bir rotaya yönelmesi, sömürülen Kürt emekçileriyle Kürt partileri arasındaki açıyı giderek genişletti.

Mayıs-Haziran 1998’de kaleme almış olduğum bir yazıda bu konuda şunları söylemiştim:
“Küçük-burjuva ya da ulusal burjuva siyasal karakterleri nedeniyle, gerek PKK ve gerekse HADEP ve öncelleri metropollerdeki Kürt işçi ve emekçi kitlelerine esas olarak onlara ‘Kürt’ kimliklerini öne çıkararak yaklaşmakta, onların ‘ulusal bilinç’lerini geliştirmeye ve eylemsizliklerini aşabildikleri zamanlarda da onları bu bilinç temelinde seferber etmeye çalışmaktadırlar. Oysa, hangi nedenle olursa olsun metropollere yerleşen Kürt yoksulları zamanla, objektif olarak ilerici bir karakter taşıyan bir doğal assimilasyon süreci yaşamakta, yani maddi yaşam koşulları ve üretim içinde tuttukları yer bakımından Türk ve diğer ulus ve milliyetlerden sınıf kardeşlerinin konumunu paylaşır hale gelmekte, büyük çoğunluğu ile kapitalist sömürüyle yüzyüze olan proleterler ve yarı-proleterlere dönüşmektedirler. Kürt kimliklerinden ötürü metropollerde de belli bir ulusal ayrımcılığa hedef olmakla ve kendilerini hala bir ölçüde Kuzey Kürdistan'da süren kavgaya bağlı saymakla ve öyle duyumsamakla birlikte, bu emekçiler esas olarak değişik ulus ve milliyetlerden Türkiye işçi sınıfının ve yarı-proletaryasının bir parçası haline gelme yolundadırlar.

Demek ki onlara, esas olarak değişik ulus ve milliyetlerden Türkiye proletaryasının bir parçası olarak yaklaşılması ve onların bu temelde örgütlenmesi ve savaşıma çekilmesi gerekmektedir.” (Kafalardaki Safraları Atmak: Saflarımızdaki Tasfiyeci Eğilimin Eleştirisine Giriş, Mayıs-Haziran 1998)


PKK yöneticilerinden Duran Kalkan, 22 Temmuz seçimlerini değerlendirdiği ve burada sözünü ettiğim temel sorunu son derece yüzeysel bir biçimde de olsa kavradığını (ya da daha doğrusu sezdiğini) ele verdiği ve ona kenarından da olsa değinmek zorunda kaldığı yazısında şöyle diyordu:

“Diğer bir husus Ege, Akdeniz alanındaki durumdur. İzmir ve çevresinden hiç kimse seçilemedi. Halbuki o kadar Kürt nüfus var. Yine sol demokratik güçler var. Tüm bunlar önemli bir oy potansiyelidir. Ama bunlara rağmen bir aday bile çıkmamıştır. Ne sonucu çıkaracağız bundan? Ciddi bir erimenin olduğu sonucunu çıkarmalıyız. Metropollere gitmek, Kürdistan’ı terk etmek ne kadar büyük bir tehlike arz ediyor. Erimeye, yok olmaya açıyor. Sonuçlardan bunları görüyoruz. Büyük şehirlere gidiyor gözü açılıyor daha çok ulusal demokratik mücadeleye destek veriyor, kendini örgütlü hale geliyor biçimindeki bakış açıları ciddi yanlışlar içeriyor. Açıkça görülmüştür ki tersi oluyor. Siyasal çalışmanın yanında sosyal, ekonomik, kültürel dayanışmayı ve bu temelde ortak ruhu geliştirecek çalışmalar yapılmazsa her zaman bu sonuçlarla karşılaşılır. Sadece siyasal çalışmalar metropoller için yetmez. Kürdistan’da koşulları ne kadar zor da olsa ortak sosyal ve kültürel yaşam demokratik ulusal taleplerin siyasal tutumu belirlemesine zemin olmaktadır. Ancak metropollerde bir süre sonra ekonomik ve sosyal ihtiyaçlar farklı siyasal eğilimlerin bu kitle üzerinde etkisinin artmasına yol açmaktadır. Kürdistan’da bile etkili olduğu düşünülürse İzmir’deki sonucu anlamak zor değildir. İkincil başka nedenleri olduğunu da düşünüyoruz.” (“Kandil’den Türkiye Seçimlerine Bakış!”, 27 Temmuz 2007, abç) Kalkan’ın yaklaşımı, DTP’nin seçim analiz raporunun içeriğiyle örtüşmektedir. Radikal yazarlarından Mesut Hasan Benli’nin 30 Temmuz 2007 tarihli haberine göre DTP yönetiminden İsmet Şahin, kaleme aldığı seçim analiz raporunda, partisinin büyük kentlerde yeterince oy alamamasını “kendi kitlesinin ulusal bilinci kaybetmesine” bağlamış, bu kentlere “göç eden Kürtlerin işsizlik, geçim sıkıntısı ve yoksulluk gibi nedenlerden dolayı ulusal taleplerini geri plana ittikleri”ni belirtmişti. Ancak bu konuya Kalkan ve Şahin’in, gerçekliği kısmen yansıtmaktan öteye gitmeyen kaba materyalist ve ekonomist yaklaşımıyla biricik bilimsel, yani Marksist-Leninist yaklaşım arasındaki benzerliğin esasa ilişkin olmaktan çok biçimsel olduğu unutulmamalı.

Kürt emekçilerinin özellikle dört büyük ilde ve Türkiye genelinde HADEP/ DEHAP/ DTP’ne uzak durmalarının ya da gerici burjuva partilerine karşı daha net ve kararlı bir tutum takınmamalarının diğer, yani tali nedenleri arasında ise şunları sayabilirim: a) Türkiye’de ve bölgede işçi sınıfının devrimci hareketi ve genel devrimci-demokratik hareket giderek zayıflar ya da son derece zayıf konumunu muhafaza ederken, Güney Kürdistan’da bir Kürt devleti çekirdeğinin oluşması ve bölgede ve Türkiye’de İslami eğilimli hareketlerin güçlenmesi, b) Türk gericiliğinin bir Kürt-Türk çatışması kışkırtma plan ve girişimlerine karşı ehven-i şer (=kötünün iyisi) sayılan partilere, yani bu durumda AKP’ne sarılma ya da şans tanıma güdüsü, c) Radikal toplumsal dönüşüm olanaklarının bulunmadığı koşullarda halkların her zaman yapageldikleri gibi, kısa erimde kendilerine en fazla refah ve demokrasi sağlayacağına inandıkları partilere, yani bu durumda gene AKP’ne yönelme eğilimi.

Bitirirken

Başını askeri kliğin çektiği gerici-faşist kamp ve bağlaşıklarının, kısa bir moladan sonra gerilim stratejisini kaldıkları yerden sürdürecekleri anlaşılıyor. Zaten bunun başka türlü olması nesnelerin doğasına aykırı olurdu. Seçimler, işçi ve emekçi kitlelerinin siyasal konumunu ve bilinç düzeyini ölçmeye yaramış, onların askeri kliğin gerici manevralarına yarı-bilinçli muhalefetlerini dile getirmelerine olanak sunmuştur. Zaten onun işlevi de üç aşağı beş yukarı bununla sınırlıdır. Bu seçimler, görünüşte, ama sadece görünüşte başını AKP’nin çektiği korkak İslamcı burjuvazinin konumunu güçlendirmiş, gerici burjuvazinin iki kampı arasındaki iktidar dalaşını yeni bir düzeye yükseltmiştir. Önümüzdeki cumhurbaşkanı seçimlerinin askeri klikle AKP arasında yeni bir çekişmeye mi yol açacağı, yoksa bir uzlaşmayla mı sonuçlanacağı bilinmiyor. Ancak, iki gerici burjuva kamp arasındaki sürtüşme ve çelişmelerin, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, cumhurbaşkanı seçiminden sonra da karşılıklı ataklarla devam edeceği kesin gibidir. Kesin olan bir başka şey daha varsa, o da kendi aralarındaki sürtüşme ve çelişmelere rağmen her iki gerici burjuva kamp, çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfına, Kürt halkına ve onların siyasal öncülerine karşı saldırılarını sürdüreceklerdir. Ve Türkiye’nin yazgısının seçim sandıklarında ve parlamentoda değil, fabrikalarda, köylerde, sokaklarda, varoşlarda ve meydanlarda belirleneceği bir kez daha görülecektir.



DİPNOTLAR

(1) Bu rakama şöyle ulaşıldı: Milletvekili seçilen Seydi Eyyüpoğlu (26,809), Kamer Genç (7,306), Mesut Yılmaz (41,176) ve Muhsin Yazıcıoğlu (37,741) ile milletvekili seçilemeyen Hulki Cevizoğlu (11,054), Baskın Oran (31,133), Mehmet Bayındır (13,646) ve Maraş’taki diğer iki bağımsız adayın (3,800) oylarının toplamı 172,665 etmektedir. (Önemsiz sayıda oy alan bir dizi bağımsız aday bu hesaplamada dikkate alınmadı.) Öte yandan, birisi milletvekili seçilen iki bağımsız sol adaydan Ufuk Uras 79,381, Levent Tüzel ise 36,167, yani toplam 115,548 oy almışlardır. Ancak, Uras’ın partisinin (ÖDP) toplam oyunun 52,195, Tüzel’in partisinin (EMEP) toplam oyunun da 26,556 olduğu gözönüne alındığında, bu iki adaya verilen oyların hemen hemen tamamının DTP tabanından geldiği anlaşılır. Bu iki adayın aldığı oyun sadece yüzde 10’unun kendi taraftarlarından kaynaklandığını varsayıp bu yolla ulaştığımız 11,555 (115,548’in yüzde onu kadar) oyu da diğer bağımsızların oy toplamına (172,665) eklediğimizde 184,220 rakamına ulaşırız. Bu son rakamın, 1,822,253 olan toplam bağımsız oy rakamından düşülmesi ile elde edilen rakam (1,638,033) kabaca DTP’nin aldığı toplam oyu gösterir.

(2) Bu rakama şöyle ulaşıldı: Adıgeçen dört büyük ilde bağımsız adaylara verilen oy 516,876’dır. Bu rakamdan Baskın Oran (31,133) ve Mehmet Bayındır’ın (13,646) oylarının yanısıra iki bağımsız sol adayın (Ufuk Uras ile Levet Tüzel) kendi tabanlarından almış olduklarını varsaydığım 11,555 oyu çıkarınca, yaklaşık olarak DTP’li bağımsız adayların aldığı kabul edilebilecek olan 460,532 rakamı elde edilecektir.

(3) Tam da burada seçim istatistiklerinde görülen bir tuhaflığa dikkat çekmek istiyorum. 24 Aralık 1995 seçimleriyle 18 Nisan 1999 seçimleri arasındaki 40 aylık süre içinde toplam seçmen sayısı 3,339,236 ve 18 Nisan 1999 seçimleri ile 3 Kasım 2002 arasındaki 42.5 aylık süre içinde 3,911,798 dolayında artmıştır. ANCAK, bu artış 3 Kasım 2002 seçimleri ile 22 Temmuz 2007 seçimleri arasındaki beş yıla yakın (56.5 aylık) sürede sadece 1,221,344 olmuştur. Bir başka deyişle ortalama yıllık seçmen sayısı artışı 24 Aralık 1995-18 Nisan 1999 döneminde 1,002,774 ve 18 Nisan 1999-3 Kasım 2002 döneminde 1,105,028 iken 3 Kasım 2002-22 Temmuz 2007 döneminde sadece 259,309 olmuştur. Son 56.5 ayda Türkiye’de olağanüstü demografik değişiklikler yaşanmadığına göre bu anormalliğin bir tek anlamı olabilir: Çok büyük olasılıkla, Türk burjuva devleti Kuzey Kürdistan’da ve Kürt halkının görece yoğun olarak yaşadığı diğer bölgelerde kasıtlı olarak yeni seçmenleri seçim kütüklerine kaydetmemiş ve/ ya da daha önceden seçim kütüklerine kayıtlı olan Kürt seçmenlerin isimlerini buralardan çıkarmıştır.